Press "Enter" to skip to content

Günlük 1ll Ocak’13

***Bu Cem Yılmaz?ın neyine güler; överler, yere göğe sığdıramazlar hiç anlamam; adamın kendisi soğuk nevale; esprisi nasıl sıcak olsun; güldürsün; ona hiç güldüğümü hatırlamıyorum ben; ?burada gülünecek? deseler belki gülerim;))) Adın çıkmış 9?a; inmez 8?e; adı komedyen ya; gülmek için yeterli demek ki; olmadık insanlara olmadık payeler eklemek bizlere özgü bir şey. Benim onu övmemin tek yolu ondan %lik bir dilim almamla olur ki; bu da mümkün olmadığına göre onu övmem için bir neden yok. Ama böyle bir nedeni olmuş olanlar olabilir;))) Fifti, fifti. Ne zaman işler kesat gitti; gündem oluşturucu; yönlendiricilerinden birini sok devreye; gelsin paracıklar; buna reklamın şahı derler; ortalıkta inanacak; bir gülüşe bile hasret saf çok nasıl olsa.
Bir insanın komedi anlayışı; neye gülüp neye gülmediği; zevki bile o insanın neler görüp geçirdiğinin; yaşadığının; algılarının ölçüsünün en basit göstergesi; ne kadar aldıysanız o kadarını iade edebiliyorsunuz hayata; işte bu yüzdendir ki aslolan hep eğitim, eğitim, eğitim; sadece okul eğitimi değil elbette kastettiğim; hayat eğitimide var içinde. Zevkinizin sınırlarını bile belirleyen o; hayata, sanata, etrafınızda olan biten herşeye bakış açınızı değiştiren yine o; eğitim. Ağaç yaş iken eğiliyor elbette; sonradan ne kadar eğmeye çalışsanız da nafile; o zaman aldığı kadarı ile kalıyor; bir adım dahi ilerleyemeden. Pek çok şey öğrenebiliyor; kendine ekleyebiliyor belki ama duyu, algı, duyum ve dışa vurumları asla değişmiyor; bir adam farzı mahal büyürken sadece eski komedi filmlerimiz ile büyüdü ise eğer onun ötesinde bir komedi anlayışı; bir ince mizah algısı geliştiremiyor kendinde. Hep aynı tür şeylere gülüp durmaya devam ediyor. Çok var böyleleri etrafta.
Siz bir zenginin adam eğlendirdiğini; şaklabanlık yaptığını gördünüz mü? Adam sayenizde olmuş mülti milyoner; siz ondan hala sizi güldürmesini bekliyorsunuz; zenginlik komedyenliğin doğasına aykırı; siz onu güldürseniz daha yerinde olur ayrıca; zengin olan o; fakir olan sizsiniz; o değil. Bir soytarı kraldan zengin olabilir mi; olamaz; kral soytarısını kendinden zengin asla yapmaz; hep kendine muhtaç bırakır ki onu güldürmeye ilelebet devam etsin. Gerçi bana göre Cem Yılmaz?ın komedyen yanı zaten eksikti ama adamı zengin ederek iyice öldürdünüz komedyenliğini;)))
Birde şöyle bir husus var; Cem Yılmaz?ın bildiğim bütün filmleri hollywood adaptasyonu; çakma Hollywood; yani diğer bir deyişle çalıntı; hiç bir özgün yanı yok. Komedyen izlemek istiyorsanız Zeki Alasya var; Metin Akpınar var; Levent Kırca var; onlar daha eski kuşak olmalarına rağmen hala o komediden kazanacakları paraya ihtiyaçları var; hala komedyen olmamaları için bir gerekçeleri yok yani; üstüne üstlük her devrin adamı da da değiller; adam gibi adamlar; iktidarın yalakası hiç değiller; yeri geldiğinde taşı gediğine oturtmayı çok iyi biliyorlar; sizden kazandıkları paralara ihanet etmeyip sizin haklarınızı korumak konusunda istikrarlılar; bu kadarı bile ?kazandıkları para onlara helal olsun? demem için yeterli.
Cem Yılmaz?ı alkışlayan, kışkışlayan gazeteciler, köşe yazarları; aydınlarımız; ?gülmekten yarıldım; öldüm, bittim, eridim? diyorsunuz ya; %lik diliminiz kaç; merak ettim sadece; tatmin edici mi; size bir yat aldırır mı mesela; hani ihtiyaç vardır belki. Reklam yapmadığımda için ne kadar kaybedeceğimi bileyim hiç değilse; olur a; para tatlı gelir falan; dönerim; döndüm der, kendimi tarafsız ilan eder ama aslında dönmemiş olurum; belli mi olur; insanlık hali.
Övmek ve yermek kardeş; bir testinin iki yarısı; bir kişi övülebiliyorsa yerilebilir de; bu bakış açısı ilgili bir şey. Benim bakış açımda bu! Övmek serbestte yermek mi kabahat? Yalandan pollyannacılık oynamak zorunda değil herkes; ben değilim en azından; öyle bir serbestlik tanıdım kendime; neyse o; benim düşüncemde bu; var mı ötesi! Biz ne kaybediyorsak eleştirmemekten; görüp geçmekten; bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın zihniyetinden kaybediyoruz zaten; ben öyle olmak zorunda hissetmiyorum kendimi.
***Trabzonlu bir ablam var; eski komşum; Hayriye abla; 60?lı yaşlarda; geçen gün rastlaştık; evine gittim; özlemişiz birbirimizi; kocasından yakındı bana; tam adamına yani; geçen akşamların birinde uzanmış; kocası meyve alıp yemiş; ona ikram etmemiş; çok alınmış; ?ben her akşam getireyirim ona; o bir akşam bana vermedi meyveyi? diyor;))) ?Emekli olunca kendisi alacak yemeğini ama; ben tabakla önüne koymayacağım? dedi;)))) herkesin devrimi kendi sınırları dahilinde;))) 
***?Sohbetle uyumak güzeldir; her insan sever; ben kendimle kalmaktan korkarım; kendimi aldatmak ve avutmak için hiçbir bahanem kalmaz. Yalnızlık gece kılığında çıkar karşıma. Etrafımı sarar; içimi sarar; korkular büyür; yalnızlığım büyür; karanlığım büyür. En kötüsü bazı geceler biri dürtmüş gibi açarım gözümü; söz ve tarife gelmez bir korkuyla; kalbim çırpınarak; içimden gelir bu dürtü; ta derinimden; ansızın, birdenbire yakalar; gözlerimi açmaya çabalarım; ışık yakarım; bir ses, bir el, bir sıcaklık ararımki avuniyim; yaşamak için bir sebebim olsun; seni tanıyana kadar yıllarca her gece korkularla uyudum; gece yarıları uyanmaktan korkarak; seni tanıdıktan sonra senle uyudum; sesini duyarak; yüzünü görerek; ve gece yarıları uyandığımda korkmuyorum; seni düşünmek ölümü ve yalnızlığı unutturuyor bana; sen benim avuntumsun; yaşama sebebimsin Cemile???Onların yürekleri sevgisiz; o yüzden taştan farkları yok; senin yüreğindeki sevgi yüzüne yansıyor; bunu onlar da görüyorlar; mahrum oldukları şey sende; kıskanıyorlar, bu kadar basit; benim yüreğimdeki sevgi de yüzüme yansıyor; çünkü seni seviyorum?. Öyle bir geçer zaman ki; Arif. O da ben gibi garibim;)))) Yalnızlar diyarından;)))
***Dün sabah -8?i; bu sabah ise -5?i gösteriyordu arabanın derecesi; yolların etrafı; kaldırımlar buz; arabaların geçtiği yerler ise erimiş durumda; her şekilde yaşamaya alışılıyor demek ki; oğlumu 300 metre aşağıdaki lisesine; kızımı 500 metre yukardaki ortaokuluna; büyük oğlumu ise 10-12 kilometre uzaktaki üniversitesine bıraktım; Allahtan herkes çıkmıyor arabayla; yollar pek dolu değil; kavşakta karşılaşan 3 kişiden hiçbiri önce ben geçeceğim diye hamle de yapmıyor; herkes malını korumanın derdinde. Dönüşte pazara uğradım; birde ne göreyim; soğuk pazarı vurmuş meğerse; önce anlayamadım ne olduğunu; pazarın yarısı boş; tezgahlar açılmamış; tenekeler, variller yakılmış; ortalık dumanaltı; benim pazarcım 3 tane gaz sobası kurmuş; ısınmak ve meyve sebzelerin donmaması için; yeşillikçim hiç gelmemiş; oradan buradan aldım ama azdı yeşillik. Yazdan beri uğramayan sokak kedimiz camda kızımdan mama istemeye gelir oldu; sıskalamış; kuşlar kardan önce bahçeye attığımız ekmekleri bir bir karı eşeleyerek çıkartıp yediler afiyetle; yine takviye yaptı kızım elbette. Ankara?nın kar manzaraları böyle şu an için.
Ortalık böyle kar kış olunca evden çıkmayan komşularım var; 70?lik karı koca; marketteyken aklıma düştü; aradım ?bir şey lazım mı? diye; Akşam ve sözcü gazetesi, ekmek, 2 bağ maydanoz ve 2 kilo şeker istediler; götürdüm; birer kahve içtik beraber; bol şekerli; amca gazetesiz duramaz; ekmekte tamam; maydanoz kahvaltıda yeniyormuş; ona  da eyvallah; ?ya 2 kilo şeker? diyince; yemeğin yanında mutlaka hoşaf olurmuş; hoşaf olmazsa turşu; kabak severlermiş; akşamdan şekere basar; sabah pişirirmiş; laf döndü dolaştı amcanın sağlığına geldi; böbreklerinden rahatsız olduğu için şeker ilacı alamıyormuş; o yüzden insüline başlamışlar; insüline başladıktan sonra sedefinde bile iyileşme olmuş; sedefin şeker hastalığı ile bir ilişkisi olabilir mi acaba? Bu komşularımın bir çocuğu doktor; devamlı arar; ilgilenir; hiç mi akıl vermez annesine ?şekeri, tuzu azalt? diye; anlamadım; ben durur muyum artık bu aşamadan sonra; kuru meyvelerin böbrek hastaları üzerindeki olumsuz etkisini; şekerden ciddi oranda vaz geçmesi gerektiğini ?ayarınca? söyledim; şekersiz kabak tarifleri verdim; yemek türk sayfamdaki kısacıkların diğer tariflerini; umarım uygular. 
***İntikam dizisindeki oyuncuların bir kısmında artikülasyon eksikliği var; ne dedikleri pek anlaşılamıyor; laflar yuvarlanıyor; uğultu şeklinde dinleyiciye ulaşıyor. Dizi fena gitmiyor bu arada; şimdilik.
***Boya ve benzindeki kurşun çocuklarda IQ seviyesinin kalıcı olarak düşmesine sebep oluyormuş; ev; duvar, kapı pencere boyalarına dikkat; benzinde artık kurşunsuz benzin varmış; kurşunlu benzin satılmıyormuş; bu kurşunsuz yaşamın sonucunda suç oranlarında düşüşler yaşanıldığı düşünülüyormuş.
***Bir kader arkadaşım var; 20 yıldır arkadaşız; çocuklarımız yaşıt; 20 yıl boyunca konuştuğumuz en önemli ortak konumuz kocalarımız oldu; birbirlerine tıpatıp benzemeleri ve yaşadıklarımızın birbirine tıpatıp benzemesi neticesinde; birimiz bırakız, birimiz alırdık lafı; bana şöyle yaptı, böyle yaptı ile geçti ömrümüz; ben artık bunları arkama aldım; etkisiz elemana dönüştürdüm ve kendi hayatım için yaşama adımını attım; o hala aynı noktada olduğu için hiçbir şeyi aşamadı ve hala benimle aynı şeyleri konuşmak istiyor ama ben o eski ben değilim ve dediklerini çok anlayamıyorum; havada kalıyor; çokta bahsedemiyor böyle olunca. Dertleşemiyor yani benimle eskisi gibi. Dün uğradı bana; balık hazırlıyordum; salata, roka salatası, ıspanaklı açma börek derken pek hoşuna gitti menü; “hamur açmak zor geliyor” dedi; asıl zor olan bence kafanın meşguliyeti; üzüntü ve binbir düşünce ile yaşamaya çalıştığınızda hayattan da zevk alamıyor ve hayatınızı güzelleştirmek için çaba bile sarf edemiyorsunuz; dönüp duruyorsunuz bir plak gibi takıldığınız yerde; cızz, cızz, cızz; “bırak gitsin; kafandaki örümcek ağlarını çöz ve kurtul; eskide bırak ve hiç değilse kalan hayatını tadıyla yaşa” diyesi geliyor insanın; diyebilseydim keşke; diyemedim tabi.
***M. Ali Birand?ı kaybettik; Allah rahmet eylesin. Biliyorsunuz bir safra kesesi ameliyatına girdi ve kalp yetmezliğinden öldü; aniden; görünürde sapasağlam, zinde bir insan iken; kendi ayaklarıyla gitti hastaneye ve dönemedi; bu olay yine bana bazı sorular çağrıştırdı; ?60-65 yaş sonrası yapılan ameliyatların % kaçının başarı; % kaçının ölümle sonuçlandığı konusunda istatistiki bir çalışma yapılıp yapılmadığı ve bunun bizlere ve ameliyat olacak olanlara açıklanması gerekliliği; ameliyat olacak olanların yeterli bilgi ile donatılmadan karambole getirilmemeleri; artı eksi hesaplarının neye göre düzenlendiği?; ?bu ameliyatı olmasa idi M. Ali Birand?ın daha ne kadar yaşayabileceği?; ?cebinde fazla parası var diye ameliyat olmaya sevk edilmesi doğru muydu; yani parasız bir insan olsa idi yine bu ameliyata gereksinim duyulur muydu??; ?M. Ali Birand ameliyata alınırken hastanenin geliri mi yoksa M. Ali Birand?ın sağlığı mı ön planda tutuldu?  gibi gibi gibi sorular.
Ben izlemezdim ama annemin tek habercisiydi M. Ali Birand; sadece onu izlerdi haber olarak; yaşıt olmalarının etkisi var bunda sanırsam; çok üzülmüş; ?onun gibiler artık gelmiyor kızım? dedi bana; evinden biri eksilmiş gibi yasta annem; ki evinden biri eksildi gerçekten; neredeyse yalnız yaşadığı evinde her gün duyduğu ses ve yüzdü M. Ali Birand; artık olmayacak. Annem en iyi arkadaşını kaybetti; yıllar süren dosluğunu; arkadaşı, dostu onu tanımsada.
Bu ameliyat olma, olmama; ameliyat yapma, yapmama ahlakı zaten benim hep gündemimde olan bir olay. Sezaryen, miyom ve estetik sayfalarımın baş konusu bu ameliyat halleri. Bu zamanda parası olmak ta başa bela; bela paranızın oranıyla orantılı; ne taraftan geleceğini hesap bile edemiyorsunuz. M. Ali Birand?a ?iyi edilmek? vaadi ile geldi bu defa bu bela. Estetik konusunda ?güzel edilmek? vaadiyle geliyor; sezaryen konusunda ?kolay doğurtulmak? vaadiyle geliyor ki bu hiç doğru değil; koca bir yalan; sezaryen asla, asla normal doğumdan kolay değil; olamazda. Miyom da da ?iyi edilmek? vaadi ile geliyor bu ameliyatlar; hiç neden oldu, nasıl geçer, hata nerede; yanlış yaptığın ne diye üzerine düşünülmeye gereksinim duyulmadan; ?yat keselim; olsun, bitsin? babında. Bu olay parayla oynayanlarımıza da bir ibret olsun; kılı kırk yarmanın; kırk hesapta koşmanın yarardan çok zarar getirdiğini; getireceğini görsünler artık; en büyük dostunuz sandığınız paranız aslında en büyük düşmanınız; hayatınızı elinizden alacak kadar.
İyileşme haberi olsa hastanenin adı bangır bangır açıklanırdı; doktorlar çıkar açıklamalar yapardı; açıklamayı oğlu yaptı; sonuç ölüm olunca; üstelik eften püften bir ameliyat yüzünden; ne doktor yüzü gördük hastaneden; ne de hastanenin adını, sanını görebildik; niye saklamak ihtiyacı duyuyorlar ki; reklamın iyisi kötüsü oluyor demek ki! Vehbi Koç vakfı Amerikan hastanesiymiş bu arada. 
Pankreas kanseriymiş M. Ali Birand; 10 civarında ameliyat olmuş bunun için; bu girdiği safra kesesi ameliyatı da pankreas kanseri yüzündenmiş; pankreas vücudun insülin düzenleyicisi; pankreas kanserinin müessibi yanlış beslenme; şeker ağırlıklı; şekerli, asitli içeceklere yer verilen; hatta içki içilen bir hayat tarzı; diğer bir deyişle karaciğer iflası. Son zamanların flaş kanseri pankreas kanseri; yine bu nedenle geçen yıl Steve Jobs?u 56 yaşında; Ceyla Gölcüklü?yü 38 yaşında kaybetmiştik. Orta sınıfın sınıf atladığında; yani cebi para gördüğünde ilk tutunduğu dal içki oluyor ne yazık ki! İçki içmeyi bir ayrıcalık, bir üstünlük vesilesi olarak görmek gibi yanlış bir gaflete kapılınıyor. Suelın, ceyar, lusi üçlemesi ve yanındaki mürettebat öğretmişti bize hatırlarsanız içkinin ne menem bir şey olduğunu; bizi sevdiklerinden; hayır olsun diye yapmadıkları artık ortada. 
Para hem dost, hem düşman; bu sadece onu nasıl kullandığınıza bağlı. Bir söyleşisinde şöyle diyor M. Ali Birand; ?şarabı Belçika?da keşfettim; hangi şarapla hangi yemeğin uyum sağlayacağını. Midye, bira, patates kızartması kültürünü de orada edindim. Yemek yavaş yenmeli; içki de o hızda içilmeli. Arkadaşlarımla hafta sonu öğlen yemeğinde rakı içerim; yemekte normalde şarap içerim; yemekten önce beyaz şarap; yemekte 2 kadeh kırmızı; bunu haftada 2,3 kere yapıyorum?; daha fazla söze hacet yok sanırım. Şu sözden başka; ?içki bütün kötülüklerin anasıdır?; Hz. Muhammed. Not; siz siz olun; Birand?ın bu sözlerini öğüt olarak algıladığım için koyduğum yanılgısına kapılmayın; o sözlerin bir akıl, öğüt verme olamayacağı zaten ortada.
***Akıl kıtı bir millet olduk; hızla yol alıyoruz bu konuda. Ben büyüyüp yetişirken en önemli meziyet dünyayı anlama, algılama düzeyi idi; bunun içindi bütün çaba, heves, hırs, eğitim, uygulama; hadi ben o günden bu yana çoluğa çocuğa ve bir deliye karıştım; dünyadan el etek çektim; çocuklarım büyüyünce dünyayı tekrardan görebilmeye başladım; herkese ne oldu; nerede o aydın, zeki ve aklın yolunda olma hırsında olan insanlar; nerelere kayboldular? Anlayamıyorum; aklım almıyor; bir kayıp kuşakmışız demek ki! 12 Eylül sonrası çocuklarıydık; 80 sonrasının lise ve üniversite öğrencileri; ezik büyüyüp yetiştik; ondan mı acaba; bakıyorum kuşağımın insanlarına; hiçbiri bir yer edinememiş bu mekanda; akıntıya bırakmışlar kendilerini; en göze çarpanları bile; oysa pek çok şekilde ?var olmaları? gereken; en azından öyle olacaklarını düşündüğüm insanlardı onlar. Bizden bir önceki uşak çok daha oturaklı ve delişmen; bizi 12 Eylül vurmuş.
***Ağustos ayı sıcağının ölümleri tetiklediğinin uzun zamandır farkındayım; Ağustos sonuna doğru ölüm haberleri; duyumları hep artar ama Ocak ayı soğuğunun ölümleri tetiklediğini yeni fark ettim; bu ara peşpeşe ölümler yaşanınca; M. Ali Birand?ın yanısıra Burhan Doğançay, Toktamış Ateş ve Ahmet Mete Işıkara?yı da kaybettik. Işıkara 6 Ocak?ta anjiyo olmuş; annemin deyimiyle hepsi ?yerişmiş armut? aslında ama bu ölümler arkalarında bir gerçeği barındırıyorlar; kalbin sıcağa olduğu kadar soğuğa da dayanıksız olduğunu. Zaten tıbbende soğuk kalp damarlarını büzüştürüp kalp krizine uygun bir zemin hazırlıyormuş ve kalple ilgili sorunu olanların soğuk havalarda dışarı çıkmamaları gerekliymiş.
Bütün bu ölümler kafamı kurcalayan şeyler çağrıştırıyor; insanlara ötenazi hakkının verilmesinin bile konuşulduğu günümüzde birde yaşlı insanların hastane uygulamaları ile zorlanmamaları; ölüme olsun rahatça gitmeleri sağlanamaz mı? Ölümünden 10 gün önce anjiyo olmuş Işıkara; demek ki bir faydası olmamış geçirdiği anjiyonun; anjiyo olmamış olsa; o acı ve telaşı yaşamamış olsa daha huzur içinde ölmez miydi? Birand 10 kez ameliyat olmuş pankreas kanseri yüzünden; hiç kolay değil kısa bir sürenin içine 10 ameliyatı sığdırmak; o ameliyatları olmamış olsa daha uzun veya kısa yaşayacağını garanti eden bir sisteme sahip değiliz ama görünen o ki çokta etkili olamamış 10 ameliyat; o ameliyat acılarını hiç yaşamadan ölmüş olsa çok daha iyi olmaz mıydı? İnsanlara kendi başlarına bırakılarak rahatça ölme hakkı da tanınmalı; bir şey olmayacağı belli ise boş yere zorlanmamalı bedenler bana kalırsa.
Hayat pili diye birşey yok; hala icat edilmedi; icat edildiğinde uygulayın ama işe yaramayacak uygulamaları insanlar üzerinde denemeyin artık. 65 yaşının üstünde bir kalp hastasını ameliyat etmek ölüme açık davetiyedir; her şeyin bir etiği, ahlakı var; tıbbında olmalı. Önce zarar verme?yi gerçek anlamda uygulamaya geçirmeye ihtiyacı var tıp dünyasının. Hastanelerde bir etik kurulu oluşturulmalı ve ölümü yakın görülen hastalar bu kurullarda değerlendirilmeye alınmalı; heyet raporunda olduğu gibi; ölüme yaklaşmış insanlara fazladan eziyet edilmemeli. Son günlerini huzur ve sükun içinde geçirme hakkından alıkonmamalı insanlar; bir kobay yerine konulmayarak. Şerefiyle yaşayan insanlara şerefiyle ölme hakkı da tanınmalı. Bu soğuk ve ölümcül havalarda yaşlı insanların hastane-ev transferleri durdurulmalı; evlerinde rahatça istirahat etmeleri sağlanmalı.
***?Merhaba Kenan Bey; ismim Kenan Saka, bir inşaat firmasında tekniker olarak çalışıyorum; kızım Türkiye rekoru kırdığı zaman insan çok mutlu oluyor; ufak yaşlardan beri devamlı rekorlar kırarak geldiği için biraz alışıyoruz ama biz daha çok perde arkasında biraz acı kısmını da yaşadığımız için antremanlarda; elimizden geldiği kadarıyla yanında olmaya çalışıyoruz; antremanlarda can yanıyor yani; kolay olmuyor bazı şeyler; o bakımdan rekor çok anlık bir mutluluk oluyor. Zaten ertesi gün tekrar başlıyor herşey?. Kim milyoner olmak ister?e katılan milli atlet Pınar Saka?nın babası bunları söyleyen kişi.  
***Adam arabasını ödünç vermiş; arabayı alan kaza yapmış ölmüş; arabayı alanın karısı tazminat davası açmış; arabayı verene ve arabayı kullanana; 800 bin lira ceza bu iki kişi arasında ödenecekmiş; arabayı kullananı anlarım ama arabayı verenin ne günahı var; bu kararı veren hakimde var bir gariplik; kimseye birşey vermeyen; gül koklatmayan cinsinden olmalı. O davayı açan kadında da var gariplik; kocan istediğinde arabasını veren adama tazminat davası mı açılır; bu nasıl bir mantık; hiç utanmada mı yok? Kocan kendi arabasıyla gitmiş olsaydı ölmüş kocana mı açacaktın davayı? Fıkra gibi dava ve dava sonucu; tam Nasrettin hocalık vaka. 
***?Afganistan bana göre her şeyden önce çok hazin bir yer. Çocukların gülemediği; kadınların hiç göremediği; o burkalarından dolayı; sahip olduklarımıza şükretmemiz gerekiyor?. Kim milyoner olmak istere katılan Afganistan?da çalışmış bir nato görevlisi kadının sözleri.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *