Press "Enter" to skip to content

Bilg. Bağımlılığı 2 Aralık’11

*Rahmi Saltuk?un 21 yaşındaki oğlu pencereden düşerek ölmüş. 5. kattaymış evleri. Allah rahmet eylesin. Sabaha doğru 5 gibi gelmiş eve. Bir konserdeymiş, bira içmiş. Geldiğinde baba ve abla uyanık. Babasına iyi geceler demiş, ablasından sigara almış. İçmiş. Sonrası camdan düşmüş.  
Anlatılanlar böyle. Bana Cenk Koray?ı ve oğlunu hatırlattı bu olay. Baba oğul tartışırlarken pencerenin açılır kapanır kısmı oğluna gelmiş ve ölmüştü oğlu. Kim sabah 5?te eve içkili gelen 21 yaşındaki oğluna ?hoş geldin oğlum? der? Ve kim bile bile özene bezene büyüttüğü oğlunu ölüme gönderir? Benimki sadece bir akıl yürütme, tahmin. Herhangi bir suçlama yok içinde.
Oğlan çocuklarının büyümesi çok sancılı geçiyor evlerde. Özgürlüğünü ele alma tutkusu çok yüksek erkek çocuklarının. Eğer yoksa da oradan buradan desteklenerek kabartılıyor bu duygu. Anne baba karşılıklı çatışma içindeyseler ?ki genelde bu böyle- erkek çocuk bu boşluğu fırsat bilip aradan sıyrılmaya çalışıyor. Kendi doğru bildiğini okumaya yelken açıyor. Açılan yelkenli sert bir kayalığa çarparsa ise olanlar bu raddeye geliyor.  
Benim evimde de yaşanıyor 3 aşağı 5 yukarı aynı şeyler. Ben kısıtladıkça oğlum ?daha fazla özgürlük? diyor. Eğer kreşendo biraz daha yükselirse ?vay başıma gelene?. Yaş büyüdükçe bu çatışmaların şiddeti daha da artıyor. Birde erkek gücü giriyor devreye çünkü. Henüz gücünü zapt etmeyi bilmeyen bir yeniyetme ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Dediğim gibi birde anne baba çatışmalı ise vay ilgilenen tarafın haline. Ki bu genellikle kadın, yani anne oluyor.
Gerçi yaşanan bu iki örnekte baba figürü var. Testesteronlar çarpışınca sonuç daha vahim oluyor demek ki! Anne ile olan çatışma çok daha yumuşak geçişli oluyor olmalı. Böylesi bir durumda babaları devreye sokmamak çok daha iyi.
İş ki bu hendeği atlatabilmek; karşıya sağ salim geçmek, geçirebilmek. Ondan sonrası sen sağ ben selamet.
Bildiğim, tanıdığım bütün erkek çocukları bu yaşlarda kaybedildi. Onu, oğlumu kaybetmek istemiyorum. Onun gözümün önünde yitip gitmesine gönlüm asla razı olmaz. 
Benden 3 yaş büyük abimi, çocukluğumun en büyük sevgisini kaybettiğimde henüz lise 2. sınıfta, 16 yaşındaydı. Bir gün gitti ve kayboldu. Onun yokluğunu öyle çok hissettim ki! O gitmemiş olsa eminim ki hayatım çok daha farklı olurdu. Bilirsiniz; o zamanki sağ-sol meselelerini. Lise 2. sınıfta belinde silahla geziyordu. Ona o silahı babam almadığına göre kim almıştı, kim vermişti? O zaman kaybettim abimi. 30 yıl önce. O günden beri ha var ha yok. Var ama yok. Babam, babası tokat atıp köyünü terk ettiğinde de 16 yaşındaymış.
Annem abimi sıkı sıkı tutabilmiş olsa, o silahı abimin belinden söküp atabilmiş olsa, o kadar güçlü bir kadın olsa, kendi doğurduğu çocuğuna sahip çıkabilmiş olsa, ben abimi asla kaybetmeyecektim.
Aynı yazgının devam etmesini istemiyorum oğlum için. Kızımın abisiz kalmaması gerek. Kızımın o abi sevgisine ihtiyacı olacak. Hem de çok. İş bana düşüyor. Güçlü olmam, dediğimi dinletebilmem gerek. Yoksa bütün bunların oğlum içinde tekrarlanması an meselesi.
Bunun olmaması için her yolu deniyorum. İyi, kötü. Bir gün benden ve evden uzaklaştırmakla tehdit ediyorum, bir gün böyle yapma oğlum diyorum, bir gün bundan böyle kendi işini kendin yap diyorum. Onu sıkıştırabileceğim her yolu deniyorum. Yeri geliyor ilgisiz, sevgisiz bırakıyorum. Ama Allah biliyor bu zorlayarak olmuyor çoğu zaman. Çünkü içimdeki ona karşı olan sevginin azaldığını hissediyorum. Bu itiş kakış beni de yoruyor sonuçta.
Dersanedeki hocalarından ?zeki ama çalışmıyor?, ?bilgisayar mı oynuyor? sözünü duymak beni hiç onurlandırmıyor çünkü. Aksine utandırıyor. Ben zeki bir çocuğa yol gösteremeyen bir anne konumuna düşüyorum ki bu hiç hoşuma gitmiyor. Bana ?oğlun zeki değil ama elinden gelen gayreti gösteriyor, çabalıyor ama başaramıyor? deseler bu bile benim açımdan çok daha iyi. Ama öyle dendiğinde, bile bile başarmıyor dendiğinde içim acıyor. Benim yetersiz kaldığım söyleniyormuş gibi geliyor çünkü bana. ?Sen çocuğuna yön verebilecek kapasitede bir anne değilsin? diyorlar gibi geliyor bana. Yerin dibine geçiyorum.
Zeki bir çocuğu herkes doğurabilir, büyütebilir. Önemli olan o çocuğa doğru şekli verdirebilmek. Bunu yapamıyorsanız, bu başarısızsınız demektir.
Bizdeki bilgisayar problemi, malum. Bizim evdeki harbin sorumlusu bilgisayar. Bilgisayar kaynaklı. İşler yine zıvanadan çıkmaya başlayınca ?Bir çocuğu bütün köy büyütür? sözünden yola çıkarak oğlumun ilişkili olduğu bütün insanları uyardım bu konuda. Geçen hafta. Bir aydır dershaneyi ve antremanları savsaklamaya başlamıştı çünkü. Aklıma ilk gelen bilgisayar oynadığı oldu, doğal olarak. Atletizm hocasını, dersanedeki hocalarını. Hepsinden bu konuda yardım istedim. Allah razı olsun hepsi benden yana oldu, benimle birlikte hareket etti.
Oğlumun tepkisi ?beni rezil ettin? oldu. ?Kendini rezil eden sensin, ben değil, ben sadece olanı, senin yaptığını söylüyorum? dedim. O şimdi rezil olmazsa, onun deyimiyle onu rezil etmezsem ben ömür boyu maskara olacağım. Hangisi daha iyi?
Geçen gün son raddeye gelmiş olmalıyım ?bu benimle yaşayacağın, geçireceğin son sene. Seneye seni bir kez daha dersaneye göndermek gibi bir niyetimde yok. Gidebiliyorsan kendi olanaklarınla gidersin. İster derlerine çalışır doğru bir yeri kazanırsın veya çalışmaz kazanmazsın, kendini ona göre ayarla. Seçimini kendin yap. Bu şartlar altında daha fazla seninle yaşamayacağım. Öğrenci yurduna mı gidersin, ev mi tutarsın bilemem. Ama seneye seninle birlikte yaşamayacağım. Ondan sonra istersen kendini öldürene dek bilgisayar oyna? dedim.
Bu son tehdit işe yaradı. Pekte tehdit değildi aslında. İçimden geçeni yüzüne aktardım sadece. Gönlüm elverir mi bu raddeye gelsek? Verir, her insanın bir kırılma, dayanma noktası var. Onu böyle görüp her gün kahrolmaktansa hiç görmemeyi yeğlerim. Gözden ırak, gönülden de ırak. Yumuşadı neticede. İlk defa 1 haftadır ders çalışır oldu. 
Bu sıkıştırmalar, çatışmalar elbette bana kötü davranış biçimi olarak geri dönüyor. İyi bir saatinde ?bana neden kötü davrandığını? sorduğumda ?bana kötü davrandığının farkında olmadığını? söylüyor. Yaptığının farkında bile değil. 18 yaşında ama aklı hala çocuk. 18 yaşının gücünü barındırıyor ama çocuk aklıyla.  ?Sende bana kötü davranıyorsun? diyor. Ben bunu seni korumak için yapıyorum diyorum. Seni senden korumak için. Anlıyor mu ne dediğimi bilemem!
Abim farkında mıydı acaba ne yaptığının, 16 yaşındayken!
Birkaç gün sonra atletizm hocasından geri dönüş oldu bana. O da istemez böyle bir sonucu, gelişimi oğlum için. 4 yıldır emek veriyor oğluma sonuçta. İşin özü; oğlumun 1 aydır kız arkadaşı varmış meğerse. Arkadaşlarından öğrenmiş. İkimizin de içine su serpildi böylece. O da rahatlamış bunu duyunca. Karşılıklı gülüştük telefonda. Oğlumun atletizm hocası bayan.
Bu bile gözümün her an üstünde olmaması için bir neden değil. Onu korumak benim görevim. Bu sorumluluk bana ait. Ondan, sağlığından, iyi olup olmamasından ben sorumluyum. Halen. Kendi sorumluluğunu almayı öğrenene kadar.
?Oynamıyorum? demişti defalarca ama gel de inan! Adın çıkacağına canın çıksın! ?Peki, o zaman zarfında ne yapıyorsun, dershaneyi, antrenmanları neden aksatıyorsun?? sorusuna da cevap verememişti.
Allah?tan hayırlısı!
Bilmiyor bunları, kendi hakkında yazdığımı. Bir bilse uçurur beni.
***
Artık yazmayacaktım aslında artık bu konuda; bilgisayar konusunda ama aramalardan gördüm ki benden başka insanlarda var çözümler arayan. ?16 yaşındaki oğlum internet bağımlısı? diye yazmış bu ay beni bulanlardan biri google?a. Yalnız olmadığımı fark ettirdi bana. Bu yüzden yazdım. Paylaştıkça azalırmış acılar. Bu konuda hiçte yalnız olmadığımın çok farkındayım üstelik.
Ama bu geçen süre bana şunu fark ettirdi ki, yılmamak ve sertlikten vazgeçmemek, bu konuda yumuşamamak gerek. En ufak bir gevşeklik olduğunda iş daha da sarpa sarıyor. Ucunu bir kaçırırsanız geri toplaması daha uzun sürüyor. Gözünüz çocuğunuzun üstünde olsun. Daima tetikte olun. Mücadeleden yılmamak gerek. Pes ederseniz çocuğunuzu bilgisayar oyunlarının kucağına bırakırsınız ki; bunu asla istemeyiz.
Arkadaşımın oğlumdan 3 yaş küçük oğlu senelerdir; evet, senelerdir gece yarılarına kadar internet kafelerde vakit geçiriyor. Lise 1. sınıfta. Okuldan çıkınca eve ya uğruyor, ya da uğramadan direk gidiyor internet kafeye. 10, 11, 12?lere kadar evde yok. Geçen akşam konuştuk; ?şimdi çıktı? dedi oğlu için. Doğal bir durum olmuş bu artık onlar için;(((
Dün akşam gittim arkadaşıma; oğlu saat on buçuk gibi geldi. Gözleri oldukça kızarıktı. Fark edince ?gözlerine dikkat etmesini? söyledim. ?Ovuşturdum şimdi; o yüzden? diye cevapladı beni. Yalan elbette. Daima kızarık gözleri. Ardından bir şey gösterdi bana arkadaşım. Ufak kapsül gibi bir su. Gözyaşı yerine geçiyor dedi. Onu kullanıyorlarmış.
Biliyorsunuz; gözün implantı çıkmadı henüz; yedek parça gibi bir durumda söz konusu değil;(( Akıl, ruh sağlığı bir yana beden sağlığını da alıp götürüyor fazla bilgisayar kullanımı.
40 yaşındaki erkek kardeşim 10, 20 yıldır bilgisayar oyunu müptelası. Yaşa, başa bakmıyor bu iş. Sağımız, solumuz bağımlı doldu. Beyinler örümcek ağlarıyla kaplandı bilgisayarlar, televizyonlar sayesinde. Hareket eden ama düşünemeyen yaratıklar olup çıktık ne yazık ki! Birer zombiye dönüştük.
50 yaşındaki ablam yeni bir eve taşındı. Dün bana ?evde bilgisayarı kurmayacağını çünkü oyunlara takıldığını, annemin bu yüzden yalnız kaldığını? söyledi bana. O oyunları silerse bilgisayarı kurmaması için bir neden kalmayacağını söyledim ablama. Önce kendimizden başlamalıyız galiba.
Silin oyunlarınızı. Bulamadığınızda oynayamayacaksınız nasıl olsa. Silemiyorsanız bir yakınınızdan rica edin; sizin için silsin oyunları. Nasıl rahat edeceksiniz. Üstünüzden büyük bir yük kalkacak. Uzun uzadıya zamanlar size kalacak.
Her gün 6 saat, 8 saat bilgisayar oyunuyla vakit geçiren bir insanın, büyük veya küçük olsun hiç fark etmez, ne kendine hayrı olur ne de bir başkasına.
Aradan zaman geçince sordum ablama; silmemiş. Silemiyor. Eli varmıyor silmeye. Neden; çünkü bağımlı. Sigaraya bağımlı olduğu gibi aynı. Erkek kardeşimde aynı zamanda sigara bağımlısı. Bağımlılık zaafı bir alanda başlayınca diğer alanlarada sıçtıyor olmalı. Sigarayı bırakmak için hastaneye gittiler geçen gün beraber. Kan falan vermişler. İlaç kullanacaklarmış. Sigaranın zararlarının farkına varmış olmalılar. Bilgisayarın verdiği tahribatın ne zaman farkına varırlar kim bilir? Hastaneler bilgisayar bağımlılığı için ilaç yazmaya ne zaman geçer acaba;))) ;(((
Bu konuda anne-babaların örgütlenmesi, birbirlerini uyarması falan gerek aslında. En azından küçük yaştaki çocukların başlamasına, alışmasına mani olmak için ne gerekiyorsa yapılmalı. Küçük çocukların anne babaları uyarılmalı. Bilmiyorum; ne yapabiliriz?
Bu iş bulaşıcı. Arkadaşı oynamazsa çocuğunuzda oynamayacak. Bunu böyle bilin. Ya beraber ya asla. Bugün oğlunuz, yarın yeğeniniz, torununuz oynayacak. Birlikte uğraşmazsak bu beladan; illetten asla kurtulamayacağız.
Arkadaşı oğlumu bilgisayar oynamak için çağırmazsa, oğlum bir başka arkadaşını çağırmazsa, oğlumun o arkadaşı da sizin oğlunuzu çağırmazsa bu iş bu kadar dallanıp budaklanmaz. Hepimiz birbirimize bağlı ve bağımlıyız neticede.
Alex?ten Ahmet?e, Ahmet?ten George?a, George?dan Haldun?a, Haldun?dan Orhan?a, Orhan?dan yine Alex?e. Böyle dolanıyor bu iş. Cep telefonlarındaki yılan oyunu gibi. Yılanın başını değil her yerini kesmemiz gerekecek.
Bu konuda bir bilgiye daha ulaştım. O haberden alıntıdır. 

?Çin?de yapılan bir araştırma, internet bağımlılığının alkol veya uyuşturucu bağımlılığından bir farkı olmadığını ortaya koyuyor. Tüm zararlı alışkanlıklar gibi, bilgisayar başından ayrılmamak ve internete hastalık derecesinde  düşkünlük sergilemek  de beyin hücrelerine  zarar veriyor.  Ünlü sağlık dergisi Plos One?ın haberine göre, internetin aşırı kullanımı,  kişide davranış bozukluklarına  neden oluyor. Daha da önemlisi beyinde kalıcı hasarlar yapıyor.
Beyin taramaları,  aşırı internet kullanan gençlerin beyinlerindeki ?beyaz madde?de önemli bir değişim olduğunu ortaya koymuş. (Bu bölge karar verme  becerilerini yöneten alan olduğu için hasar görmesi önemli sorunlar yaratıyor.) Araştırmadaki deneklerin internete erişimleri engellendiğinde fiziki tepkiler verdikleri,  kaygılandıkları, saplantılı düşüncelerin ortaya çıktığı ve titreme gibi istem dışı hareketler yaptıkları gözlemlenmiş.  Bulgular, internet bağımlısı olan  kişilerin karar verme yetilerinin, duygusal dengelerinin, dikkat düzeylerinin ve kendilerini kontrol etme kapasitelerinin ciddi ölçüde azaldığını kanıtlıyor.?

 Şubat?12

?Tayvan?ın, Taipei bölgesindeki bir internet kafede 23 saat boyunca oyun oynayan 23 yaşındaki Chen Rong-Yu bilgisayar önünde yaşamını yitirdi.
League of Legens adlı bilgisayar oyununu oynayan genç adamın ellerinin bilgisayarın klavye ve faresinin üzerindeyken yaşamını yitirdiği öğrenilirken, kafedeki müşteri ve çalışanların tam dokuz saat boyunca Rong-Yu?nun öldüğünü farketmediği açıklandı.? 9 Şubat 2012 tarihli bir haber okuduğunuz.

Nisan?12

İnternet bağımlılığı bu çağın hastalığı. Bilgisayar bağımlılığı ABD, Çin, Güney Kore ve Tayvan?da ulusal sorun olarak tanımlanıyor. TBMM?de bilgisayar bağımlılığı konusunda bir araştırma komisyonu kuruldu.

?Yaşamıyla ilgili sorumluluklarını yerine getiremeyecek kadar bilgisayar başında uzun saatler geçiriliyorsa; bir sorun, bir rahatsızlık var mı diye düşünülmeli. Haftada 40 saatten fazla internet kullanan bağımlı sayılıyor. İnternet bağımlıları genellikle kendi durumlarının farkında olmuyor. Gençler bu konuda bilinçlendirilmeli. Bağımlılığın tedavisi ise madde ve alkol bağımlılığından farklı değil. Türkiye?deki tek tedavi birimi Bakırköy Amatem.? 7 Nisan 2012 tarihli bir televizyon haberinden aldım.

4 Nisan’12
Dün üniversitelerin tanıtım kitapçıklarına bakıyorduk 16 yaşındaki küçük oğlumla; bilgisayar müptelası olmayan. Öğretim görevlisi beylerin; yani profesörlerin, doçentlerin vesikalık fotoğrafları vardı kitapçıklarda. Oğlum bakarken ?sanki kafaları vücutlarına yerleştirilmiş gibi? dedi. Baktım haklıydı; kafaları vücutlarının epey ilerisinde duruyor; kafa ve vücut birbiriyle alakasızmış gibi görünüyordu. Fotoshopla yapılmış gibi ama fotoshoplu değil; normal hali; normal olmayan. Bilgisayar çağı ile birlikte yeni bir şekil aldı vücutlar. Profesörlerin, doçentlerin bilgisayar başında olmamak gibi bir şansları pek olmadığından olsa gerek bu biçimsiz duruşlar. Üstelik bunlar yaşlı diyebileceğimiz nesilden; bir on yıl, yirmi yıl sonra ne şekiller alacak vücutlar kim bilir? Henüz taze ve gençler; ya on yıl sonra?
Yalan Dünya dizisinde Bora?yı oynayan oyuncunun boynuna, boynunu tutuşuna bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Kadın-erkek öyle çok var ki artık; dikkat ederseniz görürsünüz; Pelin Çift; zarif bir bayan; boynu ilerde; Tuba Ünsal’ın güzelliğini perdeliyor sırtındaki belirgin kambur; Öyle bir geçer zaman ki’nin yeni Osman’ı Gün Koper de eleveriyor eğri duruşu ile bilgisayar düşkünlüğünü; duruş bozukluğu gerçekleşiyor bilgisayar karşısında durmaktan; vücut ne şekilde kullanlılırsa o şekle meyletmeye başlıyor; geçen gün bir karadeniz kızı gördüm 17 yaşında; elleri koca koca; sanırsın erkek eli; erken; küçük yaşta tarlada, evde çok çalışıyor olmaktan; piyano kursuna giderken iki oğlumun aynı zamanda birden parmakları uzamıştı. Benim boynumda da var ilerilik ama bilgisayar sebebiyle değil; arabada daha ileriyi görebilmek için kendimi kasmaktan. Duruş insanın bütün görüntüsünü etkiliyor. Kim milyonerde bir yoga eğitmeni çıktı; kalem gibiydi duruşu; hayran olmamak elde değil.
Birde bu el-ayak terlemeleri hususu var; bana kalısa bu da ellere fazlasıyla iş düşmesinden oluyor; bizim zamanımızda yoktu yeniyetmelerde bu el ayak terlemeleri; yeni moda; genetiğimiz mi değişti; hayır; vücudumuzu kullanma biçimimiz değişti ondan; el oyunları, cep telefonları, mesajlaşmalar; klavye başında geçen zamanlar; el eskisine oranlar daha çok işler oldu; elin aşırı zorlanmasından; başka bir açıklaması yok. Şimdi birde bu el ayak terlemeleri için ameliyat olunuyormuş; hatta bir genç kız ölümlerden dönmüş bu ameliyat yüzünden; hala ölümle pençeleşiyor; estetik ameliyatlar sayfasında yazmıştım.
Büyük oğlum; bilgisayar müptelası olan devamlı, her gün masaj istiyor sırtına kızımdan; kızım sırtına çıkıyor. Sağ eli ile devamlı ileri doğru abandığından sırtının sol orta kesiminde 15-20 santimlik bir çıkıntı var; ağrıyan yeri orası; oraya istiyor masajı; dönüp yine oturuyor bilgisayar başına; ne desen boş. Onun da kafası ileri doğru duruyor. Daha 18 yaşında; ilerde ne gibi sorunlar çıkacağını Allah bilir.
O bir hiperaktif; laf ola hiperaktif değil ama; kelimenin tam manası ile hiperaktif. Kendini tutup, zapt edemeyenler cinsinden. Doğduğu andan itibaren bu böyle; hiç değişmedi. Bütün meselede buradan başlıyor ya zaten. Dürtüsellikleri, eğlenceye meyilleri çok daha güçlü olurmuş hiperaktiflerin. Oturup on dakika ders çalışmaz ama on saat hiç kalkmadan bilgisayar başında pinekleyebilir. Saplantılı bir beyin. Bu beynin oluşumunda benimde katkılarım var elbette; şekerle beslenmesine izin vermem gibi. Bazen canıma yetiyor her gün söylenmek, kalk demek, yok yere sinirlenmek; öyle yoruldum ki onu taşımaktan; ?böyle yapacaksan git yurtta kal; sabaha kadar, dilediğin kadar, istersen kendini öldürene kadar oyun oyna? diyorum; kesinlikle yanaşmıyor. Hatta bozuluyor, üzülüyor. Sanırım benim denetimimi kendi güvencesi olarak görüyor. Biri kalk demediğinde kalkamayacağının bilincinde. (Aralık 12; ceviz kırıyordu geçenlerde; ”bir şeye başlayınca bitene dek bırakamıyorum’ dedi; kendini kendi itiraf etti;. Sınavlarda da aynı şeyi yapıyor; bir soruyu bilemediğinde atlayamıyor; yapana kadar başka soruya geçmediğinden çoğunu boş bırakıyor. Matematik dersinden bir bakarsınız 100 alır; bir bakarsınız 29; 100 alan 29 almaz; 29 alan 100 almaz benim bildiğim; böyle derim; ”oluyor işte” der; geçiştirir; o neden olduğunu biliyor elbette; saplantılılık.
Yaptığı şeyin doğruluğundan emin olsa ve kendinden emin olsa ?gideceğim? der ve gider böyle bir durumda. Gerçi hala evde oyun açması yasak, oynatmıyorum; ya film izliyor ya da arkadaşlarıyla yazışıyor ama gündüz vaktini nelerle değerlendirdiği konusunda bir fikrim yok. Her an bir fırsat yaratabilir; yaratır da; yaratıyordur; yaratıyor. Geciktiğinde; 8 gibi aradığımda; ilk arayışımda açmıyor; ya kendi arıyor ya da ikinci arayışımı bekliyor. Duymamam gereken sesler ve bir yerden apar topar çıkış olduğu belli. Ama sonuçta orada bile belli bir saat ve denetimim söz konusu; bir eve geliş saati var. Ve o bu denetime ihtiyacı olduğunun ayrımında neyse ki! Birde bunu kaybetse onu kaybetmem an meselesi.
Bazen de kızmadan, sinirli olmadığımda söylüyorum isterse yurtta kalabileceğini; buradan yazışmaktansa onlarla olabileceğini; hiç duymuyor bile. Her ne olursa olsun; ne kadar kızarsam kızayım; aramızdaki anne çocuk ilişkisi ve sevgisini çok sağlam oluşturmuşuz zamanında ve bu, onun ve benim kurtuluş biletimiz. Onu büyütürken ona tapınmıştım adeta. Ona duyduğum sevgiyi diğer çocuklarıma duymadım; Allah biliyor ya! Evrende yaşanmamıştır öyle bir sevgi, tapınma. Ondan bu denli kırılıyor olmamın altında yatan sebepte bu olmalı. Kendime, emeğime, sevgime ihanet edilmiş gibi hissediyorum kendimi. Bir hiperaktif annesinin neler yaşadığını, yaşayabileceğini ancak bir hiperaktif annesi bilebilir. Dünyanın en meşakkatli işi bir hiperaktif annesi olmak.
Hiperaktivite ve bilgisayar düşkünlüğü her geçen gün daha çok yayılıyor. Sezaryen doğumlardan dolayı gelişirmiş hiperaktivite. Bununla ilgili bilgiyi ana sayfada paylaşmıştım. Oradan okuyabilirsiniz. Hiperaktivitenin sezaryenden sonraki en önemli sebebi şeker. Şeker yiyen insanda hiperaktivite tavan yapıyor. Benim 3 çocuğumda sezaryenle doğdu ama bir tanesi hiperaktif. İlk oğlum. Acemilikle ona çok şeker yedirdim; ondan böyle oldu. Bilemedim bu gibi sonuçları olacağını. O zaman böyle bir bilinç yoktu; şekerin zarar verebileceğine dair. Şeker; şeker ve et; çocukları uzak tutmak gerek; her ikisinden de. Şeker ve et aynı zamanda gut nedeni; ilginç; değil mi?
Doğum öncesi anne karnındayken alınan vitamin+demir hapları çocuğun hiperaktivite gelişiminde etkili oluyor olabilir. Ben sadece büyük oğluma hamileyken kullandım bu ilaçları ve sadece büyük oğlum hiperaktif.
Bu sabah bir internet kafeye gitmem icap etti; açılmasını bekledim; kapıda ?okul saatlerinde ve okul giysisiyle çocuklar giremez? yazıyordu. Sahibi geldi; açıldı; benimle beraber iki ortaokul öğrencisi de girdi; okul giysili; okul çantalarını koydular ve başladılar o malum yeşil tarlalarda savaşmaya. Okul saati bittiğinde evlerine gidecekler elbette hiçbir şey olmamış gibi. Benim oğlum da yapıyor aynı şeyi.
*Bir göz doktorunun bilgilerinden; ?Miyop çoğaldı; miyobun (yakını görememe) ilk görülme yaşı 15-16 yaşından 10-12 yaşlarına kadar düştü. Muhtemelen bu çocukların bahçede, güneşte vakit geçirmeleri yerine evde bilgisayarla, televizyonla, yakın işlerle daha fazla odaklanarak vakit geçirmelerinden kaynaklanıyor. Günümüzde herkes ofis ortamında kuru göz hastası. Ya klimadan ya bilgisayar monitöründen; uzun süre gözümüzü açık tuttuğumuz için sıklıkla gözyaşı eksikliği çekiyoruz ve buna bağlı olarak gözümüz kızarıyor, batıyor vs.?
21 Nisan 2012 Can Dündar;
Norveçli faşist Anders Behring Breivik, 77 kişiyi katlettiği olaydaki ilham kaynağını açıkladı:
?Call of Duty? (Görev Çağrısı?) adlı bilgisayar oyunu…
Katil, katliamdan önce annesinin evinde, günde 16 saat bu oyunu oynamış.
Oyun, bahsettiğim türün en gelişmiş versiyonu… Size bir tankın içinden ya da uzak mesafeden ateş ettiğiniz düşmanın kellesi uçtuğunda çıkardığı sesi duyma, bedeninden boşalan kanı hissetme imkânını bahşediyor. Oyundaki karakterler gibi ?yabancı düşmanı? olan Breivik duruşmada şöyle diyor:
?Nişan alma yeteneğimi bu oyun sayesinde geliştirdim. Oyun, çok iyi bir savaş simülatörü… O kadar iyi ki dünyadaki birçok ordu tarafından kullanılıyor. Sisteme alışırsa neneniz bile keskin bir nişancıya dönüşebilir.?
Mayıs’12
Türkiye digital oyunlar federasyonu T.B.M.M. bilişim ve internet komisyonuna bilgi vermiş. Oyunların çocukların el, göz koordinasyonun gelişmesini sağladığını, fiziksel sınırların, din, dil, ırk farkının ortadan kalktığını, sosyalleşme ve etkileşim o imkânı sağladığını, şiddet içerikli oyunların çocuklar üzerinde saldırgan duygu, düşünce ve davranışların gelişmesine neden olabildiğini, çocuğun gerçekle fantezi arasındaki ayrımı karıştırabildiğini açıklamış.
Temmuz’12
Dün akşam kim milyoner olmak isterde efendi, bilgili, kültürlü 20 yaşında bir delikanlı bilgisayar oyunu oynamak yüzünden gözlerinin 8,5 numara bozuk olduğunu söyledi; yazık olmuş.
Kasım’12
Oğlu bilgisayar bağımlısı olan arkadaşım aradı geçen akşam; okullar açılalı 2 ay oldu; devamsızlığı 10 gün olmuş; evde sabaha kadar bilgisayar oynuyor; okula gidemiyormuş; ‘ne yapacağım bilmiyorum’ dedi arkadaşım. Oğluma söyledim; ‘maaşallah’ dedi; ‘ben durdurmasaydım sende onunla aynı olacaktın’ dedim; ‘yooo; ben hiç bir zaman öyle olmazdım’ deyince; her gece saat 1’de bilgisayarın başından zorla kaldırdığımı hatırlattım; suskun kaldı. Haklıyım elbette; bunu biliyor. ‘Ne yapsaydım; onun gibi olmana seyirci mi kalsaydım’ dedim. Kalamazdım; kendini; geleceğini; emeğini; emeğimi mahvetmesine izin veremezdim; iyi ki de vermemişim. İyi sayılabilecek bir bölüm kazandı; okuluna bir gün dahi devamsızlığı yok. Bilgisayar saplantısından da kurtulmuş gibi görünüyor ama her an tetikteyim; her ne olursa olsun gözüm üstünde.
Keşke bunu çok daha önce yapmış olsaydım; daha en başında; ‘çocuktur, oyundur, oynar geçer, o da onun özgürlük alanıdır’ demeyip; onlar oyun falan değil; tam adı ne bilmiyorum ama oyun olmadıkları kesin; beyni; kişiyi ele geçirme programları desek çok daha yerinde olur. Göz göre göre oğlumu bilgisayara kurban verecektim.
Ama burada daha en başında yaptığım hatayı da itiraf etmeliyim; bilgisayar oyunlarının yeni çıktığı zamanlardı; oğullarım yeni dünyadan geri kalmasınlar diye bir dolu oyun cd’si aldım onlara; daha küçüklerdi; oynayamadılar, beceremediler; işi gücü bırakıp onlara eşlik ettim; Bugs Bunny’i bir dağdan diğer dağa beraberce attık; şimdiki kadar gelişkin değildi o zamanlar oyunlar; böyle işte.
Doğrudan beynimize saldırıyorlar, farkında değiliz. Tüm değerler siliniyor, beynimiz biçimlendiriliyor, bilgisayarımıza yeni programlar yükleniyor. Bizi biz yapan değerler elden giderken habersiz seyrediyoruz. Beş duyumuz ve zihnimiz gizlice ele geçiriliyor. Sonuçta algımız giderek değişiyor, dünyayı artık bu pencereden görüyoruz. Bizi yanıltarak irademizi ele geçirmeye çalışan bu karanlık savaş uyutuyor, aldatıyor ve tüm değerlerimizi yok ediyor. Görmemiz istenenleri görüyor, yapmamız istenenleri yapıyor, sinsi bir savaşın kurbanı oluyoruz. Yaşamsal sorunlarda bile beyinler donmuş, insanlar boş boş bakıyor. Her çeşit zihinsel aldatma sonucu dostu düşman, düşmanı da dost görmeye başlıyor, kendimizden bile şüpheye düşüyoruz. Sanki zaman tünelinde aklımız ve dimağımız kayboluyor. Akıl tutulması işte bu! Bilinçaltına gönderilen sinyallerle körpe beyinler yıkanıyor, geleceğin küresel robotları hazırlanıyor. İnsan ve toplumun yaşam tarzını kurgulamanın en kestirme yolu bu.

İnsan beynini ve yaşam tarzını kurgulayan kültürel salgın, sessiz ve derinden bulaşıyor. İnsan beynine en yoğun bilgi girişinin olduğu ortamlar; eğitim kurumları, medya, internet ve eğlence mekanları bu salgının yayılma yerleri. Çünkü bu virüs eğitim, öğretim ve medya yoluyla zihinlere kolayca nüfuz ediyor. Öncelikle aydın, sanatçı, toplum önderleri ve bilim adamları seçiliyor. Stratejik beyinlerin sessiz ve derinden ele geçirilmesi, her çeşit işgalden daha kolay ve etkili bir yöntem. Doç. Dr. Kemal Yeşilçimen; 3. savaş; zihinsel soykırım.

Yeni bir şey fark ettim; bilgisayar başında kalma sürem 3-4 saati geçerse ayaklarımın altı feci şekilde terliyor; normalde hiç ayağımın terlediğini bilmem; el ve ayak birbiri ile bağlantılı bir şekilde; zaten el ayak terlemeleri birlikte anılıyor; Allahtan ellerim terlemiyor; o fena olurdu.
***Mart’14
Bilgisayar bağımlılığı konusunun devamı Günlük 2b Şubat’14 ve GÜNLÜK 2c Mart’14 sayfalarında.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *