Press "Enter" to skip to content

Gündem 1ı Ekim’12

*Ne hareketli bir ülkede yaşıyoruz; 3 gün yazmasan olaylar üst üste birikiyor;))) Gündemin hızına yetişmek; gündemi yakalamak çok zor;))) Önce büyük kongre yapıldı; büyük çoğunlukla 28 şubat?ın hesabını sordu Tayyip paşa; 10 yıldır aklı neredeymiş; niye sormamış ki bu hesabı; bu güne kadar beklemiş. Vardır bir bildiği; benimde var elbette bir bildiğim; yerini sağlamlaştırdığını; artık sırtının yere gelmeyeceğini; istediğini söyleyebileceğini sanıyor mirim. Sansın bakalım. Alma mazlumun ahını; çıkar aheste aheste. 
Tayyip bey böbürlene böbürlene neredeyse saltanatını; hükümranlığını ilan etti kongrede. Başkanlığa adaylığını resmen açıkladı. Zurnanın zırt dediği yerde burası oldu. İkinci kez cumhurbaşkanı olmayı düşünen Abdullah Gül saf dışı bırakıldığını görünce ?hop dedik? deme ihtiyacı duydu Tayyip beye. Daha önce de bunun sinyallerini göndermişti zaten. Ve dedi de kongrenin ertesi günü; meclisin açılış konuşmasında. Direkt Erdoğan?a yönelikti bütün sözleri; bir gün önce kongredeki keyfi kalmamıştı Tayyip beyin yüzünde; o sözleri duyduktan sonra; şok emareleri açıkça belliydi. Kimsenin yapamadığını; yapamayacağını yaptı Abdullah Gül; aslında herkesin dilinde olanı dile getirdi; halkın sesi oldu; kendi çıkarı için veya değil; önemli olan sonuç. Ve bunları söyleyerek halkın beğenisini de kazandı; bir taşla iki kuş. 
Tayyip beyin bütün güvendiği dağlara kar yağdı anlayacağınız. Yaptığı bütün uygulamaları eleştirdi; deyim yerindeyse takoz koydu Abdullah Gül. İçerdeki milletvekillerinin çıkarılması gerektiğini söyledi, teröristle müzakere edilemeyeceğini söyledi, gazetecilerin fikir özgürlüğüne değindi. İstediği olmuş olsa; cumhurbaşkanlığına tekrar seçilecek olsa söyler miydi? Söylemezdi elbette; son güne kadar bekledi; daha öncede uyarılar göndermişti zaten köşkü ona bırakmayacağına dair. Kongrede Erdoğan’ın başkan olacağını açıklamasından sonra durması için bir neden kalmadığına hükmetmiş olmalı. Abdullah Gül iyi polis; Tayyip Erdoğan kötü polis oldu böylelikle.
Tayyip bey ?farklı düşünüyoruz? diyerek işin içinden sıyrılamaya kalktıysa da bu biraz zor. Türkiye?de cumhurbaşkanlığı çok işlevli bir statü olmadı hiçbir zaman ama cumhurbaşkanının ağzından çıkan her kelam emir olarak addedilmiş ve yerine getirilmiştir; bu hep böyle oldu ve böyle olmaya da devam edecek. O ayrıcalık kişiye değil cumhurbaşkanlığı sıfatına tanınmıştır; her kim o koltuğa yerleşirse o ayıcalığı kazanma şansına erişir. Abullah Gül için de bu böyle; farklı bir durum yok. 5 yıllık cumhurbaşkanlığının ardından Abullah Gül?ün AKP?li oluşu; siyasi geçmişi unutuldu; o artık herkes için; herkesin cumhurbaşkanı. Üstelik cumhurbaşkanı olarak sevdirdi de kendini halka; olumlu puan topladı. Benim için bile bu böyle; Erdoğan mı Gül mü deseniz direkt Gül derim; Erdoğan?ın son sert çıkışlarından sonra bunu söyleyecek insan sayısıda çoğaldı bana kalırsa. İşin bu yanını gözetmedi; göremedi Tayip Erdoğan; ayağının altından çekilmesi için Abdullah Gül?ü cumhurbaşkanlığına uğurlarken. Ona; Abdullah Gül?e bu sayede boyutlar üstü bir ayrıcalık tanınacağını öngöremedi.
Filmin devamı ilginç olacak gibi görünüyor;)))
*Filme 5 dakika ara verildi; hava almaya çıktık; bir baktım savaş tamtamları çalmaya başladı; bir gecede tezkere çıktı; birde parlamento çalışmıyor, uyuyor diyorlar! Sınırdan gelen bir top mermisi Akçakale?de 5 kişinin ölümüne neden olmuş; Suriye üstelik özür dilemiş. 30 yıldır pkk binlerce insan, asker öldürdü; kandile; kuzey Irak?a girilemedi; ortalıkta tezkerenin adı bile dolaşmadı; üstüne üstlük 1 hafta önce yapılan AKP kongresinde Barzani ağırlandı; ?yanlışlıkla? 5 kişi ölmüş; aynı gece tezkere çıkarıyorlar; helal olsun vallahi. Bu ne perhiz; bu ne lahana turşusu.
Ah Amerika; sevgili dostumuz; sen nelere kadirsin! Yoksa İsrail mi demeliydim? Büyük ortadoğu projesi; ulaşılması gereken kutsal topraklar; Fırat ile Dicle’nin ortası. Bütün bu karmaşanın nedeni.
Muharrem İnce bakan çocuklarının savaşa gitmesi önerisini getirdi; başbakan ise karşılık olarak ?ben giderim? dedi; nerede o günler!
İstanbul?da 94 imam hatip lisesi açılmış; 73 tanesinin kapatılması düşünülüyormuş; MEB Ömer Dinçer açıkladı; yeterli öğrenci yokmuş okullarda! Bir tanesinde 18 öğrenci varmış; ne acı! Hani eski günlerine döndüreceklerdi imam hatip okullarını; hayalleri suya düşmüş belli ki;))) Ne sanıyorlardı; bu millet o kadar da aptal değil; en azından onların sandığı kadar.
Şimdi; bugün yine tutturmuş başbakan ?dershaneleri kapatacağız? diye; papağan gibi; bir söylediğini bir daha unutmuyor; neymiş ?birileri para kazanacak diye milletin hakkını yedirtmezmiş?. Millet neye para verip neye vermeyeceğini başbakandan mı öğrenecek? Milletin parasının derdi başbakanı mı aldı? Kapatamaz dershaneleri; pek çok konuda sessiz kalabilirler insanlar ama dershaneler konusu biraz tehlikeli. Çocuğu dershaneye gitmeyen yok gibi; her çocuk gidiyor dershaneye; nasıl kapatılacak? Millet özel ders mi aldıracak? Halt etmiş. 
?Dershaneler okul olsun? diyor başbakan; nasıl olacak; bütün çocukların kayıtlı olduğu okulları var; Suriye?den çocuk mu ithal edecek yoksa? Yapar, yapar; delidir; ne yapsa yeridir. 
Sayelerinde eğitimin de bir anlamı, önemi kalmadı zaten. Çalışanla çalışmayanın farkını ortaya koyacak olan SBS, ÖSS, KPSS, TUS, yapılan bütün sınavlara şaibe karışıyor; şifreler dolanıyor. Bu millet AKP dönemine dek böyle bir rezalet görmedi. Atlantik; yani samanyolu okullarının üstün başarısının ardındaki sır bu elbette. Kelimenin tam anlamıyla lağım çukuru bunlar; lağım bataklığı; herkesi içine çekiyorlar. Ve bir o kadar da yüzsüzler. Hiçbir şey olmamış gibi sırıtarak yüzümüze bakmaya devam ediyorlar; yüzsüzler. Tiksiniyorum artık o görüntülerinden; o kadar öööö geldi. Onlara göre amaçlarına ulaşmak için her yol mübah. Yalancılık, dolandırıcılık, düzenbazlık; hepsi onlarda yeter miktarda var.
Sağlık sektörü alaşağı oldu; herşey döner sermayeden gelecek para üzerine kurulu; insana değil paraya hizmet verilir oldu. Sağlık sektörü sosyal güvenlik kurumlarını soyup bitiriyor. A için hastaneye gitseniz Z için bile sizden röntgen, tahlil, vs, vs isteniyor; istenebilecek en azami sayıda; nasıl olsa sosyal güvenlik kurumları tıkır tıkır parasını ödüyor; döner sermayeden de bütün sağlık çalışanlarının cebine giriyor; yaptırıyorsunuz tıpış tıpış bütün işlemleri. Yazılan ilacın had ve hesabı zaten yok.
By pasla kurtarılabilecek birine rahatlıkla kalp ameliyatı yapılıyor çünkü ameliyatın getirisi daha yüksek; sezaryenin döner sermaye geliri düştüğü için artık normal doğum yaptırıyorlarmış mesela; bunun gibi daha neler neler; hastane kazanıyor; ayrıca döner sermayeden doktor, hemşire, memur kazanıyor. İnsana hasta değil para gözü ile bakılıyor. Hipokrat yemininin yerini Napolyon?un ?para, para, para? sı aldı. Bir devlet kurumu diğer bir devlet kurumunu soyuyor; alenen; ve hiçbir şey yapılamıyor buna karşı.
Ben kendi adıma doktora gitmiyorum. Oradan çıktığımda başıma ne gelmiş olacağı belli bile değilken gitmediğimde çok daha sağlamım en azından. Sağlam dişinizi bile oyuyorlar; sırf dolgu parası alabilmek için; olmaz olsun böyle doktorluk.
Askerin; TSK?nın hali zaten ortada; ne baş belli ne kıç; hepsini bir bahaneyle tıktılar içeri. Geri kalanın da sesi kesildi. Bir ülkede eğitim, sağlık ve ordu çökertilirse o ülkeye ne olur? İşte şimdi aynen o durumdayız; çökme durumunda. Hiç bu kadar berbat yönetilmemişti bu ülke; en azından ben görmedim.
Askerleri içeri tıkarken yapılacak darbeyi neden olarak gösterdiler sözüm ona; yaşadığımız dönemin darbe döneminden bir farkı varmış gibi. Sivil darbe hayatı yaşatılıyor hepimize; ‘parasız eğitim’ diyen gençler yaka, paça coplarla içeri atılıyor; gençler içerde, yazarlar içerde, askerler içerde. Son olarak şok tabancaları geliyormuş polise; copların şekli yeni değiştirildi zaten. Bütün bu hayat biçimi size neyi anlatıyor; bir darbe dönemini mi yoksa bir refah toplumunu mu? Elbette bir darbe dönemini; 12 eylül döneminin bundan bir fazlası mı vardı? Korku ile sindirilmeye çalışılıyor insanlar. 
Ama bütün bu dayatmalara, zorlamalara rağmen sözcü gazetesinin tiraj yükselişi önlenemiyor. Ulusal kanalın seyirci sayısının artışı için de aynı şey geçerli. 7’den 70’e düşünceler o tarafa akmaya başladı; her geçen gün biraz daha artarak. Milliyetçiler bile sözcü okur olmuş; varın siz anlayın gerisini; AKP’nin bütün tukaka gazetecileri sözcüde. Popüler kültür eski cazibesini yitiriyor her geçen gün. Uyuşturucu niyetine beyinlerimize zerk edilen dizi filmler, eğlence, yarışma, moda programlarının yerini aydınlık ve ferah kafalar almaya başladı. Bu millet uyumuyor; hiç uyumadı zaten; uyutamayacaklar. Allahın izni ile bu belayı da atlatırız biz; bizler neleri atlatmadık ki! 
Bilkent Üniversitesinde bir sınavda sorular sorulmuş; cevabı hep AKP ve Erdoğan olan; bayağı güzel seçilmiş sorular; görürseniz okuyun;)))
*Var olan her tez beraberinde anti tezi getirir; tez veya anti tez; hangisi daha doğru; daha akılcı olduğunu kanıtlarsa o o tez varlığını daha güçlü bir biçimde sürdürür; ama anti tezi de var olmaya devam eder; tez varlığını sürdürdüğü müddetçe; sık sık yer de değiştirirler üstelik; hangi tez kendini daha iyi ifade ederse o tez olur; anti tezi onun tezinin yanlışlığını ortaya çıkarmakla mükelleftir. Anti tezi yok saymak, tamamıyla yok etmeye çalışmak olsa olsa bir cahilin ya da despotun işidir. Ama ne olursa olsun edilemez; tez ve antitez birlikte yaşamaya mahkumdur; gözünün önünden süpürürsen kapının ardında biter; engelleyemezsin var oluşunu. Tez varsa anti tez vardır; bu engellenemez; ne baskı ne de zulüm ile.
Edilebilse bizim ülkemizde edilirdi; onca zulüm, işkenceden sonra hala insanlar sözcü okuyup; ulusal kanal izliyorsa bu edilemediğinin en önemli göstergesi. 70-80 yaşındaki eski orta halli CHP’li komşularım bana sözcü okuyup ulusal kanal izlediklerini; başbakanın yabancı bankalarda yüklü miktarlarda parasının olduğunu ve Amerika’nın bu yolla başbakana şantaj yaptığını söylüyorlarsa; birbirine henüz iki kez merhaba diyen insanlar aralarında fısır fısır siyaset konuşup ‘inşallah’ diyerek temennilerde bulunuyorlarsa bu böyle. Siyaset içimizde her daim; onu bizden ayrı tutmak çok zor. Burada yapılacak en doğru iş anti tezi yok saymak veya yok etmeye çalışmak değil herkesi kendi tezinin doğruluğuna inandırmaktır; bir demokraside yaşıyorsanız başka bir seçeneğiniz yoktur; başka türlüsü düşünülemez. Kaldı ki bir padişah bile olsanız tezinizi doğru savunmak zorundasınız; yoksa alaşağı edilmeniz an meselesidir; tarih bu örneklerle dolu. Yeniçeri ayaklanmaları; isyanlar, entrikalar yok muydu padişahlık zamanında; bal gibi de vardı.  
Dün başbakan çıktı ve muhalefete ‘zam yapıp yapmayacağımı size mi soracağım’ dedi; bu başbakanın tezini doğru ifade edemediğinin; savunamadığının bir göstergesi. Bunu duyan ahali ne diyecek; ‘başbakanın yaptığı zamları savunacak bir gerekçesi bile yok; demek ki boş yere yapılmış bu zam; bize zulmediyor’; en azından ben böyle bir çıkarımda bulunuyorum bu söylenenden. Kendini ve yaptıklarını ifade ederken çok yanlış açılımlara gidiyor başbakan. Cahilliğine veriyorum; başka türlü olduğunu düşünecek olsam bir despot, diktatör olma yolunda olduğunu kabul etmem lazım. Belki haklılık payı bile vardır o zammın ancak böyle bir ifadeden sonra bütün haklılığını alıp götürüyor.
Hiçbir ülkenin başbakanı kendi milletine ‘sen kimsin’ deme hakkına sahip değildir; olamaz da! Oysa bizim başbakanımız eline geçen her fırsatta yineliyor bu sözü. ‘Sen kimsin’. Biri çıkıp sorsa; ‘ben kimsem sen kimsin’ diye ne cevap verecek acaba? Beni; seçmenini hiçe sayan; saygı duymayan bir başbakan kocaman bir hiçtir zaten. ‘Köylü milletin efendisidir’ diyen bir Atatürk’ten sonra böylesi söylemler hiç yer bulamıyor aramızda. Ufak, ufak isyanlar baş göstermeye başladı zaten bu ‘sen kimsin’lerin sonucu olarak. Antalya film festivalinin açılışında açık açık göndermelerde bulunuldu başbakana; ‘sen kimsin’ denenler tarafından; haklı olarak. Çok kin ve nefret biriktiyor etrafında başbakan; kendine karşı olanları iyice sivriltip keskinleştiriyor. Kendi için; kendi sonu için hiç hoş değil bütün bu gelişmeler. Kendi birikmiş nefretini dizginleyemediğinden olsa gerek bu sivri çıkışları. Kendi akıl edemiyorsa etrafında aklı başında hiç danışmanı mı yok; ‘biraz geri dur; yavaşla; sakin ol; kendini ve nefretini bu kadar açığa verme; bak sonu kötü olacak; burası dingonun ahırı değil’ diyecek.
Zaten çok kültürlü olduğunu son bir hafta içinde bize yeterince gösterdi; kongrede Aşık Veysel’den ‘uzun ince bir yoldayım’ı şiir olarak kendi söyledi ve şarkısını çaldırdı; sonra çok önemli bir gelişme olduğundan haberlerde de açıklandı zaten; bu başbakanın kendi fikriymiş;))) Sonra dün de İstiklal marşından bir dörtlük okudu; başbakanımızdan nazireler;))) Genel kültür ve zeka mükemmel; ilkokul 4 düzeyinde; hiç ortaya çıkarmasa daha iyi olurdu bence;))) Kendi kültürsüzlüğünün intikamını mı alıyor aklınca tiyatroculara ve önüne gelene ‘sen kimsin’ diyerek? Bir psikiyatristle konuşmak gerek bu konuyu;)))***Her yerde boy boy yazılıp çiziliyor AKP?nin İsrail?e yardım ve yataklık yaptığı; BOP?u kurmaya yardımcı olduğu; ben duyuyorum da AKP?liler duymuyor mu bunları? Neden bir cevap verme gereği duymuyorlar; duymamazlıktan geliyorlar? Bu meselenin dillendirilmesi; dallanıp budaklanması işlerine gelmiyor olmalı. Belli bir kesimde; çoğunlukla internet üzerinde paylaşılıyor bu bilgiler ve üstüne hiçbir yorum yapılmıyor. Sizce de ilginç değil mi bu suskunluk? ?Sükut ikrardan gelir? derler. Bu arada ikrarın kelime anlamı benimseme, onama, kabul, tasdik. Bilmem anlatabildim mi?
Bayram tatili 29 Ekim Cumhuriyet bayramını da içine alacak şekilde 6 güne çıkarılmış. Bu yılda cumhuriyet bayramını güme götürdüler yani. Kentsel dönüşüme ise İstanbul?da ?Türk? apartmanını yıkarak başlamış tayyip Erdoğan. Binanın yıkımı esnasında şöyle diyor Tayyip Erdoğan; ?hazırız di mi? Peki, buyurun; yaaaa Allah; bismillah; Bu bina 25 yıllık bir bina; ama hakkında riskli raporu olan bir bina?.;))))
Şimdi birde 18 yaş seçilme hakkı meselesi çıktı ortaya; 18 yaşında ancak lise bitirilmiş oluyor biliyorsunuz. Gerçi seçilmek için üniversite mezunu olmak şartı aranmıyor olsa da bundan sonraki nesiller için meclisin hiç değilse çoğunluğun (çoğunluğundan geçtim; bir kısmının) üniversite mezunu olması arzu edilen bir durumdur. 18 yaşında meclise girecek bir kişi öğrenim hayatını durduracaktır elbette; bazı büyük abileri (daha doğrusu dedeleri) gibi maaş almadan almaya gitmezlerse elbette. 18 yaşındaki bir gencin bilgisi, görgüsü, hayat geçmişi ne kadardır ki salim kararlar alabilsin ve karalılıkla savunabilsin? Kendi ile ilgili; hayat ile ilgili meseleleri çözememişken mecliste ne işe yararlar? Hangi akla hizmet bu abesle iştigal reformlar? Aykırı sesler çıkaramayacak bir meclis mi oluşturulmaya çalışılıyor?
Benim oğlum 18 yaşında; geçen ay bitirdi 18 yaşını; bu yıl ingilizce hazırlık okuyor bir üniversitenin ilk yılında. Bu yıl ingilizceyle haşır neşir; birde araba ehliyeti meselesi var; ehliyet almaya çalışıyor yaşı gereği; sonra hiç bitmeyen arkadaş muhabbetleri; internet üzerinden yazışmalar; telefon mesajları; doğum günü partileri; benden gizli bilgisayar oyunu oynamaya kaçtığı internet kafeler, spor derken başını kaşıyacak vakti yok; yani hiç vakti yok meclise gidecek;))) Sabah 7.30 da biniyor okulunun servisine; akşam 8?de gelebiliyor eve. Birde ?meclise git oğlum? desem yazık olur oğluma;)))) Eee; çocuk ne de olsa! Haaa; birde geçen aylarda cumhurbaşkanına çıkacaktı; adını sordu bana; bilmiyormuş demek ki! Zaten ne haber izler; ne de olan bitenin farkında; dünyadan bihaber; ama sorsan kafası benden daha meşgul ve yorgun; şu haliyle kendine bile bir faydası yok; nerede millete; devlete faydası olsun. Oğlumun yaşıtı başka çocuklarında ondan çok farklı olduklarını düşünmüyorum nedense!
İştigal ettiği; yazışıp çiziştiği de o yaşta olanlar sonuçta; birbirlerinden bir farkları yok yani. Bu yıl hayatında ilk kez sınıf arkadaşlarından kızlarla iletişim kurdu. Şimdiye kadar sınıfındaki sadece erkek arkadaşlarıyla itişip kakışmayı; haşır neşir olmayı tercih eden oğlum bu yıl üniversiteye başlayınca kızlarla takılmaya; onlarla hep birlikte pastane turları atmaya başladı. Sadece o değil; geçen yıllardan bütün erkek arkadaşları aynı veya benzer durumda; facebook’ta kızlarla fotoğraflar boy , boy;)))) Daha yeni tanıyorlar dünyayı; her şeyi.
*?İhanete varan bir tezgahla karşı karşıyayız; bütün yurttaşlarımın bunu böyle bilmesini isterim? dedi Kılıçdaroğlu; tezkereye neden evet demediklerini açıklarken; 9 Ekim günü; yani dün. Bu söz içinde çok şey barındırıyor olabilir; İsrail tezgahını yani. Yavaş yavaş dillenmeye başlayacak gibi bu söylem. İnternette her yerde var; ama kimse bahsetmiyor. Banu Avar?ı okumak bile yeterli bunun için. Ben bu meseleyi bileli en az 10 yıl olmuştur; bu bilinmeyen bir şey değil ki! İsrail?in kutsal topraklara ulaşma çabası uğruna dünya üzerinde uyguladıkları zulüm.
*Biliyorsunuz; Suriye uçağını havada yakaladık; sivil uçakla askeri teçhizat taşıdığına dair yapılan istihbarat üzerine; bu istihbarat birimleri Suriye?den Irak?tan savaş mühimmatı ile Türkiye?ye karadan geçen 200-300 kişi; 200-300 pkklı geçerken neredeymiş? Bir yandan bir uçağın yükünün niteliğinden bile haberdar olacaksınız; diğer yandan 200-300 kişilik pkk saldırılarından haberiniz bile olmayacak. Üstelik her seferinde. Çocuk mu kandırıyor bunlar?
Çukurambar semtinin önü, sağı, solu cami doldu; hala cami yapılmaya devam ediliyor. Her başlayan cami inşaatında ?Allah belanızı verir inşallah? diyorum. Sözde Allah için yapıyorlar; ben ise Allah?ın adı ile onlara bela okuyorum; şu işe bak. Müslümanı müslümanlıktan çıkarır bu kafirler. Epeydir çevre düzenlemesi yapılıyordu o kavşakta; yakınında Türkan Saylan parkı; Füsun Sayek parkı ve bir başka park inşaatı daha var çankaya belediyesinin; onların bir uzantısı sanmıştım orayı da; değilmiş. Dün tabelayı koymuşlar; Safa camiymiş; cefanız olur inşallah; Çukurambar ve etrafındaki camilerin adlarını yazsam; üstelik çoğu yeni yapılmış; şu son 3-5 yıl içinde; en az 5- 10 tanedir; yinede gözleri doymuyor.
Her köşe başında bir cami görmek zorunda mı gözlerim? Tiksinti geldi artık her yerde cami görmekten. Putperestler. Puta tapmanın bir başka şekli de bunca sayıda cami yaptırmaktır. Dinimiz her konuda aşırılıktan yana olmayan bir din; bunu bile görüp algılayamıyorlar. Allah?ın dedikleri, öğrettikleri unutuldu; kendi bildiklerini okuyorlar; Allah?tan daha üstün görüyorlar kendilerini; bakalım nereye kadar. Kendi kafalarına göre bir din yaratmanın peşindeler. Allah fakir fukaranın; bu milletin rızkından kesin; her yere cami yapın demiyor ki! O cami kadar başlarına taş düşsün inşallah; ne diyeyim!
*Az önce Steven Spielberg?in ?War Horse? adlı filmini izledim; uyuyamadım; uyku tutmadı; kalkıp yazmak istedim. Savaş halinin bütün o anlamsızlığı, acımasızlığı, sefaleti, acısı, ölüm kokusu uykumu alıp götürmüş olmalı. İster istemez kendinizle ilişkilendiriyorsunuz filmde olanları; çok yakınınızda; burnunuzun dibinde bir savaş çıkma ihtimali olunca ve üstüne üstlük 2 oğul sahibiyseniz; neredeyse askerlik çağında olan. Ben savaş istemiyorum. Sırf Amerika, Suriye ile savaşmamızı istiyor diye çocuklarımın bu anlamsız savaşta ölmesini istemiyorum.
BEN SAVAŞ İSTEMİYORUM. SIRF AMERİKA SURİYE İLE SAVAŞMAMIZI İSTİYOR DİYE ÇOCUKLARIMIN BU ANLAMSIZ SAVAŞTA ÖLMESİNİ İSTEMİYORUM.
Bu sözü hepimiz her gün veya aklımıza estikçe paylaşsak facebook sayfalarımızda; çocuklarımızın o savaştan kurtuluşu için bir yardımı olur mu dersiniz? Ben bunu deneyeceğim; en azından kendi oğullarım için; kızım içinde elbette. Savaş erkek, kadın, genç, yaşlı, çocuk tanımıyor çünkü. Değil insan hayvan; at bile tanımıyor. Filmi izlerseniz anlarsınız ne demek istediğimi.
Geçen perşembe savaş tezkeresinin imzalandığı gün şöyle demişti Yaşar Nuri Öztürk canlı yayında;
Bugün savaş tezkeresi çıktı meclisten; kuran şartları doğmuş savaşa izin verir; bu şart zulme uğramaktır; zulme uğramış bir savaşa girmek onur; kaçmak ise onursuzluktur. Bu savaşta ölenler de şehittir. Topraklarınız işgal edilecek; inançlarınıza musallat olanacak; zulüm bunlardır. Saldırı savaşına islam asla izin vermez. Bugün için söyleyecek olursak; ortadoğu ve müslüman coğrafyalarda yapılan savaşların tümü haçlı emperyalizminin kotardığı saldırı savaşlarıdır. Buna alet olan müslümanlarda bunun faturasını Allaha ödeyeceklerdir. Demokrasi yalanıyla müslüman coğrafyaları yerle bir ettiler. Arap baharı diyerek. Ve Türkiye; secdeli insanlar maalesef bunlara alet oldu. 3 adım önlerini göremeden. Gördüler ama onlara karşı duracak güçleri yok; eee, zamanında tapuyu ona buna verirken bunları düşünecektin.O savaş benim savaşım değil; Amerika?nın, İsrail?in, yahudilerin savaşı; ortadoğuyu ele geçirme planlarının bir parçası. O savaş belkide bir anlamda benim bitiişimin, çöküşümün başlangıcı olabilecek bir savaş. Türkiye ne zaman o kadar güçlendi ki bir ülkenin iç işleri karışık diye oraya savaş açsın? Türkiye’nin kendi iç işleri çok mu düzgün de Suriye’nin iç işlerini düzeltmeye kalkıyor? Bizde 30 yıldır pkk ile iç savaş durumundayız; hangi ülke kalkıpta alenen pkklıların haklarını korumak için bize savaş açtı? Türkiye böyle bir hakkı nasıl buluyor kendinde?
Barzani?nin yahudi olduğu yazılıp çiziliyor. Barzani nasıl bir adam ki hem AKP?liler tarafından hem de BDP?liler tarafından kendi kongrelerine çağrılıyor; BDP, AKP ve Barzani; bu nasıl bir ilişki üçgeni; hepsi aynı amaç için mi hizmet veriyorlar? Müttefikler yani. Buna hiç şaşmam.
O savaş benim savaşım değil çünkü ben o tezkereye onay veren 320 kişinin hiçbirine oy vermedim. O onay tek taraflı bir onay. Tek taraflı bir düşüncenin onayı. Akp?nin ve mhp?nin onayı; bu durumda böylesi bir savaş olasılığında da aktif rol almayı reddediyorum. Kendim için ve çocuklarım için. O savaşa akp?lilerin ve mhp?lilerin ve onlara oy verenlerin çocukları gitsin.
O mhp nasıl bir mhp?dir ki her zaman akp?ye muhalefet; chp’den bile çok muhalefet ediyor; ama her oylamada onun yanında? Lafta mhp?den çok akp?ye muhalefet eden yok; ne zamanki meclisten bir şey geçmesi gerek mhp akp?nin yanında yer alıyor. Ne çok soru işaretleri var bu ilişkiler yumağının içerisinde.
*Silvri’de tutuklu olan bir yarbayın 21 yaşındaki oğlu 1 ay önce mühendislik stajı yaptığı Azerbaycan’da araba çarpması sonucu ölmüş. Çarpanın kimliği bilinmiyor. Yine dün Silivri’de tutuklu olan bir profesörün 21 yaşındaki oğlu Ankara’da bir halk otobüsüne arkadan hızla çarpması sonucu ölmüş. 2 Silivrili komşu; 2 oğul; ikiside 21 yaşında; 1 ay arayla trafik kurbanı. Size inandırıcı geliyor mu trafik kazası oldukları? Faili meçhul dosyalarının sayısını arttırmak yerine trafik ölümü süsü veriliyormuş gibi bir kanaat oluştu bende. Türkiye alışkındır faili meçhullere; hem öldürmek hem de faili meçhul olmasını önlemek istiyorsanız bunun için en kestirme yol trafik kazasına kurban etmek olmalı. Trafik kazaları ve siyaset denince Adnan Kahveci geldi aklıma; kim bilebilir gerçek bir kaza olup olmadığını?
Azerbaycan’da olan trafik kazasını zaten kimin yaptığı meçhul. Ankara’da olan için şöyle bir akıl yürütülebilir; şehir içinde ölümlü kaza olacak kadar bir halk otobüsüne arkadan hızla girmek olsa olsa öndeki halk otobüsünün çok, çok ani fren yapması sonucu olur. Ölüm yarışına çıkmadı ya bu çocuk! Göz göre göre otobüsün altına hızla niye girsin? Halk otobüsünü kullanan kişinin kimin adına çalıştığını bulmak lazım; CIA olacak değil elbet; CIA’nın ne işi olur Silivri’dekilerle; önceki faili meçhullerin adresinde aramak lazım. Balyozda babalık haklarını ellerinden aldılar; bu sefer de Silivri’dekilerin oğullarını ellerinden alıyorlar. Oğullarını öldürüyorlar; soylarını kurutmak için; soyları kuruyasıcalar. Bundan böyle Silivri’de kocası olan kadınlar oğullarına her zamankinden daha fazla sahip çıkmalı!
Diyelim ki bu ölümler kaza; Melih Gökçek yıllar oldu Ankara halkını bu eski püskü, kamyondan bozma halk otobüslerinin şiddetinden kurtaramadı. Yolcu kapma yarışında; trafiği alt üst etmede onların üstüne yok. Melih Gökçek onlara söz geçiremiyor, karşı duramıyorsa bırakıp gitsin artık o koltuğu; yerine gelecek daha yürekli biri çıkar nasıl olsa.
*Haberlerde izledim; o kaza bildiğimiz halk otobüsü ile olmamış; Çubuk otobüsüymüş; önemli değil; bu Ankara’daki halk otobüslerinin gerçeğini değiştirmiyor nasıl olsa. Bir halk otobüsleriyle sınırlı kalsa Ankara trafiğindeki dert daha ne isterdim! Sabah saat 10-16 saatleri dışında trafiğe çıkmak akıl karı değil artık Ankara’da. Ben öyle yapıyorum; 10-16 arası işimi halledip evime dönmüş oluyorum; yoksa bir takıldınızmı trafiğe haliniz içler acısı. Ağıldan dağılan inekler gibi geçmek istediğiniz her yol; geç geçebilirsen. Oğluma bile tembihledim yoğun saatlerde gelmeyip beklemesini; 8’den sora geliyor oğlum eve. Yolda işkence çekeceğine bir yerlerde oyalansın ondan iyi. Ama bizlerin bu perişanlığı Melih Gökçek’in kapsama alanı içinde yer almıyor sanırsam. Yıllar oldu Ankara’ya bir çivi çakmayalı trafik için. Bir zamanlar 1,2 köprü yaptı; işi bitti sanıyor olmalı. Bencede işinin bitmesi lazım; yoksa bizim işimiz bitecek.
Hatay’ın yarısından çoğu yabancılara satılmış. Zonguldak değil de niye Hatay; tercih edilme sebebi var elbette. Bu yoğunlukta satılırken bir Allah’ın kulu bunun farkına varamamış mı? Veya yabancılara yapılan arsa satışları için neden bir kota konmamış? Bunların niyeti bozuk; niyetleri bizi topyekun satmak; sattılar zaten; o yüzden.
*Mhp ve Chp’nin 18 yaşa karşı çıkmaları konusunda ‘bu bir defa çok büyük bir seviyesizliktir’ demiş Tayyip Erdoğan; neye seviyesizlik? Kendi söylediğine karşı çıkıyor olmaları mı seviyesizlik? 18 yaşa onay vermemelerinin neresinde seviyesizlik var; onu anlayamadım. Senin her fikrine katılamak mı seviyelilik? Saçmalıktan başka birşey değil bu sözler. İlber Ortaylı Tayyip Erdoğan’ın Türkçeyi iyi kullandığını söylemiş; hiç katılmıyorum doğrusu. Bir kere düzgün bir laf çıksa ağzından katılacağım ama hep hor görme, aşağılama, nefret var sözlerinde; bir başbakana; makamına yakışmayan tarzda; beni irkiltiyor doğrusu; neresi düzgün konuştuklarının? Bildiğiniz mahalle karısı ağzı. Kelime dağarcığını geliştirmeli bana kalırsa; ama küfür, aşağılama sözleri ile değil elbette; onları yeterince biliyor zaten. Onu bunu suçluyor ağzı pis olmakla; o da ayrı bir patavatsızlık örneği. Hatırlarsınız; Erdoğan; Bekir Coşkun için ‘kaleminden pislik akıyor’ dediğinde Kılıçdaroğlu; ‘sen önce kendi ağzına bak’ demişti; haklı olarak.
Bir hafta arayla iki kez doğalgaz boru hattı bombalandı; aralıksız her gün şehit haberleri var; İmralı ile müzakereden bahsediyor Erdoğan. Buna müzakere değil teslim olma; beyaz bayrak sallama denir. Onların şartlarına boyun eğme; kabul etme denir; bize müzakere diye yutturmaya çalışıyorlar.
Ulusumuzun kurduğu devletin alınyazısına, bağımsızlığına, kimseyi karıştırmayız. Milletimizin menfaatleriyle ilgili hususlarda yabancıların fikirlerinin önemi yoktur. Biz, gidişatımızı yabancıların görüşlerine uydurma güçsüzlüğünü, kötü görenlerdeniz!?

Mustafa Kemâl ATATÜRK – NUTUK

 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *