
Çocuklar bizim çalar saatimiz değil ki kurulduğunda istediğimiz gibi davransınlar. 7 yaşına geldiler diye verilen her şeyi tam anlamıyla alacaklar diye bir şey yok! Bizim beyinlerimizin 7 yaşa kurulu olması çocukların beyinlerinin de 7 yaşa kurulduğunu göstermiyor. Her çocuğun dünyayı algılayış, anlayış, hayata hazır oluş biçimi birbirinden farklı. Birinin şu anda hazır olduğuna bir diğeri 3 yıl sonra hazır olabiliyor. Eğitimde, özellikle evdeki eğitimde aşırı zorlamalar ters tepebiliyor. Küçük yaşta büyük beklentiler, anne babaların başarı hırsı çocukları okuldan, dersten soğutuyor. Bu kadar üstlerine düşülmese, derslerini tanımalarına, sevmelerine fırsat verilse eminim ki sevecekler. Ama aşırı zorlama ters teptiriyor.
Bazı anne babalar çocuklarının 1. sınıftan itibaren bütün derslerinin 5 olması gayreti içindeler. Nasıl ciddiye alıyorlar ders işini akıl alır gibi değil. Sanırsınız kendileri hiç okul okumamış, okuldan, dersten sıkılmamışlar. Nedir bu yaşta cendereye almak çocukları? Nereye koşuyoruz? Çocuklarına yaptıkları şey kendilerine yapılmış olsa hoşlarına gider miydi? Çocukla beraber, hatta çocuktan daha çok ders çalışıyorlar çocuklarını başarılı yapabilmek için. Daha ilk yılda başlanıyor bitmek bilmeyen sıkıcı ev ödevi saatlerine. Okulda bütün gün ders gör, gel evde saatlerce ders çalış, seveceği varsa da sevemiyor çocuk dersini.
Bana kalırsa ev ödevleri yasaklanmalı. Anne babaların çocukları ders çalıştırması yasaklanmalı. Çok ciddiyim. Çünkü sınırlar çoğu zaman aşılabiliyor. Anne baba olmanın sorumluluğu ve iyi niyeti ile çocuklar aşırı zorlanabiliyorlar. Ders okulda kalmalı. Bir çocuk için bütün günlük ders süresi yeterde artar bile. Fazladan ders çalışmalarına ne gerek var? Bunlar robot değil ki, çocuk. Bir arıza yapar, Allah esirgesin bir daha kimse düzeltemez. Çocuk okulda ne kadar alıyorsa bu kadarı yeterli olmalı. Büyükler bile dayanamaz bu tempoya. Çocuklarımızdan niye bekliyoruz ki? İşten gelen bir insan evde de aynı işi yapmaya devam mı ediyor da çocuklarımızdan bu beklenti içindeyiz.
Hele, hele ilk 3 sınıfta hiç gerekli değil. Ödev meselesini abartabilen anne babalar olduğu gibi öğretmenlerde olabiliyor. Kızım ilkokula başladığında öğretmeni projeksiyon makinesi istedi, sınıfça para toparlandı, aldık. Bu sayede çocukların çizgi film ihtiyaçlarının karşılanacağını nereden bilebilirdik? Bir baktık her gidişimizde perdeler kapalı çocuklar yalnız başına çizgi film izliyor. Öğretmenleri elinde çay bardağı aheste, aheste ders bitiminde, okul biterken sınıfa giriyor. Adam bıkmış meğerse 20 yıldır çocuk otarmaktan bizim haberimiz yok. Başıboşluğun, keşmekeşliğin hüküm sürdüğü, işini bilenin işe gitmediği alan çok. Okullarda bunlardan biri olabiliyor zaman, zaman.
Velhasıl, öğretmen dersi kendi öğretmek istemeyip öğretmeyince iş bize düştü. Her gün gönderilen sayfalar dolusu ödevi yaptı bütün veliler çocuklarıyla. O sene kızımı ders çalıştırdığım kadar çocuklarımı ders çalıştırdığımı hiç hatırlamıyorum. Kâbus gibiydi. Kızım solak, ödev yapmaktan sol elindeki damarlar dışarı fırladı, belirgin hale geldi. Hala öyle. O kadar çok yazı yazdırıyordu ki çocuğuma, acıyıp benim yazasım geliyordu ama el yazısından anlaşılacağı için yazamıyordum. Bütün bunlar 1. sınıfta iken yaşandı, düşünebiliyor musunuz? Kızım 2. sınıfa geçtiğinde yan sınıfa aldım. Hiç bu tür sorunlar yoktu, yaşanmamıştı. Bu tamamen karşınıza çıkan kişi ile ilgili.
Bu umursamayan, önemsemeyen tavrın tam zıttı bir öğretmen şekli var ki, o da çocuğun başarısı ile kendi başarısını eş koşan, bunu kendine hırs yapan öğretmenler. Sayıca hiçte az olduklarını sanmıyorum. Bu durumda mağdur olan yine çocuklar.
Şimdi başka bir okulda 4. sınıfa giden kızım beden, müzik, resim dersinin hevesiyle gidiyor her gün okula, heyecanla. Gerçi resim öğretmeni gıcıkmış, herkese öyle davranıyormuş. Ama yinede seviyor resim dersini de. Evde flüt çalışıyor, iyi çaldığı için öğretmen 100 vermiş, çok mutlu olmuş. Akşamdan hazırlıyor beden dersinde giyeceği elbiseleri. Beden dersinin olduğu günler bir heyecan, bir sevinç. Çarşamba gününü iple çekiyor. Onu da zorlamıyorum ders çalışması için. Yardım istiyorsa, gerekiyorsa yardımcı oluyoruz abileri ve ben. Geçen gün okuldan gelir gelmez sordu. ?Anne, disiplin ne demek?? cevapladım, niye sorduğunu geçiştirdi, üstelemedim. Birkaç gün sonra, ders yoluna girince söyledi, ödevlerini yapmadığı için İngilizce öğretmeni ?disipline veririm? diyerek gözünü korkutmaya çalışmış. Çocuk ne bilsin disiplin ne:)
Haftada bir, on beşte bir, bir gün okuldan kaytarıyor, birlikte takılıyoruz. Herkesin kaçamaklara, küçük mutluluklara ihtiyacı var. Çok hoşlanıyor bu günlerden. Geçen gün test olmuşlar. Baktım, 22 kişilik sınıfta 18. olmuş. Pek parlak bir sonuç değil. Üstünde durmadım, azarlamadım, kötü hiçbir tepki vermedim. O bana Allah?ın bir lütfu. Hiç mi kızmıyorum, kızıyorum elbet ama vara yoğa değil. Ders için kızmam, çok önemli olmadıkça. Çocukların okula gitmekle bile üstüne düşeni yeterince yaptığı kanısındayım. Sırf bu yüzden iyi okul, özel okul delisi olmadım, çocuklarımı gereksiz yere okulda zorlamasınlar diye. Ortalama okullarda ortalama çocuklar olarak yaşadılar. Şimdi başarılı çocukların okuduğu okullardalar. Anadolu lisesinde. Yine zorlamıyorum. Ama gözümün üstlerinde olduğunu biliyorlar.
Kızım ilk defa bu yıl bu kadar eğleniyor okulda çünkü beden, müzik, resim derslerinin dal öğretmenleri 4. sınıfta dâhil oluyorlar kendi derslerine girmeye. İlk üç yıl sınıf öğretmenleriyle yapılıyor bu dersler, yapıldığı kadarıyla. Doğru olan da bu. Çocuğu beden, müzik, resim gibi derslerle okula bağlayıp okulu sevdirmek, arada diğer dersleri de öğrenmesini sağlamak. Kızım bunun en güzel örneği. Tabi boş geçmeyen, basit ders diye savsaklanmayan, adamakıllı ders gibi ders olarak yapılan okullarda. Böyle yapılmayan okullara çok şahit oldum.
Bana göre ders disiplini konusunda her çocuğun hazır olacağı kendine has bir zamanı var. Sınavda başarılı olamadığını öğrenince demek ki kızımın zamanı dolmamış diye içimden geçirdim. İçim biraz burularak. Boş cevaplar dikkatimi çekti. Yetiştirememiş. Türkçe, sosyal tamamen boş, matemetikten birkaç yanlışı var. Girdiği ilk genel test sınavı. Bir kere okuyunca anlamamış, iki kere okumuş. Severim ben onu. Bıcır, bıcır.
Sonuç kâğıdını incelerken bir baktım fenden 1 yanlışı var. Fen dersinden okul birincisi olmuş. Kendi farkında değil. Söyleyince gözleri parladı, fen dersini çok sevdiğini, iskeletlerin, kas sisteminin çok ilgisini çektiğini anlatmaya başladı. Fen bilgisi denice parlayan gözleri görülmeye değerdi. Sevindim. Kızımın öğrenme zamanı dolmuş. Artık arkası gelir. Benim itelememe gerek kalmayacak. ?Benim kızım birinci? diyerek sevdim, öptüm, kucakladım. Nasıl hoşuna gitti. ?Çok mu hoşuna gitti?? diye bana sordu. Anlamadı neden bu kadar sevindiğimi. Kendine güveni geldi. 3. kez anladım ki yine doğru yoldayım. Abilerinin yakaladığı başarıyı o da yakalayacak.
Ben fen bilgisini her gün ona düzenli olarak çalıştırmış olsaydım aynı başarıyı yakalar mıydı? Sanmıyorum. Bıkkınlık, gına gelir ve dersten soğur, uzaklaşırdı. Sevdiği şeyi kendi el yordamıyla bulma hazzını yaşama hakkını elinden almış olurdum.
Matematik tutkunu olan 11. sınıftaki büyük oğlum matematikteki başarısını ders çalışmamasına bağlıyor. Arkadaşları için, ?eğer onlar kadar çalışıyor olsam kafam kalmaz, bende başarılı olamazdım? diyor. Okula, koşuya ve dershaneye gidiyor. Dershane sınavında matematikten 40 soruda 1 yanlış yapmış.
Akşam 7?den sonra eve geliyor ve bilgisayarda 1,2 saat oyun oynuyor. Yorulan kafasını bir şekilde boşaltması, dinlendirmesi lazım. O bunu bilgisayar oyunuyla gerçekleştiriyor. Bence iyi bir seçim mi? Değil! Yeri geliyor bilgisayar yüzünden tartışıyoruz. Ama bu onun seçimi. O kendini bu şekilde dinlendiriyor, kendine bunu uygun görüyor. Süre uzarsa kalkmasını ikaz ediyorum, o kadar. O saatten sonra biraz derse bakarsa bakıyor, bakmazsa yatıp uyuyor.
Bilgisayar oynama, ders çalış desem, zorlasam çalışır elbet ama o çalışmanın ona bir faydası olur mu? Olmaz. Olmayacağını kendide söylüyor zaten.
Bu oğlum 7. sınıfı bitirdikten sonra aldı üstüne ders çalışma, derse itina etme sorumluluğunu. Dediğim gibi her çocuğun kendini ifade ediş süresi birbirinden farklı. Yani son 3, 4 yılda kat etti bu yolu. 8. Sınıfa gelene kadar şımarık, haylaz bir çocuk olmayı seçmişti hâlbuki. Her teneffüs basket oynayarak ter içinde derse giren, muziplikler yapan, ortalıkta koşuşturan yaramaz bir çocuk. Gerçi hala öyle. Biraz yol, yordam göstererek ders konusunda doğru yolu bulmasına yardımcı oldum, o kadar. Sanırım birazda doğru kişilerle karşılaştım bu konuda, dershanesinde. Çocukluğunu çocuk gibi yaşayabilmeli çocuklar ki büyüdüklerinde de kendilerini olduğu gibi ifade edebilsinler.
Koşuşturmalarının sonucunda birde koşucu oldu üstüne üstlük, 8. sınıftan sonra, tesadüfen. Okulda yarış var demişler, yarışa girmiş, 1. olmuş. Şimdi bir spor kulübünde atlet. Dersi ve koşuyu bir arada götürüyor olmaktan ve her ikisinde de başarılı olmaktan çok mesut.
9. sınıfa giden diğer oğlum en başından beri düzenli çalışmayı tercih etti. Her gün okuldan gelir, dersinin başına oturur. Kimsenin ders çalış demesi gerekmez. Biri oturmaz, biri kalkmaz derler ya, o cinsten. Zaman, zaman kalkması için ben zorlarım, bahaneler bulurum. O da ortalamanın üstünde bir başarıya sahip ama abisi kadar uç noktalarda değil. Her yiğidin yoğurt yiyişi birbirinden farklı.
Umarım çokbilmişlik tasladığımı düşünmüyorsunuzdur. Bunlar benim naçizane deneyimlerim, birebir yaşadıklarım. Sizinle paylaşıyor, içimi döküyorum, o kadar. Belki sizlere de bir faydası olur düşüncesiyle.
*Şubat?11
Birde eğitim konusunda dikkatimi çeken bir şey var. Okumuş anne-babaların çocukları okumak konusunda anne-babaları kadar hevesli değiller. Pek çok örneğe rastladım bu konuda. Baba ODTÜ?de profesör, çocuk 11. Sınıfta okulu bırakmak istiyor. Bizlerin, ben yaşların deyimiyle lise terk. Gerekçesi, konservatuara girip gitar okuyacakmış. Annesi soruyor, ?ne yaptın, nasıl başardın, sırrı ne??. Yorgun, bitkin, dertli. ?Çocukta bitiyor, ne yaparsan yap? diyor.
Bir başka örnek, anne baba avukat, çocuk evde, liseyi bıraktı. İlişkileri öyle bir duruma gelmiş ki anne çokta umursamıyor artık okulu bırakmış olmasını. Psikologlar, psikiyatrlar uğrak yerleri. Emin olun ki o anne baba bunu hiç mi hiç hak etmiyorlar. Ne kadar verici, ilgili bir anne baba olduklarını ben yakınen biliyorum. İkinci çocuklarını devlet okulunda okutuyorlar. Özel okulda okutmaya paraları yetmediği için mi? Hayır.
Bu çocukların ikisi de özel okulda okuyor. Çok pohpohlanmak, şımartılmak, her şeyi o istemeden önüne sunmak, ?aman okusun? demek ters tepiyor diye düşünüyorum. Başka bir neden aklıma gelmiyor. Çocuğa anne babası için değil kendi geleceği için okuması gerektiği düşüncesi en başından itibaren aşılanmalı. Hayatın bir lay lay lom alanı olmadığı en basit gerçeklerle gösterilmeli.
Sadece gelecek kaygısı olarak ta sunulmamalı okul okumak çocuklara. Başarının verdiği haz, başarıdan olunan tatmin ve mutluluk sümen altından vurgulanmalı. 44 yaşındayım ve kendimi en iyi hissettiğim anlar, okul başarılarımı hatırladığım anlardır, öyle çok büyük başarılar olmamasına rağmen. Bir ömür boyu insan için övünç kaynağı.
Anne babalarının dişiyle, tırnağıyla kazanıp hak ettiklerinin havadan gelmediği, emekle kazanıldığı bir şekilde öğretilmeli. Dişiyle, tırnağıyla kazanmasına fırsat tanımak için sırça fanuslarda, özel okullarda değil, devlet okularında okutulmalılar bana sorarsanız. Hayatı her boyutuyla tanıması sağlanmalı. Ve o hayattan nasıl sıyrılması gerektiğinin yolunu kendi bulmalı. Aşırı korumacılık bir işe yaramıyor. Bırakın kendi boğuşsun arkadaşıyla, öğretmeniyle, dünyayla. Sürtülsün burnu, kopmaz ya! Uzaktan izleyin, çok gerekliyse müdahale edin. Yoksa onca emek, sıkıntı, beklenti hayal kırıklığı.
Diyelim ki yemediniz içmediniz, özel okullarda, sırça fanuslarda okuttunuz çocuğunuzu. Her şeyden koruyup sakınarak. Kendini kimden ve ne zaman ve nasıl koruması gerektiğini zamanında öğrenemeyecek. Doktor çıkacak, o tanımadığı, nasıl korunacağını bilmediği insanları tedavi edecek. Avukat olacak, onların davalarına bakacak. Yolda, izde, sokakta, her yerde karşısına çıkacak. Bırakın kendi hayatını kendi yaşasın, kendi tanısın. Onların da bizim kadar hayatı tanımaya, hayatı olduğu gibi yaşamaya hakları var. Kendiniz özel okulda mı okudunuz? Zaten yoktu.
Özel okulların birde şöyle bir yükümlülüğü var. Velinin okula ödediği parayı çocuğun başarısı olarak geri döndürmek. Ödenen parayı başarı ile iade ederek kendini rahatlatmak. ?Para verdin ve bunun karşılığında çocuğun başarılı gördün mü?? diyebilmek için ellerinden gelen her türlü çabayı gösteriyorlar. Bu uğurda çocuklar harcansa bile. Yöntem çocuğu başarıya zorlamak. Bu zorlanmalara kendi gözlerimle şahit oldum. Öğretmen 4. Sınıftaki çocuğu sınıftan dışarı almış, ders notlarını yükseltmesi konusunda açıkça sıkıştırıyordu. Çocuklarımın okuduğu okullarda hiç böyle bir manzarayla karşılaşmadım. Neyse ki!
Her çocukta ters tepecek diye bir şey yok. Ama bazı çocuklarda ters tepiyor işte. Benim içinde böyledir. Bir şey için ne kadar zorlanırsam o kadar geri kaçarım. Sevmediğim bir şeyde asla başarılı olamam, olmam. Başarılı olmam için öncelikle sevmem ve benim istemem gerek. Çocuklarımda benim gibi. Bunu hissettiğim için en başından beri devlet okulları ilk tercihim oldu. Oranın getireceği rahatlık, gevşeklik ve özgürlük çocuklarıma başarıyı getirecekti, getirdi de.
Bu iddiam beni kesinlikle içermiyor, ben istisnayım, yüksek zekâlar zorlanmayı kabullenemiyor. Çocuk o dersin belki de çok, çok üstünde bir kapasitede ve o sıradan bilgiyi beynine almak istemiyor. Eminim ki demin bahsettiğim okul bırakan o çocuklarda bu çocuklardan.
Eğitim, eğitim ama her şey bir yere kadar. Kimse çocuğunu eziyet çeksin diye getirmiyor dünyaya! Öyle değil mi? Eğitim 2011 Anne olmak sadece yedirip içirip doyurmak değil. Bu kadar basit olsa zaten insan değil bir hayvan türü oluruz. Bir iki ay emzirir ayırırsın yollarını; hayvanlar âleminde olduğu gibi. Bizim farkımız bir aklımız, akıl süzgecimiz olması ve bütün bildiklerimizi aktarabiliyor olmamız. Yaşamış olduğumuz hayat tecrübesi ile nasıl olduğunu bildiğin bir dünyada daha kolay yol alabilmesi için çocuğunun yolunun önünü açmak. Bu yolda gayret etmesini sağlamak için çaba göstermek, teşvik etmek.
Olduğuna, oluruna bırakmak değil de şöyle kabaca bir çeki düzen vermek, tozunu silkelemek. Olabildiğinin fazlasına değil de olabildiğinin en iyisine yönlendirmek çocuğu. Ne başıboş bırakmak ne de fazlasına, yapabileceğinin ötesine zorlamak; ortalarda bir yerlerde durmasını bilmek. Anne tıraşı hayata hazırlık sınavının ilk aşaması. Anneden sonra hayat sınayacak insanı ki bu anneninkine hiç benzemez.
Asıl sınavı annenin elinden çıktıktan sonra verir insan. Üstelik bir ömür boyu sürer bu sınav. En başında doğru adımlar atıldıysa ileriye çok daha büyük adımlarla varılır. Anne sınavı %100 başarı ile atlatıldıysa ondan sonraki sınavlar çok daha basit gelecektir kişiye. O varılan yerde rahat eden şey annenin kafası ve kişinin kendisidir.
Bütün bu emekler verilmese onca başarılı insan var olur muydu?
Çocuk var kendini zorlar; senin çabana, itelemene gerek kalmaz. Yeri gelir ?yapma oğlum, durdur kendini; bu kadar yeter? dersin. Çocuk var durur olduğu yerde; bilirsin ki azıcık iteleyiversen dünyayı alacak avucuna; bakar oradan beni şöyle bir iteleyen olsa diye. İtelersin elbet bakıp duracak değilsin ya!
Bu iki tip çocuk benim çocuklarım. İki yaş var aralarında. Biri 16 diğeri 18 yaşında. Biri ders başından kalkmıyor; diğeri ders başına oturmuyor. Ders çalışma konusunda tamamen birbirinden zıt iki çocuk. Birinin aklı fikri dersinde; diğerinin aklı fikri ders dışında her şeyde. Tamamen kendi kişisel özellikleri. Birine nasıl bir tavır sergilediysem diğerini de aynı şekilde büyüttüm. En başından beri hiç derse zorlamadan.
Ama ilerleyen zaman içinde baktım ki birinin zorlanması gerekiyor. Gerçi zorlasam ne fayda; o bir yolunu bulup kaytarıyor yine. Her gün bir bahanesi var çalışmamak için. Bir gün yarıştan çıktım, bir gün sınavdan çıktım, bir gün canım istemiyor, bir gün yorgunum. Hafta dediğin kaç gün? Bitti, gitti işte;))) Bir gün film, bir gün bilgisayar diye birbirini tekrarlayarak geçiyor günler. Şaka bir yana haftada iki saat ders çalıştığını görsem; göremiyorum. 2 ay sonra üniversite sınavına girecek, 1 Nisanda, haftada 2 saat ders çalışmıyor. Bütün yaptığı dershaneye gitmek ve deneme sınavlarına girmek. Sınava girdiği süre kadar ders çalışmış olsa eminim her şeyi yoluna koyacak ama çalışmıyor.
İki oğlumda ortalama bir anadolu lisesinde okuyor. Dersine çalışıyor dediğim küçük oğlum 10. Sınıfta. Çoğu zaman fazla ders çalışmasına engel olmak için bahaneler üretir ve evden uzaklaştırırım onu. Çıkmak istemez; dersim var der; bu yüzden tartışırız. Sınıfında matematik ve fen derslerinde başarılılar arasında. Oğlumun söylediğine göre sınıfın en az ders çalışanlarından biri kendisiymiş. Daha şimdiden, 10. Sınıfta uyku saatlerinden kısarak ders çalışmaya başlamışlar bile. Kendini bana aklamak için söylüyor bunu. ?Benim çalıştığımı çok görme? anlamında.
Dün karne aldılar; 10. sınıftaki oğlum teşekkür aldı; yakındaki bir AVM?ye gittiler arkadaşlarıyla; hiçbiri daha önce gitmemiş. Biz her daim altını üstüne getirdiğimiz için o AVM?nin, oğlum gezdirmiş her yeri. ?Sen bu sene geldin mi buraya? demiş bir arkadaşı;)))) Oğlumun çok garibine gitmiş. İnanamamış duyduklarına. Şaşkınlık içinde.
Annelerin ufku açık olmayınca ve olanakları olmayınca çocukların ufku ve olanakları da daralıyor elbette. Kadını daraltan kafalar aslında çocuklarını daraltıyor.
Büyük oğlum kendi ders çalışmadığı için arkadaşlarının ders çalışma stillerinden bahsetmez doğal olarak. Ama dershanedeki toplantıda annelerden duydum ?3-5 saat uykuyla? ayakta durduklarını çocukların. Onlar 12. Sınıf elbette. Yani bu yıl girecekler sınava.
Oğlumu hala her gece zor kaldırıp yatırıyorum bilgisayar başından. Oyun oynamıyor; sadece bakınıyor, geziniyor veya film izliyor. Oyun en önemli yasağımız. En azından evde. Yatıp uyusa razıyım; nerede ders çalışmak! Oğlum 12 oldu, oğlum 12 çeyrek, oğlum saat 1. Guguk kuşuna çevirdi beni. Uykularım paçavra, bölük pörçük. Dalıyorum bana göre 15 saniye, uyanıyorum ışık hala açık; bir daha, bir daha; guguk, guguk;))
Hiç kolay geçmiyor olsa gerek evlerde bu büyük yarış. Çünkü artık zekâlar değil hırs, azim ve çalışmalar çarpışıyor. Bir, iki ay öncesine kadar oğlumun elinden telefon düşmezdi gelen mesajlardan. Yemek yerken bile bir yandan mesajlaşırdı arkadaşlarıyla. Artık mesaj bile gönderen yok. Hep böyle olsa keşke;)) Sinir oluyordum telefonu bir dakikalığına bile elinden bırakmamasından.
Herkes dersine, ders çalışmaya dalmış durumda. Gelen mesajların tamamen durmuş olmasından bu açıkça belli. Oğlum hariç. Çalışmıyor. O tercih etmiyor kendi için böyle bir yaşam stilini. Sorduğumda ise ?çalışamıyorum? diyor. Bundan öteye ne sorulur ki? Sıkıya gelmek işine gelmiyor. Fazla zeki; ondan olmalı diye düşünüyorum. Neyse; bildiğine bıraktım; yapacak birşey yok. ‘Koyma akıl tereğe çıkmaz’ derdi annem. Kendi istemedikten sonra benim ne isteyip istemediğimin bir önemi kalmıyor nasıl olsa. Hayat onun hayatı. Düşmeden kalkılmıyor; o da öğrenecek.
Sene başında dershanede yapılan deneme sınavlarında ilk beşteydi oğlum. Her geçen gün düşüyor başarı oranı. En son dokuzuncu olmuştu. Daha da düşecek. Çalışmak ya da çalışmamak; bütün mesele bu. Çalışanlar ilerliyor, çalışmayanlar geri gidiyor. Kıçını kırıp oturan varıyor istediği sonuca. Diğerleri arkada kalıyor.
Onca yetişen başarılı insan yata yata yakalamadı başarıyı sonuçta. ?Başarılı doğulmaz, başarılı olunur? demiş birileri. Haklı bir söz olmadığını kim söyleyebilir? Dünyayı değiştirenler; değiştirecek olanlar onlar.
Aynı neyden aynı nağmeleri üflemekle bir adım ileri gidemediğimiz; gidilmeyeceği ortada. Bu çocuklar; başarılı olanlar, hayatımızda bir şeyleri değiştirecek olanlar.
10 yaşında 5?e giden kızım arada derede kaynıyor iki oğlumun ardından. Büyüklere odaklandığı için ilgim o fena halde kaytarıyor; hayırlısı Allah?tan. Matematik 1 gelmiş karneye. Hakkıyla mı aldı onu bilemem elbette. Kaprislerini çocukların karnesine yansıtan öğretmenler yok değil! Hani başarısızdır da 1 olacak kadar değil. Matematiğinin 1 olduğunu sanmıyorum açıkçası. Ben pek tınlamıyorum öğretmenini; bana vermiş o notu sanırım. Hiç önemli değil. Bu onu mutlu ediyorsa bırakayım mutlu olsun.
3 çocuğumun toplamda 12+10+5=27 yıldır velisiyim. Kendi eğitim yıllarımı da eklersek kendi yaşımı geçer. Ne öğretmenler gördüm; ne kaprisler, ne kötülükler. İnsan hayatıyla oynayanlar bile. Bu defaki onların yanında çerez.
Benimle olan ilişkisini kızımın karnesine yansıtıyorsa bana göre o karne kızıma değil; kendisine aittir. O birlik karneyi kendi hak etmiştir.
Öğretmenlik dışında hiçbir iş kolunda yok müteşekkir olmak, hep alttan alan olmak ve boynu bükük olmak beklentisi. Herkes hizmetini veriyor ve karşılığında aylık maaşını alıyor. Ama öğretmenler bunu bekliyor nedense. Çocuğunu emanet ettiğin için bütün kaprisini sana yönlendirmekte bir sakınca bulmuyor. Bende o beklentilerini karşılamayı reddediyorum naçizane. Ben neden eğilip büküleyim ki karşında? Kızımı kaşının gözünün hayrına okutmuyor sonuçta.
Şubat’12
Bu nasıl olur bilmiyorum ama kişisel ilişkilerin karneye, nota yansıtılması bir biçimde engellenmeli. O yazılı kâğıdında isminiz olduğu sürece öğretmenin tarafsızca not vermesini beklemek yanlış. Bu her öğretmen için geçerli değil elbette.
Öğrenciyken kişiliği oturmamış bir öğretmenim her derste doğudan gelen bir öğrenciyi aşağılar; dalga geçerdi. Bu tavrından rahatsız olduğumu konuyu her yenileyişinde yüzüne vurmaktan çekinmezdim. Benden başkası da ses çıkarmazdı hiç bu konuda. Bana alttan alta diş bilediğini bildiğim için yazılısına çok iyi hazırlandım; arkamda benden kopya çeken arkadaşım sınıfı geçti, ben sırf o uyduruk ders yüzünden okuldan atıldım ve iki yıl sonra geri döndüm. Bir savunma iki yılıma; belki de yıllarıma mal oldu. Yine olsa aynı şeyi yaparım; asla pişman olmadım tavrımdan.
O doğulu arkadaş zamanında bitirdi ve gitti okulu. Farkında mıdır acaba bütün bunların bu nedenle yaşandığının;)))
Atılmadan önce bir tek ders sınavı hakkım vardı. Bir ağustos günü okula gittim; beni okuldan atmış olmanın rahatlığıyla gevşemiş olan hoca sınav hakkıyla beni karşısında görünce şafak attı. Benimle birlikte dekanlığa kadar geldi ve beni böyle bir sınav hakkım olmadığına ikna ettiler. Daha sonra dilekçeyle itiraz ettim ama elimde sınava alınmadığıma dair bir yazılı belge bulunmadığından, şifahen söylenmiş olduğundan bir hak iddia edemeyeceğim cevabını aldım.
İki yıl sonra okula afla geri geldiğimde aynı öğretmen dersinde ?iki yıl süründü geri geldi? dedi benim için. Beni yeni sınıf arkadaşlarıma tanıtmak için. Eski arkadaşlarım bitirip gitmişlerdi. Şahsiyetsiz. Ben ve o kimin yüzünden iki yıl süründüğümü biliyorduk elbet. Cevap bile vermedim. O saatten sonra cevap verilecek kadar bile önemi yoktu o adamın benim için. Hala yok.
Bir başka örnek; bir gün bir hocama kendi mesleğinden birinden överek bahsettim; meğerse hocam o kişiyle kavgalıymış. Nereden bileyim? Beni seçmeli dersine almayı reddetti. Beni okulun en iyi öğrencilerinden biri iken en vasat öğrencilerinden biri konumuna düşürdü dersine almayarak. Herkes bulunduğu yeri hak ediyor, hazmediyor diye bir şey yok elbette. Ama bu defa saygıda kusur falan etmemiştim; hakkım yendi;)))
Şimdi gülebiliyorum elbette bunlara ama yaşanırken hiç gülünecek gibi değildi. Ama asla her ikisine de başımı eğmedim; aman dilemedim. Aksine dimdik durdum karşılarında o küçük yaşımda. Zorunlu derslerindeki yazılı kâğıtlarına ?beni dersine almadın da hayatımı elimden mi alabildin, ben her koşulda yaşarım, sen meraklanma? babında doldurduğum yazılı kâğıtları gönderdim ona;))) Her seferinde; her yazılıda)))
Bu iki olay birbirine ters zamanlarda gelişti. Yani önce etkili olan hocam tarafından derse alınmadım; ardından okulda çok önemli bir yer ihtiva etmeyen bir hoca yüzünden okuldan atıldım. Yani o okulun kurallarına göre itibarım sıfırlanınca üstüme çullandı leş kargası.
O okulu bitirdim ama ilişkilerin bu kadar laçka olduğu, kişisel hırsların ön planda olduğu bir hayatı ve o insanları almadım hayatıma. Aklım bu kadarına kesebildi şükürler olsun. Eğer o insanlarla; o iş kolunda sürdürseydim hayatımı, ömrümü yer bitirirlerdi; hiç yanaşmadım, uzak durdum.
O iki öğretmen benden hep sınıfta kaldı ve kalmaya devam ediyor. Verilen her karnede.
Şubat?12
Okullar açılınca anlaşıldı işin gerçeği. Sınıfın genelinin 1?miş matematiği. Öğretmen matematik kursu başlattı. Bir hikmeti varmış bu 1?lerin;)))) Allahım ?ben mi kötü düşünür oldum yoksa dünya mı gittikçe kötüleşiyor?? Ben göndermedim elbette;)))
?İstesem de onlar gibi yapamam, çalışamam? dedi oğlum sınavla ilgili olarak. Bu şartlar altında bir devlet üniversitesinin istediği bölümüne giremeyeceği için özel üniversiteye gitmeyi koymuş kafasına. İstediği bölüm elektrik, elektronik mühendisliği; o olmazsa makine mühendisliği ama bu çalışmama temposuyla olmayacağını idrak etmiş durumda.
Pekte haksız olduğunu düşünmüyorum. Gerçi oğlum hiç çalışmıyor ama çalışmış olsaydı da o denli çalışmasını asla istemezdim. İte, kopuğa uymasın; aklı başında yaşasın, bilgisayar oyunlarından uzak olsun benim için yeterli. Beklentilerimi oğlum konusunda da düşürdüm; ne olur ne olmaz;)))
Sabah iki otobüs değiştirerek okula; 3?te tek otobüsle antrenmana; 5?te yine tek otobüsle dershaneye gidiyor; 8?de tek otobüsle eve geliyor. O saatten sonrada ya bilgisayar başında vakit geçiriyor ya da film izliyor. Ben bu çocuğun nesine ?otur, çalış? diyeyim? Çocuğumu yolda bulmadım. Olduğu kadar. Canı sağ olsun.
Korkunç bir rekabet var üniversite sınavına hazırlıkta. Bizim zamanımıza falan hiç benzemiyor. O zaman 3 matematik, 5 Türkçe sorusu derken kapağı atabiliyordun bir okula. Şimdi mümkün değil. Ölümüne çalışıyor çocuklar. Sınıf arkadaşlarını çok sever oğlum. Okula adeta onları görmek için gider. 1. Dönem pek gidemedi; gitmediler, raporluydular birçoğu. 2. Dönem okula gitmeye başlayınca okulu, arkadaşlarını sordum; yüzünü ekşitti, ?hepsi kafayı yemiş, devamlı kavga çıkıyor sınıfta? dedi.
Çocukların bu kadar üstüne gidiliyor olması çok yanlış bence. Bu işin bir sınırı, bir sonu olmalı yoksa kayıp bir nesille baş başa kalacağız.
Yine nereden nereye gitti aklım. Yazayım, bende kalmasın. Geçen gün kim milyoner olmak istere katılan bir yarışmacı vardı; okuduğu okulları yazmayacağım; ama en iyi okullarda okuyor halen. Kendini anlattı bir dolu, akademik başarılarından bahsetti, durmamacasına. Ama yarışmada hiçte başarılı olamadı. En basit sorularda bile tereddüt etti. Hiç aşağılamadı, incitmedi Kenan Işık; ki genelde yapar; okul başarısına duyduğu saygıdan ötürü. Sanırım 5 milyar aldı ve gitti.
O çocuk doktor olsa ne olur, mühendis olsa ne olur? Dünyadan bihaber! Kayıp bir nesil yetiştiriyoruz ne yazık ki; kimi ders, kimi bilgisayar oyunu başında. Yeni neslin geneli böyle; benim oğlum dâhil. Benim oğlum ders başında değil de bilgisayar başında kaybolmaya yüz tutmuştu; durdurdum
Be First to Comment