Press "Enter" to skip to content

günlük 4m kasım’18

***Oğluma diyorum ama bende de var benzer şeyler, kızımda da olmuştu, tiroidinin tavan yaptığı zaman, yemek yemiyor hep abır cubura yöneliyordu, devamlı teskinle, engellemeyle döndürdüm onu bu yanlışından, yiyebildiklerine, yiyebildiğin şeylere şükret diyerek, uzun zaman etli bezelye yiyemedi mesela sonrasında, o zaman tiksindiği için, şimdi geçti bitti, kızımın dışardan yememesine çalıştığımı biliyorsunuz, geçen gün bir diyetisyen de tiroid hastalarının dışardan yememesi gerektiğini söyledi, demek ki var bir doğruluğu bu işin, dışarda yemek bize bir şeyler yapıyor olabilir, bir yeme bozukluğu mesela, bana gelince, bu aralar hiç yoksa üst üste on poşet ıspanak attım, alıyorum, ama elim bir türlü varıp pişiremiyorum, hep başka şeylere gidiyor elim ve pörsümüş diyerek atıyorum, en az on kere üst üste, birini bile pişiremeden, niyetim kötü değil, pişirmek amacıyla alıyorum sonuçta ama bir türlü olamıyor bu, kabak aldım, pişirdim, şeker koymadan, dolapta bekledi, öylece attım, çatalı bile değdirmedim, tadına bakmadım bile, pırasa yapıyorum, yine dolabı bekliyor, atıyorum, salata malzemeleri bana bakıyor, ben onlara, yapamıyorum, yapsam yemiyorum, bir yeme bozukluğu var belli, bağırsak bakterilerinden mi, beyinden mi yoksa benden mi kaynaklı bilemiyorum ama var bir şeyler, bizi daima karbonhidrata doğru yönlendiren, içerden dışarıya yansıyan bir savaş var, nasılını nedenini bilmediğimiz, oğluma durmadan makarna, pilav yap dedirten, bana sebze yaptırtmayan, yedirtmeyen bir savaş, içte ve dışta yaşadığımız bir savaş bu, karbonhidrat bağımlılığı denen şey olmalı bu, beni yönetiyor, ne yiyip yemeyeceğime, ne pişireceğime, hatta ne satın alacağıma bile o karar veriyor, ben ondan daha baskın olamıyorum, bir bakıyorum bir dolu ekmek almışım, yiyebileceğimizden çok daha fazlası, haliyle bayatlıyor, neyse ki kızartma makinesi bu konuda kurtarıcı, yakmadan, fazla kızartmadan elbette, al, al, ya biterse diyor ekmeği alırken içimdeki o ses, ona uyuyorum, o yetmez, bunu da al diyor, onu da alıyorum, tatlıyla kandıramayacağını biliyor beni, kandırabildiği, kandırabileceği yerden vuruyor, manav onu  koşu sahası mesela, trabzon hurması iyi görünmüyor, öteki markete bakayım, eskişehir tatlı nar öteki markett yok, buradan alayım, öbür matketeki adapazarı ayvası daha güzel oradan alayım, beni istediği yana çekiştiriyor, elinde oyuncağı gibiyim onun, bunları söyleyen ben miyim yoksa o mu bilmiyorum, ikimizin arasındaki çizgi o kadar şeffaf ki, bazen o ben oluyor bazen ben o, ayıramıyorum ikisini birbirinden çoğu zaman, sınırlarımı ve sınırlarını iyi biliyor, beni benden iyi tanıyor, pasta demiyor, çikolata, dondurma demiyor çünkü onların yasaklı olduğunu biliyor, onları da çok dedi de zamanında, hani fırsatını bulsa hiç geri durmaz der de duracağı yeri iyi hesaplıyor, yoksa elime yuları alacağımı ve bu defa daha sıkı yapışacağımı da biliyor, benden korkuyor, benden korkmasa kim tutar onu, kendimle bir savaş vermem gerekiyor, oğlumun içindeki kendiyle savaş vermem gerekiyor, kızımınkiyle de, her an, hep uyanık ve ayık olmam gerek bu konuda, tiroidi anlatırken doktorlar yaklaşık şöyle diyor, bağışıklık sisteminin tiroide saldırması gibi bir deyim kullanıyorlar, bu da onun gibi bir şey olmalı, vücudun kendi kendini yok etme planını ortaya koyuş biçimi, vücut karbonhidrata daha çok saldırarak kendi kendini imha etmeyi, yok etmeyi planlıyor olabilir pekala, bu bir yeme bozukluğu, bu bir beyin bozukluğu ve her an onunla savaş halinde olmam, dikkatte olmam gerek.

Kızım okula yemek götürüyor, arkadaşlarıyla da paylaşıyor yemeğini, arkadaşları yemeklerimi çok seviyorlar, her ne kadar yukarda biraz abartsam da hep sebze pişirmeye çalışıyorum, pişiriyorum, bezelye stokum dolu zaten yazdan, bütün kış fazla fazla yeter, domates te hala var, patatesli bezelye, patatesli karnabahar, patates te karbonhidrat ama yapacak bir şey yok, patatessiz, yavan da yenmiyor o sebzeler, artık olduğu kadar, nereye kadar kaçabilirim ki, bakliyatlar ve olabilirse ıspanak pişiriyorum genellikle, kış yemekleri yani, ne pişirsem bayılarak yiyorlar kızımın arkadaşları, yani sebzelerimi, normalde sevmemeleri gereken şeyleri yani, ben onların yaşındayken bayılmazdım onlara mesela, anneleri çalışıyormuş, yemek yapmaya ayıracak pek vakitleri olmuyordur, bizde bu boyutta ise yeme bozuklukları çalışan annelerin evlerinde  neler oluyor, olacak hiç bilmiyorum, dışarda bulunan, yenen şey zaten hep karbonhidrat, ekmek arası, hamburger, pizza, evde yemek yoksa o gün kızım da onları yiyor mecburen, bazen onları yemek için evdeki yemekten kaytarıyor, götürmüyor veya götürdüğünü yemeden geri getiriyor, ne kadarını kurtarabilirsek o kadar diye bakıyoruz artık meseleye, sonuçta günde on saat evden uzakta ve bir şekilde doyması lazım, o veya bu şekilde, gidişat kötü, hepimiz için, içimizdeki o kötücül benlere teslim olmamamız gerek, içimizde bir ben var, daima bizi sabote etmeye çalışan. Kendimi, çocuklarımı yedirtmeyeceğim o uyanık benlere, sonuna kadar savaş.

***Dün hava güzeldi, kızımla kızılaya gittik, kızılayda bol bol siyahi var, bağır çağır konuşuyorlar, ne dediklerini anlayan yok nasıl olsa, ankamalin yanındaki 15 temmuzda bombalanan emniyet müdürlüğünün önünden geçtim, yeni bina çıkılmış, eskimişti, eskiydi zaten o bina, hem oranın arsası da değerlendi, yanında ankamal olunca, yenilemek lazımdı, pek iyi olmuş bombalandığı, dikmen girişindeki emniyet binası bombalanmış olsa yazık olurdu bak, orası yeni bina, ona bile dikkat etmişler bombalayanlar, helal olsun, devlet malına zarar vermemeye, saray da bombalandı mesela lafta ama hiç zarar görmedi nedense, o da yeni tabi, bombalansa yazık olurdu, bomba bir yalanla uyutulduk, kendim ettim kendim buldum darbesi.

Saat akşam 5 gibi çayyolu yönüne dönmeye çalıştım, trafik bir felaket, eskişehir yolu olmuş azap yolu, gitmiyor, yolun ilerisi zaten görünmüyor hava kirliliğinden, hani bir doğal felaket olsa, yağmur, kar, dolu, fırtına, felaketin felaketi olur yollar, bugün savaştan çıkmış gibi yorgunum, şu kızılayı unutup defterini dürsem iyi olacak, çektiğim azaba değmez gittiğim, insanlar sabah akşam o yolun kahrını çekip 8 saat çalışıyor, üstüne birde hayat sürdürüyorlar, alışveriş yapıyorlar, evlerini düzenliyorlar, yemek yapıyorlar, zor iş.

***Alışveriş şeklimden de belli olduğu üzere, meyve üzerine olduğundan, kahvaltıyı eder, sonrasını meyveyle geçiştiririm genellikle, pek yemek düşkünü değilim, ama değilim demekle olmuyormuş, sabah aç karnına 110 civarı olan şekerim gün içinde tokken bir bakıyorum 140, açken bir bakıyorum 60, dün yine gün boyu bir şey yememiştim, yani meyve yemiştim, gece bir bakıp öyle yatayım dedim, bir baktım 60, öylece yatsam sabaha kadar kaça düşer kimbilir, yoksa gelsin gece yarısı baş dönmesi, kulak çınlaması, kendimi zorlayarak biraz yemek yedim, gece uyanınca az meyve yedim, sabaha kadar çok düşmesin yine diye, kulak çınlamaları, baş dönmeleri, gözde kızarıklık, yorgunluk, hepsi şeker dengesizliği yüzündenmiş, ki bunlar bende mevcut, ve gece idrara kalkma, sabaha doğru ise salya çokluğu, şeker yüksekken vücut şekeri idrarla atıyor, şeker düşükken şeker idrarla atılmasın diye idrarı kesip salya üretiyor, bir in bir çık yaşayıp gidiyormuşum meğer, hala öyle, bir anda değişmiyor her şey, dünden bugüne değişecek değil, bakalım değiştirebilecek miyim, gece itina edince bu sabah aç karnına 98’di şekerim, ilk baktığım zamanlar 110’du, demek ki değişebiliyor bir şeyler, gece çok düşmesine mahal vermeyince sabah ta fazla yükselmemiş, şeker yediğim zamanlarda neler oluyordu kimbilir, Allaha emanet yaşayıp gitmişiz işte, bu durumda o gece oruçları da fasa fiso oluyor, mehmet öz ün ve diğer doktorların söylediği oruç moruç lazım değil, şekeri dengeye alsak yeter, 90 bandına oturtmak gerek şekeri, 85-95 arasında tutulabilirse, veya olmadı 80-100 arası ne ala.

Kan şekeri yüksek olduğunda kan kalın olduğu için akışkanlığını yitiriyor ve kalbi yoruyormuş, yine kalın olunca kılcal damarlara giremediği için de baş ağrısı, kulak çınlaması, göz kızarıklığı, görme hasarı yapıyormuş, şeker meselesini benim ciddiye alma vaktim gelmiş, sizi bilemem, yoksa benim için arkası çok yakında şeker hastalığı, bu kadarı bile şeker hastalığıdır belki, sayılar, oranlar normal sınırlar içinde ama iniş çıkışlar çok şiddetli, bu bakımdan, bu da aslında benden kaynaklı, gün içinde beslanmeyi aksatmamak, ertelememek gerekiyor demek ki, ben bunu hep yapıyorum oysa ki, canım istemiyora yatarak, çoğu zaman aklıma bile gelmez yemek yemek, öyle alışmışım ne bileyim, bak ben neler ediyorum bundan sonra o içimdeki bene, onu hizaya sokmadan hiçbir sonuca gidemem, onca doktor dinledim, sonunda bir işe yaradı, geçen yıl gittiğim doktor şekerim 93 olunca iyi deyip geçmişti, kimbilir kalktıktan kaç sat sonra bakıldı o şekere, şimdi hatırlamıyorum tabi de kan alınana kadar üç saat geçtiyse mesela o kadar bekleyince dedemin şekeri bile düşer, iyi olsam doktorda işim ne, ateş almaya mı geldim doktora, doktora da gitsen üstünkörü işte her şey, herkesin kafası dolu, tıkalı, doktorlar da muaf değiller bu durumdan, kendi işine, kendi canına kendin bakıcan demek ki, çok ta yürüyorum bu ara, iki günde bir, bir saat yürüyorum düzenli olarak, havalar da güzel olunca sorun olmuyor yürümek, inat ettim, erken ölmeyeceğim, daha yapacak çok işim var, dünyaya lazımım ben, dünya da bana lazım, havalar da soğumadı gitti, ne zaman soğuyacaksa.

Bugünkü yürüyüşümü bilkent üniversitesinde yaptım, orta öğretimin ve ingilizce hazırlık bölümlerinin bulunduğu kısma bir levha asmışlar, şöyle yazıyor levhada, ingilizce ve türkçe olarak, “bilkent üniversitesi doğu kampüsü açık veya kapalı hiçbir alanda sigara içilemez, sigara içilebilir olarak işaretlenmiş alanlar hariç” esas fakültelerin bulunduğu merkez kampüsünde ise bütün binaların iki, üç metrelik etraf alanı sarı şeritle boyanmış ve o alanlarda sigara içmek yasak, içenlere okuldan uzaklaştırmaya kadar varan cezalar veriliyormuş, bir, iki yıl içinde de tamamen sigarasız bir yere dönüşecekmiş bilkent üniversitesi, ne kadar uygar bir davranış, sadece bundan birkaç yıl önce hazırlık kısmında, ki liseyi bitirip yeni gelen çocuklar, okullarının tam kapısında yığınlar halinde sigara içiyorlardı, her teneffüs, şimdi bu görüntü yok demek ki orada, en azından okuldan uzak bir yerde içmeleri gerek ve bu da biraz olsun yıldırıcı oluyordur, darısı bütün memlekete.

***Saadet partili bir mv 15 temmuzda iki batıl birbirine girdi demiş, yobaz demeye dili varmamış olmalı, ucu sonuçta kendilerine kadar dokunabilir yobazın, yobazı unutmak, ve unutturmak istemeleri normal tabi, ne dersen de kk nın yapamadığını yapıp alenen söylemişler bunu, bir başka sp mv de parti olarak arkadaşımızın söylediklerinin arkasındayız demiş, daha ne olsun, oylarımızı sp verelim bari bundan böyle, bizi chp den daha iyi yansıttığı, koruduğu kesin.

Geçen çıktığımızda kızım arkadaşıyla bohemian rapsody adlı filme girdi, ben bekledim, queen müzik grubunun anlatıldığı film, geçen hafta çıktı, sinemalarda iyi iş yapmış, her anlamda sömürgesiyiz batının, sinema, müzik, etimizden, sütümüzden faydalanıyorlar işte, dolaylı, dolaysız, daha ne istiyorlarsa, canımızı mı alacaklar, onu da istiyorlar ne yazık ki, beklerken kitapçıya girdim, bakındım bir şey görenedim, tam çıkacakken bir kitap ilişti gözüme, adı sen gittin ya ben çok güzelleştim, adı ilgi çekici tabi, aldım, birazını okudum, beğendim de, dün de tv ye çıktı yazanı nilgün bodur, 4 ay liste başı kalmış kitap, benim haberim yok tabi bundan, nereden olsun, sıladan laf açıldı nilgün bodura geldi, şiddet benim için neyse bir başkası için de o, ama benimki süreç olarak uzun sürdüğü için, tekrarlarla, çok daha can sıkıcı tabi, bir defalık bir şey olmadığı için, yapanın yanına kar kaldı mı bilmiyorum, o da almıştır dersini belki hayattan, canı cehenneme, hiç umurumda değil, aklıma bile geldiği yok artık, unuttum, hiç yaşanmamış gibi sanki o yıllar, baş ağır kulak sağır yaşayıp gidiyorum, bendeki keyif ağada yok, düşününce bunlar en iyi, en mutlu günlerim, bir bela yok başımda, konuşurlarken seda akgül aradı, şu 4 kadın zamanındaki, destekleyici konuştu, boşanmış ve nafaka alan kadınlara kan emici diyen bendim sanki, iki yüzlü, bu nafakanın daraltılması konusunda çalışılıyormuş, haberde söyledi, üç ay evli kalan beş yıldır nafaka ödüyor falan dendi, o üç ayın bir ömre bedel olup olmadığını kim biliyor, ölçütü ne, bana yaptığı tehditleri hatırladım, o zaman, iş yerini taşırım, giderim başka bir yerde iş açarım, hiçbir hak iddia edemezsin, zarar gösterir nafaka falan vermem, yoldan toplamıştım zaten ben o üç çocuğu, öyle güzel de veriyor ki, oynaya oynaya, gönüllü, hiç sektirmeden üstelik, evliyken bile bu kadar sistemli olmamıştı hiç, sallar dururdu para vermeyi, ne zaman markete gidilecek, gideceğim desem ödemem var, işim var derdi, yapsana şimdi, oğullarına diyemiyor bunu, tıkır tıkır veriyor paraları, derdi benimleymiş demek ki, beni bulmuş aptal, dinsizin hakkından yine ben geldim, hayat bir ona güzel değil, bana da güzel, şeytan görsün yüzünü, parası benim ama, salla başı al maaşı, markete gitmek için onun iznini almam bile gerekmiyor üstelik, ne zaman istesem gidiyorum, ne istesem alıyorum, sefam olsun, o yansın kaybettiklerine, ben değil, nilgün bodur dediği gibi en büyük intikam senin aynada gördüğünü onun artık görememesidir, göremiyor zaten, ama ben parasını görüyorum, bu daha da güzel. 

Evliliktir, her şey olur, her şey yaşanır diyebilirsiniz elbette, bence de öyle, ancak aynı dönem içinde birilerine hibe ev alıp yine birilerine hibe dükkan açan bir adamdan bahsettiğmizi düşününce bu bakış açısı böyle olmuyor tabi ki, bir kasıt arıyorsunuz doğal olarak, bizim sorunumuz para değil para içinde yaşatılan parasızlıktı, üstelik yediğine içtiğine kadar yansıtılan, öyle olsa zaten bunu ben de yazmazdım, beni bu kadar tanımış olmalısınız şimdiye dek, bir kere, beş kere olmuş olsa yine yazmazdım, ama her seferinde böyleydi bu, hastalıklı bir ruh hali, şu an hala onunla olsam yine aynı şekilde davranır, buna kalıbımı basarım, para elinde oyuncak olsa yine beni elinde oyuncak eder, buna emin olun, ben de onu ona buna oyuncak ettim, bunu o istedi, ben değil, hak etti hakkı olanı verdim, deli, zırdeli, ha parayı ele geçirdiğim dönemler olmadı mı, oldu elbette, belkide türkiye rekoru kıracak kadar para harcadığım dönemler de oldu ama hayatta artılar eksileri götürmüyor hiçbir zaman, 3 ay doyup 3 ay aç kalmaya programlı değil insan vücudu, stabil bir düzen istiyor, üstelik bunu bekleyen bir ben değildim, benimle birlikte 3 çocuğu da vardı.

***Obezite işlenmiş, bol miktarda kalori içeren besinler yüzünden arttı, sebze ve meyvaları yemeyi arttırmak lazım, hayvansal gıda da azaltılmalı ve dığal hayvansal gıdaya yönelinmeli, endüstiyel hayvan ürünleri değil, BM 2011’de obeziteye dikkat çekerek dünya tehlikede, insanlık tehlikede uyarısında bulundu, obezite bütün diğer hastalıkların kaynağı ve başlangıcı, şeker hastalığı, kanser, kalp damar hastalığı gibi, yağ dokusu bol miktarda toksin içerir, toksinler yağ dokusunda birikir, insülin direnci yapar, hormonal etkileri vardır yağ dokusunun, erkeklerde testesteronu alır östrojene çevirir, kadınlarda ise östrojeni arttırır, yani hormonal dengeyi bozar, erkeklerde meme gelişimine, cinsel yetersizliğe, bayanlarda meme, rahim kanserlerinin artışına meden oluyor, kanserlerin yüzde yirmisi obeziteyle ilişkilidir, bütün hastalıklardan korunmak için bitkisel ağırlılı bir beslenme düzenine geçmemiz lazım, günlük kalorinin en az yüzde doksanı bitkisel ürünlerden gelmeli, taze, temiz, organik, mevsiminde, yerel, bütünlüğü bozulmamış, işlenmemiş, tuzlanmamış, pişirilmemiş bitkisel besinlerden oluşan bir beslenme düzeni sağlık için elverişlidir, yeşillikler, meyvalar, tam tahıllar, kuru yemişler, baklagiller ve baharatlar, bitkisel besinlerde viraminler, mineraller, iz elementler, fitokimyasallar, antioksidanlar, mikrobesinler ve lif vardır, hayvansal ürünlerle kıyaslanmayacak kadar bol miktarda lif ve mikrobesin içerirler, ve az kalori içerirler, az kalori ve bol miktarda mikrobesin sağlığın anahtarıdır, kemik erimesinde kolalı içecekler, asidik içecekler, bol miktarda tuz, hayvansal ürünler kemiklerin erimesine yol açıyor, d vitamini, temiz hava, bütün mikrobesinler kemik sağlığında önemli, erkeklerde testesteron, bayanlarda östrojen azlığı kemik erimesine yol çar, d vitamini ve fizik egzersiz önemli, kas ve kemiklerimizi canlı tutmamız gerekiyor, kahve kemikler için son derece zararlı, asidik içecekler bunlar ve içerisinde bol miktarda kafein var, çayda, kahvede, kolalı içeceklerde, çikolatada kafein var, kafein kemikleri tuzla buz eden bir madde, kafein asidik bir içecek ve idrarla bol miktarda kalsiyumun atılmasını ve kemiklerin erimesini sağlıyor, bir içecekten çok psiko aktif bir ilaç, yani insanları önce kuvvetli, zinde tutmayı sağlayan ama daha sonra vücudu düşüren, deprese eden, bütün hormonal sistemini alt üst eden bir madde, deterjanlar toksin deposu, dışarda çalışan kadınlara göre evde çalışan kadınlarda kanser oranı daha fazla, iç hastalıkları doktoru osman erk

Ben demiştim, ben demiştim, kahveyi yani, ben içmiyorum, bir yıldır hiç içmedim, içenler düşünsün artık, çayı da tabi, çikolatayı da, colayı hiç içmedim diyebilirim, neredeyse yani, beğendim bu doktoru, o medyatiklerden çok daha bilgili bir doktor bu doktor, kitabı vardır mutlaka, okumalı, gerçi iyi bir özet geçti sonuçta, iyi okuyun, dikkatlice.

Bütün gençlik kahve içiyor, akın akın, okullar, avm ler, her yer kahvecilerle kuşatılmış durumda, ne olacak çok yakın gelecekte insanlarımızın hali, hepsi hasta olacaklar, işte o zaman işe yarayacak şehir hastaneleri, boşuna yapılmadıkların hep yazıyorum zaten, tıplu bir hastalık haline doğru koşar adımlarla ilerliyoruz, sen çocuğun korusan, sakınsan ne olur, onun evleneceği insanda çıkacak bu hastalıklar, ve sen de yaşayacaksın sonuçlarını, ki çocukların yediği çikolatalar, hepsi ölüm davetiyesi, ölüm olsa yine iyi, yaşarken sürünmek olacak sonuçları, o kahveyi 4 bardak, 5 bardak için diyen doktorlar var ya, Allah onların hepsinin belasını versin, osman müftüoğlu, canan karatay, yavuz dizdar ve diğer söyleyenlerin hepsinin.

***Bromür 1999’da ingilterede yasaklandı, kanadada, ab de yasak, bromür vücuda girince iyot ve iyodürü bağlıyor, iyot alsanız dahi bromür bunu engelliyor, bromür haşimatonun, pankreas kanserinin, prostat kanserinin, kolon kanserinin sebebi, kanserin bu kadar artmasının sebebi bu, bromür unda, yani ekmekte kullanılan bir katkı maddesi, bromür, klorür ve florür iyotu engelliyor, bromür ekmekle, klorür temizlik maddeleriyle, florür de (diş macunları ile), hormonal dengeyi altüst ettiği için büyüme  engellenir, kısırlığa sebep olur, iyot eksikliği kısırlık sebebidir, erkeklerde de kadınlarda da, iyota idrardan bakılabilir, 100’ün üstünde olmalıdır, esas oran 500-700 arasıdır, haşimato o kadar yaygın ki, eskiden böyle bir şey mi vardı, radyasyon da iyot eksikliğine sebep olur, japonyada atom bombasından sonra görülmüştür, (karadenizde de çernobilden sonra görülmüştü, gıatr, yani tiroid, haşimato hastalığında patlama olmuş, iyotlu tuzlarla önlenmişti, şimdi yanımıza yöremize nükleer santralleri döşüyorlar, benim notum) bağırsaklardaki dost bakterileri öldüren glutendir, şekerdir, kimyasallardır, klordur, vs. pakete giren hiçbir şeyi çocuklarımıza, gençlerimize alıştırmayalım, yazıktır, günahtır, kilo aldıran yağ değil şekerdir, ekmektir, makarnadır, börektir, şekerli, gazlı içeceklerdir, meyve sularıdır, şeker besin değil, şeker insan vücudunun hücrelerinin ihtiyacı değil, şekerle hücreler devamlı beslenmediği için hücreler devamlı aç ve besin istiyor, şeker hastaları doymazlar, çünkü vücutlarına hakiki besin olan yağ ve proteini sokmuyorlar, şeker beslemiyor ki hücreleri, insan vücudunun şeker ihtiyacı 5 gramdır, vücudun yüzde biri oranında şeker vardır, günde bir küp şeker yeterlidir, ondan fazla yediğiniz anda beyin de gider, alzaymır olursunuz, kanser olursunuz, çünkü hücreler beslenmiyor, hücreler aç, sık acıkıyorsanız şeker hastasısınız, hamileler şeker yüklemesi yerine insülin dirençlerine baktırmalıdır, gut hastalığı ürik asit yüksekliğini gösterir, ürik asit metabolizmasını bozan fruktozdur, yani meyva şekeridir, tatlılardır, ürik asit yüksekliği fruktoz şekeri zehirlenmesi belirtisidir, bal, pekmaz, üzüm, meyve, hatta domates yemeyeceksiniz ürik asitin düşmesi için, alkol, meyva suyu, meyva ürik asidi yükseltir, antibiyotik gereksiz kullanılmamalı, kabızlığı yapay gıdalarla, kimyasallarla yapıyoruz, karaciğer yağlanmasına şeker, şekerli içecekler, ekmek sebep oluyor, çocuklarımıza şeker vermeyelim, gençlerdeki depresyon hücrelerin, beynin açlığından geliyor, sağlıklı beslenme ve yaşam önemli, kanseri uyandırmamak için doğal beslenicez, açık havada yürüycez, yapay gıdalardan, şekerden uzak duracağız, tip 2 şekerden 3 yaşında çocuk kaybediliyor, bu şimdiye dek görülmemiş bir şey, bu neden, bu tamamen ters ve yanlış beslenmeden, enerji içecekleri kalp krizi sebebidir, protein tozları da öyle, gençleri koruyalım, tehlikeli olan triglisedlerdir, kolesterol falan değildir, trigliseridleri şeker yapar, hastalık sebebidir, kalp krizi sebebi, felç sebebi, alzaymır sebebidir, transyağlar, yani margarinler kanser sebebidir, her türlü hastalık sebebidir, paketli, işlenmiş her şeyde transyağlar vardır, çocuklarımıza vermeyelim, paketlilerdeki msg, çin tuzu da bağımlılık yapar, yedirmeyelim, sevilen şeyler yapılmalı, arkadaşlık, dans, eğlence vs, doktor canan karatay

Canan karatayı bugün çağla şikelde izledim, dün de osman erki yine çağla şikelde izlemiştim, bir gün arayla aynı programda biri bitkisel gıda dedi diğeri hayvansal gıda, ben de buna kendimce bir yorum getireceğim, bitkisel gıda diyen osman erk zayıf denebilecek bir kilodaydı, canan karatay da üst kısmından zayıf görünüyor ancak alt kısmı oldukça büyük, basen bölgesi, buna göre seçiminizi yapabilirsiniz mesela, bir kadın diyetisyen karın bölgesinin karbonhidrattan basen bölgesinin ise yağdan kilolaştığını söylemişti, bu durumda canan karatayın baseninin yağdan olduğu ortaya çıkıyor ki yağı zaten çok öneriyor, etin yağı, tereyağı, zeytinyağı ve bol bol zeytin öneriyor, karbonhidratı her iki doktor da önermediğine göre geriye kalıyor tek seçenek, bitkisel ağırlıklı beslenme, az miktarda hayvansal gıda ile, and no karbonhidrat, no sugar.

Geçen yılki trigliserid sonucuma baktım, 0-200 aralığında 51’miş, hiç fena değil, şimdi çok daha düşmüştür, şekeri tümden kestim çünkü, no dondurma, no çikolata, no kahve, hepsi yasaklılar listesinde, bir yıldır hiçbirini ağzıma sürmedim desem yalan olmaz, dondurma kesin yemedim, belki bir kere, nisan ayında, çikolata hiç yemedim, kahve de içmedim, geçen kış mecbur kalıp bir iki yudum aldım o kadar, sonunda hafiflikten uçacağım ondan korkum, meyveyi de azalttım, ama demin bir baktım kaşla göz arası üç elma yemişim, küçüktüler gerçi ama olsun, o kadar yememeliyim, o içimdeki ben beni yine otlatıp bana yedirmiş elmaları, yazarken kafamın karışıklığında, hiç boş bırakmaya gelmiyor ortalığı.

***Şimdi birilerinin o doktorlara şunları sorması gerekirdi ancak beyinler şeker bulanığı olduğundan olsa gerek sorulmadı, ben buradan sorayım, osman erke şu soru sorulmalıydı, yüzde doksan bitkisel beslenmeyi öneriyorsunuz, geriye kalan yüzde onluk dilim b12 alımı için yeterli midir, biliyorsunuz b12’yi sadece hayvansal gıdalardan alabiliyoruz, ve yaşamsal bir vitamin b12, hafıza ve pek çok faydalı etkisi var insan üzerinde, bu benim kafamda bir soru işareti şu an mesela, ancak hiç yemeyin demiyor sonuçta, canan karataya sorulacak soru şu, bir skala gösterdiniz, insan vücudunun yüzde altmış su, yüzde yirmi protein, yüzde on dokuz yağ ve yüzde bir karbonhidrattan oluştuğuna dair, burada mikrobesinler, yani vitamin ve mineraller var mıdır, varsa hangi kısımda yer almaktadırlar ve oranları ne kadardır, bu skalayı bir beslenme önerisi olarak ta önümüze getirdiğinize göre bu skalaya göre beslendiğimizde yeterli oranda vitamin ve mineralleri alabilir miyiz, çünkü o skalada vitamin ve mineraller yer almıyor bile, zaten meyve yemeyin diyorsunuz, sebzeyi de çok yiyin dediğiniz söylenemez, sabah akşam zeytin yemekle bu vitaminler alınır mı mesela, c vitamini için meyve yemeyin içinde tarım ilacı var, maydanoz yiyin onun yerine dediğinizde bu tarım ilacının elmada olup maydanozda olmadığı anlamına mı geliyor, ikisi de tarla ürünü olduğuna göre ikisinde de tarım ilacı bulunması gerekmez mi, yine cevapsız kalacak sorular.

Ne yerseniz o’sunuz, şeker ve hayvansal gıdayı çok tüketenlerin daha saldırgan olduğu söylenir hep, 2012’de yazdığım sağlık yavuz dizdar sayfasında da var bu bilgi, sanırım o zaman gül kaynak söylemiş bunu, diyetisyen, sayfada yazılı kimin söylediği, şimdi bu soruları osman erke sorsanız bir tepki vermez, yanıtlar geçer, sakin bir adam zaten, oysa canan karataya değil bu sorular kaşınız ne güzel deseniz dahi olmadık tepkiler veriyor, soranı sorduğuna soracağına pişman ettiği için kimse bir şey sormaya cesaret te edemiyor, buradan ne anlayıp ne anlamamız gerektiği açıkça belli aslında, şeker ve et, yani hayvansal gıda insanı saldırganlaştırır, şekerden tamamen, hayvansal gıdadan ise bir nebze uzak durmaklık lazım, özellikle etten, hiçbirimiz bir köpek gibi her önümüze gelene hırlar bir durumda olmak istemeyiz sanırım, ben istemem kendi adıma mesela, bu tip beslendiğimiz zamanlar olmuş ve böyle olduğumuz zamanlar olmuş olabilir, hepimiz için geçerli bu, ancak bütün bunları bile bile şeker ve et yemekte ısrar edersek hoş olmayan sonuçlarına da katlanmak durumunda kalabiliriz, biz aslan değiliz, biz köpek değiliz, ağzımızı açtığımızda köpek dişlerimiz bir köpeğinki gibi veya bir aslanınki gibi belirgin değil değil mi, şükür ki öyle değil, çok çirkin bir görüntü olurdu herhalde, aynada kendinizi öyle görmek ister miydiniz, ben asla istemezdim, aslan gibi pençelerimiz de yok ki avımıza saldırıp altımıza alalım, kanını akıta akıta çiğ çiğ yiyelim, yok böyle bir şey, biz insanız köpek değil, aslan değil, biz bir etobur değiliz, tek beslenme biçimimiz et değil, biz aynı zamanda otoburuz, ve otoburluğumuz çok daha baskın, ve baskın olmalı ayrıca, daha mülayim, daha sakin insanlar olmamız için, canan karatayın yaptığının ve söylediğinin tam aksine olarak, herkes hata yapabilir, herkes yanılabilir, birkaç bilgiyi iyi biliyor olması onu başımıza yanılmayan alim yapmaya yetmez, kahve hakkında iki olumsuz görüş yazdım bu ara mesela, iki doktor görüşü, canan karatay gündüz sadece su ve kahve içiyormuş. demek ki onun da bir yanılma payı var, olabiliyor, o da insan, ve kendi sandığı gibi insanüstü bir varlık değil, her şeyi ben bilirim diyen çok şeyi bilmiyordur çünkü önce bilmesi gereken şey her şeyi bilemeyeceğini bilmektir, ama yinede bu denli iddialı olmasını da bir etobur olmasına bağlıyabiliriz rahatlıkla, unutmayalım ki o öve öve bitiremediği hayvansal gıdanın hayvanları da tarım ilaçlarından nasibini alıyorlar, geç tarım ilaçlarını gdo lu soya ile besleniyorlar, sebze meyvede hiç değilse gdo yok, onu da geçtik lifi nereden alacağız meyve sebze yemezsek, boşaltım yapmamızın yolu lifli gıdalardan geçiyor, lafın neresinden tutsan sakat, ki yakın zamanda kız kardeşini bağırsak tıkanması yüzünden kaybetmiş, tamam ilaçlar tıkamış bağırsaklarını ama belki lifli beslense daha farklı olabilirdi sonuç, bir şey daha var, canan karatayın yüzünün rengi hiç sağlıklı bir insan yüzü izlenimi bırakmıyor bende, soluk ve renksiz bir teni var, ve kırışıklıkları çok fazla yüzünde, yanakları ve tüm yüzü dilimlenmiş gibi kırışık, onca zeytin yiyen, zeytinyağı, tereyağı tüketen birinin cilt yüzeyinin daha düzgün olması gerekir diye düşünüyorum, ama öyle değil, onun yaşında, ondan büyük olan ama yüzü çok daha düzgün olan bir dolu tanıdığım var etrafta, yeşil ve kırmızıdan uzak, antioksidansız bir beslenme biçimi alıp götürmüş canan karatayın güzelliğini, taze fasulye pişmeden, pişirmeden hiç yaz geçer mi, solgun ve kırışık bir yüz bırakmış onda geçen yıllar, o görüntü ile bana tavsiye veren bir insanın tavsiyelerine asla kulak asmam çünkü o tavsiye ettiklerinin kendine ne, neler yaptığı ortada, o basen ve o yüzle kimse benden onun söylediklerine körü körüne inanmamı beklemesin, inanmam, sağlık, iyilik, güzellik sebzede, ette değil, canan karatay yerine nebahat çehre ne derse o, onu yapacağız bu belli bir şey.

Eğer ben hiç tanımasam, bilmesem canan karatayı, hakkında hiçbir önyargım olmasa, ki yok zaten, ne alıp veremediğim olacak tanımadığım etmediğim kadınla, sadece o programı izleyip karar verecek olsam ne yapacağıma yüz rengine, yüz kırışıklıklarına, basen bölgesinin genişliğine ve saldırgan tutumlu davranışlarına bakarak onun söylediklerinin tam tersini yapardım herhalde, onun gibi olmamak için.

Bu kadar hayvansal gıda denince birde hayvansal gıda fazlasına bakmak aklıma geldi, yani b12’yr, baktım, aynen şöyle yazıyor, “B12 fazlalığı; panik atak, stres, gerginlik, uykusuzluk, karın ağrısı, bulantı, ishal, sivilcelenme gibi şikayetler ortaya çıkabilir” yani aynen benim dediğim gibi, stres, gerginlik, kaç hayvanın genetiğini, doğasını alıyosunuz üstünüze, bundan dqha doğal ne olabilir, sonuç hayvani bir insan, ben olsam takmazdım cana karatayın söylediklerini, ben olsam değil, ben takmam.

Biraz daha baktım, b12 fazlalığı lösemi, yani kan kanseri, karaciğer kanseri, kan hastalıkları ve karaciğer hastalıklarıyla ilişkilendiriliyormuş.

Yağ yiyin, yağ kilo yapmaz, kilo yapan şekerdir diyor ya canan karatay, şekerin kilo yaptığı doğru, ancak yağ onun dediği kadar masum değil, bakınırken bir bilgiye rastladım, yağ insülinin hareketini kısıtlıyormuş, yani fazla yağ, bir süre önce yazdığım, ama adını almayı unuttuğum, ki tip 1 tip 2 şekerden bahseden iç hastalıkları doktoru bundan bahsetmişti, yağlı yenmemesini, ay çekirdeği yenmemesini söylemişti, insülini engellediği için, hatta ben de yağa da dikkat etmek gerekiyor demek ki diye yazmıştım, o doktor ellili yaşlardaydı, canan karatay yetmişli yaşlarda, her ikisi de iç hastalıkları doktoru olduklarına göre ve canan karatay çok daha tecrübeli bir doktor olduğuna göre onun bu bilgiyi bilmemesi diye bir olasılık olduğunu sanmıyorum ben, peki ya ne, çok mu gırtlağına düşkün canan karatay da bunu görmezden geliyor, bilemedim doğrusu, kim demişti bu sözü, pluton mu, tek bildiğim bir şey bilmediğimdir diye, onun gibi, bilgide bile mütevazi olmak gerek, her şeyi ben bilirim diyen sınıfın en iddialı kızları olur ya, onlara benziyor biraz canan karatayın hal ve tavrı.

Adını bilmiyorum desem ayıp olacak, ama hatırlayamadım, en ünlü kalp doktorumuz yatmadan bir bardak su içmeyi önermişti geçenlerde, yazmayı unutmuşum, o su kanı sulandırır ve genelde sabaha karşı olan olası kalp krizlerini önlermiş.

***Her şey iki gün daha fazla ve daha iyi olarak yaşamak için, bütün çaba, çabamız, eskiden, ben çocuklarımın yaşlarındayken bu kadar param yoktu, istediğimi alamıyor, yiyemiyordum, ama bu kadar kaygımız yoktu, şimdi paramız var ama sağlıklı olmak için daha çok kafa patlatıyoruz, niye, nerede yanlış yapıyoruz, ya da nerelerde, yediğimizden içtiğimizden korkar olduk, düşünmekten kafam patlayacak artık, kızım niye haşimato oldu, elinden bırakmadığı telefonun yaydığı radyasyondan mı yoksa yanlış beslenmekten mi, bunun cevabını bile bilemiyoruz, oğlumun sivilceleri, yani karaciğer hasarı şekerden, onu biliyorum.

Bugün bilkent şehir hastanesinin etrafını dolandım, gidiş altı, dönüş altı şeritli, ben başka bir yerde altı şeritli yol görmedim daha önce, gelen gidenin çokça olması bekleniyor olmalı, bir bina, ki oldukça büyük, dört yapraklı yonca gibi, + şeklinde bir bina, binalar yani, bir tanesinin üstünde onkoloji hastanesi yazıyordu, bizi bekliyorlar, hepsi, bizim için yapılıyorlar, bizi düşünüyorlar, geleceğimizi, ve oraya geleceğimizi, bir bina daha vardı hemen yakınında, şehir hastanesine yakın ama ayrı bir bina, etrafı çok yüksek duvarlarla ve tel örgülerle çevrili, adı şöyle, yüksek güvanlikli adli psikiyatri hastanesi, yani türkçesi deli hapishanesi, tımarhane hapishanesi veya hapishane tımarhanesi, her iki şekilde de söylenebilir, esas adları bunlar, orası da bizi bekliyor elbette, bizim için yapıyorlar, hepimizi değilse de bir kısmımızı, oldukça büyük bir kısmımızı, oraya akıllı giren deli çıkar zaten, delirmeden doldurmayacakları ne malum, delirtmek için, yüksek güvenlikli, bayağı bir yüksek duvarları, ona istinaden mi denmiş yüksek güvenlikli diye, ne demişti doktor osman erk kahve için, sonrasında deprese eder, milyonlarca insan, genç kahve içiyor lıkır lıkır, bizi bekliyor orası, başka kimi bekleyecek, harıl harıl bir hazırlık var biz oraya gidecekler için, biz deli olacağız, biz kanser olacağız, biz haşimato olacağız ve onlar paralarına para katacaklar, ölümüz de, dirimiz de para edecek, bir bilimkurgu filmi içinde yaşıyormuş gibi hisediyorum kendimi bunları gördükçe, düşündükçe, ben mi fıttırıyorum yoksa dünya mı, ikimiz birden galiba.

Eğer zamanında durdurmasaydım oğlumu, oğlumun şeker ve kahve ilişkisini bitirmemiş olsaydım, olsaydık, ki oğlum da çok inanarak asıldı bu işe, o gün bugündür ne kahve sürdü ağzına ne de şeker, baktı ki bu işin sonu yok, sonu uçurum, o tımarhane hapishanesinin ön adaylarından biri olabilirdi rahatlıkla, son anda sıyırdık paçayı, oynatmaya az kalınca, şimdi tadından yenmez kıvamda, eski oğlum gitti yerine başka biri geldi sanki, kahve şeker, kahve şeker, kahve şeker, yoksa o tımarhane hapihanesi sizi de bekliyor olacak, oğlunuzu, kızınızı, sizi.

Tuz lambaları sigaradan gelen öksürüğe iyi geliyor, ayrıca radyasyon için de yararlıymış, benim evimde var ve cidden oğlumun öksürüğünü kesti, sigara içiyor oğlum, tavsiye ederim, ben mta müzesi satış yerinden 35 liraya aldım, bugün ikincisini aldım, yine mta dan, küçük oğlum sigara içmiyor ama odasında bilgisayar var ve çoğunlukla onunla meşgul, radyasyon için yani, madem ki radyasyon bu kadar önemli hayatımızda, iyotu yok ediyor, biz de onu yok etmeliyiz.

***Bugün 10 kasım, arkadaşlarımla anıtkabire gittik, saat 2 civarında, çok doluydu, ne gelenin ardı arkası geliyordu ne gidenin, şükürler olsun, eğer bizimle baş edemezlerse bilin ki bu Atatürk sevgisi ve birleştiriciliği ile olacak, öyle bir zamk ki o, bir türk yapıştırıcısı, bizi yıkamayacaklar, yıkılmayacağız. 

Otobüsle dönerken yanımda oturan yirmili yaşlardaki güzel kız, ki güzelliğine düşkün olduğu belli olan bakımlı bir kız, saçları için çam terebentin esansı almış, eskiden beline kadarmış saçları, sırt hizasında kestirmiş ama artık uzamıyormuş, kahve şeker, kahve şeker, arkadaşımın arkadaşı, ellili yaşlarda kadın, tansiyonu 16’ya çıkıyormuş, tansiyon ilacına başlamış, bir anda öneriler havada uçuştu, herkes doktor artık kendi çapında, benim gibi, tansiyon sinirselmiş, tansiyon ilacına başlamak yerine antidepresana başlayanlar iyi sonuç alıyormuş, antidepresana başlasa çok daha iyiymiş, antidepresan ilaçlarındaki patlamanın da sırrı çıktı ortaya, kahve şeker, kahve şeker, madem sinirsel yerine ıhlamur, enginar yaprağı, rezene çayı, ki benim sabah çayım bu, veya melisa çayı, ablasında da baş dönmesi varmış, anıtkabir dönüşü kentparka girdik, nasıl bir uğultu var, kalabalık ki nasıl, çok durmadık, boyner yüzde elli indirim yapmış, günü kurtarmaya çalışıyor olmalı, çıkışta bilkent metrosuna yürüdüm, ileri gitmek geri gitmekten daha mantıklı geldi ama değilmiş, daha uzak, bir oraya durak yapamadılar, yürü, birde üst geçitten karşıya geç, eziyet, biri kız biri erkek iki genç otostop çekmeye çalışıyorlardı, trafik vızır vızır, akşam saatleri eskişehir yolu felaketin adı artık, bu hızla kimse durup sizi almaz dedim çocuklara, bursadan gelmişler anıtkabire, 10 kasım için, otostopla dönüyorlarmış, oğlanın ellerinde çok belirgin vitiligo, beyazlıklar vardı, kahve şeker, kahve şeker.

Geçen hafta, perşembeydi sanırım, zahide yetişte 109 yaşında bir adam çıktı, karısı da 104 yaşında ölmüş, bir sırları olmalı, adam köylü, en kral yemeğini anlattı, elmayı rendeliyor, içine ekmek doğrayıp şeker katıyor, karıştırıyor ve afiyetle yiyormuş, öyle bir anlatışı var ki o yemeği sanırsınız dünyanın en güzel yemeği, tat alıyor adam yediğinden içtiğinden, makarna, çorba, yumurta, et yerim dedi, her şeyi yiyormuş yani, ama bir bisküvi yesem karnım ağrıyor, yemiyorum o yüzden dedi, demek ki sinyal ne, karnınız ne sevmediyse onu yemeyeceksiniz, bu kadar basit, artık yaşamak istemiyorum dedi, çünkü acizim dedi, bir sinek gibiyim dedi, başkalarına yük olduğunu düşündüğü için.

***Cevapsız sorularıma cevap doktor osman erk’ten geldi, “günde 8-10 yumurta yiyerek, 7-8 kalem pirzola yiyerek, bir bakraç yoğurt yiyerek sağlıklı olmak mümkün değildir, bu tür öneriler olsa olsa hastalıklara ve erken ölümlere davetiye çıkarmaktan başka bir şey değildir, kalori hesabı yapmadan, istenildiği kadar hayvansal gıda tüketilir demek kadar beslenme bilimine aykırı bir görüş olamaz, ekmek olarak tam tahıl yenmeli ve az yenmelidir, öğünde bir iki dilim kadar” ben demiştim, ben demiştim, ben demiştim, demediysem söyleyin, canan karatayda yanlış giden bir şeyler olduğunu, ezberin ezberi işte böyle bozulur, savaş başlasın.

Bu aralıklı orucu mehmet öz, osman müftüoğlu, canan karatay, yavuz yörükoğlu’ndan sonra osman erk te öneriyor, sabah uyanınca kahvaltı veya yemeği bir iki saat öteleyip gündüz sadece su içerek tekrardan akşam yemek yemek, yani iki öğün yemek yemek, sabah ve akşam, ben henüz başaramadım bunu ama deneyeceğim, ve bu doktorların hepsi uygulamada da böyle besleniyorlar, iki öğünle, osman erk sabahları yarım litre ılık suya iki limon koyup içiyormuş, bir limon da yeter bana kalırsa, iki limon çok ekşi olur, bana göre, bana yarım da yeter, ama su ılık olmalı, ısıtılmalı, isteyen ve içebilen içsin.

10 kasımda anıtkabir şimdiye kadar olan en büyük kalabalığı görmüş olmalı, çok doluydu, hiç o kadar dolu görmemiştim anıtkabiri, görür görmez aklım şaştı o kalabalığa, arkadaşlarım da öyle söyledi, bir arkadaşım var, her önemli günde mutlaka gider anıtkabire, ilk defa bu kadar dolu olduğunu söyledi, ama anıtkabirde gördüğümüz kalabalık medyada dile gelmedi, millet batağa batıkça Atatürk’e dha bir sıkı sarılmaya çalışıyor olmalı, ankara dışından gelen çoktu, sadece ankara değil tüm türkiye vardı orada, otobüslerle gelenlerin yanısıra kendi araçlarıyla gelen de çoktu ankara dışından, otostopla bursadan gelen gençleri yazmıştım zaten, var olsunlar, sağ olsunlar, daim olsunlar, berhüdar olsunlar.

***Dün bir hasta ziyaretine gittim, bir arkadaşımın arkadaşının kızı, ben yeni tanıdım, 8 yaşında, sara nöbeti geçirmiş ve dozu yüksek bir ilaç verilmiş, vücudu tepki vermiş, dün 15. günüymüş hastanedeki, kollarında, boynunda, bacaklarında, yani görünen yerlerinde siyah siyah lekeler vardı, parlayıp sönen yaraların lekeleri, dudakları hala kabuk kabuktu, ellerinin içinde ur gibi şişlikler vardı, 15 gün önceki hali çok daha kötü bir görünümdedir herhalde, iyileştirmek için verilen kortizondan normal kilosundan daha kilolu görünüyormuş çocuk arkadaşımın dediğine göre.

***15 yaşında otistik bir erkek çocuğu ve ailesiyle tanıştım, çocuktaki vücutsal deformasyonun yanısıra zihinsel olarak ta pek bir ışık yok, sadece anlaşılmaz sesler çıkarıyor, biz evlerinde olduğumuz süre içerisinde yüksek dereceden denebilecek sesler çıkardı, yani bağırarak anlamsız şeyler söyledi, bu sevincinin, mutluluğunun ifadesiymiş annesinin dediğine göre, biz orada olduğumuz içinmiş, bir süre sonra duruldu, bize mandalina soyup ikram etti, sonrasında ise telefonu aldı eline, telefonla ne yapıp ne yapmadığını fark edemedim, yani bilinçli kullanıp kullanmadığını, ama değildir sanırım, bir ara annesinin kucağına oturup karşılıklı peki dediler, pe ki, pe ki şeklinde, peki yi öğrenmiş, o süre içinde görebildiğim bu kadarı, çok yemek yediği için annesi buzdolabına kilit takmış, ilacın yan etkisiymiş çok yemesi, 1,5 yaşına kadar anlamamışlar otistik olduğunu, iki kardeşler, küçük kız altı yaşında, 3 aylıkken yapılan aşının akabinde sara nöbeti geçirdiği için anne o aşıya bağlıyor oğlundaki otizmi, hatta yine bu sebepten kızını hiç aşılatmamış, ben yine başlayacağım tabi burada, biz büyürken otizm diyebir şey var kıydı diye, nasıl zor şey, Allah sabır, dayanma gücü versin, zaten vermiş, anne tuvalete gittiğinde bileyalnız bırakmıyor oğlunu, şampuanları döküyormuş yerlere, Allah yardımcıları olsun, biz çocukken var mıydı gerçekten, ben hatırlamıyorum, onlarda sara ileiçli dışlı oldukları için bir önceki bahis geçti, anne hangi ilacın yarayacağını deniyorlar dedi, bizim de başımıza farklı farklı şeylergeldi ilaç değişimlerinde dedi, omlarınkiçok daha uzun bir süreç elbette, sara da böylesi yaygın değildi, ne zamanki bu endüstriel gudaya ve paketli gıdaya geçtik bir haller oldu bize.

*safiye soymanın 40 yaşlarında bir oğlu var, ms hastası, keşke oğlum iyi olsaydı da gecekonduda yaşasaydım dedi dün, ne kadar samimidir bunda bilemem ama samimi olduğunu düşünüyorum çünkü oğluyla neler yaşadığını bir o biliyor, biz bilemeyiz onu, çünkü aslında asıl hastalığı yaşayan hasta olandan çok yanındaki kişi oluyor, ve bu kişi de safiye soyman olduğna göre samimidir.

***Haberde geçti, 500 bin otistik varmış, eğer bu türkiye rakamı ise, ki öyle olmalı, bu korkunç bir rakam, hiç azımsanamayacak bir rakam, sapasağlam bir delikanlı olabilecek bir çocuk, çocuklar, bilinmeyen bir nedenle bu şekilde yaşamaya mahkum oluyorlar, ve tabi ki aileleri de, ben ilk defa bu denli yakın oldum bir otistikle, ve gördüklerim içimi acıttı, bir annenin iki çocuğundan sadece birini profil resmine koyabiliyor olması herkesten çok o anneyi acıtıyordur, mutlaka, buradaki tek avuntu o diğer çocuğun bundan hiç haberdar olmayacak olması olmalı, ve tabi ki bu da bir acı, Allah hepsine sabır ve şifa versin dilerim.

Otizmde yurtdışı karşılaştırması yapılsa sonuç ne çıkar acaba, bizde mi yoksa diğer ülkelerde mi otistik oranı çoktur, obezite artış hızında dünyada birinci sıradayız mesela, otizmde durumlar ne alemde bilmek lazım, bu belki bir ışık olur neden olduğuna dair. Bizde hayvan hakları, eşcinsel hakları hep gündemde tutulan meseleler olduğu için 500 bin otistik çocuk gözardı ediliyor, ve bir çığ gibi artmaya devam ediliyordur muhtemelen.

Eşcinsel hakları hiç umurum değil, ama hayvan hakları beni de ilgilendiriyor, zaman zaman, kızım anlatmıştı, gittiği dersanenin yakınında bir villada köpek başını bahçe kapısının küçük kare demirine sıkıştırmış ve orada öylece kalmış, sonra sahibi çıkarmış, anlattığının birkaç gün sonrası sabah önünden geçerken baktık köpek yine o halde, kimbilir kaç saattir, ağzı köpürmüştü öylece beklemekten, karşıda bir veteriner varmış, onu çağırdık ve çıkarttı kafasını, köpek viyak viyak acıdan, evde, aslında işyeri ve kimse yok, tabeladan telefonuna ulaşıp aradım, o kare demirleri kapatmasını usturubunca söyledim, yarı tehditvari, on beş gün oldu, hala kapanmadı o demirler, ama köpek başını sokmuyor artık, her geçişte bakıyorum, gözüm üstlerinde, yakalarsam bir daha o köpeği o halde adamın elimden çekeceği var.

*Dün yine baktım, telle kaplamış demirleri, evet, hayvanlarınki de can, ve yeri geldiğinde, gerekirse korurum, bu durumda olduğu gibi, ama bu demek değil ki, evinde yavru kedi bakan birinin yataktan kalkınca bokuna bastım demesi bana hiç ilgi çekici ve kulağıma hiç hoş gelmiyor mesela, sınırlarım var bu konuda.

Yine aynı yaşlarda bir erkek çocuğu gördüm aynı zaman diliminde, annesi ile birlikte biz üç kadın oturuyoruz evlerinde, çocuğun  gözü sadece ve sadece tv de, veya elindeki telefonda, adeta bitkisel hayatta gibi, annesinin salonda mutfağa bırakması için eline tutuşturduğu tabağı her seferinde odasına götüren bir çocuk, sağlamlarımız da çok sağlam görünmedi gözüme, beyinler durmuş, tıkalı durumda, kuaförde çalışan kızın kız arkadaşı, 30 yaşlarında, ve oldukça kilolu, 75 dedi kilosuna ancak benden en az bir 85 çıkar ona, 95’e kadar da yolu var hatta, ya kilosunu bilmiyor ya da yalan söylüyor, ya da yağ kastan daha hafif olduğu için söylediği doğru da olabilir ancak ben de 72 kiloyum ama o benden yarım kat büyük görünüyor, baktım ayak bilekleri oldukça şiş, koca koca olmuş, cola eşliğinde yedi yemeğini, şekersiz, tatlısız yapamam diyor, insana kendi gerçeğini göstermeyecek bir anlayış nasıl bir anlayıştır, ben yapmadım mı aynısını, alasını yaptım, çikolata, dondurma alırken, yerken oğlum kendini görmüyor musun diyordu bana da, hala diyor, azıcık bal yesem azarlıyor beni, daha dün bastı fırçayı yine bana, ben zayıflamadan rahat etmeyecek anlaşılan oğlum, bal bile yedirmiyor bana baksanıza, makarna, pilav yesem haşlıyor beni, makarna pilavı da hakkınca yiyorum  hani, koca bir tabak dolusu, oğlum da haklı.

Bütün bu atışmalara rağmen kilomda çok bir değişiklik yok ancak bayağı bir inceldim ben de, eskisine nazaran yani, yoksa iğne ipliğe dönmedim elbette, kilomun çok düşmeyişi de yağ kas ağırlığı ile ilgili olmalı, verdiğim taş çatlasın on kilo ama görünümüm 20-30 kilo gibi, yine belirteyim eskisine göre tabi, 105 santimi gözümle gördüğüm bel ölçüm, ki yıllarca, şu an 85 cm, inanılır gibi değil ama öyle, ben bile inanmıyorum mezuraya baktığımda, bir yanlışlık olmalı diye defalarca bakıyorum, yok bir yanlışlık, üstelik taş çatlasın bir yıllık bir sürede, 20 santim dediğiniz benim elimle bir karış ve hiç az bir mesafe değil, 105 santime tuttuğumda koca bir boşluk oldu belimle mezuranın arasındaki mesafede, işin garibi buna çokça sevindiğim bile söylenemez, hani bir şeyi çok istersin de olduğunda bir ehemmiyeti kalmamış olur ya, onun gibi bir şey olmalı, hem ben bayağı bir alışmıştım kilolu yaşamaya, şimdi buna alışmak ta mesele, kilo koruyucu bir zırh gibi insana, kimse yaklaşmıyor fazla kilon olunca, kimse dönüp bakmıyordu bile mesela, meğer ne rahatmışım, senede bir kere katıldığım bir yemek organizasyonu var, aynı kişilerle, bu üçüncü katılışım, geçen yıl ve önceki yıl dönüp yüzüme bakmayanlar, ki aynı kişiler, bu yıl dönüp yüzüme baktılar, hem de dikkatlice, de ben kimsenin yüzüne bakmak istemiyorum, mesele orada, salla gitsin, dertsiz başıma dert eklemeye hiç niyetim yok doğrusu, hani çok tatlı bakan olursa acır, yüz veririm belki de, ne geldiyse başıma fazla merhametten geldi, yok yok, o işler beni aşar artık, ama eski ve kilolu günlerimi arayacakmışım gibi gelmeye başladı bana, daha şimdiden, yazık adama ya, baksana yalnızmış gariban dedi içimdeki bir ses, sonra diğeri ise hayırdır, sen hayır kurumu musun diyince o  mesele orada kapandı, mesele de o zaten, iyi adam, has adam oyunu, biz çok gördük o oyunları, biz o garibanın sonraki hallerini de çok gördük, yere bakandan korkacaksın, herkes kurt ta ben kuzu değilim artık, böyle bir fark var benim için, kendini taşıtacak eşek aramadığı ne belli, benim kimsenin beni taşımasına ihtiyacım olmadığına göre, ki var, benim taşıdığımın karşılığı olarak, üç ile beş arasında çok bir fark ta görmediğime göre, çünkü ne altın bir sınırı var ne üstün, çabala dur ona ulaşacağım diye, boşa eşeklik.

nilgün bodurun da kitabında dediği gibi satılık değilim, benim para ile ölçülebilir bir değerim yok, tl, dolar, euro, ev, arsa benim ölçütlerimin dışında şeyler, evlilikler bile bu sıkı pazarlığın bir sonucu olduğuna göre, ne demişti sıfır noktasındaki kadın, en ucuza giden evli kadınlardır, doğru bu, ben bunu yaşadım, asgari ücretini paylaşarak yaşadığım adam, yıllarca, benim sırtımdan ulaştığı parayla gününü gün ediyor şimdi, çok umurumda değil bu, şeytan görsün yüzünü, o sözün doğruluğunu ispatlamak için söyledim, sadece kadınlık için ödediği bedel asgari ücretin üstünde, üstündedir, bu durumda ne olmuş oluyor, ucuza giden ben olmuş oluyorum, buradan bakıldığında yani, bir evlilikte ilişki karmaşıktır, kim üste çıkmayı becerir, başarırsa onun hükmü geçer, ve istedikleri olur, paralı veya parasız, tamamen hükmedenin hükmüne bağlı olarak, eğer aptalsanız sizi aç bile bırakır ve gıkınz çıkmayabilir, ben bunları yaşadım, hemde çok, ama kadın erkek ilişkisinde öyle değil durum, şartlar bellidir, bul karayı al parayıdır durum, o şartlar yerine getirilmezse bir dahaki seferi sallantıya girer, sevgi, aşk, sadakat, bilmem, çok zaman olmuş, hatırlamıyorum bile, aşık olup olmadığımı bile, o manyağa aşık falan olmamıştım neyse ki, piyangodan çıktı, kötü şans piyangosu, eskilerin dediği gibi unumu eledim, eleğimi asalı da çok oldu. hiç uğraşamayacağım, büyük söylemeyeyim ama öyle düşüncem, belki iyi bir adamdır gerçekten, bunu bilemem, ama bende bunu test etmeye ayıracak kadar ne güç var ne de sabır, yaşanabilecek, bir insanın yaşayabileceği en aşağıyı yaşadım, en yukarıda hiç gözüm yok, çünkü her şeyin, her doyumsuz isteğin bir bedeli var ve ben bedel ödemek istemiyorum artık hiçbir şey için, çok şey beklemiyorum hayattan, çok büyük beklentilerim, isteklerim zaten yok, elleşmeyin, depreştirmeyin yeter, yaşadıklarım bana ölesiye yeter, o adamın bana bakışları bende sadece korku yarattı, bildiğin korktum adamın bakışlarından, adam korkutmak amacıyla bakmadı elbette bana, ama bendeki yansıması o oldu, böyle güvenli hayat, çeperlerin içinde, o çeperler aşılmadığı sürece sorun yok benim için.

Ben bile tam olarak inanamamışken bütün bu olanlara, yani zayıfladığıma, siz de inanamayabilirsiniz tabi, bu yüzden size bir kanıt sunacağım, arkadaşım az önce iki yıl önce o yemekteki fotoğrafımızı atmış vatsaptan ve şöyle yazmış, sana diyorum değiştin, güzelleştin diye, bir buna bak bir de yenisine bak, diye, iki yıl önce de aynı üç kadın foto çekinmiştik, bu yıl da çekindik, bu yılki ben iki yıl önceki benin kızı gibi duruyor, evrim geçirmişim iki yılda resmen.

Bunun için ne yaptım, zayıflamak için yani, yanısıra güzelleşmenin tabi ki de, ama güzellik başa bela, şunda bir kere anlaşalım, kilo vermek ne yediğinden çok ne yemediğinden geçiyor, bu süre içinde ben hiç şeker yemedim mesela, sıfır, güzelliğin sırrı şekerden uzak durmakta, bir dirhem et insanı çirkinleştirmeye yeter, meyveyi de azalttım, yiyorum ama az, günde iki elma kadar mesela, daha fazla değil, ama sadece elma değil, elmayı boyut olarak örnek verdim, yani iki elma boyutunda meyva, bir tur öğlen arası bir tur akşam arası gibi, iki iki değil ama, bir bir, şu geçtiğimiz yaz bile bir defada bir, söylemeye utanıyorum, bilemedin iki kilo kayısı, kiraz, dut yediğim olmuştur, hala utanıyorum, olmuştur değil neredeyse her gün oldu bu, bunların dışında başkaca da bir şey yapmadım, biraz da yürüdüm, ona yürüdüm bile denmez, 20 kere bile değildir, kiloya etkisi var mı bilemem ama kahve de içmedim, dolaylı olarak olabilir, yorgunluktan oturma sebebiyle, e uykusuzluk ta önemli bir etmen sağlıkta, kahve, çay içmeyince uykularım da düzeldi, herkesi bu denli etkilemiyor çay, kahve, ama beni etkiliyor, ben dümeni düzelttim, darısı düzeltemeyenlere, mide ameliyatı olanlar da yediklerine azami derecede dikkat etmek zorundaymışlar, yemeye dikkat ederek yaşayacaklarına göre niye ameliyat olurlar onu aklım almadı, yemeye dikkat ettikten sonra zaten veriliyor o kilolar, ayrıca ameliyatla kilo verildiğinde içi ani boşalan deriler sarkıyor ve sarkma ameliyatları gerekiyor, üstelik bir değil bir çok kez ve bir çok yerden, kol, bacak, göbek vs. bir ameliyat bir dolu ameliyatları çekiyor arkasından, normal yoldan kilo verildiğinde deriler de sarkmıyor, her iki şekilde de kilo veren biri söyledi bunu tv de.

Bu ılık suya yarım limon çok iyi geldi bana, bir eksiklik varmış demek ki vücudumda, şeker iniş çıkışları kanımı katılaştırmış olmalı, ya da kanım katı olduğu için daha keskin şeker iniş çıkışları yaşamışım, ikisi de olabilir, ama asıl mesele kanımın katılığı imiş, hiç iyi değildim limona başlamadan önce, beynim, kalbim tıkalı, tıkanıyor gibiydi, hele son gün, son noktasına gelmişti sanki, hareket etmekte zorlanıyordum, bir şey, bir iş yapmadığım halde yorgundum, hemde ne yorgun, o gün kızımı okuluna bırakım, yürüsem mi acaba dedim kızıma, git yat, zaten yorgunsun dedi kızım, ki sabahtı, dediğini yapıp gidip yattım, o denli kötüydüm, limona başlayınca bir anda geçti, hafifledim, çok iyi geldi, enerjim yükseldi, ertesi gün, ertesi akşam, yani limonu içtikten sonra nasıl olduğumu sordum kızıma, kızım şaşırdı, hani bilmiyor muydum limonlu suyu, biliyordum ama bilip uygulamadığında bir işe yaramıyor, adet dönemine yakın zamanlarda çok içilmemeli, kanı sulandırdığı için, kanamayı arttırabilir, nar da kanı sulandırıyor, nar yediyseniz limondan, limon içtiyseniz nardan uzak durmak gerek, kan sulandırıcı aspirin ve aspirin kullananlar da ikisini, yani üçünü birarada kullanmamalı.

Onca kan testi yapıldı geçen yıl bana, bir kanım katı mı değil mi bakılamamış mı Allah aşkına, bu kadar zor mu buna bakmak, kimse kimsenin umuru olmayınca sonuç böyle işte, şeker fazlalığı, ve dolayısıyla düşüklüğü, ki bende fazlalılığından çok düşüklüğü baskın olmuş, yani oynaklığı, kanı katılaştırıyor zaten, birde bunun üstüne limonsuz hayat kaskatı bir kanla yaşıyormuşum, su da içmem çok, beyne niye kan gitmediği, kafanın, yani kafamın niye yeterince çalışmadığı ortada, bu durumda hepimizin ve özellikle çocuklarımızın da neden kafalarının çalışmadığı, otomatiğe bağlı gibi yaşadıkları da ortada, fazla şekerin katılaştırdığı kan yüzünden, o çocuğun sadece tv ve telefon arasında yaşaması, o kızın tatlısız yaşayamam demesi, benim kendi gerçeğimin, yani kilomun farkına, ayırdına varamayışım ve şeker yemeye devam ederek yaşayışım, hepsinin ardında şekerin katılaştırdığı kanın beyne gidemeyişinin etkileri var, çok şükür artık farkındayım. neyi neden yaşadığımın, canım da istemiyor zaten şekeri, ki ben yıllardır uzaktım şekerden, evde tatlı pişmez, tatlı alınmaz, yenmezdi, sadece dondurma ve çikolatadan açığım varmış, birde aşırı meyve düşkünlüğü, o açıklar da kapanınca benim için sorun kalmadı, geçen gün bir pasta var önümüzde, güzel bir dekorla, yanında içi koyu kırmızı dışı pembe güzel bir şeker var, yanımdaki kadın ne güzel diyince gıda boyası demişim gayri ihtiyari, kafama öyle kazınmış ki farkında bile olmadım ne dediğimin, kadının bütün hayallerini söndürdüm önündeki tatlıya karşı olan, o kadar soğumuş, uzaklaşmışım o gibi materyallerden, şükürler olsun, darısı sizlere.

Sadece beyin değil ki kan hareketsizliğinden, katılığından etkilenen organ, kan kalbe yetmenin derdinde ancak, hayatttan koparmamak için insanı, kol, bacak ve diğer kaslar, iç organlar, bağırsaklar, böbrekler, aklınıza ne gelirse hepsi kendini durduruyor gün boyu aralıklarla, limondan önce günde üç, dört kere gidiyorduysam tuvalete şimdi altı, yedi defa gidiyorumdur mesela, ve miktarında da artış oldu, bunun da ödem azalışı, üre, ürik asit azalışı gibi gibi sonuç veya sonuçları olacaktır mutlaka, tabi ki kilo da, bekliyorum. olursa yazarım nasıl olsa.

Şekeri pişirdiğinizde ne olur bilirsiniz değil mi, ağda olur, onu cildinize yapıştırır yapıştırır kıllarınızı alırsınız, yani ağda yaparsınız, o denli yapışkan yani, o şekeri alıp damarlarınızın içine aktarırsanız ne olur, 37 derecede bütün damarlarınzı dolaştığını düşünün, hemde her gün yenilerini, yenilerini eklerseniz, ağdalı kan olur, akmaz, hareket etmez, olduğu yerde durur, sizi de hareket ettirmez, olduğunuz yerde sabit tutar, o maddenin yapısı bu, yapışkanlık, maddenin yapısını değiştirebilir misiniz, değiştiremezsiniz, madem öyle kendinizi değiştireceksiniz, başka yolu yordamı yok bunun, hatta o şekerden yaptığınız ağda bir yandan kıllarınızı alırken diğer yandan kıllarınızı besler, güçlendirir, yediğinizde de aynı etkiyi gösterir şeker, kıllarınızı besler, saçlarınızı değil ama, gereksiz kılları besler, yani sözün kısası yine yine yine hep dediğim gibi kahve şeker, kahve şeker, kahve şeker.

***”40 yaş sonrası 100 mg’lık aspirin düzenli olarak kullanılmalı, kahve bir sabah bir akşam içilebilir, filtre kahveyse günde bir kere içilmeli, fazlası içilmemeli,” kalp doktoru bingür sönmez, aspirin ve limon eşdeğerde, limonda c vitamini de var, yani limona devam, geç bile kalmışım baksanıza, 40 yaş dediğine göre, üstelik 12 yıl, 52 yaşındayım, ben de diyorum neyim var, bir yarım limona bakıyormuş her şey, akıl bendeki de, şu kahveye zararlıdır demekten niye kaçındıklarını bir anlayabilsem, ikiyi geçmeyin, biri geçmeyin dediğine göre bu meret zararlı bir şey, neyi niye söylemekten korkuyorlar bir anlayabilsem, geçen gün toplu bir kahvaltıya gittim, masada geride kalanlar, yani yenmeyenler salam. sosis ve patates kızartmaları oldu, geri kalan her şey yendi, demek ki yeterince söyleyince anlayabiliyorlar bunları insanlar, niye söylenmiyor bunu anlamıyorum, birde akşamları yatmadan bir bardak su için demişti bingür sönmez daha önce de, gece kalp krizlerine önlem olarak, gece uyanmalarının tuvaletle değil doğrudan kalp ve kilo ile de bağlantılı olduğunu söylüyor, yani biz tuvalet için uyandığımızı sanırken aslında kalbimiz, kilomuz bizi zorladığı için uyanıyormuşuz, çocuk ve gençler bunun dışındadır elbette, yine 40-50 yaş üstü için söylenmiş olmalı, ki ben uyanıyorum geceleri bu şekilde, her gece, ama eskisinden farklı olarak tekrardan uyuyabiliyorum kısa sürede, kahve içtiğim zamanlar hem uyanıyor hem de uzun zaman uyuyamıyordum.

***Epey oldu, 1,2 ay kadar, çağla şikeldeydi, kısa boylu, at kuyruklu, kibar kibar konuşan bir doktor var, sindirimden, boşaltımdan bahsediyor, gastroloji doktoru sanırım, şöyle anlattı, ankaradan bir kadın gelmiş, hasta, hastalık hastası, doktor iyisiniz, bir şeyiniz yok diyince doktora bende bir şey bulamadınız diye kızıp gitmiş, kendinden önce gittiği doktor kemoterapi yapmayı önermiş kadına, hiçbir gerekliliği yokken, ne de olsa rant meselesi dedi, hafife indirgeyerek, bunun bir hırsızlık olduğunu bilmiyor olamaz, ve artı ahlaksızlık olduğunu, ama hoş görüyor, çünkü hırsızlığı, ahlaksızlığı yapan bir doktor ve kendi de doktor, en azından söylüyor, bunları söylemeyen, üstünü örten de çok, kendi de onun gibi olup, ama doktorlara saldırılınca mangalda kül bırakmıyor hiçbiri, demek ki bu saldırıları hak edenleri de var.

Yine o doktor bir zamanlar reflü ameliyatları şişiriliyordu şimdi mide ameliyatları şişiriliyor, bu dalga da geçince başka başka ameliyatlara yönelinecek dedi, dürüst bir doktor olmalı bu doktor, neredeyse her gün anlatılıyor bu mide ameliyatları, bütün kanallarda, gömünün içine düşmüş gibiler doktorlar, vki 40 olursa kesinlikle ameliyat olunmalıymış, sanki o vki yi değiştirmenin başka bir yolu yok, benim vki m geçen sene 36’ydı, şimdi 30, ve bunun için ameliyat ta olmadım, bir sene sonra vki m belki 25 olacak, bunu kim bilebilir, Allah bin kere belalarını  verir inşallah.

Kiloyu yapanın şeker olduğu bilinirken, ve ameliyat sonrasında da sıkı bir perhiz yoluna gidilirken gel seni mide ameliyatı yapalım demek bir ahlaksız teklif değil de nedir, gel ben seni ameliyat edeyim sonra sen diyet yap, e sen ameliyat etmeden ben o diyeti yapsam olmaz mı, doktora şiddet, doktora şiddet diyorlar ya, bakmayın siz, hak edeni de çok, doktorlar şiddetin alasını yapıyorlar insanlara, ameliyat gerekmeyeni kandırarak ameliyat etmek şiddet değil midir, üstelik tv den ve alenen, geç şiddeti cana kasttır, ama adının önünde dr olunca adam öldürmek serbest, para için insan yiyen yamyamlar.

***çağla şikelde yavuz dizdar çıktı, kanser doktoru, sakatat yiyin, çok faydalı, kokoreç mutluluğu artırır dedi, ertesi gün bingür sönmez çıktı, kalp doktoru, çağla şikel ona da sordu sakatat meselesini, haftada birden fazla yenmemelidir, ben kokoreçi ayda bir yerim dedi, siz bir şey anladınız mı bu işten, ben zaten yemem de, kim ne derse desin, ben anlamasam da olur yani.

Yine çağla şikelde ahmet rasim küçükusta, doktor, cuma günü, endüstriel gıdaya geçildi beri hastalıklar arttı dedi, çağla ile mercimeği fırına vermek gibi bir isteği var anlaşılan, espri yaptı aklınca, bir değil iki kez, programın başında, mercimeği fırına vermenin ne anlama geldiğini bildiği de belli olduğuna göre ısrarla devam etmesi ilginç, çağla şikel ne diyeceğini şaşırdı, onun da benim gibi beynine kan fazla gitmiyor galiba, bir doktora görünsün, ne doktoruna gideceğini o benden daha iyi biliyordur mutlaka, ben mi akıl öğreteyim ona, hiç yakışık almaz bu, ya da limon içsin sabahları, iyi gelir, belki o zaman anlar kiminle mercimeği fırına verip vermeyeceğini, yaşından başından utan be adam, ama kimseyi mesul tutamıyoruz tabi dediğinden, yaptığından, çünkü herkesin kanı ağdalı, şeker akıyor damarlarımızda, kanlı şeker, kanlı ağda.

***Aktarlar derneği bilmem neyi bir adam var, adı ayhan ercan, doktor falan değil, (d)aktar, geçenlerde brezilya cevizini öve öve bitiremedi, içinde selenyum varmış, haşimatoya iyiymiş falan filan, bizim cevizlerde yok sanki selenyum, ayşe arman bile para karşılığı yazıyor olunca, bile dememeli miydim acaba, akla her şey geliyor, kimse kimseye bir şeyi boş yere övmüyor anlaşılan, dün de istanbullu gelinde önce pikan cevizi yediler dizide, sonra altta reklamı çıktı, yemediğimiz haltı kalmadı amerikanın sıra cevizlerine geldi, depolarını bize boşaltacaklar anlaşılan, Allahtan çok pahalı da alan yok, alan da gramla alıyordur, hacıbaba da konkordato ilan etmiş bu arada, kim cevizli, fıstıklı baklava yiyor krizde, kilosu kaça, vallahi bilmiyorum, ben almayalı bir on yıl olmuştur herhalde, o zaman etle atbaşı gidiyordu fiyatı, şimdi gerçekten bilmiyorum, dönüp bakmamışım bile, iflas etsin ayrıca, tatlı, iyi olur, altan erkeklinin kırdığı cevizi duydunuz mu, madara oldu da bu ara, iki yıl önce 800 bin lira kredi alarak ev almış, öde öde bitiremiyormuş, uykuları kaçıyormuş, gıdıkla da gülelim diye laf var piyasada, şu an hiç değilse 3 reklam filmi dönüyordur tv’lerde, yeni filmi bu hafta vizyona giriyor, dizisi de vardır, bilmiyorum, dizilerde bölüm başına yüz bin alan oyuncular var, filmin başrolünden o kadar alıyordur herhalde, hiç mi utanması yok, görgüsüz, artı terbiyesiz, insanlar bir ay çalışıp bin lira, iki bin lira maaş alıyorlar, benim emekli maaşım bin lira mesela, bildiğin bin lira, önü arkası yok, üç harfli, bin, ben onunla yaşamıyoum ama onunla yaşayan insan sayısı çok, hiç mi utanması yok bunu söylerken, ahlaksız, böylesine ne denir bilirsiniz, Allah gözünü doyursun, alışmışlar kolay paraya, gönder gelsin, gökten para yağıyor sanki onlara, ahlaksızlar.

cem özer 40 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra iyileşmiş, basın toplantısı yaptı, canlı yayınlandı, bunda bir şey yok tabi, her şey insanlar için, anlatacağım şey bundan sonrası, yanında iki kadın vardı konuşurken, biri karısı diğeri kızıymış, o konuştuğu süre boyunca, ki uzun konuştu, bir ona bir öbürüne baktım hangisi anne hangisi kız çıkaramadım, sonunda bir karara vardım ama o da yanlış çıktı, anneyi kız, kızı anne sanmışım, şu botoksları mı, saç boyalarını mı neyi yasaklayacaklarsa yasaklasınlar kardeşim, hiç anne ile kız karıştırılır mı, valla çok ayıp, bana yani, canan karatay bir meyve yiyen 5 km koşmalı, meyve yemeyin demiş yine, akşam yemeği niyetine 35 zeytin yiyor kendisi, on km koşmalı o da, eğer meyve ile kilo verilemiyor olsaydı ben veremezdim kiloyu, meyveyi azaltışım daha çok yeni, bütün yaz yedim, hemde günde kilolarca, verdiğim kilo sırf şekerden, evet az yensin ama yensin, meyvesiz hayat olmaz, bilmiyorum yeni bir haber mi yoksa ısıtılıp getirilmiş mi ama tayyip baba madem eşitiz erkekle bayan 100 metreyi koşsunlar, bu adalet olur mu demiş, ben de ona dedim ki, o zaman karın olmadan yaşa, işte bu eşitlik olur dedim, şimdi ben örneklemeyim, ayıp olur, ama yakın zamanda bekir coşkun yazdı böylesi bir durumda nelerle hasıl olunacağını, eşitlik dediğin budur işte, öyle eşeklere bu eşitlik yakışır, oğlumdan aldım haberi, pek çok tanıdığı var fetöcü olan, fetöcü olduğunu bildiği, bundan birkaç yıl öncesine kadar böylesine saklamıyorlardı kendilerini sonuçta, evlerde kalan fetö öğrencileri izlerini kaybettrmek için yurtlara taşınmışlar, o yüzden bu yıl yurtlar tıka basa doluymuşlar, ve hepsi kendilerinde tarz, imaj değişikliklerine gitmişler, havalı tiplere bürünmüşler, zengin imajı yaratıyorlarmış kendilerinde, saçlar boyanmş, giyim tarzları değişmiş, kız ve erkek, ve o denli paraları olmadığı halde hepsi amerikaya gidiyorlarmış tatile, oğlum hala organize olduklarını düşünüyor, aynı anda evler boşaltılıp yurtlara çıkılmş, aynı anda imajlar değiştirilmiş, kaldığımız yerden devam edeceğimiz günler çok uzak değil anlaşılan. 

***Şeker insan metabolizmasına uygun bir madde değil, o bir gıda değil, bir madde, insanlığın var oluşundan çok çok sonra uydurulmuş, gıda diye önümüze sürülmüş imsanlığı bir yokoluşa sürükleyen toksik bir madde, yani insan için zehir özelliği taşıyor, vücuda girdiği andan itibaren vücut onu temizlemeye, ondan kurtulmaya çalışıyor, bunun için kadınları her ay adet döneminde kusturuyor ve zehri atmaya çalışıyor, kızıma, ve o yaşlardayken kola içen bana yaptığı gibi, kadınlar erkeklerden daha şanslı bu konuda, hiç değlse ayda bir kez kusup atıp kurtulabiliyorlar o zehirden, erkekler için böyle değil bu durum, kusamıyorlar, kusamayınca içte birikip duruyor zehir, sivilcelerle atmaya çalışıyor, deri yoluyla, sivilce dediysem nal kadar ve yüzde, sırtta, göğüste, her yerde, yani oğlum, sinirleri etkilediği için elbette sinirli ve uykusuz yapıyor, bir an etkinken bir edilgin, pasif, içe kapanık yapıyor, yani diğer oğlum, kas bırakmıyor vücutta, kasa kan gitmiyor ki güçlensin, ayak burkulmaları sıklaşıyor, yani hepimiz, kusarak veya sivilce ile atamadığında, daha ileri aşamasında, yaş olarak ta, vücudun orasına burasına depoluyor zehiri vücut, ne yapsın, nerelere koysun, yapabildiği kadarıyla kurtulmaya, vücudunu kurtarmaya çalışıyor o zehirden, kollar, bacaklar, neresi rast gelirse oralara yağ olarak depoluyor zehri, trigliseridi,  kollar, bacaklar, tüm vücut şişiyor, balona üflenmiş gibi, yani ben, yoksa kanda dolaşmaya bıraksa zehiri bu o insan için ölüm demek, insanı ölümden, yok oluştan kurtarıyor, yağ olarak oraya buraya sıkıştırarak, biliyorsunuz ki bunlar benim uydurmalarım, hafsalamda yarattığım şeyler değil, birebir yaşadığım, başıma, başımıza gelen şeyler, hal böyleyken yemeyin, içmeyin o pislik şeyleri, ha ben de aynı şekilde yaşayıp deneyimlemek istiyorum diyorsanız yol açık, siz bilirsiniz, benim burada bunu yazma amacım belli, insanlık vazifemi yapmak, benim üstüme düşen yanı bu, gerisi size kalmış, o pislikleri ağzınıza götürüp götürmemek yani, şekerden niye bu kadar soğuduğumu, insanlar güzel olarak görürken niye benim gıda boyası dediğimi de anlatıyordur sanırım bu son yazdıklarım, bir buz dağı gibiyim şekere karşı, hiçbir şeker beni eritemez artık.

Şeker hakkında bunca yazdığım şeye rağmen hala nefret etmediyseniz şekerden bilin ki şeker depolarınız çok dolu ve algılarınzı etkiliyor bu durum, şeker bedeninizi, beyninizi ele geçirmiş ve siz onu zorlayamadıkça bırakmayacak peşinizi belli ki, bu durumda acil önlemler alın kendiniz için, hiç değilse limona başlayın, suyu çoğaltın, en azından kanınız biraz olsun sulanır, yoksa çok daha vahim sonçlar doğurur size bu durum, sadece şeker olarak değil kalp krizi, veya her türlü yansıması, yansımaları olabilir hayatınıza, illa şekeri bırakın demiyorum ama önlemlerinizi alın hiç değilse, yoksa tansiyon, şeker hepimizin kapısında hazır ve nazır bekliyor olacak, hele ki sigara da içiyorsanız, biliyorsunuz sigara damarları daraltıyor, büzüştürüyor, birde şeker sebebiyle kan akışkanlığının durduğunu ekleyin buna, bildiğiniz ölüme davetiye, görüş açısını engelliyor, daraltıyor vücutta şeker, yakın arkadaşımla konuşuruz bunları, ve şekeri, arada cola içer, ki eskiden çok içerdi, ve hep vücudun arada şeker istediği savına sığınır bunu savunrken, şeker her türlü hileye başvurur sizi kandırmak, elinde tutmak için, bunu aklınzdan çıkarmayın, binbir türlü bahane ürettirir size, kendi devamın sağlamak için, ayrı bir beyin üretiyor şeker vücutta, ve yönetimi ele geçiriyor, bu bağırsaklardaki kötü bakterilerin yarattığı bir beyin olmalı, bağırsaklarımız için de asıl beynimiz, ikinci beyin deniyor ya, bu içte ve dışta verilen bir savaş ve onu yenmeniz gerek, her koşul altında, yoksa onunla, yani şekerle yaşam yaşam değil işkence, iyi olmak, iyi hissetmek, gerginliklerden kurtulmak, bunların hepsi şekersiz bir hayatla mümkün, ben şu an bunu yaşıyorum, bir üst levelda artık hayatım, hiç gülmediğim kadar gülüyor, hiç mutlu olmadığım kadar mutluyum, sadece ben değil çocuklarım da öyle, bütün gün güle eğlene geçiyor vaktimiz, gerilim yok, facia yok, yaşam şekersiz güzel, bunların yanında kiloymuş, güzellikmiş hepsi hikaye, huzur, bundan daha güzeli, daha önemlisi yok, ben hayatı şimdi yaşamaya başladım anca, mutluluk içsel, dışsal değil, ne katarsanız katın, ekleyin kendinize, mal, mülk, para, şeker varsa damarlarınızda nafile, boşa beklemeyin mutluluğu, bulamazsınız, mutluluk şekersizlikte saklı, ama öyle bir günde değil, bir ayda da değil, belki bir yılda, belki altı ayda, ama sonuç sabretmeye, denemeye ve şekeri yememeye değer.

Ve bütün bağımlılıkların anası şeker, ne kadar şekerli iseniz diğer bağımlılıklarınız da o kadar baskın, çünkü vücudu uyuşturuyor, dunkof, anlamaz yapıyor, gelsin ardısıra bilgisayar oyunları, tv, telefon, sigara, kahve, bütün bağımlılıklar, böyle bir iddiada bulunamam ancak şekerden kurtulmak bütün bunlardan kurtulmanın giriş biletiymiş gibi geliyor bana, aslında buna bayağı bir inanıyorum, vücuttaki bağımlıklık merkezini şeker yönetiyor, bu kesin bilgi, gözlemlerimden, hepiniz kurtulmak istemiyor musunuz bunlardan, hepimiz istiyoruz, işte bunun birinci basamağı şekerden kurtulmaktan geçiyor, şekerden kurtulmadığınız müddetçe o bağımlılıklardan da kurtulamazsınız, bu bir çorap söküğü gibi bir şey ve başı şeker bağımlılığı çekiyor, elbette bakacağız telefona, tv ye ancak yönetimi bizim elimizde olmalı o bakmanın, o aletlerin değil, saatlerce boş boş mal gibi bakmak değil bakmak, anlamadan, dinlemeden, selametlik kocam öyleydi, sadeçe tv ye bakardı evdeyken, bütün edimi buydu, biz tam klasik türk tipi bir evlilik yaşadık, ben hep dikey durdum, dikey ve hareket halinde, o ise yatay, yatay ve hareketsiz, hayatımız böyle geçti, birazda bu yüzden geçmiyor galiba ona olan kızgınlığım, beni aptal yerine koyduğu için, üstelik yıllarca, şimdi anlamıştır hanya ile konyayı üç yılda, isterse anlamasın, hiç bana dert değil, anca attım başımdan, bukalemun parazit, film izlerdi lafta ama sorsanız filmde ne olduğunu cevap veremezdi çünkü anlamıyor sadece bakıyordu, kafa uyuyor, dinlenmede, her gün üç şekerli elli bardak çay yolluyordu mideye, hadi abarttım diyelim, yirmi  çay olsun günde, çarp üçle, 60 küp şeker, her gün, yediği kilolarca  tatlılar da cabası, nasıl anlasın, beyin durmuş, pili bitmiş, şarj bile olmuyor, hiçbir şeyden çekmedim şekerden çektiğim kadar, hayatımı, hayatlarımızı mahvetti, altüst etti, adı batasıca şeker. o şekerden bunların intikamı alınacak, yanına bırakılmayacak, bence siz de bırakmayın, hayatımda her ne olumsuzluk varsa bilin ki şekerden dolayı gelişmiş, kendim, çocuklarım, evliliğim, (neyse oiyi oldu, fazla naz aşık usandırır, usanmıştım, şekerli veya şekersiz, her haliyle, yedi bitirdi beni namussuz evliyiz ayağına, arasın bulsun şimdi) hepsinin altında şeker var, adı batasıca şeker, bunu başarmak, sigaradan ve diğer illetlerden arınmak, korunmak, kurtulmak istiyorsanız bunun ilk adımı belli, şekerden kurtulmak, mesele olan ağızdaki tat değil, ağız tadı, bu da şekersiz mümkün. 

Kadınların ikinci ve büyük bir şansı daha var bu konuda, ve bu gerçekten bir şans, kalp krizinin, inmenin bir emboli, yani pıhtı atmasına bağlı olduğunu hepimiz biliyoruz artık, bir pıhtının damarı tıkamasına, ve kadınlarda kalp krizi olasılığının erkeklere göre daha düşük olduğunu, menapozla beraber bu durumun eşitlendiğini de, şöyle bir şey var, kadın vücudu her ay temizleniyor, var olan pıhtı varsa vücuttan atılıyor ve kalp krizine, inmeye sebep olabilecek olan pıhtılardan kurtulunuyor, ve böylece kalp krizi, inme olasılıkları sıfırlanıyor, bu yüzdendir ki erkeklerde çok genç yaşlarda kalp krizi ölümleri görülürken kadınlarda görülmüyor, bana yana yakıla bu aralar limonu arattıran ve can havliyle sarıldırtıran şey ne, iki yıldır adet görmemem sebebiyle kanımın ağırlaşmış, pıhtılaşmış olması, kanı pıhtılaştıran, kalınlaştıran, ağdalaştıran madde neydi, şeker, şekerden uzaklaşan bir vücudun adette attığı pıhtı oranı da azalıyor çünkü vücut zaten pıhtı yapmıyor, koyu, katı bir kandan sıvı, akışkan bir kana dönüşüyor atılan kan, yani şeker yenmediğinde o adetlerdeki pıhtı temizleme işlemine bile gereksinim kalmıyor, yani erkekleri erken yaşlarda öldüren şey şeker, bundan on, on beş yıl önce nedenini bilmediğim ufak ufak morluklar olurdu üst bacağımın iç kısmında, bunlar trombosit artışından olurmuş, yani kalın kandan, sebebini şimdilerde öğrendim, o zaman da varmış bende bu kan kalınlığı, o zaman da bolca şeker yediğime göre bu çok normal.

Kilo al, yağlan, çirkinleş, kas kaybet, yağlar sarksın, kolajen, estetik doktoru peşinde koş, veya çirkin olduğunu kabullenerek yaşamaya devam et, hep hasta ve yorgun, bezgin ol, ve ve hiç ummadığın, beklemediğin bir anda, vakti saati gelmeden, dolmadan hayatla vedalaş, genç denecek yaşta, ihtiyarlamadan, ağzında dişlerin, gören gözle, görünümün ihtiyar bile olmadan kara toprağa karış, sen dünyaya dünya sana doyamadan, niye gelip niye gittiğini bile anlayamadan, göz açıp kapayana dekmişçesine, bir şeker yemek bütün bunlara değmez, çıkarın gitsin hayatınızdan şekeri, bu bu kadar zor değil ve hakkında bu kadar laf etiğime bile değmez.

Bunları okuyor, biliyor ve sadece kendinize saklıyorsanız bilin ki çok ayıp ediyorsunuz, hem bana hem bütün insanlığa, burada bilimsel, bilime dayalı görüşlerimi paylaşırken beni kaale almıyor olmanız sizin ayıbınız olur, bu insan bilimi ve üstüne bir bilim dalı yok, bütün bilim dalları insanlık için olduğuna göre.

***Şöyle bir yazıya rastladım şeker hakkında, siz de okuyun, 

Fazla şeker tüketen insanlarda tip 2 diyabet, kalp hastalıkları ve kanser riski artıyor. Ama bunun sorumlusu tek başına şeker olmayabilir.
Bir zamanlar insanların şeker tüketimi sadece meyvelerin olgunlaştığı mevsimlerle sınırlıydı. 80 bin yıl önce avcı-toplayıcılar meyveyi arada bir ve kuşlarla rekabet halinde yiyebiliyordu.
Bugün ise yılın her günü şeker tüketiyoruz. Şeker en büyük kamu sağlığı sorunu haline geldi. Kimi hükümetler şekerli yiyecek ve içeceklere ekstra vergi getirdi, okul ve hastanelerdeki otomatlardan kaldırdı. Sağlık uzmanları ise şekerin tümüyle diyetimizden çıkarılması gerektiğini söylüyor.
Ancak bugüne dek bilim insanları, yüksek kaloriye dayalı beslenmeden bağımsız olarak şekerin sağlık üzerindeki etkilerini kanıtlamada zorluk çekti. Ayrıca sadece bir besin grubunu kötüleyip kafa karıştıranların o besin maddelerinin tümüyle diyetten çıkarılmasına yol açarak tehlikeli olabileceğini söyleyenlerin sayısı da artıyor.
Şeker veya ‘şeker katkısı’ dediğimiz şey, mutfakta kullanılan şekeri, tatlandırıcıları, bal ve meyve suyunu içerir ve yiyecek ve içeceklerin tadını güzelleştirmek için katılır. 

Ancak şeker, basit ve karmaşık karbonhidratlar için kullanılan geniş kapsamlı bir terimdir. Karbonhidratlar sindirim yoluyla glikoza dönüşür ve vücudun her hücresinde ve beyinde enerji kaynağı olarak işlev görür.
Karmaşık karbonhidratlar tam tahıllarda ve sebzelerde bulunur. Basit karbonhidratlar ise daha çabuk sindirilerek hemen kana karışır. Yediğimiz yiyeceklerdeki fruktoz, laktoz, sakaroz ve glikoz gibi doğal şekerler ile yüksek oranda fruktoz içeren insan yapımı mısır şurubu bu türdendir.
16. yüzyıldan önce sadece zenginler şeker alabiliyordu. Sömürgeler ticaretiyle biraz daha yaygınlaştı.
1960’larda ise glikozun fabrikalarda fruktoza dönüştürülmesi ile glikoz ve fruktoz içeren mısır şurubu ortaya çıktı.
Mısır şekeri diğer tüm şeker türleri içinde kamu sağlığı açısından en tehlikelisidir ve ‘şeker’ deyince insanların aklına gelen bu türdür.

Devamı da var ancak yine kafa karıştırmaya yönelik gibi, yabancı kaynaklı, bbc nin bir yazısıymış. Bunu şunun için paylaştım aslında, 1600’lere kadar şeker diye bir şey olmadığını vurgulamak ve mısır şurubunun başlangıç tarihinin tamda bizi içine alan bir dönemde, 1960’larda, ortaya çıkışının bizi direkt mısır şurubu kobayları oldurduğunu göz önüne sermek için, yani dünya bizlerle anlayacak şekerin, mısır şurubunun işe yarar veya yaramaz olduğunu, şekerin ilk kurbanları biz olacağız, eğer kurban isek, ki benim bakış açıma ve yaşadıklarıma göre öyle, dünya bize göre şekillendirecek kendini, şekerle yol alıp almama konusunda, dünyaya bir el verip yardım etmemiz lazım, ve de tabi ki gelecekteki insanlığa, tarih şu an geçmiş savaşları yazıyor, belki bir gün şeker yanlışını ve o yanlıştan dönülüşünü de yazacak, geçmişi bilebiliyoruz ama gelecek bilinmiyor, bütün bu kafa karıştırmalara, flulaştırmalara rağmen kafalarımızı netlemeli ve ışığa doğru gidişimizi hızlandırmalıyız, yoksa ölüm ayrıcalık tanımıyor, alıp götürüyor insanları bir bir, sıradakinin kim olduğunu bile bilemeden.

Tarihte yapılan savaşlardaki kayıpların insan sayısını biliyoruz aşağı yukarı, peki ya şeker savaşında verdiğimiz kayıpların sayısı belli mi, hiç belli değil, belkide insanlık verdiği en büyük savaşın içinden geçiyor ve bunun bile farkında değilizdir, bunları da tarih yazacak bir gün elbet, ama biz okuyamayacağız, şeker yemeye devam edersek kesin.

***Haberde bahsetti, çocuklar hep kısa mesafelere baktıkları için uzağı görememe gelişiyormuş, telefon, tablet, bilgisayar, kitap, tv, ve evin duvarları ile sınırlı bir bakış açısı uzağı görememe sorununu pekiştirdiği için çocukların dışarda geçirecekleri süre daha uzun tutulmalıymış, bu anlamda evlerde perdelerin açık tutulması da yararlı olabilir, … ilk gidişim kriz başlangıcıydı, tencere almak için gitmiştim, avm de bir mutfakçı, tencereyi aldım, bir iki ufak tefeği de daha sonra alırım diyerek almadım, tekrar gittiğimde o ufak tefekler kalmamıştı, gelir mi diye sordum, gelir dediler, her biri 100 lira civarında alacaklarımın, üç parça, ithal ürünler, gelmiştir diyerek bugün yine gittim, gelmemiş, artık getirmiyorlarmış, ancak sipariş verilirse getirtiyorlarmış, toptancıda mal var ama dükkanda bekletmek istemiyorlar, ki ilk gittiğimde çakılıydı mal, her birinden onar tane falan vardı, şimdi bir tane örneklik, numunelik bırakmaya çekiniyorlar, krizin başlangıcı ve şu anki sonu bu halde, verdim siparişi, telefon numaramı, getirtecekler, … rezaletin son perdesi bu soğan baskınları olmalı, ne ayıp bir şey, iyi yönetilmeyen bir ülkede yaşadığımızın en son ve en görünen kanıtı bu olmalı, asıl kriz şubattan sonraymış, öyle diyorlar, şubata kadar yetecek zeytinyağı, soğan varmış, şubattan sonrası tehlike, bu demek oluyor ki martta iyi bir şamar yiyecekler inşallah, soğanınki öyle bir hal ki anlayabilene aşkolsun, dıştan bakınca sağlam, eline alıp sıktığında içi boş, durduğu yerde içi boşalıyor soğanların, aynı bizim yönetim gibi, erdoğan gibi, lafı, gösterişi bol ama içi boş, kof.

***Karamelize ve yanık gıda kanserojen gıdadır, karamelize edilmiş, yanmış, şekerlenmiş gıdayı bedeninize alırsanız kansere davetiye çıkartırsınız, kazandibi gibi, çok kızarmış ekmeğe yine karamelize ve şekerlenmiş fındık ezmelerinden sürerseniz kahvaltıda ve çocuğunuza yedirirseniz bakın bakalım neler oluyor. Glikasyon, yani şekerlenme oluştuğunda yapışır kalır şekerin gıdadaki protein moleküllerini yapışkan haline getirmesi ve o yapışkan protein moleküllerinin yabancı proteinlere dönüşerek iltahabı, yani kanseri çağırması anlamına gelir, gıdanızda fazla şeker olduğu zaman cildinize fazla şeker gidiyor, o giden fazla şeker cildinizdeki kolajeni ve rasten proteinini protein olmaktan çıkarıyor, elastik olan protein kazık gibi bir proteine dönüştürüyor, dolayısıyla cilt kendi üstünde katlanmaya buruşmaya başlıyor, onun için ne kadar çok şeker o kadar çok kırışıklık, sigara ne kadar çok cildinizi kırıştırırsa şeker de o kadar çok cildinizi kırıştırır, şeker bir kimyasal madde, bizim icat ettiğimiz endüstriel bir ürün, bal, pekmez, meyve dışında yapay bir ürün, plastik için ne diyorsanız şeker için de öyle demeniz lazım, şeker önemli bir mesele, dikktli olmamız lazım, günde 5 kesme şekerden fazla yenmemelidir, kilo aldıkça beyin küçülüyor, bel ölçüsü önemli, şekerden zengin besleniyorsak direkt bele yağ gider, eti abartmayın, et abartıldığı zaman prostat kanseri, kalın bağırsak kanseri yaptığı, belleği bozduğu, cildi kokottuğu, çocukları, büyükleri depresyona soktuğu biliniyor, hayvansal ürünler koku yapar, mis gibi kokmak istiyorsanız daha çok sebze ve bakliyat tüketin,  osman müftüoğlu, ben ne demiştim şeker için, işte bunları.

yavuz dizdar ne demişti fondık kremaları için, hatırlayın, ben onları çokta zararlı bulmuyorum, çocuk istiyorsa yesin demişti, bunu da söyleyen bir kanser doktoru, hadi çıkın bakalım işin içinden, birinden biri yalan söylüyor bu durumda ve yalan söyleyen tabi ki yavuz dizdar, ülkerden iyi para almış, evine gidip ayakkabı kutularına bakmalı, pis hırsız.

Farkındasınız değil mi, osman müftüoğlunun şeker hakkındaki söylemleri her geçen gün biraz daha sertleşiyor, bir nedeni, nedenleri, dayanağı vardır mutlaka. osman müftüoğlunun da suç dosyası kabarık, kahveden dolayı, ne demişti, günde 4 bardak türk kahvesi için, ben de unutmam tarih te unutmayacak bu sözleri, 4 bardak kahve ile kaç kişinin kanına girdiğini Allah biliyor.  

Kilo aldıkça beyin küçülür derken bir mübalağa falan yapmadı, gerçek olarak, yani fiziken küçülüyprmuş beyin,  oranda akıl da etkileniyor demek ki, hep diyordum ya kafalarımz çalışmıyor diye, fiziki bir açıklaması bile varmış meğerse.

***Ufak tefek cinayetlerde serhanın ofis penceresinden berbat görünüyor istanbul, adeta bir hayalet şehir gibi, ankara da kirli ama istanbul daha da berbat, hal böyleyken bildiğim, tanıdığım herkes hasta, herkes grip, buna ben de dahil, kızımla aynı anda hasta olduk, o da üşütmüş ben de, oğlum benden kaptı, kazara yüzüne doğru öksürdüm, öyle ani ve şiddetli geliyor ki öksürük önlem bile alamıyorsunuz, bir fırça alıp boğızımı ciğerlerime kadar kaşıyasım geliyor geceleyin, öyle berbat kaşınıyor o bölge, bu boğaz kaşıntılı grip bende son yıllarda çıktı, daha önce böyle bir şey olmazdı, bütün arkadaşlarım haftalardır hasta, daha soğuk bile başlamadı üstelik, azıcık soğuk alsan bil ki hastasın, bahane arıyor grip başlamak için, bağışıklıklarımız düştü desem sanırım bununla bir ilgisi yok, hava kirliliğiyle ilintili bu, ciğerlerimiz her geçen gün daha da dayanıksız hale geliyor ve hasta oluyoruz sık sık, demin, akşam üzeri havalansın biraz diye camı açtım oğlumun odasının, camı yarım saat kadar açık unutmuşum, eve olduğu gibi kirli hava dolmuş, o denli belirgin havanın kirliliği, ki ben şehir dışı sayılabilecek bir yerde oturuyorum. şehirde oturanların işi daha da zor, toplu ölümler yaşanacak bu gidişle hava kirliliğinden.

**100 yıl yaşamak istiyorsak nelerle öldüğümüze bir bakmamız lazım, en çok öldüğümüz şey damar tıkanıklığı, o yüzden damar tıkanıklığını ortadan kaldırmamız lazım ki sağlıklı olalım, damarlarımızı tıkayan şey ne, birincisi aşırı şekilde şeker tüketmek damarlarda hasara yol açar, tansiyon  ve kolesterol de damar hasarı yapar, damarda plaklar oluşur ve pıhtı atar, kalbe, beyne veya diğer organlara. tuzdaki sodyum vücutta su tutuyor, kanda su miktarının artması kanın basıncını, yani tansiyonu arttırıyor, tuz azaltılmalı, ne kadar çok sebze yerseniz uzun yaşama şansınız daha yüksek olur,  doktor murat aksoy

Ayrıca şunları söyledi, günde 2, 3 fincan kahve ömrü uzatıyor, beyin üzerine olumlu etkisi var, kalp ve damar üzerine olumlu etkisi var, ve yaşamın iyi olamasını sağlıyor???

Rüzgarlar değiştikçe doktorlar da değişiyor bir bir, bu murat aksoy yıllarca varis ameliyatlarını anlattı, övdü durdu bize, varis ameliyatları fikri para getirmeyince, talep olmayınca ve asıl para kazananların doğruyu söyleyenler olduğunu görünce şimdi kalp ve damar hastalıkları doktoru olduğunu hatırlamış olmalı, işe yarar bilgiler veriyor, ne güzel değil mi, iyiye doğru bir evrilme var, ama zorunluluktan, paranın hatırına bir evrilme bu, baktılar kötü olan değil hep iyi olan kazanıyor iyilik maskesine büründüler ama aslında iyi değiller, bu kahve reklamının da ne amaçlı olduğu şüpheli bu arada, en iyi içecek kahveymiş, onu külahıma anlat sen, en iyi içecek kahveyse ben içtiğimde niye uyuyamıyorum, bir yıl aradan sonra bir tane içeyim dedim geçen gün, yine uyuyamadım, psikolojik mi, başlarım psikolojiğinize, ne alakası var, bildiğin uyuyamıyorum işte, niye uyuyup uyuyamadığımı benden daha mı iyi bileceksiniz, biri demişti ya öyle, kahve tiryakisi biri, o aklıma geldi, en iyi ilaç kahveyse daha bir hafta önce yine kalp doktoru olan bingür sönmez niye günde iki kahveden fazla içmeyin, zararlıdır dedi, o kalp doktoru bu da, aradaki farkın nedenini biri anlatsın bana, okudukları üniversiteler farklı olduğu için değildir herhalde.

Eskiden iyi ile kötüyü birbirinden ayırmak kolaydı, yüzlerine vururdu insanların kalpleri, yüzüne bakınca anlardınız kim iyi kim kötü, şimdi öyle bir olasılık kalmadı, bakımlar sayesinde, model, sunucu asena atalay, futbolcu caner erkin, oyuncu şükran ovalı aşk üçgeninde yeni gelin şükran ovalı eski eş asena atalayı ezdi geçti, asena atalayın çocuğu ile pozlar verdi, eline geçen her fırsatta asena atalayı üzdü, bundan bir, iki yıl önce her gün magazinde onlar vardı, ikisi de güzel kadın, geçen gün ufak tefek cinayetlere bomba gibi düştü, şükran ovalı 3 ay önce doğum yapmış, kilo almış, yüz olmuş eskisinin iki katı, çok kötü görünüyor, eskisine göre yani, çarşamba günü, yani dün magazin programı o haberle inledi, hal böyle olunca ben de baktım fotolarına, sonra eski fotolarını gördüm, estetik ameliyatı olmadan önceki fotolarını, kural değişmemişti, kalpte ne varsa yüzde de o vardı ama artık saklanabiliyordu cadılar, ufak tefek cinayelerde aldığı rol de bir kötü karakter zaten, aynı kendi gibi, yüzü de aslına dönmüş bu arada.

***3 ay önce 108 lira olan kırmızı ışık cezası şu an 291 lira, ister öde ister ödeme, buna bakarak enflasyon hesaplarsak bayağı bir artmış durumda, yüzde 200, vay vay vay vay, önünüzdeki belediye seçimlerden bile korkmuyorlar, gözlerini ne perdesi bürümüş belli değil, kriz yok diyorlar birde utanmadan, burunlarından kıl aldırmıyorlar sözümona ama bildiğin bataktalar, kırmızı ışık diyince aklıma geldi, geçen gün konya yolunda erken saatte bir baktım 82 kamerasının tam altındayım ve hızım 100, 15 gün oldu, hala gelmedi cezası, içim gitti yine ceza yedim diye. ceza yedimden çok onlara yine para kaptırdım diye, oğlum bir süredir kapalı o kameralar dedi, alt geçit yapımından dolayı, inşalah öyledir, yoksa gitti yine en az 235 lira, eski cezayla. sabahları afyon patlamıyor, hep bu yüzden, kazaların da çoğu sabah oluyor, bu ara arkadaşımn oğlu yaptı, benim oğlum yaptı, hep sabah, beyinler tam randımanlı değil ki çalışsın, zaten de küçülmüşmüş baksanza, şekerli beyinler, vıcık vıcık, yapış yapış beyinler, özellikle çocukları şekere bulayıp dünyaya salmak kadar büyük bir günah yok, korumasız ve savunmasız o çocukları, kızların adetleri olması gerekenden çok erken başlıyor, birde bu ara erken menapoz çok yaygınlaştı, 20, 30 yaşında menapoza giriyorlar kadınlar, tv de rastlıyorum, bahsi geçiyor, yine şekerden, bütün dengeyi bozuyor şeker.

***Tiroid bezi bütün vücudu yönetiyor, az ya da çok çalışması bütün vücudu etkiler, kilo alma ve verme gibi, az çalışınca halsizlik, yorgunluk, kilo alma, depresyon, mutsuzluk, üşüme, kabızlık olablir, çok çalışınca, çarpıntı, titreme, sıcağa tahammülsüzlük görülür, haşimato tiroid iltihabıdır, hücre hücreyi parçalar, hücre sayısı azalınca hormon miktarı azalır, dışardan tiroid hormonu verilir, tek başına ilaç yeterli olmuyor, yanısıra doğru beslenme de önemli, stresli olmak olumsuz etkiler, kaygı, stresolduğu zaman kortizol ve adrenalin yükselir, kortizol yaşamsal hotmondur, savaşma hormonudur, sürekli yüksek olduğu zaman beyin bunu tehdit olarak algılar ve metabolizmayı yavaşlatır, protein bile yeseniz yağa çevirir, az yiyip kilo veremeyenler bu nedenle, stres nedeniyledir, bu nedenle enerjiyi sınırlı kullanır, kanı sadece kalbe, beyne gönderir, kaslara az gönderir, yorgun, bitkin kalkıyorsunuz, stres, vitamin mineral eksiklikleri ve kötü beslenme de bunu yapıyor, stres kontrolünün yapılması lazım, sedef, behçet, haşimato, bunlar otoümmin, yani bağışıklık hastalıkları ve hepsinde şeker ve karbonhidrat sıfırlanacak, meyve az yenecek, protein sebze ağırlıklı beslenilevek, baklagil yenecek, gözde pörtleme, görme bozuklukları, çift görme görülür, ellerde titreme, çarpıntı görülür, doktor yeşim erbil.

Bu şeker meselesi dönüp dolaşıp bir şekilde bu haşimatoya dönüşüyor, haşimato hakkında bilgiler var ama biraz kafa karıştırıcı bir biçimde, tam olarak toparlanmış değil ama ben toparlayacağım şimdi sizin için, yeşim erbilin söylediklerine bakarak elimizde ne gibi veriler var, şeker, kötü beslenme, stres, genel olarak bu üçü, şeker hakkındaki bilgimiz ne, sinirleri tahrip ettiği, bu durumda stresin de yine şeker kaynaklı olarak geliştiğini anlamak çok zor olmasa gerek, bu sinirsel gerginliklerin bizim evde de olduğunu çok kez yazdım, kızımın, oğlumun, beslanmeden şeker kesilince bu sinirsel bozukluklar da biti, yani burada, haşimatoda ve genel tiroid bozukluklarında sebep olarak görülebilen stres aslında bir sonuç, şekerin, fazla şekerin sonucu, hayatımız aynı hayat, değişen bir şey yok, o zaman da aynı biçimde yaşıyorduk birbirimizle şimdi de, değişen tek şey şekerin olmayışı artık hayatımızda ve hepimiz için hayat değişti, hadi kızım ilaç kullandı diyelim, ki şekere devam etmiş olsaydı, hatta hala devam ediyor olsa anında ters yüz olur her şey, bütün denemelerimiz onu gösterdi şimdiye dek, yani şekerle olan deneyimlerimiz ve sonunda tamamen pes ettilk, pes etmek zorunda kaldık yani, yoksa kaçamaklar yapardık, biz de insanız, biz de alışkınız, bağımlıyız hatta şekere, ama yapamıyoruz, o kadar belirgin şekerin etkisi, sıkıyorsa yap halinde yani, anında sinirleri bozuluyor kızımın, geriliyor, hırçınlaşıyor, adet zorlukları, kusmalar başlıyor, sil baştan başlıyoruz, bu nedenle hepten, tümden, yüzde yüz sildik hayatımızdan şekeri, başka yolumuz yoktu zaten, hiç te olmayacak, bunu böyle kabullendik artık, yaşamın, bundan sonraki yaşamımızın şekersiz süreceğini, kaldığım yerden toparlayım, oğlum ilaç kullanmadı, sadece şekeri bıraktı ve şimdi sinirleri sapasağlam, sinir diye bir şey yok ortada zaten artık, yok oldu, buhar oldu uçtu sanki, yani neymiş, her şeyin sorumlusu şeker, yeşim erbilin bahsettiği stresin de, şeker bu kadar önemli, bu kadar hayati bir mesele, günlük hayatı parçalayan, demoralize eden en büyük etmen, oğlumdaki o sinir geçtiyse eğer, ki sinirden bayıldığını hatırlıyorsunuzdur, diğerlerini anlatmayım artık, ama sadece odasına bir göz atmak bile yeter oğlumun, her gittiğimiz evde tavan betonunda izler olur, yukarıdan gelen sesler yüzünden, tavana vurmaktan betonları parçalar, kaloriferi eğrilmiş, kırık, yine bir sinir anında, benimle olan, volümü o denli yüksek yani bu sinir ataklarının, siz elif deseniz elifi merteğe çevirir ve patlar, yani patlardı, ben şekeri bırakınca kilolarımdan kurtulmaya başladım, bende de yapmıştır elbette sinir, hiç yapmaz olur mu, benim de vücudum etten kemikten, ama ben çocuklarım kadar yemezdim şekeri, sadece dondurma ve çikolata, o da arasıra, stok olmazdı evde, sadece markete gidişte alır yerdim, o kadar, tek seferlik, neyse ki birimiz sağlam kalmış biraz olsun, yani ben, şekerin size neler yapmış, yapıyor, ve yapmaya devam ediyor olduğunu varın siz düşünün, onu da siz biliyorsunuzdur artık, onu ben bilemem. 

Şimdi buradan, bu tezimden yola çıkarak biraz yol alalım, şeker stresi, stres devamlı kortizol ve adrenalin salınımını, bu salınım ise beynin bunu sürekli bir tehdit olarak algılaması ile proetini dahi yağ olarak depolamayı, yani vücuda giren her şeyi yağ ve şekere dönüştürdüğü, metabolizmayı yavaşlatıp kanı sadece kalp ve beyne göndererek diğer organları ve kasları kansız bıraktığı sonucuna gidilir, ve bu sayede olayın bir sarmal, içinden çıkılamaz bir labirente dönüştüğü aşikar, neymiş, şeker, şeker, şeker.

*yeşim erbilin söylediği de benim söylediğim de bir sav, hiçbirinin kesinlik değeri yok, kanıtı yok, ancak ben bu kan deveranı yoksunluğunun kortizol artışı ile değil de kan katılaşması ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum, öyle olmasa bende limon içince işler bir anda yoluna girmezdi, ki çok yolunda, limınlu su içince kan dolaşımım rahatladı ve ben de rahatladım, demek ki kortizol değil kan sıvılaşması ile ilgili bu durum, yani ağdalı şekerle, yine aynı kapıya çıkıyor sonuç, şeker, şeker, şeker.

Sadece şekeri bırakarak kilo da verdiysem, büyük oranda daraldıysam her şey şekerle ilgili, aklınıza her ne gelirse, hayatlarımızı batıran, bitiren şey şeker.

Bunu, bunları da yazdıktan sonra hala devam ediyorsanız şekere e ben ne diyeyim size artık, Allah akıl fikir versin, cümlemize. Beyninizin özgül ağırlığı ile ilgili bu durum, daha yeni yazdım şeker, kilo, beyin ilişkisini, hemencecik unutmuş olamazsınız, şeker yemediğinizde geçecek, meraklanmayın, şeker yememeyi başarabilirseniz tabi, o kadarcık olsun beyniniz kaldıysa, hani bu tip bir söz hakaret olarak algılanır ama benim buradaki kastım hakaret değil bir gerçeği önünüze koyma meselesi, yanlış anlaşılmasın, arada inceden dokundurduğum oluyor tabi de, bu kadar değil, dilerim Allah hepimize o aklı, fikri, basireti verir de toptan kurtuluruz bu pislik şekerden.

Son zamanlarda her şeker yazışımda içimden herhalde bu sondur, bir daha yazmam şekeri diyorum ve bunu diliyorum ama laf dönüp dolaşıyor ve ben yine şekeri yazarken buluyorum kendimi, ama artık inanın yazmak istemiyorum, içim dışım şeker oldu şeker yemediğim halde, artık anlayın da bitsin bendeki bu azap,

Bunların hepsi şimdi bizim için di’li geçmiş zaman, hayat, gelecek çok daha umut ve mutluluk dolu, çocuklarım ve benim için, biz atlattık, savdık sıramızı, darısı sizlere inşallah, biz bilmeden, bocalayarak, deneyerek atlattık, sizler bilerek atlatacaksınız, fark orada, ben şeker demeye başladığımda bu denli şeker lafı dolanmıyordu ortalıkta, hatta hiç dolanmıyordu, ilk ben ettim şeker lafını, eğer dolanıyor olsaydı zaten bu denli bocalamaz, daha erken çözüme varırdık, hatırlarsınız, gazi hastanesinde doktora şekeri kestik dediğimde şekerle ilgisi yok demişti bana, ama bu beni yıldırmadı tabi. görünen köy kılavuz istemez, kızımın her hali şekeri işaret ediyordu ve bildiğimiz yolda ilerlemeye devam ettik ve karlı çıktık, siz bilerek atın, atacaksınızo adımlarınızı.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *