Press "Enter" to skip to content

Günlük 3r nisan’17

***Rahmi Koç dün referandumla igili olarak cumhuriyete bağlı kalınmasını söyledi, astrolog zeynep turan oyunun bozulacağını, iyi şeyler olacağını söyledi, bu durumda oyun kurucu biz olmadığımıza göre akp nin oyunu bozulacak, ülker bir garip reklam yapmış 1 nisan için, erdoğana suikast olacak diye algılanmış, gerçektende garip bir reklam ve suikastı çağrıştırıyor, bütün gece teyakkuzdaymış akpliler, bu karşılıklı rövanşlar, savaş hali daha da kemikleştiriyor hayır’cıların hayır’larını, bence öyle, bile bile bir ateşin ortasına düşmek istemez kimse, en güzeli karşılıklı o iki ateşi söndürmek, üstlerine birer kova su dökmek, ki iki ateş arasında kalmayalım, sonrası malum, sen sağ ben selamet.

***akp nin kökeni olan ve 1972-1981 yılları arasında faaliyet gösteren milli selamet partisi, yani msp nin 1973’te aldığı oy oranı yüzde 12, 1977 yılında aldığı oy oranı yüzde 9, devamı, ardılı refah partisi 1987’de yüzde 7, 1991’de yüzde 16, 1995’te ise yüzde 21 oy almış, ardılı, devamı fazilet partisi 1999’da yüzde 15 oy aldı, fazilet partisi kapatılıp saadet partisinin kurulduğu aşamada rte ve abdullah gül fazilet partisinden parçalanarak, bölünerek akp yi kurdular, ve milli görüşçü olmadıklarını açıkladılar, kökenleri ne, milli görüşçülük, milli görüşün bugüne dek aldığı en yüksek oy oranı ne, yukarıda yazdım, yüzde 21, akp nin aldığı oy oranı ne, yüzde 50, peki bu yüzde 30’luk fark nereden kaynaklanıyor, merkez sağ partideki boşluktan, yani o yüzde 30’u bildiğimiz adalet partililer, ardılı dyp liler ve/veya anap lılar oluşturuyor, kemikleşmiş akp li olsun olsun yüzde 20, yüzde 25 asla değil, siz bir ap linin, dyp linin, anap lının bu vatanı, bu vatan toprağını, cumhuriyeti satacağına inanıyor musunuz, her kim için olursa olsun, Atatürk’ü, reformlarını, hayatlarımıza kattıklarını satacağına inanıyor musunuz, ben asla inanmıyorum,  böyle bir şey olsa süleyman demirel in yattığı yerde kemikleri sızlardı herhalde, sağcısı, solcusu bu vatan sevgisiyle büyüdük biz, hep birlikte, ve bunu hiçbir nifakçı bozamaz, işte erdoğanın anlayamadığı, göremediği gerçek bu, bu vatanın gerçek evlatları vatanlarını hiçbir şart altında satmazlar, ve hiç kimse için, ve bu oran da, hadi hdp lileri de çıkardık diyelim, yüzde 70’ten aşağı değildir, yüzde 25 chp zaten banko, buna en azından yüzde 20 merkez sağ parti, hadi yüzde 10 kayma, sapma var dersek tabi, artı yüzde 5, bilemedin yüzde 10 mhp eklendiğinde eder zaten yüzde 50-55, ama benim aklım, fikrim, gönlüm yüzde 70’ten yana, bu ülkedeki vatanını satan vatan haini oranı, yüzde 30’u geçmez, kemikleşmiş msp li ve hdp li oranı yani, rte sevgisi ile değil vatan sevgisi ile, Atatürk sevgisi ile büyüyen bizler vatanımıza, Atamıza en az yüzde 70 ile sahip çıkamadığımızı gösteremezsek dünyaya zaten yuh olsun bize, bizlere, hepimize.

Tek hesap yapmayı bilen bahçeli değil ya, ben de yaptım bir hesap, ve hesabımın doğruluk payına da inanıyorum, Allahın da izniyle, inşallah dediğim gibi olacak, yüzde 70, üstelik en iyimser tahminim bu, beklediğim, dilediğim yüzde 70’ten de fazlası, ki görsün bütün dünya Türk’ün Atatürk’e olan inancını, cumhuriyete olan bağlılığını, vatan sevgisini. 

Şöyle basit bir soru sorayım akp li olup evet oyu vermeyi düşünenlere, siz Atatürkçü müsünüz, bizim için yaptıkları, bize bağışladıkları nimetler için Atatürk’e ve silah arkadaşlarına saygı, sevgi ve minnet besliyor musunuz, cumhuriyete saygı duyuyor musunuz, ve cumhuriyetin size sunduğu, getirdiği haklardan yararlanıyor olmaktan memnun musunuz, mesela kadın erkek eşitliği, mesela kadının her platformda var olabilmesi, kimliğini kişiliğini ortaya koyabilmesi gibi, üsküdara gider iken klibindeki gibi mi yaşamak isterdiniz yoksa şimdi yaşadığınız hayatı mı, kapak fotolarınıza, profil fotolarınıza bir kez daha göz atın ve ondan sonra verin bu cevabı, bütün bu sorulara yanıtınız evet ise Atatürk’e asla saygı duymayan, her fırsatta ona kin ve nefret beslediğini dile getiren, Atatürk ve İnönü’ye iki ayyaş diyen, cumhuriyete 90 yıllık perde arası diyen bu zihniyetteki bir insana bize Atanın yadigarı olan bu ülkenin altın anahtarını sunmayı nasıl içinize sindiriyorsunuz, yani bu kahpeliği demek istiyorum. Siz vatan haini misiniz?

Bir yanda adı hiçbir şaibeye karışmamış, damgalanmamış, arsız, hırsız denmemiş, adı, sanı tertemiz Atatürk ve silah arkadaşları, diğer yanda şu bildiğiniz erdoğan ve at hırsızı kılıklı tayfası diyecek olsam hangisini seçerdiniz, ben yanıtınızı biliyorum, seçin o zaman.

Bu vatan toprağında yaşayıp, atamın bizlere bıraktığı ekmeği yiyip ona karşı olma, karşı durma hakkını nasıl bulabiliyorsunuz kendinizde, veya karşı olana sahip çıkma, destekleme hakkını, buna hakkınız var mı, bizim yerimize de buna karar verme hakkını nasıl buluyorsunuz kendinizde, diyelim ki oldu da yüzde 51’le rte kazandı, başkan oldu, bunun vebalini, günahını nasıl ödeyeceksiniz bizlere, işte o zaman bir ton tükürük lazım her birinizin suratına.

Hakkınız var mı biz istemediğimiz halde hayatlarımızı değiştirmeye, işte bunun hesabı Allah değil bana, bize verilecek işte, hükmettiğin, değiştirmeye çalıştığın Allahın hayatı değil, benim hayatım, bu hesabı Allahla görür müsün, görmez misin bilemem, ama ondan önce benimle görülecek bir hesabın olur, o hesabı sorarım ben, hakkın var mı benim, senin, çocuklarımın hayat biçimlerini değiştirecek adamın kıçını daha da kaldırmaya? Bir insan eninde sonunda kendine zarar getireceği, kendini üsküdar gider iken kılığına sokacağı bir insanı nasıl olur da destekler, akıllı işi değil, deli işi.

***Nurselde diyetisyen bey gluteni anlattı, ben de dikkat ediyorum ya sözüm ona, ediyorum sayılır, şu ara en önemli gündem maddem, arada kaçamaklar oluyor tabi, bir gün onlardan da vaz geçerim elbet, tam dirençlenemedim bu konuda, 50 yıllık alışkanlığı bir çırpıda atıvermek zor iş, nereye gitseniz, ne yapsanız önünüze gelen gluten, öyle zor ki, bizim yrmek kültürümüz et ve ekmek üzerine, neyse ki çok dışarda değilim, evde olabildiğince değiştirdim menüyü, pirinçte, patateste, mısırda, dolayısıyla mısır ununda, kinoada, sebze meyvelerde, kırmızı, yeşil mercimekte, kuru fasulyede, maş fasulyesi, kuru börülce, karabuğday, ette, sütte, yumurtada gluten yok, tahıllarda var, neler bunlar, buğday, bulgur, yulaf, makarna, ekmek gibi, ayrıca kıvam arttırıcı olarak hazır salçalarda, yoğurtta, ayranda da kullanılabiliyormuş, ve hatta hatta kağıt bardakların birleşim yerlerindeki yapışkanlarda, zarf yapışkanlarında da, bunlar gluten alerjisini çok daha fazla yaşayan çölyak hastaları için önemliymiş çünkü en ufak bir gluten alımında ishal oluyorlarmış, gluten hassasiyetinde şişkinlik, hazımsızlık, kilo, cilt kuruluğu, migren, baş ağrıları görülebiliyor. Bende baş ağrısı, migren hariç diğerleri var.

Artık birde glutensiz yemek sayfası yazacağım, işin piri olarak, gluten hassasiyeti olmasa bile kişide insülin direnci diye bir şey var ki bu da kötü karbonhidratlardan uzak durmayı gerektiriyor, her koşulda uzak durmak gerek glutenlilerden, genel sağlık için de, ve birde şekerden, sıfır şeker değil, çok az şeker, denge, denge, denge, bütün mesele burada, olmak ya da olmamanın bütün meselesi, yoksa güme gitmek an meselesi, gümlemekten korktuğum için izliyorum bunları, yoksa neyime, kızım söyledi, dostovyevski en iyi kitaplarını yokluk, yoksunluk zamanında yazmış, demek ki ilham geliştirici bir özelliği de var yoksunlukların, yoksa hep aynı çizgide gitse motomot bir hayat, her Allahın günü ya makarna, ya pilav, ya da bulgur pilavı yapmaktan, habire ekmek yemekten ibaret değilmiş hayat, daha neler neler varmış yenecek, hayatın tatları çoğaldı bizim için. Her şerden bir hayır çıkarmış.

O da olmadı damar tıkanıklığına sebep oluyor, şeker, kötü karbonhidratlar ve trans yağlar, sigara en başta geliyor ama o benim kapsama alanım içinde değil, ya beyin damarınız tıkanıyor, ya kalp damarınız, gidiveriyorsunuz bir anda, veya o tıkanıklıkların etkisinde yaşıyorsunuz, mesela göz damarlarınız yeterince oksijenlenemediği için az görmeye başlıyorsunuz, veya yine kulak damarlarınz yeterince oksijen alamadığı için kulağınız çınlıyor, bunun gibi eksi durumlar yaşıyorsunuz, nasıl dersimi iyi çalışmış mıyım, kaynak, her hafta sonu ntv de, yaşasn hayat, osman müftüoğlu, ne için yemek yediğimize bir karar vermemiz gerek, keyiflenmek, haz almak için mi yoksa sağlıklı yaşamak için mi, bunun cevabını bulabildiğimizde çok daha başka olacak hayat, yaşasın hayat, hiçbir yiyeceğim şey 3 gün daha fazla yaşamamdan daha önemli değil, ayrıca olmamalı.

Daha da sı da var, mesela gereksiz ve aşırı kilo alıyorsunuz, hareket etme kabiliyetiniz kısıtlanıyor, yaşam kaliteniz düşüyor, adet düzeniniz etkileniyor, daha sancılı ve kayıplı geçiyor, hatta miyom sebebi, hayatımı yemiş meğerse, gluten hormonları etkiliuor direkt, östrojen, yani kadınlık hormonlarını, kaşlarınız dökülürken vücut tüyleriniz artıyor mesela, sivilce yapıyor, bir dolu olumsuz sonucu var, daha ne anlatayım, halbuki kendimce çok dikkat ederim her şeyime, sigara, içki asla içmem, kızartma asla yapmam, iyi, doğru beslendiğimi de sanıyordum ama burada fire vermişim meğerse, biraz şartlar biraz da alışkanlıklar, geleneksellikler yüzünden, kuru fasulye yapınca yanına illaki pilav yapmak gerekmezmiş mesela, yemeğin suyuna ekmek banmadan da yenirmiş yemek, çatal değil kaşık ile, ekmeksiz de doyulurmuş, kahvaltıda bile, şu’lu veya bu’lu makarna bir öğün, bir yemek değilmiş, yemekten sayılmıyormuş, bunları deneyimliyorum şimdi. Ama o glutensiz sayfasını yazmam vacip oldu, bir ara yazarım, söyleyip söyleyip kaçmak yok bende, artık az çok biliyorsunuz, yazarım bir ara, bu hayati bir mesele, aklınızdan çıkarmayın.

Miyom, adet kanamaları sebebiyle çoktan ölebilirdim, ölmedim, şansa, ramak kalmıştı oysa, ayakta zor durdum yıllarca, bir boğa kadar dirençliyim demek ki, boğa bırcuyum zaten, bir boğa kadar inatçı, verilmiş sadakam varmış, hala çok iyi değilim aslına bakılırsa, son olarak bu önlemleri alarak yırtmayı umuyorum paçayı, en azından kilo verebilmeyi, bunda da bir sonuç alamazsam çok umut yok demektir zaten, buna ben, bu yaşlarda ölüme ölüm değil gümleme diyorum, bir yanlış veya yanlışlar dizisi yüzünden erken, vaktinden erken ölmeye, en son böyle kaybımız tayfun talipoğlu oldu, 55 yaşındaydı, 55 yaş ölüm için çok erken, Allah rahmet eylesin, mutlaka bir yerlerde bir yanlışlar yapmıştır, gerek beslenme gerekse sigara, içki konusunda, sigara için bırakabilirsin.org var, içeriğini bilmiyorum ama bakılabilir, Allah hepimize zamanlı, sıralı, hayırlı ölümler versin.

***Bugün garip bir gündü, yani garip bir şey oldu, anlatacağım şey biraz garip, benim için garip en azından, dün pazardı, kızımla evdeydik, matthew mccoughney’in sınırsızlar kulübü adlı filmini izledik, 1,2 yıl önce oscar almıştı, eşcinsel olmamakla beraber eşcinsellere karşı olan bir adamın tesadüf eseri aids oluşunu, bu hastalık sebebiyle kendini eşcinsellerin içinde buluşunu anlatıyor, hollywood hastalık ve iflas anlatmaktan kendi iflasını ifşa ediyor, film sıkıcı ve başarısız bir film, ben de en az o filmdeki adam kadar ters ve sertim eşcinselliğe, bugün markete girer girmez patlıcan almaya başladım, 2 metre kadar uzağımdaki bir kadın her ne alıyor idiyse o sebzeden yere düşürdü, gayri ihtiyari bakmışım, baktığımda bana bakıyordu zaten, gülümsedi, gülümsedim, geçtim, az sonra baktım tam karşımda duruyor, 40’lı yaşlarda, güzel, bakımlı bir kadın, dönüp bakılacak kadar güzel, güzel mi bilemem, ama bakımlı, artık güzelle bakımlı birbirine karıştı, hangisi güzel hangisi bakımlı ayıramaz oldum,  baktım dikkatle bana bakıyor, gözü üstümde, kıllandım, dün de o filmi izlemişim zaten, kendimi görür ama görmeze çevirdim, yüz ifademi ifadesize, anlamıyormuşa çevirdim, ama kadının gözü daima üstümde, alenen bakıyor, gizli saklı falan değil, ıspanağa gittim ıspanağa geldi, yeşil soğana gittim oraya da geldi, peşim sıra dolanıyor, ben kaçacak delik arar oldum, bir kadından kaçacağım, saklanacağım, hatta bu anlamda korkacağım kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek şey, ve cidden korktum, böyle bir 10 dakika geçti sanırım, sebze kısmında, o arada oğlum birkaç defa yanıma geldi, gitti, elimdekileri aldı, görmüştür mutlaka, oğlum çocuk değil, 21 yaşında, son umut olarak oğlumun arkasına sığınmaya karar verdim, belki peşimi bırakır umuduyla, oğlumu yanıma çağırmaya kalmadan baktım uzaklaşıyor, gitti, sapık manyak, beni mi buldu bula bula, evham, kuruntu falan değil, kesinlikle öyleydi, on dakika dolanılır mı insanın peşinde, hayatımın köşe kapmacasını oynattı bana, ya tutarsa mayası çalıyor markette, bu kaçıncı mayası kim bilir, ilk defa böyle bir şeye rastladım, Allah sonumuzu hayır etsin.

Bu eşcinselliği orta yere serip insanları daha çok eşcinselliğe teşvik edenleri de helak etsin inşallah. Rock Hudson, eşcinsellerin piri, bütün kadınlar ona aşıktı, kimse bildi mi eşcinsel olduğunu, bilmedi, adam gibi yaşadı, freddy mercury, şimdikiler gibi aleni miydi, değildi, hiç değilse bir erkek görüntüsündeydi, şimdi işin bokunu çıkardılar iyice, yakınlarda her dizide bir ibne furyası vardı, şimdi azaldı, kiralık aşk vs. Bunlara böylesine aleniyet sağlayan, cesaretlendiren, yüreklendirenlerin başlarına ibne kadar taş düşsün inşallah, özellikle o diziler tayfasının.

Yanılmış olabilir miyim, hiç sanmıyorum, yüzde 1 ihtimalle belki, avını takip eden kartal gözleri vardı onda, avına kilitlenmiş, iyi tanırım, arkadaş arıyor desem market arkadaş arama yeri mi, korkup telaşlanmak yerine tersleyebilirdim de, ama o yüzde 1’lik yanılma payı ve karşımdakinin bir erkek değil de bir kadın olması  sebebiyle yapamadım bunu, bir kadını kırmak istemem, yüzde 1 ihtimalle bile olsa, o da buna güveniyor zaten, görüntüsünün kadın oluşuna, bir erkek bu kadar aleni ve cesur olamaz bu konuda.

Sebze reyonundan sonra, kadın uzaklaştıktan sonra unuttum gitti bu olayı, onu mu düşünücem, iki kuruşluk aklım var o da bana anca yetiyor zaten, eve geldim, aldıklarımı yerleştirmeden biraz oturdum, dinlendim, magazin izledim, 1 saat kadar, kalktım, kuruyan çamaşırları kaldırdım, yıkananları astım, baktım hala yorgunum, tekrar oturup nurseli izledim, izlediğimi yazdım, buzdolabını temizlemek aklımdaydı, fişini çıkardım, aldıklarımı yerleştirmeden buzdolabını inceden inceye temizledim, parçalarını çıkardım, yıkadım, yerlerine geri koydum, epeyce pislenmişti, aldıklarımı yerleştirdim, birde ayakkabılığı temizlemek vardı aklımda, geç olur, yemek daha da gecikir diye ertesi güne bıraktım, o arada kızım okuldan geldi, birlikte mantar soyduk, yağ, karabiber, tuzla fırına verdim, doğramadan, saplarını attım, incikli kuru fasulye pişirdim, eti kemiğinden ayırmayın diyor daima osman müftüoğlu, ben hazırladım, kızım karıştırdı tencereyi, genelde iş bölümümüz o şekilde, o karıştırıcı, canı isterse yani, ufak turp, doğranmış salatalık ve havuç koydum masaya, yemek pişince yensin diye, gidip kızımla üç maymun izledik, magazinde fazilet hanım, nazan kesal çıkmıştı, nıri bilge ceylanla cannes daki görüntülerini yayınladılar, oradan aklıma geldi izlemek, kızım beşinci dakikada kalkmak istedi, olmaz dedim, izlenecek, önemli, bıraksaymışım keşke, aman aman bir şey yoktu filmde, en az benim anlattıklarım kadar gerçekçi, olduğu gibi, ne özelliği var ki, hem ben o filmi çok gördüm, cannes da ödül vermişler, ne diyeyim, bende bir şeyi beğenemez oldum, dozu biraz az geldi belki şiddetin. ondandır, çok hınzır bir kızım var, hiç gerçekçi olmamış, adamın atleti sarı değildi dedi, iyide o atletleri ben yıkıyordum dedim, olsun, o hemen sarartıyordu ki dedi, biraz acı biraz tatlı güldük kızımla, izlerken ikimizinde ne film şeritleri geldi geçti akıllarımızdan, o filmdekilere benzeyen, 3 kişinin aynı arabada olduğu, bundan sadece  2 yıl önce, ne kızım unutabilir ne de ben, o filmdeki ne ki, tam bir çıldırma anı, film bitti, her iki film de, bu olay, yani o kadın birdenbire aklıma geldi, film mi çağrıştırdı, bir an için dünkü filme gidince aklım aklıma geldi sanırım, kızıma anlattım, güldü halime, keşke orada olsaydım, kaçırmışım dedi, dalga geçti benimle, ben ve birilerinden, bir kadından kaçmak, olacak iş değil, hep üstüne giden, onlarla, insanlarla konuşan ben olurum oysa ki, demek ki gitmemeli, yanlış anlaşılmak ta varmış işin ucunda meğerse, bunu da öğrenmiş oldum böylece, vay anasını, karı resmen bana asıldı, kızımı dinleyip bir daha yabancılarla konuşmayacağım artık, birde size anlatayım dedim, yine uzattım durdum meseleyi.

*Kendi sürmüş sürüştürmüş, ben paçoz, sallapati ya, lutfediyor beni beğenerek, her şeyin bir ilki var, Allah büyük, bir daha önüme düşer elbet, o olmaz bir başkası olur, ben gösteririm ona, onun gibisine dünyanın kaç bucak olduğunu, orospu, orospunun katmerlisi. ben o gün de yapardım da, ben kendime yediremedim öyle bir sarkıntılığı, yoksaa, elimden kurtulamaz vallahi, bir dahaki sefere. Hatırladıkça daha da sinir olmaya başladım, serseri manyak. Yakalayıp o süpürge saçını başını yolasım  geliyor. Demek ki böyle sapıklıklara, sapkınlıklara da hazırlıklı olacağız günlük hayatta, vay başımıza gelenlere bak sen.

Gittiğim market, geldiğim ev, yine olaylar peşimi bırakmıyor, belayı çekiyor muyum ne, birde gezsem demek ki yazmayı yetiştiremeyeceğim. Geldi beni buldu çatlak.

***chp konya mv hüsnü bozkurt, uğur dündarın arena programında benzer olarak şunları söylemiş, “Biz Türk milletiyiz, Mustafa Kemal’in Askerleriyiz, Gerekirse yeniden Samsun’a çıkarız, Vatanı bölmek isteyen emperyalistleri ve yerli işbirlikçilerini İzmir’den denize dökeriz! İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar” aslanım hüsnü bozkurt, esmiş, yağmış, gürlemiş, helal olsun, biz susa susa bu piçler kudurdu zaten, fatih portakal dedi ki bu adamın adını bile duymadım, nereden çıktı bu adam, nasıl böyle şeyler söylüyor, kendinin duymamasını çok önemli zannediyor olmalı, ben de bilmiyordum, duymamıştım, bu çok mu önemli, adam sonuçta chp mv, sen, ben değil ya, üstüne üstlük konya chp mv, bu boru değil, orada hayır kampanyası yapmaya korkar adam, akp kalesi bildiğin, geçen hafta oradaydım, kendi gözümle gördüm ortalığın halini, oradan chp mv çokmış olması bile mucize, sıkı bir adam demek ki, fatih portakala göre ise gökten zembille düşmüş sanki, senin duymadığın ama duyacağın daha ne cengaverler var aramızda, duyarsın, canını sıkma, sen önce onun ettiği iki lafı biraraya getirmeyi becer, ondan sonra ona laf et, kendilerini birde yukarda, üstte görüyorlar ki, tv ye çıkıyorlar ya, sorma gitsin, chp mv nin üstünde görüyor kendini düdük, öbür sırıtığı izlemiyorum zaten, sırıtmaya devam ediyordur.

***İki makine dolusu spor ayakkabıyı yıkayınca, hepimizin, adam başı 3’er tane olsa, eski-yeni, 12 tane eder zaten, onları tekrardan kirli dolaba yerleştirmeye gönlüm razı olmadı, bütün rafları sildim, kışlık ayakkabıları yukarı, yazlık ayakkabıları aşağı aldım, yıkanamayan ayakkabıları da sildim, bütün temizliği eski kullanılmış bulaşık süngerleri ile yaptım, iki adet, ikisini peşpeşe kullanabilmek için, yıkamak için çok zaman kaybı olmasın diye, arada bakmak lazım kıyı köşeye, neler olmuş veya oluyor diye, şimdi tam zamanı, bahar. 

***O anayasa bize dayatılan yeni sevr’dir demiş hüsnü bozkurt. Kurum kurum kudurmuşlar hüsnü bozkurtun sözlerine, ağızlarından düşmüyor, biri bırakıp biri söylüyor, oh, canıma değsin, biri çıkar ve kimsenin söyleyemediğini söyler işte böyle.

Şu kılıçdaroğlunun 15 temmuzla imtihanı bitmedi gitti, şeyinin şeyine döndü mesele, uzattıkça uzatıyor, iki ayda bir aynı laf, ne biliyorsan bildiğini koy ortaya, kimden, neden korkuyorsun, ya da hiç söyleme, sus, ucunu gösterip gösterip çekmenin alemi ne, onlarla mı oyun oynuyor yoksa bizimle mi hiç belli değil, hüsnü bozkurta söyleyelim de bir el atsın şu 15 temmuz meselesine, köprüleri yıkar geçer ellahim.

Darbeyi biz mi yaptık diyorsun demiş binali, anlamış ne demek istediğini, tercüme ediyor, bizler de anlayabilelim diye, heee, siz yaptınız, bunu anlamamak için eşek olmak lazım.

tuğrul türkeş referandum tahmininde bulunmuş, yüzde 60-70 evet ya da hayır çıkabilir demiş, şimdiye dek hiç yapılamamış olan bir tahminde bulunmuş, tebrik ediyor, gözlerinden öpüyorum onu, kafasının nasıl karışık olduğu şimdi daha net anlaşılıyor, yoksa durduk yere akp ye geçmezdi, adamın olmadığı tarlada adam işte, üstelik başbakan yardımcısı, babasına dua etsin.

Tutturmuşlar bir yalan söylüyor, yalan söylüyor, anladık yalan söylüyor da söylediği yalan, yalanlar ne, bir zahmet onları da bir açıklayıverin, neleri yalan söylediğini açıklayamadığına göre acaba gerçekte yalan söyleyen sen misin?

Terörist veya saygın olmamız, olmamız demeyeyim, sayılmamız, onun iki dudağının arasında mı? Bu ülkede kadınların kız mı kadın mı olduğu cb dan mı sorulur, o gitsin kendi karısının, kızınn kız mı kadın mı olduğu ile uğraşsın, bunu şimdi demedi de, bir kere demiş  olması yeterli bin kere söylemem için.

***Şimdi söyleyeceklerimden lütfen muhtarlar alınmasın, kişisel değil, bir durum açıklaması, muhtarın benim oyumda bir etkisi var mı, veya herhangi birinin oyunda, yok, nedir muhtar, yılda bir, bilemedin iki kere işiniz düşer, resmi evrak için, damgalar, kağıdı verir, parasını öder, çıkarsınız, bu kadar, bir nevi arzuhalci, veya yılda bir iki kez işinizin düştüğü sıradan bir kişi, bir eğitim kıstası var mı muhtar olmak için, sanmıyorum, muhtarların insanların siyasi düşünceleri üzerinde etkileri var mı, yine sanmıyorum, muhtarlar siyasi toplantılar düzenlerler mi, hayır, peki nedir bu muhtarlar, muhtarlar muhabbeti, muhtarların kerameti, bu muhtarlara yapışma modası erdoğanla icat oldu, onların arasında kendini daha adam, daha eğitimli hissediyor olmalı ki toplantılarını üniversite veya orta öğretim hocaları ile değil muhtarlarla yapıyor, kabul gördüğü, görebileceği bir topluluk olduğu için, bunu niye yazdım, sadece bir durum tesbiti için.

Dün dünyanızı da ahiretinizi de tehlikeye atmayın demiş, evet vermezsek tehlikeye girermiş dünyamız ve ahiretimiz, iyilerden adam, ermiş, o yüzden böyle söyleyebiliyor, mevlanadan, şemsten ders almış, kendini onlara vermiş, bir iyilik meleği, vereceğiz tabi hayır’ı. Dünyamızı halletti, yeterince içine pisletti, şimdi sıra ahiretimize geldi.

Yine dün demiş ki hiç aldanmadım, aldatmadım, şimdi deniyor ya, fetö zamanı kandırıldım dediklerine istinaden ‘ya yine kandırılıyorsa’ diye, onu örtbas etmeye çalışıyor belli ki, fetö, darbe zamanı ne diyordu, kandırıldım, şimdi ne oldu, kandırılmamış, bu durumda o darbe kandırılmadan yapılan bir darbe mi, kendinin de içinde olduğu, bu durumda bu bir itiraf, fetö den, her yaptıklarından haberi varmış ve o darbeye ve oluşumuna göz yummuş.

***Telefonumda kayıtlı şarkıları yazayım size, belki dinlemek istersiniz, zaman zaman dizilerden, türk filmlerinden rastlayıp, severek dinlediklerim, ve geneli eski şarkılar, bazılarını eskiden de yazmıştım, bende güzel olan değişmez, o gün güzel olan her daim güzeldir, kaçın kurası, sezen aksu, /yalan, athena, /cevapsız sorular, manga, / senden başka kimse yok içimde, erkin koray, / öyle bir heçer zaman ki, erkin koray/ seni her gördüğümde, erkin koray, / gidersen, jehan barbur, / durum leyla, ayşegül aldinç, / hissettiğin kadar, bana sevmeyi anlat müziği, / mutlu sonsuz, delibal, çağatay ulusoy, / sonuna kadar, şebnem keskin, / cennet, ahmet enes / sevenler ağlarmış, 3 hürel, / gönül sabreyle, 3 hürel, / bir sevmek bin defa ölmek demekmiş, / sana doğru, ajda pekkan, / sevdim, farah zeynep abdullah, / gel ya da git, farah zeynep abdullah, / ah bir zengin olsam, tanju okan

***Seren Serengil, anne babası ayrı olarak büyüdüğü ve annesinden yeterli sevgi almadığını düşündüğü için ilişkilerinde şan, para, pul değil sevgi aradığını söyledi, seçimlerini, eş seçimlerini para pula değil sevgiye bakarak yapıyormuş, yağız izgül, yemek şefi, bugün nurselde çıktı, annesi yemek yapmayı sevmezmiş, o yüzden kendi yemek yapmaya başlamış, soğuk, dolaptan çıkmış eti hemen pişirmeyin, yarım saat oda ısısına gelmesini bekleyin dedi, şunları söyledi yemek yaparlarken nursele, “insanın böyle güzel asistanı olunca mutfakta daha şevkle çalışıyor, ama tabi ki senin güzel ellerinden dökülen şeker .., aman efendim süpersiniz, reyhan sever misin, fava sever misin nursel, çok teşekkür ederim, süper bir asistansınız efendim, ne kadar güzel karıştırıyorsun öyle, o zaman bundan sonrasını senin marifetli ellerine mi bırakayım, ne dersin, senin güzel ellerinden, çok ta güzel görünüyor,” tatlı dil herkese yakışıyor, ama bir erkeğe çok daha fazla, birde mutfakta olmak tabi. 

***A planından, referandumda evet çıkması ihtimalinden umut kesmiş olmalılar ki daha şimdiden b,c,d planlarına geçtiler, başkanlık olmazsa başka formüllerle yeniden deneyeceklerini söylüyorlar, ışid de oylama günü sandıklarda saldırı olması emrini vermiş, eğer öyle bir şey olursa oy verme işlemi sıkıntıya girer, kimse gitmez oy vermeye, amerika, suriye sarin gazı attı bahanesiyle 59 füze fırlatmış suriyeye, kim görmüş bu işi suriyenin yaptığını, her tarafı boklu değnek ortalık.

***Öyle çok ve gereksiz konuşuyor ki konuştukları konuştuklarının arasında boğulup gidiyor, yakalayabilene aşkolsun, dün 18 yaşındaki mv ile ilgili olarak, askere gitmeseler ne olur, meclis te askerlik kadar kutsal demiş, çevir o yandan, çevir bu yandan.  Anket sonuçları umut vaad ediyor, hayır yüksek çıkıyormuş, ne mutlu bize, bugün salı, pazar günü sevineceğiz inşallah.

Aptala yata yata rejim değiştirecek aklınca, buna derler aptala yatmak, hiçbir açıklama yok, sebep yok, sonuç yok, ne, başkanlık, peki başkanlık ne, türk tipi başkanlık, peki türk tipi başkanlık ne, yanıt, kılıçdaroğlu yalan söylüyor, yemedi işte millet, gördün mü aptala yatmak nasıl oluyormuş, kimsenin sesi çıkmıyor ama kimse de evet demeyecek, al sana türk tipi başkanlığa cevap, herkes aptala yatıyor anlayacağın, eski forsu da kalmayacak işin kötüsü, cemil çiçek abisi söylemişti bununla, başkanlıkla vakit kaybediyoruz diye, zararlı çıkarsın dedi yani, anlamadı, şimdi anlar. 15 temmuzda otel odasında torununa kuran öğretirken bir fotosu yayınlanmış, din sömürüsü, duygu sömürüsü, vatan, millet sömürüsü, hepsi var içinde, fotonun yani, anlamadığım, veya benim bildiğim otel odasında kitaplık olmaz, onun odasına özel değilse elbette, yanılıyor olabilirim tabi, olur belki, bilemem, diğer anlayamadığım ne tesadüf ki tamda 15 temmuz gecesi çekilmiş o foto, masum, sevimli, sevecen bir dede, ama bizim bildiğimiz kadarıyla en az 19’da öğrenmiş darbeyi, temmuzda gün uzun, akşam 8,9’da kararıyor hava, akşam mı çekilmişti o foto? 

Sahi biz hala niye bilmiyoruz darbeyi tam olarak kaçta öğrendiğini, başbakana niye haber vermediğini, darbeyi bildiği halde niye harekete geçmediğini, bir gün anlatsa ya bunları, dinlesek, o kadar boş konuşuyor ki, bir gün de bunları anlatsın dinleyelim. 

Bu mesele niye bu kadar şaibeli, altı üstü o gün, 15 temmuzda, neler olup bittiğini açıklayacak, bu bu kadar zor bir şey mi, madem kendi yapmamış darbeyi açıklamaktan korktuğu ne, neyi gizliyor bunları gizliyerek, asıl soru, asıl mesele de o zaten, gizlediği ne?

Çıkmayacak ama, diyelim ki evet çıktı, o forsu yine düzelmeyecek, eski forsunu asla bulamayacak çünkü bu millette öyle bir karşı cephe oluşturmayı başardı ki bundan böyle ne yapsa o karşı cepheyi unutamayacak, unutturamayacak, yıllardır başarılamayan şeyi, solcular ile ülkücüleri aynı potada birleştirdi, bunu ancak yapsa yapsa o yapardı, başardı, öyle bir düşmanlık geliştirdi ki kendine, solcular ve ülkücüler kalpten, gönülden birleşti, bu başarısı öyle unutulur cinsten bir başarı değil, nereye gitse, ne yapsa hep ardından gelecek, nam-ı diğer ülkücülerle solcuları birleştiren yegane adam.

***Yeşil biber fiyatlarından haftalardır bahsetmiştim, şimdi biraz normale geldi, bir haftadır, 5 lira civarında artık, birkaç gün önce ekonomi bakanı enflasyon artışını yeşil bibere bağlamış, enflasyonu 1 puan arttıran bibermiş, “Millet işi gücü bıraktı da sürekli sivri biber mi yiyor? Bu millet bu sivri biberden çektiği kadar hiçbir şeyden çekmedi” bile demiş, biberin fiyatından devlet değil yiyenler mesul herhalde, biz onlara, devlete kızacağımıza onlar bize kızıyor, fırça atıyor, 3-5 liralik biberin 20 lira olmasının sebebi biz miyiz, 20 lira olmuş diye biz onlara kızacağımıza onlar bize kızıyorlar, ne günlere kaldık, nasrettin hoca fıkrası günleri, dün de yine tarımdan dertlendi, tarımda sıkışıklık var dedi, sanki biz yapıyoruz tarımdaki sıkışıklığı, demek ki tarım politikalarınızda var bir yanlışlık, sanki muhalif partinin bakanı da akp yi eleştiriyor, bunların işinden bir şey anladıysam arap olayım, aynadaki yansımalarıyla kavga halindeler herhalde, tarım bakanı da akp bakanı, ekonomi bakanı da, kendi aranızda halletsenize meseleyi, bize niye şikayet ediyorsunuz ki birbirinizi, hakeminiz biz miyiz?

Herkes kendi başına buyruk herhalde akp de, bir başları, başbakanları yok mu durumu iletecekleri, başbakan meşgul, izmirde kaldı 4 gündür, gelemiyor, ondan olmalı, yoksa bize değil ona iletmesi gerektiğini bakan da biliyordur herhalde, eşek başı olduğu için oturtulmamıştır oraya, bakan yani, diye umuyorum.

Bir biber yiyoruz diye fıça atılmadığı kalmıştı, o da oldu sayelerinde. Mal, kim yiyecek biberi o fiyata, dar gelirli mi, verdiğiniz para belli, insanların geliri belli, biberin kilosuna 20 lira verecek kaç kişi var da üçer, beşer kilo biber alsın da biber yediğimiz için enflasyon artar olsun, var bunda bir iş ya, çıkar kokusu.

Piyasa durgun, yaprak kıpırdamıyor, herkes referandumun hayır’lısı ile gelip geçmesi temennisi ile beklemede, otomobil satışları yılın ilk 3 ayında yüzde 7 gerilemiş, marttaki gerileme yüzde 11’miş, esas gerileme martta olmuş yani, ama beklenen asıl gerileme nisanmış, doğal olarak, işçi çıkarmaya da başlamış otomotiv sektörü.

Millette ne kafa kaldı ne göz, varsa yoksa 16 nisan, huzur, mutluluk, yaşam sevinci, hepsi ya 16 nisan sonrasına veya hayır çıkmazsa bir başka bahara kaldı, herkes sinir, stres harbinde, herkes bezgin, herkes bıkkın, yorulmuş, yedi bitirdi hepimizi, gözü kör olasıca, ne musibetmiş, bitmedi gitti başımızdan belası, boyu bosu devrilesice, kaldı 3 gün, bugün perşembe, bir cb yardımcısı tutmuş millet kendi yeni devletini kuruyor diyor, bir diğeri eyaletlere bölünecek, beğenmezsek 3-5 sene sonra değiştirir eski yönetim şekline döneriz diyor, alay eder gibi, memleket yönetmek çocuk oyuncağı sanki, bakara makaracı ahmet necdet sezere kapıcı bile olamaz demiş, süleyman soylu kılıçdaroğluna oyuncak tank gönderecekmiş, binsin diye, ama zaten binmeyi beceremezmiş, soysuz bunlar, ne soylusu, komedi beşlisi gibiler hepsi, kendi aklı evvel, etrafındakiler belli ki ondan daha aklı evvel, geri zekalı demek istedim yani, kendi zaten peygamberliğini ilan etme yolunda ilerliyor, bir peygamberim demediği kaldı, kafa, göz mü kalır millette, kalırsa şaşmalı, bela, püsküllü bela, Allahın belası diyecektim aslında, demedim, Allahın ne günahı var o belaysa, başımızın belası, tutturdu bir başkanlık sevdası, yetmedi, yetemedi cb lığı, gözü doymayasıca, gözünü toprak doyurasıca, kıtlıktan çıkmış cb lığını beğenemiyor, geldiğin yer belli, bir yerleri beğendiremedik ona, sen kimsin, kim olduğun belli, pasi, bir millete bunları, bu günleri çektiriyor, inşallah kendi başını da yiyecek bu başkanlık sevdası.

Hep gerilim, hep gerilim, kulağımızda sesi, ensemizde nefesi, bitmedi gitti, karabasan, gulyabani, heyula, bir rahat gün yok bize, ne güne, ne zamana kadar dayanılır bu işkenceye, Allahım ne günahımız vardı da bu illeti, musibeti başımıza musallat ettin, şerrinden kurtar bizi ya rabbim. Seni Allah kahretsin.

***Son gün, yarın referandum var, şu eyaletler açıklaması şifa gibi geldi son son, kararsızların kararında etkili olacaktır diye düşünüyorum, inşallah. Neyine güvendi de bu işlere kalktı diye bir düşünce de gelmiyor değil aklına insanın, bir bildiği, güvendiği olmasa bu yola çıkmazdı diye, aman aklımdan yel alsın. Ya tutarsa mayası çalmıştır olsa olsa, başka ne olacak, birde hayır çıkacak olursa, inşallah, bunca debdebe, tantana, para kaybı, baş ağrısı boşu boşuna, boşuna değil tabi, artık haddini bil demek için bile değer. 

***Cam sil, perde yıka işlerine kalktım, ay ne çok iş, geçen yazdan beri silinmemişti camlar, soğukta başka zorum mu yok, paşa paşa oturdum valla, bütün kış, artık flu görünüyordu dışarısı pislikten, camların pisliğinden yani, el mahkum sildim, daha tam bitmedi, içleri bitti, dışlarda sıra, bir moladan sonra onları da silerim, yoruldum, camları yaz sonuna büyük ihtimalle bir kere daha silerim de perdeleri Allahın emri seneye bahara kadar ellemem, durduğu yerde çamura batmıyor ya, indir, yıka, ütülenecekse ütüle, geri tak, vallahi çok iş, ömrümüzü ev işine mi hibe ettik. Viledayla sildim camları, hiç elimi kirletemem camlar için, ama soğuklarda bantlıyoruz bazı kapı, camları, onlarda bant izleri kalmıştı, yapışkan, onları tinerle temizlerken elim değdi mecburen, ağda bezi kullandım tineri sürerken, aklıma gelen en pratik kullan at o oldu, ben yapmam, yaparsam da tam yaparım, o yüzden kimsenin yalalap şalalap yaptığını da içime sindiremem, kirliyse benim pisim, temizse benim temizim, temizlik formülüm bu, Allah başkasınn eline mecbur etmediği sürece tabi, ama şimdiye kadar her işimi kendim yaptım, alışkınım iş yapmaya, paçalarından para da aksa, yorgunluktan canım da çıksa seninki de can demezdi serseri, hepsi benim vazifem, canımı yolda bulmuş serseri, bir perde asmamıştır, ne de makineden çıkmış çamaşırı bir yerden bir yere kaldırıp koymamıştır, ben varım ya, iki elim ateşte olsa yapacak olan yine benim, başka ne işe yarıyorum, büyük adam, osurdum büyük adamlığına, sefil atın tekmesi sert olur, şimdi ve şimdiden sonra ne bokunu yerse yesin, ben onun parasını yiyorum nasıl olsa, öyle de, böyle de, her koşulda, kurtulduğum güne şükür, ben kaybettim bulan sevinsin, kına yaksın, ömür biter, ona kinim, nefretim bitmez, Allah yüzünü güldürmesin, musibet, insanlıktan pay almamış hayvan.

***HAYIR    HAYIR   HAYIR  demeye gideceğim birazdan.

***49-51 bütün şalterlerim atmış durumda, ben demiştim, demek istemezdim, ama demiştim, ya bir bildiği varsa diye, aziz nesine güvenmiş yine, adam akıllı, kime güveneceğini iyi biliyor, akıllı adama güvenilir tabi, şimdi desem ki kılıçdaroğluna niye aym ye gitmedin diye, bir işe yarar mı, yaramaz, onu da demiştim o zaman, bize çok mu güveniyor, herhalde çok güveniyor diye, öyle de oldu, çok güveniyormuş, anladık, neyse, yenilmedik, ayaktayız, yüzde 49 hiç fena bir oran değil, ysk’ya, anadolu ajansına ve dönen bütün dümen ve dolaplara rağmen, akp, mhp, bbp nin yoplamı 51 etmiş, bu yenilgi değil de bir zafer bile sayılabilir aslında, ama almak istediğini aldı mı, aldı.

Bu sonuçlara göre,

BEN BİR TERÖRİSTİM, bu ülkenin yüzde 49’u terörist, yüzde 49’unun terörist olduğu bir ülkede bu anayasa değişikliği uygun değildir, adil değildir.

ysk’dan o mühürsüz oyların dağılımını istiyoruz, ki bu oylamanın adil sonuçlandığına inanalım, o 2,5 milyon mühürsüz zarfın içinde 600 bin hayır oyu fazlası var mı acaba, varsa eğer bu sonuç geçersizdir.

Maçın kazananı yskspor. Ama bu maç bu skorla bitmez, önümüzdeki maçlara ısınma turu bu. 

***Bir süre önce cb na hakaretle suçlanan avukat sera kadıgil şöyle dedi kanal d de, seçim akşamı, saat 9 gibi,

“sonuçlar önümüzde, 1 milyon 200 bin gibi bir fark var, başından beri geçirdiğimiz süreç ortada, 3 aydır anayasanın a’sını konuşamadan yattık ey kılıçdaroğlu, kalktık ey kılıçdaroğlu, sahada insanlar “bu anayasa değişikliğinden ben de hoşlanmıyorum ama hayır diyenler teröristmiş, ben nasıl hayır vereyim” diyor, böyle bir ortamda, ohal şartlarında, eşit olmayan silahlarla girdiğimiz bir seçimde hayır 49’a dayanmıştır, burada kendini sorgulaması gereken evet cephesi değil hayır cephesidir.”

***Balkon konuşmalarında erdoğanın, beratın, kalının suratları bok gibi, sirke satıyor, eğer kazandıysalar bu suratlar ne, kazananın suratı böyle mi olur, demek ki kazanmadılar, kaybettiler, kaybettikleri bir şeyler olduğu ortada, akp de kazanmadığına göre demek ki kazanan anadolu ajansı partisi, ysk dan “daha oyların yüzde 70’i açıldı bilgisi geldikten sonra sonuçların hiç değişmediğinin, aynı yerde saydığının hepimiz farkındayız değil mi? 

akp + mhp + bbp = yüzde 51, o da eşittir FFFOOooosssss. sonuç fos çıktı, balon patladı.

Avrupa ülkelerinden yüzde 60 evet gelirken amerikadan yüzde 15 evet gelmiş, amerikaya gidenler beyin göçü, avrupa belli, Türkiye de oy verenleri de aynı şekilde sınıflamak mümkün, beyinliler ve beyinsizler takımı şeklinde. Türkiye’nin panoraması da bu şekilde işte, bir beyinlinin oyu ile bir beyinsizin oyu aynı, eşit sayılıyor ne yazık ki, bütün büyükşehirlerdeki artışı, değişimi, hayır zaferini de buna bağlıyorum, büyükşehirler de bu demografik dağılımı göstermeye yeter zaten, oylardaki beyin dağılımını yani. Ayrıca batıdan doğuya doğru da ufalıyor o beyinler, ben değil seçim haritası söylüyor bunu.

Mühürsüz zarf ve pusulalar meselesi var, 2,5 milyon civarında olduğu söyleniyor, ve doğudan, güneydoğudan çıkmış bu oylar, oy pusulalarının sahte olmaması oyların da sahte olup olmadığını da kanıtlar mı, baksanıza videolarda şakır şakır basıyorlar mühürleri milletin gözünün önünde.

***O mühürsüz 2.5 milyon oy pusulasının evet olduğu söyleniyor, yaaa, işte böyle, o suratların niye asık, niye bozuk olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor, hile ile kazanmışlar referandumu, para çalan oy çalmış çok mu, her yol var bunlarda, ha ayakkabı kutusu ha oy sandığı, hırsız için fark eder mi, etmez. Keser döner sap döner, gün gelir o hesap döner. 

***Türkiye genelinde evet oyları, akp, mhp toplamı, yüzde on civarında azalırken hayır oyları yüzde on civarında artmış, ama doğu oylarında evet oyları yüzde on yükselişe geçmiş, bundaki keramet mühürsüz oyların doğudan servis edilmiş olması ile bağlantılı elbette, 3 ana büyükşehir ve tamamında 30 büyükşehirin 17’sinden hayır çıkmış ama kazanan evet, bu matematikte bir yanlış yok mu sizce de, o referandum hükümsüzdür, hiç boşuna sevinmesinler, chp nin de peşini bırakmaya niyeti yok, bu ülkede bundan sonra yalancıya, hırsıza, arsıza, müşrike geçit yok, vermeyeceğiz. 

***levent gültekin adlı kişi “Fiili tek adam rejimi uygulamalarının ülkede yarattığı büyük tahribat var. Bütün bunların ağır sonuçları olacak. Hayır’ çıksaydı, iktidar, bütün bunların sorumlusu olarak ‘Hayır’ diyenleri gösterecekti. Aynen 7 Haziran sonrasına benzer bir durumla karşı karşıya kalacaktık. Döviz artacak “Sorumlusu ‘Hayır’cılar” diyecekti. İç barış daha da bozulacak “‘Evet’ çıksa böyle olmazdı” diyecekti. “İstikrarı ‘Hayır’cılar bozdu, bize engel oldular, hepsi onların yüzünden…” diyecekti. Ama artık bir bahanesi yok. Artık anayasal olarak da ‘tek adam.’” demiş.

yüzde 49’un, o 23-24 milyon insanın, onu tek adam yapmak için sandığa gittiğini sanıyor herhalde, züğürt tesellisi mi yoksa sol gösterip sağdan mı vuruyor şebek, ha, sayfa doldurmak için yazdıysa sorun yok, ama bunu da sayfa altında belirtmesi gerek, bu kısmı sayfa doldurmak için yazdım diye, yoksa yazdığı saçmalığın başka bir açıklaması yok, insanlar ne umutlar beslediler bu gün için, ne hayaller kurdular, hepsi hayal oldu, adanan adaklar kesilemedi, acılar soğumadı, soğutulamadı, içleri yanıyor insanların, nereden nereye vuracaklarını bilemiyorlar başlarını, sen bak züğürtün tesellisine, o teselli senin, senin gibilerin olsun, biz gerçekle yaşamasını, gerçeğe göre yaşamasını biliriz, aklını da, varsayımlarını da kendine sakla, hatta bence havada bulut, sen bu işi unut, fazlasıyla adam var zaten bu alanda.

Kendi isteğimizle, bayıla bayıla teslim olalım istiyor ve bu yöne yönlendirmeye çalışıyor olmalı bizi, bu sözlerden benim anladığım bu, oysa biz teslim olmaktan değil, denize dökmekten bahsediyoruz, döktük te zaten, ama dökmemişiz gibi üstüne yattılar. 

‘Hayır’ çıksaydı bir şey değişmeyecek, sadece ülke için ‘bela’ olarak gördüğümüz bir durumu engellemiş olacaktık.” da demiş, “Yani tek yetkili. Ne biliyorsa yapacak, uygulayacak. ‘Hayır’ diyenler açısından dün ile yarının bir farkı yok” da demiş, “Daha yeni başladık. Henüz yolun başında olmamıza rağmen çok iyi başladık” da demiş, ilginç bir adam, kaderci, pollyannacı diyeceğim, ama değil, hiç sanmıyorum, ilk defa okudum, o da biri böyle söylediğini söylediği için, üstelik inanmış söylediklerine, adını duymuşluğum var ama, kulağımda kaldığı kadarıyla onlardan devşirme imiş, ama tam da devşirilememiş görüldüğü gibi, bence, bana kalırsa adil gür 2, kim demiş yeni başladığımızı, biz hep vardık ve olacağız,en başından beri, sonradan eklenenler asıl onlar, aklı sıra fren sistemi yedeklemeye çalışıyor bize, düdük.

Kafası çok karışık o adamın, bu kadar üstünde durmaya değmez. Bazen çok daha ağır konuşasım geliyor hakkında da fren sistemi yüklüyorum kendime, onun bize yapmaya çalıştığı gibi, ağzımı bozduğuma değmez.

***Seçim akşamı seçimi erkenden izlememe kararı aldım, her seçimde onca saatim tv başında geçiyor, oy verdikten sonra zorlu, gerilimli bekleyiş başlayınca kafayı dağıtmak için eve gelip yemek yaptım, ardından saat 5 gibi açtım fazilet hanımı izledim, kızımı da aldım yanıma, beraberce izledik, oğlum geliyor gidiyor bana hayır yüzde 37, hayır 40 diye söylüyor, dalga geçiyor, onlar doğu oylarıdır, değişir diyorum ama her seferinde bir yandan da sinirime dokunuyor, bak kalkar tayyip yerine seni kovalarım, git başımdan dedim sonunda, zaten ödüm patlıyor kötü sonuç çıkacak diye, gelip gelip damarıma basıyor velet, ay ben bunu niye yazmıştım, bir şey yazacaktım, bir yere bağlayacaktım, unuttum, hatırlarsam yazarım.

***Gittim, geldim, saatlerce yürüdüm, başımı taştan taşa vurdum, geçmedi içimdeki acı, sızı, baktım ki bir ben değil, çok insan öyle, benim gibi, herkes dertli, herkesin ağzı mühürlü, mühürsüz oylar ağızlarımızı mühürlemiş, açılmıyor ağızlarımız, ne diyecektim onu da hala hatırlayamadım, hatırlayacağım da yok bu gidişle, aklım, her şey karmakarışık, üzgünüm, herkes üzgün, göz göre göre, kaybetmediğimizi bile bile kaybettiğimiz için, hırsız oldukları için, ankarada yapılanların, 2014 mansur yavaş- melih gökçek seçiminin, türkiyede de tekrarlanmasına izleyici kalmayacağız, atı, oyu çalıp çalıp kaçmaya alışkın olanların ardından bakmak yerine önlerine geçeceğiz, bu defa, yemezler canım, denize dökmeye devam.

***Bundan sonrası için gözler kılıçdaroğlunda, bu sefer de bir şey yapmazsa zaten bileceğiz ki, ya fetönün adamıdır, ya amerikanın, ya bilmem neyin, bizim adamımız olmayacağı aşikar olacak, şimdilik oldukça sert ve tutarlı söylemleri, bakacağız, selin sayek böke bugün meclisten bile çekilebileceklerini söylemiş, bekliyoruz hamleleri, ki ali kemal mi, ingiliz kemal mi, fransız kemal mi olduğunu anlayabilelim.

***Oy vermeye 3 kişi gittik, 2 oğlum ve ben, 3 hayır verdik yani, hayır, hayır, hayır, oy verdiğimiz okul yine oturduğumuz yerde, incekte bir ortaokul, yeni yapılmış, güzel, lüks bir bina, şehit ömer halisdemir ortaokulu okulun adı, 15 temmuz şehidi, Allah rahmet eylesin, duvarlarda onun fotoğrafları var, askeri üniformalı, kin, savaş, nefret kokulu bir binaya dönüşmüş o yepyeni okul, o çocuklar her gün o isimle, o resimlerle muhatap, kimliklerini, psikolojilerini etkilemiyor mudur bu durum, etkiliyordur elbette, önceki gün çıktığımda da kızımın okuluna gitmiştim, yine incekte bir anadolu lisesi, bir kişi bağışlamış o okulu, bir hayırsever, ve onun adını taşıyor, ondan da Allah razı olsun ve Allah rahmet eylesin, yine yeni ve çok güzel bir okul, duvarlarda bilim insanlarının resimleri, bilgileri, düşünceleri yer alıyor, bir eğitim, öğretim yuvası olduğu her halinden belli, iki okul da devletin okulu, birinde kin ve nefret tohumları atılıyor çocuklara, diğerinde bilim, sevgi, niye bu fark, okula, camiye, kışlaya siyaset sokulmayacak diyordu kılıçdaroğlu, ortaokulda bile var, git caddeye ver adını, aklına neresi geliyorsa oraya ver, okula vermek niye, o çocukların bunda suçu, günahı ne ki bu suçu, günahı çocuklara, on yaşındaki çocuklara, çektiriyorsun, a be insafsız.

 ***selin sayek böke nin sinei millet açıklamasından sonra bir açıklama daha yapıldı ve bunun yapılmayacağı söylendi, böyle önemli bir kararı selin sayek böke kendi başına mı verdi, bence de yapılmamalı, bu akp nin ekmeğine yağ sürmek olur, körün aradığı bir göz, biri eğri biri düz, pek sevinirlerdi böyle bir şey yapılsa ortalık hepten bize kaldı diye, bu da chp ye bir tuzak mı diye düşünmeden edemiyor insan, bir gaz vericiler vardır mutlaka arkasında olan, artık herkese, her şeye dikkat zamanı, devir sahte adil gür ler devri, kalp para gibiler ama ısırınca dahi anlaşılmıyorlar, yanlış anlaşılmasın, selin sayek böke dir demiyorum, onun da vardır, olabilir ardında fişekleyenleri, ama olmaz da demiyorum, herkes olabilir, ben dahil, en ufak bir sapışımda basın yaygarayı, ben öyle yapacağım, önüme gelen herkese, rastlayayım yeter, herkes arkasına, önüne iyi bakacak, bakamayanlar vatanım sensini izleyip niye bakmaları gerektiğini anlayabilirler.

Bu demektir ki düşmanımızı, dostumuzu iyi kollayıp bileceğiz, levent gültekinle başlamıştım zaten bu dizine, adil gür 2 diyerek, adını bile anasım yok, bu sebeple dahi olsa da, devam edeyim bari, doğu perinçek ne evet ne hayır, bizim derdimiz millet demiş mesla, o da kendince bir taraf belirlemiş, biz de elbette onu o tarafa oturtacağız bir güzel, adil gür 3, bundan başka, yavuz baydar adındaki zat, artgerçek diye bir yerde yazıyormuş, okuyayım demeyin, bir sürü zırva, kafanızı yorduğunuza değmez, ben özetleyeyim, referandum tekrarlanırsa akp öncekinden daha güçlü çıkarmış, kaybedermişiz, tek çare chp nin sinei mellete dönmesiymiş, çok biliyor, adil gür 4, yakaladıkça affetmeyip yazacağım böyle.

***”Sabah saat 6:00 civarı erkek arkadaşımın evine sivil polislerin gelmesiyle başladı mevzu. Polisler tüm evi aradıktan sonra Moda’da hayır yürüyüşünü retweet yaptığı için toplumu galeyana sürüklemekten ifade vermeye çağırıldı. Şimdi gözaltında 12 saat oldu. Avukatımız tüm dilekçeleri verdi dün ve bugün 60’tan fazla insan gözaltında. Yarın çıkmasını umut ediyoruz. Ohal’de gözaltı süresi 4-5 günden 30 güne kadar uzayabiliyormuş. Nöbetçi savcı ifadeleri alırsa daha hızlı sonuçlanabilir. Söyleyecek çok sözüm var. Ama sakin kalmaya çalışıyorum. Durumun genel olarak vehameti zaten biliniyor ama ne yazık ki olaylar yanınızda intikal ettiğinde daha net yüzleşiyorsunuz.”

Bu not dün facebookta yazılmış, dün gözaltılar, facebook hesapları kapatmalar başlamış, “hileli, hülleli evet” sonrası evet yaptırımları başlamış bulunuyor, atı çalan üsküdarı geçemedi, ama yavuz hırsız ev sahibini bastırdı ya, bu sonuçlar olağan, “mimli” facebook hesapları kapatılıyor, içeri alınmalar var, sabırla bekleyip durduğumuz günler geldi çattı, gözümüz aydın. olur a, denk düşer, benim de facebookum, o kişisel, veya burası kapanırsa beni böyle hatırlamaya devam edin, ve bildiklerinizden şaşmayın, ben doğru bildiğimden şaşmayacağım. Onlardan korkan onlar gibi kahpe olsun. Facebook veya bizler.biz vatanımdan daha değerli değil, hiçbir şey vatanımdan daha değerli değil.

***Onca hayhuy, debdebe, sıfıra sıfır elde var sıfır, kazanan da yok kaybeden de, kazanan kaybetti, kaybeden kazandı, akp de depremler olacakmış diyorlar, yakışır, başkanlık kazanıldı ama onun başkan olup olmayacağı tehlikede diyorlar, bu iyi haber, tam 5 dizi izliyorum, yorucu olmaya başladı, vatanım sensin, istanbullu gelin, fazilet hanım, cesur ve güzel, kalbimdeki deniz, önem sırasına göre yazdım, vatanım sensin tam da bu günlerimizi anlattığı için iyi gidiyor, miralay tevfik, ingiliz ajan, ve içine nifak tohumu ektikleri, para ile besledikleri dönekler bugünleri anlatıyor, istanbullu gelinde anne itici, hoyrat, erkeksi, kaba davranışları var, bunun dışında dizi iyi, konu akışı iyi, gerçek öykü olduğu için iyi akıyor, fazilet hanım çok belaltı vuruyor, para konusundaki konular cinsellikle harmanlanıp çok belaltı vurulmaya başlandı, bu da beni rahatsız ediyor, bu kadar da değil yani, belki bu kadardır ama anlatım biçimi bayağı, anlatmak istediği şeyi doğru bir biçimde aktaramıyor, cesur ve güzelde de eğri, çıkış eğrisi aşağı doğru evrilmeye başladı, dizidekilerde bir sıkılma hali var, kalbimdeki deniz konuyu bitirdi kendini tekrarlıyor, sıkıldım artık, aydan şener eklendi, yüzü botokstan bambaşka bir şey olmuş, erkeksi, kocaman bir yüz, keşke çizgileri kalsaydı yüzünde, eminim o çizgiler çok daha yakışırdı botokstan, bir anlamda benim de hayatımı anlatoyor kalbimdeki deniz, o yüzden bırakamıyorum herhalde, bir anlamda değil öyle, ben de bir o.ç. tarafından üç çocuğumla bir başına bırakıldım, kuru ekmeğe muhtaç kaldım, şimdi değilse de çok uzun zaman, denize yardım elini uzatan, evlerini, yüreklerini açan iyi yürekli insanlar kalbimdeki denizde kalmışlar galiba, bana hiç rastlamadı, Allah hepsinin müstehakını versin, bildiği gibi yapsın, başta o o. ç. olmak üzere bütün görüp te görmezden gelenlerin, çocuklarımın günahlarını çeksinler, o köprülerin altından ne suların geçtiğini biz biliyoruz, ben ve çocuklarım, başkası değil. Beni on yıldır, yirmi yıldır beni keyifle izledikleri yetmemiş, şimdi keyifle kalbimdeki denizi izliyorlar, hiç utanıp sıkılmadan, sizin gibi dostum olacağına düşmanım olsun daha iyidir, hiç değilse düşmanım olduğunu bilirim, ona göre davranırım, game over, eğlencenin sonu, size bu kadar eğlence yeter.

Bir, iki gün önce markette kızım edebiyat öğretmenini gördü, adam bana çok iyi bir evlat yetiştirmişsiniz, tebrik ederim, çok memnunum ondan dedi, hayatın bileşkesi, çarpanları, bölenleri vardığın sonuç, ben sonuca bakarım, herkes sonuca bakar, düşmez kalkmaz bir Allah, gül gibi kızım, evlatlarım var.

Güzel haberler de almıyor değilim bu arada, o beni tınlamayıp dağıttıklarına resti çekmiş biri, benden buraya kadar demiş, yirmi yıl önce, hadi onu da geç, on yıl önce aklın neredeydi, çünkü benim tepemin tasının atışı on yıl öncesine tekabül ediyor, kim kimi on sene, yirmi sene taşıyor, sırtlıyor, gel sen beni taşı bakalım kolaysa, çok değil, üç gün, param olsa da olmasa da ne kimsenin hakkına göz dikerim, ne minnet ederim, (ama da lafımı sokarım, o ayrı, yer bildirimi, yerini unutanlar için hatırlatma kaynağı, unutmuş ayağına yatanlara, her fırsatta, ağaç kovuğundan çıktım ben, bunu ne unutmaya ne de unutturmaya niyetim var, her savaşın bir yeneni, yenileni, kazananı, kaybedeni, gazisi, şehidi var, ben kaybettiysem başkaları da benimle birlikte kaybedecek, tek taraf kaybetmiyor savaşlarda, kayıplar karşılıklı oluyor, hayatta da öyle) ne de kimseye göz göre hakkımı yediririm, yedirirsem de bir yere kadar, bir sınırı var, Allahın en aptalı ben miyim, ben çalışayım, çabalayayım, sabahtan akşama kıçım yer görmesin, el yesin ona bakayım, ne zamana kadar, benim de sabır zamanım on yıl öncesine kadarmış, bana yolluyordur bilgiyi, hah hah hah, güleyim bari, akıllanmış olması hiçbir şeyi değiştirmez, artık her şey için çok geç, bu ülkede atı alan üsküdarı geçti bir kere, sür eşeğini niğdeye, anca biraz olsun işim azaldı, rahat ettim, beş kişinin işinden bir kişinin bile azalması çok iş, 5 kişinin işi ile 4 kişinin işi hiç bir değil, ben kaybettim bulan sevinsin demiştim zaten, sevinen de olmamış garibimi, yazık yazık, parası da para etmemiş desenize, oysa daha birkaç ay önce olunca veriyorum, dayanamıyorum demiş oğluma, sadece ona değil üstelik, her isteyene, kendini mazur, haklı gösterecek ya oğluna, ben oğlunun bu konuda nasıl düşündüğünü çok iyi biliyorum, elbet bir gün o da öğrenecek bunu, iyi adam canım, dayanamıyor, adam değil melek, adam değil darphane, ben fakir o zengin, bana yok ele çok, ben eşek o adam, bul da yaptır eşekliğini yapacak bir eşek.

Eşekliğini ben yaparken sorun yoktu, gül gibi geçinip gidiyorlardı, al gülüm al gülüm şeklinde, ben eşekliği bırakınca eşeklik ortada kaldı, birinin yapması gerek o eşekliği, bizim eşek alışkın eşekliğinin yapılmasına, öteki eşek te eşekliği değil hazırını yemeyi sever, alışkın ya, niye yapsın eşeklik, şimdiye dek ben yapıyordum o da yata yata yiyordu nasıl olsa, tabi sorun çıktı, anlayacağınız ikisi de uyuz eşek, soyu bir uyuz eşekler, velhasılı takke düştü kel göründü, iki uyanık beni yiyorlardı diri diri, biri o yandan öbürü bu yandan, canımı alıncaya kadar devam edeceklerdi bıraksam, aptal aptal da bir yere kadar, ben bilmiyordum sanki yan gelip yemesini, şimdi birbirlerini yesinler de ben seyredeyim biraz, Allahtır, öyle düşürür birbirine, mazlumun ahını sorar öyle adama, parmağı yok ki gözüne soksun, burada bana da ohlanmak düşer.

Aman onlar kedi ile köpek gibidir, daha geçen ay 4 bin vermiş, bu bildiğimiz, bilmediğimizi zaten bilmiyoruz, o yüzden iki gün hırlaşır, üçüncü gün yine yüz göz olurlar, ağzından girer burnundan çıkar yine alır alacağını o yosma, başlarına yansın o paralar, birbirlerinin hayrını göremesinler, Allah bildiği gibi yapsın, hakkımı, çocuklarımın haklarını yanlarına da komasın, ve benden uzak istediğine yakın olsunlar, hatırlayıp canımı sıktığıma bile değmezler. Adam sende, her şerde var bir hayır, bu, bu denli pislik olmasaydı ben böyle kolaylıkla kurtulamayacaktım elinden, boş geç, sefama bakayım, onun pisliği üstümden gitti ya, üstüne ben sadaka vereyim, çekilecek dert değildi.

Hayattaki en büyük servet, benim için, onun hayatımda olmayışı, başlarına yansın paraları, kendi insan olmayanın parası olsa kaç yazar, hafta sonu, bizi gezdirecek, iyi baba, üç küçük çocuk, binersin arabaya, üç saatlik yoldan sonra harap bitap gelmişsin abanta, vur, tut getirmiş abanta, itiraz etsen ne olacak ki, o bildiğini okur, deli, zordeli, acıkmışsın, çocuklar acıkmış, çeyrek ekmeğe sucukla doyurur karnını üç saatlik yoldan sonra dönersin eve, koca gün, yediğin bu, gezdin mi gezdin, gezdirmedi mi, gezdirdi, yemek parayla benzin bedava, uzun yol tır şoförü olacakmış, sabaha kalmış, yol gitsin, o gitsin, başka ne bilir ahmak, ver arabayı gezsin, kendi gönlünü eğlendiriyor, bizi değil, Allah paradan önce akıl verecek insana, sı.ıyim onun parasına, insan değil leş kargası, ömür törpüsü, boynun kıldan ince, olmuş Allahın, ye derse yersin, giy derse giyersin, Allah belanı versin. Anlatsam daha neler var, ankara dan antalya ya gidersiniz, yol 6-7 saat, vardığınızda sorar, acıktınız mı, acıkmasanız iyi olurdu yani, para gidecek, e götürme madem, yine 3 çocukla elbette, onun her yeri para olsa kendi beş para etmez, parası mı yok, cebinden taşıyor, böyle bir manyak, kafayı sıyırmış deli, bu kadarı yeter, sıkıldım bu konudan.

*Sıkılmam geçti, oradan devamla, geçen gün eve dönerken oğlum markete gidecek miyiz diye sorunca bir an sanki bunu soran, arabayı kullandığı için ve sonuçta ona benzediği için olabilir, neyse ki görüntü olarak, o imiş ve evet dersem kavga çıkaracak, bağırıp çağıracakmış gibi geldi, korktum, evet demeye korktuğumu fark ettim, yoksa zaten o markete gidelim mi diye bir soru sormaz, sormazdı yani, ben sorardım bunu ve karşılığında aldığım cevapların içimde bıraktığı iz bu, korku, siz düşünün artık o arabadaki bağırtıyı, çağırtıyı, ben çocuklarımı büyütmeye çalışırken bir yandan da çocuklarımı büyütemem için bana engel olmaya çalışan bir manyağa karşı savaş verdim, bu hikayenin en başından en sonuna kadar, onun parasına bir kere değil bin sıçmalı, son gördüğüm dönem, 2 yıl önce bir gün markete gittik, genelde öyle şeyler yapmaz, lutfetti, bezelye, fasulye gibi bir şey alıyorum, yardım etmesi için çağırdım, ya poşeti tutsun, ya da doldursun diye, çocuklarımla öyle yaparız, bana kötü kötü baktı ve terslenerek yürüdü gitti, bunlar benim için bilinmedik hal ve tavırlar değil, özellikle markette, az sonra kasaya gidecek olmanın ızdırabıyla, bunun kaç katı kavgalar yaşandı marketlerde, bırak, onu alma, bunu alma şeklinde, ne düşünüyordu acaba bana kızarak yürüyüp giderken, hem parasını vereceğim hem de ben mi dolduracağım mı, ne yaparsan yap bana ne mi, sizce ne olabilir, ben bulamadım da, manyak pislik, bokunda boğul, bak şimdi yine hem parasını yiyorum hem de ona hizmet etmiyorum, onun parası ile rahat rahat markete de gidiyorum, o çalışsın ben yiyeyim, ne güzel, markette dırdır eden, vırvır eden de yok, paşa paşa sayıyor oğullarının eline paraları, adalet sonunda yerini buldu.

***Şu yunan adaları işi, ben bile benimsemişim yunan adası olduklarını, yunan adası diyorum, 16 Türk adasının işgali, 14 yıllık işgali akp nin adaları satışı ile ilgili olmalı, yoksa bu kadar tepkisiz kalmazlardı diye düşünüyorum, bir karşımıza geçip göbek atmadıkları kaldı, yine tepki yok, yine tepki yok, bence sattıkları için ses çıkarmıyorlar, yoksa şimdiye kadar kükremişti aslanım eyyyy yunanistan diye.

Dün kızılaya giderken, eskişehir yolunda, bir köprü, üst geçitte bir reklam gördüm, bir doktorlar topluluğunun fotoğrafı var, şöyle yazıyor reklamda, obezite ameliyatı bir ekip işidir, bir hastanenin reklamı, birileri hastalandıkça, çözümsüzlüğe düştükçe birileri ellerini oğuşturuyor, işte elime düştü, düşecek diye, kızılaya varınca daha çok anladım meselenin vahametini, rahat gördüğünüz beş kişiden biri obez, ve gençlerde çok daha fazla, dünyada ikinciymişiz zaten bu konuda, amerikadan sonra geliyormuşuz, sonunda bir konuda dünya ikinciliğini yakaladık ama iyi bir konuda değil, kadın hamile, bakıyorsunuz yanındaki erkek ondan daha çok hamile görünüyor, kadınlarda basen, erkeklerde göbek şişmanlığı almış başını gitmiş, gidişat hiç iyi değil, ben de uğraşıyorum bu mesele ile, kilo meselesi ile, bahsetmiştim zaten, insülin direnci, gluten hassasiyeti ile baş etmeye çalıştığımı, kilo veremedim belki ama almayı durdurabildim, ki bence bu da bir başarı, yükselen bir eğride gidiyordu çünkü, en azından durdu, kiloyu yapan kalori, o da yağlarda, şekerde, unlu gıdalarda bolca var, bunlardan kaçınmak gerekiyor, meyveyi de sınırsız yemek gibi bir hak yok, o da şeker içeriyor, ye ama sınırlı, günde iki, üç kere, miktarı da çok değil, bir elma, iki değil, bir defada bir elma, bir portakal, bir muz değil, her seferinde bir tanesi, aslında her şeyden önemlisi miktar, yediğiniz miktarı az tutmayı hedeflediğinizde çözülebilir bu iş, bir öğünde toplamda bir kaseyi, hadi olsun bir tabağı aşmamak, ve o ölçeğe riayet etmek, mideyi genişletmemek, ki bir dahakine daha çok şey istemesin, ölçüsünü bilsin, bir anlamda mideyi terbiye etmek, mideyi şımartmamak, özellikle ekmekle şişirmeye alıştırmamak, tabi ki hep doğru şeyler yiyerek, artık dinleye dinleye hocası olacağım bu işin, kelin ilacı olsa başına sürermiş, sürüyorum ama dur bakalım ne olacak, çağın veremi, vebası bu, obezite, ve gençlerde çok yaygın, işin garibi çokta rahatlar bu konuda, obezliklerini hiç takarmış gibi bir halleri yok, daracık pantolonlarla rahat rahat geziyorlar, ben bu yaşımda rahatsız oluyorum kilomdan, ki benden çok daha kilolular, bu rahatlığı anlamak mümkün değil.

Sabah kilom 76, akşam 77’yi geçirmemeye çalışıyorum, sınırlı, kısıtlı ve doğru yiyerek, dikkat etmeye başlamadan önce 80’in üstüne çıkıyordu akşam kilom, sabah kilom da 78, 79’u buluyordu, bu hesapla bir, iki kiloluk bir düşüşlük var gibi görünse de bence değil, kontrol sonucu oluşan geçici bir durum, ucunu bir bıraksam aynı çizgiyi anında bulur, bir günün içinde, tamamen günlük yeme performansıma bağlı bu iş, deneme yanılma yoluyla çok test ettim çünkü, böyle böyle azalacak belki, bilemem, hep birlikte göreceğiz, ama uzun bir zaman alacak gibi görünüyor, öyle ha deyince olamıyor yani, bu biraz da benden kaynaklı belki, çokta riayet edemiyorum söylediklerime, söylemek ve yapmak, uygulamak farklı şeyler, kızım dondurma yerken, poğaça yerken ben yemiyeyim mi, yiyorum, ne yapayım, çözüm ona da yedirmemek, başka çaresi yok, benim yerime kızım zayıflayacak, kadın ata binmiş, at zayıflamış misali. Kaymak ta ekmeksiz yenmiyor ki kardeşim, hem kaymak hem ekmek, ödün, ödün nereye kadar! Her ödünün bir sınırı var.

***Her köşe başı kahveci doldu, ucuz, oturup kalkması kolay diye talep te görüyor, çoluk çocuk, genç herkes oralarda, vakit geçiriyor, sosyalleşiyor, kalbimdeki denizde, cesur güzelde hep ellerinde kahve var, habire kahve sevgisi pompalanıyor insanlara, alt yazılımlar yapılıyor, peki bu içtiğimiz kahveler vücutta ne gibi etkiler yapıyor, sinir, gerginlik, stres, uykusuzluk, kalp çarpıntısı, sonrası ise dalaşma, sataşma, kavga, hırlaşma, ani parlamalar, ani ürkmeler, ani korkular, her an tetikte gibi, çünkü sinirler her an gergin, hiç iyi bir gidiş değil bu gidiş.

Çay da çok farklı değil ama kahve kadar etkili değil, türk kahvesi de filtre kahve kadar olumsuz değil, filtre kahveler beter bir şey, şu nescafe, kapiçino denen cinsleri, kahveden çok uyarıcı niteliği taşıyor, demek ki bir uyuşturucular var birde uyarıcılar, ki her ikisi de tehlikeli, kahve, yani filtre kahve bunların başta geleni, çok masum gibi görünüyor değil mi oysa, içerken yani, hiç değil, çok ceremesi var, dikkat edin, özellikle genç, savunmasız vücutlarda çok kolay hakimiyet kurabiliyor, sinsi sinsi yerleşiyor vücuda, kafeinle kendine bağımlı yapıyor, istettikçe istetiyor ve girdiği bünyeyi kendi benliğinden çıkarıyor. O ünlü sözde olduğu gibi kırk yılın başı, kırk günün başı içilirmiş, şimdi her an, her gün gözümüzün önünde. Kırk yıl hatırı olanın artık kırk gün tesiri var bünyede, iki düşünüp bir içilmeli, özellikle gençlere dikkat, üniversiteye hazırlanırken uyumamak ve diri kalmak adına başlıyorlar kahveye, sonrası kafein bağımlılığı, bağımlılık moduna ulaşıldıysa durdurulmalı, çünkü gence ve dolayısıyla etrafındakilere zararlı.

Birde nazar denen şey var ki, evlerden uzak, her gün üşenmeyip oturup kalkıp nas, felak, ayetel kürsi okumak lazım, 7’şer kere, merde, ne zaman nazara uğrayacağınız hiç belli değil, nazar kötü göz demek değil, asıl iyi göz, imrenen göz, beğenen göz yapıyor nazarı, bundan yirmi yıl önce bir komşum, arkadaşım vardı, hala var, küçük oğlum bir, iki yaşlarındayken, çok severdi oğlumu, hala sever, ama onu gördüğümüz gün mutlaka düşerdi oğlum, pattadanak, hiç istisnasız, çok sevdiğim bir insan ama gözü öyle, etkili bir göz, o yüzden görüşmeyecek değilim, geçen gün bana geldiler yine eşiyle, kızımı övdü, güzelliğine baktı, saçlarına açıp baktı, ertesi gün kızımın saçları sapır sapır dökülmeye başladı, geçmişten de bildiğim için tecrübeliyim, okudum üfledim kızıma, ama ben neden olduğunu akıl edene kadar kızımın saçlarının yarısı gitti, önce esprisine söyledim, baktım ki dökülmenin duracağı yok işi ciddiye aldım, durdu, yine ne zaman biri kızımı beğense ayağını burkarak gelir kızım, oğlak burcu, bir keçinin en hassas, en önemli yeri neresidir, ayak bileği, bunlar, özellikle nazar hiç uydurma değil, mezarlıktakilerin yarısı nazardan yatıyor derler, bu bilgileri, bu kadim bilgileri bizden sonrakilere aktarmak ta artık bizlerin görevi, yoksa gençler ne bilsin başına geleni.

***Benden uzun süre siyaset falan beklemeyin, burnuma kadar dolmuşum referandumda, uzun bir süre boşaltmam lazım, haber bile izlemek istemiyor canım, böyle çaydan, kahveden geçiririz günleri, ama şu albatros parkını yazacağım tabi, bu sefer golü chp büyükçekmece belediyesinden yemişiz, vatanı satan satana, ha sağ ha sol, fark etmiyor, o park denize 0 mesafede oldukça büyük bir alan, bulunca metrekaresini yazarım, şimdi arayıp kafamı dağıtmayayım, 160 milyona araplara satılmış, sıradan bir yeni dairenin 2, 3 milyona satıldığı günümüzde 50 daire değerinde, kat hakkı da verilmiş o alana, bu demektir ki 40-50 katlı binaları çıkacaklar, yani sadece bir gökdelenin alacağı kadar para bile değil 160 milyon, geri kalanlar cebe, baktım, 30 dönümmüş arazi, ankarada incekte 40 dönümde yapılan ons inşaatta yaklaşık bin daire ve sosyal alanlar varmış, 37 dönümlük bulvar loftta 820 daire varmış, ve sosyal alanlar, onlara daha çok para ediyorlar üstelik, paralı müşteri garantili çarşı pazar, birde bunlar denizin dibinde değil tabi, ankarada, bedavaya gitmiş, demek istediğim o, bir o kadar, belkide çok çok daha fazla parayı aracı olanlar, yani belediyede satanlar almıştır kesin, her chp li sütten çıkmış ak kaşık mı? Bal tutan parmağını yalar bizde.

Yani demek istediğim sıradan bir vatandaş bile arsasını verirken yüzde elli ile anlaşma yapabiliyor ise en az bin dairelik ve en az bir o kadar çarşı pazar getirili bir arsa nasıl oluyor da, denize nazır, daire başına 3 milyondan hesaplarsak 50 daire fiyatına üstelikte araplara veriliyor, orası trilyonluk arsa, kimin cebine, ceplerine girdi ise o para arasın, bulunsun, açıklansın.

***Nazar kötü göz demek değil dedim, bu doğru, ama bu kötü gözün olmadığını göstermez, o apayrı bir konu, biri, yani kötü biri nazar değdireceğim diye baksa değdiremez, bu onun elinde, gücünde, yetkisinde olan bir şey değil, bu nazarın varoluş yasasına aykırı, ama kötü olmak, kötülük yapmak, fitne fesat karıştırmak kötü gözün, kötü insanın elinde, bir iyi ruhlar var bu dünyada birde kötü ruhlar ve kötü ruhların sayısı giderek artıyor, şeytanın ele geçirdiği insan sayısı giderek çoğalıyor, bu dünyanın gidişatı için üzücü, yeni nesil çok çok daha şeytanın oyuncağı, şu anki lise çağı, üniversite değil, 2000 yılı ve sonrası doğanlar, yani o civar. liselerde bozulma, çirkinlik, çirkeflik had safhada, o yaş gurubunda yani, küfürleşmeler, paslaşmalar, hiç iç açıcı değil, genel olarak yani, aralarında temiz, iyi kalmayı başarabilmek bayağı bir efor gerektiriyor, bunlar yarın nasıl insanlar olacaklar hiç bilmiyorum, bayağı bir sorun çıkaracaklar gibi görünüyor, annelik müessesesinin yıkılışına bağlıyorum bunu, küçüklükte anne ile gerekli ve doğru iletişimi kurmayı başaramayan, çalışan anne, vakitsizlik vs., veya yanlış iletişim, ruhlar kendini boşlukta buluyor ve olmayanları da kıskançlıkla o boşluğa çekmeye çalışıyorlar. Bunda o şeytan icatlarınn da etkisi büyük elbette, cep telefonları, tabletler, hepsi her an ellerinin altında, kötülüğe bulaşmak, yakınlaşmak için geçiş paravanı.

***Sen reddetsen de aklın, bilinçaltın yoğrulduğun hamuru reddemiyor, üzerine tezler, muhakemeler yapıyor, benim de işim aklımla siz arasında aracı olmak, yoksa benim neyime, dermişim, güzel bir çocuk filmi var, vardı, talihsiz seüvenler dizisi, ona benzetiyorum şu anki halimizi, önce çıktı başkanlık, başkanlık diye sayıklamaya başladı, tam sustu, unutuldu derken bahçeli fırladı ortaya, başkanlık için oylama yapalım dedi, bunu söyleyişinin sebeplerini yazmıştım, tekrarlamaya gerek yok, söyleyeyim, hatırı kalmadın, ibne işte, hırla, gürle, yalan dolanla meclisten geçti, kılıçdaroğlu elinde kozu olduğu halde aym ye gitmeyeceklerini açıkladı, o kadar emindi ki çıkacak sonuçtan aym ye gitmeyi gerekli bile görmedi, sonuç olarak yüzde ikilik bir farkla başkanlık kabul edildi, kılıçdaroğlu üzüldü, danıştaya, aihm e başvuruyor, siz de benim gibi bunun bir talihsiz serüvenler dizisi değil de kurgulanmış bir oyun olduğu hissine kapılıyor musunuz yoksa bu konuda yalnız mıyım? Ne dersiniz, sizce de oyuna mı getirildik?

O vurmuş, bu pişirmiş, şu yemiş, geri kalan da hani bana, hani bana demiş, burada hani bana diyenler galiba bizleriz, avuç yalattıtırılan, vatanım sensini izliyorsunuz değil mi, izmir de o dönem yaşananları, insanların nasıl birbirlerine düşürülüşünü, oluşan kafa ve ortam karışıklığını görünce bugünü anlamak hiçte zor gelmiyor insana.

***Facebookta bir yazı gördüm, nescafelerle ilgili, bu konuda benimle aynı kafada olanlar varmış anlaşılan, kısaltarak aktarayım, nescafe yakılmış kakao, yakılmış fındık kabuğundan oluşur ve vücutta hormon değişikliği yaparmış, süt tozu için kimyasallarla yakılarak siyahlaşan süte tekrardan beyazlaşması için tabak yapımında kullanılan melamin katılırmış, yani plastik, bütün bunlar karaciğer ve damar yağlanmalarına sebep olurmuş, ve dolayısıyla kansere, bu sebeple ilaç firmaları nescafe şirketlerini paraca desteklerlermiş, üç fincan nescafe iki paket sigaraya eşitmiş, zehir olarak, biri duman diğeri melamin zehiri, sonuç ikisinde de kanser olurmuş. Durum benim sandığımdan, düşündüğümden çok daha vahimmiş nescafe konusunda, ben bu kadar çok boyutlu almamıştım meseleyi.

Bu melamin bebek mamalarında, bebe bisküvilerinde, hazır çorbalarda, yoğurtta da varmış, hal böyleyse kaşar peynirinde hayda hayda vardır, zaten plastik gibi, geçen gün haberlerde ithal muzun geliş süresinde gelişiminin durdurulduğundan ve bunun kanserojen etkisinden bahsedildi, sanki bizim muzlar, meyveler depolarda aylarca bekletilmiyormuş gibi, bu durumda neler yediğimiz, içtiğimiz hiç belli değil, bu hafta sonu osman müftüoğlu toksik kilodan bahsetti, az da yense, hareket te yapılsa verilemeyen kilodan, yani benim gibi, hipotiroidden olabilirmiş, ya da  toksik birikimdenmiş, sebze ve sebze suları önerdi, sebzelerin toksiklikleri yok mu, onlar da tarım ilaçları içeriyor, düşmüşüz bir bok kuyusuna debelenip duruyoruz anlaşılan.

***Hal böyle olunca ve bu kilolar benden gitmemeye inat ettikçe ben de inat etmeye karar verdim, çünkü nelerden vaz geçtim ve kilomda bir milim kıpırdanma yok, araştırmayı daha da derinlere götürdüm, hipotiroide baktım. bulguları tam ben, birebir uyuyor, kilo alma ve kilo verememe, ödem, şişkinlik, ensede yağlanma, devamlı yorgunluk, bol dinlenme araları, duygu durum bozukluğu, hatta depresyon, cilt kuruluğu, kaşınma,  saç, kaş dökülmesi, adet düzensizliği, işitme, kulak problemleri, kabız, erken yaşlanma belirtileri, acıkamama, yataktan tok kalkma ve uzun süre yiyememe, kahvaltı edememe, gün boyu tok olma, daha önce de yazmıştım gün boyu bir kase çorba ile durduğumu, tok olduğum için yiyemediğimi, bir kase çorba ile bir gün boyunca tok olunmaz, olunmamalı, daha fazla toksik madde almamak için kapıları kapalı tutuyor olmalı mide, veya karaciğer, veya hazmetme işlemini bir nedenle, mesela iyot, tuz eksikliği sebebiyle, üşüme veya ateşlenme, ama genellikle üşüme, bazen yorganın altında saatlerce belime kadar buz gibi kalıyor, bir türlü ısınamıyorum, bende ne varsa onda da var, demek ki en az on yıldır bu bela başımda ve ben doktorlarda gezmemek adına bu çileyi çekmişim, miyomun da nedeni bu, ekşisözlükte biri şunları yazmış, “doktor cikolata, kakao, kahve, yesil ve siyah caydan tamamen uzak durmami. taze baligi ve yesil sebzeleri cok sik tüketmemi, bol bol denize girmemi söyledi” doğal beslenmeyi önermiş, bunları uyguladıktan bir yıl sonra doğal olarak, yani ilaç kullanmadan tsh, t3, t4 değerleri düzelmiş, buradan da anlaşıldığı üzere hipotiroid iyot eksikliğinden kaynaklanıyor ve o maddelerde, yani kakao, kahve, çikolata, çayda iyot azaltıcı maddeler var, bu maddelerin ortak özelliği kafein içermeleri olduğuna göre büyük olasılıkla kafein iyot düşmanı, çocuklarımız büyürken ilk ellerine tutuşturduğumuz şey olan o cici cici çikolatalar geçen gün kızılayda gördüğüm obez kitlenin de sorumlusu demek ki. Bu ülkenin tamamının çay tiryakisi olduğu, her sabah ve istisnasız her gün çay içtiği, bir o kadar da kakao, kahve, çikolataya itelendiği, tazyiklendiği düşünülürse bu sonuç kaçınılmaz zaten.

osman müftüoğlunun bahsettiği toksik kilonun toksikleri de bunlar, kahve, kakao, çikolata, çay, şimdi ilk işim bunları göz önünden kaldırmak olacak, yallah kapalı dolaplara, evde olan kahveleri, bir çeşit değil tabi ki kahve, çayı, atmasına da atarım da, hiç gözümü kırpmadan, hani gelen giden için, gerçi onlara da vermemek lazım, ama adetten, ne yapalım, birbirimizin kuyusunu kazıyoruz yani bunları birbirimize ileterek, sunarak, ben çayı zaten içmem, hiç içmem, sevmem, bizim evde çay içilmez, kahveyi de olsun olsun haftada bir, bilemedin iki kere, çayın da kahvenin de müptelası değilim, müptelası olduğum çikolata ve çikolata kaplı dondurma, iştahla yediğim damak çikolataya, ki daha dün yarısını tek başına yedim, çocuklarımın elinden kaparak, pek severim, bayılarak sık sık yediğim çikolata kaplı algida bademli dondurmaya da elveda diyeceğim, bir daha onlarla asla işim olmaz, şu kaderin cilvesine bak, algida türkiyede yayılmaya başlarken ilk pazar araştırmasında bakkalları gezmiş, yerlerini belirlemiştim, anketçi olarak, kendi tuzağımı kendim kurmuşum, 23 yaşında ve 40 kilonun altındaydım o zaman, şimdi 51 yaşında ve 77 kiloyum, her iki rakam da yaklaşık iki katı olmuş, demek ki kilolar yediğim onca algida sayesinde, kaç algida yemişimdir kim bilir, çocuklar bahanesiyle, yine doktora gitmeyi düşünmüştüm, yine vazgeçtim, kanımı alırlar, kan tutar beni, gitmeyeceğim, birde bunu deneyeceğim, bakalım neler olacak.

Kızım da benim gibi, hatta benden daha fazla bu keyif vericilere düşkün, bu aralar çayı, kahveyi çok kaçırmış, farkındayım zaten, kapuçino falan alıp içiyor kafasına göre, çikolata alıcısı da o evde, dün de o almış, ben bir süredir bıraktım o işi, bunlara kafayı takalı beri, bir iki haftadır yoğun kalp çarpıntısı olmaya başladı kızımın, pat pat pat atıyor kalbi, 100 -110 civarında, duygu durum bozukluğu gelişti yine bu süreçte, ruhsal çöküntüler yaşıyor zaman zaman, duygusal iniş çıkışlar, olmadık şeylere üzülüyor, ağlıyor, tesellisi de bana düşüyor tabi, şöyle olmuş, böyle olmuş anlatıp duruyor bana, küçücük dünyasının leblebi dertleri ona dert olmuş, küçük, çelimsiz bir vücudu etkilemek çok daha kolay tabi ki, pek çelimsiz değil gerçi, 49 kilo, ancak bu yaşla da ilgili, 15 yaşında, bu yasaklar onun için de geçerli olacak bundan böyle, önceden de uyarıyordum çok içmemesi için ama bundan böyle sıkıya alacağım işi, hayat memat meselesi sonuçta, gözümün ışığı kızım, benim işim gözünün üstündeki kaşından bile korumak onu.

Bu son yazdığım şeylerin ne kadar hayati ve önemli bilgiler olduğunun idrakinde olduğunuzu düşünüyorum, etrafta onca aptalca şey varken oturup bunları okuduğunuza göre, sadece kendinize saklamayın, çevrenizle paylaşın bu bilgileri ki, kopyalayın, yapıştırın, veya başka yerlerden bulun, onları paylaşın, ama mutlaka paylaşın ki birbirimize bir faydamız dokunsun, el birliğimiz olsun, dosta düşmana karşı, bu da bir içten çökertme planı belli ki, sağlığımızla oynuyorlar, istedikleri gibi, ben de boşa üflememiş olayım burada, ki hiç boşa üflediğimi düşünmüyorum, pek çok konuda, en azından yazdıklarımın yüzde doksanında, bu hiç az bir oran değil, anlayana, eşim benzerim yok, bunu biliyorum, asla olmadı, olmayacak ta, benim de özelliğim bu, eşsiz, benzersiz oluşum, yine yazmıştım, dünyada amerika birinci, türkiye ikinci obezlikte, bu bir tesadüf değil elbette, küçük amerika olmayı başarmışız bu konuda, tabi amerikanın dayatmalarıyla, starbucks, caribou, nescafe, mc donalds, vs. toprak olarak alamadıklarını sağlık olarak, para olarak alıyorlar bizden, gerek yedirip içirerek gerekse ilaca, doktora para verdirerek. Yazmıştım, hatırlarsınız, kore de kadınların ortalama ömür süresi 80 olmuştu, bunu geleneksel beslenmeye borçlu oldukları söyleniyordu, şimdi, yani bütün bu yazdıklarımdan sonra ne demek istedikleri çok daha iyi anlaşılıyor.

Düşündükçe paranoyaklaşıyorum, hamburgerin yanındaki patates kızartmaları niye veriliyor, özendiriliyor mesela, patates kızartmasının ilk aşaması sivilce, sonrası sivilce kozmetikleri kazancı, ardından roankutan ilacı satışı, roankutan satışı sonucu ise genel sağlık bozulumu, doktor kapıları, başka başka ilaçlar, maksat piyasa canlansın, para akışı olsun, deşelesen daha neler var, sağlıklı olmak için yerken sağlığımızdan oluyoruz, dışarda ne yesem beni hasta ediyor zaten, midemi bozuyor, üstüne para verip rezil oluyorum, yedikten bir süre acı acı kokular, tatlar gelmeye başlıyor ağzımdan, kötü yağlardan olmalı.

 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *