Press "Enter" to skip to content

Yaşam; Umut Taciri Haz.’11

Tiyatrolar, sinemalar, kasetler, cd?ler, ve hatta kitaplar cebimizden paramızı çaktırmadan (ç)alanlar. Oyuncak sektörü de bu alanın içinde yer alabilir aslında. Bunlara harcarken hiç düşünmeden harcıyoruz paramızı. İki kalas bir heves tiyatrolar, özellikle iki palyaço ile işin içinden sıyrılmayı beceren çocuk tiyatroları insana bir şey ekleyip katmadığı gibi zamanından çalıyor insanların. Tiyatrolar artık sinemaların yanında sığ ve sıradan kaldı. Sinemanın olanakları tiyatrolara göre çok daha geniş ve görkemli. Ben şahsen bir şey seyretmek istersem tercihimi sinemadan yana kullanıyorum. Beni çok daha farklı ufuklara, farklı dünyalara, yukarıya taşıyabiliyor.
Tabi burada sinemadan kastettiğim Hollywood sineması. İki arabayı birbirine tokuşturdu, filmini Amerika?da çekti, bir iki Amerikalı oyuncu oynattı diye dünya çapında iş yapmış havalarına giren Türk sineması değil. Argo konuşmanın dışında bir özelliği olmayan, sadece insanların cebinden paralarını çalma amacıyla çevrilen aynı seriden Türk filmleri de değil. Yabancı filmleri kopyala yapıştır yöntemiyle çakma yerli filmler yapan komedyenin Türk sineması hiç değil. Nesine gülerler bu adamın hiç bilmem, bilemedim. Nesi komik Allah aşkına? Yaptığı espri bile kendi gibi soğuk ve donuk. Soğuk nevale. Reklamlardan aldığı paralar ise dudak uçuklatıcı. Ne özelliği var anlamış değilim.
Bu saydığım filmlerin hepsi gişe hâsılatına yönelik. Tek düşünceleri para. Amacın sadece para olunca başarında bu kadar oluyor demek ki! Çok iyi yönetmenlerimizde var elbet. Nuri Bilge Ceylan ödül üstüne ödül alıyor. Saygı duyuyorum. Herkes bildiği işi yapsa inanın dünya çok daha güzel olur. Şarkıcıysan şarkıcılığını, komedyensen komedyenliğini bil! Göz doymuyor ne yazık ki! O göz öyle bir göz ki, ne versen doymaz.
İzlediklerim, izlenmeye doyulamayan sahneler yaratan Nicolas Cage, Keanu Reeves vb. aktörlerin sinemaları. İnsanı bir adım ileriye taşıyan, seyrettikten sonra hazzı uzun süre taşınan sinemalar. Ama artık izleyemez olduk. Çünkü Türk sinema endüstrisi Amerikan filmlerine ambargo uyguluyor. Nasıl televizyonlarda yerli dizilere geçiş yapıldıysa sinemalarda da Amerikan filmleri oynatılmıyor eskisi kadar. ?Yerli sinema yurdun sineması, onu herkes seyretmeli? dayatması uygulanıyor. Seyretmiyorum, seyrettiremeyecekler. Digitürk sağ olsun. Artık her yer sinema. Sinemaya gitmeden de sinema izlenebiliyor nasılsa. Kaydediyor ve dilediğim zaman izliyorum. Bundan iyisi can sağlığı.
Çocuklarım büyürken onları çizgi film filmlerin yerine, ara ara çekilen bütün Nicolas Cage filmlerine götürdüm. Çocuk filmlerine de gittik ama dediğim gibi çizgi film olmayan ve muhayyilelerini ve ufuklarını geliştiren çocuk filmlerini şeçtim hep. O zaman sinemada izlediğimiz filmler şimdi televizyonda yayınlanıyor ve hala izlenebilir nitelikte filmler. Talihsiz serüvenler dizisi, çarli?nin çikolata fabrikası, sihirli dadı, asteriks ve oburiks ve adı aklıma gelmeyen bir dolu şahane film.
Nicolas Cage hayranı olarak büyüdüler çocuklarım. İdolleri O?dur hep. Çocuk filmi değildi elbette Nicolas Cage filmleri ama hayal dünyalarını o kadar çok zenginleştirdi ve büyüttü ki her bir sonraki filmine daha istekli olarak götürdüm onları. Klasiklerimiz arasına girdi diyebilirim. Şimdi arkadaşlarını yönlendiriyorlar sinemaya giderken. Arkadaşlarının dünyaları da zenginleşti çocuklarımın sayesinde. Dolayısıyla benim sayemde.
Bir kadının sırf bu yüzden bile olsa eğitim almış olması, mürekkep yalaması çok, çok önemli. Eğer benim ufkum dar olsaydı dar ufuklu, bu kısır filmleri izleyen dar görüşlü çocuklar yetiştirecektim. Nitekim o filmlerle büyüyen ve okul ve hayat başarıları pekte iyi olmayan çocukları büyüttü tanıdığım kadınlardan bazıları. Çünkü temellerinde yoktu eğitim ve hayat görüşü kadınların. Önermeye, yönlendirmeye çalıştım ama nafile. Ağaç yaşken eğiliyor.
Her konuda seçiçi olmak gerek. Seçmesini öğrenmemiz gerekiyor. Öyle çok şey dayatılıyor ki önümüze seçmesini bilmezsek apışıp kalırız. Her kafadan bir ses çıkıyor. Seçemezsek eğer, giden zamanımıza yazık, emeğimize yazık, paramıza yazık, bize yazık.
Sinema eleştirmenliği de rafa kalktı. Kimse kimsenin tavuğuna kışt demiyor, diyemiyor. Çıkarlar çatışıyor, muazzam paralar dönüyor çünkü bu sektörde. Sen onun tavuğuna kışt dersen o da senin tavuğuna kışt diyebiliyor. Herkes ‘3 Maymun’ filminin oyuncuları adeta. Ahlaki ve kültürel bir çöküşe, yozlaşmaya gidiyoruz son hızla. Gençlerimiz, yeni nesil abidik gubidik filmlerle kişiliğini her geçen gün biraz daha yitiriyor. Yapamıyorsanız iyisini bırakın var olan iyilerini izleyelim. Gölge etmeyin yeter. Bu işin bir standardı, kalitenin en asgarisi diye birşeyde yok ki! Denetlenmesi gibi bir şeyde söz konusu değil. Tuttur tutturabildiğine. Ölçüsü sadece dimağlarda bıraktığı birikinti. Bizler, iyi şeylere layığız. Dileğim, iyi olan kazansın.
Sinemayı yazmak için oturmamıştım aslında. Bir, iki kelimeyle geçiştirip umut tacirliğine geçecektim ama bu konuda da doluymuşum, neyse, boşalttım. Bana kışt derlerse, uçar başka bir kümese konarım, daha ne olacak ki:) Kaybedecek bir şeyi olmayanın zaten kaybedeceği bir şeyi yoktur. Benimde öyle. Sezen’in şarkısındaki gibi, ‘bir ‘evim’ bile yok, anlıyor musun, hadi, gülümse’.:) Ya da, ‘paranın ne önemi var, mühim olan insanlık’, Özdemir Erdoğan’dan.:)
Birileri çalışıp kazanıyor, birileri de çalışanların kazandıklarını kazanıyor. Bin bir türlü dalavereyle. Dünya uyanıkların dünyası.
Gelelim umut tacirlerine. Son ekonomik kriz onlara yaradı vesselam. Krizle birlikte yeni bir iş alanı açıldı. Dara düşen insanlar tutunacak bir dal olarak onlara tutundular. Umut dağıtıyorlar bol keseden, karşılığında bol para alarak. ?Bol alıyorsunuz? diyince de, ?evet?, diyorlarmış, ?bol alıyorum?. ?Minareyi çalan kılıfını hazırlar? misali.
İnternet üzerinde de bir dolu varlar. Yıllık üye aidatı olanlar var. Karşılığında para ödenmeyen şeyin kıymeti bilinmezmiş. Bu nedenle aidat alınıyormuş. Böyle minareye böyle kılıf olur olsa, olsa. Var olan üye sayısı ile üye aidatı çarpıldığında yıllık 300 milyar gibi bir yekûn tutuyor. ?Rüzgâr ekip fırtına biçmek? buna deniyor olmalı.
Benim ülkemde yaşayan bir profesörün, bir öğretmenin yıllık geliri bu paranın kaçta kaçı? ?İş bilenin, kılıç kuşananın? mantığı ile yaşadığınızda, dünyayı ve insanları sırf para olarak gördüğünüzde, bu sonuç çok normal. Saygı, sevgi ve terbiye, üçü birlikte olduğunda daha anlamlı ve güzel. Bilmem, biz böyle gördük, böyle yaşadık.
Parayı kendine çekmenin, para kazanmanın, bol paraya kavuşmanın yöntemini öğretiyorlar ciddi, ciddi. Umut memedin ekmeği, ye memet ye. Kendileri mademki bu işin, para kazanmanın sırrına vakıf olmuşlar neden yaptıkları işin karşılığında para talep ediyorlar? Çeksinler kendilerine parayı, olsun bitsin. Bu bir çelişki değilde ne?
İyilikten, hayırseverlikten dem vuruyorlar ama hiç hayrına iş yapmıyorlar. Kitaplardan, cd?lerden, bireysel başvurulardan oldukça iyi kazanıyorlar ama yeterli gelmiyor olmalı. Hawaii, Dubai arası uçakta geçen, lüks otellerde yaşanan bir yaşam onların kendileri için dileyip istedikleri. Kim istemez ki?
Bir baltaya sap olamadıysan umut taciri ol, bak bakalım neler oluyor! Sahip olunan şirketler, şubeler, çalışanlar, dün neydim, bugün ne? Yıllardır, en az 3 yıldır bu konuda yazıp anlatıyorlar, göstersinler kendilerinden başka hayatı değişen olmuş mu? Yok. Onlara inandıktan sonra Hawaii, Dubai arası gezen birileri olmuş mu? Yok.  Mucizeler yaşanıyor da ben mi kaçırdım?:)
Birde hızla çoğalıyorlar ki, ben diyeyim 100, siz diyin 500. Oradan, buradan iki kelime duyup öğrenen kendini umut taciri ilan ediyor. Çok yakında peygamberliklerini de ilan ederler korkarım.
Bu sadece bizde böyle değil. Bütün dünyada iyi para kazanıyor umut tacirleri. Kendilerine bayağı iyi umut oldukları besbelli. Kelin ilacı olsa başına sürermiş. Onlarda öyle yapıyorlar zaten. İlacı başkalarının başına sürermiş gibi yapıp kendi başlarına sürüyorlar. Hint fakiri gurular geçmişte kaldı anlaşılan. Şimdikiler, ? ferrarisini alan bilge?.:)
Evet, hepimizin birilerine, bir şeylere inanma, güvenme ihtiyacımız var. Ama bu, bu şekilde olmamalı. Doğru olan yöntem bu değil. Herkes, haddini, sınırını ve duracağı yeri bilmeli. Biz Amerikalı veya Hintli değiliz. Bizim millet olarak çok daha farklı ve gelişkin bağlarımız, maneviyatımız var ve bu böyle kalmalı. ?Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma? ya dönüşmemeli iş. İnanılacak kimse kalmayacak piyasada yoksa.
Arz talep meselesi bu işler. 3-5 yıl öncesine kadar her yer manken doluydu. Şimdi neredeler? Bugün varsın, yarın yok. Yanar, döner bir dünya bu. Bir yanı ışıltılı, bir yanı karanlık. Bir yanı gündüz, bir yanı gece. İstendiğiniz, inanılırlığınızı koruduğunuz sürece oradasınız. Ne bir eksik, ne bir fazla.
Anlayamadığım, bu umut tacirlerini her gün önümüze çıkaran ?ünlü? sunucular, göründüğü kadarıyla paranın içinde yüzen insanlar. Daha ne yapmayı düşünüyorlar paralarını arttırıp, onu bilemedim. Yatlar, katlar, hepsi halihazırda. Nereye götürecekler? Gidecekleri yere götürülemiyor ki, gözü kör olasıca! Bu doyumsuzluğun bir sınırı, bir son noktası yok mu?
Hadi bizler, yani ben gibiler, 3 kuruşa takla atan, kuşlar gibi gün bulup gün yiyen takımındanız, onlara ne oluyor? Umut tacirlerinin kitaplarını ellerinden düşürmüyorlar, ona göre yaşayıp, ona göre yatıp kalkıyorlarmış. Kitapların birini bırakıp diğerini okuyorlarmış! Ne iş? Fesuphanallah! Bizlerden biri olduklarını mı göstermeye çalışıyorlar? Bilemedim. Bilen varsa anlatsın. Neyse, yine ben bu halimle onlardan daha iyi durumdayım. Umut tacirlerinin kitaplarına göre yatıp kalkmıyorum en azından. Demek ki asıl zengin olan benim:)
Hep daha iyisi için yaşamı daha da zorlaştırmak niye? Kedinin kuyruğunu kovalamasının sonu var mı? Döner, döner durursun aynı yerde! Düşün ki, hep gözünün önünde sallanan cazip bir şey var ve sen hep ona ulaşmaya çalışıyorsun. Bir sürü aşama kaydediyor ama bir türlü ona ulaşamıyorsun. Böyle bir hayat insanı olması gerektiğinden daha fazla yormaz mı? Hayat bu kadar meşakkati içinde barındıracak kadar uzun mu? Asıl öldürücü darbe stres değil mi? Günü, anı, hayatı yaşamak varken kendini hayatın dışına almak niye?
Elinde olanla mutlu olmasını bilmek çok daha yatıştırıcı ve gerilimsiz bir hayat tarzı bana göre. Bir insanın yaşamını sürdürmesi için gerekli olan ne ki? Bana göre 1000 tl, ona göre 100 tl, sana göre 10.000 tl. Veya bana göre 3 kilo soğan, 5 kilo domates, ona göre yatlar, katlar, hizmetçiler. Sonuçta hepsi bir yaşam sürdürüyor, hepsi bir boğazını doyuruyor ama 10.000 tl ile yaşamak isteyen kişi o 10.000 tl için fazladan ter döküyor. Hırs yapıyor, devamlı ?daha iyisini, daha fazlasını nasıl yapabilirim?i düşünüyor.
Aslında hizmetçisinin maaşını ödemek için bir başkasına hizmet edende kendi değil mi? Belki de o hizmetçinin kafası işvereninden çok daha dingin ve rahat. İşini yapıyor, parasını alacağını ve o parayla yetinebileceğini biliyor. Kafasında 40 tilki dolaşmıyor en azından. Yalçın nereye koşuyor?
İyi düşünün, para mı sizin sahibiniz, siz mi paranın sahibisiniz? Kim kimi yönetiyor? Kim kimin üstünde daha büyük güç sahibi? Kim, kimi ele geçirmiş, esir almış durumda?
Adı lazım değil, 70 yaşında, hali vakti yerinde bir kadın yeni bir iş alanına el atmış. Niye? Dünyaya kazık çakacak desem, şimdiye kadar çakan olmamış! ?Bu dünya ne sana ne de bana kalmaz, Sultan Süleyman?a kalmadı böyle, hiçbir kitap yazmaz?. Ara sıra şarkı sözlerine kulak vermek gerek.
Kasım’11 ”iki bin on iki”
Son günlerde çekim yasasının yeni bir yan etkisini fark etmeye başladım. Sanal, olmayacak düşler peşinde koşan insanlar çevrelerine duyarsız hale geliyorlar. Pozitif düşünce, pozitif düşünce diye diye etraflarında dönüp dolanan tehlikeleri, tehditleri göremez hale geldiler. Sokakta yanlarında bomba patlasa pozitif düşünceye göre yorumlayacaklar neredeyse.
Bilir misiniz, hatırlarlar mısınız, 2000 öncesi yıllarda dünya kardeşlik birliği adı altında bir tarikat vardı. Yöneticisi, kurucusu, 1920?li yıllarda doğmuş, 70?inden sonra bir kitap yazdığı, daha doğrusu uzaylılar tarafından kendisine yazdırıldığı iddiası ile kendini ortaya atan lise mezunu bir ev kadını; Bülent Hanım. Mevlana?dan UFO?lardan, bu kitabın gönderilen son kitap olduğundan dem vuran Bülent Hanım; bu kitabı kendi el yazısı ile yazanların ?kurtulanlardan? olacağından da dem vurmuştu. Hatta aileleri ile birlikte kurtulacaklardı. 900 sayfadan fazla bu kitabı yazma gayreti içinde olanlar bile olmuştu:) Yapılan toplantılar, satılan kitaplar vs. vasıtası ile epeyce yükünü tutmuş olmalı o ara Bülent Hanım. Burada kurtulunacak tarih 2000?di.
Geldik 2011 yılına, kurtulunacak bir şey yokmuş demek ki! Bir sonraki yıl 2012. Yine bir dejavu. Şimdiki gündem çekim yasası, pozitif bakmak, pozitif olmak fasaryası. Bülent hanım?ın bir sonraki versiyonu bu.
Van depreminin ve Gölcük depreminin insan eliyle oluşturulduğu iddia ediliyor. Hadi onu da geçtik, deprem doğal yollardan gelişmiş olsun. Van?lı hemşerilerimizden kim bilir kaçı bu olumlu düşünce kitabından almış, okumuştur. Ya da depremde ölen onca öğretmenden birkaçı. Gittiğim her ev, tanıdığım her elde var şu ara o kitaplar ve benzerleri. O kitapları okumuş olmak, pozitif olmaları, pozitif düşünmeleri onları depremin akıbetinden kurtarabilir miydi? Kurtulabildiler mi?
Japonya?da o şiddette bir depremde bir kişinin burnu kanamıyor; bizde ise ölen ölene. ?Ben neymişim be abi? şarkısını söylüyor gibiler birde yöneticilerimiz. ?Yöneticimiz uyuyor mu??
Nükleer santrallerle insan eliyle olsun olmasın deprem birleştiğinde oluşacak nükleer sızıntılardan pozitif düşünce bizi korur mu? Karadeniz halkı hep pozitif yaşayan insanlardan oluşurdu ama biliyorsunuz ki büyük ölçüde Çernobil?e yenik düştü. Fındık zamanı fındığını, çay zamanı çayını toplar, yüklüce parasını alır, yılın diğer zamanı paşa paşa yaşardı. Sonuç; kanserden ölen ölene.
En yakın arkadaşımın annesi, babası yaklaşık 10-15 yıl önce peş peşe öldüler kanserden. 50?li yaşlarında öldüler. Çernobil?den. Arkadaşım kendi kanser taramalarını hiç aksatmıyor.  Arkadaşıma olumlu düşünmeyi öğretsem ona bir faydası olur mu? Olumlu düşünmeyi öğrenmesi anne baba sevgisinin yerini, yalnızlığını doldurur mu?
Hiç abartmıyorum; hayatım boyunca tanıdığım en ince, kibar, sevgi dolu ve pozitif karı- kocaydı Ayşe Teyze ve Orhan Amca. Hayran kalırdım kişiliklerine, sevgilerine, insancıllıklarına. Bu pozitiflik kuramına göre ölmesi gereken en son kişiler onlar olmalıydı. Ama gördüğünüz gibi öyle olmadı.
Hep pozitif düşünülecek ve güzel evlere, arabalara kavuşulacakmış. Nükleer sızıntıyı geçirmeyen evler, arabalar geliştirildi mi? Geliştirildi de benim mi haberim olmadı? :)  Japonlarda olmadığına göre bizde de yoktur :)  Güleriz ağlanacak halimize :)
İçtiğimiz suya insan eliyle bisfenol a karıştırılıyor -ki bunun insan eli ile konduğu kesin- kız çocukları 10 yaşında adet görmeye başlıyorlar. Erkek çocukları ise kısırlaştırılıyor. Ve bizler bütün bunlara seyirci kalıyoruz. Hiç mi yaptırım gücümüz yok? Koyun muyuz biz? Çocuklarımızı bir bisfenol A? dan koruyamayacaksak, çocuklarımıza sahip çıkamayacak onlara güvenemeyecekleri bir dünya bırakacaksak yazıklar olsun bizlere!
Örnek öyle çok ki hangi birini versem? PKK bastırıyor bir yandan, fakirlik, yokluk, açlık, siyasi baskı, Amerika, diktatör tavırları diğer yandan. Kadına şiddet, kadın ölümleri çığ gibi artıyor, tecavüzcülerin sayısı milyonlarla ifade ediliyor. Tecavüzler, çocuk tecavüzleri engellenemiyor. Kocalar ve eski kocalar karılarını alenen öldürüyor ve bu ölümlerin sayısı her geçen gün artıyor. Anneler mutsuz, babalar mutsuz, çocuklar mutsuz.
Her an her yerde birileriyle gırtlak gırtlağa gelmeniz çok olası. Birbirini tanımayan insanlar trafikte ufacık bir nedenden birbirlerini öldürüyor. Kimsenin tavuğuna kışt denmiyor. 10 yıl önce böyle miydi? Değildi. Peki ya 20 yıl önce? Hiç değildi. Her geçen gün bir önceki günü aratır hale geldi.
Popüler kültürün hiç bu kadar ayaklar altına düştüğü bir dönem yaşamadık. Beğenmediğimiz, aşağıladığımız arabeski, Orhan Gencebay?ı, Ferdi Tayfur?u mumla arattırır cinsten yeni nesil popüler kültürümüz ve sanatçılarımız. Baştan ayağa cehalet ve bilgisizlik kokuyor ekranı kaplayan insanlar. Kültürün, bilginin, saygının 5 para etmediği bir dönemden geçiyoruz ne yazık ki! Bilgisizliğin, cehaletin, paranın hüküm sürdüğü tehlikeli bir dünya artık burası.
Bilinmezlik, güvensizlik, kafa karışıklığı, neye güveneceğini, hangi dala tutunacağını bilememe hali hepimizde var.
Bütün bu kargaşanın içinde herkes kendini bilge ilan etmiş durumda. Bülent hanımlar ordusu var karşımızda. İçinden çıkılmaz olan bu halden nemalananlar var.
2012 bundan daha mı kötü olacak? Gelsin. Geleceği varsa göreceği de vardır elbet 🙂
En kötü bilinen bilinmeyenden iyidir. En azından ne ile hangi tehlike ile karşı karşıya olduğunu bilirsin ve ona göre önlemini alırsın. Ama böyle efsane boyutlarına vardırıldığında iş daha içinden çıkılmazmış gibi bir hal alıyor. Buyursun, gelsin. Bekliyorum. Varımız, yoğumuz bir canımız değil mi? Her gün korkudan ölmektense bir anda ölmek yeğdir.
Umut memedin ekmeği, ye memet ye. Uyutma, ayakta uyutma politikaları bunlar. Var olan düzen destekli uyutmalar. Nuh?un gemisi diye bir şey yok. Varsa da buradan geçmeyecek. Gemimiz ayaklarımızı bastığımız dünya, yapmamız gerekense o dünyaya sıkı sıkıya sahip çıkmak.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *