Press "Enter" to skip to content

Günlük 2y Ekim’2015

***Her diziye kucağında itle kıvırta kıvırta gezen bir ibne kampanyası başlatılmış galiba, az önce güllerin savaşında gördüm, diziyi izlemiyorum ama bu onu görmeme engel değil, bir bakışta göze çarpıyor zaten, kiralık aşk’ta da vardı, Nergis Kumbasar’ın arkadaşı rolünde, aynı adamı şimdi başlayan İvana Sert’in dizisinde de gördüm, adam dedim değil mi, ağız alışkanlığı, ibne, dizilerin bu nadide çabaları ürün vermeye başladı bile, liselere kadar düşmüş ibnelik yarışı, kızımın okulunda varmış, bugüne kadar duyulup görülmemiş şey oldu sayelerinde, bu 3. liseye gönderdiğim çocuğum, 7 senedir farklı liselerde okuyan çocuklarım var, ilk defa karşılaşıyorum, gözleri aydın, pislikler, o pislikleri oyuncu diye oynatanlara diyorum pislikler diye, pislikler, gözümüze soka soka normalleştirdiler, dilerim Allahtan kendi evlatları da olsun, görsünler bakalım nasıl oluyormuş.
Onca insanın vebalini alıyorlar üstlerine, ya bir ben miyim bu mahallenin delisi, benim gibi düşünen, hisseden, çocukları için, gelecek nesil için bu endişeleri duyan bir Allahın kulu yok mu, ben benden başkasını görmedim ortalıkta, hiç mi kimsenin sesi çıkmaz kardeşim, bu ne ödlek bir millet olduk, herkes kendi osuruğundan korkuyor, bu mudur insanlık, hiç mi sorumluluk duymazsınız çocuklarınıza, çocuklarımıza, başlasın bir kampanya, dizilerde ibne istemiyoruz, bu bu kadar basit, valla hiç abarttığımı düşünmüyorum, herkesin fikri kendine.
***Geçmişimle yüzleştim, yani en azından yüzleştiğimi sanıyorum, ve yüzleşmiş sayıyorum, hep aynı yükle yaşamak ağır gelebiliyor insana, bir durup boşaltmak gerek o yükü.
***Kızımın okulundaki ibne bozuntusu oğlanlara sarkmaya başlamış, koca okulda bir babayiğit çıkar elbet onu adam edecek, evire çevire, adam olmasını öğrenir.
***Aziz Sancar, bir Türk bilim adamı kimya nobeli almış, elbette biliyorsunuzdur, bende bir kez daha üstünden geçeyim dedim, ilk gerçek nobelimiz, bilim dalında olması sebebiyle. Oğullarımın biri matematik diğeri fizik öğrencisi, o itibarla benimde yakın alanıma giriyor, iki bilim adamı, büyütüyorum, diyemiycem, yeterince büyüdüler, büyütmüşüm diyeyim, de bu sorun da burada çözülsün.
***Gördüğünüz gibi yukarıda Türk bilim adamı dedim, ve buna dair hiçbir şüphem yok, kendi de şüpheye yer bırakmamış zaten, yukarıdakini dünkü haberlere göre yazmıştım, bugün gelen haberleri çok daha güzel, Mardin hdp milletvekili Mithat Sancar’ın akrabası olan, Mardin’de doğup büyüyen, liseyi Mardin’de bitirip üniversiteyi İstanbul’da okuyan nobelli Aziz Sancar şöyle demiş; “milliyetçi bir ailede büyüdüm ve çocuk olarak göğsümde Türk bayrağı olması benim için çok önemliydi”; bütün vatan haini hdp-pkklılara ve onların yardakçılarına kapak olsun, ayrıca “politikayla uğraşmak yerine bilime ağırlık verin, bütün çocuklarımıza bilim alanında eğitim öğretim vermemiz lazım, özellikle kızlarımızı okutmak lazım” demiş, boş işlerle, inatlarla, kinlerle, itliklerle uğraşmak yerine insanca yaşayın mesajı vermiş yani bunları yapanlara, anlarlarsa!
Ayrıca “arap mısınız, kısmen mi Türk’sünüz” diye soran bbc muhabirine “Mardin’de de doğsam, Kars’ta da doğsam Türk’üm” demiş, sadece bilim alanında değil insanlık alanında da büyükmüş, öpüyorum ellerinden, gözlerinden.
Liseyi Mardin’de okuduğunu söylemiştim, o sınıfından 20 tane profesör çıkmış, Aziz Sancar 70 yaşında, bu durumda kim diyebilir Türkiye’de insanlara bir ayrımcılık, ayrılıkçılık güdüldüğünü, hatta Mardin’e imtiyaz tanınmış bile diyebiliriz, bunu yapan, ayrılıkçılık güden olsa olsa hdp-pkklılardır, kendilerine ayrımcılık yapılmasını dayattıkları için bize, böylesi eşit şartlarda yaşayıp yaşadığı o ülkeye ihanet etmek, daha açıkçası yemek yediği kaba sıçmak bence içinde bulunduğu durumu görememek, gaflet içinde olmaktır.
Sıfır noktasından, 7 çocuklu fakir bir aileden alıp nobele kadar taşımış bu ülke onu, saygın bir bilim adamı olmuş, kaç ülke yapabiliyor bunu insanları için, bizim çapımızda olan, yoktan var olan, cumhuriyetinin yüz yıllık mazisi bile olmayan, sağ olsun, o da bunun karşılığını bu ülkeye olan bağlılığı ile göstermiş, yüz akımız, yüz karalarımıza da ders olsun böylece, insan olmak, vatan sevgisi nedir gösünler.
İlk günün haberlerinde Mithat Sancar akrabaları ile övündüklerini söylemişti, ikinci günün haberlerinden sonra hala öyle düşündüğünü hiç sanmıyorum. Şu pislik ortamda, kafaların hallaç pamuğuna çevrildiği bu ortamda ilaç gibi geldin Aziz Sancar, Türk olmanın gururunu bize hatırlatarak, sağ ol, var ol.
Milliyetçiymiş, varsın olsun, ne fark eder, Türklüğü yücelttikten sonra.
***Müyesser Yidız’da benimle aynı saatte yazmış, ana haber saatinde, ben sabah okudum, ve aynı şeyi söylemişiz, “ilaç gibi geldin” diyerek, akıl bir olunca akan suyun ferahlığı da aynı oluyor demek ki. Konuyla ilgili olarak Can Dündar’ın yazısını beğendim, genel olarak beğeniyorum zaten Can Dündar’ı, kıvrak bir zekası ve ortaya iyi bir koyuş biçimi var.
***İki gün önce bir arkadaşımın boşanma davasında şahitlik yaptım, avukatın aldığı yüzde on, diyelim ki payına 250 bin düştü, 25 bini direkt avukatın, karlı iş valla, iki kişi ömür boyu çalışıp didinip o paraya sahip oluyor ve hakça bölüşebilmek için avukata işleri düşüyor, avukat iki üç kere davaya girip o paranın yüzde onuna konuyor, eşlerden herhangi biri o parayı alsa çok daha hakça olur, hiç değilse o para üstünde emeği var, çokta didişmeden anlaşarak boşanmayı başarmak gerek.
***Dün oğlumun gasp olayının mahkemesi vardı, adam 12 yıl ceza almış, acıdım vallahi, neyse ki başka suçlarıyla birleştirildiği içinmiş, yoksa bir suç için 12 yıl biraz fazla geldi bana, araba çalma falan filan, her ayak var adamda yani, bu ara kısmetimiz mahkemelerden açıldı, devamı da gelecek sanırım, cumartesiden sonra, hayırlısı, mesajımı yolladım, alan aldı.
***Ovvv, bugün çok iş yaptım, belim kırıldı iş yapmaktan, pestilim çıktı, 4 yatağın alezlerini yıkadım, yatakları süpürdüm, alezler kuruyunca alezleri ve temiz çarşafları serdim, yorganlar silkelendi, güneşlendi o arada, karşılıklı duran masa ile kitaplığı yer değiştirdim, tek başına, ben herkül, kitaplıkların, mutfak dolaplarının üstlerini, yatakları çekerek yatak kenarlarını süpürdüm, viledayla sildim, evi, balkonları süpürdüm, silemedim, pilim bitti, zaten akşam oldu, o da yarına kalsın, yarın boş mu oturayım, kış girmeden, cam, kapı kapanmadan bir operasyon düzenleyeyim dedim eve, yemek falan yapmadım, dünden ne varsa ona talim, bazen çok iş yaptım derim kendi kendime, sonra otellerdeki kat görevlisi kadınlar gelir aklıma, düşündüğümden utanırım.
Her zaman bu kadar zinde olamıyorum, sanırım şeker düşüklüğü var bende, sanırım diyorum çünkü bilmiyor, atıyorum, köylü kafalıyım ondan doktor nedir bilmem, o yüzden, karbonhidrat yemediğimde enerjim tavan yapıyor, yersem yerlerde sürünüyorum, yemeyeyim diyorum, bir türlü beceremiyorum, makarnalar, pilavlara dayanamıyorum, bir yoluna koyamadım şu işi, eski beni arıyorum, yorulmak bilmeyen, ama nerede, yok.
Ömrüm hep böyle geçti, hep iş yapmakla, durmaksızın,  o işini yaptığım kişi ne yaptı, bana hayatımın kazığını attı, hayatının kazığını da benden yiyecek, yiyor, birine ne kadar acırsınız, size acıdığı kadar, el iş yapıyor ama kafa boş durmuyor ki, bir ileri sarıyorsun, bir geri, düşün düşün, kötüdür işin;)))
***9. sınıf din dersi kitap kapağındaki üçgen biçimli 666 sayısı illüminatiyi çağrıştırıyormuş, ben çok anlamam, kızımın bilgisi dahilinde.
***Laf olsun torba dolsun diye arada ev bakarım, illa almam lazım değil ya, piyasadan haberim olsun, geri kalmayayım olan bitenden, çayyolu incek arası çok sayıda gökdelen yapıldığını yazmıştım, geçenlerde incekte baktım, 3,4 katlı güzel evler, dışardan öyle görünüyor, ilgili kadın 4+1 den başlıyor deyince anlaşıldı zaten konu, 800-900 binmiş fiyatlar, vav, vav, vav, kızımın özel okulda değilde devlet okulunda okuduğunu söyleyince “hıımm” etti şöyle bir, mesele anlaşıldı der gibi, “siz ne civarda düşünüyordunuz” diyince 100-200 diyecek halim yok ya, ayıp olur yani, üstelik böyle bir para-parasızlık baskısı altındayken, “500 altı” dedim, “aaaa, incekte bulaaamazsınız o fiyata, sinpaşlarda vardır ancak” dedi ağzını yaydıra yaydıra, sen kim incek kim diyor bana, inceden, 500 altını duyunca, kıçına kalsa beni ezikleyecek, kıçımın yan kenarı, ben o senin gittiğin yolları gide gele aşındırmışım, baktım o fiyata daha fazla bakmaya gerek yok, muhabbetin de tadı yok, hiç çekemeyeceğim, teşekkür ettim, çıktım, çıkarken, “Allah rast getirsin veya kolay gelsin” gibisinden bir laf etti, hepimize dedim, sen nesin dedim yani, anladıysa, anlamamıştır, kaz kafalı, münasebetsiz, görgüsüz, görgüsüzden, sonradan görmeden bol ne var bu zamanda, en azından onun gibi deli gibi  tek başına dört duvarı beklemiyorum 3 kuruş için, isterse 5 kuruş olsun, hayat nereden baktığınızla ilintili hayata, benim için özgürlüğüm her şeyden kıymetli, kendini nerede görüyorsa, hıh, zavallı!
5 katı param olsa, o eve ölüp ölüp bayılsam yine almam o evi, sırf o manyağa para kazandırmamak için, o kadar da inatım, dünyası paradan ibaret zavallının, kendini çok akıllı sanıyor olmalı, dünya kadar paran olsa ne, sen o paranın içinde mutlu olamadıktan sonra, mutlu olsa o kadar zavallıca davranmazdı.
Hep yukarılara bakmak olmaz, bugünde eryaman tarafına baktım, çok katlı otoparkları biliyordum, şimdi çok katlı gecekonduları da görmüş oldum, 2+1 ler 150-200 arası, 70 metre kareymiş, iki kişi zor sığar o evlere, iç donanım zaten derme çatma, bir katta var 10-12 daire, 8-10 katlı, ev değil otel mübarek, o çevredeki inşaatlar hep öyle, sürümden kazanacaklar, küçücük evlerle, milleti küçücük evlere tıkıp, boş ovaları değerlendirmişler, daha evler dolmadan marketler gitmiş bile, beğendik, çağdaş hepsi var, üşüşmüşler hemen, insan nereye marketler oraya, o evlerin dolu halini düşünemiyorum bile, olabilecek insan kalabalığını, çingene çalar kürt oynar herhalde, it babasını tanımaz, Allah düşürmesin, yazdıysa bozsun, aklım şaştı, yeni dönem gecekonduları, çok katlı gecekondu, yapanın elinde patlasın inşallah, insanları o evlere layık gördüğü için, ev değil ahır.
Allah bana oraya bir daha gitmeyi nasip etmesin, göçmen evleri sanki, klozetle duşakabin arasında bacak koyacak mesafe yok, nasıl oturulacaksa, ancak bacaklarını açarak oturulur, oturana kadar da epey bir cendereden geçilir, bu kadar mı tamahkar olur insan, oturan para verecek, bedava oturmayacak ya, internetten baktım, toki evleri bile onlardan çok daha geniş ve ucuz, sonuçta ikisi de uzak, artık her yer uzak, incek yakın mı?
İncekte baktığım evde o tarzda yapılmış aslında, onun küçük versiyonu, ve kaliteli, ama evleri büyük, ortada bir avlu, etrafında evler, yalnız incektekinin avlusu açıktı, eryamandakinin kapalı, apartman olması münasebetiyle, yine dip dibe, burun buruna, hiç özeli olmaz ki orada insanın, başını kaldırsan insan, insanat bahçesi, eksik olsun. Bu anlamda büyük apartmanlar daha kullanışlı bile olabilir, yine dip dibe olmadıkları müddetçe, sinpaşlar öyle mesela, dip dibe.
Şu an oturduğum apartmanın yanında, yakınında bir apartman var sadece, arka pencereleri bize bakıyor, kimseyi görmeyiz, sadece bir oğlan çıkar ara ara sigara içer, o bile bizi tedirgin etmeye yetiyor, her görüşte işin yoksa kalk perdeyi kapa, akşam olmuş, ışık açılmış ve kalın perdeyi çekmeyi unutmuş olabiliyoruz bazen, değil her zaman, onu görmediğimiz müddetçe, öyle dip dibe olsa hiç yaşanmaz, kafamı dışarı çıkaramam.
***Kızımın okulunda ikide lezbiyen çıkmış, şimdilik, biri kendi sınıfında, biri de yan sınıfta, ikisi de 9. sınıf, 14-15 yaşında, ne günlere kaldık, kızımı kızlarla çıkması koşuluyla yolluyordum bir yerlere, şimdi kızlardan da korkacağız, bu ne iştir başımıza gelen, bir tanesi geçen yıl kızımın arkadaşıyla birlikte olmak istemiş, kız reddetmiş, sanki kız ve erkek arkadaşları cinsel kimliklerini tamamlamışlar gibi, birlikte oluyorlarmış gibi rahatça teklif ediyor, sapık olunca onlara serbest galiba,
Kafamıza taş yağacak derlerdi eskiden, o döneme geldik galiba.
Bunların geneli paralı ailelerin çocukları, o okulda paralı çok, hepsi özel okuldan anadolu lisesine geçmiş, paranın ve ilgisizliğin azdırdığı, boşluğa düşürdüğü çocuklar.
***Benim gibi kocasından dertli bir arkadaşım var, 25 senedir konuşur konuşur bir sona varamazdık, sonunda ben sonuçlandırdım, anlatacağım bir şey kalmadı, öyle olunca o da bana anlatmak istemiyor aslına ama bugün yine derdini açtı bana, yine canı sıkılmış, canını sıkmış, her zamanki gibi, sabah altıda gelmiş eve, telefonda, “kızım, yakala, koy bir kenara, bakarsın lazım olduğuna karar verirsin, mevduat hesabı gibi düşün, geleceğe yatırım, bir köşede dursun, yüzde elli banko, fena mı, seni ölene kadar rahat rahat yaşatır, şimdikinden daha iyi yaşarsın, üstelik zahmetsiz, üstüne de onu çekmezsin, malülen emekli konumunda, at gitsin başından” dedim, “bu defa artık aklıma yattı, yapacağım” dedi, buradan da anlaşıldığı gibi çok demiştim de, keh keh;))) eh, benim gibi bir örnekte olunca önünde, baktı ki karlı iş, kararını verdi, “şimdiye kadar aptallık etmişiz o zaman, haklarımızın farkında değilmişiz” dedi, öyle olmuş gerçekten, ona söyledim, siz anlayın artık, canınıza yettirirse canına yettirin, en kötü koşulda yüzde elli banko, minimum, üst katları da var, 25 yılı duyunca kulakları açıldı avukatın, demek ki ne kadar yıl o kadar para, karlı iş, benden söylemesi, taş attık kolumuz yoruldu sonuçta, her şeyin bir karşılığı var.
Hayatıma huzur geldi, sinir yok, stres yok, ne cehennemin dibine giderse gitsin, dönüp evime gelmedikten sonra bana mı dert, sanki hiç yokmuş, hiç olmamış gibi, ne güzelmiş meğerse hayat, çocuklarımın yüzündeki gerginlik bile azaldı, sonunda huzura erdik, çocuklarımın şimdiye dek hiç görmedikleri huzura, ben görmeyeli de epey olmuş, her şey birbirini etkiliyor sonuç olarak, cehenneme kadar yolu var, it herif, çakal, hala arsızlıkla burada kalacak aklınca, oynaya oynaya gidersin öyle, kendi bokunu da kendin pakla, kıdemli hizmetçi tutmuş sanki beni kendine. Eşekler gibi yorulan biz, daralan, bunalan onlar, para ceplerinde ya, o bunaltıyor onları, kudurtuyor, harca beni, harca beni diye, şimdi bul da harca bakalım, benden kalırsa, yalvar öyle, hepsi benim, son kurusuna kadar, ne vericem, avucunu yala, bu sefer “para bendeee”
Ev isi bu, elbette yapilacak ancak sen emrinde 5 kisiyi calistirip evinde 5 kisinin isini bir kadinin sirtina yukiersen eni sonu o kadin da seni sirtindan atmasini bilir.
Bir daha erkek mi, böööyk, tövbeler tövbesi, bir kadının yapacağı en akılsızca iş bir erkeği başına dert etmek, hele ki bundan sonra, anca kurtardım paçayı, helva olsa okuyup üflerim üstüne, o derece, büyük mü konuştum, büyük konuşmak iyidir, neyse o.
 O kadar işim var ki, bana yetiyor da artıyor bile, 3 çocuğumla, extrasına gerek yok, onlar giderse bir gün, işim azalır, bir oh çekerim, kendime göre yaşarım, ikinci bir gereksiz yük olmaz sırtımda hiç değilse. Sonra torunlarım olur, onlarla oyalanırım, ammaaan, kazık mı çakacağız sanki dünyaya.
Bugün mesela, hala sabah erken, saat 7, birazdan kahvaltı hazırlayacağım, çocuklarım gittikten sonra erzak dolabını temizleyeceğim, ev süpürülüp silinecek, hala gözüm keserse banyoları da temizleyebilirim, ama sanmam, büyük ihtimalle yine o iş yarına kalır, dün pazı aldım, onu pişireceğim, pazı fazla beklemez, naziktir, kabak, karnabahar da aldım, onlar bekleyebilir, bugün birde tavuk pişecek, o da fazla beklemeye gelmez, organik, veya inşallah öyledir, arada bulaşık, varsa çamaşır halledilecek, bir günlük bu kadar iş bana yeter de artar bile, günlük programım bu, beğendiniz mi;))) 25 yıldır hiç değişmeyen program, beni programlayan iyi programlamış, hiç sekmiyor, gün içinde yeni sürprizler eklenmezse tabi.
Dünde kapuska yapmıştım, hala bitmedi aslında, bulgurlu, nefis olmuş, kısaca özetleyeyim, yağ, soğan, ince doğranmış yeşil, kırmızı biberler, domates, lahananın kalın damarları, ince doğranmış, ardından lahana, pişmeye yakın bulgur, tuz, pul biber, hepsi aralıklı olarak konacak, pazıyı da aynı şekilde pişireceğim ve tabi ki hiç su koymadan, dün kızımın arkadaşı geldi, yaptığım kabak yemeğini çok beğendi, tarifini aldı, sizde isterseniz tarifi yemek pratik sayfasında, o da susuz pişiyor, ben sebzelere hiç su koymam, hatta gerekenleri, ince yapraklıları kurutucudan geçiririm. Et’olog çocuklarım, sebze’olog ben.
***Amerika Amerikalıktan çıktı çıkalı filmlerin de tadı kalmadı, işten kovulan, işsiz kalan insanlar, işsiz, evsiz kalıp sokakta eşyalarını satan insanlar, dünyanın dört bir yerinden gelen mültecilerin dramı, barajlara bomba koyan çevreciler, hasta insanlar, yahu ben zaten bunları unutmak, bunlardan biraz olsun uzaklaşmak için izliyorum filmi, her açtığım filmi kapatıyorum.
***”Gündüz zırıltı, gece horultu” nedir? Bunu bugün bana yürüyerek giderken durarak beni arabasına alan bir kadın söyledi, o zırıltıyı ve horultuyu çok dinlemiş anlaşılan, yaşı benden büyüktü.
***Bana kalırsa insanlar davranışları, nasıl davrandıkları kadar yer kaplıyorlar uzamda, ne oldukları, kendilerini ne sandıkları değil kendilerini nasıl yansıttıkları, size nasıl bir gözle baktıkları ile, hayat bir sınavsa geçer not bundan alınıyor olmalı, sevgi dolu bakışları ile daima insanı yüreklendiren, yükselten, sevgi verip sevgi alan sevgili hocam Nurhan Karadağ, daima ışıklar içinde ol.
Ağlıyorum, uyandım, gece yarısı, ona mı, kendime mi bilmeden, hem ona hem kendime sanırım, 25 yıl öncesine gitmek, tekrar hatırlamak ağır geldi, hayat bir illüzyon gibi, ne tarafındaysanız orayı yaşıyorsunuz, benim öyle olmuş, unutmuşum her şeyi, kendimi, kendimi selin içindeymişçesine oradan oraya sürüklenirken bulmuşum.
***Alkışlarla uğurladık hocamı, onu hep gördüğümüz yer olan sahnede, olması gerektiği gibi, her sevginin bir bedeli var, o da gözyaşı, içindeki acıyı susturmanın en kolay yolu.
***Yürekteki acıyı hafifletmenin iki yolu var, birincisi gözyaşı dökmek, yani ağlamak, ikincisi ise uyumak, ben her ikisini de yaptım şu an ve dünkünden daha iyiyim, oysa dün kaskatı kesilmişti vücudum, sadece oturdum ve tv ye baktım, yerimden bile kalkmadan, gidenle bir parçası da gidiyor sanki insanın, eksiliyor, ne garip.
Oysa ki son 25 senede sadece bir kere gördüm, 2-3 yıl önce, onda da beni hatırlayıp hatırlamadığından dahi emin olamadım, ama bu geçmişi unutmamı gerektirmiyor elbette, ben yine şu an zırıl zırıl, o dersten geçmek zoruda olan bir küçük kızı anlayıp belki hakkıyla, belki değil ama onu anlayarak o dersten geçirişi, ki okulu bitirmem için sadece o ders kalmıştı, bunu yapmak zorunda olduğunu benimle birlikte o da hissetti, dışlanmanın, horlanmanın nasıl bir şey olduğunu bildiği bu dünyada bütün dışlanan ve horlananlara, küçük görülenlere kol kanat oluşu, herkese yüreğinde bir yer vermiş olması, anlaması, anlamaya çalışması beni zırıl zırıl etmeye yetiyor, ben bile yaşlandım tribine giriyorum çoğu zaman, oysa o hala okulda ders veriyormuş öğrencilerine, son güne kadar, asansörü değil merdivenleri kullanıyormuş gidip gelirken, yıllarca öyle yaşamış, asansörü neylesin, o öyle biriydi, sade, düz, sıradan ve aslında mükemmel, kullarının ve kendinin sevgili kulunu acıtmadan, incitmeden, çektirmeden almış yanına, onun insanlara merhamet ettiği gibi merhamet etmiş ona.
Dedim ya, hayat bir illüzyon diye, orası da öyle bir illüzyondu işte, toplama kampları gibi ikiye ayrılmıştı insanlar, gözde olanlar ve olmayanlar diye, neye göre kıstaslanıyorsa, görünüşüne, havasına, tavrına, maddi durumuna, geldiği aileye, elinde salladığı bir araba anahtarı olup olmayışına kadar varan bir ayrımcılık gözetiliyor ve insanlara buna göre muamele ediliyordu, sen gözdesin, sen değilsin şeklinde, Nurhan hoca gözde olmayanların hocasıydı, gözde olmayanların gözdesiydi, fakir babası gibi, bu vesileyle çok insana yol, ışık oldu, buna bende dahil, kendi de ışıklar içinde olsun.
Neyin hırsı, abartısıydı hala anlayabilmiş değilim, bunu yapanlar anlayabildiler mi acaba, dün bazı nedamet sözleri dolaştı etrafta, “onu keşke zamanında anlayabilseydik” babında, bunun söylenmiş olması bile bir gelişme, ki söyleyeni kişisel olarak bunların dışında tutuyorum, “kibirden uzak” denmiş sosyal medyada, hakkında, bu durumda bu ortada kibirli birilerinin var olduğunu gösterir ki bu da benim düşüncemi destekler nitelikte zaten.
Bizlere Çehov’un, Lorca’nın, Gogol’ün, Shakespeare’in dramlarını öğretirlerken bir yandan da asıl dramı yaşattılar, gerçek bir oyun sahnelendi orada, itelenenler ve bütelenenler oyunu, krallar, kraliçeler, entrikacı insanlar, bir oyunda olması muhtemel her unsur vardı o gerçek oyunda, sanki bize dünyaları vaad ediyorlarmış gibi, dün baktım hepsine, tek tek yüzlerine, o gözde, güzide öğrencilerinin de paradan, şandan, şöhretten, mutluluktan abad olduklarını göremedim, öyleyse bu neyin hırsıydı, hala bilemedim, illüzyondu dedim ya, illüzyondu gerçekten, biz ise gerçek sanmış ve acılar çekmiştik, dışlandığımız, horlandığımız, durduk yere, hiçbir sebebi yokken küçük görüldüğümüz için. 20 kişilik sınıflarda toplamda 80 kişiye verilen eğitimde bu ayrımcılığı başarabildiler ya, üstelik yaklaşık 15 öğretmen ile, helal olsun onlara.
***Şimdi kızıyorlardır bana, bazı okuyucular, kızsınlar, hiç umurum değil, ben yıllar boyunca kızdım, içerledim onlara, birazda onlar içerlesinler bakalım içerlemek nasıl bir şeymiş, yıl 1987, yaşım 20, okuldan atılmışım, tek ve kıytırık bir dersten, ders kodu 104, birinci sınıf tiyatro tarihi dersi, hiç unutur muyum, başımın belası, bir tanesi dönüp sormuş mu “bu kız bir ders yüzünden niye atıldı, atılıyor, bu kızın ailesi yok burada, yurtta kalıyor, okuldan atılınca ne yer, ne içer, nerelerde barınır, kaldığı yurttan da atılır mı, kurda kuşa yem olur mu” diye, lafa gelince “biz bir aileyiz”, bende üvey evlat, iki yıl sonra af çıkmış, geri gelmişim, benim atılmamı sağlayan hoca bana yeni sınıfımın önünde “iki yıl sürttü, geri geldi” demiş, benim ağırıma gitmedi mi, gitti, yerin yedi kat dibine girip çıktım mı, girip çıktım, yuttum mu, yuttum, unuttum mu, unutmadım, asla, ama yinede dayandım, yıllarca kan kusa kusa gittim, nefret ederek, ve o okulu bitirdim, bir işime yarayacağı icin değil, sırf inat için, başladığım işi yarım bırakmış olmamak için, bir işime yaramadı zaten.
Oradayken vermiştim kararımı, her ne olursa olsun o insanlarla iletişimimi kesecek, o işle ilgili bir iş yapmayacaktım, iş bulmaya yeltenmedim bile, yeltendin diyen olursa çıksın karşıma, o insanlardan uzak olayım da yerlerde sürüneyim, buna değerdi, öyle de oldu, diplomamı almadım bile, ne işime yarayacaktı ki, çektiğim azabın belgesi olmaktan başka, yıllarca o okulun önünden dahi geçmek istemedim, zorunlu olarak geçtiysem de dönüp bakmak dahi istemedim, görmemek icin yüzümü başka yöne çevirdim, hatırlamak istemediklerimi hatırlamamak için, o kadar nefret ettim, etmişim.
Sadece 3 yıl kadar önce birinin bir işi için gittim, zorunlu kaldığım için, bunlar iyi, iyileşmiş günlerim, kendim isteyerek gidebildiğime göre, gerçek bir nedenim olmasa yine gitmezdim, Nurhan hoca o kötü günlerimin pansumanıydı, öyle olmasa asla gitmezdim,  kolay mıydı benim için orada olmak, hayır, orada daha uzun kalabilmek için zorladım, zor tuttum kendimi, kaçıp gitmemek için, yaklaşık bir saat durdum, son birkaç yıl öncesine kadar bir kabusum vardı, bölüm derslerini vermis, türkçe, ingilizce gibi bölüm dışı dersleri verememişim, kan ter içinde uyanıyordum, sık sık, bundan başka hiç kabus görmedim ömrümde, o kadar yer etmiş içime, sanki tıp fakültesi bitirmişim, ne desem benim yaşadıklarımın onda birini bile yaşatamam onlara, benim ömrümün eksenini kaydırdılar, bir zahmet sıra bana gelmiş olsun. Aciz, küçük bir çocuğu bu denli köşeye sıkıştırmak size yakıştıysa bunu yazmakta bana hayda hayda yakışır.
Bu yazdıklarımı o, bu görsün diye bir çabam var mı, hayır, yapsam bu çok zor değil, sansasyonel olmak için mi yazıyorum, hayır, sizin görüp bilmeniz benim icin yeterli, hedef kitlem sizsiniz, benim için olan değerinizi bilin, ben biliyorsam sizde bilmelisiniz.
Bunları yaşamak için tek suçum neydi biliyor musunuz, kalemimi kıran, idam fermanımı hazırlayan başpiskoposa birinci sınıf olmanın, hevesli olmanın belkide biraz şımarık olmanın sebebiyle tad’de bir tiyatro kursuna katılmayı düşündüğümü söylemiş olmam, meğerse adını zikrettiğim o kursu düzenleyen kişiyle kavgalıymış, bunu sonradan öğrendim, oysa ne tanıdım ne de adını hatırlıyorum, iki isimliydi, o kadarını hatırlıyorum, ne bir saygısızlık ne de bir hata, kimseye yapmadım, yaptım diyebilir misiniz, belki bir gaf, onu bile anlamadım, niye olduğunu, ne yapmış olabileceğimi, beni böylesine reddetmesi için, sadece bu sebeple bir anda beni gözdeler sınıfından gözde olmayanlar sınıfına indirgedi, neye uğradığımı şaşırdım, beni el bebek gül bebek, sınıfın gözdesi tutan, bir anda siliverdi, kara listesine aldı, başpiskopos yerine başpiskopat mı demeliydim acaba, yanlış yaptığım bir şey olsa anlayacağım, hak bile vereceğim belki, ama yok, ben yanlış olan hiçbir şey yapmadım, geriside çorap söküğü gibi geldi, kraldan çok kralcılar aracılığıyla düşene bir tekme de sen vur taktiği ile, herkesin önünde dört büklüm eğilen insanlar önünde diklenecekleri birini gördüklerinde nasıldır bilirsiniz, ondan büyük adam olmaz evrende, o da beni buldu önünde diklenilecek, küçük dünyanın küçücük insanları, insanlar her mevkiye gelebiliyor ama önemli olan o mevkiyi hazmedecek karakterde olmaları, hani diyorlar ya, herkes öğretmen olamaz diye, bu söz galiba doğru, hatta olmamalı, bunları yazmak bana bir şey kazandırıyor mu, hayır, laf olsun sayfa dolsun, belki yeniden dağlanan acımı soğutuyordur.
Kendi kişisel komplekslerini yenememiş, kişiliği oturmamış, ki bu kendi gözlemim, bir insanı onca insanın başına eğitimci olarak alır getirirseniz olacağı bu. Ona da çok yazmıştım, o yüzden şimdi de rahatlıkla yazabilirim, o olayın, beni dışlamasının sonrasında verdiğim her sınav kağıdında, ondan korkmadığımı, beni yıldıramayacağını, hayatın benim için o veya bu şekilde devam edeceğini, ve daha kimbilir neleri, sayfa sayfa, sınav kağıdı yazmıyor ona yazıyordum sadece, keşke olsada okuyabilseydim şimdi bir tanesini, insan hayatıyla oynamak bu kadar ucuz mu, değil, olmamalı.
Hayır, ne geçti eline, bir anlasam, hayatımı mahvetmek onu mutlu mu etti, zavallı küçük adam. Bu söz çoğul olarak ta söylenebilir aslında.
Velhasılı, içiyorsam sebebi var.
Söylediklerimin hiç değilse bir kısmını doğrulayacak bir dolu insan var, gördüğü, bildiği kadarıyla, benim söylediğimin doğru olmaması gibi bir olasılık zaten yok, bunun için hiçbir sebebim yok.
Baki kalan hoş bir sada, başka bir şey yok, ne şan, ne şöhret, ne hırslar ne de para, sadece arkanızdan ağlayan veya ağlamayan insanlar, duyduğunuz, hissettiğiniz merhamet kadar büyük veya küçüksünüz, başka bir şey yok elde kalan.
Bir insan neleri altüst edebilirken bir insan neleri düzeltebiliyor, o iki örnekte var burada.
*** “ölenin arkasından böyle yazılır mı” diyorlar.
Ne yani…
Gerçeğin öldürülmesine sessiz mi kalayım?..
demiş bugün Soner Yalçın, Çetin Altan hakkındaki yazısında.
***Yaşadığım hayat ortada, gizli saklı değil, 1,2 sayfa çevirseniz görürsünüz zaten ne demek istediğimi, sizce ben bu hayatı yaşamak için mi düştüm yollara, 17 yaşında Artvin’den kalkıp Ankara’ya geldim, yurtlarda kaldım, çaba gösterdim, bir pisliğin deyimiyle “sürttüm” ne için, koca bir hiç için, koca dayağı yemek için, o kadarı 7 yıl sürtmeden de bulunurdu, bana atılan her tokatta, yediğim her dayakta sizin de parmak iziniz var.
Eğitim ne, evrilmek, bir adım daha ileriye gitmek için gönüllü olarak yapılan bir eylem, bir insan o evrilme için kendini ortaya koyuyorsa o insanı olduğundan daha aşağı çekmek kime yakışır, insan olmayana, insan olmaya evrilmemiş olana.
***Ben bunları yazmazdım, hiçbir kin 25 yıl saklanacak kadar kıymetli değil, benimle mezara giderdi, ben bunları unutalı çok olmuştu zaten, 25 yıl sonra dahi aynı o üstten bakış, sen de kimsin tavrı ile karşılaşmamış olsa idim, yaram tekrardan kanırtılmamış olsa idi, ama artık geri almam için de çok geç. Bu zamana kadar ettiğim pek söylenemez, bundan sonra kimseye etmem eyvallah, ne şan, ne şöhret, ne para için, herkesin şanı, şöhreti, parası, büyük adamlığı, hırsları kendine, benimki bana, ben öyle bir yerdeyim ki ne para, ne şan, ne şöhret ne de büyük adamlık benim üstümde, çıkın çıkabiliyorsanız üstüme, vız gelir tırıs gider, sizin küçük dünyanızın küçücük kıstasları, bu akılla bunca sene yaşadığıma göre bu akıl bundan sonrası için de bana yeter, kimsenin aklına ihtiyacım yok, ne yazıp yazmayacağıma, ne yaşayıp yaşamayacağıma dair, kendini o akıllı sananların hepsinin evinde bir ayna vardır, otursun kendine baksın.
Yine yanlış anlaşılmalara mahal vermeyeyim, “herkes yazıyor da ne yazıyor” lafını diyen, bunu bana duyurmaya çalışan, tanımadığım aptal sarışına söyledim, onun okuduklarından daha faydalı olduklarına kaniyim yazdıklarımın. Benim kimseyle bir alıp veremediğim yok, iki kişi, birine rahmet okumam, diğerine Allahın selamını vermem, bu kadar, daha ne yapabilirim ki, buna, bu kadarına da hakkım var sanırım, yoksa topyekun bir savaş açmışluğım yok, nasıl onları unutmadıysam iyi davranan, iyilik gördüğüm kişileri de unutmadım, bir tezi isterken üzüldüğümü hissedip benimle birlikte üzülen hocamı, sınavda hırkamı istediğim hocamı ben niye unutayım, dümura uğramadım, her kişi kendi davranışlarından sorumlu ve bir başkasının yanlış davranışları yüzünden ne suçlanabilir ne de sorumlu tutulabilir, ne de böyle hissettiğim için beni suçlayabilir, buna da hak veremem, haklı olarak, çünkü yaşananlar birebir anlattığım gibi ve ortada bir kurban varsa o benim, ve bir değil birçok kez, kurbanın ne olduğunu eminim benden çok daha iyi bilirsiniz, beni kurban olmakla mı suçlayacaksınız? Saygısızlık olarak görüyor olabilirsiniz, o sizin düşünceniz, bana göre her şey karşılıklı, saygı da, saygının yaşla başla ilişikisi yok, kaldı ki hepimiz yaşımızı başımızı aldık, benim seçimim bana, sizin seçimleriniz size ait, bir şey diyemem, görünen köyü ben ortaya koydum, seçim sizin.
***Bugün bana gün bir uzun geldi, bir uzun geldi anlatamam, her işim bitti, gün bitmedi, gün aynı gün elbette, farklı olan benim, ikidebir yorulup bir köşeye yığılmayınca gün uzun geliyormuş insana, gün uzunmuş yani, benim ölçütlerimde kısalmış. Sanırım nedeni, hala sanıyorum, şeker düşüklüğü, yani hiç ama hiç şekerli yemememmiş, zorla kendimi halsiz bırakmışım.
***Kızımın sınıfında olan kız, kızıma “ben biseksüelim” demiş, biseksüel hem erkeklerden hem kızlardan hoşlananmış, bir türlü aklımda tutamam bunları, namazda gözü olmayanın…, kızlarla argo konuşuyormuş, yerim falan filan, kızları süzüyormuş, la havle, oyun gibi, oyun oynuyor, belki biseksüelliğin kıyısında bile değil, ne olduğunun tam olarak farkında bile değil ama ağzına dolamış bir kere, diye diye kendini öyle yapacak anlaşılan. Ona yardım gerek, bu yolla arkadaşları arasında farklı olmaya, ilgi toplamaya çalışıyor olmalı, çocuk dünyasında, yeni trend bu ya, moda ya, ayak uydurmuş modaya. Hemde kantinde uluorta söylemiş, gizli saklı falan değil, övünülecek bir durum ya, kimlik, kişilik kazanıyor onunla.
***Yine dün törenden sonra, 29 ekim, kızım arkadaşının evine gitti, bir kız ve bir erkek kardeşi var arkadaşının, anne çalışıyor, akşam baba tost yapmış, hep birlikte yemişler, bunu söylediğinde “yaaa” demişim, gayri ihtiyari, “bizde de olmuyor bazen” diyerek ağzımın payını verdi kızım, arkadaşına ve ailesine toz kondurmuyor anlaşılan;))) çocuk haklı, sustum tabi, ne diyeceğim o lafın üstüne, aynı saatte geldiler eve kızım ve oğlum, oğlumu abisi, kızımı arkadaşının babası getirdi, yakın oturuyorlar, arabayla 10 dakika, akşam saat 11 gibi, ikisininde gözlerinden mutluluk okunuyordu, ama kızım daha bir mutluydu sanki, ki o arkadaşına sık sık gidiyor, en az beş, on kere gitmiştir yani, her evde bir ocak tütüyor, ama öyle ama böyle, önemli olan onu mutlulukla harmanlamak.
 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *