Press "Enter" to skip to content

günlük 4r mart’19

***Kızılayda esnafın yüzünden düşen bin parça, boş oturuyorlar, sattıklarını ise satıp satmamak konusunda bile endişeliler çünkü yerine aldıklarının, alacaklarınn daha pahalı olması, daha pahalıya alacak olmaları ihtimali var, hepsinin yüzleri düşmüş, mal bakana ilgi yok, mal alırsan dönüp bakıyorlar, konuşuyorlar, yoksa konuşmaya bile mecalleri yokmuş gibi, sedat peker seçim sonucu olumsuz olursa silahlanın ve sokaklara dökülün demiş, erdoğanın anketlere niye inanmadığı anlaşılıyor, inandığı, güvendiği başka şeyler var, işimiz Allaha kaldı, Allah bilir işini, onlara da dar eder elbet bu dünyayı, onlar bize dar edeceklerine göre, 6 martta, 3 gün sonra uranüs değişim gezegeni savaşçı burç koçtan çıkıp sabırlı burç boğaya geçiyor, yani demek istiyorum ki astrolojik olarak dünya şu anda değişimi, savaşçı bir değişimi desteklemiyor, görelim bakalım neler olacak, chp liler çok rahatlar gördüğüm kadarıyla, bir bizi endişelendiriyor gibi bu durum, sanki her şey yolundaymış gibi seçim hazırşılklarına devam ediyorlar ancak seçim güvenliğinden, oy ve ötesi gibi hareketlerden bir ses yok geçen seçimlerden farklı olarak, seçime girmeden yenilgiyi kabul ettiler galiba, belkide görevleri odur, yönetimi erdoğana teslim etmek, ne kılıçdaroğlu benim bilmem neyim ne de başka biri, ben bir vatanımı bilir, vatanımı görürüm, ve vatanım tehlikede, hemde hiç olmadığı kadar.

***Isıracak köpek havlamazmış, havlayan da ısıramadı, fetö havlamadı ama ısıramadı da, biz yine bir şekilde baş ederiz bu manyaklarla da, it ürür kervan yürür, Allah doğrudan ve bizden yana oldukça ve olduğuna göre bu dediklerini yapmaları biraz zor, öyle kolay değil o iş, ne dengeler var, bizim bildiğimiz, bilemediğimiz. silahla yönetimi ele geçirecekler ve orada tutunacaklar, tutunanları da gördük biz, ne oldu, kaç kişi vardı kenan evrenin cenazesinde, kaç kişi rahmet okudu arkasından kaç kişi küfretti, bunun analizini yapmak lazım gelir önce bir, biz doğrularımızdan, doğru bildiklerimizden emin oldukça bize bir şey olmaz evelallah, en kötüsü, en kötü senaryo, bir gider bin geliriz, yeter ki doğrularımızdan, doğru bildiklerimizden sapmayalım, iyiler ve kötüler savaşı bu dünyanın hengamesi. dünya zamanının hangi evresinde olmamış ki şimdi olmasın, nuhun gemisi hepimizi alır büyüklükte ve aslında nuhun gemisi burada, var oluşta, bizde, dünyada, Allaha ve onun güvenilirliğine olan inancımızı eksiltmediğimiz sürece nuhun gemisi bizimle.

Astrolojik olarak bu ay temkinli ve dikkatli olmamız söyleniyor, oluruz, birde bir deprem tahmini yapan kişi, yabancı, daha önce söyledikler çıkmış, bu uranüs geçişi sebebiyle 3-4 martta türkiyede, istanbulda 7 şiddetinde bir deprem olabileceğini söylemiş, bugün 5 mart, umarım atlatmışızdır vartayı.

***Dün magazin programında kaya çilingiroğlu çıktı, tuz ve şeker yemiyormuş, 54 yaşındaymış ama bayağı bir yaşlanmış görünüyor, ki saçı beyazlamamış, gözleri kızarıyormuş, doktorlar nedenini bulamamış, kıvanç tatlıtuğun da gözleri yıllardır kızarık, ikisi de sarışn ve mavi gözlü, lokanta ve pastaneler tuzu yüzde 4 şekeri yüzde 5 azaltacaklarmış, yeni yasayla, bu konu hakkında konuşan osman müftüoğlu şöyle dedi, “tuz ispatlanmadı ama şeker kesinlikle bağımlılık yapıyor, tuzdaki öğrenilmiş bir alışkanlık, hoşunuza gittikçe daha çok tuz tüketiyorsunuz, anne sütüne tuz ve şeker ekliyor muyuz, hayır, gıdaların içinde almamız gerektiği kadar tuz ve şeker var, sonrası coşturma, dil, ağız, zevk çoşkuları, çoşkuları abarttığınız zaman başka coşkular devreye giriyor, tehlikeli, şeker karaciğeri yağlandırır yağlı karaciğer kal krizi riskini arttırır, şeker, un yedikçe ve hareket etmedikçe karaciğer daha çok yağlanır, siroz hastalığının artışınn nedeni artık alkol değil şeker,,” hani hep diyorum ya şeker diğer bağımlılıları desteklliyor, beraberinde getiriyor diye, bunun osman müftüoğlu tarafından söyleniş şekli bu da.

Bu nasıl bir adilik, bir besin değeri olmayan bir maddeyi, geçin besin değerini, insana zarar veren bir maddeyi, ölümüne zarar beren bir maddeyi, besin öğesi olarak piyasaya sunmak, insanları kandırmak, bu insanlık tarihinin görüp göreceği en büyük tuzak ve ahlaksızlık olmalı, şeker öyle bir besin ki bağımlılıklar zinciri oluşturuyor insanda, önce şekere bağımlı oluyorsunuz sonrasında sigaraya, içkiye, bilgisayar oyunlarına, ve diğer bilinen uyuştururücu bağımlılıklarına, görüp geçirdiğimiz en büyük sazan sarmalı şeker, bundan daha ötesi yok, nasıl düşmüşüm, düşmüşüz, düşürülmüşüz o tuzağa aklım hayalim almıyor, artık şeker dendiğinde bende oluşan şeyler, tepkiler bunlar işte, şeker eşittir zehir, zehir eşittir şeker, şeker eşittir kahve, kahve eşittir şeker, o pastanelerin, kafelerin kapandığı, kapısına kilit vurulduğu, şeker ve kahvenin tamamen yasaklandığı günleri de göreceğiz inşallah, o günler gelene kadar siz kendi önlemlerinizi alıp yasaklayın kendinize bu maddeleri, onlar besin değil, onlar madde, ve bizim yaptığımız, yaşadığımız da madde bağımlılığı.

Şeker bir toplu imha, toplu katliam aracı, şeker veba salgınından çok daha büyük bir salgın, çünkü hepimizi kapsıyor, sadece vebada olduğu gibi hastalık bulaşanları değil herkesi kapsıyor, şeker yemiyorum diyen varmı, yok, hepimiz tehdit altındayız, bu kadar bilincindeyim ben mesela, nadiren içtiğim çaya şeker koyuyorum hala mesela, bir taneden bir şey olmaz diyerek, beyinlerimize işlemiş şeker, onu oradan atmamız çok kolay olmayacak, içimize işlemiş o şeytan, şeytan icadı.

Bu çağla şikel çok mu görmemiş yoksa çok mu ebleh anlayamadım doğrusu, her seferinde sabote ediyor osman müftüoğlunun söylediklerini, avokado pahalı diyor osman müftüoğlu, atlıyor hemen, ben her gün yiyorum diye, tanesi 6 lira, günde bir tane yesen, ki iki çocuğu da var, bir tane yetmez, ayda 180 lira, bir tane yerse elbette, iki tane olursa 360 lira, üç tane olursa 540 lira, asgari ücret 2020 lira, yiyordur mutlaka, yesin, kimsenin yediğinde gözü yok ta bunu gözümüze gözümüze sokmasa iyi olacak, görmemiş görmüş devrilmiş ölmüş misali, bir dön sor bakalım stüdyoda karşındaki sırada oturanlar yiyor mu, yiyebiliyor mu diye, ayıp denen şeyi de unuttu galiba insanlat.

***Kör boğaz ile sağlıklı yaşam isteği arasına sıkışmış hayatlar var, görüyorum etrafımda, peşpeşe, sabah akşam içilen dark çayların ardından sağlıklılık adına fondiplenen bitki çayları, Allahım günahlarımı affet dercesine, kahveler, arada yuvarlanan iki kadeh rakı, dayanılmaz tattaki bol şekerli kabak tatlısının durdurulamaz cazibesi, ki o kabak tatlısı benim için de öyle, gel de yeme. masada hepsi mevcut, yeşil mercimek salatası, yoğurtlu kırmızı lahana, yazdan kurutulmış sebze kavurması, kek, börek ve tabi ki kabak tatlısı, kimi günahları temizlemek, tövbekar olmak için, kimi de tekrardan günaha girmek için, gelsin kilolar, doktor kapıları, kimi obezite ameliyatı olmuş, kimi olma derdinde, kimi artık olsun da kurtulsun derdinde, yitip bitmiş, bitirilen hayatlar, ve tabi ki sinir harpleri, elif olmuş mertek, mertek olmuş elif, masanın muhabbeti rendelenmiş yeşil kabağın yağsız pişirilip salata yapılması üzerine, diyet tarifiymiş, kendini kandırmaca, onca çay, onca kahve, onca içki, onca şeker, onca karbonhidrat, o bedenler bunca saldırıya karşı nasıl savunsun kendini, bunun adı toksik zehirlenme, Allah akıllarımızı ve sonumuzu hayra erdirsin.

Gördüğüm kadarıyla herkes çıkmazda, sinirleri leş, hayat tatsız, bilmiyorlar ki o yiyip içtikleri aslında gıda olmayan maddeler yüzünden, bugün uğur dündar e ile başlayan gıda katkı maddelerinden bahsetmiş, neler yiyip içtiğimizi biliyor mutuz o dondurmalarla, çikolatalarla, pastalarla, salamla, konservelerle vs vs, yediğimizin ne olduğunu bilmek zorundayız, ama her yediğimizin, bir öğün sağlıklı yedim öbür öğün istafiğimi yerim diye bir şey yok, vücutta eksiler artıları götürmüyor, arkadaşım sabahtan akşama sebze yapıyor, yiyor, ama diğerlerini de yediği için bir yere varamıyor, köklü, başlı başına bir temizlik gerekiyor vücutlarımıza, zaten toksik olmuşuz yeterince, temizlenmesi bile çok çok uzun sürecek.

İnsanlar daha çok sosyalleşme adına giriyor bu bataklıklara, hep birlikte içiliyor çaylar, kahveler, içkiler, alışkanlık yaptıktan sonra tek bşına da içiliyor nasıl olsa, olmaz olsun öyle sosyalleşme, çaya şeker attığımı yazdığımdan beri, iki kez çay içtim, ve şeker atmadan içtim, bu bir başarı benim için, ama o kabak tatlısından yedim, hem de ne kadar çok, Allah günahlarımı affetsin, bu yıl vişne reçeli de yapmayacağım, meadem ki şekersiz yapamıyorum vişne reçelini yapmam, kışın nar var zaten, zaten meyve de yemiyorum artık eskisi gibi, iki, üç günde bir gibi yiyorum, muz, portakal, belki daha da azaltacağım, suyuma azar azar limon koymaya devam ediyorum, o iyi bir şey, birde karnabahar çorbası yapıyorum kendime, bir küçük karnabaharı çiçeklerine ayırıyor, bir patatesle üstüne çıkmayacak kadar suda haşlıyorum, pişmeye yakın karabiber ve zerdeçal koyuyorum, tam bir ödem atıcı, tabi blenderdan geçiriyorum, güzel mi, değil., hemde hiç.

***osman tanık adlı doktor bugün çğla şikelde çikolata ve kahveyi öve öve bitiremedi, sonunda da bu kadar övdükten sonra bugün çikolata ve kahve satışları artacaktır, çikolata firmaları bana da bir paket çikolata yollarlar belki artık dedi, o çikolatadan fazlasını almış belli ki, almaya alışkın, bu çikolata, kahve mafyası iyi çalışıyor cidden, satın alıyorlar doktorları, sonrasında gelsin paralar, bizim andavallı çağla da asla demiyor ki çikolata ve kahve meniyer, yani işitme kaybı, baş dönmesi ve kulak çınlaması yapıyormuş, doktor dilaver özturan söyledi bunu, ayrıca idrarla kalsiyum attırıyormuş vücuttan, fazla kullanıldığında da yan etkilerinden çok bahsediliyor, hatta ölüme dahi yol açabileceği söyleniyor, doktor murat topoğlu söylemişti bunu da, gerçekten övdüğünüz kadar zararsız mı bunlar diye, Allah bir boy vermiş gerisini koyvermiş, boyu uzun aklı kısa kadın, her gelene sen de haklısın diyor geçiyor, nasrettin hocacı galiba, fetöcü der gibi oldu bu da.

***Kimbilir belki o doktorlar da yanıltılıyorlardır, çünkü kahve, çikolata yiyin, için diyen doktor sayısı çok fazla, dün canfeza sezgin de söyledi aynı şeyi, hepsi satın alınmış değillerdir diye düşünüyorum, tüm iyi niyetimle, bilimsel sonuçların, verilerin alındığı yer neresi, amerika, nerede bir amerika parmağı görürseniz oradan emin olmamalısınız, çünkü her şey ticaret, her şey para, kahve, çikolata satılacak ki kakao üreticisi kazansın, akabinde hastaneler, ilaç firmaları kazansın, bu bir döngü ve bu döngünün devamı için ellerinden geleni yapıyordur amerika, buna bilimsel sonuçları, verileri değiştirmek, olmayan şeyleri varmış gibi göstererek insanları kandırmak ta dahil.

***Arkadşımn dediğine göre semtten semte bile pazar fiyatları değişirmiş, ucuz olduğunu söylediği pazardan alışveriş yaptık beraber, ucuzdu gerçekten de, o ne aldıysa ben de aldım, o pazardan aldığım yufka ile yaptığım börek yavan oldu, sütünü, yağını, yumurtasını yeterince koymuş olmama rağmen, peyniri erimemiş, dağılmamış, bildiğin kütük gibi duruyor böreğin içinde, yine o pazardan almıştım peyniri, havuçlar bildiğim havuçlardan çok daha turuncu, bu iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi bilemedim, portakallar normalin iki katı büyüklüğünde neredeyse, bu iyi mi bilmiyorum, kıvırcık tatsız, yağsız, kuru, hepsini atmakla yemek arasında tereddütteyim, atsam daha iyi olacak sanki, atarım, öyle takıntılarım yoktur, ama bir daha pazara gitmeceğimi biliyorum, en azından o pazara, ucuzmuş ya, ucuzu batsın, pazar böyleyse tanzim satış ne halde kimbilir, neyse ki her zaman almak durumunda değilim pazardan, Allah bizi gördüğümüzden geri koymasın, zor iş kötü, ucuz gıda ile beslenmek zorunda olmak, kalmak, darlık kuyruğundakilerin Allah yardımcısı olsun.

***cem özer evinde iş yapmayıp kadına yaptıran, çocuğuna baktıran kadınlara toptan parazitler demiş, bu gönderme elbette ortak bir çocuk büyüttükleri nurgül yeşilçaya, o zamanlar, yani evli oldukları zamanlar her ikisinin de çok iyi para kazandıkları bir zaman dilimi, vermiş parayı nurgül yeşilçay ve çocuğuna baktırmış, evinin işini yaptırmış, hakkıdır, bir erkek karısına çocuk bakma işini ve ev işini tümüyle havale ettiğinde dert olmuyor kimseye de çalışan kadın evine, çocuğuna baktırdığında mı dert oluyor, velev ki çalışmayan olsun, erkeğe sıra gelince para para, kadına gelince para para değil, kadınn cefa çekeni makbul her daim, cem özerin söylediklerinden yola çıkarak şöyle bir tüme varıma da çıkılabilir aslında, bütün erkekler parazittir, buna cem özer de dahil, nokta.

Adamın içine o kadar oturmuş ki o dönem karısınn verdiği paralar çocuğu boyuna geldikten sonra bile dile getiriyor, eh para da yok eskisi gibi tabi, olsa da yesek diyordur şimdi, ev işi emek olarak görülmüyor zaten erkekler tarafından, ne zamanki paraya dönüşüyor emeğin karşılığı, yani bir evde çalışana, işte o zaman para değeri çıkarıyor ev işinin emek olduğunu ortaya, günümüzde pek çok kadının arabası var, arabaya binme, arabaya sahip olma lüksleri var, yine aynı kadınlar işlerini kolaylaştıracağını bildikleri temizlik araç gereçlerini satına almakta araba almak kadar özgürler mi, ben vereyim cevabını, elbette değiller, araba alabilirler ama 50, 100 lira verip bir temizlik gereci almaları batar erkeklerin gözlerine, ne de olsa kadın ve yaptığı iş ikincil sınıftır, ha, yapsın işi ne gözüyle yapılır kadına ve yaptığı işe, ben özgürlüğümü ele aldım, ne değişti derseniz bir kere kendime ilk iş olarak bir robot süpürge aldım ki ömre bedel, ömre değer, yıllardır eletirik süpürgesini tutmaktan ağrıyan sağ kol bilek ve dirsek arasındaki kas ağrım geçti, son bir yıldır yok, kalın süngerli vileda paspasım var, banyo, balkon temizleme, yani silme işlerimi onunla yapıyorum, banyo ve balkon için çok pratik, piyasada bulamıyorum artık, son ikisini internetten aldım, eskiyeni atıyorum, bu dördüncü alışım, en az beş yıldır kullanıyorum, iki vileda setim var, benim için altın setlerinden çok daha değerliler, biri yer silmek için, diğeri daha yeni, toz alma, dolap, ayna silme gibi işler için kullanıyorum, dün cam sildim mesela, sprey şişesinde sulandırılmış arap sabunuyla, ilk temizliği eski viledayla yaptım, ardından daha temiz olanla devam ettim, geçen yıl alfawise marka iki oynar başlıklı cam silme makinesi almıştım, 700 kiraydı sanırım, o civarda, küçük camlarda tak çıkar pek verimli olmadı, sahibindende geri birine sattım, bu kış cam silme aparatları hazırlığı yaptım yine bolca, bosch marka bir cam silme süpürgesi aldım, 380 liraya, normal çek çekten daha az iz bırakıyor ancak yinede iz kalıyor, onları da kopardığım bir parça kağıt havlu ile sildim ve geçti, uzanabildiğim yerlerini tabi, dış cephenin her yerine kol yetişmiyor, yine yetişmeyen yerleri uzun saplı çekçekle çektim, ömür bitmez iş biter, bu lafın sonu yok, burada keseyim en iyisi, işler beni bekler, az önce banyoyu temizledim, yine arap sabunu spreyleyerek, doğal, doğal, doğal, şimdi banyoya gireyim artık, yorulmuştum, ara verdim, yazı arası oldu bu da, şunu da ekleyeyim aklımdayken iş yapmaktan yüksünmüyorum da elimi suya sokmaktan oldum olası hiç hoşlanmıyorum, ne derlerdi masallarda prensesler için, elini sıcak sudan soğuk suya sokmazdı diye, işte aynen onun gibi, yanlış şekilde doğmuşum, erkek doğsam ve kendim gibi bir aptalını bulsam bu sorun kökten çözülürdü mesela, bu aparatlar elimi suya sokmamamı sağlıyor ve benim için hepsi baş tacı ve baş tacından daha değerli, arabadan da, evet, öyle, arabadan da, arabanın bana lazım olduğu hafta bir, bilemedin iki, onlar her daim elimin altında.

Geçen hafta, 8 martta eğlenceden, 8 mart eğlencesinden dönerken, her şeyi de size yazacak değilim ya, özel diye bir şey var hayatta, kızılay metrosunda gece saat 12’ye doğru metroyu beklerken bunlardan konuştuğum bir kadın, tanımadığım yani, çok titiz bir kadınsınz herhlde diyince aksine, ben çok tembel bir kadınım, o yüzden bütün bunlar dedim, e doğru, tembelim, tembel olmak ayıp bir şey mi, suç mu, alet işler el övünür, ne var ki bunda, fabrikalar bile makineleşmedi mi, yıllar önce, hangi çağda yaşıyoruz Allah aşkına, ellere var da bize yoh mi.

Bendeki parola şu, ne kadar az iş o kadar hayat, öyle çok hayatımdan çaldı ki iş ona fazladan verilecek zamanım yok, sadece gerektiği kadar, ama sanırım o kadın biraz öylydi, yani beni sandığı, tarif ettiği gibi, titiz yani, yoksa başka kim gecenin 12’sinde metro beklerken kocasıyla etimatik muhabbeti eder, hayatın mükafatının ve hayata mükafatınn temizlik yapmak olduğun sanan bir hizmetçi kafalı olmalı, yazık, o geçen ömre yazık, parola ne, gerektiği kadar, asla fazlası değil.

***O da Allahtan, neyse ki instagram. twitter hesabım falan yok, gerçi twitter açmıştım bir zamanlar, şifresini unuttum girmeyince, hesap duruyor ama giremiyorum, maazallah olmuş olsa ve ben bu yazdıklarımı orada da yazmış olsam, çok fena, neyse ki burada yazıyorum, burası benim için stepne, içimde kalmıyor hiç değilse, okuyan var mı derseniz yok, olsun, ben böyle de mutluyum ve başat olan benim mutlu olup olmamam, gerisi teferruat, ben yazıyorum, okunmaması okumayanların sorunu.

***Rezveratrol, glutatyon, guakamola, inülin, bu sözler size ne anlatıyor bilemiyorum ama benim içim dışım onlarla doldu, doktor dinlemekten bir hal oldum, tabi birde bunlara avokado, papaya, mango, tatlı patates, ananası da eklemek lazım, öyle yararlılar, böyle yararlılar, aln, yiyin, iyide elin amerikalısı pturup elmaya, portakala iyi diyecek değil ya, elbette onlara diyecek, bizim bu doktorlarımz çok saf ayol, amerikalılar ne dese inanıyorlar, biz de onlara inanıyoruz sonuçta, safız ya, bugün 3 avokado aldım, 20 lira tutmuş, yazık günah ya o paraya, kendimi çağla şikel sanmaya mı başladım ne, nerede bende o para, mango da 10 liraymış, eve gelince gördüm bir çok fiyatı, ama market genel olarak çok çok pahalı zaten. bir adet büyük kereviz aldım, bir kilo gelmiş, kilosu on lira, yarısı kabuğa, sapa, yaprağa gider zaten onun, muzun kilosu da 11 lira olmuş, ayva 9 lira, ıspanak 5 lira, çok büyük kazıklanıyoruz, çok, markette bir kitap dikkatimi çekti, ben öyle çok büyük atar tutarım siyaset hakkında da çokta takipçisi değilim aslında, ezber pazar yani, sebahattin önkibar, adını duymuşluğum var, kitabın adı yazılamayanlardı sanırım, okuyup sizinle de paylaşacağım, merak ettim içindekileri, erdoğan bahçeli kontratağının nedenleri yazıyormuş mesela, bir an önce okuyacağım.

***Avokado sarımsak ve limon ile ezildiğinde yine bir parça yenilebilir hale geliyor da mango berbat bir şey, bir daha ne alırım ne de ağzıma sürerim, zaten kesmesi bir meşakkat, ananas gibi tadı ama biraz daha tatsız, ya da şeftalinin tatsızı ve alkole batırılmışı diyebiliriz kısaca, ananas gibi mango da dudaklarım yaktı, evde kimse beğenmedi zaten, yemeyip çöpe attılar, övsün dursun doktorlar, ben yemem bir daha, hayatta, birde bulduğumda papayayı deneyeceğim ama ondan da pek umudum kalmadı, bizim ağız tadımza göre değil tropik meyveler, bizdekiler çok çok daha güzel, anamur muzu yerine odun tatlı ithal muz yedirdiler ya bizlere yıllarca, şimdi de tropik meyvelerde sıra, ben hiç yemedim ama ithal muz, hep anamur muz yedim, her zaman, beni yutturamadılar, tropik meyveler konusunda da yutturamaacaklar, kaldı ki zaten meyveyi de azaltıyoruz artık hayatlarımzda, ben bunu yapıyorum artık mesela.

***Doktorları niye bu kadar izliyorum derseniz daha uzun ve iyi yaşamanın sırrını bulmak, buna, bu bilgiye vakıf olmak için elbette, ve uzun yaşamanın sırrı ne yiyip ne yemediğimizden geçiyor, ne yarsek o’yuzu çoktan aştı bu mesele, ne yersen yaşarsın, ne yemezsen yaşarsına geldi dayandı, ister ye ister yeme, ye veya yeme, bu kişiye kalmış, tabi buna bağlı olarak yaşam süresi ve kalitesi de.

Bir şekerin bize bunları yapabildiğine hala aklım, hayalim almıyor, ne büyük bir tuzağa düşürülmüşüz meğerse, hala da düşenler var, ve çoklar elbette. Mesele olan matematik çözmeyi bilmek değilmiş hayatta, hayatın sırlarına erebilmek, nerede gülünür, ağlanır, durulur, ilerlenir, frenlenir bunu bilmek, bir akıllı aptallar familyası yaratıyor şeker, şeker dış duyularımızla ve beynimizle birlikte bunları da köreltmiş bizde, anlamaz odunlara dönmüşüz hepimiz, tatlara, tatlılara daldıkça daha fazlasını istemişiz hep, yaşamın sınrlarının daha fazlasını istemişiz, doyumsuz olmuşuz, tıpkı tatlıya doyamadığımız gibi, şunu yapsam mutlu olur muyum, şunu da yapsam daha mutlu olur muyum arayışları içinde çırpınıp durmuşuz, okuldan sıkıldım oklu bırakayım, gideyim kıbrısta okuyayım, gideyim eskişehirde okuyayım, bu hafta sonu da ürgüpe gideyim, geçen haftalar tuz göne, konyaya, eskişehire gitmiştim zaten, birde yurtdışına gideyim, isteklerin ve beklentilerin sınırı, sonu yok, oradan oraya vuruyor, vurdurtuyor bedendeki aşırı şeker insanı, kendinden geçene, kendine neler olduğunu anlamayana dek, aklını başında sanıyor bunları yaparken ama akıl bin karış havada zaten, dışarıdan bakanlar da sanıyor ki bunlar aklı başında seçenekler ama aslında öyle değiller, deliliğin bir başka boyutu şeker etkileri, şeker vücuda girene kadar her şey, bir girdi mi tut tutabilsen onu ve tabi ki kendini, hepimizi manyaklara dönüştürmüş şeker, ve hala da dönüştürmeye devam ediyor pek çok insanı, meyve de çok masum değil bu anlamda, lıkır lıkır içilen o kolalar hala insanların ellerinde ve ölümlerine dvetiye çıkardıklarının, kendi sonlarını hazırladıklarının farkında bile değiller, yaşarken sonlarını, gün be gün öldüreceklerini kendilerini bilmiyorlar o kolaları içerken. Bu yazdıklarımın ne gibi alt anlamlar içerdiğini ben olsanız ancak anlayabilirsiniz, ama biraz olsun anlamak için çok dikkatlice okuyun bence ve hayatlarınızı buna göre biçimlendirin, yani şekersiz, yani alkolsüz, içkisiz, yani ben olmanın dışına çıkmayacak şekilde yaşamak lazım, kendini kaybetmeden.

Bir örnek vereceğim burada, şekerin sinirleri bozduğunu, yıprattığını biliyoruz artık zaten, bir alzaymır hastasına şeker azaltıldığında, yani önündeki ballar, reçeller önüne konmadığında sinir yapan unsurlar ortadan kaldırıldığı için aldığı sinir ilaçları fazla gelmeye başlıyor ve o kişi başlıyor kıkır kıkır gülmeye, sanırsınız içki içerek kafayı bulmuş kişi, bütün gün bu halde, bu gördüğüm bir gerçek, yakın zamanda, şeker bu denli büyük bir baş belası işte.

***Yukarıda verdiğim örneklerin hepsi gerçek, bir arkadaşımn oğlu geçen yıl kıbrısta okudu, kıbrıs sıkıcı gelmiş, bu yıl tekrardan sınava girip bu defa ankarada okuyacak, diğer bir arkadaşımın oğlu geçen yıl ankarada okudu, bu yıl yine sınava girecek, önce kıbrısta okumak istiyordu şimdi eskişehir istiyor, anne babasından en son isteği psikoloğa gitmek oldu, benim oğlum amerikaya gidecekti okumaya, vize alamadı, diğer oğlum iki yazdır avrupa turuna çıkıyor tek başına, ne arıyor, soruyor bilen yok, bakıyorum her hafta sonu bir yakın şehre gitmiş, neymiş geziyor, üç saat git üç saat gel al sana gezme, bunun adı gezme oluyor, kendi değilse kendine benzer bir yarım akıllılar ordusu var daha elbette etrafında, hadi gidelim diyenin peşine takılıyorlardır mutlaka, çünkü bu neslin hepsi karaciğer hasarlı ve dolayısıyla beyin özürlü, evet tamı tamına beyin özürlü, bunu, bu durumu karşılayan doğru sözcük özür sözcüğü, dün şeker yiyen bugünün gençleri yerden yere xuruyorlar kendilerini, ne yapacaklarını, nasıl istikrarlı ve mutlu olacaklarını bilemeden, anne babaları da peşlerinden sürükleniyorlar oradan oraya, hiç sormuyorlar bile bunlar için yeterince para var mı, bu isteklerimi karşılayacak diye, nasıl olsa anne babalar bunu hallederler bir şekilde. bir oğlum hariç bu çocukların üçü de bilgisayar oyunu bağımlısı, gece oynayıp gündüz uyuyorlar, ve verimli olamıyor elbette hiçbir koşulda hayatta, bunlar en samimi iki arkadaşım, 20-25 yıldır tanıdığım, ve evlilikleri de tıpkı benimki gibi, biri ayrı diğeri sürüklüyor evliliğini, burada bir soru sorulabilir, bu çocuklar şeker yedikleri için bu hale geldiler, bu belli, belli olmayan anne babaların niye bu halde oldukları, şeker yiyen azgın, durdurulamayan çocukların etkisi mi yoksa kendileri de şeker yedikleri için mi, hepsi var bu cevabın içinde sanırım ve sonuç sadece ve sadece şekere çıkıyor, şeker bildiğiniz bir bağımlılık malzemesi, onu yediğinizde her bulduğunuz şeye yapışıp kalıyorsunuz, şeker gibi yapışıp kalıyorsunuz, bu tv, dizi, bilgisayar oyunu, sigara, esrar, içki ve her şey olabiliyor, geçen gün, 9 mart gecesi kızıma, 17 yaşında, iyi geceler öpücüğü verirken bira kokusu aldım ağzından, bir tane bira içtim dedi bana, yaptığı şeyin çok doğal bir şey olduğunu sanıyor sadece içmekle kalmayıp, beynimden vurulmuşa döndüm, haşimato ilaçları kullanıyor kızım, haşimatonun nedeni de şeker, her ne kadar ümit aktaş ısrarla gluten dese de dün çağla şikelde sebebi şeker, şekeri de sıkıştırıverdi araya gerçi ama nedense hep gluteni öne sürdü, ya bilmiyor gerçekten ya da bilerek söylüyor, bilemem, günahı boynuna, çocuklarınıza şeker vermeyin, yoksa sonradan alacakları hal bu hal, sizin de alacağınız hal benim halim, arkadaşlarımın, evliliklerinin hali, şaşkın ördek anne babaları hali, çocuklarınza şeker vermeyin, yedirmeyin, kesinlikle yasaklayın, onlar şeker değil zehir, hayatı bitiren. Bizlere akılla yapamadıklarını şekerle yaptılar, ve yaptılar yapacaklarını, öyle bir bataklığa düştük ki çık çıkabilirsen içinden, kaleyi içten fethettiler, bizi içten bitirerek, yıktılar, yok ettiler, kurtarın çocuklarınızı, kendinizi şekerden, o baklavalar, pastalar size dost değil düşman, ve bütün şekerli zerzevat.

Şunu, sadece şunları okuyup aklını başına alacak, kendine gelecek ne çok insan var kimbilir, ve bunu okumaya, kendine gelmeye ihtiyacı olan, evet okunuyor ama diğer sayfalar okunuyor, günlük ortalama kırk elli kişi okuyor ama hiçbiri dönp bu sayfayı okumuyor, elbet bir gün bunları da okuyacaklar, ben hazır tutayım onlar da hazır olurlar elbet bir gün.

***”Haşimatoyu yapan şekerdir, undur, glutendir, ayrıca deterjanlar, çamaşır sularında kullanılmamalıdırlar, sağlıklı yağlar oaraciğer yağlanmasını azaltır, ödemin sebebi glutendir, gluten ödem yapar, karbonhidrat ve şeker ödem yapar, 1 molemül şeker 190 molekül su tutuyor vücutta, 1 molekül kaya tuzu ise 1 molekül su tutar” cana karatay, haşimato konusunda ümit aktaş hep gluteni öne sürüyor, şekerden çok az bahsediyor, sona doğru, laf arasında, tabi ki doğru olan canan karatayın söylediği, öncelikli olanın şeker olduğu.

Sizde veya etrafınızdaki birinde, bu çocuk ta olabilir, yemek yemekten soğuma, abur cubur yemeye düşme hali hasıl olursa ara ara ağzını granül çankırı kaya tuzunu suda eritip  ağzını çalkalatıp döktürün, bu ara çok var bu şey, salgın gibi, yemek yememe isteği, vücudun kilitlendiği son nokta bu, dikkatli olun, kim ki baktınız yemek yemiyor, koyun tuzlu suyu önüne, duruma göre devam da edin, teyakkuzda olmamız gereken bir durum bu, çok dikkatli olun, özellikle çocuk ve yaşlılar için, canan karatay söyluyor bu tuzlu su meselesini, böyle bir durumda yemek olarak ilk tiksindikleri şey bezelye oluyor, nedenini bilmiyorum ama, durumundan şüphelendiğiniz birinin önne bezelye koyun ve bakın yiyip yemeyeceğine, anlarsınz o saat yemezse, birde uyanınca hemen kahvaltı edememe durumu da bu göstergelerden biri, afyon patlamaması durumu yani.

***Magazinde bu harta iki baskın karakterli kadın vardı, leyla önbilgin ve seray sever, leyla önbilgin tek başına çocuk yapma kararı almıştı ve o çocuk şimdilerde on yaşına gelmiş, tek başına çocuk yapma ve büyütme fikri fikir olarak iyi görünebilir ancak uygulamada sakıncaları çok, bir kere kişiye ağır bir sorumluluk bindirir, buna karşılık olarak çocuğa da, tek kişiye teslimiyet anlamına gelir bu çocuk için ki pek istenecek bir durum değil, her ne kadar iyi olduklarını düşünse de leyla önbilgin çocuğun üstğnde büyük bir otoritesi olduğu her halinden belli ilişkide, oysa bir evlilikte büyüyen çocuk, en kötüsünde bike bir denge, bir seçenek bulur, tek başına büyüten kişi de öyle, iyi bir fikir değil tek başına çocuk büyütme işi, eğer öyle olmasa Allah bizi o şekilde yaratmayı da becerirdi mutlaka, evlilikler kimi zaman uyumun kimi zaman uyumsuzluğun içinde yaşansa da yine de bir denge unsuru barındırır içinde ve bu çocuk için yararlı bir şeydir.

Gelelim seray severe, nasıl bilrsiniz, vamp, dişi, yeni jenerasyon suzan avcı, gerçek hayatında da öyleymiş meğerse, kozmetik mağazaları sahibi tekin acarın oğluyla olan birlikteliğinden, nişanlılığından sonra  beş yıldır bir kuaförün oğluyla birlikteymiş, geçen yıl da evlenmişler, kızıma gösterdim fotoğraflarını, oğlana abimin yaşında, kadına benim yaşımda dedi, görüntüleri yaş olarak gerçekten de bir ana oğul görüntüsü, her ne kadar seray sever aralarında on yaş olduğunu iddia etse de bu belli ki yalan, yağlı kapıya gelin olamayınca bastırır parayı alırım demiş olmalı kendi kendine, ilk rastladığı kuaför salonundan da almış, çocuğu gibi yanında, ana oğul gibi duruyorlar, hiç hoş durmuyor, insanın dış görüntüsü içini de ayan ediyor demek ki, şimdi burada uzun hikayelere de girilebilir belki ancak sapla samanı karıştırmamak gerek, o sapı ve samanı bilen benim, bir başkası değil, eğer öyle olmasa oturup yazmam bunu zaten.

Yazılamayanlar kitabına gelirsek, adam, sebahattin önkibar denen kişi, ki ben solcu sanıyordum, sanmıştım, değilmiş, fetö ile ilişkili bile olabilir, zamanında türkiye gazetesinde çalışmış, ha erdoğan hakkında iyi atıp tutmuş, o kadarını ben de atıyorum burada, çok önemli şeyler değil, bahçeli konusunda da ben bahçelinin şoförüyle olan seks videosunu, bahçelinin şeyinin uğruna gümbürtüye gittiğimizi yazmış olabileceğini ummuştum, değilmiş, keşke almasaymışım kitabı, boşa gitti param.

***Kocan kadar konuş adlı filmi önceden izlemiştim, dün yeniden izledim, eğlenceli bir film, ikinci kez beğendim, bugün de ikinci bölümünü izledim, o da eğlenceli olmuş, bizimkiler bu işi iyi kıvırıyorlar artık, organize iişler sazan sarmalını da ikinci kez evde izledim, çocuklarımla, öve öve onlara da izlettim daha doğrusu, şahane bir film olmuş gerçekten, herhalde ilk defa beğeniyorum bir yılmaz erdoğan filmini.

***Bir anne kız tanıdım, her ikisi de mide küçültme ameliyatı olmuşlar, anne 50 kız 30 yaşında, kız 1.70 boyunda ve 90 kiloymuş, vki 32 imiş, buna rağmen o ameliyatı olmuş, ve olduğu için memnunmuş, öyle söyşedi, şeker veya başka bir şeyle ilgili bir kısıtlamaları yok, ameliyat öncesinde de yoktu büyük ihtimallae, hiç kendilerini zorlamadan, şekerden dahi vaz geçmeden yatmışlar bıçak altına, yani millet bu halde.

Kızı pek etkilememiş ameliyat ama kadın güçten düşmüş, bu açıkça belli, yıpranmış vücudu, çökmüş, takatsiz bir hali var, ki anne kızdan önce ameliyat olmuş, anneyi on yıl önce de görmüştüm, çakı gibi kadındı, onun da çok kilolu olarak bu ameliyatı olmadığını sanıyorum, gördüğümde hiç kilolu değildi, o kadar vırvır ediliyor ki tv lerde bu konuda normal insanlar bile gidip koyun gibi ameliyat oluyorlar demek ki, halbuki iki dişini sıksa verecek o kiloları, bu söylenmiyor, şekeri kesin denmiyor ameliyat olun deniyor çünkü insanlara, kurtuluş reçetesi olarak  ameliyatlar gösteriliyor, ki kilo bu meselede neden değil sonuç, nedeni ortadan kaldırmadan sonuca gidiliyor bu ameliyatlarla, kilo ne demek, karaciğer ve diğer organların yorgunluğu, iflası demek, ingilizcede muetabolik sendrom diyorlar gelinen bu son noktaya, bizde de vücut iflası denebilir buna, içerde olan bitene tek tek müdahale etmek, yerlerine geri koymek yerine, doğru bir beslenmeyle, toptan müdahale edip sonuca gidiyorlar, oysa ki içerdeki karaciğer ve diğer organların harabiyeti değişmiyor, şekilci, dıştan bir ayar çekiliyor vücuda ve oldu da bitti maşallah deniyor kişiye, bir tür makyaj yani, ve kişi aynı biçimde, yani aynı yanlış biçimde yaşamaya devam ediyor, rakısını da içiyor, şekerini de yiyor, değişen ne, kilo, görüntü, yeterli mi, onlara göre yeterli demek ki, geçen yıl bir adam tanımıştım, o kadar ileri dercede hasta ki yüzde seksen engelli sayılıyormuş, devletçe, ona göre treni falan bedava kullanıyordu, dondurma yemem yasak ama ben de light dondurma yiyorum dedi, beyinlerimiz öylesine tıkalı ki şekerle bu adam dahi bu haldeyken vaz geçemiyor şekerden.

Bizim evde artık her odadan erdoğan sesi geliyor, herkes erdoğan videolarını komedi videoları niyetine izliyor, gülmek için, hani basüzıları da dehşete düşürüyor elbette, yeni zelanda olayı için söyledikleri mesela, bir cb yakışacak sözler değil, adeta manyakları daha da azdırmak istercesine, suikastlerin artmasını istiyor galiba böyle söyleyerek, herkesi tehlike altına sokuyor, özellikle yurt dışındaki, yani hristiyan ülkelerde yaşayan müslümanları, bu deliye bir dur artık demek zamanı çoktan geldi de geçiyor bile, avusturalya başkanı ne demiş bu sözlerin üzerine, sen milletine yakışmıyorsun demiş, herkes farkında her şeyin, bütün dünya, dünya maskarası, mansur yavaş farkla önde gidiyormuş, inşallah olacak bu sefer, kurtulacağız bir nebze de olsa.

***Papayayı buldum, hemde bolca, doktorlar anlattıkça talep artıyor ve mal da artmış olmalı, çünkü ne zamandır bakınıyor, göremiyordum, armut tipinde ve armut kadar bir şey, neyse ki son zamanlarda almadan önce etikete bakmayı öğrenmeye başladım, çünkü çoğunlukla eve geldikten sonra fark ediyordum ve iş işten geçmiş oluyordu, özellikle bu son dönemde, fiyatlar bir günden bir güne uymuyor çünkü, armuta benzeyen ve armut kadar şeyin fiyatı 30 lira, almadım tabi, zaten bir halta benzemiyor hiçbiri, mangoyu aldım çöpe attım, avokadoyu zorla, iteleye iteleye yiyorum, artık almam, birde papayayı mı atayım, yani otuz lirayı, hiç işim olmaz, yine geçen gün çarkıfelek meyvesi diye bir meyveyi anlatmıştı doktorun biri, her gün bir tanesi anlatıyor zaten, (doktor diye hatırlamışım, d’aktar ayhan ercan anlatmıştı) günlük c vitaminini karşılarmış, içinde iğrenç bir peltesi var, o yeniyor, öyle gözüküyor yani, limon kadar bir şey, dört tanesi 30 lira, tabi ki onu da almadım, bu doktorların kafası gitmiş herhalde, millet pahalılıktan kırılıyor, normal gıdayı alamayacak hale gelmiş durumda, tropik meyvenin derdine düştüler, tanzim satışı duyamadılar galiba, bir yandan da meyve yemeyin demeye devam ediyorlar ama, eğer meyve yiyeceksem onların yerine muz alırım, hiç değilse kilosu on lira, ki o da artmış fiyatı, portakal alırım kilosu 6 lira, elma alırım kilosu 5 lira, hepsi taneyle değil kiloyla üstelik, iki adet papaya alacağıma gider bir kilo et alırım, aklımı mı yedim peynir ekmekle, ama her şey çok artmış, doktorların o beğenmedikleri, yemeyin dedikleri ayçiçek yağınn litresi olmuş on lira, bir diş macunu 25 lira olur mu, olmuş, böyle giderse hepimiz topu atarız topyekun.

Batırdın bizi tayyip, geçen gün ders vermenin zamanı değil demiş, sanırım tayyip demiş bunu, ders vermeyin biraz daha ananızı …. diyor, demek istiyor olmalı, analarımızı severler bilirsiniz, artık yalvarma noktasına gelmiş anlaşılan bunu da dediğine göre, battı balık yan gider, batan gemiyi de önce fareler terk eder, fareler artık ders verme derdinde anlaşılan, bu sözden bu çıkıyor, onların kulağı bizden daha deliktir elbette.

**Dün de yalvarmaya devam etti tayyip, bu millet öfkesinde, kırgınlığında haklı mıdır, haklıdır dedi, sonra da birileri ders vermek için başka partiye oy verin derse onların dediğini yapmayın dedi, ilkokul çocuğuna anlatır gibi anlatıyor bir bir, cahilin halinden cahil anlar, biz buadan kaybediyoruz büyük ihtimalle, cahil olmamaktan, cahilin dilinden anlamamaktan, yalvarıyor bildiğiniz, ne etsem de bu işin içinden bir defa daha çıksam diye, ama bu defa atlayamayacak aniaşılan çekirge, kendileri dile getiriyor bunu baksanıza, yoksa biz nereden bilelim akp nin çatırdadığını, kurtuluş çok yakn, ve martın sonu bahar, umut tohumlarımız yeşerecek içlerimizde yeniden. tayyipsiz bür dünyada, olmaz olasıca, fetö de çeker elini ayağını böylece, avuçlarını yalarlar hepsi, umut kazansn, mutluluk kazansın bu defa. 3 gün kaldı seçime, milletimiz için hayırlara vesile olsun inşallah, ne potlar kırıyorlar bu ara üstüste, şeyin trene baktığı gibi bakmak, adilere sandıkta ceza vermek, kazansın da görsünler, Allah söyletiyor hepsini, içlerindeki karayı dışlarına vurduruyor, tam zamanında üstelik.

***Bugün neler demiş bakalım, belediyelerin içi bomboş, tamtakır, çalışanlarının maaşlarını ödeyemiyorlar, seçilirlerse onlar mı ekonomiyi düzeltecekler, ekonomiyi düzeltecek olan benim, tayyipten al haberi, konuştukça batıyor haberi yok, birinci ağızdan öğreniyoruz olan biteni, demek ki ekonomimiz bozukmuş, demek ki belediyeler iflas etmişler, demek ki ben bozdum ancak ben düzeltirim, o da istersem diyor, madem iflas etmiş belediyeler kendi yine almak için niye debeleniyor, bunu da yerse bu millet vay halimize, kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor bizimle ve aklımızla.

***Az önce doktora gittim, pek sevmem doktora gitmeyi, ama bu yorulmalarım hiç bitmiyor, bir baktırayım dedim, devlet hastanesine, şehir hastanesine gitmedim çünkü o kadar tantanayı kafam kaldırmaz, ha, gittim geçen, kızımın kulağı tıkanmıştı, kulak çubuğu kullanmayın bu arada, bana da olmuştu bir süre önce, güzel olmuş şehir hastanesi, düzenli, bu defa gittiğim doktor oldukça genç bir kadın, hamile, yapılacak tahlilleri işaretlerken bir yandan da bana 52 yaşında olduğumu, 50 yaş sonrası kanser taraması için endoskopi ve kolonoskpi yapılması gerektiğini söyledi, kabul etmedim, o zaman mamografi de mi dedi, evet dedim. mamografiyi bir kere yaptırmıştım, ölüme dirime yeter o, yani o acı, endoskopi ve kolonoskopi hiç yaptırmadım ve umarım hiç yaptırmak zorunda kalmam, bir şeyin yokmuş demeleri için bunca, onca eziyeti hiç çekemem, bunun üzerine doktorun yüzü bir asıldı, bir gerildi, sormayın gitsin, bildiğin sinirlendi, ey sen insanoğlu, sen kim oluyorsun da benim söylediklerime karşı çıkıyorsun der gibi bir hale büründü, ben olabileceklere zaten hazırlıklıyım, her zaman her yerde, çok ta tın, ultrason olabilir ama dedim, onu da o reddetti, nedendir bilemem, bir tahlil rica etsem dedim, hayır dedi, crp, iltihap tahlili isteyecektim dedim, ben gerekenleri yazdım, dedi bana sertçe, crp yi yazıp yazmadığını dahi söylemedi, benim kendimi korumak olarak gördüğüm şeyi o kendine hakaret olarak algılıyor, algıladı, nedense, ilginç, kapris, kompleks ne ararsan var kadında, buradan şunu çıkarıyorum, demek ki bunları önerdiği her insan bunları yaptırmayı kabul ediyorlar, hiç sorgulamadan, bu kadar alındığına göre, ilginç, onun bakış açısıyla belki beni düşünerek yaptığını düşünüyordur ancak hastane girdisini düşünüyor da olabilir pekala benim açımdan bakınca, ve o hastane girdisinden kendine düşecek payı, yağmasa da damlar tarzında bir insan olup olmadığını, ben niyet okuyucu, iç okuyucu değilim, bilemem kimin içinden neler geçtiğini, geçirdiğini, ben sadece her hal ve duruma karşı kendime koruma sorumluluğum olduğunun bilincindeyim o kadar, ve bunu da sonuna kadar yaparım, ömrümün her devresinde, bir devresinde karşıma çıkacak herhangi bir doktor benim üstümde benden fazla söz hakkı sahibi değil ve olamaz da, sinirlenme meselesine gelince daha çok genç, öğrenir zamanla her olan şeye sinirlenmemesi gerektiğini, karşısında bir sinirlendi diye sinirlerini hiç bozmamayı da, zaman öğretir insana bunları, ben öğrenmişim o da öğrenir, yaptırmadım sonuç olarak, hayatta yaptırmam, denek miyim ben, endoskopi de kolonoskopi de bayıltarak yapılan işlemler, hiç işim olmaz, dünya bunu bir video hap yutturarak yapıyorken ben niye yaptırayım ilkel yöntemlerle endoskopi ve kolonoskopi, herkesi aval sanıyorlar bu doktorlar, kendilerinden başka, ultrason baksın, onun bir riski yok, ultrason daha pahalı bir işlem demek ki, hastane için yani, sanki herkes kanser, kanser adayı, varsa bir risk amenna ama durduk yere kendini kurcalatmak niye, neymiş kanser taraması, kan almaya giderken ondan da mı vaz geçsem diye düşündüm bir an, sonra aldırdım, yorgunluklarım aklıma geldi, 5 tüp kan sonuçta, doktor için az ama benim nadide ve narin, iri olmakla beraber, vücudum için çok olabilir, ki daha da halsiz düştüm, başım dönüyor iki sabahtır, kan alındıktan sonra yani..

Bakalım bir işe yarayacak mı bu defa, geçen sefer eli boş çıkmıştım doktordan, iki yıl önce, hiçbir sonuçsuz, iyisin dedi gönderdi beni, iyi olsam niye kapına geleyim a be doktor, sadece yorgunluk kalple ilgili olabilir dedi, o kadar, git veya gitme bile demedi, can onun canı değil, benim canım nasıl olsa, yorgunluk şikayetiyle gelen kilolu kadına ne insülin direnci baktırmış tahlilde ne de son üç ay şekeri, tahliller bende duruyor hala, ne düşünüyordu acaba yapılacak tahlilleri hazırlarken, mükafat olarak çukurambardan şehir hastanesine gönderilmiş, orada da devam ediyordur üçü beşten sallamaya, evet, işleri çok, çok sık hasta bakıyorlar ancak karşılarındaki insanlar da keyiften geçmiyorlar karşılarına, yani aslında keyiften geçenleri ayıklamak, insanları doktor kapısı konusunda bu kadar sabit fikirli yapmamak gerekiyor ki bu günümüzde uzun bir konu, hiç girmeyeyim, bu defa sonuç alana kadar devam edeceğim, bir banyo temizleyip ardından üç saat yayılmaktan bıktım usandım, yıllardır bu böyle, yok, elim kalkmıyor, tembellik olsa tembellik derim, bu tembellik değil, bir arıza var sistemde, ve böyle bir lüksüm yok, her gün bir dizi iş varken beni bekleyen, olan benden çok benim yaptığım işe, elime bakan çocuklarıma oluyor, kesildiğim yerde bırakıyorum iş yapmayı çünkü, elbette çocuk değiller ancak ben var olduğum sürece hayatı tümüyle yüklenmek gibi bir dertleri, tasaları olmaması gerek, normali ve doğalı bu, veya benim gönlümden geçeni bu, ve bunu yapmama engel içimde olan her ne varsa. derdim her neyse.

Yazmaya başlarken iki kalın çizgi vardı gökyüzünde, sabah 7, az önce kafamı tekrar kaldırdım, o iki çizgi silinmiş dar bir çizgi gelmiş yerine, tekrar baktığımda o çizginin de genişlediğini gördüm, uçak izleri, jet uçağı, o izler neler bırakıyorlar acaba artlarında, kirlilik dışında, o direkt gördüğüm ve yakın bir alanda, yoksa bütün gökyüzü o çizgilerle dolu, nereden gelir nereye giderler hiç belli değil, ve niye.

***Aldım sonucu, yine bir şey yok, yani belirgin bir şey yok, biraz ürem yüksek, diğerleri normal sınırlar içinde, kilodan oluyormuş yorulmam, öyle dedi doktor, şu yürüyüş işine sebat etsem iyi olacak, hazır havalar da ısınmışken, bu defa sakindi doktor hanım, hiç sinirlenmedi, sakince açıkladı sonuçları, bakın sinirlenmemeyi öğrenmeye başlamış bile, onun adına sevindirici, doktorların iki mesanesi, rahmi, karaciğeri, dört böbreği mi var, ben neysem o da o, fazla kıçlarını kaldırıyorlar bence.

Gut hastalığınn sebebi olarak ta bilinen ve üst sınırı 6 olan ürik asitim 5’ten 4’e düşmüş bu iki yıllık süre içerisinde, mayıs 2017’de yaptırmışım bir önceki tahlili zaten o tarihten sonra bıraktım tümüyle şeker yemeyi, ürik asitin nedeni alkol, şeker ve meyve şekeriymiş  gut hastası olma olasılığım çok çok daha düşük artık yani, tiroidlerim o zaman da notmalmiş şimdi de normal, karaciğer için alt ast o zaman da normaldi şimdi de normal, trigliserid, yani kanda şekerden dolayı olan yağ 51’den 38’e düşmüş, zaten yüksek değildi iyice düşmüş, kolesteroller üst sınıra yakındı, çok az inmiş, , üst sınırı 43 olan üre 49’dan 59’a çıkmış, karnem çokta fena çıkmadı yani gördüğünüz gibi, hayatımdan bir şekeri eksiltmekle bayağı bir başarıyı yakalamışım, ben böyle beklemiyordum doğrusu, biraz yürüyüşle o üreden de kurtulursam tamamdır, ben beğendim karnemi, yıldızlı olmasa da pekiyi, eskisine nazaran yani, içim rahatladı, darısı size.

Eski tahlile bakarken fark ettim, o iki yıl önceki tahlilde tahlilde crp, iltihap yüksek, 16 çıkmış, ve ben 5 ay sonra çok fena bir iltihap ağrısıyla başka bir doktora gitmişim, onun da tahlili var çünkü elimde, hatırlamıyorum ama eğer ilaç vermiş olsa iltihapla gitmezdim herhalde beş ay sonra doktora, adını yazmamıştım yukarıda ama madem bu da olmuş yazayım, emin gemcioğlu, şehir hastanesinde şu an, yolunuz kesişirse yolunuzu değiştirin.

***Önce ben başlattım, öncü olan benim bu konuda, hatırlarsanız emel sayın birkaç yıl önce şiddet gördüğünü açıklamıştı, bugünlerde de artık kimseyle birlikte olmak istemediğini söyledi, ardından nilüfer de aynı şeyi söyledi, hayatında bir erkeğe yer vermek istemediğini, yaş kemale erdikten ve erkeksizliğin getirdiği rahatlığı tattıktan sonra kadınların erkekli bir hayata dönüş yolları kapanıyor, sütten ağzı yanan yoğurt yemiyor, ben yemeyeyim sen ye, ben çalışayım sen yatmaya devam et, nereye kadar, erkek hep alıcı, erkek hep asalak, at gitsin başından, rahata er, slogan bu artık, Allahıma bin şükürler olsun bugünüme, çocuklarımın yerleri başımın üstünde her zaman, ve hep öyle oldu, en başından beri.

Aşk tesadüfleri sever adlı filmi izledim dün akşam, 2011 yılı yapımı, filmde sık sık zamanda geri gidiliyor ve esas kişilerin anne babaları yaşlı ve marka isimlerden seçilip kötü bir perukla gençleştirme yoluna gidilmiş ki bu çok kötü bir hata, bir yaşlı yüzü ne yaparsan yap gençleştiremezsin, bu olsa olsa genci yaşlandırmakla olabilir, küçücük bir kızın yanında anneannesi yaşında kadın annesi rolünde, neymiş saçı siyah, bir saç rengi ile örtülebilir mi yaşlılığın izleri, saçmalamışlar, illa yaşlı ve marka isimler kullanmak istiyorlardıysa gençliklerini başka isimlerle, gençlerle çekmelilermiş, ya da gençlerle çekilip makyajla yaşlandırılmalıymışlar, ki anne babaların rolleri yaşlılıkta değil gençlikte çok, yanlış yapmışlar, hiç hoş olmamış, bu açıdan tam bir fiyasko, yapıyorsunuz bir iş bir şeye benzesin bari, ayda aksel, altan erkekliden genç olur mu hiç Allah aşkına, hiç mi kafaları basmıyor bunların, bunca salakça bir hatayı nasıl yaparlar aklım almıyor gerçekten, insanın doğasına aykırı bu, benjamin buttom gibi olmuş hepsi, senaryosu iyi, iyi kurgulanmış, ama o büyük aşk, tutku bana geçmedi filmde, belçim bilgin güzel bir kadın olabilir ama iyi bir oyuncu değil, sadece sen de de görememiştim onun gözlerinde, ses tonunda, vücudunda aşkı, sevgiyi, ya hiç aşık olmamış ya da çekingen, ya da baskılı ve bu filmlerine başarısızlık olarak yansıyor, ama filmin sonu acı, acı olmuş, bu kadar tesadüfleri sevmesin aşk ta canm, oraya kadar olan tesadüfler yeterliydi bence, sonu biraz fazla gelmiş, acı sonları sevmem.

***Oy verme günü geldi çattı, bugün oylar mansur yavaşa, benden de bir oy ona, inşallah hayırlısıyla kurtulacağız o itlerden, bir adm bir adımdır, onca karalama kampanyası, onca tehdit, onca göz korkutma ters tepecek bu defa büyük ihtimalle, ama deliye dönmüş, çıldırmış durumda bu aralar, ne yapsam da bu vartayı da atlatsam diye çırpınıyor ama nafile, dün kızılaydaydım, hiçbir şevk, mutluluk çatpmadı gözüme akplilerde, bitti işleri, çekirgenin ömrü buraya kadarmış, bir nefeslik canı kaldı, onu da bu seçimde verecek zaten.

Gerçek mutluluğun yolunn şekersizlikten geçtiğini aklınzdan çıkamayın.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *