Press "Enter" to skip to content

Günlük 2r Mayıs’15

***Taze bezelye, taze yaprak, çilek, yenidünya, manav reyonu şenlenmiş, belli ki yaz geliyor! Birde çileklerin tadı olsa, hiç tatları yok.

Beslenmede çeşitlilik şart, yeterli ve dengeliden de kast edilen bu olmalı, çeşitlilik, hiçbir gıdayı hep, sıklıkla yemek gibi bir lüksümüz yok, sebzeler hariç, sebzeler dedim ama havucu bile çok yeseniz, portakalı da, avuç içleri ve ayak altları turuncu renge dönüşüyor, bir zararı yok ama öyle bir değişim söz konusu oluyor, o nedenledir ki yazın gelmesi bu açıdan sevindirici, besin skalasının genişliği açısından, hep ve sıklıkla et, ekmek, meyve, şekerli şeyler, pilav, makarna vs. yeme hakkına sahip değiliz, eğer bunu yaparsak vücut bir yerinden fire vererek bizi uyarıyor, mutlaka, örnek verecek olursam fazla et gut hastalığına, mantara, kan artışına bağlı olarak tansiyon ve kanamalara sebebiyet verebiliyor, fazla şeker ve meyve, şeker hastalığına, yine gut hastalığına, gözlerde bozulmaya, fazla karbonhidrat miyoma dönüşebiliyor, bu durumda hoş geldin yaz, ve yaz sebzeleri demek gerekiyor, meyvelerin gelişi de sevindirici elbette ama ?sınırlı? yenmek koşuluyla.

Bende çok seviyorum meyveyi ancak bundan böyle reyondaki her meyveyi değilde çıkış sırasına göre en çok sevdiğim meyveyi sınırlı miktarda alıp yemeye özen gösterceğim, reyondaki bütün meyvelerden satın almak zorunda değilim sonuç olarak. Tadıyla yemek, yoksa iş yeme hamallığı yapmak değil. Şu an için yenidünya güzel, sonra dut, tadıyla bulabilirsek elbette, sonra kiraz, sonra kayısı, sonra şeftali, karpuz, kavun derken bu sıralama böyle sürer gider, bunlar benim sıralamam, sevdiğim meyveler, geriye ne kaldı ki, gördüğünüz gibi sevmediğim pek yok;))) Kışı meyve yemeden geçirdim de, yazın işim zor!

Kahvaltıya her sabah bir sebze tabağı hazırlıyorum, dilimlenmiş salatalık, havuç, domates, kırmızı, yeşil biberler, azalır veya yeni uyananlar olursa tekrarlıyorum, turuncu, kırmızı, yeşil, beyaz, her renk var neredeyse, ne kadar canlı, yani çiğ sebze yerseniz o kadar canlı ve zinde oluyor vücut, 2 ay öncesinden çok daha iyi hissediyorum kendimi, şeker ve karbonhidratı azalttıktan sonra yani, kilom hala aynı, 71, 77?den düşmüştüm, ancak çok daha hafiflemiş gibiyim.

Hava artık güzel, yavaştan yavaştan yürüyüşlere de başlanmalı gibi, hep yemekle olmuyor;))) Dün akşam ilk turumu attım, 1 saat, eve yakın, ev çevresinde, yürümek gerek. Bir ay önce yürümekte zorlanırken dün bir saat çok rahatlıkla yürüdüm.

***?Bütün aşklar, fermansız, hesapsız başlar. Seninle olayım ?kuru ekmeğe razıyım? denir. Kalpten ateş alan aşklar evliliğe dönüşür. Erkeğin işi vardır, kadın da çalışıyorsa eve iki maaş girer. Çocuklar doğar. Bütçe sıkışır. Çocuk ikiye, üçe, dörde çıkarsa kadın da işi bırakır evinin hanımı olur. Babanın maaşı yüksek, geliri ballı, işi iyi ise sorun yok. Değilse perişanlık. Araştırma dün yayınlandı. 3 çocuklu perişan!?

Bu yazı Necati Doğru?nun bugünkü ?3 çocuklu perişan? başlıklı yazısının girişi, bana birini hatırlattı nedense, size de öyle oldu mu, neyse, yinede yermeden bahsedilmek güzel şey.

İtiraf etmeliyim ki, ilgimle sıkmış, bunaltmışım onu, ve benden kaçacak delik aramış, ona olan düşkünlüğümü kendine vurulan bir zincir olarak görmüş, benim yorumum bu, ona sormuş değilim, sonrasındaki ilgisizliğim ise onu perişan etmeye yetmiş, benden çok çok daha kötü etkilenmiş, ben çocuklarımla, onların işleriyle kendimi oyalayabilmişim ama o çok daha ağır darbe almış, geçen o 10 yılda en az 20 yıl yaşlanmış ve ben yanımda olduğu halde bunu görmemişim, görsemde fark etmezdi zaten, oh olsun derdim, çok dedim, kin gözümü bürümüş, benim için ya var, ya yok, ortasında bir yerlerde yaşayamıyorum ben, kimine göre şans olabilecek olan kimine göre eza, kimi zaman şans olarak görülebilecek olan kimi zaman eza, hayat bazen çok bilinmeyenli bir denklem gibi.

İşin kötüsü yine öyleyim, o dünya, bense ay, ama en ufak bir yanlışta biliyorum ki ne dünya kalır ortada ne de ay, ortalık toza dumana boğulur ve gözüm hiçbir şeyi görmez.

***Bir bilseniz neler oldu neler, evlenecesen gel?de ?maddi durum benim için önemli değil, yaşamak istiyorum bundan sonra? diyen kadın adamdan 100 gram altın ve yeniden dayanıp döşenmiş ev istedi, eşya olarak, 100 gram altının değeri 12 milyarmış, kızı da ?buraya evlenmeye gelen adam cebine 5 milyarı koyup gelecek? dedi, ne diyim, yapabilene helal olsun.

***Üniversitelerde festivaller başlamış, dün gece oğlum eve gelmedi, az önce telefonum çaldı, oğlumun adını vererek bir özel hastaneden aradıklarını, çekap yaptırıp yaptırmamak istediğimizi sordu, mesele çekapa gelene kadar zaten benim elim ayağım soğudu, münasebetsizler, insanda biraz düşünce olur, hastaneden hayır için arandığı nerede görülmüş, hiç yoktan yere yüreğim ağzıma geldi, sene başında da olmuştu, kızımın okulundan bir öğretmen aradı ve kızımın midesinin bulandığını, gelip almamı istedi, ne korkularla gittiğimi ben biliyorum, kötü şakacılar, hiç değilse ver bir kızımın sesini duyayım, hiç mi düşünmezler, gerçekten midesi bulanmışmış meğerse, ben onu mu düşündüm gidene kadar, en kötü senaryolar.

Tam bunu yazarken bir telefon daha, okulun öğrenci işlerinden aradılar, benim başımdan aşağı yine kaynar sular döküldü elbette, 10 dakika arayla, milletin işi gücü yok benimle uğraşıyor, çocuğun mu var, derdin var, oğlumun arkadaşının annesi aramış, o onu, o bunu derken çıktılar piyasaya, ben küçükken kızdığında ?ana olacağına taş ol? derdi annem, artık demiyor, ne zor işmiş analık, hiç bitmiyor çilesi.

Az sonra oğlum arkadaşıyla geldi, gece içki içmiş, gelmemişler, buraya kadar birşey yok, iyi değil ama yapacak bir şey yok, arkadaşının gece burnu kanamış, ara ara kanıyormuş zaten, bildiğim bütün olasılıkları saydım, kan sulandırıcıları, tutmadı, en son alkol geldi aklıma, alkol de kanı sulandırıyor, en azından bir süre içmeyip gidişata bakmasını söyledim, sözümü dinler inşallah. O içmeyince oğlum da belki daha az içer;))) Anne kurnazlığı.

Bu burun hassasiyeti sezaryenle doğanların kaderi, o da sezeryanla doğmuş, benim çocuklarımda da var, onunki biraz daha ileri sanırım, ama aslında benim çocuklarımın da oldu burun kanamaları, polenlerin arttığı bu aralar hepsi hapşırık, tıksırık halinde, gözleri sulu sulu, deniz kenarına, nemli havaya gittiklerinde geçiyor ancak, onun da öyleymiş.

Dün çim alanda parti varmış, o yüzden bu içki işleri, real?de 40 kasa faal olarak içki satmış, içki satılan bölümde izdiham varmış, birde yağdanlık satılmış, partiye şişeyle girmek yasakmış, plastik kapla girilebiliyormuş, yani içki serbest, cam şişe yasak, tehlikeli olabileceği için, iyi fikir, en azından son kısmı.

Ailesinin nereli olduğunu sordum, daha önceden de sormuş, unutmuşumdur büyük olasılıkla, ?annem Samsun, babam Diyarbakırlı? dedi, Diyarbakırlıyı Samsunludan daha zor söyledi, ?kürtsün yani? dedim esprili bir şekilde, genelde bu söz insanların yüzüne bu biçimde söylenmez, söylenmezdi, küfretmek gibi algılanırdı eskiden, benim için hiçbir zaman öyle bir ayrım olmadığı için, o zaman da, bu zamanda, rahatlıkla konuşabilirim, insan benim için insandır, ben neysem o da o?dur, kürt, alevi, sünni, hiç fark etmez benim için, zaten tanıdığım, arkadaşım olan insanların kökenlerini sormam, bilmem, sorsam bile o niyetle sormak aklıma gelmez, alevi, kürt her cinsten arkadaşım olmuştur, hala var, ?evet, kökenim öyle ama ben öyle değilim? gibi laflar gevelemeye başlayınca ?pkklı değilsin yani? diye tamamladım sözünü, beni evet?ledi, ben ?her kürt pkklı değil? diyince ?ama öyle bir algı yaratılmaya çalışılıyor? dedi, kürtler eskiden kürtler aşağılandığı için kürt olduklarını söylemeye çekiniyorlardı, şimdi ise pkklı damgası yememek için tedirginler, töhmet altındalar, iki halde de kötü.

Kürtlere olan bu bakışın altında yatan gerçek sebebini bilmiyordum, tarih derslerinde bu kadarı öğretilmiyor, veya ben es geçmişim, geri kalmışlık, dışlanmışlıklarının altında yatan cumhuriyete karşı yapılan kürt ayaklanmaları imiş, Saidi Nursi?nin de içinde olduğu, yani şimdiki uzantısı cemaat olan Saidi Nursi, isyan, isyankarlık, çeteleşme, haramilik değişmeyen çizgisi kürtlerin. Kolay yoldan yaşamanın yolunu bulmuşlar, iş yok, güç yok, el ense.

Bende genelleme yaptım, düzeltiyorum, hepsinin değil, bir kısmının.

***Şurası şu an benim için önemli, ben eski o saf ben değilim artık, her söyleneni kabul eden, adamın gözünü oyar, önüne koyarım, hemde hissettirmeden, yapabiliyorsa yapsın bundan böyle bana eskiden yaptıklarını, şunu da belirtmeliyim, bize şimdiye kadar bir hafta için verdiği paranın çok daha fazlasını bir gecede içki masasına veriyor, bu sadece bir örnek, daha çok örnek var, kendi gibi akıl yoksunu 3-5 yalaka serseri ile, neyse ki her gece değil, arasıra, bir öğün için aldığı etin bedeli 165 lira, 4 kilo et, kimlerle yendiyse artık, çocuklarıyla olmadığı kesin, kredi kartı extreleri yalan söylemiyor, bu harcamalar bizimle kaldığı bir ay içinde yapılmış, bir öğün 165, bir hafta 300, dört  kişi, zaten yoktu, yokluğumda iyice gitmiş kafa, ki bize verdiği para haftalık 300 liraydı, bir gecede ödediği hesap 470 lira, hırlı bir adam olmadığını söylemiştim, biliyorum zaten, siz bile biliyorsunuz, bozdurup bozdurup harcıyorduk yani 300 lirayı, ikisi delikanlı, üniversite öğrencisi 4 kişi o parayla doyuyor, temizlik sarfını bile o parayla yapıyorduk, ucu ucuna bir hayat, haftanın 3 günü adam gibi doyuyorsak 4 gününü geçiştirerek yaşıyorduk, geçmiş zamandan bahsetmiyorum, şimdiki zaman, bundan 15 gün, 1 ay öncesine kadar olan, sadece sın altı ay değil, öncesinde, aynı evde ama küs yaşarkende  aynı parayla yaşıyorduk, son 7 yıldır böyle yani, market fiyatlarını ben belirlemiyorum sonuçta, haftada 300 lira ile ancak öyle yaşanabilirdi, yani para yok değil, tahmin ettiğim gibi, yine bize yok, elimden çekeceği var, Allah ya ona verir ya bana, o intikamlar alınacak, gerekirse burnundan getire getire hemde, öküz oğlu öküz, para nasıl harcanır, harcatılırmış görecek, harcamasında göreyim bakayım, anında geldiği yere geri döner, kış kış, marş, ileri. Ona buna dağıtımda devam ediyordur tabi bu arada, etmez mi! Bize verdiğinin kaç katı belli bile değil. Salak aynı salak. Dünyanın iyilik meleğide ben değilim, ben dünyada melek göremedim çünkü, olsa benimde karşıma çıkardı. Hem eve lazım olan camiye haram.

O şimdiye kadar benim ona yaptıklarımı ve bundan böyle yapacaklarımı fazlasıyla hak ediyor. Vallahi ip inceldiği yerden kopar, koparsa kopsun, benim zaten sıtkım sıyrılmış ondan, adam olursa ne ala, olmazsa güle güle, ben 300 lirayla da yaşamayı biliyorum nasıl olsa, bu konuda stajımı yaptım fazlasıyla, onu da her halükarda vermek zorunda, her türlü köşeye sıkışmış durumda, boşanırsa malının yarı ortağıyım, boşanmazsa 3 çocuğunun anasıyım, benden ala püsküllü bela mı olur! O düşünsün, yokluğumda bir ayağı çukura düşen o, ben değilim, dua etsin ki yine ben kaldırdım, bir dahaki sefere tam düşer, olur biter, bana acımayana ben hiç acıyamam. İki cambaz bir ipte oynamazmış, göreceğiz bakalım nasıl oynanıyormuş. Artık ondan korkmuyorum, bu yeni bir hayat biçimi olacak bizim için, her haline karşı gardımı almayı da biliyorum, onu en az onun kadar tanıyorum, bu defa işi zor olacak, düşmanından değil dostundan korkacaksın derler, kişi hem düşmanın hemde dostunsa seyreyle korkuyu, onca yaşanandan sonra sadece dost olmamız zaten söz konusu bile değil, kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacağım onunla, artık fare ben olmayacağım ama, işler değişecek, kaçmazsa, kaçarsada kendi bilir, çokta umurumda değil, öyle olmasa terk etmezdim zaten, ben onu zaten silmiştim, uzatmalara döndü iş, skoru göreceğiz elbet.

Şoka girmeye başladı zaten, bana neler olduğunu çözmeye çalışıyor, zor anlar biraz, zor bulur eski beni, bir sağ, bir sol, penaltı, gol, taktik bu, bana kendini beğendirmek, kabul ettirmek için epey bir ter attıracağım ona, evime almakla iş bitmiyor, iş orada kalabilmeyi garantilemekte, Mürvet Sim’di sanırım bu sözü söyleyen eski bir Türk filminde, genç bir kıza oturma eğitimi verirken etek için, “o asılazak, sen kapayazaksın, o asılazak, sen kapayazaksın”; diyordu, aynen öyle, intikamım korkunç olacak, sürüm sürüm süründüreceğim onu, her türlü, savaşta her yol mübah. Başka bir ben var artık karşısında, bana sunduklarını beğenmeyen, razı gelmeyen, hep daha fazlasını isteyen, ayıklasın vbakalım pirincin taşını, ben çok ayıkladım. Alnıma kazıdığı enayi yazısını ona kendi elleriyle sildirtmezsem bana da Songül demesinler. Adım Songül bu arada;)))

Bu evlilik biter veya devam eder, onu bilemem, o Allah?ın bileceği iş, bu birazda onun dayanma, güç ve azmine bağlı tabi;))) ama şunu biliyorum, bitse de, bitmese de içim rahat edecek, içimi rahat ettireceğim, içimi huzurla dolduracağım, bana ve çocuklarıma yaptıklarını yanına kar bırakmayarak, bir gün geriye dönüp baktığımda ?nasıl olsa intikamımı aldım, acısını fersah fersah çıkarttım? diyeceğim, evli veya ayrı, hiç fark etmez, şimdiye kadar yaptığım şeyde oydu zaten, 8 yıldır yani, intikam. Kimse kimseye köle olmak için gelmiyor bu dünyaya, o öyle olduğunu sanıyordu, anladığım kadarıyla hala öyle sanıyor, yanıldığını anlayacak, ipler benim elimde artık, kim kimi kullanıyormuş göreceğiz. Sabır taşları onun için örülü artık.

Bu yaşananların tek özrü her önüne gelenin bir o yana bir bu yana çekecek kadar salak oluşu, o da olmasa hiç geri dönüşü olamazdı zaten. Aklı tam ve yerinde olarak bunları yaptığına inansam yani. Etrafındaki yiyicilerin evsafını da biliyorum, 3 küçük çocuğun hakkını yiyecek, onları açlık sınırında yaşatmaya zorlayacak kadar adi ve aşağılık olduklarını. İnsan görünümlü yamyamlar. İnsana benzeseler yine içim yanmaz, tam yamyamlar, her haliyle, veren şerefsiz, alanlar adi ve aşağılık, veren de. Ne derseniz diyin, seçenek çok, denize düşen yılana sarılır, başa gelen çekilir, böyle gelmiş böyle gider, kötüsü gidip iyisi mi gelecek, çoğaltmak ve seçmek size kalmış, anlattığım, dertlendiğim kadar kötü bir durumda olduğumu şimdi anlayabildiniz mi, olmasa amenna, ama öyle değil. Yinede her şey sigortalarımla bağlantılı, atar, atmaz, bilemem. Atarsa adıyla, şanıyla yer alacak burada.

Çocuklarının üstünde çok hakkım varmış, her yerde söylüyormuş, öyle diyor, kendi üstünde hakkım yok sanki, öyleyken böyleyse öyle olmasa neler olurdu acaba çok merak ediyorum, nankör. Bu durumda bu söz “ne güzel yayılıp yattım, senide iyi kekledim” anlamına gelir. Bunu, bunları size yazıyorumda ona söylemiyorum sanmayın sakın, öyle güzelde söylüyorum ki, yüzüne karşı nankör diye, isterse tepinip dursun sinirinden, bende doğruya doğru derler, ben hiç mi hiç sinirlenmiyorum üstelik, haklılığımdan adım gibi eminim, niye sinirleneceğim ki! İyi ki yazmış, tek başına taşımamışım bu yükü, öyle olsa çok daha ağır gelirdi herhalde. Size garip geliyor olabilir belki bunlar, ama benim için çok doğal, 15 yıl öncede aynıydı çünkü, 20 yıl öncede, daha da beteri, onunki de bir nevi delilik işte, benim olsun onların olmasın. Bütün bunlara rağmen onu sevmiyorum da diyemem, varlığı beni mutlu etmeye yetiyor, olumsuz düşündüğümde ise ızdırabıma, böyle bir kördüğüm, filmde dedikleri gibi aynen. Nedeni belki alışkanlık, belki yalnızlık, belki sevgi, bilmiyorum ki!

Ama yinede bir yanlışın kaç doğruyu götüreceği kişiden kişiye değişen bir kavram, kimi için sil baştan bile olabilir mesela. Her şey bir yanlışa bağlı olarak değişebilir kolaylıkla. Yukardakiler mi, onlar değil yanlış, hata bile sayılmazlar, yaşananların yanında, benim için olağan şeyler, onlar devede kulak anca, size neler olduğunu anlatmak için yazdım.

***Bir eve yerleşmek ne kadar uzun zaman alıyor, eşyaları koymaktan bahsetmiyorum elbette, o evin kimyasına uyum sağlamak yani, 8 ay olmuş taşınalı, hala yeni fikirlerle daha iyi nasıl sığabilirim onun derdindeyim, yaşayan 5 kişi, ev 2 odalı olunca epey bir kafa yormam gerekiyor, evin kendi elbise dolabında askı yeri fazla, 6 tane, raf azdı, bir uzun askı yerini komple raflattım, fazladan 4 sıra rafım daha olmuş oldu, alt sırayla birlikte 5, rafın tanesini 20 liradan yaptılar, 80 liraya bir şifonyer kadar yer kazandım, bir şifonyer daha almaya kalksanız en az 300-500 lira, hemde ayrıca yer kaplayacak, ayakkabı dolabı, mutfak dolabı içinde müsait olanların aralarına, üst kısımlarına raf yaptırdım, bir kısmınada metaltexin metal raf araları var, telden, üst rafa tutturulacak şekilde, onu alt rafa ters çevirerek koydum, bir raf iki raf oldu, iki ayakkabı yerine dört ayakkabı koyabildim böylece her bir rafa.

Elbise dolaplarında her şeye yer var, bir hırkalar, montlar, çabucak asılacak cinsten giysiler düşünülmemiş, onun için bauhaustan 7 liraya 3’lü, ayrımlarıyla 9’lu metal askılar aldım, vidalanacak şekilde, askı dolaplarının iç duvarlarına vidaladım, hırkalar için yer olmuş oldu, askı dolaplarının hepsine, tek taraflı, dolabı yandan görüyorsanız görünmeyen, tam karşıda olmayan iç duvarına yapmakta fayda var, kemerler için çoklu kemer askıları çıkmış, 4 lira, yine bauhausta, kravatlar içinde öyle, kızımın çantaları, ıvır zıvırı ortalıkta yer kaplıyordu, yine bauhaustan 5 liraya tesa marka yıldız şekilli, metal, kendinden yapışkanlı askılar aldım, kızımın ve oğullarımın kitaplıklarının yan duvarına yapıştırdım, ikişer adet, duvarla kitaplık arasına gelecek şekilde, direkt göze batmıyor yani. Epey bir bakındıktan sonra kapı arkası askılıklarının bir tanesini beğendim, 21 liraydı, yine bauhaustan önceden aldığım kapı arkası askılıklarının metali fazla kalındı, kapıya zarar verdiği için kullanamamıştım, bu sefer aldığımın asılan yerindeki metali ince, askı uçları kalın, giysiye zarar vermeyecek şekilde yani. Bunların hepsi şimdi yapılmadı elbette, 8 aydır bir o, bir bu şeklinde düşüne düşüne yapıyorum. Belki sizinde işinize yarar bu fikirler. Ufak paralarla da çok şey yapmak mümkün, ve zevkli.

***Dr. Murat Akyol, ayrıntılı bir şekilde anlatıyor, dinliyorum, şeker hastalığı, insülin direnci vs. derken konu varise gelip dayanıyor, bundan sonrasında ayrıntı, neden, sonuç ilişkisi falan yok, direkt sonuca geliyor konu, varise cerrahi müdahale, neden gelişir, ne şekilde davranılırsa geriler gibi ayrıntılara girilmiyor, sadede gelmekmiş meğerse adamın derdi, para, para, para.

***”Erkek olsun, kadın olsun, bir anda insanın fiziki görüntüsü değişebilir, bir anlık stres veya vücuttaki bir hormonal dengesizlik insanın bütün şeklini değiştirebilir, hiç belli olmaz başınıza ne geleceği, çok küçük bir rahatsızlık bütün kimyanızı bozabilir”. Bu sözü bugün Seda Sayan söyledi, çok haklı, onu ben bilfiil yaşadım, o yaşananlardan 2 yıl sonra miyomum olduğunu öğrendim, dediği gibi hormon bozukluğu, hormon bozukluğunun sebebi ise ayrılık, yani cinsel hayatın devam etmeyişi, bir anda 62 kilodan 72 kiloya çıktım, sonrasında yine kilo aldım, şimdi ancak o kiloya geri inebildim, birkaç ay önce, 70 kiloyum, bütün şeklim şemalim değişti, eski güzelliğimden pek iz kalmadı, her şey bir anlık hayatta, ölmekten korktuğum çok zaman oldu, ayakta durmakta güçlük çektiğim zamanlar oldu, hatta hala yaşıyor olmam mucize.

Değdi mi, değer miydi diye soracak olursanız, fazlasıyla, ben bana saygısı olmayan biri ile yaşar isem kendime saygım kalmaz, kendime saygım kalmaz ise zaten yaşamanın bir anlamı olmaz, ölüm zaten hep kıyımızda, er ya da geç, işte bunun için değdi, yine olsun hiç teredüt bile etmem, bir sekiz yıl daha, bu sefer o da ölür bende, o benden önce ölür üstelik, sıkıysa yapsın, eski küheylanım şimdi can ciğer kuzu sarması, canı hangisini isterse öyle davranacak, bendeki yollar belli, çift yönlü, gidiş, dönüş, biri o tarafa gidiyor, diğeri bu tarafa, ya var, ya yok, ortası yok. O kim ki benim kadınlık gururumla oynayacak, kocam değil gözüm olsa fark etmez, olduğu yerden çıkarır yerlere fırlatırım, yaptım, yine yaparım, her ne pahasına olursa olsun. Hem mesele ölmek, kalmak değil ki, yaşadığın süreyi dilediğince yaşamak, iç huzuru ve alnının akı ile göçüp gitmek. Çok şeyi görmem veya görmezlikten gelebilirim ama onurum ve gurumla kimseye oynatmam, hele haddi olmayanları arkamdan hiç güldürtemem, güldürtmeye kalkanında icabına bakarım. Allah sebep olanları da benden beter perişan etsin dilerim.

Benim alnım ak, başım dik, öyle bir deliye rağmen aslanlar gibi 3 çocuk büyüttüm, hepsi birbirinden iyi, insancıl, sevecen, bir Allah bir ben, kimse yoktu yanımızda, babaları bile, o da kabul ediyor zaten bunun böyle olduğunu, yazmıştım az önce, herkes kendi eteğindeki taşa bakacak, benim eteğimdeki taşlar pırıl pırıl parlıyor.

Kilo deyince, 1 kilo daha verdim, bugün ilk kez, yani uzun zamandır ilk kez tartıda 70 i gördüm, en son 5-6 yıl önce o kilodaydım, salatalık mucizesiyle, bütün gün salatalık yiyorum, canım bir şey çektiğinde salatalığa dadanıyorum, meyve yemiyorum, şekerli diye, kanımdaki şeker oranını normal tutmam gerek, bir yukarı bir aşağı yalpalamamalı, zaten şu ara pek bir meyve yok, yenidünya dışında, ekmek zaten ağzıma sürmüyorum desem yeridir, en kolay yenen şey salatalık, müthiş idrar söktürüyor, benim vücut çok su tutmuş anlaşılan o ki, kilo denen şey aslında su mu acaba, sudan ucuz salatalık, kilosu 1 lira, su bile daha pahalı, gerçi çağdaş markette 1 lira, realde 3 lira, hemde daha kötü realdeki, real çağdaşa kıyasla çöp satıyor.

Çağdaştan şimdiye kadar yemediğim lezzette taze fasulye, taze bezelye, patlıcanlar alıyorum, yıllardır o lezzette fasulyenin peşinde koşmuş, bulamamıştım, fasulyenin cinsi çok önemli, yenilebilir olması için elbette, her meyve, sebzenin iyisi, kötüsü yeniyorda fasulyenin kötüsü hiç yenmiyor, boncuk fasulye rağbet görüyor ama bence telli, diğer bir fasulye var, isimsiz, o fasulye daha güzel, her gün yesem bıkmayacağım tek yemek taze fasulye, çağdaş markette bu kalitede olmayı devam ettirdikleri sürece hiç başka markete gitmem. Çocuklarım bayılıyor yemek Türk sayfasındaki yemeklere, patlıcan dizme yaptım, parmaklarını yediler, tariflerin sahibi Yunus Emre Akkor bir Urfalı, bol bol kebap tarifleri veriyor, bende hiç üşenmeden yazıyor ve elbette yapıyorum, ama sebzesiz değil, sebze hep var ve olacak, o sayfa yemek sayfalarım arasında bir numara, bir anne-aşçı olarak benim için de.

**Bu kadınların enerjisine akıl sır ermiyor, her an her yerde tarif verebiliyorlar, dün domatesli çılbır tarifi aldım, rendelenmiş 2,3 domates yağda pişirilir, tuz, karabiber konur, 3,5 yumurta konur, yumurtalara tuz, karabiber konur, karıştırılmadan pişirilir, tek tek alt üst edilerek, sarıları da delinir, tabağa alınıp üstüne sarımsaklı yoğurt konur, sabah kalkınca yaptım, güzel olmuş.

***Bartın’da 50 yaşının üstünde bir öğretmen, erkek, trafikte levyeyle öldürülmüş.

***Forum avm’nin arkasında semerkand diye büyük bir bina var, mütedeyyinlerin sosyalleşme binası, dışarda yazdığına göre düğün salonları, bay bayan ayrı havuzları falan var, şimdiye kadar, yıllardır gider gelirim, hiç insan görmezdim etrafında, ilk kez dün gördüm, başında beyaz takkeli erkekler, cami avlusu gibi, cami avlusunda bile yok belkide o görüntüler, inlerinde saklanmak gereği duymuyorlar artık anlaşılan.

***Vay be, Catherine Zeta Jones bile yaşlanmış, lay the favorite adlı 2012 yılı filminde tanıyamadım, tanıyamadığım için kendime şaşırdım, onu tanımamak ne mümkün, “bu yaşlı kadın kim ki, gözüm bir yerden ısırıyor” diye bakıp bakıp durdum, güzelliği geride kalmış, yinede güzelde gerçi, o bile yaşlandıysa bundan kaçış yok demek ki! Ki sadece 46 yaşında, onu geçelim, Claire Danes, 36 yaşında, 2010 Temple Grandin, 2007 stardust filmlerinde genç kızdı, as cool as I am filminde büyümüş çocuklu anne rolünde, görüntüsü de öyle, inanılır gibi değil. Yaşlanmıycaz diye yırtınmanın bir alemi yok o zaman.

Akıl oyunları’nın ünlü nobel ödüllü matematikçisi taksiyle geçirdiği trafik kazası sonucu ölmüş, karısıyla beraber, trajik bir hayatın trajik sonu, yinede böyle sonlanması üzücü. Sen onca badire atlat, kıytırık bir kazaya kurban git!

***”Her gün et yerim” diyen erkeğin cildi kayış gibi, kalın ve pütürlü, sebze yemekten yana olan bayanın cildi ise kadife gibi, evleneceksen gelde, Özer ve ona talip gelen Gülşah, sebze veya et yemenin farkı bu kadar net.

 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *