Press "Enter" to skip to content

Günlük 1a Eylül’11

*Şimdi alışveriş zamanı. %40, %50 indirimler zamanı. Sezonda pahalı gelip listede eksik kalanları tamamlama zamanı. Gelecek yazın hazırlığı yani. 3 çocuğum ve ben; 4 kişinin alışverişi uzun ve meşakkatli sürüyor haliyle. Bana göre kendim için yazları güneşten yeterince faydalanabilmek için en iyi giysi atlet biçimli kolsuz tişörtler ve rahat hareket edilebilecek boyda, çok kısa olmayan keten şortlar. Ve tabii ki, kesinlikle parmak arası olmayan rahat, şık, şırtlı sandaletler. Bildiğiniz safari giyim tarzı. Yine safaride giyildiği gibi bir gömlek alınabilir, gerektiğinde güneşten korunmak için. Atlet tişörtler yarım kollular gibi koltuk altına çok fazla değmediğinden kolay kolay ter kokmuyor ve her giyişte yıkamak zorunda kalmıyorsunuz.
Bayan reyonlarında bulamadım diz üstü boyda ve keten olan şortlar. Kısacıklar var, o da bana uymaz. Bir yerde buldum oda titanyum muymuş, neymiş, incecik, plastik şort. Çok havalı söylediklerinden olsa gerek adı aklımda kalmadı. Yere göğe koyamıyorlar işe yaramaz mallarını. Gidin bir başkasını yutturun. Eksantrik bir ismi olmuş olabilir ama benim işime yaramaz. Plastikten üretilmiş giysiler giymem, ne yaz, ne kış. Pamuklunun, ketenin suyu mu çıktı? Ünlü ‘marka’lar daha çok kar edebilmek için naylon giysi üretmek istiyorlarsa bu onların sorunu. Ben almam, kim alıyorsa alsın. Gittim erkek reyonundan bilmediğim bir marka keten şort aldım. Çok erkeksi görünmeyen bir model seçtim elbette.
*Piyasada korkunç bir terlik krizi var. Ev terliği. Gezmediğim yer kalmadı şöyle rahat, gönlüme göre bir ev terliği bulamadım. Nereye baksam parmak arası. Ben gıdık alır, huylanırım, gezemem öyle parmak arası, marmak arası. Kaç AVM altüst ettim, yok. 1,2 yerde gördüm, marka terlikler, ayakkabıdan pahalı. Ben o fiyata olsa, olsa ayakkabı alırım. Ayakkabıyı bile o fiyata şöyle bir düşünürüm. Bir şeye de benzeseler. Bildiğin naylon terlik. Adı, markası olunca niteliği değişmiyor ki! Kimi yutturuyorlar? Yutan var demek ki! Onda bir fiyatına satıyor olsalar para verip te almam. Orada, burada gördüklerim ise giyilebilir nitelikte değil. Ev terlikleri para etmiyor diye üretenler azalmış olmalı. Herkes ayakkabı üretip satmanın, bol para kazanmanın derdinde anlaşılan. Evlerde ne giyiyor insanlar onu anlayamadım doğrusu.
AVM’lerde terlik bulabileceğiniz yer spor mağazalarıymış. Deniz terlikleri. Şimdi yaz sonu ya; bulabildim zor bela. Hiç ucuz değiller. Yine pahalı ama aldım el mahkum. 55 tl. Nike’tan aldım. Yine ne varsa nike’ta var. Diğer mağazalardakilerde üç aşağı beş yukarı aynı fiyattı ama nike terlikler daha yumuşak, rahat ve güzeldi. Yine söylüyorum; 55 etmezler.
*Okul kantinlerinde cola, cips, dondurma, fast food yasaklanmış. Bu bütün milletimiz için harika bir haber. Milli bayram olarak kutlanmalı 🙂
*Şehirlerarası otobüslerin yol üzerinde yolcu indirip bindirmesi yasaklandı ya; bununla ilgili yazacağım. Arkadaşlarım Ankara?da Eskişehir yolu, 25. Km?de oturuyorlar. İki çocukları Eskişehir?de üniversite okudular. 4 yıl biri, 4 yıl diğeri. Bu süreler boyunca Eskişehir?e giderken şehre gelip otobüse binmişler ve aynı yoldan geri dönmüşler. 25+25. Her seferinde fazladan 50 km. Kim bilir kaç kez? 10, 20 ve 30 km?de yol kenarında indirme bindirme peronları olsa, insanlar bu eziyeti çekmeseler kime ne zararı olur? Her şehrin çıkışında ve şehirlerarası yolda olmalı bu peronlar. Şehrin kalabalığı kendine yetiyor da artıyor bile! Daha fazla arttırmanın anlamı ne? Kulağı düz göstermek varken ters göstermek niye?
*Okullar açıldı. 3 çocuğum sevinç içinde gittiler okullarına. 12. sınıf, 10. sınıf, 5. sınıf. Koşar adımlarla, heyecan ve mutluluk içinde. Artlarından bende onların mutluluğuyla mutlu ve mest. Yeni okul giysileriyle aynada kendilerine şöyle bir bakarak. Oğullarım en yakışıklı, kızım en güzel. Herkesin yavrusu kendine güzel 🙂 Mutluluk onlarla olsun her daim; çocuklarımın ve bütün çocukların 🙂 Hayatımızda sevinçler olması, yeni yeni sevinçlere yer açmak ne güzel! Sevinçleriyle sevinmek ne güzel 🙂
*Bugün sabah saat 10 gibi Kızılay Kumrular sokakta patlama oldu. pkk saldırısı. Tv? de izledim, yanmakta olan arabaları. En son 20 yaralı olduğu söylendi. Yolumun üstüydü, 12.30?da geçtim oradan. Kızılay boş gibiydi. İnsanlar, arabalar her zamankinden çok, çok azdı. Olay yerine yaklaşınca gördüm ki bütün kalabalık oradaymış. Olay mahalli, kumrulara çıkan sokakların başı polis tarafından kordona alınıp kapatılmış, etraf adam kaynıyor. Ne meraklı milletiz! Ben arabayla geçmek zorunda kaldığım için tedirginim, herkes rahat demek ki!
Necatibey caddesinin kumrular sokakla kesiştiği yerde polisler, polis arabaları, ambulanslar, haberciler, kameralar ve yine yoğun bir kalabalık. Allah beterinden korusun. Yaralılara Allah şifa versin. Bu kalleşlik bir an önce bir şekilde bitsin.
*Bu günlerde kafamı kurcalıyor bu ‘kariyer’ meselesi. Özellikle ‘kariyer’ yapmış yaşıtım insanları görünce. Ömrümüzün verimli ve dinamik ilk 25 yılını ‘eğitim’e heba ediyoruz. (buradaki heba etmek deyimi tartışılabilir) 2. verimli 25 yılını kariyer yapmak uğruna feda ediyoruz. Geriye kalıyor en işe yaramaz son 25 yıl. Gelsin menapozlar, andropozlar, şeker, tansiyon, vs. Sonu zaten belli! Gittiğin yere götürülmüyor ki, kariyer, eğitim ve diğer artılar. Biz nereye koşuyoruz? Kim, kimi ne kadar, nerede, niçin kandırıyor ki kişi ancak kendi kendini kandırır; bir başkası değildir asla kandıran. İkinci 25’in sonuna yaklaşırken dank ediyor; dönüp bakıyoruz ki geriye, şarkıda dendiği gibi; Yalan dünya her şey bomboş, hancı sarhoş, yolcu sarhoş:))))
İlk 25 yıl eğitim dediysem bu doğru. Lise bitirmek 12 yıl. Yaş 18. 1 yıl yabancı dil hazırlık, 4 yıl üniversite, master 2 yıl, yapmayan yok gibi. Etti 7 yıl. Oldu size yaş 25 🙂
MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’nin bitip tükenmez matematik hesapları gibi oldu 🙂
*Kızıma okul için kalın, kışlık, pamuklu külotlu çorap almaktan gına geldi. Alıyorum; iki yıkamada çekip küçülüyor; yine alıyorum, yine aynı şey. Senede 10-15 külotlu çorap alıyorum desem yalan olmaz. Piyasadaki bütün markaları denedim, hepsi çekiyor. Artık üçer, beşer tane almayacağım bir alışta. 1 tane alıp, yıkayıp deneyip ondan sonra alacağım fazlasını. Eğer çekmeyeni bulabilirsem tabi. Neyse; fazla kullanılmadan verdiğim için verdiklerimin işine yarıyorlardır hiç değilse!
*Bugün 30 Eylül. Elif Şafak www.habertürk.com’da ortak vicdanımız başlığı altında tecavüze uğrayan kadınların tecavüzcüleriyle evlendirilmesi konusunda yazmış. Ne dense az bu konuda. Hepimiz bir kelime söylesek toplanır, bir dolu cümle olur. Kadın neslinin aşağılanmasına, yok edilip, ezilip yok sayılmasına seyirci kalmamalıyız. En azından bizler.
Büyüyen kızlarımız için.
Ekim’11
*?Apple?ın kurucularından milyarder işadamı Steve Jobs, yaşama veda etti. Kısa bir süre önce pankreas kanseri nedeniyle Apple?ın CEO?luk görevini terk eden Jobs, 56 yaşındaydı?.
Mısır şurubu içeren colalar, tatlılar ve şekerli gıdalar pankreas kanserinin sebebi. 38 yaşında ölen Ceyla Gölcüklü?nün ölüm sebebi de aynıydı. Mısır şurubu ve pankreas kanseri yaş, kişi ve sınır tanımıyor. Parasız günlerinde, gençliğinde cola şişeleri toplayıp satarak yaşarmış. Cola ile içli dışlı bir hayat sürdüğü nasıl da belli! Yazık!
*Saat 1. Güneşlenme ve yürüyüş vakti:))) Her gün en az 20 dakika güneş ve olabildiğince yürüyüş. Yürüyüş için zaman sınırlaması yok:))) Mükemmel fikir.
Deprem oldu biliyorsunuz; bunu ayrıca yazdım. 29 Ekim Cumhuriyet bayramı deprem gerekçe gösterilerek kutlanılmadı. Bunu da biliyorsunuz. Depremden sonra nükleer tehlike gümdeme geldi. Bunu da ayrıca yazdım.
*Bir haber dikkatimi çekti. Zayıflamak için elma sirkesi, limon ve soda içen biri mide delinmesi sonucu ölmüş. Neyse ki ölmeden önce 30 kilo vermiş;)))
Söylenen her söze kanıp aldanıyoruz. Bizimde zaafımız bu galiba. Her kafadan bir ses çıkıyor; onu yiyin, bunu yemeyin. 6 ay önce himalaya tuzunu öve öve bitiremediler; aldım, evde kramp vakaları arttı. Normal tuzun yerini tutmadı. Her söyleneni yapacak olursak işimiz iş:)) O ağızlara bir torba takıp büzesim var:))) Söyleyende aktarlar derneği başkanı mı ne! Ercan bilmem ne? Ticareti arttırmakta fayda görmüş olmalı:))
Nara da faydalı diyorlar ya; doğrudur, faydalıdır. Ama bir kötü yanı var ki narın bütün faydasını alıp götürüyor. Kanı fazlasıyla sulandırıp kanamalara sebep oluyor. Burun kanaması ve diğer kanamalarda kanamayı tetiklediği gibi kanama oranını da arttırıyor. Ben narın bütün bu olumsuzluklarına yakınen şahidim. Ben artık asla yemiyorum. Ağzıma bile sürmem. Yemeyin diyemem ama eğer yiyecekseniz az yiyin.
*Ardından bir haber daha dikkatimi çekti. Atatürk?e hakaret eden edene bu ara. Gülay Göktürk adında biri; bir gazeteciymiş; 60 yaşında; Atatürk?e hakaret eden Nagehan Alçe?ye arka çıkmış. Benim dikkatimi çeken asıl şey bu Gülay Göktürk?ün yıllar önce sarf ettiği sözler oldu. Çocuk pornosu isteğinin önlenemez olduğu; bu nedenle pornoyu çocuklarla çekmek yerine çizgi film olarak çekmek gerektiğini önermiş. Aman Alllah?ım; ne düşünceli bir kadın! Sapık haklarını korumayı kendi üstüne vazife almış.
Hadi Atatürk?ü geçtik; ona ağzı olan konuşuyor. Alıştık, alıştırıldık artık. Çocuk pornosu hakkındaki düşüncelerine ne demeli? Kadınlığın yüz karası. Önce kendi çeksin bir porno film ondan sonra çocuklara dil uzatsın. Utanmaz. Beyninde bir karışıklık olmuş olmalı; kesin.karışıklık olmuş; kesin. Dönekmiş zaten. 70 sonrası dönmüş. Kafasının ne kadar karışık olduğu açıkça belli. Üstünde konuşulmaya bile değmez. Atatürk?ün adı ile para etmeye çalışan bir zavallı sadece. Dönekmiş zaten. 70 sonrası dönmüş. Kafasının ne kadar karışık olduğu açıkça belli. Üstünde konuşulmaya bile değmez. Atatürk?ün adı ile para etmeye çalışan bir zavallı sadece.
Bu arada Atatürk karşıtlarının temsilcisi olarak kendini ortaya atanların bu denli ayağa düşmüş olmaları benim açımdan, Atatürkçüler açısından sevindirici elbette. Temsilcileri, önde görünenleri buysa kendileri ne haldir varın siz hesap edin;)))
*Bir hafta sonra yine gazete manşetlerinde bir haber. ?Alman eşinden kaçan bir kadın Söke?de iki çocuğuyla birlikte intihar etti?. Ölen kadının kız kardeşi, ?Ablamın kocası pedofili hastasıydı. Bu nedenle ablam Hamburg?da boşanma davası açtı. Ancak, bir sonuç alamadı. Eşi rahat bırakmıyordu. Ailecek karar alıp iki ay önce kendisini çocuklarıyla Türkiye?ye çağırdık. İzmit?teki bir okulda İngilizce öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Eşi yine rahat bırakmayınca Söke?deki bağevini kiralamıştık. Ablam, bu yaşadıklarına dayamadı? dedi.
??Ergenlik yaşı öncesindeki bir kız veya erkek çocuğa yönlendirilmiş cinsel davranışlarda bulunma durumuna pedofili adı verilir.?
Ne acılar yaşanıyor:(((
*Küçük bir not. ?İmplant? uygulamaları zayıf bünyelerde diş köklerinde bulunan virüslerin kana karışması sonucu bağışıklık sisteminin iflası ile kişinin 6 ay ? 1 yıl gibi sürelerde kanserden hayatını kaybetmesine neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ve özellikle Amerika?da bu uygulamalar çok zor ve kısıtlanmış durumdadır. Bu nedenle çene kemiği ile ilgili operasyonlardan uzak durmalıyız. Prof.Dr. Ayse AKIN
Kasım’11
*Bir başka haber; ?İlaç şirketleri Türkleri ilaçları denemek için para karşılığında kobay olarak kullanıyorlarmış?. Bu çok bilinmeyen bir haber değil aslında benim için. Çünkü komşumun kızı o ilaç şirketlerinden birinde çalışıyor ve aynen o söylenilen işi idare ediyor.???
*Cem Garipoğlu?nun mahkemesi sonuçlanmış; 14 yıl daha yatacakmış. ?33 yaşında dışarıdaymış yani. Herkes kendini kollasın:((((
Bir SERSERİ kendi ailesi de dâhil kaç aileyi perişan etti. Kendi hayatı da bitti bu arada. Ne büyüttüğümüze, anneler ne büyüttüğüne çok dikkat etmeli. Parayı her şeyin üstünde tutar, görür, tapınır ve çocuğunuza böyle yansıtırsanız sonuç bu ne yazık ki! Erdem, insanlık, sevgi; bunlar boş laflar değil, olmayacakta. 18 yaşındaki bir çocuğa ne verirseniz onu alır. Ne aldıysa da onu size geriverir. ?Kızlar, parası olamayan kızlar oyuncağındır oğlum; al istediğin gibi oyna? diyen anne babalar o kızın ateşinde kendileri de yanar. Örnekte görüldüğü gibi.
*ÖTV?den önce 300 tl olan bir cep telefonu ÖTV?den sonra 430 tl olmuş. Vay babam vay! Cep telefonu mu alıyoruz ÖTV mi belli değil. Hani birde öte-lenmesek;))) Bu durumda eski telefona talim;))) Alamayacaklar benden ÖTV-MTV!
300 tl?lik telefonun yaklaşık 20 tl?si vergi iken Ötv ?güncellemesi? sonrasında 430 tl?nin 150 tl?si vergi olmuş. 280 tl?lik telefonun 150 liralık vergisi var. Bu nasıl bir vergidir? %50?den fazla. Bizim bildiğimiz vergi %8 olur, %18 olur, bu vergi %50?nin üstünde. Çüşşş yani! Değil cumhuriyet tarihimizde Osmanlı?da bile alınmamıştır bu kadar vergi. Cep telefonu lüks tüketim mi? Canımıza kast ediyor bu yönetim ve yandaşları. Oy verenlere oh olsunda bizim ne günahımız var?
Hangi dükkâna girsem ikinci el öneriyor. Sıfır telefon satmak hayal olmuş. Millet zaten almış alacağını. Şimdiden sonra yenilemez; olur, biter. Devlet düşünsün. Şimdiye dek aldığı kadar vergiyi de alamayacak bana kalırsa bundan böyle. Çünkü sıfır cep telefonu satışları çok düşük.
*Bir haber; İzmir?in Buca İlçesi?nde, psikolojik sorunlarının bulunduğu belirtilen Meryem Özer, geçirdiği cinnet sonucu 5 ve 6 yaşında olan iki çocuğunu 1?inci kattın balkonundan fırlattı. Beton zemine düşen çocuklar hastaneye kaldırılırken yolda öldü.
Çocuklarını 5 ve 6 yaşına getir akıllı, uslu desinler; fırlat at deli diye tımarhaneye koysunlar. Adın ?psikolojik sorunlu? olsun. Ne kadar kolay hükümler veriyoruz insanlar hakkında. O kadının ne yaşadığı için bu hale geldiğini soran, sorgulayan kimse yok. ?Deli? deyin, çıkın işin içinden.
*Dilara Koçak?ın ?şeker? başlıklı yazısına göre gut hastalığının asıl sebebi et değil şekermiş. İlgilenenler  yazıyı milliyette okuyabilirler.
Şeker her konuda başa bela. Nasılda çektiriyor kendine oradan buradan. Ben bile düşüyorum zaman zaman o tuzağa. Bile bile lades. Daha dikkatli olmam gerek. Bugünlerde markete her gidişte ufaktan ufaktan kurabiye, pasta alır oldum. Kendime çeki düzen vermem gerek. Unlu mamullerin hemen yanında kuruyemiş reyonu var halbuki. Pasta, kurabiyeye verdiğin parayla onların yerine git ceviz, badem al. Çok daha sağlıklı. Yok, çekiyor oradan şeker. Al beni, al beni diyor.
Memnun kalıyor muyum aldığımdan, yediğimden diye soracak olursanız asla beğenerek yemiyorum. Çocuklarımda beğenmiyorlar. Tatları bir garip geliyor. Özellikle yağları. Trans yağ oldukları belli ama birde aşırı kalitesiz bir yağ kullanılıyor pasta, kurabiyelerde. Evde birkaç gün süründükten sonra ona değmiş, buna değmemiş bitiyor neyse ki!
Kurabiyelerin görüntüsü uzaktan güzel anlayacağınız. Siz güzel bir şey yemek için alıyorsunuz; satan kar etme amaçlı pişiriyor. Ne kadar kötü malzeme kullanırsa o kadar ucuza geliyor ve kâr ediyor.
Fiyatlarında da bariz bir fark yok aslında.1 kilo kurabiye 15-20 lira arasında değişiyor. 1 kilo çiğ fındık içi 22 lira. Kavrulmuş olursa 30 lira; nedense? 1 kilo kabuklu ceviz 14, ince kabuklu ceviz 20 lira. Bademin fiyatları biraz uçuk sadece. 40-45 lira  
*Kremlerde koruyucu, krem ömrünü uzatıcı olarak kullanılan parabenlerin kanserojen etkisi yazıyordu bir yerde de. Krem kullanımını azaltmakta fayda var. Ben uzun zamandır kullanmıyorum zaten. Kansızlığım geçtikten sonra cildim normal yağına kavuştu ve almıyorum artık krem. Evde yok desem yalan olmaz. Sadece güneş kremi var. Fuzuli masrafım azaldı;)))
*Yeni açılan bir migrosta mağazanın en uzak, en ücra köşesine colalar, fantalar ve cipsler yerleştirilmiş. Onun bir sıra önünde bakliyat ve unlar var. Bakliyat ve unlarla ilgili bir problem yok elbette. Bir sıra önünde ise çikolatalar, bisküviler.  Önceden en görünen reyonlara yerleştirilen bu ürünlerin arkalara yerleştirilmeleri iyi haber. Bu o ürünlerin satışlarında bir azalma olduğunun da bir göstergesi aslında. Gerçekten alışveriş arabalarında pek gözüme çarpmıyor artık colalar, fantalar, çikolatalar.
*Kızımın okulunda kızlar pantolon giyebilir demişler. Pantolon almaya gittik. Okul giysisi satan bütün mağazalardaki pantolonlar polyester. Yetmezmiş gibi birde beli düşük. Almadan çıktım. Polyester pantolon giydireceğime önlüğünün altından iki kat pamuklu tayt, birde şort giydirdim mi polyester pantolondan daha iyi ısıtır.
*Palto, manto havası verilmiş, palto, manto gibi dikilmiş ama aslında palto, manto olmayan giysiler giyiyor insanlar kış günü. Naylon kumaştan yapılmış. Viskon, akrilik vs. Hele bazıları var resmen elbise kumaşından dikilmiş. Hastalık davetiyesi. Almayın.  
*Arabaları çalıştırdıktan sonra 1,2 dakika beklemek şart artık. Bu gün bir arabanın altına girmişti kedi. Sürücüsünü uyardık neyse ki! Kaçtı, gitti kedicik;)))
Kızımın arkadaşları onlar;))) Kediler, kuşlar, böcekler, çiçekler. Oğullarım kovalarlardı kedileri, kızım besliyor, onlara özeniyor. Kadın erkek farkı bu yaşta başlıyor olmalı;))) Bende zamana ve zemine ayak uyduruyorum, ne yapayım;)))
*Defne’siz bir yok böyle dansı izleyemiyorum;(((( Bana hep onu hatırlatıyor;((( Sevgilerim, dualarım Defne’ye gitsin;))) Bütün milletin neşesi olmuştu;))) Maskara;)) Ne çabuk unutuldu;(( Nur içinde yatsın. Bence o programın formatı, müzikleri, bir şeyleri değişmeli.
*Yeni 1 kuruşlar çeyrek altından daha fiyakalı ve parlak. Üstelik bir tarafında da çeyrek altında olduğu gibi Atatürk’ün resmi var. Daha ne olsun! Bundan böyle bir kuruş takarız artık birbirimize. Zaten çeyrek altının alınacak hali kalmadı;))) Yaşasın 1 kuruşlar;)))
Allah’ın metaline olmadık payeler ekliyor, değer arttırıyoruz. Ne farkı var ki altınla 1 kuruşun metalinin. Artık altınla olan ilişkimi sonlandırmaya karar verdim;))) Zaten alerji yapıyor bana. Cidden. Kaşınıp kızarıyorum altın taşıdığımda. Bu da bahanem olsun.
*Bu dünyada öbür dünyada imiş gibi yaşamak. Benim sevmediğim bu. Buradaysan buradasın, oradaysan orada. İki arada bir derede yaşamak niye? Bu dünyayı yaşamayacaksak niye geldik bu dünyaya madem. Orada da kalabilirdik pek ala. Fazla abartanlardan, dünyadan el etek çekenlerden, ahlayıp vahlayanlardan hoşlanmıyorum açıkçası;)))
Benimki ne sağ ne sol futbol misali. Çok fazla kapılmayı istemiyorum. Buradaysak burada yaşamayı tercih ediyorum. Buraya gelmiş olmamızın bir nedeni, bir amacı olmalı. Buraya orayı yaşamak için geldiğimizi pek sanmıyorum. Oraya nasıl olsa gideceğiz. Oradan geldik oraya döneceğiz. Bir burayı halledelim de hayırlısıyla;))) Doğruyu söylemek gerekirse birazda korkutuyor beni bu meseleler. Travma derecesinde bir korku üstelikte. Çok dalarsam çıkamazmışım gibi geliyor hakikaten;)))
 
Ağustos, 2011′ yaşam, tüketici,Oğlum temmuz ayında Cepa Nokıa shop?tan 300 tl?ye C3 model telefon satın aldı. O telefonunu satın alırken ben yine Cepa?da bir başka mağazadaydım. Telefonu almış, sistemde sorun var diyerek fatura için bekletmişler. Yanıma birkaç kez gitti geldi. Sonunda birlikte gittik faturayı almak için, beni görünce kem küm edip bekletmeden faturayı verdiler. Sistemdeki sorun bir anda çözüldü anlayacağınız. Çıktık. Ben gitmesem o faturayı vermeyeceklerinden adım gibi eminim artık.

Eve gelince yön tuşlarının yerinden çıkmış, gereğinden fazla oynak olduğunu fark ettik. Üstünde durmadım. Sonra oğlum kulaklığın çalışmadığını söyledi. Ben hemen götüremedim, 1 hafta sonra geri götürdük, servise aldılar. 15 gün sonra geri verdiklerinde darbe nedeniyle ana hafızada hasar oluştuğunu, istenirse yeni bir telefonun aynı fiyata satın alınabileceğini yazıyordu ilişikteki kâğıtta. Oh ne ala!

Bankodaki satıcıya yöneldim, telefonun kesinlikle darbe almadığını, en başından beri yön tuşlarının bozuk olduğunu ve kulaklığının hiç çalışmadığını, telefonun bize hasarlı verilmiş olabileceğini söyledim. Telefonların jelâtinli kutuda satıldığını, darbeli satılmış olmasının imkânsız olduğunu söyledi satıcı. Jelâtinli bir kutu gösterdi. Oğlum aldığı kutunun üstünde jelâtin olmadığını söyledi.

Çıkardım, cebimdeki 5-10 yıllık samsung cep telefonunu gösterdim, elli kere düştüğünü ve hala kullandığımı söyledim, eğer darbe aldığını düşünüyorlarsa 1 hafta içinde bozulacak kadar adi mal mı sattıklarını sordum. Gerçek bir cevap alana kadar oradan gitmeyeceğimi ve müşterilerini etkilediğimi düşünen satıcı artık benden kurtulabilmek ve beni başından atabilmek için tüketici haklarının adresini verdi ve çıktık.

Bu arada oğluma telefonu satan, faturayı aldığım iki kişinin bizimle ilgilenmekten kaçındığı, beni o gün orada olmayan 3. bir kişiye yönlendirdikleri de gözümden kaçmadı.

Gittim tüketici haklarına. Hakkımı savunabilmeleri için ya hiç servise götürmeden direkt getirmeliymişim ya da 4 kez servise gittikten sonra. Servise gitmeden tüketici haklarına gitmek kimin aklına gelir ki? 4 kez servise gidenin peşine koşmanın gereği kalır mı ya da? Ne işe yaradıklarını anlayamadım. Benim sorunum darbe ile ilgili olduğu için zaten yardımcı olamayacaklarını, bir sonuç alamayacağımı söylediler.

Yani aldığınız malın parasını ödediğiniz andan itibaren olabilecek veya olmuş olan hasardan tüketici sorumlu tutuluyor, hiçbir hak talep edemiyorsunuz. Bu durumda bizler, aldığımız her elektronik makineyi aldığımız yerde deneyip kontrol etmeliyiz gibi geliyor bana. Çamaşır makinelerini, buzdolaplarını kutusundan çıkarttırıp mağazada çalıştırmalı ve eve öyle götürmeliyiz. Var mı başka aklınıza gelen hakkını savunmanın yolu?

Oğlumun yaşı 15 bu arada. Mağazaya tekrar gidip yüzleşeceğim o iki kişiyle. Ne yaptıklarını bildiğimi ve bunu yemediğimi yüzlerine vurmuş olacağım en azından. İçimi rahatlatmak için. Telefon çalışıyor Allah?tan. Birde çalışmıyor olsaydı kafalarına geçirmek işten değil.

*

Bu anlatacaklarımı hangi başlık altında yazmam gerektiği konusunda endişeliyim aslında. Çünkü tüketiciliğin çok dışına çıkıp insanlığı, insan olmayı ve gereklerini sorgulayan bir anlatı bence.

Bu yaşananlar bu yaz bir tanıdığımın başına gelmiş. O uzun, uzun anlattı, yaşadıklarını anımsayarak, yarı yaşayarak, yarı şaşkınlık içinde. ‘Bunları ben mi yaşadım?’ der gibiydi anlatırken. Ben size kısaca geçiyorum.

Karısının ensesinde, omurilik yakınında 4 yıldır nohut büyüklüğünde ur varmış. Kontrollerin süresi zaman içinde 3 ayda birden 6 ayda bire, yılda bire çıkmış. Yine bir kontrolde Ankara?daki bir hastane İstanbul?da bir özel üniversitede çalışan bir beyin cerrahına yönlendirmiş. Gitmişler, beyin cerrahı bu urla yaşamanın bir saatli bombayla yaşamak kadar tehlikeli olduğunu, derhal ameliyat edilmesi gerektiğini, yarın, en geç öbür gün ameliyat edilmesi gerektiğini söyleyince ne yapmaları gerektiğini sormuşlar haliyle.

Muhasebeye gidip hesap çıkarttırmışlar, 45 milyar. O gece nereden para bulabileceklerinin, neleri satıp savabileceklerinin hesabını yapmışlar. Sabah bir, iki isim daha araştırmışlar. Bir başka doktora ulaşıp akşam 5?e zor bela randevu almışlar. O gün yetişemezlerse doktor ertesi gün tatile gidecekmiş. 12? de yola çıkmışlar İstanbul?dan. İstanbul?un dışına çıktıklarında saat 1,5?muş. Saat 5?te Ankara?daki doktorun randevusuna yetişmişler. Nasıl yetiştiklerini onlar biliyor. Doktor ellerindeki raporları incelemiş ve urda bir büyüme olmadığını, müdahaleye gerek olmadığını söylemiş.

Bu durumda 3. bir doktora gitmek gereği doğmuş. Gitmişler, 2. gittikleri doktorun söylediklerinin aynısını söylemiş. İçleri rahatlamış. Ameliyata gerek olmadığının fikri kesinleşmiş. İstanbul?daki 45 milyarlık hesabın üstünden 1 hafta geçtikten sonra telefon gelmiş. ?Sizin için fiyatımızı 36 milyara düşürdük?. Güler misin, ağlar mısın?

Gittikleri her 3 doktor Türkiye?nin bu alanda en iyi olan ve en iyi kazanan doktorlarıymış. Her birinin sadece muayenesi 500 milyonmuş. Randevu almak bile zormuş o doktorlardan, yoğunluktan, sıradan. O 45 milyara tamah etmeyi gerektirmeyecek hayatları olan doktorlar. Geçenden 1 akçe, geçmeyenden 3 akçe hesabı.

Miele marka kurutmalı çamaşır makinemin yaklaşık 1 yıldır kurutucusu bozuktu. Yaptırmak için servisi aradım. Servis ücreti 30 liraymış. Geldiler, götüreceklerini söylediler. Burada yapmaları uzun sürermiş. Bundan 3 yıl öncede makine ve kurutma arıza yapmış, götürmüşlerdi. Yine götürdüler. Ertesi gün aradılar, fan tıkanmış, yenisini takarlarsa 600 tl?ymiş, temizlerlerse 200 tl. ?Yapmayın, geri getirin, ben yenisini alırım? dedim. Bana en ucuz kurutmanın bile 500 tl, onunda arçelik olduğunu söylediler. Her lafa hazır lafları var anlayacağınız. Bol araştırma+alıştırma yapmışlar bu konuda. Öylece geri getirirlerse 30 lira servis ücreti+40 tl nakliye ücreti alacaklarını, 25 tl indirim yapıp 175?e indireceklerini söylediler. ?Her koşulda kazığı yediniz mi demek istiyorsunuz? dedim. ?Estağfurullah? dediler.

?Götürürken nakliye ücretini niye söylemediniz madem? dedim, cevap yok. 30tl?yi zaten bir şey yapmasa da alıyorlarmış. Kim bir şey yapmadan para kazanıyor servisçilerden başka? Diş doktoruna gidiyorsunuz, sizden o 30 tl?yi alabilmek için ya diş çekiyor ya da dolgu yapıyor. Normal doktora gidiyorsunuz, muayene ediyor, tetkik yapıyor, ilaç yazıyor ve o 30 lirayı hak ederek alıyor. Tamirciler ise elini sürmese bile alıyor. Bu nasıl iş? Bu ülkedeki asgari ücret ne kadar? Kim bir günde bir makine tamirinden 200 tl?yi indiriyor cebine? Bir gün bile değil, kendi söylediğine göre söküp takmak birkaç saat alıyormuş. Okumaya, yazıp çizmeye ne hacet. Okuyan bir memur maaşına talim ediyor, tamirci olan, kuaför olan paraya para demiyor. Oh ne ala memleket.

O anda şeytan dedi ki, bırak onlarda kalsın makine. Bundan 6-7 yıl önce 4.500 tl para saymışım, bırakılacak gibi değil. Maddi ve her anlamda en değerli eşyam. Elim, ayağım. Onsuz ne yaparım! Ona güvenip yapıyorlar zaten, pahalı makine oluşuna. Bir kere o parayı veren yine verir hesabı.

Siz, siz olun pahalı makine almayın diyeceğim ama makinenin ne günahı var? Boş yere 70 tl vermektense 175 tl vermeyi ve yapılmasını kabul ettim. Ama telefonda karşımdaki tamirci epey ter döktü. Para öyle kolay kazanılmıyor, ödenmiyor, bilsinler. En azından kendileri kadar kolay kazanmıyoruz.

Alacaksanız kurutmasını ayrı, çamaşır makinesini ayrı alın. Böyle ikisi bir aradayken daha sık arıza yapıyor sanırım. Birde kullanmayacaksanız çok üstün özellikleri olmasına gerek yok. Ben makineyi 400 devirin üstünde sıktırmıyorum çünkü çamaşırlarımı yıpratıyor, makinem 1500 devir. Ne gereği var? 400 devirle sıkan makineyi almış olsam çok daha ucuza alacaktım. Her şeyin en son çıkanı, en pahalı olanı iyidir diye bir şey yok.

*

Makine yapıldı geldi, tamir parası 175 tl?yi ödedim. Ardından Miele?yi aradım ve şikayetçi oldum. Tamirciyle görüştükten sonra bana geri döndüler. Pahalı alınan makinenin yedek parçası gibi tamiri de pahalı olurmuş! Fiyat normalmiş. Tabi benim tamirde parça falan değişmedi. Demek ki bundan sonra Miele almak için iki kere düşünmem gerekecek.

20 yıllık White Westinghouse buzdolabım ve Bosch bulaşık makinem 1 kez bile tamire gitmemişken 6-7 yıllık ?pahalı? Miele çamaşır makinemin bu ikinci tamire gidişi. 3 yıl önce 140 tl ödemiştim, bu sefer 175 tl ödedim. Öncesinde de yine gittiyse tamire hatırlamıyorum. Her pahalı olan kaliteli çıkacak, tamir gerektirmeyecek diye de bir şey yok demek ki!

Bu fiyatı bana aradığımda söylemiş olsalar hiç yaptırmak için yeltenmez, en ucuzundan bir kurutma makinesi alırdım. 175 lira tamire vereceğime biraz daha üstüne koyup yeni bir kurutma makinesi almam çok daha akıllıca olurdu çünkü bu ilk bozuluşu değil. Ama puştluğun sonu ve sınırı yok. Adam açıkça tehdit ediyor beni. Senden ya boş yere 70 tl alırım ya da tamir eder getiririm, 175 tl alırım. Geçenden üç akçe, geçmeyenden beş akçe hesabı.

Boş yere 70 tl vereceğinize tamir olup 175 tl vermek daha akla yakın geliyor böyle bir durumda. İşi tezgahına uyduruyorlar bir şekilde. Alışmışlar adam oynatmaya. Bir daha bozulursa ben ne yapacağımı biliyorum artık ama geçmiş ola.

*

Tefal?den ne aldıysam elimde patladı. Tefal el blenderi aldım, en güzelini, çelik, 1, bilemedin 2 yıl geçmeden birbirine kenetlenme yeri bozuldu, tamire götürdüm, 38 lira istediler. Biraz daha üstüne koysam yenisini rahatlıkla alırım o fiyata. Duruyor bir kenarda. Yine Tefal?den aldığım soğuk buhar makinesi de bir kenarda duruyor. İkide bir kartuşu değiştirilecekmiş. Boş iş. Kim uğraşır? Zaten bir faydası da yokmuş.

Sesame tencere aldım Tefal?den, dıştan çelik görünüyor, içi alaşım. Çelik değil. Alırken kim içine bakıyor? Dışı cilalı, parlıyor, tamam, al, çık. Yine Esse?den almıştım, Berndes marka buharlı pişirme tenceresi, onunda dışı çelik, içi alaşım. Hiçte ucuz değildi. 4 yıl önce 160 lira vermiştim. Sesame da öyle pahalıydı. Jumbo?lar gibi içi, dışı aynı derecede parlamıyor ikisinin de.

Soğuk buhar makinesi almıştım bir zamanlar Tefal?in. Bir işe yaramadı. Zaten bir işe yaramazmış.

Şubat?12

Devre mülk satışlarında canı yananların sayısı çok fazla. Bana da yapılmıştı aynısı. Bundan 10 yıl önce. Dikkatli olun diye yazıyorum. Bir tüketici programında izledim bu yolla dolandırılanları. Aynı yöntem, aynı taktikler. Havalı bir toplantı; ikramlar, tatil havası ile göz boyamalar, kafa karıştırmalar. Benim yaşadıklarımla tıpatıp aynı şeyleri anlattı katılanlar. Şimdi mahkemelik olmuşlar; birkaç milyarla ifade edilen rakamlar. Birinin kredi kartından ödemeleri hala devam ediyormuş; hiç gitmemiş tatile; diğeri senetleri ödememiş, haciz gelmesi riski var.

Beni dolandıran Dedeman otelleri idi. Önce bir markette tatil kazandınız diye elimize bir kâğıt tutuşturdular. Ankara?da Dedeman otelinin üst katında toplantı yapılacak dediler; gittik; alttan girdiler, üstten çıktılar, Kıbrıs?taki Dedeman otelinden bir devre mülk sattılar. Beş bin dolara. Bin dolarını peşin verdik. Türkiye?yi hallettik; iş Kıbrıs?a kaldı;))) Senetlere cayma hakkını kullanamamamız için bir hafta sonrasına tarih attılar. Her şey önceden düşünülmüş, tezgâhlanmış yani. Sana düşen av olmak. O bin dolar yanlarına kar kaldı. Avukatla diğer senetleri ödemekten kurtardık. Devre mülke gitmeden bir hafta önce cayma hakkı varmış devre mülk yasasında; bu yasayı kullandık. Hiç gitmedik Kıbrıs?a elbette.

Ha; birde karşılığını almadığınız hiçbir işin %50?si diye bir rakam ödemeyin. İşi alın ve parasını öyle ödeyin. Bu yolla da kandırılmıştım. Yine bin dolarım çarpıldı; iş nerede diye sordum; benden ikinci bin doları istedi. Neyse ki ikinci bin doları vermek gafletinde bulunmadım.

Dershaneler, İngilizce kursları, internet üzerinden verilen online İngilizce kursları da sorun oluyor tüketiciler için. Senetler tek senet değil, aylık senetler şeklinde olmalı ve isme yazılı olmalıymış. Cayma durumunda senetlerin geri alınması hususunda sorun çıkabiliyor. Bir programda çıkan avukat ?senetlerin geri alınabilmesi için karşı tarafın bir kusuru olması gerek? dedi ama ben bu sene başında geri alabildim senetlerimi.

Oğlum yazıldığı dershaneye devam etmek istemedi. Geçen yıl devam ettiği dershaneye geri dönmek istedi. Eski, tekrar gitmek istediği dershanesi beni yönlendirdi; Özdebir?in yasalarında bir hüküm varmış; dershaneye başlandıktan bir ay sonra bir sebep göstermeksizin cayma hakkı kullanılabilirmiş. Bu yasanın yazılı şeklini ve benim adıma düzenlenmiş bir dilekçeyi tutuşturdular elime; gittim, bir zorluk çıkarmadılar, o ana kadar olan ödemeyi yaptım ve geri kalan senetleri aldım. Oğlum diğer dershaneye, eski dershanesine başladı. Öbür dershaneye ısınamamıştı; iyi oldu oğlum için.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *