Press "Enter" to skip to content

günlük 5c şubat’20

***O ses türkiyeyi hiç izlemedim, izlemiyorum, bilmiyorum orada durumlar nasıl ancak benimle söyle her hafta en az bir star çıkarıyor ilginç bir biçimde, geçen hafta niğdeli bir müzik öğretmeni kız vardı, zaten birinci oldu, bu hafta da aydınlı iki liseli genç çocuk, solist olanın müthiş sesi var, 80’lerde banunun söylediği bir şarkıyı söyledi, grup gündoğarken, haluk levent te söylemiş şarkıyı ancak şimdiye dek en iyi söyleyenler banu ve o çocuk.

Corona aldı başını gidiyor, dünyayı kasıp kavuracak gibi görünüyor, daha doğrusu aldı başını geliyor, çok yakında bize de uğrar bu gidişle, çaresi sık sık el yıkamaktan geçiyormuş, virüs beş saat içinde yerleşiyormuş metabolizmaya, onun için sık sık el yıkamak ve kirli eli ağza, burna, göze götürmemek gerekliymiş, yüz de yıkanmalı bu arada tabi, ağız da tuzlu su ile çalkalanmalıymış, veya şekersiz bitkisel pastiller kullanılmalymış, bin kişilik hastane yaptılar bir hafta gibi kısa bir sürede wuhanda, o salgının içinde yani, o bitti, bir tane daha bitmek üzereymiş, bu da 1600 kişilk, Allah vermesin, bize uğrarsa, uğradığında neler olur acaba, bizde bir haftada yüz kişilik hastane yapamazlar, hepimiz Allaha emanet ondan sonra, fıtrat, ne yaparsın, kızılay da sizlere ömür son haliyle, işimiz Allaha kalmış, Allah bize acır da buralara uğratmaz umarım coronayı, yoksa işimiz iş, wuhandan gelenleri de geldi oturttular ankaranın orta yerine, zekai tahir burak hastanesine, şehrin dışında, daha atıl bir yerde bir hastane boşaltmak zahmetine bile katlanmadılar.

Babil adlı dizi beklenen ilgiyi görmedi gibi, fazla entel dantel kaçtı galiba bizim millete, zümrüdüanka, afili aşk, hercai, zemheri ve benzeri saçma sapan dizilerden sonra, bu hafta reklamı az gibi geldi bana, yakında bitirirler sanırım, ben izliyorum ve bana göre oldukça iyi gidiyor, yasak elmayı da izliyorum sayılır, bir ara sıkılmıştım ama şimdi yine izliyorum, Allahın gücüne gitmesin de o zümrüdüankadaki kız ne çirkin şey öyle, estetik garabeti, bu “favori” oyuncular neye göre kime göre seçiliyorlar acaba, bir kapağını atan o piyasaya bir daha yok olamıyor, corona virüsü gibi, ve hiçbiri de bildiğimiz anlamda güzel veya yakışıklı değiller, hiçbirini beğenmiyorum, hepsi dökülüyor.

***Manda sütünden kaymak yapmayı sonunda becerdim, bol kaymak yapmayı yani, yemek programında anlattılar, sırrı geniş, yayvan tencerede kaynatmakmış sütü, iki kilo sütten 200 gramdan fazla kaymak oldu, bayağı başarılı yani, kaynamaya başlayınca bir iki karıştırdım, sonra altını kıstım ve on dakika daha pişirdim, ellemeden, soğuttum, dolaba koydum, sabah hazırdı kaymak, kalan sütü de tekrar ısıtıp yoğurt yaptım.

***Senede bir kere sıkıntılı günler yaşıyorum, o da bu zamanlar, Allah başka sıkıntı vermesin, bu sitenin aidat zamanı, en büyük sıkıntım bu, onu yatırana kadar içim rahat etmiyor bir türlü, aksi gibi şifreleri karıştırdım, internet bankacılığım çöktü bu ara, peşine kartım da bloke oldu, dün gittim artık bankaya, düzelttirdim, yatırdım aidatı da, no panik, yazmasam yer yerinden oynayacak sanki, çok mu meraklısınız yazdıklarıma onu da bilemiyorum ki, deli saçması mı diyorsunuz artık, ne dediğiniz sizi bağlar, ben halimden memnunum, okuyan varsa tabi, o bile meçhul, o okuyan kişi sayısını bulma yeri de kayboldu sitede, ne fark eder, ben yazmaya devam, aidatı da yatırdım nasıl olsa, sorun yok, on yılı devirdim yalnız burada bu arada, on yılımız kutlu olsun.

Doktora gittim bu ara, vizite ücreti 400 lira, kartla olursa 500 lira, diyelim ki kartla ödemek istediniz, sekreterin tavrı aynen şu, niye 100 lira fazla ödeyeceksiniz, aşağıdan çekin gelin parayı, biz buna eskiden, yani bir hafta öncesine kadar vergi kaçırmak derdik ancak artık vergiden kaçınmak diyeceğiz, usül bu şekilde işliyor demek ki, kızılay sorusu sorulamıyormuş devlet büyüklerimize, oh ne güzel, yedik, içtik, üstüne de sıçtık diyorlar yani alenen, ibrahim kalın bugün bunun vergi kaçırma olmadığını söyledi, vergi kaçırma değilse ne peki, o zaman direk ensara verselermiş parayı, dolaylı yol seçmek niye? Koca bir milletin gözünün içine baka baka yalan söylemeyi asıl ar etmiyorlar kendilerine, şaştığım bu, ar perdeleri yırtılmış bunların.

Çığ felaketinde sorumlunun, 41 kişi öldü, cb yardımcısı kadın olduğu söyleniyor, eğer öyleyse gerçekten bu çok acı, yemeğe gitmek için açtırmış yolu birde, hırs gözlerini öyle bir bürüdü ki haşa kendilerini Allahla eş koşar hale geldiler, dur, durak bilmiyorlar hırslarının önünde, yargılansın, 41 kişinin ölümüne sebebiyet vermekten, pespaye, bankanın önünde bankta beklerken, iç mekan, yaşlıca bir kadın telefonda konuştu birileriyle bunları, haram olsun dedi defalarca, sonra birde bana tekrarladı bunları, haram olsun hepsine haklarımız.

Balık baştan kokuyor deniyor ya, aynen o şekilde, bizi öldürmeye ahdetmiş bir yönetim anlayışı var başımızda, ne olsa sünger gibi yalayıp yutuyorlar, deprem, sel, felaket, çığ fark yaratmıyor onlar için, hep kalan sağlar bizimdir mantığıyla hareket ediyorlar, bir oh oh diye göbek atmadıkları kaldı bu ölümler karşısında karşımızda, hayat hep devam ediyor onlar için, ölenle ölünmüyor tabi, haklılar, ulaştırma bakanı sabiha gökçenin pisti yorgun diyor, iki gün sonra kaza oluyor, tesadüf mü, ölüm bağıra bağıra geliyor, ve yine kalan sağlar bizim oluyor, Allah bin belalarını verir inşallah ta kurtuluruz hepsinden, ne melanetlermiş, bir kurtulamadık gitti, bunlar coronadan da beter, yapıştıkları yerde öylece kalıyorlar, yorgunsa önlemini al, pist yaptır yeni, kanal yaptıracağım diye kıçını gereceğine inatla insana lazım olan şeyi yap, bunca kepazelikten sonra hala seçim kazanırlar mı acaba diye çok merak ediyorum, yazık bize.

Corananın sebebi bir karınca yiyenmiş, el kadar bir şey, adı bir garip, aklımda kalmadı, birde iğrenç, bütün olarak koyuyorlar tabağa, çorbanın içinde, başı, herşeyi duruyor, sadece derisi yüzülmüş bir şekilde, çini toptan yok etmek lazım, yemedikleri bok yok, kalmamış, bu sayede öğrenmiş olduk ne yediklerini, yılan, yarasa, karınca yiyen, doğada iğrenç olan ne varsa onların midesinde, midesizler, çin malından tiksindim valla yedikleri şeyleri öğrendikçe, almıycam bir daha.

***Bugün 9 şubat, sevgilimin doğum günüymüş, onu çok uzun zamandır tanıyorum ama hakkında bilmediğim öyle çok şey var ki, neyse ki bunları öğrenmek için çok uzun bir zaman var önümüzde, evet, o zamanın uzun, çok uzun olacağı artık kesin, o bana meftun ben de ona, bundan böyle ben onunum o da benim, sandığımın, düşündüğümün çok daha üstünde bir mükemmelikte ilgili benimle, yere göğe sığdıramıyor beni desem inanın hiç abartı olmaz, nasıl sevmişse beni o zaman etkisi hala geçerli, ve iyi ki sevmiş, ve ben nasıl bir kör ve aptalsam onu atlayıp gidip o serseriyle evlenmişim, (diğer atladıklarım da başka bir yürek acısı benim için, her zaman, larım değil de orada tekil bahsetmem gerek, yani atladığım, umarım affeder, affetmiştir beni) hayatım bambaşka bir boyuta taşındı bir anda, bir mucize oldu sanki, son bir ayda üstelik, bir insanı yükseltebilecek en büyük enstrüman yine bir insan, ne para ne başka bir şey, gözlerimizin her kesişmesinde birbirimize akan sevgi enerjisini bütün dünyanın enerji santrallerini biraraya toplasan gerçekleştiremez, biz onunla hem arkadaşız, hem dostuz, hem sevgiliyiz, hem sevgi ortağıyız, hepsinin karışımı bir ilişki oldu bu yaşadığımız, karşılıklı birbirimize duyduğumuz sevgi ise bu ifadelerin hepsinin üstünde, bu sevgiyi hak etmek için ne yaptım bilmiyorum ama iyi ki yapmışım o yaptığım her neyse, buradan, bu siteden aldığım hayır dualardır belki, o zaman iyi ki bu sitem varmış, benim hayatım artık onunla ve bu minvalde ilerleyecek, ondan asla vazgeçemem, taahhüt maahhüt hikaye, hayatım zaten onun, artık bu konuda bir daha yazmam gerekmeyecek sanırım, artık yazmam yani büyük bir ihtimalle, yazacağımı yazdım, ben çok çok mutluyum, bu kadarını bilin yeterli, ben erdim muradıma, darısı bunu isteyenlerin başına, onu bana geri getirenin adı her neyse, satürn, pluton kavuşumu, boğadan uranüs geçişi, veya evren, veya Allah, adı her neyse, ona sonsuz teşekkürler, sık bahsettiğim ve çok sevdiğim bir eski komşu-ablam var, şimdi uzakta, 27 kasımda telefonla konuştuğumuzda bana Allahın kapıları çoktur kızım, dua et deyip benim için dualar etmişti, tam bir ay sonra, ki o ablamın da doğum günü olan, 27 aralıkta karşılaştık sevgilimle, ablamın benim için ettiği dualar tutmuş olmalı, bir daha hiç bu kadar mutlu olabileceğimi düşünmüyordum kendim için, iki kişilik mutluluk diğer mutluluk biçimleriyle karşılaştırılamayacak kadar çok farklı, iki kişilik mutluluktan uzun zamandır uzak olduğum için bu farkı şu an çok daha iyi görebiliyorum, herhangi bir iki kişi değil bu tabi, aynı potada eriyebilen iki kişiden bahsediyorum burada, birbirini zihinsel ve bedensel olarak isteyen iki kişiden, yoksa gel geç ilişkiler konumuz dışı, iki kişilik mutsuzluk ta var tabi, bilmez miyim, benim şu anki halimi şöyle izah edeyim, bir yana bill gatesi, yakışıklılığını ve parasını koysalar, diğer yana sevgilimi. bir saniye tereddüt dahi etmezdim sevgilimi seçmek için, her vesile ile gönlümü alan sevgilim varken ne yapayım bill gates kasıntısını, o ancak kendine tapıyordur mutlaka, para gönül alabilir mi, benim gönlümü alamaz, o benim gönlümün efendisi artık, nasıl bir boyutta olduğumuzu, yaşadığımızı anlatmaya ne benim kelimelerim yeter ne de evrenin, hani belki biraz şöyle izah edilebilir, bulutların üstünde bir yerdeyiz biz.

***Dünyanın son zamanlardaki karışıklığının sebebi kova çağına geçiyor olmamızmış, bunun sancılarını çekiyormuş dünya, 2021’de girecekmişiz kova çağına, değişim için, hayatın akışına ayak uydurmak için son aylardayız yani, ya değişeceğiz ya değişeceğiz, bakın ben katıldım değişenler kervanına, hemde ne değişim, bir ay önceki benle şimdiki ben bambaşka iki insan, şimdi mutluluk akıyor resmen yüzümden, evde gelen geçenin alay konusu oldum, pis pis sırıtıyorlar bana bakıp bakıp, çünkü mutluluğun resmi var yüzümde, dalıyorum bazen, gidip gidip geliyorum yanına, bir bakıyorum bakışlar üstümde, olamaz mı yani, aşk bu değil mi 😉

***Söyleyin bakalım hanginizin gözü değdi sevdiceğime, burnunu cama çarpmış, burnu kanamış, benim değmiştir, kimin olacak, o kadar enerji yükledim ki adama kaldıramadı besbelli, insanın 30 yıldan sonra şöyle gönlüne göre bir sevgilisi olunca böyle oluyor demek ki, geçmiş olsun sevgilime, son olarak kilo vermeyi yasakladı bana, yoksa kıskanırmış beni, zayıflarsam yani, işi bulduk bu adamla, çılgın, kova burçları ya dahi olurmuş ya deli, o da bunların bir karışımı galiba, inanıyor muyum, tabi ki hayır, eğleniyorum sadece söyledikleriyle, belki samimidir bilemem ancak benim bu derece ona inanabilmem için daha çok fırın ekmek yememiz lazım birlikte, o kadar vaktimiz olursa tabi, benim sağımla solum pek belli olmaz, bir bakarsın postaya vermişim, belli mi olur, insanlık hali, şimdilik sevgiliyle işler yolunda olmasına yolunda, ama hal böyle olunca ev karıştı, kaldıramadı çocuklarım bir sevgili fikrini, yer yerinden oynuyor evde, onlar da kendilerince endişe duyuyorlar benim için, haklılar, babalarından sonra, kızım eskisi gibi yanaşmıyor bana, yaban yaban kaçıyor, sorunca da sevgili bulursan öyle olur diyor bana cevap olarak, sıkıştırınca da yo, ben onu laf olsun diye söyledim deyip işin içinden sıyrılıyor, fesuphanallah, küçük oğlum sevgilim hakkında olabilecek bütün olumsuz yüklemeyi aktardı bana, vır vır vır vır başımın etini yedi günlerdir, olayı duydu beri şokunda, ne yapsam da vaz geçirsem beni derdine düştü, eeee, yetti artık, sus noktasına geldim sonunda, şunun şöyle olmuş, bunun böyle olmuş, bana ne ondan bundan, sanki ben çocuk onlar büyük, beni yöneticekler akıllarına kalsa, bir bilmeyen büyük oğlum kalmıştı, ona da dün akşam söyledim, anlayamadı, ne dediğimi anlayamadı, anne ve sevgiliyi yanyana konumlandıramadı bir türlü, sevgilim var diyorum bön bön bakıyor bana, anladığında ise gelmişsin 60 yaşına, ne yapacaksın sevgiliyi bu yaştan sonra dedi bana, 54 yaşındayım bu arada, 60 değil, ama 60 yaşına geldiğimde de sevgilim olacak yanımda, inşallah yani, ya da bu olmazsa bir başkası, anlayacağınız vetoyu yedim çocuklardan, paylaşmak istemiyorlar galiba beni bir başkasıyla, ama kim takar yalova kaymakamını, benim gönlüm sevgilimde, geri dönüşü yok artık bu işin.

***Sevgilim yumruk mu yedi ki acaba, olur olur, her yediği haltı bana müjdeleyecek değil ya, şunun şurasında sadece 20 gündür beraberiz sonuçta, artık bilemem ne olup ne olmadığını, bana böyle bir şey olmuş olsa, yani bu evrede, ben de söylemezdim, çok üstüne gitmem bu konuda, ne olmuşsa olmuş beni çok ilgilendirmez, 60 sene benim aklıma ihtiyaç duymadan yaşayabilmiş olduğuna göre bundan sonrasını da idare edebilir herhalde, benim ona vereceklerim belli, huzur, sevgi, mutluluk, gerisi onun kendi bileceği şey, hiç kimsenin yaşamına o denli müdahale etmem, 20 gündür sevgilim olan bir insana hiç etmem, cenk korayın oğlu tartışırlarken açık pencereye çarparak ölmüştü hatırlar mısınız, hayatta her şey mümkün, sağlam kalsın, bana sağlam ve tek parça halinde dönsün yeter, bumerang misali, her gönderdiğimde bana geri gelsin yeterli, şimdi diyeceksinizki bu postaya verme işi de nereden çıktı, bu olmazsa bir başkası falan, o kısımları az önce ekledim, asıl metinde yoktular, asıl metinde aşk vardı sadece, onlar şimdi eklendi, üç günde ne oldu da eklendi onlar, haklısınız, iki gün göremeyince modum düşüyor ondan, bir görsem modum yine tavan, siz meraklanmayın, her şey yolunda, şu an benim hüsnükuruntularım var sadece devrede, dediğim gibi onu gördüğümde hepsi kaybolup gidiyor zaten, bana her şeyi unutturmak konusunda o bir uzman, dünya tatlısı bir adam o, sadece bana karşı değil, etrafındaki herkese karşı öyle, annesine, kardeşine, konuşmalarını duyuyorum, dinliyorum karşılıklı, yanımda konuşuyor onlarla sonuçta, telefonda, nasıl sevgi dolu bir insan, herkese karşı öyle, onu on bin kat daha fazla sevesim geliyor böyle gördükçe, ve kaçırdığım onca mutluluk dolu yıl için hayıflanmaktan başka bir şey elimden gelmiyor, telefonu kapadığında da bana dönerek “nasılsın diye sorduğunda ne deseydim, sevgilimleyim ve mutluyum mu deseydim” diyerek bana sarılıyor, kadın ruhlu bir erkek, kendi de öyle olduğunu kabul ediyor zaten, sordum, evet dedi, bu soruya böylesine tereddütsüz evet cevabı verebilen kaç erkek vardır, tanıdıkça ona olan hayranlığım, beğenim daha da artıyor, böylesi bir insan inanın zor bulunur, ben hala çok mutluyum ona rast geldiğim için, olmaya da devam edeceğim belli ki uzun bir zaman, hani bir daha bahsetmiyecektim ondan, gel de bahsetme, çocukken istanbula taşınacaklarmış, sonra ankaraya taşınmışlar, iyi ki ankaraya taşınmışız yoksa seni bulamazdım dedi bana, bir duvardan öbür duvara çarpıyor beni, ne denir ki böyle bir söz üstüne, balyoz gibi bir laf, üstüne çıkamazsın, altına inemezsin, abondone, diyemedim hiçbir şey, ha, şöyle dedim, toparlayınca, biz bulurduk birbirimizi bir şekilde dedim, neyse ben de pek altta kalmamışım, aferin bana, gerçekten de öyle olduğunu düşünüyorum bu konuda, birbirimize yazgılı olduğumuzu, simyacıdaki gibi arayıp tarayıp yine birbirimizi bulduğumuzu, 12 yıl boyunca karşıma düzgün birinin çıkmayışı da tesadüf değil herhalde, sanki onu beklemişim 12 yıl, belkide bir ömür boyu, dediğim gibi o benim modumu yükseltmeye oldukça muktedir, sizin de gördüğünüz gibi, inanılmaz biri, hatta bunları yazmak bile yetti, bütün hüsnülerle kuruntular uçtu gitti, hem arar birazdan belki, buluşuruz, kavuşuruz birbirimize, ben onu severim o da beni, bugün aramazsa yarın arar, sonuçta ha bugün ha yarın arar, ama mutlaka arar, ben de ararım tabi de bugün arama modunda değilim, bugün için sözleşmiştik zaten, bırakayım o arasın, özlesin beni, ben onu zaten özlüyorum, bazen takılıp kalıyor yüzümde, gayriihtiyari, birden kalıyor öylece, ve sonra bir şey demiyor, geçen gün oldu, sanırım bana bakmalara doyamıyor, ya da o eski tanıdığı kızı arıyor yüzümde, bilmiyorum ne görüyor, ne düşünüyor, ama hoşlanan bir ifadeyle bakıyor bana, bunu görebiliyorum yüzünde, nasıl tatlı bir adam anlatamam.

Benden böyle şeyler duyacağınız, böyle şeyler yazacağım hiç aklınıza gelir miydi, hayat adamı bir o tarafa bir bu tarafa silkeliyor demek ki, bambaşka bir kadın oldum çıktım, onca yıllık erkek düşmanlığının ardından, bu da sanırım aşık ben, iyi ki yolumdan çevirmiş beni, o akıllı bir adam, aptal olan benim, benmişim, kendimi çok zor affedeceğim yaptığım o büyük aptallık için, onunla ve mutlu olduğum her an daha çok yüzüme vuruluyor aptallığım sanki.

Eğer bu kadar büyük bir yalancıysa da önünde şapka çıkaracağım, yapacak başka bir şey yok, sizce var mı? Keşke kuşkular olmadan yaşasam, yaşasak, yaşayabilsek, salsak kendimizi olayların gelişine, gidişine, her haline, andan mutlu olsak, olabilsek, ama olmuyor işte, yaşadığınız geçmiş hayat olabileceklerin bir bileşkesini koyuyor hep önünüze, yani benim önüme, inanmak istiyorum, hiç değilse bir kişiye, öylesine, sorgusuz sualsizce, çok şey mi istiyorum sanki, yanımda art niyeti olmadığı için olduğuna inanmak, bilmek istiyorum, beni kişisel menfaatleri için değil sadece ben olduğum için istemesini istiyorum, kaldı ki menfaatlerini de kollarım, yeterki tek derdi o olmasın, sevgiye inanmak istiyorum, hep benim sevgilim ol dedim ona, o da bana olur, sen de hep benim sevgilim ol dedi bana, olur dedim, bundan daha büyük bir söz yok iki kişinin arasında karşılıklı verilecek, bana bunu diyen, diyebilen birine karşı hüsnüler ve kuruntularsız olmak istiyorum, ama olmuyor işte, normalde böyle bir sözü duyunca sevinçten taklalar atmam gerek, bunu söyleyen değil sevgilim ankaranın en delisi olsa dahi, o kadar uzun zamandır yalnızım ve yalnız hissediyorum ki, ben diyeyim on yıl, siz anlayın bunu 30 yıl olarak, yani bir ömür, o kadar uzun bir yalnızlık bu, ama sevinemiyorum, mutlu olamıyorum duyduklarımdan ötürü bir türlü, sanki bir başkası yaşıyor bunları ve ben dışardan seyirciyim yaşananlara, özgüven yerlerde sürünüyor, acaba, acaba, acaba, acaba, aklım başka bir şeye çalışmıyor sanki, bakalım olacak mı beklentilerim, çok sürmez zaten, anlarız, boyumuzun ölçüsünü alırız, ya öyle ya böyle, yine geldik hüsnüler ve kuruntular faslına, hiç gitmiyor ki, içime yer etmiş sanki, ne kadar aşağılanmış, horlanmışsam yıllarca artık siz düşünün halimi, yaşadıklarımı, atamıyorum üstümden bir türlü o güvensizliği, elbet o da bitecek, onu da aşacağım, sevgilimle elbette, onu çok seveceğim, bıktıracak kadar, bıkar mı acaba, bilmem, bakarız, bir deneriz en azından bıkıyor mu bıkmıyor mu diye, şimdilik bıkıyormuş, bıkacakmış gibi bir hali yok, bana hiç öyle görünmüyor, hem öyle de söylemiyor, ama söylemeyeceğim ne söylediğini size, her şeyi de söyleyemem ki canım, özel diye bir şey var, aklınıza öyle kötü şeyler getirmeyin hemen, çünkü değil, ama bu yinede size söyleyeceğim anlamına gelmiyor bu, söylemem.

***Zor bulduğumu kolay kaybetmekten korkuyorum galiba, bütün sebep bu olmalı, hep bende kalsın, benim olsun, benimle olsun istiyorum ve bu da içimde korkuları tetikliyor, bulunur bulunmasına, niye bulunmasın da, zor bulunan kısmı böylesine tatlı, inanılmaz ve çekici olması, bu konuda sizinle de aynı fikirdeyizdir sanırım, onca tiyo verdim size bunu anlamanız için, anlamışsınızdır artık, irem saka aradığınız kişideki özellikler sorulduğunda “nefes alsın yeter” demişti, bana sadece nefes alıyor olması yetmez, yanımda nefes alsın, soluklansın işte o yeter, ama ebediyete kadar.

***Ve korkularımın yersiz, boşuna olduğu artık aşikar, o da bana tutkun benim ona olduğum kadar, neredeyse bir ay oldu beraberliğimiz benim kadar o da mutlu benimle olmaktan, en ufak bir iniş dahi söz konusu değil mutluluk ivmemizde, karşılıklı, bu harika bir şey, ve özgüvenim de bayağı bir yükselmiş durumda hal böyle olunca, mutluluk ivmeme bağlı olarak, hani önü sonu korkularım gerçek olursa da atarım bir tekme, çok mu zor, hiç değil, ya da atmam, ay ne bileyim, azıcık kızacak olsam dahi aradığında bütün yelkenlerim suya iniveriyor anında, canım, cicim oluveriyorum bir anda, siz bakmayın buradan efelendiğime, nah atarım ben o tekmeyi, bumerangım o benim, bana geri dönsün yeter. ki hep dönüyor sonuç olarak, o iş öyle veya böyle yolunda ama evde hala sular durulmuş değil, inatla bana karşı çıkıyorlar çocuklarım, ben de en az onlar kadar direnç gösteriyorum bu konuda, kırılacaklar bir yerde elbet, ben kırılmayacağıma göre onlar kırılacaklar, bu konuda benim kırılmam söz konusu dahi değil, hepsi ayrı ayrı, birbirinden habersiz ama aynı çizgide karşılar bir sevgilim olmasına, kızım sevgilimin bahsi geçince yüzünü gözünü eğiyor, büyük oğlum sevgilim dedikçe çıldırıyor, o nasıl konuşuyorsun ergen kızlar gibi diyor bana, ne diyeyim, sevgiliye sevgili denir, küçük oğlum çok sinir oluyormuş, bir eline geçirirse artık neler olurmuş, 3 ay eğlenseymişim, nasıl olsa bitermiş falan filan, falıma baktırmış galiba, bir dene istersen, bak bakalım bir daha yüzümü görebiliyor musun cevabını alınca geri tepti tabi, hiç şaka yapmadım üstelik bunu söylerken, babaları hayatımın ortasına pisledi, sırayı onlara mı vereceğim, hepsi vız gelir tırıs gider, onlar için yaşadığım süre onlara da yeter bana da, bundan sonra biraz da kendim için yaşayacağım, hepsi 18 yaşının üstünde, 18, 23 ve 25 yaşındalar, ki onları ihmal de etmiyorum sevgilim var diye, her saatim onunla geçmiyor sonuç olarak ve bana böylesine karışmak gibi bir hakkı onlara vermem, ben onlara ilişkileri konusunda karışabiliyor muyum, yo, laf söyletmezler, onlar da bana karışamazlar, en azından artık, yüksek sesle söylenmiyor bütün bunlar ama yinede hoş değil, hani biraz alttan alsam daha da ileri bile gidebilirler, kıskanıyorlar mı, paylaşamıyorlar mı, dertleri her neyse bu onların dertleri, hiç dert edemem kendime bunu, o harika bir adam ve bir gün birbirimizden vazgeçsek bile ilk vazgeçen asla ben olmayacağım, vazgeçemem, yani büyük bir terslik olmazsa demek istiyorum burada, hayatta büyük terslikler de olasılıklar dahilinde sonuç ola, ama şu haliyle olduğunda onu görmeden, duymadan, yakınımda olmadığında yaşamak istemiyorum artık, anot ve katot gibiyiz birbirimize karşı, devamlı bizi birbirimize doğru çeken bir enerji var aramızda, gözlerimiz, ellerimiz, bedenlerimiz birbirini çekiyor mütemadiyen, bir bakıyoruz yaklaşmış, yakınlaşmışız birbirimize, zaten pek ayrı durduğumuz da söylenemez, böyle bir mutluluğu, ve bu yaşta bulmuşken, çocuklarımın kaprisleri yüzünden tepecek değilim herhalde, gitsin babalarına yapsınlar kaprislerini, hep ben mi çekeceğim, çocuk olsalar bari, hepsi kazık kadarlar.

***İşe yaramış blöfüm, iyi, ne yapıyorsan yap dedi oğlum, baktı pabuç pahalı, ondan izin istemiştim sanki, aman neyse, böylesi daha iyi, hiç uğraşamayacağım valla, dır dır, vır vır.

***”Bıktım durmaktan, bıktım korunmaktan, bıktım onay beklemekten, benim için iyi olanın söylenmesinden, bu hayat benim ama yarısını başkaları için yaşadım, geriye ne kadar ömrüm kaldı bilmiyorum, belki kırk yıl belki bir gün, ne kadar kaldıysa kaldı, geriye kalan hayat benim ve ben nasıl istiyorsam öyle geçecek”

bunları benim söylediğimi sanıyor olabilirsiniz elbette ancak ben söylemedim, nadide hayat filmindeki demet akbağ söylüyor, ama sanki ben söylüyormuşum gibi olmuş değil mi? İzlerken duyunca size de yazayım dedim, kendime yandaş bulunca.

demet akbağ nadide hayatın kaderini yaşadı gerçek hayatında, tıpkı onun gibi genç yaşta kocasını kaybetti, ne garip.

Ay bu son iki sayfa olmuş paparazzi sayfası, ne oldu benim ciddiyetime, paslı civatalarımı gevşetti bu adam benim, artık yazmayayım bari bu aganigi naganigi işlerini.

***.Bir baba lisede okuyan 18 yaşındaki kızını öldürdü, kızının sevgilisi var diye, buraya kadar sıradan, olağan “sayılabilecek” bir haber bu, asıl haber değeri taşıyan şey anne ve abinin ölen kıza üzülmek yerine babaya sahip çıkmaları, kadın kocam katil değil, katil demeyin diyor, oğul babam kötü bir insan değil diyor, vah ölene, köpek kadar değeri yokmuş demek ki kızın, bu zamanda bir kız çocuğu sırf sevgilisi var diye babası tarafından öldürüyor, tüküreyim sizin insanlığınıza, erkekliğinize, kadınlığınıza, Allah belalarını verir inşallah, pislikler, buradan çıkan ne, bu bir aile kararı, babanın tek başına yaptığı bir şey değil, töre cinayeti.

***Delinin biri bir kuyuya bir taş atmış kırk akıllı çıkaramamış misali cb corona için dut pekmezi yiyorum dedi ya, ardından başka başka siyasiler de dut pekmezini övdüler, o yetmedi doktorlar da bu kervana katıldı, baş ol da neyin başı olursan ol, arkanı bir pohpohlayacak olan bulunur, adam cumhurun başı, olsun o kadar.

***Sevgili doktorlarımız önlerine kahve koyup içmiyorlar artık, bunu en çok canan karatay ve osman müftüoğlu yapıyordu, vazgeçmişler, hatta osman müftüoğlu kahve karşıtlığına başladı dahi diyebilirim, kahvenin uyku kaçırdığını, vücuttan kalsiyum attığını söylüyor artık, niye’sine gelince, çocuktan al haberi misali başka bir doktor açıkladı bunu, gürkan kubilay söyledi, son bir aydır amerika kahve konusunda karışmış, los angales eyalet mahkemesi kahve akrilamit içeriyor diye kahve paketlerinin üstüne kanser yapar yazısı konmasını istiyormuş, benim söylediğimi takan yok tabi, kaç yıldır söylüyorum burada kahve uykumu kaçırıyor diye, bunu anlamak için bana los angales eyalet mahkemesinin kararı gerekmiyor, uyuyamıyor olmam yeterli kahvenin bana zarar verdiğini anlamam için, neyse, geldiler ya lafıma, o da bir şey.

***Corona dünyayı salladı sallamasına da en çok salladığı, sallayacağı yer holivud oldu bence, neden derseniz çin de corona ile yaşananlar hayal ve dehşet ötesi, görüntüler akıl alır gibi değil ve bu holivudun hayal kapasitesinin çok çok üstünde, yıllardır astronot filmleri çekiyor holivud, doğru düzgün bir konusu bile olmayan, astronot giysili filmler, bir virüs maskesi çekseymiş onun yerine çok daha geleceği görmüş olurmuş, maske kullanmadığı için yaka paça, bacağından, kolundan kaldırılarak tevkif edilip arabalara konan insanlar, yine maske takmadıkları için birbirine iple bağlanmış bir dizi halinde götürülen insanlar, 13 milyonluk bomboş bir şehir, ama evlerden sepetler sarkıtılıyor aşağıya alışveriş için, aynı anda beş koca kamyonun ilaç boşalttığı, püskürttüğü bomboş caddeler, virüsten arınma halkaları, tezgah arkasının plastikle kaplandığı eczaneler, maskeli, plastik su bidonunu kafasına geçirmiş insanlar, sterilize edilen ve 14 gün boyunca serbest dolaşımdan kaldırılan, saklanan paralar, hepsi akıl alır gibi olmayan şeyler, bütün hayallerin, hayal gücünün ötesinde, holivuda çok malzeme verdi farkında olmadan çin, yakında çekmeye başlarlar artık virüs filmlerini holivudda, gerçi eski ihtişamı, yani parası yok artık holivudun da, çin insanüstü bir gayret sarf ediyor corona konusunda, helal olsun çine, kominizmin farkını koyuyor ortaya, çernobilde rusyada olduğu gibi, bizde olsaydı corona dünya boku yemişti şimdiye çoktan. fıtrat, ne yaparsın, ondan sonra holivud da film çekemezdi ama çekebilseydi eğer filmin adı insanlığın sonu olurdu büyük ihtimalle, bir nuhun gemisi bile yok ki binelim.

***Dün +90 212 659 7783 numarlı telefon cep telefonumu bir defa çaldırıp kapattı, 212 diye geri aradım, telesekreter çıktı, paketiniz teslim edilemedi, bekleyin görüşeceğiz diye zırvaladı, beklediğim bir paket, sipariş falan da yok, ama oğlumla ilgilidir belki diye kapamadım telefonu, bekleyin diye diye 4 dakika beklemişim, kimsenin cevap falan vereceği yoktu anlaşılacağı gibi, telefonda tutmak için oyalıyorlar, bugün yine tekrar +90 212 824 0690 numaralı telefondan yine aynı şekilde kısa süreli arandım, çaldırıp kapattılar yani yine ama bu defa geri aramadım, vardır bir numaraları mutlaka, ya ödemeli ya başka bir tarifeden faturama bir kazık yansıyacaktır mutlaka, engelledim iki numarayı da, sizin de aklınızda olsun.

***22 yaşındaki genç kız ve nişanlısı kent ormanına gezintiye gitmişler, kız oğlana gözlerini kapa sana sürpriz yapacağım demiş, oğlan gözlerini kapayınca da boğazını kesmiş, ardından da altı kere karnından bıçaklamış, bir gözü açık uyumak diye bir deyim var ya, aynen öyle, bir anlık gözünü kapamaya bile gelmiyor demek ki hayat, sonra ikinci ifadesinde bunları yalanlamış kız, kazayla oldu demiş, kazayla yedi bıçak darbesi, bir önceki nişanlısını da bıçakladığı için hapis yatmışmış meğerse, kiminle nişanlandığını iyi bilmek lazım demek ki, şaka gibi, deli, bildiğin tırlak, 22 yaşında, kadın ve deli, ilginç.

***Dün sevgilim bana hamamönünü gezdirdi, ben daha önce gitmemiştim hamamönüne, eskişehirin odunpazarını gezdim ama hamamönünü gezmemişim, garip, o biliyormuş oraları, bir mekanda çay içip kanun dinledik, onunla her yer olduğundan kat kat güzel, güzel olan onunla olmak, bulunduğun yer değil, seni kaybetmek istemiyorum dedi bana orada, ben de aynı şekilde, hemde hiç istemiyorum, ve kaybetmeyeceğim de, onun da beslediği kaygıları var demek ki benimle ilgili, niye daha önce çakışmamış ki yollarımız, ne büyük kayıp benim için, hem bu kadar tatlı olmaya da hakkı yok, çünkü ondan her böyle hoşlanışımda hep aptallığım vuruluyor yüzüme, ben bir aptalım, ben bir aptalım, ben bir aptalım, getirin duvarları, başımı vuracağım, hani bir ay önce övünerek bahsettiğim nasırlarım vardı ya, beni koruyan, koruyacak olan kalkanlarım, hepsi çözülüp gittiler üstümden, çırılçıplağım artık karşısında, bana ne etse, ne istese yapar ve yaptırabilir, yat dese yatar kalk dese kalkarım, o varsa her şey güzel, o yoksa her şey berbat noktasındayım şu an, naaptım ben kendime böyle, vah benim akılsız başım, önüm arkam sağım solum sadece o, dünyayı görmüyor gözüm, sesini duymasam yüzümden düşen bin parça, duyduğumda ise dünyanın en mutlusu ben, büyük bir duygu durum tezatlığı yaşıyorum içinde bulunduğum her an, hiç yoktu böylesi olmak hesapta, kötü oldu bu iş, nasıl çıkacaksam bu işin içinden, aşık etti beni kendine, fena tutuldum hemde, 18 yaşındayken tanıdığım bir adam beni 54 yaşındayken 18 yaş duygularına geri indirdi, buna sevinsem mi yerinsem mi inanın bilemez bir durumdayım, ama yinede hoş bir durum bu, her haliyle, neyse, geçelim bunları, çok dalmaya gelmez, sonra çıkamıyorum biliyorsunuz, mehmet akif ersoy evi vardı birde orada, orada yaşamış mehmet akif ersoy, evin bahçesinde de şimdi adını hatırlamadığım bir zatın mezarı vardı ve mezar 2019 yılına ait, yani yeni, o zat her kimse kim, defnedilecek başka bir toprak parçası bulunamamış mı acaba, çok sinir oldum gördüğümde, sonra birazda kale içinde turladık, bambaşka bir diyar gibi oralar, en son 3-4 yıl önce kızımla gitmiştik kaleye.

Sabah bir uyandım oğlum savaş haberleri verdi, gezintiden sonra erkenden uyumuştum, onda, gece olmuş her şey, sen aptal olursan kafana vuran çok olur, tayyip yani.

***Ne diyor erdoğan, bugün orada, yani suriyede savaş vermezsek yarın güneydoğuda o savaşı vereceğiz diyor, yani pkk ile savaştıkların söylüyor, peki rusya ne diyor, türk askerleri esada karşı savaşan teröristlerin yanında oldukları ve olmamaları gereken bir yerde oldukları için vuruldular diyor, bu durumda erdoğana mı inanacağız yoksa rusyaya mı, ben rusyaya inanmayı tercih ederim doğrusu, erdoğanın hayatı palavralar üzerine kurulu, ve hayal dünyasının, bunu hepimiz biliyoruz artık, ve esada olan sonsuz husumeti de söz konusu olunca rusyanın doğruyu söylediği her haliyle belli, pisi pisine gitti 34 kişi, yaralılar da cabası, erdoğanın (!) keyfine.

Bu olay üzerine tv de programlar da alabora olunca, 2 mart, zahide yetişi izledim, yavuz dizdar vardı, artık çağla şikelde çıkmıyor, o yüzden uzun süredir görmemiştim, adam her nedense kanının son damlasına kadar şekeri savunuyor, ve üstelik hala, ve üstüne üstlük mısır şurubunu bile, neymiş şeker sadece kanser hücrelerini değil bütün hücreleri beslermiş, bravo valla, alkoşlanacak derecede serseri, benim toplamda verdiğim kilo 7 oldu, beşti, yediye çıktı, ilk ay beş kilo verdim, ikinci ay biraz savsakladığım halde yinede iki kilo verdim, 65 kiloyum şu an, osman erki, ayşegül çoruhluyu dinlemek yerine yavuz dizdarı dinlemiş olsaydım bu kilolar hala bende olurlardı, ne yapmıştım kilo vermek için, ve yapıyorum, sabah yiyorum, akşam az yiyor veya hiç yemiyorum, tuzu iyiden iyiye kestim, yine tuz için peyniri, zeytini, turşuyu yemiyorum, şeker zaten yoktu, meyve desen günde bir kere, o da bazen, yarım limon sıkılmış bir bardak su içiyorum gün içinde, bazı sabahlar yarım kaşıktan da az elma sirkesi katılmış bir bardak su içiyorum, daha fazla koyarsam içemiyorum çünkü çok iğrenç bir şey, sıklıkla yukarda veya bir önceki sayfada tarifini verdiğim yulaf karışımını yiyorum, bazen yoğurtla bazen kuru kuru, suyu da çok içmiyorum, susadığımda, susarsam içiyorum, o kadar, artık öyle diyor zaten pek çok doktor, susadığınız kadar için diyorlar, organları fazladan yormamak gerekirmiş, klasik, eski model tuvaleti kullanıyorum, klozet olmayan, bu kadar, başka bir şey yapmıyorum özel olarak, yani yemek yemek için yaşamıyor, yaşamak için yiyorum, o tabaklarını dolu dolu dolduranları görünce gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi oluyor artık, ben hiç yapmadım sanki, çok yaptım, ama sonuç bu oldu, o zamanlar yediklerimin yerine de yemiyorum artık, eski, on yıl önce giydiğim pantolonlarımı tekrardan giyebilir oldum, on yıl önce, yani burada yazmaya başladığım zamanlar 62 kiloydum. yani kaldı son üç kilo, bilmem daha da veririm belki, nasıl olsa alıştım yarı aç yarı tok yaşamaya, başlamışken devamı da gelir bence, artık istesem de eskisi gibi yiyemem bence, bir otokontrol sistemi oldu, oluştu artık çünkü vücudumda, istesem de eskisi gibi yiyemem artık, ama bir tabak makarna yesem o gün kesin bir kilo artıyor kilom, fena halde su tutuyor makarna ve pilav.

zaten kilo diye bir şey yok bana kalırsa, su tutulumu ve bırakımı diye diye bir şey var sadece, bütün mesele suda, yağ mağ hikaye, suyu tutanların birincisi, ikincisi, üçüncüsü tuz, sonra yine tuz içerdikleri için peynir, zeytin ve turşu geliyor, ve ayrıca pilav, makarna, ekmek ve hatta bulgur dahi su tutucu, bulguru sebze yemeklerine birer avuç koyuyorum mesela, ıspanağa, pazıya, su atıcıların birincisi, ikincisi, üçüncüsü limonlu su, yarım limon sıkılmış bir bardak su, gün içinde içilen, ayrıca bütün sebze ve meyveler su atıcı özellikteler, birde suyu bulandıranlar var ki onları ayrı bir kategoride ele almak lazım, çay ve kahve, vücuttan suyu atıyorlar ancak yerine tekrardan su koymak gerekiyor ki bu da suyu bulandırıyor, bütün bunlara dikkat ettiğinizde o kilo sandığınız sular süzülüp gidiyor vücudunuzdan ve bir deri bir kemik kalıyorsunuz benim gibi, şimdi değilse de o da olacak, iki ayda yedi kilo hiç az değil sonuçta, iki ay daha böyle gitse bir deri bir kemik olurum zaten, hadi size de kolay gelsin bu bilgiler ışığında, ben çözdüm bu işi, bitmiştir, ama çay, kahve meselesini halletmeden çözemezsiniz bu işi, bir mesele daha var, dışardan yemek, yani çin tuzu, dışardan yedikten sonra su içmelere doyamıyor insan, üç beş bardak.

***Esad ne demiş konu hakkında, biz türk halkıyla dostuz, niye onları öldürmek zorunda kalıyoruz demiş, kör körparmağım gözüne bu iş, pislik olanın kim olduğu ortada, esad değil tabi ki.

***Bizimkisi için savaşsa zafer, savaşmasa yine zafer, putin durdurdu savaşı, bu artık belli bir şey ki putin bir dünya lideri, adamım putin.

***Düne kadar kolajen için eti kemiğinden ayırmayın, eti kemiğiyle pişirin diyen osman müftüoğlu dün kemiklerin kurşun ve civa içerdiklerini, eti kemiksiz pişirmeyi önerdi, eskiden bir çizgi film vardı, şişko balonlar şekilden şekile girip hooop değiştik diyorlardı, aynen onu gibi, hooop değiştik.

Birlikte bir göz atalım doktorlar diyarına, bakalım benim rahatsız olduğum kadar sizler de rahatsız olcak mısınız durumdan, canan karatayla başlayalım, bol bol hayvansal gıda yiyin, eti yağıyla yiyin, kemik suyu için, yumurta yiyin, ekmek yemeyin, şeker yemeyin, meyve yemeyin, bol zeytinyağı ve tereyağı yiyin, osman müftüoğlu, eti kemiksiz ve yağsız yiyin, kurşun ve civa içeririler kemikler ve yağ, zeytinyağı, turşu yiyin, murat kınıkoğlu, hayvansal gıda yemeyin, bitkisel beslenin, ekmek yiyin, tuz içerdiği için turşu yemeyin, şeker yemeyin, bol meyve yiyin, zeytinyağı yemeyin, ümit aktaş, turşu yiyin, hayvansal gıda yiyin, ayşegül çoruhlu, bitkisel beslenin, şeker yemeyin, ekmek yemeyin, çıkabildiniz mi işin içinden, ben çıkamıyorum da bir türlü birde size sorayım dedim, şeker dışında bahsettikleri her şeyi yiyorum, birde eti yağlı yemiyorum, meyveyi de az yiyorum, ekmek te biraz sakıncalı bence de, bir ortaya karışık yaptım kendimce, yani bu durumda daha çok canan karataya yakın gibiyim seçimlerimde, ama bitkiseli de önemsiyorum, ay ne bileyim, karmakarışık işte, bütün bu karışıklığa rağmen son iki ayda yedi kilo verdim, ayşegül çoruhlunun kitaplarını okuduktan sonra, yarım limonlu bir bardak su bir mucize, daha çok ondan olmuş olmalı bu kilo verişim, birde akşam yememek önemli, ve tabi ki genelinde de az yemek, bu bilgiler erica angyalin kitaplarında 15 yıldır var,, üç zehiri unutmamalı, un, tuz, şeker.

***Dün, 8 martta, yüksel caddesindeydim, beş altı kadın çıkıp işimizi geri istiyoruz diye slogan attılar, khk lılar, polisler önce onları ellerindeki kalkanlarla bastıra bastıra yere çökelttiler, aşırı güç kullanarak elbette, canlarını yakarak yani, sonra teker teker kollarından çeke çeke, bacakları yerde sürüklenerek götürdüler, ama akşam haberlerde hiç böyle görüntüler yoktu, türkiyede böyle şeyler yaşanmıyor zaten, ben uydurmuşum veya yanlış görmüşümdür. *Dün istanbul görüntüleri vardı, ankara yine yok.

***Az önce su istemiştim, giriş katta oturuyorum, sucuma apartman kapısını açtım, ona kolaylık olsun diye, aramız iyidir sucumla, beş yıldır suyumu hep o getirir, birazda yanıktır bana, seslenmez ama bilirim, gerçi her limanda bir sevgilisi olabilecek tiplerden biri o, bana kalırsa öyle yani, azıcık çapkın, çok kilo vermişsin, ne oldu dedi bana, hasta oldum falan sandı galiba, diyet yaptım, yedi kilo verdim dedim, yok, en az on kilo vermişsin, çok güzel olmuşsun dedi, gel seni bir öpeyim dedim, yanağına bir öpücük kondurdum, bir baktım öbür yanağını çeviriyor, yok, bir tane yeter, üstü kalsın, aman sevgilim duymasın, masum, küçücük bir öpücükten ne çıkar hem, bütün dünyayı sıraya dizip herkese bir öpücük kondurabilirim, çinli, italyan, coronalı hiç fark etmez, hiç affetmem dediklerimi bile affedip bütün küslerimle barışabilirim, hepsi değil tabi, bu da sevgilimin varlığının yan etkisi, mutluluk doz aşımı, ah, ah, beni benden aldı bu adam, şeker sevmem gerçi ama o tam bir şeker, ve sevdiğim bir şeker, lolipop şekeri, bana vakit ayırıyor, bir bütün gününü benimle geçiriyor, beni nasıl hoş tutuyor, nasıl hasretmişim öyle bir insana bunu bana hatırlattı, umduğumun, beklediğimin çok çok daha üstünde i n s a n, ve bu her şeye değer, ve sanırım bu beraberlik ölüm bizi ayırana kadar olacak, ve ben o ayrılık vaktini ötelemek için elimden gelenden fazlasını yapacağım, o her şeye değer, bu uğurda biraz kemerlerini sıkacağım illa ki sıkılacaktır ama ordinaryüslük derecesindeki bilgilerimi onun üstünde deneyeceğim elbette, hiç kaçarı yok, kilolu değil, zayıf, ama baş ağrıları var, ve stabil sağlık sorunları var, onunla yaşamak istediğim öyle çok şey var ki, erken ölmesine asla müsade etmeyeceğim, dün bütün yazlık elbiselerimi ütüledim, onun her birini üstümde görüşündeki pozitif, mutlu halini hayalleyerek, dolap bekleyen giysilerim, kullanılmadığı için bozulup atılmayı bekleyen makyaj malzelerim, takılarım artık revaçta, hiç kullanılmadıkları kadar kullanılıyorlar artık tarafımdan, kilo verince pantolonlarım bollaştı, gdip sana daracık pantolonlar alalım dedi bana geçen gün, çapkın, böyle bir adam var olabilir mi ya, vardı da ben neredeydim acaba, salak, salak, salak kafam, ya da ben 30 yıl boyunca adamın çölüne düştüğüm içindir bunca sevindirikliğim.

Sucum yaptığı kilo hesabında haksız sayılmaz aslında, son iki ayda verdiğim 7 kilo ancak buraya ilk taşındığımda, yani bundan beş yıl önce tamı tamına 75 kiloydum ve o hesaba göre on kilo vermiş durumdayım, sonrasında 85 kiloları gördüm ve o hesaba göre de 20 kilo verdim, sucum işi biliyor..

***Sayfanın başında aldı başını geliyor demiştim corona için, bir buçuk ay önce, ve geldi, pazartesiden itibaren okullar tatil, erdoğan arkasında termal kamera ile dolaşıyormuş keh keh keh, korkunun ecele faydasının olduğu nerede görülmüş, yakında kurtuluyoruz, olaylara iyi tarafından da bakmak ta lazım.

***Hamamönündeki m a ersoy evinin önünde bir mezar olduğunu yazmıştım ya, o isme dün yine rastladım kızılayda, mithatpaşa caddesi ile sakarya caddesinin kesiştiği yerde kültür bakanlığının bir binası var ve oraya da o zatın ismi verilmiş, nuri pakdil, baktım, tayyibin adamı, yazarıymış, benim adamım olacak değildi zaten, dağa taşa adını bırakıyorlar adamlarının, adam olmayan adamlarının.

***Buna sevinmeli miyiz üzülmeli miyiz bilemiyorum ama, bugün 17 mart, yeni bir sayfa açmaya üşendim de, artık tek bir gündemimiz var, onun da adı corona, ne deprem, deva, erdoğan, sadece ve sadece corona, corona sıkı bir şekilde kornaya basmış durumda artık bizler için, erdoğan beş gündür piyasalarda yok, kayıp, ya korona aldı götürdü, satar geri getirmez inşallah, ya da başka bir şey, saklanıyordur coronadan, baktı dalga geçiyorlar arkasında termal kamerayla gezmesiyle, daha fazla madara olmamak için bir deliğe girip saklandı galiba, naapsın adam, coronadan ölüp ortalığı bizlere, yani boş mu bıraksın, saklanacak elbet, kıymetlimiz o bizim, dünyada başka bir örneği var mı acaba termal kamera eşliğinde gezen, alem adam, baş gündem korona olunca öncelikler değişti tabi, biri sağlık bakanı fahrettin koca, diğeri haber kanalları, tv yi açtım, ntv de kalmış tv, akşam yatmadan son sonuçlara bakmıştım, 47 kişiydi, fahrettin koca açıkladı, öncesinde de fox ve star haberi, ki ikisini de her gün izliyorum, hızlandırılmış veya yavaş, kafama göre, ardından da yasak elmayı izlemiştim, babili izlemiyorum artık, sıktı, dün yine market turuna çıktım, gel de çıkma, sarı alarmdayız artık, gel yemek pişir, koştur, yorulmuşum, şimdi açtığımda ntv de hayır kelimesinin iki ayrı anlamda kullanıldığında nasıl vurgulanması gerektiğini anlatan laf aramızda diye kısa bir program var, hayır kelimesinin iki ayrı söyleniş şeklini anlatıyorlar, vurgunun nerede yapılacağını, bence de böyle programlara ihtiyaç var, neden olduğuna gelince, fahrettin koca alo 184 derken o’yu inceltmek yerine kalın o ile söylüyor her seferinde ve bu bana çok komik geliyor, böyle odunlardan olsa olsa kereste olur sağlık bakanı değil, erdoğan bütün etrafımı kendi akıl seviyemin altında adamlarla donatıp akıllı adam görüneceğim diye uğraşırken düştüğümüz hal bu işte, neyse ki dünya bilmiyor bu sırlarımızı, bunlar bizim sırlarımız, bize özgü sırlar, dünyanın bilemeyeceği, bilmesinler zaten, daha fazla nasıl rezil olabiliriz ki dünyaya bu ve bu gibi ayılarla.

***Ev hapsi günlerimiz devam ediyor, pazartesiden beri okullar zaten kapalı, bugün perşembe, herkes her an evde, çekilir gibi değil, ne bulaşık makinesi boş duruyor ne de ben, pişir doldur boşalt, pişir doldur boşalt, okul ne iyi şeymiş meğerse, sevgilim de kendi evinde, doğal olarak, sevgilileri de ayırdı bu corona zımbırtısı, gözden ırak olan gönülden de ırak, hiç aklıma bile geldiği yok işten güçten, herkes kendi hayhuyunda bu durumda, iki üç günde bir arıyor o kadar, sen nasılsın, sen nasılsın, aşka iştah mı bıraktılar adamda, bu iş gelir geçerse belki, bu durumda biraz zor aşk meşk işleri, devlet iki yüz diyor hasta rakamı olarak, yayılan videolarda doktorlar binlerden bahsediyor, doktorlara inanıyoruz elbette, yalancı devlete mi inanacağız,

***Burası piramit, buradan çıkış yok, yani yok gibi, ya corona olup atlatacağız ya da corona olup atlatamayacağız, corona olmamak gibi bir seçeneğimiz yok bana kalırsa, corona eşyaların üzerinde 4-5 gün yaşıyormuş, sen çıkmasan evden biri çıkacak o evden elbette, corona bulaşmış asansörün düğmesine basıp elini yıkamaya giderken dahi evin kapılarından herhangi bir elceğe o virüsü bulaştırması ihtimali yüzde bin, yeter ki yakınımıza gelememiş olsun diye dua etmekten başka bir seçenek yok gibi, ingilterenin düşüncesi daha geçerli bence, ol ve kurtul, bir an önce, ya da kurtul(a)ma, bu nasıl bir illetmiş, eşi benzeri görülmemiş, o umrecileri bu salgın halinde umreye gönderen ve sonrasında gönderdiği yetmezmiş gibi ülkeye geri alan zihniyet var ya, asıl bizi batıran o işte, asıl virüs onlar, üstümüzden bir türlü silkeleyip atamadığımız.

Umrelerinin derdi başımızdan gitmiş gibi şimdi birde camileri çıktı, camilerde toplu namaz kılmak için isyan çıkarmışlar dün istanbul fatih camide, 50 kişilik grup, kilitlesinler üstlerine camilerin kapılarını da görelim bir erkekliklerini, artık minarelerden nasıl atladıklarını izleriz hep birlikte, hele şu korona virüsü bir savalım başımızdan, sırada savılacak asıl virüs var, recep tayyip erdoğan virüsü, baş virüs, virüslerin de virüsü, başımızın belası, daha geçen hafta brükselde millete corona aklı veren o değil miydi, yaklaşmayın, tokalaşmayın diyen, kel başa şimşir tarak, o aklı önce kendine ver, ortalık o haldeyken ne işin var brükselde senin Allahın görmemişi, doyamadı uçaklara binmelere bir türlü, sen bu ülkenin en başta gelen adamı değil misin, ne işin var salgının orta yerinde, umreleri kadar, camileri kadar taş düşsün başlarına inşallah, Allahın belaları, umreden gelenlerle ve camilerle bizden daha çok ve erken onlar öleceği için kurtuluşumuz çok daha kolaylaşacaktır, azalan seçmenleri sayesinde, Allah biliyor işini, yani belayı önce nereye sıçratacağını.

***İtalyadaki türkler anlatıyor, insanların beş kuruş gereksiz para harcamadıklarını vurgulamak için “kürdan” dahi almıyorlar diyor, cb corona ekonomik paketini açıklıyor, ev satın alma kredilerinde bilmem ne kadar indirim, şu ortamda ev almayı düşünecek kadar ahmak olan var mıdır acaba, cb dışında.

***corona başladığında holivood bile bu kadarını düşünemedi demiştim ya, yanılmışım, tıpatıp aynısını çekmişler meğerse, 2011 yılında, filmin adı salgın, dün izledim, önceden de izlemişimdir belki, ya da sıkılıp kapatmış olabilirim büyük ihtimalle, ancak bu defa sıkılsam dah i kapatmadım, sonuna dek izledim, filmde, salgın çinde başlıyor, yarasa yiyen bir domuzdan insanlara bulaşıyor, hastalık yüzeyden ve insandan bulaşıyor, elini ağzına, burnuna götürme deniyor, salgın hastalananların yüzde yirmisini öldürüyor, gerçekte ise salgın yine çinde başlıyor, yarasa yiyen bir kemirgenden insanlara bulaşıyor, hastalık yüzeyden ve insandan bulaşıyor, elini ağzına, burnuna götürme deniyor, salgın hastalananların yüzde yirmisini öldürüyor, var mı böyle bir hayal gücü, tıpatıp benzerlik, çine amerikanın komplo teorileri boşuna üretilmiyor demek ki corona konusunda.

***Aytaç Yalman, eski kk komutanı, eğer coronadan öldü ise coronadan öldüğü zamanında neden açıklanmadı, coronadan ölmedi ise niye devlet töreniyle değil iki kişiyle gömüldü, iki laflarının biri yalan üstüne kurulu, ne diyor sağlık bakanı alO(kalın o ile söylüyor alo’yu) 184 Fahrettin Koca, Aytaç Yalman hakkında, eskiden gata “denen” (burada büyük bir es veriyor, anlayanlar için, o bitip tükenmeyen kin ve nefretini vurgulamak için, baş katibi sırtını sıvazlasın diye, senin her yerin kin ve nefret olsa kin ve nefretin kaç para) hastaneye gitmiş, diyor, o hastanenin şimdiki adı gülhane araştırma ve eğitim hastanesi ve tabi ki sağlık bakanlığına bağlı, nasıl olup ta haberi olmadığı bir garip, ve konumuz bu kadar corona iken üstelik, ve bahsederken adını bile anmak zahmetinde bulunmuyor, coronadan ölen 3. kişi olarak anıyor Aytaç Yalmanı, gerçi o ansa ne anmasa ne, biz kalbimizde her zaman saygıyla anacağız Aytaç Yalmanı ve tüm yılmaz vatan savunucularını.

***akşam alkışlarının videosu çekilip özür dilemek zorunda bırakılan doktora destek amacıyla başlatılıp sonrasında hükumet tarafından “sahiplenilerek” sabote edildiğinin farkındayızdır sanırım, yemezler, adam olan istenmediği yerde durmaz, ama malum o adam değil, mahlukat, susma sustukça sıra bize gelecek, bugün o doktora yalattıracaklar söylediğini, yarın sana bana.

***Dün, türkiyede corona ölüm sayısı 9, kanadada ise 12 iken, kanada başbakanı trudeau nun söyledikleri şöyle, “kendinizi yalnız hissetmeyin, faturalarınızı nasıl ödeyeceğinizi düşünmeyin, çoğunuz işleriniz, ödenecek faturalarınız, bakmakla yükümlü olduğunuz çocuklarınızla ilgili endişeleniyorsunuz, ama arkanızda biz varız, kanadalılara bu zorlukların üstesinden gelmek için 82 milyar dolarlık bir paket sunuyoruz” başbakan dediğin böyle olur, bizimkiler gibi hopterelelli değil, bizim 100 milyarlık paketten ne çıkmıştı, ffffffooooossssss, bugünkü flaş haber ne, 65 yaş üstü dışarı çıkanlara 394 lira ceza kesileceği, her kriz bir fırsattır bize göre, milletten para aparmak için yani, veya bir yıl hapis cezası verileceği, hapishaneler boşaltılmayı beklerken üstelik, yersen de, yemezsen de, bu iş böyle.

65 yaş üstü ve/veya kronik hastalığı olanların yürüyüş yapmaları önerilmiyor mu(ydu) şimdiye dek, o kronik hastalıkları ötelemek için, ikinci bir emre kadar kronik hastalıklardan ölüm serbestisi mi sağlandı bu durumda, bilmem anlatabildim mi meramımı.

***Trudeau seçildiğinde ne demişti yılmaz özdil, anası orospuymuş, aynen böyle demişti, ben de ona tarafını seç tarafa geç demiştim, hala aynı fikirdeyim bu konuda, neyse epey akıllandı sayemde, durduk yere kadınlara orospu demiyor artık, ve trudeau konusunda ne kadar yanılmadığım da ortada, bugün de benim yöntemle merkel ve erdoğanı karşılaştırmış, geçmişte de yapmıştı bunu hitler ve mussolini olarak, yapsın ona bir diyeceğim yok, at onun meydan onun, ama bir kadına daha orospu derse alnını karışlarım onun, ama, ama yiğidi öldürür hakkını da veririm, facebook sayfamda en çok, hatta tek yazılarını paylaştığım kişi yılmaz özdil, beğeniyorum yazdıklarını genelde.

***Gerçi hiç, hiç, hiçbir zaman yemememiz gerek şekeri ancak, ki ben öyle yapıyorum, son 3 yıldır ağzıma şeker koymadım, hiç, hiç, hiç, sıfır, özellikle şu dönemde, corona döneminde çok daha uzak durmalıymışız, doktor canan karataya göre bağışıklık sistemine zarar verdiği için, doktor derya uludüze göre ise corona virüsü şekere tutunarak canlı kaldığı için, son 3 yıldır asla ve asla şeker yemiyorum, kahve içmiyorum, çay içmiyorum, şekeri kilo yaptığı ve hormonal sistemi baltaladığı için yemiyorum, 3 yıl önce 85’lere kadar varan kilom şimdilerde 65 civarında, kahve ve çaydan uykumu kaçırdığı ve sinir sistemimi etkilediği için uzak duruyorum ve cidden işe yarıyor bu uzak duruş, ama asıl sinir harabiyeti yaratan şey, ki hiç öyle görünmese de, şeker, şeker tam bir baş belası, bir musibet, bir zehir, panzehiri bile yok şekerin, tek panzehiri uzak durmak, hemde tamamen, ve birde aptallaştırıyor şeker, zihni bulandırıyor, kesin ve kesin uzak durun.

***Bu mesele, corona meslesi yaşlı genç meselesinin çok ötesinde artık bir ölüm kalım savaşı, hemde gerçek anlamda bir ölüm kalım meselesi, laf ola beri gele bir ölüm kalım meselesi değil bu, ya öleceğiz ya kalacağız, yaşarsak beraber yaşayacağız, ölürsek yine beraber öleceğiz, bu defa ayrısı gayrısı yok ölümün, yakaladığını götürüyor, genç, yaşlı gözetmeden, yaşlıyı gözünü kırpmadan götürüyor ama, yakaladığından da diğer yakalayacağına geçiş yapıyor, bizi kullanıyor diğer sevdiklerimize ulaşmak, onları da öldürmek için, işte bu yüzdendir ki dizimizi kırıp oturacağız evlerimizde, oflanıp puflanmadan, sıkıldım, bunaldım, ay çok fena oldum dahi demeden, bugünümüze, hasta olmadığımıza ve daha da önemlisi hayatta olduğumuza ve hayatta kalmaya devam ettiğimize, edeceğimize, hatta evden çıkmama lüksümüz olduğuna dahi şükrederek, olan aşımızı pişirip o güzel günlerin bizlere geri döneceği günleri bekleyerek, o güzel günler geri dönecek. eğer yeterince sabretmeyi becerebilirsek, nelere sabrettik hayatlarımız boyu, bunu da atlatırız alimallah, ne kadar öteleyebilirsek hastalığın bulaşmasını o kadar rahat atlatacakmışız bu hastalığı, virüs gün geçtikçe gücünü kaybediyormuş çünkü, vücutta yarattığı hasar azalıyormuş her geçen gün, ne yapacağız bu durumda, dizimizi kırıp oturacağız, yapacak başka bir seçenek yok gibi, bırakın aptallar kuşatsın sahilleri, sokakları, hayatta kalacak olanlar benim gibi bu gerçeği görüp, kavrayıp hazmeden ben ve ben gibi dirayetli olanlar olacak, çokta sallamayayım gerçi bakarsın birde yakalanıvermişim, 😌 olmaz diye bir şey yok, hiç çıkmıyorum diyemem sonuçta, zorunluluk halinde elbette, ay Allah esirgesin, kendim için istediğim en son şey bu şu an için, en azından yakın zamanda, yoksa kaçışı yok zaten, önünde sonunda geçireceğiz bu hastalığı, ne yaparsak yapalım.

evimizde kalalım ve burada birlikte kalmaya devam edelim, birimiz gitsek, biriniz gitseniz benden de bir şeyler gidecek bundan emin olun, evde kalın, burada kalın, benimle kalın, hep birlikte kalalım, kalmaya devam edelim, hep olduğu gibi, hiçbir şey değişmesin hayatlarımızda var olmak ve yok olmakla ilgili, en azından değişecekse de çok köklü değişiklikler yaşanmasın, azar azar, sırası geldikçe olsun bu değişim, aniden değil, harala gürele gitmeyelim hep birlikte, daha kolay kaldırabileceğimiz değişimler olsun hayatlarımızda, yani ne yapacakmışız, değil dizimizi bu gerekliyse eğer kıçımızı kırıp oturacağız, ki gerekli, bu o kadar da zor bir şey değil zaten, evde oturmak yani, benim hayatımın yüzde doksan dokuzu evde geçti ve geçmeye de devam ediyor, yani benim için hiç zor değil bu iş, hazır sırası gelmişken şunu da tekrardan söylemeden geçmeyeyim, herkesii, bütün dünya insanlarını seviyorum ve kucaklıyorum, yani gerçek olarak sevip sanal olarak kucaklıyorum, yoksa kucaklamıyoruz artık tabi ki birbirimizi, yeterince kucaklamıştık zaten birbirimizi geçmişte, şimdi de uzaktan kucaklaşalım, bir şey olmaz, yaşasın sosyal mesafe ve onun bizlere katıp katacakları, coronayı değil hayatı pozitifliyoruz hep birlikte.

Kadın olmak böyle bir duygu demek ki, çocuklarınızı organize ettikten sonra sıra geliyor yakın çevreye, korumacılık, bir bakmışsınız herkesin annesi oluvermişsiniz 😀

***Toplu cenaze fotoları yayılıyor ortalığa dünyadan, mesele işte bu kadar ciddi, hiç hafife almamak lazım, daha ne görmemiz gerekiyor ciddiye almak için, bilim kurgu filmlerinden de beter bu yaşananlar, onların hepsi bir hafta önce sapasağlam insanlardı ve şimdi ölüler, o aptal filmleri izleye izleye gerçekle uydurma olanı ayırt edemez mi olduk acaba, çocuklar da öyle değil midir, çizgi filmlerde kimseye bir şey olmuyor diye kendilerini acısız ve ölümsüz sanmaya başlamazlar mı, kıyasıya duyarsız ve acımasız olurlar, kendilerine ve çevrelerine karşı, aynı onun gibi, ölüm işte bu, yok oluş, var mı önü arkası, tartışılacak bir yanı, bize o tabutlar bile düşmez, poşetle gitsin, poşet kıtlığına da düşülmezse tabi, atılırız bir çukura öylece önemsiz bir eşya niyetine, bizde her şey mümkün, hepimizin bildiği gibi.

***Daha giyilecek, eskiletilecek bir dolu giysim, ayakkabım, ki bir çoğu hiç giyilmemiş, geçen yazdan alınıp istiflenen, ve kullanılma sırasını bekleyen yine bir çoğu hiç açılmamış kremlerim, bakım malzemelerim, makyaj malzemelerim, ve yaşanacak, yaşanmayı bekleyen olası bir dolu güzel günlerim varken ben hiç bir yere gitmek niyetinde değilim, benim programım çok dolu gördüğün gibi corona, ve senden çok önce yapmıştım ben o programı, üstelik taaa geçen yazdan, gördüğün gibi önceden verilmiş sözlerim var, sen hiç hesapta yokken, o elbiseler, ayakkabılar giyilecek daha, süslenilecek, bunların keyfi sürülecek, onları burada bırakıp bir yerlere gitmem, mızıkçılık yapma hiç, burada sana yer yok, o yeri sana açamam, gelecek programımı, hayat programımı senin için değiştirmeye hiç niyetim yok, çav korona, sen benim için program dışısın ve beni yakalayamayacaksın, sana yakalanmayacağım, sayıyorum, biiir, ikiiii, üüüç, dööört, beeeş, altıııı, yediiiii, sekiiiiiz, dokuuuuz, onnnnn, önüm arkam sağım solum sobe, saklanmayan ebe, hadi saklanalım hep birlikte.

Kışt korona kışt, geldiğin yere, anca gidersin.

***Bir amerikan üniversitesinin yaptığı araştırmaya göre, 16 martta açıklanmış, eğer gerekli önlemler alınmazsa, yani baskılama denen evde kalma yöntemi, iş yerlerinin az insanla çalıştığı okulların kapalı olduğu yöntem uygulanmazsa, haziran ayına kadar amerikada iki milyon iki yüz bin insan, ingilterede ise beş yüz bin insan ölebilirmiş, sosyal izolasyon olduğunda, sağlandığında ise haziranda olacak olan bu tepe noktası ekim, kasım aylarına kadar uzuyor ve hazirandakinin üçte biri oranında ölüm gerçekleşiyormuş, bu araştırma sonucuna bakarak amerika ve ingiltere corona önlemlerini arttırmışlar, coronalı bir kişi bir ayın sonunda 400 kişiyi enfekte ediyormuş, yani ondan ona şeklinde, doktor zehra neşe kavakın çağla ile yeni bir günde bugün anlattıkları bunlar, bu hastalık bir grip, nezle salgını değil, bu olay bir viral pnömoni, yani viral zatürre salgınıdır da dedi, yani bulaşıcı cinsinden zatürre, adı bile kötü, hem bulaşıcı hem de zatürre, berbat bir şey, bu durumda havalar ısınıca geçecek mavalı da boş, onunla yaşamaya alışmamız gerekecek anlaşılan uzun bir süre, biri bunları gidip tayyibe de anlatsa keşke, belki acır bize??? bizde de önlemlerin daha zorlayıcı olması gerekir dedi, yani bence, bana göre sokağa çıkma yasağı uygulanmalı dedi, bu iş başımızı sandığımızdan daha çok ağrıtacak gibi görünüyor doktor hanımın söylediklerine bakılırsa.

***Bugün 27 martmış, neyse ayın bitmesine az kalmış, bitsin de yeni bir sayfa açayım artık, çok doldu kasıp kasıp siliyor yazdıklarımı, şimdi demin yazdığım şeyleri bir daha yazmak zorundayım, çok sinir oluyorum böyle olduğunda, jet pack mi ne bir şeyi güncellemem gerekiyor, onu da yapamadım, ta ne zamandır, o yüzden kasıyor, sil baştan yazalım bakalım, önce bir günceliyim, ne olur ne olmaz, bu kadarını kurtarırım hiç değilse, zırt vırt siliyor yoksa yazdılarımı.

Her sabah ilk iş facebookuma göz attıktan sonra sözcü yazarlarının genelini okuyorum sırasıyla, uğur dündar, rahmi aygün, yılmaz özdil, necati doğru, hüsmencinin adı aklımda kalmıyor bir türlü ve can ataklı, yakın zamana kadar soner yalçınında okuyordum ama artık okumamaya, hattahiç amamaya çalışıyorum çünkü yazdıklarının bir çoğunu anlamakta zorlanıyorum, ya ben anlamıyorum ya o anlatamıyor yada ikisi birden, dün ve bugün corona hakkında yazınca okudum, bana göre de haklı, ve benim de söyleyeceklerim var bu konuda;

Üçüncü ve SON dünya savaşına hoşbulduk, tankla, topla, tüfekle olmayacağını biliyorduk zaten, ve biyolojik savaş oldu, ilk hangi iki ülkede görüldü corona, çin ve iran, bu iki ülkenin ortak tek özellikleri var, amerikanın düşmanları olmaları, aklınca hedefi on ikiden vurmuştu yani amerika, hangi iki büyük şehirde devleşti corona, wuhan ve new york, tesadüf değil elbette, tabi ki iadei ziyarette bulundu çin amerikaya, başka bir virüsle, altından kalkamadı amerika çinin göründerdiği virüsün, şimdi çinden beş beter durumda, ölen ölür, kalan, kalan kalır mı hiç bilmiyorum, corona bir kere atlatıldığında bir daha tekrarlamayacağının bir garantisi var mı, elbette yok, bir kere o akciğer harabiyetini yaşayan vücut kaç defa daha kaldırabilir o hastalığı, bir süreliğine koruma, yani bağışıklık sağlıyormuş hastalık ancak bunun süresi belli değilmiş, şimdilik ikinci olarak tekrarlamamış ama tekrarlarmış, sarsta tekrarlar olmuş, paragöz bir emlakçının ellerine teslim edilen dümyadan başka ne bekliyorduk ki, masada yenemediğini puştlukla yenmeye kalktı, şimdi toparlasın bakalım toparlayabiliyorsa amerikayı, ve tabi ki dünyayı, oç trump, kazanan kim oldu, çin, dünya çapında prestij kazandı coronaya verdiği savaşla, ekonomisi de çok zarar görmedi, bir dünya lideri olduğunu kanıtladı, amerika da yerlerde sürünsün şimdi.

***Karantina günlerine devam, alıştık büyük çoğunlukla bu yaşam şekline de, batmıyor artık işler güçler gözüme, olağanlığında yaşanıyor hayat, büyük değişimler olmasın da, hastalık gibi, ben buna razıyım, kaldırıp koymaya, artık biraz olsun yardım da etmeye başladılar çocuklarım, yoksa evde oluşan işin altından kalkılacak gibi değil, ilk defa banyosunu temizledi dün mesela oğlum, 23 yaşında, büyük ooğlum hayatta yapmaz zaten, hala evin içinde ayakkabıyla geziyor, ne zaman ve nasıl akıllanacaksa artık, bir banyonun temizlenmiş olması bile bir şey benim için, olmaz mı, canım çıkıyor aynı anda her yere yetişeceğim diye, 15 gün oldu sevgilimi görmeyeli, burnumda tütüyor yavaştan yavaştan, bakalım daha ne kadar sürecek bu ayrılık, dün telefonda evdeyim diye sakın kilo alayım deme dedi bana, hani bu adam gerçekten mi bu kadar tatlı yoksa beni mi yiyor bir anlasam yürüyeceğim de emin olamıyorum işte, tökezleyip duruyorum sırf bu yüzden, nereden gireceğini iyi bildiği kesin, ya geçmiş tecrübelerinin bileşkesini sunuyor bana yada gerçekten öyle hissediyor, işte burasını çözemiyorum, orası bir muamma, ama hangi şeklide olursa olsun yinede duymak güzel, sevgili olmak için ideal, sürekli aynı evde olsak neler olur bilemiyorum tabi, hele ki bu coronada, o böyle diyince, daha başka şeyler de söylüyor tabi, onları yazamam şimdi, olmaz, ısrar etmeyin boşuna yazmam, yanına koşmamak için kendimi zor tutuyorum, corona morona dinlemem giderim yakında yanına, yeter ki o gel desin bana, ah minel aşk sen nelere kadirsin, ama bilirsiniz bu gibi işler hep iki ucu boklu değnek gibidir, bir bakmışsın çok muhabbet tez ayrılık getirmiş bir bakmışsın gözden ırak olan gönülden de ırak olmuş, her ikisi de mümkün ve sonuç aynı yere çıkıyor, terazisi ne bu işin, ne hissettiğin, yada hissettirildiğin, benim için şimdilik ortada, ama her şey mümkün, ya o tarafa ya bu tarafa, ama sonuç aynı.

Biraz da dedikodu yapalım, corona ile birlikte takke düştü kel göründü magazinde, hande yenerdi sanırım, her ay ankaradan kuaför geliyormuş saçını boyamaya, corona olunca bin lira versen gelmem demiş, hadise her ay brüksele gidiyormuş saçını boyatmaya, çüş yani, bu defa gidemeyince istanbulda çağırdığı kuaför bin lira istemiş, o da isyan etmiş bu paraya, vah vah çok üzüldüm, çok azmışlardı, iyi oldu bunlara, burada kazanıp amerikada yiyorlardı bir çoğu, şimdi gitsinler de görelim, bizden çok paralı kesimi vurdu zaten corona, uçaklara zırt vırt binenleri, ilahi adalet, oh olsun diyorum elbette, niye demiyeyim, onlar böyle yaşarlarken bana vah olsun mu diyorlardı, hizmetçileri de gitti ellerinden, hepsinin ellerinde süpürge, paspas, yeni bir akım başlattılar, temizlikçi sanatçı akımı

Süperlerin en süper zekisi her zamanki gibi hülya avşar, yorgan gitmiş kavga bitmiş hülya avşar için, kızı büyüdü ya nasıl olsa, evinde üç vardiya çocuk bakıcısı ve diğer hizmetçileriyle, evde çalışanlarımın makyajlı ve bakımlı olmaları şart demişti bir keresinde, şimdi de kadınlar çalışmasın evde oturup çocuk büyütsün demiş, sana soracaktı herkes ne yapıp ne yapmayacağını zaten, üniversiteye kadar o götürüp getirmişmiş kızını okuluna, fedakar ana, çok zor iş, gelsin ana nasıl olunur dersi vereyim ona, evde oturup çocuk baktığında başına neler gelebileceğini de anlatabilirim elbette, ebleh.

***Bugün 28 mart, zorunlu olmakla beraber gönüllü olan karantiinamız başlamış bulunmaktadır, zorunlu ama gönüllü derken neyi kastettiğimi açıklayayım, cb benden zırnık çıkmaz, ne haliniz varsa görün dedi yani bize, işimiz yine Allaha kaldı böylece.

Karantinanın rizeden başlamış olması da çok manidar oldu, acaba ne sebeple rizeden başlamış olabilir, merakta kaldım şimdi, hemde cb memleketi olunca önemli tabi, istanbul ve yurt dışı kaynaklarını inceden inceye açıklayan sağlık bakanı rize konusuna hiç değinmedi nedense, kuşlar getirmiştir rizeye salgını, başka ne olabilir, yok, umre değil, umreye gidenden virüs gelir mi hiç, melekler yıkıyor orada insanları, azanı görür Allah, azmışlardı, başlarına geldi, azanlara uğradı öncelikle corona, dinden, imandan azanlar ve paradan azanlara, Allah ifratı ve israfı sevmez, nasılda süklüm püklüm doluşuverdiler evlerine baksanıza, kırk yıllık paspasçı oluverdiler bir anda hepsi, nasıl yakıştı ellerine ama, amerikaya da gitmek hiç istemiyordur canları eminim ki, nuhun gemisi ise bizlere rezerve edilmiş durumda, bizim gibi halim selim yaşayanlara.

***Zülfü Livaneli coronayı atlatmış, o atlattıysa bir çoğumuz kolaylıkla atlatırız demektir bu çünkü birkaç yıl önce yakından görmüştüm ve çok sağlıklıymış gibi görünmemişti gözüme, gerçi iyi bakılmıştır elbette ancak bu bile bizim için yeni bir umut, amerikada kapmış virüsü ve orada tedavi olmuş, 73 yaşındaymış.

***Bir gizliliktir aldı başını gidiyor, coronanın orta yerinde ulaştırma bakanı görevden el çektiriliyor, nedendir bilen yok, el çektirilen sağlık bakanı olsa anlayacağız bir nebze, ulaştırma bakanı ne alaka, iki ihtimal üzerinde duruluyor, bir kanal istanbul ihalesi veya sonucu, iki limanların korona için yeterince korunamamış olması, coronada ilk sırayı istanbul, ikinci sırayı izmir çekiyor deniyor, istanbul hadi havayolu, uçaklar nedeniyle olmuş olsun, izmirin sebebi nedir, limanlar mı gerçekten, istanbulun da mı nedeni limanlar bu durumda, çin dünyaya virüsü limanlar, yani gemiler yoluyla mı gönderdi, italya, ispanya, new york hepsi deniz kenarı ve coronanın daha yoğunlukla görüldüğü yerler, açık olmamakla eline ne geçiyor bu yönetimin bir anlayabilsem, bana bilmece çözdürüyor.

Güçsüzün güçlüye, fakirin zengine, ezilenin ezene, kadının erkeğe, kıçını yırtanın yan gelip yatana zaferidir corona, sonuçlar böyle gösteriyor, kafamdan uydurmuyorum bunu, ve bu böyle biline, çocuk yetişkinden, kadın erkekten daha güçlü corona karşısında, işleyen “demir”ler ışıldıyor, dünya tersine döndü bir anda, sonunda, biz de hep bugünü beklemiştik zaten, tv kumandalarının tuşlarına basmak spordan sayılmıyormuş demek ki, bulaşık makinelerinin, çamaşır makinelerinin, elekirik süpürgelerinin çalıştırma düğmelerine basmak ise gerçek bir spormuş, gerçekler bazen acıtır, bazılarını, hah hah hah, ben sevdim bu virüsü, hiç değilse adil, dünyaya adaleti getirmeye gelmiş demek ki, cici corona.

***Dünyanın başaramadığı yine biz başardık, üç gün hızla yükselip üç gündür sayıyı aynı tutmayı başardık, artıyor ama aynı oranda, ne italya ne ispanya başarabilmiş değil bunu, onların sayısı katlanarak artıyor, helal bize!!!??? Yoksa birileri yine bizimle dalga mı geçiyor? Dün, 30 mart günü bunu dedim ve dediğim günün akşamı, yani dün akşam, haberlerde veli ağbaba ölüm sayılarının doğru açıklanmadığını söyledi, istanbulda bir günde ölüm sayısı 20 iken aynı gün tüm türkiyede 16 olarak açıklanmış, görünen köy kılavuz istemiyor, yani yine haklı çıktım.

Haberin bitiminde cb konuştu, akp nin bitişinin kısa filmini izledik o konuşmada, yani erdoğanın, öldüm, bittim, eridim, kül oldum aman ve dilenciyim sizin için şarkıları eşliğinde, cengiz inşaat, limak inşaat, kalyon inşaat, o paralar size hibe miydi sandınız, yamuk elleriniz cebe, sökülün paraları.

Bizbize yetermişiz, yardım toplanacakmış, sloganı da bu, benim sitenin adı gibi olmuş, italya bir ayda on bin kişi sayısına ulaşmış, biz ise yirmi günde, yani rekor bizde, her zamanki gibi, bizbize yetiyoruz zaten, aptallıkta, başkasına ne gerek var, umreciler sağ olsun.

***Üç paragraf yukarıda, yani dün yada önceki gün yazmışım gerçekler acıtır diye, bugün, 1 nisanda soner yalçın yazmış yazısında gerçekler acıtırı, bunlar da benim sıkı takipçim oldu çıktı, yazsın, söz konusu vatansa her şey ortak.