Press "Enter" to skip to content

Kadın, Dayak, Din Mart’10

—?Senin sadece kadına elin kalkar, gözün yiyorsa git te bir erkekle kavga et. Erkek gibi. Ben senin hiçbir erkekle kavga ettiğini, bir erkeği dövdüğünü görmedim. Gücün bana mı yetiyor?? dedi.

Eğer bundan sonra bir daha kendine dokunacak, zarar verecek olursa polis çağıracağını söyledi. Kolu yen içinde değildi artık. Tırsmıştı orman ayısı, bir daha elini süremedi. Diliyle devam etti.

Çocukları ?yapma baba? diye ağlıyor, 5 yaşındaki kızı annesini korumak için annesinin önüne geçiyordu. Kocaman babasına karşı duruyor, bir yandan da laf yetiştirerek annesini korumaya çalışıyordu küçücük kız. Ne acınası, utanç verici bir manzara. Yediği tekmeden dolayı moraran bacağıyla yere basamıyor, bacağının acısına değil, kalan işlerini nasıl yapacağına ağlıyordu kadın. Ona muhtaç olan 3 küçük çocuğu vardı. Annelerinden başka kimsesi olmayan. Ertesi gün okula götürülmeyi, doyurulmayı bekleyen 3 küçük çocuk.

Tahmin edebileceğiniz gibi, bu yaşadığı ilk şiddet değildi kadının. Şişkin dudakları, moraran gözleri, uzuvları daha öncede görmüştü vücudunda. Evlendiği ilk günlerden itibaren. Sudan bahanelerle. Her bahaneyle. Adam için doğaldı, böyle bir ortamda büyümüştü. Anne babasını çok sık böyle görmüştü. Sıradan, olağan bir durumdu bu, adam için.

İkinci çocuğuna 4 aylık hamileydi, kendi annesinin evinde yerlerde tekme tokat dayak yerken. ?Ne yapabilirdim? dedi annesi. Bir anne için ne kadar acı bir söz. Hiçbir anne kızına bunu söyleyecek duruma düşmeyi hak etmiyor. Hiçbir anne kızını bir gün bu sözü söylemek için büyütmüyor.

Kafası acımasızca beton zemine her çarpılışında kendine bakarak ağlayan biri 3, diğeri 5 yaşında olan çocuklarıyla daha uzun yıllar yaşayacağını sandığını, oysa şimdi sonunun geldiğini düşünebiliyordu. Hiç eceli bu kadar yakınında hissetmemişti. Saklayamadı evine gelen komşusundan, yüzündeki morlukları, olanları O?na ağlayarak anlatırken.’

Nedense iki güzel insan, biri kadın diğeri erkek, hayatı birbirlerine zehir etmek için adeta yarışıyorlar. Ki onlar, bedenleri birbirlerine en güzel hazzı yaşatabilecek şekilde münasip yaratılmışlar ve birbirlerine armağan edilmişler. Ne büyük bir gaflet bu. Müteşekkir olmak bu olmamalı. Oysa evlenirken ne kadarda mutluydu hepsi. Somurtarak evlenen bir çift gördünüz mü siz hiç? Âşık değilseler  bile birbirlerini beğeniyor, birbirlerine sevgi sözcükleri söylüyorlardı. Sonra değişen neydi? Ne oluyordu da o mutlu insanlar, mutsuz, tatminsiz, hırçın insanlara dönüşüyorlar? Mutlu olmaları için her şeyleri vardı hâlbuki. Eşleri, çocukları, paraları, sağlıkları vs.. Birbirlerine zulmetmekten neden hoşlanıyorlar? Bu bitmeyen kin ve nefretin sebebi ne? Geçen her düğün arabasının ardından gelin için hüzünlenirdi kadın. O yolun mutsuzluk yoluna gittiğini iyi biliyordu. Bir gün kızı da binecekti o arabaya! Sizin kızınızda binecek!

Kadınlar mutsuz da erkekler mutlu mu? Değiller. Uyguladıkları bu zulüm, bu işkence erkeklere mutluluk getiriyor mu? Hayır. Mutsuz bir kadın erkeğini ne kadar ve ne zamana kadar mutlu edebilir? Bir yerde tıkanacak mutlaka. Tek başına mutluluk mümkün mü? Hayır. Dönüp dolaşıp gelecekleri yer evleri. Evinde mutlu olamayan hiçbir yerde ?tam olarak? mutlu olamaz. Bir yerlerde bir yanlış yapılıyor. Ne Halep?e yarıyor davranış biçimleri ne de Şam?a. Kendi elleriyle bindikleri dalı kesiyorlar. Bencillikleri gözlerini kör etmiş. Paylaşım. Sihirli sözcük bu. Her şey orada başlayıp orada bitiyor.

Kötü erkek, mutsuz kadın, mutsuz çocuklar, mutsuz toplum, dön başa, kötü erkek, mutsuz kadın? Kadınlar, kadınlık onurları ve çocukları için katlanıyorlar bu onursuz hayata. Sonra çocukları büyüyor, babalarını örnek alıp, aynı şekilde davranıyorlar kadınlarına, hatta ve hatta annelerine. Armut dibine düşer. İlk kez o zaman anladım, ne acınası bir açmazda olduğumu, oğlum bana babasının tavırlarıyla hükmetmeye çalıştığında. Kendi elimle büyüttüğüm çocuğum babasını model almıştı, bana karşı. Müdahale etmezsem yağmurdan kaçarken doluya tutulacaktım. O modeli yok etmeliydim bir an önce oğlumun gözünün önünden, daha fazla oğlumu kaybetmeden. O modele hayatımda yer vermeye devam ettiğim sürece oğlumun bana olan saygısını da kaybedecektim. Bunun olmasına asla izin veremezdim. Bütün yaşamım çocuklarımın üzerine kurulu iken buna izin veremezdim.

Bu kısırdöngünün bir kırılma noktası olmalı mutlaka. Bu ancak kadının kadına ve kendine sahip çıkmasıyla gerçekleşebilir. Annenin kızına, kızın anneye, kaynananın geline, gelinin kaynanaya, gelinin görümceye, görümcenin geline, kız kardeşin kız kardeşe, komşu kadının komşu kadına sahip çıkmasıyla.

Suskun birliktelik. Erkek kardeşliği. Bu genel suskunluk, duymadım, görmedim, söylemedim birlikteliği bozulmalı. Erkeklerin işine gelen bir birliktelik bu. Erkekler kazanılmış haklarını kaybetmemek için susuyorlar. Analarını, kız kardeşlerini, kızlarını hiçe sayarak. Peki ya kadınlar, kadınlar niçin susuyor? Tepkisiz kalarak, tepkisiz kalınmasını sağlayarak ‘karı koca arasına girilmez, kol kırılır yen içinde kalır, karışma vs.’ bu hükümranlığın devam etmesine çanak tutuyorlar, erkekler ve kadınlar, birlikte.

Eğitimli olan, eğitimli olmayan, akıllı olan, akıllı olmayan, saygın olan, saygın olmayan pek çok kadın hayatın pek çok  zorluğunu sırtlamanın yanı sıra dayak yiyor, her türlü aşağılanmayı yaşamak zorunda bırakılıyor. Gelinen bu noktada, bu yüzyılda utanç verici sayılmalı ama hala doğal karşılanıyor. Gerektiği kadar ‘neredeyse hiç’ yazılmıyor, çizilmiyor, dile getirilmiyor. Yokmuş, olmuyormuş gibi yutturulmaya çalışılıyor, kadınlar acı, sancı çekerken. Göz göre göre, göz yumuluyor olanlara.

Kızlarımızın, kız kardeşlerimizin kurtulması, oğullarımızın, erkek kardeşlerimizin bu vebali boyunlarında taşımaması için bu suskun birlikteliğin bozulması şart. Onlar dayak atmaya utanmıyorsa, biz bize dayak atıldığını söylemeye neden utanıyoruz? Utanması gereken biz değiliz ki! Dayağı atan utanmalı, yiyen değil. İnsan yanımız o kadar gelişkin ki ‘erkeklere göre’ dayağı yiyen biz, onları koruyan, kollayan yine biz. Trajikomik, absürt, ironik. Konuşalım, paylaşalım. Paylaşmaktan korkmayalım ki yara deşilsin, aksın, boşalsın ve iyileşsin.

Böyle gelmiş ama böyle gitmemeli. Hatalarımızı görerek öğrenmeyi  öğrenmeliyiz. Bir gün kızıma annem gibi ?Ne yapabilirdim ki!? dememeliyim. Hiçbir anne kızına bu sözü söylemeyi hak etmiyor. Hiçbir anne kızını bir gün bu sözü söylemek için büyütmüyor. Kollarımı sıvamalı, önce kendime, sonra etrafımdaki kadınlara sahip çıkmalıyım. Yoksa kızımda dayak yiyecek, benim gibi, annem gibi, annemin annesi gibi ve diğer annelerim gibi. Sizde aynı şeyi yapmazsanız sizin kızınızda dayak yiyecek, sizin gibi, anneniz gibi, annenizin annesi gibi ve diğer anneleriniz gibi.

Annelerimizin ezikliğinin bedelini biz ödüyoruz. Bizim ezikliğimizin bedelini de kızlarımız ödeyecek, bizde seyirci olacağız. Sonra da ?ne yapabilirdim? diyeceğiz. İstediğimiz gerçekten bu mu? Bu eylemi annelerimiz gerçekleştirseydi bizim yapmamıza gerek kalmayacaktı. Biz yapmazsak, bu kötü mirası kızlarımız devralacak. Onlara büyük bir yük bırakacağız. Hiç değilse birkaç adım atalım, atalım ki kızlarımızın devam etmesi kolay olsun. Annelerimiz gibi ezik, tepkisiz ve köle olmadığımızı görsünler, görsünler ve bizimle onur duysunlar, övünsünler. Annelerimizde kendilerine göre büyük adımlar attı aslında. Kızlarının okumasını, aydın insanlar olmasını sağladılar, bir yandan kendi ezikliklerini sırtlanarak. Borçluyuz, annelerimize ve kızlarımıza. Bayrağı devraldığımızdan daha onurlu bir şekilde devretmeliyiz kızlarımıza.

Biz sustukça, tepki göstermedikçe onlar, o kan emiciler güçleniyorlar. Dayağa ve her türlü şiddete karşı durmalı, karşı durmayı öğrenmeli, öğrenince de  bilmeyenlere öğretmeliyiz. Önce kendimiz için, sonra kızımız, kızımızın kızı ve onların kızları için. Yasal haklarımızı öğrenmeli, öğretmeli, onları kendi silahlarıyla vurmalıyız. Bir çığlık duyduğumuzda hiç değilse telefonu almalı ve ?ses duydum? demeliyiz. Dur demeliyiz, buraya kadar. Buradan öteye geçemezsin. Burada benim sınırlarım başlıyor, demeliyiz.

Karşı çıkın size uygulanan her türlü şiddete. Başka çıkış yolu yok. Muhtaç olduğumuz kudret bizde zaten var. Yeter ki doğru yerde kullanalım.

Cennet anaların ayakları altındadır.

Hz. Muhammed

Şubat’12

?Ben de 1980?li yıllarda evli olduğum kişi tarafından şiddete maruz bırakıldım. İzmir?de bir restorandayız. Eşim bana ?kim o adam, sana niye bakıyor? dedi. Hemen oradan kalkmak istedim, çünkü ben o anda ne olacağını tahmin ediyordum. Utanmamak ve rezil olmamak için hemen kalktım, arabaya girdim. Yine üsteleyince haksızlık ettiğini, böyle bir şeyin olmadığını söyledim. ?Yeter, dayanamıyorum? dedim. Yumrukla gözüme vurdu, gözüm morardı. O zaman İzmir?de fuarda çalışıyorum, her gece binlerce izleyenim vardı. Makyaj örtmüyor, kapatmak için saçımı indiriyordum ama yine de kapanmıyordu. Bana soranlara yalan söyleyerek ?araba birden fren yapınca oldu? dedim. Onca yıl bunları sakladım. Çok yanlış olduğunu şimdi daha iyi biliyorum. Anlatmak, susmamak lazım. Benim yüz binlerce, belki milyonlarca sevenim olabilir ama aynı muamele bana da yapılabiliyor. Hiçbir şey fark etmiyor.?

?Allah kadınları sadece erkeklere hizmet etsin diye yaratmadı. Biz kadınlar eşlerimizle el ele, aynı yolda ancak hayat arkadaşı olarak yürüyebiliriz?

Bu haber ‘Emel Sayın’dan şok itiraf’ başlığı altında 9 Şubat 2012 günü haberlerde yer aldı. Aklın yolunun bir olduğunu her zaman söylemişimdir;)))

Şiddete karşı; alo 183

Kadın, din

Muzaffer, zafer, zeki, şeref, asalettin, cumhur, demir, erdem, onur, tekin, yaman, yücel, öncü, önder, acar, aslan, azmi, doğan, kartal, güçlü, sarp, yalçın, bora erkek isimleri. Açelya, ahu, arzu, billur, buket, buse, canan, emel, özlem, gonca, gül, meltem, nazan, neşe, sevinç, yonca, kader kız isimleri. Erkek isimleri ne kadar atılgan, kışkırtıcı ve onurlandırıcı ise kız isimleri o oranda bastırılmış, mülayimleştirici. Daha en başından, isimlerimizle birlikte başlatılıyor kaderlerimiz.
Kuran?da İsa?nın oğlu olduğuna cevaben Allah?ın ?doğmadığının ve doğurulmadığının? yazmasına rağmen, Allah kişileştirilmiş, ?Allah Baba? deyimi ile erkeklere mal edilmiştir. Allah insan değilken nasıl erkek veya kadın olabilir? Yetmezmiş gibi Allah?ın isimleri sadece erkek ismi olarak kullanılmış. Adil, Alim, Ali?y, Baki, Aziz, Azim, Celil, Gaffur, Gani, Hakim, Halim, Kadir, Kerim, Latif, Macit, Melik, Metin, Muhsin, Reşit, Rezzak, Vahit, Veli. Bunların az sayıda bir kısmı e takısı alarak kadın ismi olarak kullanılmış olsa da esas olarak Allah?ın isimleri erkeklere mal edilmiştir. Yalın hali ile kullanılan bir kadın ismi yoktur Allah?ın isimlerinden. Bütün bunlar demek oluyor ki, Allah erkektir, erkek olan yücedir, kadın ise varlık nedeni bilinmeyen bir yaratıktır. Bu noktada durup bir düşünülmeli, erkeği dünyaya kimin getirdiği konusunda.
Farkımız sadece kromozomlardan dolayı. Öğrenmedik mi lisede, biyoloji dersinde. XX ve XY kromozomu. Bu bizimde insan olduğumuza dair bir kanıt değil mi sizce? Neden erkekler insan olduğumuz konusunda şüphedeler? Neden bizi karalama tahtaları gibi görüyorlar? Dünya bizim cefa, erkeklerin sefa alanı değil. Erkeklerin cenneti, bizim cehennemimiz değil. Erkeklerin cefasını çekmek, pisliğini temizlemek için mi dünyaya geldiğimizi düşünüyorsunuz yoksa? O kadarda değil!
Köylerde okul yok, şehirlerde okullar çift tedrisat, günü yetiştirebilmek için çocuklar teneffüse çıkarılamıyor, camiler sinek avlıyor. Her yer, köyler, şehirler adım başı cami. Olmasın mı? Tabii ki olsun ama gerektiği kadar. Denetimi olsun, sayısı belli olsun. Bir izni olsun. Herkes kafasına göre cami yapamasın. Cami yapmak için sık sık para toplanıyor, yardım sandıkları açılıyor. Okul yapmak için para toplandığına şahit oldunuz mu? Nasıl okullar nüfusa ve yerleşim merkezlerine göre ayarlanıyorsa camilerde ayarlansın. 20 metre arayla camiye gerek yok ki! Ezan sesinin biri bitmeden diğeri başlıyor, ses sese karışıyor. Her caminin imamının maaşı, ısıtma masrafı, bakımı kimin cebinden çıkıyor? Elbette bizden alınan vergilerden.
O kadar camiye imam yetişmesi için imam hatip okulları açılıyor. İmam hatip okullarının sayısı çok fazla. İhtiyacın çok, çok üstünde imam yetiştiriyor. Arz ve talep dengelenmeli, ne kadar imama gerek varsa o kadar öğrenci almalı imam hatip okulları. 25 tane ilahiyat fakültemiz var. Bu kadar ilahiyat fakültesine gerçekten ihtiyacımız var mı? İş alanları, iş bulma olanakları var mıdır?
Aslında her dal için yapılmalı bu denetim. Belli okullardaki yığılmalar engellenmeli. Gereğinden fazla mezun veriyor her yıl hukuk fakülteleri. Her yer avukatlık bürosu. Avukatlar iş bulamıyor. Kapanın elinde kalıyor iş. O insanlar saygın bir yaşam için derslerinde başarılı olmuş, emek vermiş ve çaba göstermiş insanlar. Sadece kendileri değil, aileleriyle birlikte. Karşılık olarak bu hayatı hak ettiklerini hiç sanmıyorum. Bir avukat asgari ücretin iki buçuk katına iş bulabiliyor. 4 yıl boyunca fazladan okuyor, masraf ediyor, para kazanmıyor, kafa patlatıyor ve aldığı sonuç bu. Dediğim gibi sadece ilahiyat fakülteleri, hukuk fakülteleri için değil, her okul için yapılmalı bu ayarlamalar.
Camiler erkeklere ait. Erkeklerin özgürlük alanı. Kadınların iş yapmaktan beş vakit camide geçirecek vakti mi var zaten? Erkeklerin camiden geldiğinde yemek bulabilmesi için kadınların evde durup yemek yapmaları gerek. Erkeklerin camide namaz kıldıkları için aldıkları sevaptan karılarına da aktarılıyordur umarım!
Dindarlık çağ atladı. Para ile göz boyamalar, en pahalı ayakkabılar, çantalar, eşarplar, jeep arabalar. O kadar sevimsiz, yapmacık, gösteriş düşkünü ve itici görünüyorlar ki, insanı Allah?ından, dininden soğutuyorlar. Onların Allah?ı ile benim Allah?ım aynı değildir, olmamalı.
Bir kişi 10 kez, 20 kez hacca gidebiliyor. Bir gidişle 20 gidişin sevabı çok mu farklı? Denetlensin, izin verilmesin. O 19 gidişin parasını fakirlere verse daha büyük sevap kazanır bence.
VIP hacılarımız günlüğü 15 bin liraya VIP otellerde kalıyorlarmış Kâbe manzaralı odalarında. 10 gün kalsalar 150 bin lira. Kaç kez gittikleri de kendi bilgileri dâhilinde. Vay yavrum vay. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Kâbe?de yatan o büyük zat, sizin gibi VIP bir hayat yaşadığı için mi ziyaret ediliyor? Kendilerine önce bu soruyu bir sorsunlar bakalım. Onun yaşadığı şartları bir gözlerinin önüne getirsinler. Birde kendilerine baksınlar. İslam âlemi, din büyüklerimizin yaşam biçimi eğilim mi değiştirdi? Bildiğimiz, geçmişte yaşayan bütün din büyükleri hayattan, dünya nimetlerinden el, etek çekmiş, dini vecibelerini hayat biçimlerine sindirmiş, dünya güzelliğini Hak?ta ve hakta arayan, Allah için, O?nun öğretileri için kendini bu yola adamış kişiler değil midir?
VIP otellerde kaldıkları için CENNETVIP?den de yer ayırtabiliyorlar mı acaba? Allah her şeyi bilir ve görür. Allah katında yaptıkları hacılığın nasıl zuhur ettiği konusunda bir iddiada bulunmam ve bulunamam ama benim katımda hacılıkları geçerli değil. İnsanlar o hacının bir günde ödediği paranın 30?da biri için 30 gün çalışıp o parayla 30 gün yaşıyorlarsa asıl hacı o insanlardır. Ben bile onlardan kat, kat hacıyım.
Ancak kendilerini kandırırlar. Ayıp, günah. Gitmeyin ondan iyi. Mademki paranız bol gidin Karayip adalarına, Hawai?ye. Dünya ateşinde yanın. Cehennem ateşinde kim yanar orasını Allah bilir, ben bilemem. Hiç değilse göze batmazsınız. Bende dünya malını dünya için harcıyorlar, afiyet olsun der, bir yorumda bulunmam. Ama bu fiyata gidilen yer hac olunca ister istemez bir şeyler söylemek zorunda hissediyorum kendimi.
Mart’11
Kadın; beslenme; bizim kadınımız kansız ve kilolu çünkü 2. sınıf insan muamelesi görüyor. Yalap şalap besleniyorlar. Bir lokma, bir hırka. Her ay kan kaybediyorlar ama bu kanı geri yerine koyacak kadar iyi beslenmiyorlar. Kansızlık üşümeyi, üşüme kansızlığı, üşüme ve kansızlık yağlanmayı getiriyor. Miyom, ameliyatlar ve erken yaşta ölüm döşeği. 2. Karılar kıymetli olur, yer yemeyenin parasını.
Türk kadını kilolu, çirkin, mutsuz ve bakımsız. ?Erkeğine itaat et, sana sunulana ve kaderine karşı gelme? işlenmiştir beyinlerine küçük yaşta kadınların. Mağrurdur. Erkeğinin yediğine, kendine yontmasına göz yumar. Kız ve erkek çocukların aldıkları model anne babaları ve çevreleridir. Ve gördükleri hep aynı şeydir. Kadın ezilir, erkek ezer. Erkek alıcıdır, kadın verici.
Kek, kurabiye, onu da bulamazsa somun ekmek, bazlama. Olmadı, makarna, çorba. Kaşık düşmanıdır adı. Adın anlamı söylediklerimi doğrular gibi. Diğer bir adı eksik etek. Kıt kanaat beslenir, çocukları da öyle. Kendi yemez, çocuğunun önüne sürer, ona lazım, o beslensin, büyüsün diye. Merhametlidir. Doğasından gelir. Yeterli protein almadığı için erken yaşta kilo alır, devamlı kan şekeri dalgalanır ve erken yaşta şeker hastası olur. Köylerden bakliyatta gelmiyor artık ki yesin. Şeker hastalarının kadın erkek oranına bakarsak bu söylediklerimi doğruladığı görülür.
Kadın vücudu gebelikler yaşıyor, yediğini, aldığı besini karnındaki ile emzirdiği ile paylaşıyor. Doğum yapıyor, kan kaybediyor. Her ay adet oluyor, kan kaybediyor. Yeterli beslenemediği, aşağılandığı, hor görüldüğü için kaybettiği kanı yerine geri koyamıyor. Arkasından geliyor sıra,sıra hastalıklar. Erken, daha genç sayılabilecek yaşlarda kemik erimesi yani kemik güçsüzleşmesi, peşi sıra kalça kırıkları, kemik kırıkları görülüyor yeterli beslenemeyen kadınlarda. Direnci azalıyor kemiklerin ve kolayca kırılıyor. Bel öne doğru kamburlaşıyor, boy kısalıyor, kadın ufaldıkça ufalıyor.
Haberlerde kemik güçsüzleşmesinin sebeplerini sıfır beden olma tutkusu, vejetaryenlik, aşırı diyet olarak açıkladılar. Dünyadan ve yaşananlardan, şartlardan haberleri yok olmalı böyle söylediklerine göre. Bir yandan açlık, sefalet, yokluk, yoksulluk, yoksunluk kol geziyor, diğer yandan kadın için ayrıca baskı, zulüm, işkence. Nerede yaşıyorlar bu ?haberleri? hazırlayıp sunanlar? Espri mi yapıyorlar?
Erkeklerde neden yok kemik güçsüzleşmesi? Erkekler kemiksiz mi? Kemiksiz olup olmadıklarını bilemem ama kansız olduklarını biliyorum. Yakınen.
Esnaf lokantaları, et lokantaları, beylerin emrine amade. Lokantaya parası yetmeyenler, ki yeter, mangal başında. Kendi gibi bir iki serseri bulur her yerde. Parayı veren düdüğü çalar. Herkesin karnı kendi yanında. Eve gelince karın kontrolü mü yapacaksın ne yedi, ne yemedi diye! Evinde yerse de çeker önüne, siler süpürür. O vermiş parasını.
Önce erkeklerin, sonra onlardan arta kalanlarla kadın ve çocukların doyduğu sofralarda büyüdük pek çoğumuz. Bizim evde böyle değildi ama pek çok evde şahit oldum buna büyürken. Doğada da böyle bu kanun. Erkek aslan önce doyuruyor karnını, dişi aslan ve yavrular ondan sonra. Erkeğin bencilliği diğer canlı türleri içinde geçerli.
Yaptığım salatanın ben masaya oturana kadar bitirildiğini, bir kaşık bile yiyemediğimi çok bilirim. ?Kazanan o, o yesin? düşüncesi kadınlara bile yerleşmiş durumda. Hatta çoğu zaman bu düşünceyi destekleyen kadınlar. Pişirip ortaya getirenin canının bir kıymeti yok sanki! O nasıl olsa ortaya getirmek zorunda. Az yese de olur. Yemese de olur. Yarın yine yapar, yine yiyemez, ne olacak ki! ?Asıl iş kazanmakta, biri pişirmezse bir diğeri bulunur pişirecek? diye düşünenlerin varlığı aşikâr. Unutmayın ki, o pişirende kendine başka bir kazanan bulabilir. Çare ve çözümler herkes için geçerli.
Yanaklarından kan damlıyor beylerin. Göt, göbek bir tarafta. Kadınlarınki de öyle ama yukarıda söylediğim sebeplerden. Gel keyfim gel. Evde bir köle, ne versen, önüne ne koysan razı, her işini yapıyor. Gece gündüz hizmetinde. El ense. Vur kafasına, al ekmeğini. Böyle saadete can kurban. Baş kaldıracak olursa vurursun ağzına iki tane, olur biter. Sıkıyorsa kaldırsın başını. Ne zamanki adam ölür, -fazla et yemekten bir kısmı gut olur, bir kısmının kalbi kaldırmaz veya Allah burunlarından fitil, fitil getirir, zaten kadın kadar güçlü değildir bünyeleri-, kadın kocasının emekli maaşını eline geçirir, o zaman dilediği gibi beslenir, dilediği gibi yer, içer, yaşar. Rahmetli kocasına methiyelerle!
İyi beslenmeyen erkek ve kız çocuklardan erkek olanı para kimdeyse gücün onda olduğunu öğrenmiştir çocuk yaşta babasından. Bir an önce paranın sahibi olur ve öttürür düdüğünü. İnce düşünmez erkek milleti. Kendi çıkarı için hangisi doğruysa o doğrudur. Anda yaşar. Bu döngü böyle sürer gider.
*Burada bütün faturayı erkeklere kesmekte yanlış olur aslında. Yanlış bilinçlenme, yanlış beslenme de etkili bu kötü gidişatta. Doğru beslenmeyi öğrenmek gerek. Doğru beslenme sayfam size bir parça rehber olabilir bu konuda.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *