Press "Enter" to skip to content

Günlük 2vv Eylül’15

***Kızım liseye başlıyor, bugün okuluna gittik, bir anadolu lisesi, kayıt formalitesi kalkmış, sadece bir form dolduruyorsunuz, iyi olmuş, fotoğraf, fotokopi falan yok, kayıt parası bile istemediler, bir top kağıt, pul vs, hayırdır inşallah, ilk gidişte birde seçmeli dersler belirleniyor, size verilen kağıtta seçmeli derslerin en başında din dersi seçmelileri var, 3,4 tane, toplam seçmeli ders adedi 15-20 civarında, ama ilk göze batan din dersleri, son 3-5 yıldır bütün okulların müdür ve yardımcıları da din dersi hocalarından oluştuğu için üzerinizde din dersine yöneltmek gibi bir baskı oluşturmaya çalışıyorlar izlenimi uyandı bende, yapabiliyorlar mı, hayır, ben seçmeli dersi seçerken karşımda duran kişinin yüz ifadesinin değişmesi, değişiyor olması beni etkilemez, ama bir başkasını kolaylıkla etkiliyor olabilir, beni etkilememesi bir başkasını da etkilemediği anlamına gelmez.
Bu yılda en çok atamanın yapıldığı ders din dersi, öğretmen ataması yani, Türkiye’de bir devrim mi oldu da bı kadar din dersi öğretmenine ihtiyaç duyuluyor, hayır, olan sadece din öğretmenlerinin müdürlüğe terfi ettirilip boş kalan yerlerinin doldurulması, o müdür atamaları da bitince eski dozajına inecek bal gibi, işte o yüzdendir ki seçmeli din dersi seçilmesi konusunda baskı uygulamaya çalışıyorlar, yemezler canım, kızım astronomi, bilişim ve sosyal etkinlik derslerini seçti.İnançsız mıyım, hayır, ama bana zorla dayatılana karşı dururum, etki tepki prensibi, benim aklım yokta onlar mı benim aklımı yönetecek, herkes kendi aklını kendine saklasın, kendine lazım olur, hem zorunlu din dersi zaten var, o benim için yeterli, daha fazla çocuğa üstelemenin, bu sayede belkide dininden soğutmanın alemi ne?
Bir söz vardı eskiden, yarın ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için çalışın gibi bir söz, bunlar, bu takunyacılar bu sözün bir kısmını unuttu, diğer kısmını görür oldular, oturup kalkıp sadece din öğrenip din yaşayacaksak niye bı dünyadayız ki, hep beraber intihar edip öbür dünyaya kavuşalım olsun bitsin, bu dünya biz bu dünyayı unutup diğer dünyayı yaşayalım diye mi var edildi, yaradan bizi öbür dünyada var etme gücüne mi sahip değil, yaradan sınırlarımızı belirleme, buna zorlama yolunu seçmeyip bizi serbest iradeli bırakma yolunu seçmiş iken kullarının ne haddine bizi hizaya çekme çabaları, Allah kimseye kimseden fazla imtiyaz da tanımadığına göre herkes kendi işine baksın, herkesin aklı var, fikri var.
Sayıca bu kadar fazla din adamı yetiştirmek insan israfıdır, emek israfıdır, çünkü bir din adamı üretmez, çalışmaz, sadece verileni aktarır, ve yine ne derler, çalışmayanı Allah sevmez, evet, din öğretilebilir pekala ancak yüzbinlerce insanla değil, buabartı sınırını bile aşar, üretime bir katkısı var mı din adamının, yok, çalışanların ödediği vergilerle maaşları ödenir, yani çalışanların, üretenlerin ödedikleri vergiler ile yaşar, öyle ise bu işe bir sınırlama getirilmeli, Allah yüz binlerce din adamı çalışanların sırtından geçinsin de demez zannımca, O ki adildir.
***Evime 300-500 metre uzaklıkta, çok net görünen bir yerde kaza olmuş, yanından geçerken fark ettik ancak, ne duyduk ne gördük, T şeklinde bir kavşak, iki araç birden kaldırımı aşıp yolun dışına fırlamışlar, ve halleri harap durumda, içinde olanlar da öyledir büyük ihtimalle, altımızda saatli bombalarla yaşıyoruz, ne vakit patlayacağı belli olmayan. Orada, durdukları yerde burun buruna, iç içeler, sanırsınız yolda değilde orada çarpışmışlar, ama orada çarpışmış olmaları söz konusu değil, yolda çarpışıp yapışık bir şekilde savrulmuş olmalılar, korkunç.
***Bugün, 13 eylülde başak burcunda gerçekleşecek olan güneş tutulmasıyla yılın en vurucu süreci başlıyormuş, geçmişten bugüne kadar yaptıklarımızı karşımıza çıkaracakmış, evrensel bir değişim sürecine giriyormuşuz, hiçbir şey gizli kalmayacakmış, hepimizin hayatına yeni yollar eklemenin de zeminini hazırlayacakmış, hiçbir şey eskisi gibi olmayacakmış, yani çok iddialı bir tutulma demek ki, Allahtan hayırlısı, twitburç’tan.
***Pırasa çıkmış, kış kapıda, incecik incecik, kızım görünce istedi, aldık, sanki yermiş gibi, 1 hafta pırasa bana baktı, ben pırasaya baktım, artık tam atmaya karar vermişken caydım, pişirdim, pişirmeye elim varmadı çünkü ne zaman pişirsem çöpe gidiyor, yemiyoruz, bu sefer değişik pişireyim dedim, pırasa, havuç, patates ve domatesi ufak doğradım, yağ ekledim, karıştırdım, düşük ısıda kapağını hiç açmadan pişirdim, granit veya seramik tava veya tencerede, tahta kaşık kullanarak, tuz ekledim, limon da yakışıyor, kızım da yedi, ben de, bazı şeyleri kalıplamışız böyle yenir diye, bir domates katsak olay oluyor sanki, öyle yenmezse böyle de yenir, önemli olan sonuç, yani yenmesi, nasıl yendiği değil, ama bu yaz bir kere daha anladım ki en sevdiğim yemek patlıcan beğendi, yani patlıcan kısmı, patlıcanın en sevdiğim hali, öyle bir tat yok, pişirirken biraz limon eklenirse daha bir beyaz oluyor gibi geldi. Tarifi yemek türk sayfasında var, yapımı çok basit zaten.
Pırasayı bir kez daha yaptım, yine yenmedi, bizim evdeki kaderi bu demek ki pırasanın, artık zorlamayacağım.
***Bugün 16 eylül, dediğim gibi evleneceksen geli izlemiyorum, bugün biraz göz attım, iyi ki izlemiyorum dedim, ne ileri gidiyor ne geri, geçen yılki aynı kişilerle devam ediyor, adı stil bilmem ne olan programın eleme gecelerini izliyorum, Kemal Doğulu’nun İvana Sert’e attığı çapkın bakışları eğlenceli oluyor, İvana Sert’in ilk girişinde, kızlar da eğlenceli, favorim Tuğçe, ne istiyorlarsa o kızdan, üzüp duruyorlar, Nazlı Kaya da güzel, güneşin kızlarını izlemeyi bıraktım, dayanma sınırımı aştı, izlemiyorum, yazın öyküsü fena gitmiyor, onu izliyorum, dün bir dizi başladı kanal d de, deniz hikayesi mi ne, Emir Berke Zincidi var, büyümeyen çocuk, bir türlü büyümedi, dizide iş yok gibi, tam Türk filmi, senaryoyu yazanın erkek olduğunu düşünüyorum, çünkü kadınlar kendi aralarında asla o kadar açık saçık konuşmazlar, 1,2 bölüm daha bakarım, işime gelmezse bırakırım, ama anne rolündeki kadını beğeniyorum, kendime iyi bak filminde sevmiştim, o filmde olan bütün oyuncuları sevdim zaten, onun hatırına izleyebilirim belki.
***Yürüyorum ya, artık her güne çıkardım, en az 30-40 dakika, 200-300 metrelik bir yürüyüş yolu var, kırmızı topraklı, düz, yokuşlu değil, gidip gidip dönüyorum, uçan kuş, yürüyen dört, iki ayaklılar benden soruluyor, herkesle konuşur, bir laf atarım, hamilelere sezaryen olmayın diyorum, illa ki, demeden geçmem, sıcakta sıkı sıkı giydirilmiş bebeklerin alt zıbınlarını açarım, güneşlensinler diye, esiyorsa kulaklarını örttürürüm, yoksa kulakları ağrır, peşime takılan olursa siyaset muhabbeti yaparım, fetodan girer tayyipten çıkarız, dünya bana güzel, bir köpeklilerden pek haz etmem, çoğunlukla pislik bırakıyorlar çünkü, yürürken tiksiniyorum onları görünce, yürüme hevesim kaçıyor.
Gürcistanlı, Türkmenistanlı çocuk bakıcıları oluyor genellikle etrafta, baktıkları çocukları gezdiriyorlar, bugün bir tanesinin boynu V şeklinde kapkara idi, pütür pütür, kaplumbağa derisi gibi, V nin dışında kalan yanı beyaz ve güzel, güneşten olmuş, yıllardır öyleymiş, güneş artık çok fena, anında kapkara ediyor, güneş koruyucu sürülen ve sürülmeyen yer çok farklı oluyor, bazen tam sürememiş olduğum yerlerden görüyorum farkı, bu yıl fark ettim bunu, şimdiye kadar bu kadar etkili değildi güneş ışığı, birde pis bir siyah, hiç hoş değil, kavrulmuş gibi, iyi korunmak lazım, özellikle boyun kısmını, güneşe direkt maruz kalıyor çünkü, ve hassas, en doğrusu boynu kapalı giyinmek, güneşe çıkılacağı zaman.
***Oğlumun ergenlik sivilceleri yoğundu, geçen yıl ve bu yıl antibiyotik kullandı, çeşitli kremler, ilaçlar sürdü, hiç kar etmedi, en son the body shoptan çay ağacı serisini kullandı, yıkama jeli, tonik, yağ ve maske, sonunda işe yarayan o oldu, ama yağı gerekli değil, aldı ama onu kullanmadı oğlum, roakutan diye bir sivilce ilacı var mesela, ve kullanımı çok yaygın, karaciğeri etkiliyormuş, onu oğlum kullanmadı. Sivilcenin tek sebebi yağlar, zararlı yağlar, kızartmalar, pastane ürünlerinin içindeki trans yağlar, kızım onları yer yemez bütün sırtında sivilce patlaması yaşanıyor, yüzünde de. Şampuan, saç kremi, banyo lifi, makyaj malzemesi, bütün ürünleri başarılı the body shopun, makyaj malzemesi lorealla aynı fiyata satılıyor, yüksek değil yani.
***Genç erkekler spor yapıyor, spor yapan genç erkekler protein tozu kullanıyor, güzelim kaslarıyla kızları kendilerine çekebilmek için, benim oğlum da kullanıyor, dün yine biriyle konuştum, yaklaşık 6 yıldır kullanıyormuş oğlu, kalpte sorunlar başlamış, çok incelemesine anlatmak istemedi, şimdi iyi Allaha şükür demekle yetindi, ama doktorlara falan gidilmiş kalp için, ana babaların içi kan ağlıyor, evlatlar bildiğini işlemeye devam ediyor, anne babalar artık çocukları tarafından kendilerine özel olarak atanmış banka, hizmetli olarak görülüyor ve o şekilde kullanılıyorlar, acıktım yemek isterim, param bitti para isterim, nereden gelmiş, nasıl olmuş soran yok, ne laftan anlayan var, ne söz dinleyen, seçenek çok, dünya nimetleri gözlerinin önünde akıyor, olanağı da yarattırıyorlar bir şekilde, bir yolunu buluyorlar, onda var bende niye olmasın mantığını işletmek yeterli oluyor istediklerini almak için, onun anne babası veriyorsa sen niye vermeyesin, senin farkın ne, benim farkım ne, fark varsa da bana ne, maaşlı anne babadan bir kişinin kazandığını bir evlat bitiriyor mesela bir ayda, harçlık olarak, diğer maaşta eve yetiyor, ve nasıl baş edeceklerini bilemiyor anne babalar.
***Ben görmedim, duymadım, bilmiyorum taktiğini uyguluyorum artık çocuklarıma, nasıl olsa desem de bir şey değişmiyor, onlar bildiğini okumaya devam ediyorlar, onlar kendileri için kendilerine üzülmek zahmetine katlanmıyorlarsa ben neden katlanayım, bir iki kez söylüyorum güzellikle, baktım anlamıyorlar bende unutuyorum gitsin, zarar görecek olan kendileri, bu riski göze alıyorlarsa benim ne etkim olabilir ki onların üstünde, söz gelimi bu protein tozu, içmesi hoşuma gidiyor mu, gitmiyor, ama ben dediğim için vaz geçiyor mu, geçmiyor, madem öyle bende olduğu gibi kabul ediyorum, onlarınki can benimki patlıcan mı, guguklu saat miyim ki her saat başı öteyim, uyarır söylerim, bir iki kez, ondan ötesi onun bileceği iş, biliyorum ki kendimi paralasam da bir işe yaramayacak, sonuçlarına da katlanılacak, benim içinde, onun içinde, sonuç her koyun kendi bacağından, gerçek bu.
Gece eve gelmiyor mu, gelmesin, nerede kalması gerektiğini bilecek kadar aklı var, bütün gün bilgisayarda oyun mu oynuyor, oynasın, göz onun gözü, benim değil, protein tozu içiyormuş, içsin, zararını kendi çekecek, bende ben demiştim diyeceğim, üzüleceğim elbette, o kadar, hangi birine aklım, canım yetsin, yeterince kendimi yıprattım bunlarla, bundan sonrası böyle, beni aşıyor, benim kaldırma kuvvetim bu kadar.
***Bir deniz hikayesinin ikinci bölümünde iş hikayeye döndü gerçekten, hikayeyi o ona, o ona anlatmaya başlayınca kapattım, bir daha izlemem, bitmiştir, hiç anlamıyorum şu senaristleri, anlatacak konun yoksa, aynı konuyu ona, buna anlattırıp duracaksan niye oturup yazarsın, bu millet senin enayin mi, ki aynı şeyi elli kere dinlesin, bunu paramparçada da çok yapıyorlardı, onu da geçen sene bir süre izlemiş, bırakmıştım, yeni taktik bu, anlatacak bir konun yoksa aynı şeyi elli kişiye anlattır, yeter ki dizi süresini doldursun, hadi oradan, bu milleti böylelikle aptal ettiler işte, aynı şeyleri temcit pilavı gibi önlerine sürerek, millette ne olup bittiğini anlayacak zeka bırakmadılar, senarist kadınmış, kadınlar arası konuşmalarda biraz fantazi yaratmak istemiş olmalı, höst yani. Bütün kadınların kaptana ayılıp baylmaları da ayrı bir maskaralık.
Birde on yıl öncesine gidilirken sanki 70’lere gidiliyor, bir dolu hata, saçmalık var.
***Ya boşaltsınlar o şehri, ya da ıslah etsinler, ya da ıslah etmeyip kaderine terk edenleri Allah ıslah etsin, böyle bir maskaralık görülmüş değil, İstanbul’dan bahsediyorum, bayram tatili bahanesiyle çocuklarımla gittik, bi heves, gittiğimize, gideceğimize bin pişman olarak 24 saat içinde geri döndük, çünkü o 24 saatin yarısı trafikte geçti, bir kere şehre giremiyorsunuz, girseniz çıkamıyorsunuz, bir tuzak, labirent gibi, Allah orada yaşayanlara sabır, dirayet, her ne gerekiyorsa ve en başta akıl versin, yaşanır mı öyle yerde, araba ile bir yerden bir yere gitmek en az 2 saat, taksimden bebeğe akşamın on’unda 2 saatte gittik, hayrete şayan, saat onda Ankara bomboş olur, cirit atarsınız arabayla boş sokaklarda, sokakta insandan yürüyemiyorsunuz, insan tutuyor insanı, kaçıp kurtulasınız geliyor, bayramın 1. günü akşamı İstanbul’daydık, ertesi akşam aynı saatte oy birliğiyle geri dönmeye karar verdik, döndük.
Ankara İstanbul arası 4 saatte bitiyor, otoyollar, tüneller, her şey iyi, gel gör ki şehre giriş en az 2 saat, yol otomatikman 6 saate çıkıyor, bir takılıyorsunuz trafiğe, köprünün çok öncesinde, git gidebilirsen, İzmit’e uğradık giderken, İzmit’ten İstanbul girişi iki şeritli, birde emniyet şeridi var, Ankara’da iki şeritli yol diye bir şey yok, kalmadı, hepsi genişletildi, o nasıl İstanbul’muş, istanköy, tam bir saat sürdü o yolu aşmamız, bir saatte 3-4 şeritli yol derken giriş minimum 2 saat, ertesi akşam dönüşte de aynı, yol ilerlemiyor bir türlü, her yer araba, köprü yolu dolu diye fsm’ye döndük, orası da aynı, şehir içi trafiği zaten kilitli, yürümüyor, oturmaktan emboli atacak diye korktum, o kadar oturtulur mu insanlar, bunun yaşlısı var, çocuğu var, bu nasıl bir gaddarlık, acımasızlık, bu nasıl bir felaketse, olağanüstü hal ilan edilmeli İstanbul’da.
Hal böyleyken akp li belediyenin her defasında seçimleri kazanmasına ne demeli bilemiyorum, birkaç seçenek var aklımda olan, ya aptallar, ya kanıksamışlar, ama daha önemlisi çoğunluğun eğitimsiz, cahil oluşu, ki yollarda görülen manzara o, tam bir köyden indim şehire şehri, yoksa şehri bu hale getiren bir belediye oy alabilir mi, 5 tane daha fsm yapılmalı şehre, yolun rahatlaması için, ve o köprülere giriş çıkışlar 5 -10 şeritli falan olmalı, 2 şeritli değil, o yapılan 3. köprünün de bir işe yarayacağını sanmıyorum çünkü hiç göremedim, çok uzakta olmalı, şehrin yoğunluğuna bir faydası olmaz yani, ancak oyalıyorlar milleti, bir şey yapıyoruz diye, ortada yapılan bir şey yok oysa, İstanbul’un daha çok camiye değil yollara ihtiyacı var, cami yeterinden fazla var.
Acaba bilinçli olarak mı bu hale getiriyorlar yolları, millet uçağa yönelsin, thy kazansın diye, bunlardan her şey beklenir.
Taksim çevresi Ankara’nın ulus’u gibi, farklı olarak yarısı yabancı, her milletten insan var, istiklal caddesi insan seli gibi, oldukça geniş ve uzun bir nehir, göz alabildiğine, kara kafalar nehri, çok sayıda kara çarşaflı, peçeli var ortalıkta, Suudi Arabistanlı olmalılar, ama asıl yeme içme yerlerindeler, içkisiz mekanlarda, bebek’te yoklarda Aksaray’da varlar mesela, ortalıkta da yoklar, sadece yeme içme yerlerindeler, lokantaların önüne mersedes vito, vianolar yanaşıyor, minibüs yani, önde bir şoför ve sakallı bir herif, görünürde başka kimse yok, çünkü arka camlı değil, tamamen kapalı, arka kapı bir açılıyor, 8-10 tane kara çarşaflı, peçeli kadın iniyor ve lokantaya giriyorlar, lokantanın %90’ını o kara çarşaflılar oluşturuyor, büyük bir lokanta, 1-2 masası Türk sadece, en az beş yüz, bin lirayı bırakıp masadan kalkıyorlar, biz bile 4 kişi 250 ödedik, emlakçılar arapça yazı dolu, bir garip bir şehir İstanbul, hiç içim ısınmadı, aklım karıştı, bu ülke bu insanlarla iflah olmaz noktasına geldim, Ankara’nın gözünü seveyim, İstanbul’un en güzel yanı Ankara’ya dönüşü, çok ciddiyim, espri falan değil yani, değil Ankara gider dağda bayırda tarla tapan ekerim de İstanbul’da yaşamam, bırak ya, aklımı mı kaybettim.
Onca tv kanalı varlığını orada sürdürüyor, diziler, programlar, haberler, bu şartlarda, acıdım o insanlara. İnsan içindeyken ne yaşadığını fark edemiyor ya ondan olmalı, birde benim gözümle görseler İstanbul’u, güzelliği batsın, ben güzele güzel demem, o güzel beni çirkinleştiriyorsa, adam on yıl erken ihtiyarlar orada, ömür törpüsü.
Birde boğaz turunda güneş altında kalmıştık, teknede, teknenin büyüğü, adı her neyse, güneş çarpmış bana, yola çıkar çıkmaz uyuklamaya başladım, 24 saat neredeyse aralıksız uyudum, aklım biraz başıma gelince duşa girdim de düzeldim, bu İstanbul beni fena çarptı, bir daha gidelim demem herhalde, aklım başımdaysa!
***İstabul’un özel üniversiteleri bir bitirim, taksime yakın dar bir sokakta hukuk fakültesi var mesela, eski bir binada, beykent üniversitesiydi sanırım, galatasaray üniversitesinin binaları da şehir merkezinde, Ankara’da şehir merkezlerinde sadece dershaneler olur, İstanbul bir garip. 
Orada nasıl yaşanır, evin işine, işin evine yakın olur, gider gider gelirsin, başka türlü yaşanmaz, o da İstanbul’da yaşamak mıdır, İstanbul yaşanacak yer olmaktan çıkmış, zulüm şehri.
***At kestanesi naftalin yerine kullanılıyormuş, elbiselere, bakliyata, bir yürüyüş arkadaşı söyledi, geldim, yürümeye devam, çok gitmiş gibi, ay ne olacak benim bu halim, nereye gitsem 3 gün kalamıyorum, kurtlu muyum neyim, kestaneyi bende toplayıp elbise dolabına ve bakliyat dolabına koyacağım, gerçi güve yok evde ama dolaplarda kestane olmasının bir zararı yok, hem dekoratif dedi o arkadaş, süs olarak ta kullanıyor olmalı, gerçekten öyle, pırıl pırıl parlıyorlar, bende şu ağacın nesini ekip dururlar der dururdum, bir bildikleri varmış meğerse.
***Yarın okullar açılıyor, kızımın okul pantolonu, gömleği, hırkası, çantası, kemeri Mavi’den alındı, ayakkabı hariç her şeyi, favori markam mavi, her şeyi kaliteli, bildiğim, şimdiye dek kullandığım en iyi marka, geri kalan hepsini salla gitsin, hiçbirine girip bakmıyorum bile, mavi’ye girip alıp çıkıyorum, hepsini denemişim zamanında nasıl olsa, ve hiçbirinden memnun kalmamıştım, waikiki, benetton, gap, coton, mudo, park bravo, levis ve diğerleri, hepsi birbirinden kötü ve kalitesiz, diğerleri kısmına ise fabrika, network, polo, zara konabilir, onlar bir derece daha iyi, daha iyi olanlar marks and spencer, tommy hilfilger vs. daha da pahalı olanları burada zikretmenin hiç gereği yok, onların alıcısı zaten belli, bence hiç gereği yok, mavi herkese, her keseye göre bir marka, ve kaliteli, diğer saydığım markalar da maviyle aynı fiyata satıyorlar ama asla aynı kalitede değiller, mavinin de kendi içinde kalite katmanları var ama, seçmek gerekiyor, kotlarda gold ve Amerika serisi iyi mesela, gide gele ustası oldum mavinin, gitmek için 3 ayrı nedenim var, kendim hariç, çocuklarım elbette, her biri için bakmak, bakınmak zorunluluğum var, pantolon dışındakiler göz hesabı alınmalı, hepsi iyi diye bir şey yok, seçmece. Pahalı gelirse sezon sonu yarı fiyatına her halükarda, beklenebilir.
***Şampuan veya saç kreminiz bittiğinde hemen atmak yerine ağzı kapalı olarak baş aşağı bekletirseniz 3-5 yıkama yapacak kadar birikiyor, nasıl olduğunu bende anlayamadım ama öyle, bir kez denedim, bittikten sonra 3-5 kere daha kullandım, akan her türlü şişe için geçerli bu.
***2-3 ayda bir spor ayakkabıların kirlenmiş olanlarını seçer, makineye atarım, büyük çamaşırlar programında, ön yıkama ve yıkama yaptırırım, kısa ayarda, az deterjanla, durulatır, suyunu boşaltır, çıkartırım, girdikleri halinden daha iyi çıkarlar, yanına çok kirli olmayan temizlik bezlerini, paspası da atarım, hepsi temizlenirler.
***Bu tablet bana hiç yaramıyor, ne zaman elimi atsam kulağım çınlamaya başlıyor, ondan olduğu artık kesin.  İki tık tık için laptopu açmaya da üşeniyorum, daha doğrusu aklıma bile gelmiyor.
***Yaz’ın öyküsü bitti, öyle pattadanak, zorlama bir sonla, emir büyük yerden ani gelmiş olmalı, geçen bölüm böyle değildi, olaylar, akış birdenbire değişti ve bitti, kötüler cezasını buldu, iyiler mutlu oldu. Dizisiz kaldım, şu an için izleyebileceğim dizi yok, güneşin kızlarını geçtim, bir deniz hikayesini geçtim, kösem sultan başlayacakmış, bilmiyorum ki, Hülya Avşar’ın kösem sultan diye kasım kasım kasılmasını çekebilir miyim, zaten kasımpatı, bir bakarım, ama ben tarihi dizileri sevmiyorum, muhteşem Süleyman’ı da izleyemedim bu sebeple, o kasvetli giysiler içimi karartıyor, sakallı herifler, ağır aksak bir akış, sanırım izlemem, günümüze uyarlasalar ya, özgün olmak zorunda mı, mesela muhteşem süleymanı Kemal Doğulu oynasa;)))
***Evden adam sayısı eksilince, şıkıdım şıkıdım, yine dolap operasyonu yapmaklığım tuttu, çoklu askılardaki pantolonları katlayarak yerleştirmeye karar verdim, çoklu askılardan boşalan yerlere dün bauhaustan 10 adet raf yaptırdım, 20-25 cm aralıkla pimlerini çakıp rafları koydum, hepsini ben yaptım, kimseden yardım almadan, birkaç günden beri bir haller oldu bana, enerji patlaması yaşıyorum, dün bir saniye olsun oturmadım, atom karınca gibiyim, ayrılık acısı yaradı galiba;))) şekere dair bir şey yemeli yıllar oluyor, en az 5-10 yıl, akıllının biri yeme demiş, yememişim, birazda sabit fikirliyim, burcum sabit, boğa, bir bağlandığım şeyden kolay kolay vazgeçemiyorum, farkında olsam belki geçeceğim de yok, olmuyor, ne pekmez, ne bal, sadece meyve yemişim şekere dair, şeker zaten yok, sıfır, ne pasta, ne baklava, sıfır, bu hal enerjimi düşürmüş demek ki, azıcık yemeye başladım, bal ve tahin-pekmez, pasta falan değil, yanlış anlamayın, hayatta yemem, dermişim, yerim tabi de, kırk yılın başı, bal ve tahin-pekmezden olmalı, o hızla marketin bütün gelenlerini bir defada taşımaya kalkınca, okullar açıldı iş yine başa düştü, birde belimi incittim, ağrısı ancak bir gün sonra geçti, ya geçmese, aman aman, bel ağrısı başka bir şeye benzemiyor, en temel direk. Ağır kaldırmak hiç akıl işi değil.
Geri gelelim konumuza, pantolonlar çoklu askıda çok yer işgal ediyordu, şimdi raflarda eskisinin yarısı kadar yer işgal ediyor. Askı yerleri altta, raflar üst kısımda yaptım, öyle daha kullanışlı alıp koyması, görmesi, göz hizasında olmalı, önce tam tersini yapmıştım, askılar üstte raflar alttaydı, dolabın her yeri delik deşik, o olmadı öyle, bu olmadı böyle derken epey çalışma yaptım içinde, birde raf aralıklarını geniş bulup daralttım mesela, ne kadar sık raf o kadar çok eşya, 22-25 cm yeterli, alt ve üst kısımda olursa 30 cm olmalı, alt ve üstte görmesi, alması zor oluyor, bir marangoz olarak düşüncem bu, gömlekler hala çoklu askıda, dolabın alt kısmında, bu defa istediğim gibi olmuştur umarım dolap, yoksa benden daha çok çekeceği var dolabın. Tencere koyduğum dolabın rafını da sıklaştıracağım, tek raflı, bir alta bir üste daha koyacağım, 3 raflı  olacak, yani 4 gözlü. Elbise dolaplarının raflarını ince tabaka  aldım, tencerelerinki kalın olacak, taşımaz çünkü.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *