***Oyun yok, dizi yok, ne yapmalı, film izledim ben de, 1977 yılı yapımı jane fondanın bir filmi, adı julia, bir kız arkadaşlık hikayesi, gerçekte yaşanmış bir olay, nazi almanyasında geçiyor, filmdeki duygu ve dokunak insana da geçiyor, biz duyguyu kaybettik herhalde, birilerini sevmeyi, birbirimizi sevmeyi, mesele bundan kaynaklı, yollarda bile birbirimize böylesine hömkürecek bir hale geldiğimize göre, duyguyu, karşılıksız sevmeyi, sevilmeyi kaybettiğimizde çok şeyi kaybetmişiz, parayı sevilecekler listesinin en başına koyduğumuzda yani, ama benim bu konuda içim müsterih, kişisel olarak yani, hiçbir zaman para bir numaralı amaç olmadı hayatımda, hep ikinci planda kaldı, ben hep hayatı yaşadım, hayatın bana getirdiklerini, o getirdikleri arasında da para hiç öncelikli olmadı, öyle olmasa çulsuz çaputsuz işsiz biriyle evlenmezdim zaten, birini tanımıştım mesela, bundan 35 yıl önce, 1983 yılında, ankaraya ilk geldiğimde kaldığım yurtta kalıyordu o da, bakımlı ve güzel kızdı, gösterişli, adanalıydı sanırım, aklında sadece paralı bir koca bulmak vardı, ta o zaman bile, o yaşta üstelik, 17 yaşında, nasıl programladıysa annesi onu, kendi kişilik yapısı belkide, bilemem, lafta okumaya gelmişti ankaraya ama asıl amacı paralı koca bulmaktı, buldu mu acaba aradığını, bulmuştur, o azimle, para denince aklıma gelen ilk figür o oldu, o kadar aklımda yer etmiş demek ki takıntısı.
Filmi izlerken birkaç kez şimdi lezbien ilişkisine dönecek iş ve ben kapatmak zorunda kalacağım kuşkusuna düştüm, ki öyle olduğunda derhal kapatıyorum, hiç beni ilgilendirmiyor o tip konular, neyse ki olmadı böyle bir şey, bir sevgi ilişkisiydi julia ve lilian arasındaki ilişki, henüz ortalığın bu denli pislenmediği, pis olmadığı bir dönemde yaşanmış gerçek bir sevgi biçimi, gerçekten yaşanmış, yazarın anılarından derlenmiş bu film, lilian gerçekte bir yazardır, julia ise onun çocukluktan beri arkadaşıdır, hulia çok zengindir, tıp fakültesinde okumaktadır, hitler döneminde hitlere karşı yahudileri koruma görevini üstlenir kendine, bu amaçla arkadaşından, liliandan bir para transferinde yardımcı olmasını ister, lilian o parayı getirir, julia o para ile bine yakın yahudinin kurtarılacağını söyler, ve öldürülür julia, bir savaş halinde bile insanlığını, insan olduğunu unutmayan julia hiç tanımadığı insanların hayatları için kendi hayatını hiçe sayar, ölür, bizim normal zamanda bile yapamadığımız insanlığı o hitler döneminin acımasızlığı altında başarmış, acıklı, bir o kadar da dokunaklı bir hikaye julianın hikayesi, bizim kaybettiğimiz her şey, bütün özellikler, yani insanlık julia da bolca var, varmış.
Dün biraz dikiş diktim, kızımın paçası kısalacak pantolonları vardı, uzun almışız, onları diktim, elim değmişken benim pantolonlara da paça ayarı çektim biraz, pantolonların zamnı geliyor, yavuz dizdarın makarnası fena olmadı, ağzının tadını biliyormuş yavuz dizdar, biraz su ekledim tabi, normalin yarısı kadar, kımızı biber de koydum ben, normalde her yemeğe koyduğum karışım bu zaten, soğanı ve sarımsağı koymuyorum genelde, domates, kırmızı ve yeşil biberle yapıyorum yemeklerimi, yaz yemeklerini, dün de feridun kunak vardı derya baykalda, ama onu anlatamam, onu anlatmaya kelimeler yetmez, öyle çok şey anlattı ki, bilgi bombardımanı adam, ilgiliyseniz izleyin, alzaymır için beyne kan gitmediğinden dedi, iyi beslenmeli, ceviz yemeli, beyne kan gitmesi için günde bir iki dakika başını yataktan aşağı sarkıtmalı dedi.
Sağlık bakanlığı 18-65 yaş arasını genç, 65-85 yaş arasını orta yaş, 85 yukarısını yaşlı olarak nitelemiş, hadi yine iyiyiz, hala gençmişiz. Hazır pizzalardaki salam sucuklar beyaz etmiş, renklendiriliyorlarmış, yani tavuk eti.
***Yediklerimizle bizi çıldırtıyorlar, delirtiyorlar, zıvanadan çıkartıyorlar, dün de çöl kraliçesini izledim nicole kidmanın, 1915’ler, bir ingiliz asker, mısır büyükelçisi, şöyle diyor, “türkler için çok şey yapmamıza gerek yok, ekonomilerini çökertmek için milyonlarca türk ve alman paralarını fazladan basmak dışında”, bu kin ve nefret hala sürüyor, ve hiç bitmeyecek, şimdi para basmak yerine canlarımızla oynuyor, canlarımızı alıyorlar, biz kana kana cola içmeye, şapur şupur dondurma yemeye devam, cola ve dondurma şirketleri kimlerin, onların. yabancıların, ecnebilerin, biz de bu zokayı yutuyoruz, yutturuyorlar bir güzel, sokakta, evde, sokaklarımızda, evlerimizde insana benzeyen insan kaldı mı, kalmadı, herkes deli, herkes zıvanadan çıkmış durumda, ipi boşalmış hayvan gibi herkes, hiçbirimizin can güvenliği yok, sizin can güvenliğiniz var mı, evden çıkarken bugün geri döneceğim mutlaka diyebiliyor musunuz kendinize, ben diyemiyorum açıkçası bu şartlar altında, sizin de dediğinizi sanmıyorum, buna bir dur demek gerek, hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır, ve o satıh bütün vatandır, vatansever olana, ecnebi olmayana elbette, Allah bizi korusun. türk ve ecnebi ecnebilerden.
Şimdi de şarbonlu hayvan vakası, bilerek mi gönderildi bilmeyerek mi acaba, gerçekten ecnebi işi mi yoksa ecnebi ecnebi işi mi, onu bilemiyoruz tabi, yine çöl kraliçesi filminden bir bölüm, adam, o mısır büyükelçisi, hayvanlarda salgın var dedikodusunu yayar, yanına bir veteriner alıp türk karargahındaki en beğendiği atı alır ve çıkar, bu at hasta diyerek, ve bunu gülerek sevgilisine, nicole kidmana anlatır, bu film gerçek bir hayat hikayesi üzerine kurulu, gerçekten yaşanmış yani bütün bu olanlar, hatta bizim lawrons bile var filmde, ünlü ingiliz casusu, filmler çok şey anlatabiliyorlar bazen, satır aralarını okumayı ihmal etmezseniz tabi.
Niye ingilizler sırım gibi de biz yayıldıkça yayılıyoruz, birkaç yıl önce sadece ingilizlerin olduğu bir otelde tatil yapmıştım, hiçbirinde fazla kilo yok, sırım gibiler, bu tesadüf mü, biz niye kiloluyuz, bunun nedenlerine ve derinlerine inmek lazım bir, onların yemeyip bizim yediğimiz veya bizim yemeyip onların yedikleri şeyler ne, bunu ortaya koyduğumuzda aradığımız soruların cevapları da gelir zaten, dondurma, çikolata, kahve, cola yiyip içiyorlar mı acaba mesela, bunu bir anlamak lazım değil mi.
Daha yeni geçtik kurban bayramını, şarbon ankaradan yol alıp başka yerlerde de görülmeye başlamış, başka yerlere de yapılmış şarbonlu hayvan ithalatı, acaba o şarbonlu hayvanlar kesilip yendi mi bayramda, inşallah böyle bir şey olmamıştır.
***O bilgisayar oyunları bu işe yarıyor işte, düşünmemeye, uyuşturucu olarak sunuluyor millete, hala oynuyor olsam bu filmleri izlememiş olacak, bu denli geliştiremeyecektim düşüncemi, erkeklerin hoyrat dünyasını değiştirmeye çalışan, bunun için çaba gösteren iki kahraman kadının hikayesini izledim o iki filmde, her ikisine de hayran kaldım, nutkum tutuldu izlerken, bundan 50 yıl ve 100 yıl önce yaşamış ve benden, bizden çok daha ileri düzeyde bir hayat sürmüşler, kişilik özellikleri bakımından, her ikisinin de ruhları şad olsun.
Julia yı anlattım da çöl kraliçesine pek değinmedim, ona da değinelim biraz, değinilmeye değer, 1910 yılı, zengin bir ingiliz kızı ömer hayyam ve iran şiiri aşkıyla çöllere vurur kendini, çölde aşkı bulur, kaybeder, yanında yardımcıları olan erkeklerle o çöl senin bu çöl benim gezer durur, osmanlı topraklarında, bedevilerin sevgisini, saygısını kazanır, onlardan biri olur adeta, filmin bir yerinde şöyle bir laf eder, kimse evli bir kadına dokunmaz, “peygamber efendimiz” bize böyle öğretti, der, bir başka yerinde ise der ki, peygamber efendimiz dünya kötülüklerden arındığında cennet olacak diyor, der, 1926’da bağdatta ölür.
Biraz baktım, ingiliz casusuydu deniyor, lawrınsla birlikte, keyif için onca çöl geçilmez zaten deve üstünde, geçtiyse aklı yoktur, o kadar çok gezmiş ki ortadoğunun haritasını çıkartmış deniyor hakkında, ben geçmezdim, hele ki deve üstünde, o çöl sıcağında, o kadar sıkıntıya gelemem, benim canım tatlıdır, o nasıl bir macera isteği ise, gerçi öyle bir yönü de varmış, hatta babası da aynı şekilde maceracıymış, eğer casussa hakkında söylediklerimi geri alıyorum, ama filmde casus değil o insanları seven biri olarak gösterilmiş, kalbimde hep yeriniz olacak hepinizin diyor kral faysal ve kral abdullaha.
Böyle yazıp çiziyorum da benim pek okurum yok aslına bakılırsa, üç beş kişi, günde yirmi kişi açıp bakıyorsa öpüp başıma koyarım, benim o sayılarla bir işim yok zaten, burası benim sebilim, Allah yoluna, insanlık yoluna adanmış, farz edin ki çeşme yaptırmamış ta bir internet sitesi açmışım, sebil için illa çeşme olacak kanunu mu var, maksat birilerinin içine ferah bir şeyler göndermek olduktan sonra bu su olmuş, yazı olmuş, fark eder mi, etmez, ancak benim klas okurlarım da var, sözcü yazarlarının hepsi değilse de bir kısmı okuyor yazdıklarımı, onlar beni biliyor ben de onları, burada anlatıyorum ki anlatsınlar, değişsin bir şeyler, umurları değil, var demek ki ellerini kollarını bağlayan durum, artık neyse o durum, bilemiyorum tabi, inatla buna dair bir kelime dahi yazmadıklarına göre, onlar da ecnebidirler belki, nereden bileceğiz soylarını soplarını, sayın sözcü yazarları, eğer siz vatanseverseniz ben vatan haini ilan edilmeye razıyım.
Ve bu şartlar altında ben vatan haini sayılamayacağıma göre sizsiniz vatan haini. Anormal derecede anormal dolu ortalık, kan gövdeyi götürüyor, bizi bize kırdırıyorlar, ellerini suya sabuna sürmeden üstelik, kan kokuyor her yer, görmüyorsanız kokusunu da mı alamıyorsunuz, kim tıkadı burunlarınızı, ata, ite, uçan kuşa verdiğiniz değerin onda birini, geç, binde birini bu neslin geleceğine, gençliğine, çıcuklarına verin de duyalım ne dediğinizi, benim için değilse, o çocuklar, gençler için değilse Allah rızası için, Allahtan da mı korkunuz yok, beyinleriniz bu kadar mı sıvı dolu.
***Gazetelerine reklam alamamak olmalı korkuları, devlete laf etmek kolay, uluorta konuşmak kolay, ama iş colaya, algidaya gelince sus pus, erkeklikleri oraya kadar yetiyor demek ki. Kızımın bütün kız arkadaşları esası adet zamanında olmak üzere devamlı kusuyorlar, bazıları sadece adet döneminde, bazıları ise sürekli, bu pislikleri yeme içme sıklıklarına göre değişiyor bu durum, kızım da kusuyordu, en son geçen yıl fethiyede kustu, tatildeyken, bundan tam bir yıl önce, dondurma yemiştik bolca, o gün bugündür dondurma yemedik, kahve içmedik ve artık kusmuyor, ama sizin için bir anlamı yok tabi bu anlattıklarımın, siz gazetenizin reklam girdilerini düşünmek zorundasınız ne de olsa, size atlarınızla, itlerinizle, uçan, uçmayan kuşlarınızla mutlu hayatlar dilerim.
15-20 yaşlarında bir tanıdığınız kız çocuğu, kızınız, yeğeniniz, torununuz da mı yok, sorun bakın kusuyor mu kusmuyor mu, birde sorun bakalım kahve, dondurma, kolayla arası nasıl, yiyip içiyor mu bunları, bunu da mı yapamazsınız, bu kadar mı insafınız yok, zehir kusuyor o çocuklar, karaciğerin süzemediği zehirden kusarak, kusturarak kurtuluyor vücut, bazılarında ayda bir, bazılarında her gün, ha, şu atlar, itler meselesi, anladım, siz de beni anlamışsınızdır umarım.
Hani benim burada bahsettiklerim ete, süte muhtaç kıvamda olan insanlar da değil, çocuğuna yıllık 20-30 bin, 50 bin eğitim masrafı yapabilen ailelerin çocukları, ete süte para veremeyecek bir halleri yok hiçbirinin, ama seçenek olarak et mi yoksa kahve mi tercih ederler onu bilemem, bu beyin yıkamalarla eti, sütü düşünen kim, kim sağlıklı beslenmenin derdinde, varsa yoksa dondurma, kahve, çikolata, cola, sağlıklı beslenme değil ağız tadı, bıraktığı tat revaçta olan, hoşa giden ne varsa o yenilip içiliyor, beyinlere o kazınıyor çünkü, ben de tam bunu diyorum işte, o beyinlerden bu kazınanları söküp atmamız gerek, her şey beyinde başlayıp beyinde bitiyor, sadece cüzdanla ölçülmüyor yaşananlar, böyle olsaydı keşke, hep iki kere iki dört etmeyebiliyor.
***İstanbulda 5 liseli genç piknikten sonra ehliyetleri olmadığı için polisten kaçınca araba polis tarafından tarnmış, çocuklarımün ikisi ölmüş, üçü yaralı çıkmıştı arabadan, bir iki yıl önce, hatırlarsınız siz de, bunu unutmam mümkün değil zaten, o arabayı tarayan polisler gönül rahatlığına kavuşabildiler mi acaba, googlea baktım, ocak 2018’de de benzer bir olay gaziantepte yaşanmış, yine bir çocuk aynı şekilde öldürülmüş, ali ismail korkmaz tekme ile öldürüldü, dünkü haberde de ankaradaki yıldız tilbe konserinde çıkılması yasak denen bir yükseltiye çıkan gençler güvenlik görevlileriyle kavga etmişler, güvenlik görevlileri gençlerin iki tanesinii kafa üstü beş metreden aşağı atmışlar, bilgisayar ouynlarına döndü ortalık, karşıdakinin canının hiçe sayıldığı ama her an herkesin karşıdaki olabildiği, olabileceği bir dönemden geçiyoruz artık, kan gövdeyi götürüyor, beyinleri yıkayan bilgisayar oyunları ve lıkır lıkır içilen kolalar, şapur şupur yenen dondurmalar, kahveler sayesinde, ve biz oturup seyrediyoruz bunların sorumlusu bu bile diyemeden, elimiz kolumuz bağlı bir şekilde, ne şehittir ne gazi bok yoluna gitti niyazi dönemi yaşıyoruz hep birlikte.
***Dün derya baykalda bir endokrin profesörü vardı, hiper tiroid, hipo tiroid ve haşimatoyu anlattı, beslenme ile yakın ilişkisi olduğunu, ekmekten, glutenden uzak durulması gerektiğini söyledi, gele gele ekmeğe kadar gelebildiler ama bir şeker demeyi beceremiyorlar, şeker derseler ağızlarına biri veya birileri biber sürüyor olmalı, bu nasıl bir tezgahın içindeyiz, şeker bizi göz göre göre öldürüyor ve ne bir doktor ne bir başkası çıkıp şeker yapıyor demiyor, diyemiyor, ne oluyor bize, aklım almıyor, topyekun aklımızı mı kaçırdık, bunların hepsi mi mason, hepsi mi vatan haini, anlayamadım gitti, beni çıldırtacaklar sonunda da olacağı o.
Eh bu da bir aşama, ben geçen yıl doktora şekeri kestik dediğimde şekerle ilgisi yok deyip kestirip atmıştı, o zaman sinirsel olarak geliştiğini düşünüyorlardı, şimdi besinsel olduğunu, sinirselin de besinselden geliştiğini anlamaya başlamışlar, her gün beş vakit falakaya yatırıyordum kızımı, ondan olmuştu zaten haşimato, geri zekalılar.
Dün kızılaydaydım, bir dolu vitiligosu olan insan gördüm, hatta biriyle konuştum, onda da varmış tiroid, vitiligo için karaciğer kaynaklı diyormuş gittği doktor, kahve de içermiş, artık bırakmış, vitiligo salgın halinde ortalıkta, ve vitiligo, tiroid, d vitamini eksikliği bir ilişki içerisinde, ve tabi ki şeker ve kahve.
Şeker, çikolata, kahve, dondurma, cola, meyve suyu ve diğer benzeri şeyleri yerseniz vitiligo, (ciltte renk açılmaları) hiper tiroid, hipo tiroid, haşimato, adet dönemi zorlukları, kusma, miyom, saç ve ciltte kuruluk, varis, aşırı kıllanma, ellerde titreme, ellerde ve ayaklarda terleme, göz bozuklukları, gözde öne fırlaklık, gözde kızarıklıklar, diş çürükleri, kemik kaybı, kas kaybı, kalp çarpıntıları, kalp bozuklukları ve şeker hastalığı yaşarsınız. Keşke zamanı geri almak mümkün olsa ve o yediklerimi hiç yememiş olsaydım, olsaydık, 9 aydır hiç kahve içmedim, bir yıldır hiç dondurma yemedim, bir yıldan daha uzun zamandır hiç çikolata yemedim, cola, meyve suyu zaten içmezdim, bir kaldı meyve, onunla vedalaşmak diğerleri gibi değil, o çok daha zor, tamamen vedalaşılmaz zaten meyveyle, ama buna da çabalıyorum, belki zamanında şekerle bu denli haşır neşirlik olmamış olsa meyveye de izin çıkacaktı bünyemden ancak hatayı ben yapmışım, bünyem değil.
Bu dönemin benim için artıları ne diye soracak olursanız, kahve içtiğim zaman uykusuz kalıyordum, bir kere bu bitti, uykularımda sorun yok artık, bu benim için çok çok önemli, uyuyamayan bir insanın ne kendine bir faydası olur ne de etrafına, gün içinde daha miskin ve hareketsizdim, kendimi şimdikinden daha sağlıksız hissediyordum, çok daha çabuk yoruluyordum, hala var ama eskisine göre iyi, kilomda pek bir değişim olmadı, henüz, belki üç, beş kilo, ancak, ancak bir kolyem vardı ve geçen yıl boynumda durması gerekirken boynumdan bir parmak yukarıda boğazımda duruyordu, bu yüzden takmıyordum, çirkin bir görüntü oluyordu çünkü, geçen gün taktım, boynuma inmiş, kolye genleşmiş olamayacağına göre yani boğazım incelmiş, sağlık kriterlerinde önemli bir gösterge boğaz, boyun kalınlığı. ellerinizle kavradığınızda elleinizin büyüklüğünden geniş olmamalı derler, buna müteakip olarak ta bütün vücudumda bir incelme olmuş olmalı, ama bunu ölçüp tartmanın bir yolu yok, sadece bu kadar bir gelişme, değişme için bile o yiyip içmediklerime değer, asıl hata onları yediğim günlermiş. Birde ayak baş parmağının yan yüzeyinde olan o çıkıntıdan vardı, o geçmiş, düzleşmiş o çıkıntı, bir, iki yıldır vardı, geldiği gibi geri gitmiş, d vitamininden mi, yediklerim ya da yemediklerimden mi bilemem, bildiğim şu anda olmadığı.ü, demek ki hayatı geri sarmak, geri dönüştürmek te mümkün.
Saraçoğlu mahallesini zaten bilirdik, şimdi tüm türkiye biliyor, yine de anlatayım, kumrular sokağın üst kısmında olan bir mahalle, o mahalle devlete ait bir toprak ve orada devlet dairelerinin lojmanları vardı, gerçi hala var, içleri boşaltıldı ama kepçeyi indiremediler henüz, indirmek için hazır ve nazır bekletiliyor, bir punduna getirdiğinde indirecek, sesimizi o kadar daha kısmayı becerebildiğinde, büyük bir avm yapılması düşünülüyor olmalı orası için, kızılayın göbeğinde çok büyük ve değerli, para yapacak bir toprak parçası, oraya henüz kepçeyi indiremediler demiştim, ancak yine o bölgede kepçeyi indirebildikleri bir alan vardı, kumrular sokağın alt kısmında, necatibey caddesiyle kesiştiği yerde, yani saraçoğlu mahallesinin yanıbaşında çok güzel bir bina vardı, imar iskan bakanlığına bağlı, bina dediysem o alana 4-6 apartman sığacak büyüklükte bir alan, o binayı, ki sapasağlam ve güzel bir binaydı, 1,2 yıl önce indirdiler, deprem riski var bahanesiyle, oraya bir halt edeceklerini biliyorduk ta ne yapacaklarını bilememiştik, ama tahmin edebilirmişiz de edememişiz, onlar biliyorlarmış, doğal olarak, boşa indirmediler güzelim binayı sonuçta, dün yanından geçtim, dümdüz edilmiş, sanki uzun zamandır boşmuş gibi bir havası var alanın, çim bile çıkmış, bir baktım birkaç adam bir tabela asmakla uğraşıyorlar, yaklaştım, o alana 15 temmuz şehitleri camisi yapılacakmış, yere göğe 15 temmuz yazacaklar ellerinden gelse, en büyük utanç günleri oysa ki 15 temmuz, kendi mahsülleri, mta daki müzeye bile 15 temmuzda ölen birinin adını vermişler, tabelada camiye yardım için iban numaraları falan yazıyor, o camiyi yapmak için yardıma mı ihtiyaçları var, maksat kendilerini maskelemek, halk yaptırıyor imajı yaratmak, bu arsalar nasıl bir el çabukluğu ile diğer bakanlıklardan direkt diyanet işleri başkanlığına devrediliyor onu bir sorgulamak lazım, ettikleri, edecekleri tasarruf bu şekilde galiba, her yere cami yaptırarak, ahlata cb sarayı yaptırarak, o işte bir zeka pırıltısı gören var mı, ben görmedim, ne alaka ahlat, ne alaka cb sarayı, kafayı yemiş bu herif, birde zorla ev satabilseler tam olacak ama bir onu yapamıyorlar, diktikleri gökdelenler ellerinde patladı, nasıl satacaklarını şaşırdılar, reklam yapıyorlar bol bol evler satılsın diye, ev kredilerini düşürüyorlar, bu akılla buraya kadar idare ettiler ya ona bile şaşmak lazım, balon patladı, hatta lastik patladı, balon biraz hafif olur bu işe, lastik patladı, bu araba böyle gitmez artık, bu belli.
Yani saraçoğlu mahallesine yapılacak avm nin camisi hazırlanıyor, camiyi bir yapsınlar, gerisi gelecek nasıl olsa, bu ön hazırlık, gittikçe bir ortadoğu ülkesi olmaya daha çok yaklaşıyoruz sanki, görüntümüzle, yaşadıklarımızla, yaşantımızla, her yer zaten ortadoğulu dolu, kızılayda adım başı zenci var, ve bir dolu yabancı, bizleri daha çok asimile etmek için olmalı, sayıca bizden baskın olduklarında kim takar bizi, hesap bu hesap olmalı, yine dün kızılayda bir kızla konuştum, daha doğrusu o konuştu ben dinledim, 25 yaşında bir kız, bahçelide bir dönercide çalışıyormuş, şunları söyledi bana kısaca, bu kısaltılmış ve aklımda kalan hali,
“Bahçeli emek civarında yabancı çok daha fazla, gazi üniversitesi var ya, müşterilerin çoğunluğu yabancı, her yerde suriyelilere öncelik tanıyorlar, hastanelerde bile öyle, niye ben onlar ülkemde diye hastaneye kör karanlıkta gitmek zorunda olayım, olması gerekenden daha fazla sıra bekleyeyim, üstelik benden öncelikli olarak alınıyorlar sıraya, ben bir ay çalışmasam aç kalırım, onlara bedavadan maaş veriyorlar, birde benim vergilerimle, onlar burada keyif sürüyor, bizim annelerimizin oğulları ölüyor onlar için, anneler acı çekiyor, gitsinler ülkelerine de kurtulalım, yetmezmiş gibi daha da geleceklermiş, bu ülke 3-5 seneye kalmaz batar, ben sana söyleyeyim, amaçlanan da bu zaten, yaz saati uygulamasına geçilmedi diye ben bütün kış kör karanlıkta dükkan açtım, sabah 7’de, bunun için 6’da evden çıktım, karanlıkta ıssız sokaklardan geçtim kız başıma, her gün, kendi kızına olsa kızı için böyle bir şey ister mi, hakkımı helal etmiyorum onlara, biz özgür büyüdük, şimdi on yaşındaki kız kardeşimi bakkala yollamaya korkuyor, yollamıyoruz, her yer sapık doldu, okulda da eğitim aldıkları falan yok zaten, boş gidip boş geliyorlar, benden küçük diğer kız kardeşim üniversite bitirdi, dönercide kasiyerlik yapıyor, başını kapatana, akp li olana iş var, diğerlerine yok, 8 yıldır çalışıyorum, aldığım 1900 lira, benimle kim evlenmek ister, kimde ev olacak, yuva kuracak para var, 90 bin lira kredi çeksen karşılığında 180 bin lira geri ödemen gerekiyor, kim evlenebilir böyle bir durumda, zaten böyle bir ülkeye, böyle bir dünyaya bir çocuk daha doğurmak ta istemem, ben sadece hdp kazanmasın isterim, seçimlerde chp kazansın, bu karmaşa düzelsin istedim, eskiden olduğu gibi düzgün olsun ortam istedim, olmadı, akp oyları da çaldı zaten, bunları böyle söyleyince kapalılara, akp lilere bozuluyorlar, ama doğru olan bu”
İçinde bulunduğumuz, içine çekilmeye çalışıldığımız kaosun bir özetimi geçti 25 yaşındaki küçücük kız bana, çocuğumun yaşında, kendi dünyasından görüntülerle, çocuğum yaşında çocuktan hayat dersi aldım, birülmediğim bir ders değildi gerçi, ancak birde onun ağzından dinledim, 25 yaşında bir genç kız, hayalleri yok, umutları yok, mutlu zaten değil, yaşıyor sadece, dün ben de bu duygular içinde gezdim kızılayı, kaos duygusu içinde, kaostayız artık, farkındasınız değil mi, bizi zorla, iteleye iteleye kaosa sürüklüyorlar.
***Piyasa allak bullak, fiyatlar, dengeler şaşmış durumda, aynı vileda temizlikseti bauhausta 125 lirayken, bu birkaç gün içinde, yunus markette 210 lira, kim ne fiyat koyacağını şaşırmış durumda, az koysa bir sonraki malı alacağının garantisi yok, çok koysa satışı yok, satış zaten yok, herkes kafasına göre takılıyor, kızılayda balık tezgahları bomboştu, eskisinin üçte biri balık bile yok tezgahlarda, müşterisi de yok balığın, boş bekliyorlar balıkçılar, şimdiye dek görmediğim hürmeti gördüm balık alırken, ne sıra bekledim ne bir şey, eskiden öyle miydi, yooo, küçük, küçüğün bir büyüğü esnafın paçaları tutuşmuş durumda, bir büyük olan bir küçüğünün ayağına gidip ne yapacaklarına dair akıl istiyor, şimdiye dek kapısının önünden geçirmemişken üstelik, piyasa durgun, yaprak kıpırdamıyor ama ay başında maaşlar ve kiralar ödenecek, ne ile, bir ay öncesine kadar sıfırı 120, ikinci eli 80 lira olan arabanın sıfırı şu an 180 lira, ikinci eli belirsiz durumda, bu belirsizlik geçer mi, geçerse ne zaman geçer o bile belirsiz, durum cidden vahim, hani alttan almaya çalışıyorlar da, boş efsane, çocuk mu kandırıyorlar, çocuk bile kanmaz bu işe, halimiz perişan, şarbon da cabası oldu, Allahın parmağı yok ki gözüne soksun, o bile isyan etti o kızın isyan ettiklerine, bize zorla yaşatılanlara, saldı şarbonu başımıza, kuzeybatıdan güneydoğuya doğru bir çizgi halinde şarbon hattı, istanbul, ankara, sivas, bitlis, fay hattı gibi sanki, ege, akdeniz ve karadenizde yok, bu da kötülük fay hatı olmalı, bütün kötülükler, bütün kötü planlar istanbul, ankara, güneydoğu hattında yapıldığına göre, bizi zora sokan, hayatlarımızı zindana çeviren, şarbonun ilk olarak oralarda görülmesi de normal, vandaki karantina kaldırılmış, 15 gündür karantinadaymış van, vanda bir yer, bayramdan beri yani, yani önce sadece ankarada değil başka yerlerde de görülmüş te bizi aymamışlar, bu şarbonun tam kurban bayramına denk gelmesi de melanetin melaneti, Allah sonumuzu hayır etsin, ve şu melanet akp den bizi kurtarsın inşallah, dualarımız, isyanlarımız yeri göğü tutsun, bizi kurtarsın bu melanetlerin elinden, bunlar lut kavminden de beter.
Müze ve ören yerlerine yüzde elli civarında zam gelmiş, artık asayiş polisleri de trafik cezası yazacaklarmış, jandarma da, hedefleri özellikle araç kullanırken telefonla konuşanlar, konuşmayan mı var, kıracaklar parayı, daha yeni geldi oğluma, araç kullanırken telefonla konuşmaktan, ederi 108 lira, fena mı, kısa günün karı, taş atıp kolları mı yoruluyor, yaz cezayı, indir parayı, maaşın garanti olsun, fena halde para gelecek delik arıyorlar, dertleri canımıza ot tıkamak, antalya ya gidiş ve dönüşte çok sıkıydı trafikçiler, özellikle gidişte, ancak bütün sürücüler birbirine haber verdi bir öndeki trafikçiyi ve kimseyi ceza yerken görmedik, selektörler sağ olsun, biz de yemedik, ki 140’la gittik bütün yolu, millet devlete karşı elele, buradan bu çıkıyor. bunun daha ileri aşamaları da olacaktır elbet, kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.
kk seçimden yaklaşık bir ay sonra seçimlerde oylar çalındı, peşini bırakmayacağız dedi, sonra ne oldu, o söylediğinin üzerinden bir buçuk ay daha geçti ve tabi ki, her zamanki gibi söylenenler unutuldu, hayat devam ediyor, kk ve muharrem ince bir parodi oynamaya devam ediyorlar bize, chp yi bölüşemiyoruz parodisi, ikisinin de babasından kalmış ya chp onlara, ki oyalanalım, vakit biraz da böyle geçsin, çünkü ikisi de amerikanın adamı, sahte muhalefetler, onların da sırası gelecek, kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın.
***Deli 1 fetöydü, biz diyorduk deli olduğunu, ona inanan diğer deliler de anladılar sonunda deli olduuğunu, bir nebze olsun kurtulduk, deli 2 adnan oktardı, delinin piri, kodeste, hamd olsun, deli 3 bülent çorak, namı diğer bülent hanım, o hala ortalıkta, dünya kardeşlik birliği, ben bu birlikten haberdar olduğumda 90’lı yıllardı ve bin, iki bin sayfalık bir kitabı elle yazarsanız sizi ve sevdiklerinizi 2000 yılında kopacak kıyametten korumayı, kurtarmayı vaad ediyordu, ve insanlar harıl harıl o kitabı yazıyorlardı, elle, şimdilerde hangi yılda kopacak kıyametten kurtarmayı vaad ediyor bilemiyorum am bu oluşum durmuş değil, durmaya da niyeti yok anladığım kadarıyla, her büyüyeni ve önüne gelen her salağı avlama peşinde, paralı salağı tabi, paralarına yanaşmak, konmak için, bütün tarikatlarda olduğu gibi, neymiş bülent hanım uzaylılarla görüşüyormuş, o zaman görüntülesin biz de görelim o uzaylıları, bir selfi çekip paylasın, biz de görürüz, bizim başımız kel mi, biraz baktım, 2000’deki fiyaskodan sonra 2014 demiş kıyamet tarihi için, malum 2018’deyiz, şimdi hangi martavalla kandırıyorlar bilemiyorum, kızı, ki o da altmış, yetmişlerindedir herhalde, 200 kedi bakıyormuş, millet iki boğazı doyuramazken 200 kedi doyurmak epey bir külfetli olmalı, gökten para yağınca böyle oluyor demek ki, üyeleri de en az iki kedi bakmak zorundaymış, kafadan çatlaklar, Atatürkçüymüşler, çünkü Atatürk te uzaylıymış, onlar gibi, ben Allahım diyormuş, haşa, sümme haşa, çatlak bunak, iyi de para dönüyormuş tarikatta, sadece o bilgi çağı kitabı 75 euroymuş, maşallah, başka şeyler de satıyorlarmış, bir el atan olur ona da inşallah, onu da kodes paklar, o ve onun gibileri, zırdeli çatlak.
***Yabancı film izlememek lazım, çok iyi olanlar dışında, hepsi insanları dejenere etmeye göre programlanmış gibi, tek konu var, ve onun etrafında dönüyor her şey, özellikle fransız sineması bu konuda at başı gidiyor, insanlığından tiksiniyor insan, o derece, hani anlatmak istemiyorum da örnekliycem, o açıdan, genç oğlanın karısı hamiledir, doğan çocuğu zenci çıkar, adam beyazdır, anne babası ayrıdır, babasının sevgilisi vardır, annesi en yakın arkadaşının kocasıyla ve komşusunun kocasıyla birlikte olmaktadır, anneannenin sevgilisi otuz yaşlarındadır vs, vs, gel de tiksinme, holivudda para bitince iyiden iyiye ayağa düşmüş zaten holivud ahalisi, nicolas cage 2017 de bir film yapmış mesela, innounceivable, bakıcı, bildiğin beyaz dizi filmi, acınası bir durum, acıdım haline, para bağımlılık yapan bir şey demek ki, fazla alışmamak lazım, yoksa insana olmadık şeyler yaptırabiliyor, yıllardır bende olan imajı bir anda sıfırlandı, yazık, acıdım haline.
***Hotiç batmış, ben bu batışın bu krizle ilgisi olduğunu sanmıyorum, kriz bu kadar kısa sürede etkilemez zaten, üretimde kaliteyi düşürdüğünüzde olacağı budur, ve olmuş, kızımın hotiçten aldığı botlarının altı üstünden ayrılmış durumda şu an, alt kısmı üst kısmından ayrı sallanıyor, iki kış bile giymedi, ayakkabı eskir anlarım, yıpranır anlarım, ama altı üstünden ayrılıyorsa o ayakkabı kalitesiz bir ayakkabıdır, bundan ben bunu anlarım, benim aynı zamanda aldığımız hotiç botlarım sağlam ama hiçte severek, beğenerek giymiyorum, kalitesiz bir ayakkabı, kalite düştüğünde ne olur, kısa süreli olarak bol kazanırsınız ancak müşteri sizden kaçar, o gün bugündür hotiçten ayakkabı almıyorum, desa dan alıyorum, derimoddan alıyorum, hotiçe uğramıyorum bile, niye, çünkü kalitesiz, niye batmış yani, kalitesiz mal satarak kısa sürede çok para kazanmayı hedeflediği için, sırf yerli malı diye kötü ayakabı alıp mı giyeceğim, hiçte giymem, haksız kazanca aracı mı olacağım, hiçte olmam, desa da, derimod da yerli, hangisi iyiyse gider onu alırım, onu giyerim, doğal, normal, akla uyanı da bu zaten, gereksiz nostalji yaratarak gerçekleri örtemeyiz, herkes hakkı olanı alır hayatta, desa batmamış, derimod batmamış ta hotiç niye batmış, onu bir sorgulamak lazım, millet ayakkabı giymekten vaz mı geçmiş, hayatın bir dengesi var ve buna doğal seleksiyon da deniyor, batacaksa batacak, çıkacaksa çıkacak, bunu ne senin satın aldığın bir ayakkabı değiştirebilir ne de benim, olması gerektiği yere gider olay, su gider yolunu bulur, sen ne yaparsan yap.
***D vitamini hakkındaki şimdiye kadar alışılagelmiş olduğumuz bilgi nedir, yazın güneşlenirsin ve bu güneşlenme ertesi seneye yaza kadar seni götürür d vitamin açısından, yani depolanır vücutta, en azından şimdiye dek böyleydi, geçen gün yine ünlü ama adını anımsayamadığım bir doktor şöyle dedi, kişi yazlıktan geliyor, 6 ay yazlıkta kalmış, yeterince güneşlenmiş ama bir bakıyorsunuz d vitamini düşük, bugün de yavuz dizdar şöyle dedi d vitamin konusunda, insanlar süzgeç gibi oldu, d vitamini normal olan birine 15 gün sonra bakıyorsunuz d vitamini düşmüş, tıp bunu araştırıyor, güneş aynı güneş, insan aynı insan olduğuna göre arada parazit yapan bir şey olmalı, d vitaminini emen, sömüren, süpüren, yok eden bir etmen, bu da bence ya kahve, ki büyük olasılıkla o, ya da mısır şurubu, salgın halinde bunlara dadandığımıza göre başka ne olabilir, geçmiş zaman ile bu zaman arasındaki yaptığımız en büyük fark bu, bolca kahve içmek ve mısır şurupluları yemek.
Bir yeriniz kesilse ne olur, canınız acır ve canınızın acıdığı yere yönelirsiniz, olması gereken bu, acı vücudun, alarmı, acil durum sinyalidir, sizi vakanın geliştiği yöne yönlendirir, bu da hayat kurtarır. şeker hastaları için ne derler, ayaklarında bir yara olduğunda bu yarayı hissetmedikleri için o yara çok daha tehlikeli bir durum alabilir, çünkü hissetmediklerinden yeterince önlem almazlar, ve hatta bu yaralar ilerlediğinde ayak, bacak kesilir, çünkü şeker hastalarının yaraları kolay kolay iyileşmez, vücut kendini iyileştirme işlemini yapamaz hale gelir, keloitler, uzun süre kapanmayan, tümsekimsi iz bırakan yaralar da çok yaygın yeni nesil çocuklarda, yaraları kolay iyileşmiyor ve iz bırakıyor, yüksek şekerin etkisiyle, en azılı şeker tüketicilerimiz çocuklar biliyorsunuz ki, hatta keloiti çok olanları askere bile almıyorlar, çürük raporu veriliyor.
Pazar günü kalktım, tam anlamıyla uyanıktım, bir iki işe baktıktan dolaptan pırasa çıkarmak için dolabın kapağını açmamla en üste konmuş bir sebze tabağı yere düştü, ben doğal olarak hemen başladım yerlere dökülenleri toplamaya, dünden kalan dilimlenmiş domatesler, biberler ve tabak kırıkları, toplarken birde baktım ayağımdan kan akıyor, yere çarpıp yukarı fırlayan bir tabak parçası ayak bileğimin üst kısmında iki santimlik bir yarık açmış ve ben acı hissetmediğim için bunun farkına bile varmamışım, görerek fark ettim, yakınımdaki kağıt havludan bir parça kopardım ve katlayarak yaraya tampom yaptım, yarım saat kadar, ancak durdu, yakınımdaki tablete uzandım ve yine birşeyler yazdım size, bir elim tampon halinde iken, ertesi sabah yine yazarken oturduğum yerde baskı yapmış olmalıyım yaranın üstüne ki yeniden kanadı, ne baskı yaptığımı fark ettim, ne de kanadığını, yine görerek fark ettim, mutfaktaki el yaralanmalarımda da acı hisetmiyorum, robotik oldum herhalde, demek ki şekerim yüksek, geçen sene ölçtürmüştüm ve 93 çıkmıştı, normal, ama gizli şeker diye de bir şey var, belki ondandır benimki, nereden bileyim, sonuçta hissetmiyor, fark etmiyorum vücudumda olup biteni, beş duyumdan biri olan dokunma duyumu yitirmişim, cilt duyarsızlaşmış, ne bir gıdıklanma, me bir his, ne acı, hiçbirine tepki vermiyor, etimi kesseler, ki kesildi, fark etmeyeceğim, narkoza gerek kalmamış artık ameliyat için, ki ben bir yıldır meyve hariç şeker yemiyorum, biliyorsunuz, öncesinde de şeker dosyam çok fazla kabarık değil, yıllardır dikkat halindeydim şekere zaten, dondurma ve çikolata hariç, oradan kaçak yapmışım bir tek, gecenin bir yarısı uykuda oraya, o yaraya yine baskı yapabilir ve kanamasına neden olmuş olabilirdim çok rahatlıkla, ve uykuda olduğum için bunu fark ta edemezdim, uyanamazdım da, yarım saat tamponla zor durdurdum, kendiliğinden durmazdı herhalde, uykuya dalıp uyanamamak bile var yani işin ucunda, pisi pisine ölüm dedikleri böyle bir şey olmalı, şekerinize dikkat edin, hiç öyle hafife alınacak bir şey değil, şekerliler, dondurmalar, vs, anlarsınız ya, şeker uyuşturucu, her yeri uyuşturuyor, sinirleri öldürüyor ve algısız oluyorsunuz, sadece vücudu değil kafayı da, anlamaz, algılamaz yapıyor, uzak durun, ertesi gün, yani dün tv de bir astrolog bu hafta boğa ve kova burçlarının kaza geçirebileceğini söyledi, ben boğa burcuyum, akacak kan damarda durmazmış, aktı, bilsen ne olur, bilmesen ne olur, adı üstünde kaza.
***Bugün de yazacak bir şey yokmuş, olduğunda görüşürüz.
***Bugün saygı öztürk yazmış, suriyeliler imam hatip liselerinde okuyor, kendilerine özel, büyük olasılıkla çok daha kolay, bir sınava sokularak yüksek puanlı üniversitelere, bölümlerine yerleştiriliyorlarmış, böylece imam hatiplerin başarı grafikleri de yükseltilmiş oluyormuş, din, iman hakkı olan bu mu, hak edenin hakkını elinden almak mı din iman oluyor, mağdurdur diyerek başka mağdurlar yaratmak mıdır dindar olmak, iman sahibi olmak, sizin dininize de imanınıza da kedi köpek işesin inşallah, az önce dinledim 4 kadın zamanı programında din hocasını, zulme uğrayan beddua etme hakkına sahiptir dedi, esada da adı esed dir dedi, buna bile aklı kesebildiğine göre birde bu konuda açıklık getirsin, bu hak mıdır, hukuk mudur, ben çocuğuma tanesi 50 liradan kitaplar dizisi alacağım, ki bu son zamla bir kitap elli lira oldu, bu yıl kızım girecek üniversite sınavına, kızım gidip dersanede veya evinde o kitapları yalayıp yutacak, sabahın onundan akşamın dokuzuna kadar dersanede kafa patlatacak, ben o dersaneye gitmesi için yıllık 20 bin lira para ödeyeceğim, ki yine o dersanede olup birde özel okul parası ödeyen arkadaşları var, etti 50 bin lira, kızımın her başarısında sevinip her başarısızlığında üzüleceğim, onunla bu aşamasının her dilimini sonuna kadar yaşayacağım, onunla ağlayıp onunla güleceğim, onunla birlikte umut edecek, hayal kuracağım, sonra bir suriyeli piç sırf suriyeli diye kızımın çok daha altında bir bilgiye sahip olmasına rağmen, kıçını gere gere keyif çatarak yaşamasına rağmen kızımdan çok daha iyi bir bölüme girip okuyacak, kızım çok daha düşük bir bölümde okuyacak, bu insanın insana zulmü değil de nedir, bu durumda demek ki ben o suriyeliye de, o suriyelinin kızımdan daha üst bir bölüne girmesine olanak tanıyan akp ye, erdoğana, ve diğer zerzevatına beddua etme hakkına sahibim, din hocası söyledi, az önce, zulme uğrayan zulmedene bedua edebilir dedi, ben de bu hakkmı kullanıyorum, Allah belanı erdoğan, Allah belansını versin akp de boy gösteren herkesin, Allah belasını versin bize bu zulmü yaşatmalarına mahal verdikleri için bütün akp ye oy verenlerin, Allah bin kere belanızı versin, Allah hepsini helak etsin, lut kavminin gününe düşsünler inşallah, bir kere daha tekrarlayayım, 14 eylül cuma günü 4 kadın zamanı adlı programda çıkan din hocası size zulmedenlere beddua edebilirsiniz dedi, ben de ettim, din hocasının izniyle yani, isteyen istediği yerine yapıştırsın bedduamı, isterseniz gidin sorun o din hocasına, bu bedduam yerinde midir, değil midir diye, eğer değil derse benden değil onun din hocalığından şüpheye düşün, Allah belanı versin erdoğan.
Aslına bakılırsa yine bu konudan devamla iki hakkım daha var erdoğana beddua için, her iki oğlumun da üniversite sınavlarına girdiği zaman, hatta üniversite ve lise sınavlarında, fetöcülerin soruları çalmalarına göz yummuş, yine çocuklarımın haklarını yiyerek bana ve çocuklarıma zulmetmişti, bu durumda ne diyoruz iki kere, Allah belanı versin erdoğan, Allah belanı versin erdoğan, varsa sizin de haksızlığa uğradığınız şeyler, çoğaltın bu bedduaları, beddua etmeden kurtulamadık bu şirretten, çirkeften, belki beddua ile kurtuluruz, belli mi olur, bi şansımızı denemiş oluruz en azından.
Buradan 4 kadın zamanındaki seda akgüle ve o programa takdimimdir, bu programın tek bilir kişisi seda akgül müdür, seda akgül orada müdür müdür, diğerleri onun tebası mıdır, seda akgül, o kan emici dediğin ev kadınlarının evlerinde tek kaş özbekliler yok, senin evinde olduğu gibi, ki evi temizlesinler, evinin yerini de onlar siliyor, her pisliğini de onlar temizliyor, ve kimse de onlara senin özbeklilere verdiğin gibi maaş dahi vermiyor, boğaz tokluğuna yapıyorlar bütün bu işi, ve çok daha fazlasını, o da boğazını doyurursa, benim bütün bunları yaptığım halde boğazımın dahi doyurulmadığı çok zamanlarım oldu, senin işinin olması, bir maaşının olması, yani arasıra da olsa bir kazancının olması onlara, yani bize, bizlere yukardan bakma hakkı mı veriyor sana, o aldıkları, alacakları nafakalar da analarının ak sütü gibi helal, sen almadın, alamadın diye dünya alem sana göre mi yaşayacak, ayrıca, ayrıca demet şenerin aldığı, alacağı nafakanın derdi seni niye geriyor, o evlilik yürüyor olsa idi o çocukların hakkı olmayacak mıydı var olan bütün parada, anne baba anlaşamadı, iki köpek hırlaştı diye bunun günahını niye çocuklar çekecek, var olanı alıyor, olmayanı değil, demek ki var da alıyor, olmasa alamazdı zaten, öyle değil mi, bir evlilik ticari zihniyetle değil güven ilkesiyle kurulur, ve öyle de yürür, öyle olmasa zaten kimse kimseyle evlenmez, herkes kendi evinde mutlu, mesut oturur, kimse kimsenin ne suratına heves ne de eşekliğine tamah ediyor, herkes elindeki hayat üresini en iyi şekilde geçirme çabasında, senin beklentilerin senin için, onun beklentileri onun için kıymetli, hal böyle olunca anlaşmazlılar da çıkabiliyor, o güvene leke düştüğünde yollar ayrılıyor, bir kadın hem evinde hem dışarda çalışmak zorunda değildir, hiçbir zaman, kadın eşek midir, ırgat mıdır hem evde hem dışarda çalışsın, senin bildiğin kaç karı koca var ikisi de çalışıp evinin, çocuğunun işini eşit şekilde paylaşan, o evde bir çocuk, çocuklar büyüyecekse de bunda fedakar olan her zaman kadındır, kadın evinin kapısını, camını silerken, çocuğunu büyütürken erkek ne yapar, işini büyütür, işine yatırım yapar, kadının işi büyür mü, kadın aynı yerde sayar durur, siler süpürür, yarın yine siler süpürür, hayatında değşşen bir şey olmaz, çocuklarından başka, ayrılık vakti geldiğinde kadının elinde olan nedir, sıfıra sıfır, kocasının o büyüyen işinde, veya artan maaşta o kadının hakkı yok mudur, o iş büyürken o adamın pisliğini kim temizlemiştir, o kadın, eğer kadının nafaka hakkı yok ise o babanın da o çocuklar üzerinde babalık hakkı olmamalı, bu uyar mı sana, veya nafaka vermek istemeyen babalara, para için bunu bile göze alabilecek aşağılık yaratılışta babalar da var tabi, örnek 1 benim eski kocam, böylesi bir durumda o çocuğun, o kadının hakkını koruyacak olan nedir, yasalardır, hukuktur, o çocuğun ve kadının hakkı yasalarla korunur, bizim son zamanlardaki, kavgalarımızda çocukların da senin olsun demişti bana o kocam olacak serseri bundan daha 3 yıl önce, şimdi oğluna teşekkür ediyor ona kazandırdığı paralar için, gel sen onu benim külahıma anlat, beş yüzlü fırıldak, oğlunun kıçında dolanıyor şimdi, gün olur devran döner, o çocuklar, çocuk sandıkların hep çocuk olarak kalmıyor, onlar birer insan, birer birey, ama bunu bile anlamak için önce insan olmak gerek.
Neymiş boşanan erkekler nafaka ödedikleri için yeni bir hayat kuramıyorlarmış, evlenemiyorlarmış, vah vah, çok üzüldüm, geçmişte yaşadıklarına saysınlar artık bugün yapamadıklarını, erkekler evlenemiyorsa o erkeğin nafakasına muhtaç hale gelen kadına ne oluyor, onu soran, eden yok, kadının arkasını kim kollar, para erkekte nasılsa, vurun kahpeyeye devam, kadın nesli alışkın nasıl olsa nereden denk gelirse bıçaklanmaya, ön, arka fark etmez, minareyi çalan kılıfını da hazırlar, kadınlar kullan at peçetesi değil ki burnunu silip silip atasın, her şeyin, her yaşananın bir bedeli var, o adamların hayatları hayat ta o kadınlarınki çöp tenekesi mi, mağdur olmayandan mağdur yaratmak neyin kafası böyle, ben o adamın kazandığı, kazanacağı her parada hak sahibiyim, evli olayım veya olmayayım, o parada benim de alnımın teri var, her kim ki yoktur derse onun alnını karışlarım, hiç bir şey yapmadıysam haftada bir temizlemiş olsam 1500, 2000 kere tuvaletini temizlemişim, o da gelmiş pislemiş, öyle mi, öyle, var mı bunun ötesi, yok, ki sadece tuvalet te temizlemedim, bir hafta bir tuvalet temizliyerek geçmiyor tahmin edersiniz ki, kimse kendinden sonraki kadınlar, veya o pezevenk, sefa sürsün diye saçını süpürge etmiyor bir adam için, kendi geleceği için ortaya koyuyor kendini, ve çocuklarının geleceği için, yeri geldiğinde canını dişine takarak, ömrüm oldukça ve ömrü oldukça o çalışacak ben yiyeceğim, ve bu ömrü uzatmak için elimden geleni ardıma koymayacağım, ömrüme ömür katacak ondan aldığım her kuruş, ki öyle de oluyor, ben bu karşılıklı anlaşma için 25 yılımı verdim ona ve yeri gelirse söke söke alırım hakkımı, ve bunun adı kanını emmek değil hakkını almak, bunu da o taş kafana sok.
Bugün bir arkadaşıma, eski komşuma kızını tebriğe gittim, 15 yıldır tanışıyoruz, görüşmediğimiz iki yıl içinde, ben aramamışım, telefonum değiştiği için onlar da bana ulaşamamışlar, zaman geçmiş, kızı evlenmiş ve bebeği 1 yaşına gelmiş, belli ki çocuk eşekten düşmüşe dönmüş, eski halinden eser kalmamış, çocuk dediysem 35 yaşında kadın, kariyeri var, iyi bir bölüm bitirdi ve iyi bir okulda öğretim üyesi, ama bu görmediğim 2 yıl içinde hayat tuş etmiş onu, bir yandan bebek, bir yandan iş, bir yandan evin işi, bir yandan yan gelip yatan bir erkek, o havalı kızdan yorgun bir kadına dönüşmüş ve bunu da sözleriyle açıkça ifade ediyor zaten, sadece iki yılda üstelik, hayat yorgunu olmuş, eşekten düşmüşe dönmüş, ilk defa bana bu kadar yakınlık duyduğunu hissettim, bu yakınlığı ile seni anlıyorum artık der gibiydi bana, şimdiye kadarki en yakın olduğumuz andı, ben hep annesiyle arkadaştım, o hep kızı olarak mesafeliydi, benden 15 yaş küçük sonuçta, ben de annesinden o kadar küçüğüm, bu defa hiç yanımızdan ayrılmadı ve bana olan sevgisini, saygısını gerek sözleriyle gerekse davranışlarıyla ifade etti, artık sadece annesiyle değil kızıyla da arkadaş olacağız sanırım, beni arkadaş olarak kabul etti kendine, ilk defa bugün, kadın olmanın ağırlığını omuzlarında hissettikten sonra, hiç kolay değil o işler canım, sen çok anlamadığın işlere kafanı takma istersen, çok konuşma, ya da, anladığım kadarıyla kafan çok karışık, anladığın kadar konuş, hatta çocuğun da yok, sen hiç konuşma istersen, sana taze nane öneririm, testesteron seviyesini düşürmeye yardımcıymış taze nane, hani olur da bu sayede östrojen seviyende de yükselme olur belki, bizden tarafa düşünürsün biraz, olur a, nereden bu karın ağrısı anlayamadım, eski kocalarından biri eski karısına yüklü bir nafaka ödüyordu herhalde, ödeyecek tabi, hemde eşşek gibi, dinsizin hakkından imansız gelir.
Boşanan kadının kendine bir iş bulup “kendi ayaklarının üzerinde durması” konusuna gelince canım, ben 52 senedir kendi ayaklarımın üstünde durdum, bundan sonra da durmaya devam edeceğim canım, ayaklarımın altında hiç başkasının ayakları olmadı, olsaydı zaten hızıma yetişemez, düşer kalırdı, senin evinde çalışan özbekler senin evini temizlediklerinde ayaklarının üstünde durmuş sayılıyorlar da ben kendi evimin işini yapınca kendi ayaklarımın üstünde durmuş sayılmıyor muyum, senin evindeki iş te benim evimdeki başka bir şey mi, o kadar beğenemiyorsan ev işini, ev işini işten saymıyorsan kıçını kırıp kendin yapsana, niye üstüne para verip yaptırıyorsun özbeklere, ha, çalışma meselesine gelince, bu yaştan sonra iş falan bulmam, başkası kendine bulursa ona da karışmam, ancak bulsam, bulmuş dahi olsam ben o parayı yine çatır çatır alırım, alır istersem o parayla kuşlara yem atarım yine ona bırakmam, buna ne sen karışabilirsin ne de bir başkası, sen kendi işine bak, herkes kendi yolunu bulur, aklını da kendine sakla, deli etti beni ya, kan emiyormuşum, benimle beraber yaşadı sanki kimin kimin kanını emdiğini bilmek için, kan emmek bir erkek vazifesi, kaç erkek kanını emdirir kadına, emer ve çeker gider, kanını emevek başka kadınlar bulmaya, sonrasında onun kanını emmek te o kadının boynunun borcu, bunu söyleyen erkek olsa neyse, erkek hakları savunucusu kadın, tü yazıklar olsun sana, iki laklak bir şakşakla iş yaptığını sanıyor densiz, iş yapmanın kitabını yazarım ben sana, birde üstüne okuturum, kıç sallamakla kadın olunsaydı kadın olmakta ne var, herkes olur.
***Oğluma erdoğanın sabrı kalmamış dedim, bana şöyle dedi, ona söyle benim de sabrım kalmadı, dalga geçiyor adeta bizimle, gözümüzün içine baka baka, ben yapmadım o yaptı oyunu oynuyor, Allah belanı versin erdoğan, bu konuda da bana, bize zulmediyor, zulmedene beddua hakkmz var, din hocası verdi bana bu hakkı, ben de sonuna kadar kullanacağım hakkımı, Allah belanı versin erdoğan.
***Dün şule ile vitrindekilerde mustafa erdoğan vardı, gülben ergenden olan 3 oğluyla yurtiçi, yutdışı turnelerine gidermiş, boşandıkları çok oldu biliyorsunuz, ve o çocuklar hala çocuk denebilecek yaştalar, helal olsun adama, adam gibi adammış, iyi bir baba olmanın da ötesinde de iyi bir insanmış, 3 çocuğu yüksünmeden uzun süreli yanında götürmek çok babanın yapacağı şey değil, çocukların okulu vs. gibi durumlar için gülbenle birlikte karar veririz, anne babalar boşanmaz dedi, anlamayanlar, bilmeyenler varsa onlara gelsin bu söz, hadi anne baba boşandı diyelim, anne ve baba çocuklarından boşanamaz, böyle bir dünya yok, bunu yapan olsa olsa en adi şerefsiz pisliktir, eski kocam da o adi şerefsiz pisliklerden biridir, yine bu konuyu destekleyen, şakşaklayanlar da bir o kadar adi şerefsiz pisliktir, hiç kimsenin bir çocuğun henüz oluşmamış hayatını karartmaya hakkı yok, hele ki anne babasının, asla, hiçbir çocuğun hayatı hiçbir paranın üstünde değil, böyle bir durumda üçüncü kişilere ne yemek düştüğünü de herkes bilir.
Domatesin son demleri, bu sabah domatesli, biberli yumurta yaptım, yani menemen, yakında yapamayacağız, en azından taze domatesle, geçen yaptığım salçalar ekşidi, attım, on kilodan fazlaydı kullandığım domates, geçen sene yapmıştım halbuki, bu sene olmadı nedense, bir yerde bir yanlış yapmış olmalıyım, dün yine aldım domates, bu defa biraz kaynattıktan sonra soğutup poşetleyip dondurucuya koyacağım, ki iş garanti olsun, dün kabak fırınlamıştım, geçen verdiğim tarif, onu götürdü yanında kızım, yanına birde yine sabah salata yaptım, dışardan yememesine gayret ediyorum kızımın, aslında hepimizin, o yüzden her gün evden götürüyor yiyeceğini kızım, hatta o kadar ki kelebek etkisi bile yarattım bu konuda, kızımın arkadaşları kazan kaldırmaya başlamışlar evlerinde, annelerine niye yemek yapmadıklarına dair terslenmişler, kızımın her gün yemek götürdüğünü göre göre, ki çoğu zaman arkadaşları için de götürüyor kızım, artık onlar da getirmeye başlamışlar evden yemeklerini, anneler yemek yapmaya başlamışlar yani, bir çocuğun annesinden isteyebileceği en doğal hakkı bu, doğurduğuna yemek yapacaksın, bunun üçü, ikisi, biri yok, yok yani, lokantacı doyursun diye mi doğuruyorsun o çocuğu, çalışıyorsan da ona göre ayarlayacaksın işini, yemek yenmeyen, yapılmayan ev mi olur, olursa o ev ev midir, bir gün yapma, iki gün yapma, anlarım, ama üçüncü günü anlayamam doğrusu, onda bir iş var demektir bu, daima, her gün yapmamak nedir, sonra çocuklar hasta, olurlar tabi, kızıma üzüldüm, şimdi arkadaşlarına üzülüyorum, hepsi kusuyor, hepsi sağlıksız, yazık değil mi o çocuklara.
Beyaz, kırmızı lahanalı, havuç, marul, domatesten oluşan bir salata yaptım sabah, olympos usulü salata, bu beyaz lahanayı salataya koyma fikri çok hoşuma gitti, yoksa yiyemiyorduk beyaz lahana, pişmişi yenmiyor bizde, saat on gibi çıktılar çocuklarım evden, ben de şimdi kahvaltımı edip domateslere başlayacağım, yorulmuşum, menemen yap, salata yap, kahvaltı hazırla, biraz oturdum, her gün aşağı yukarı bu tempoda yaşıyorum, sonrada oradan buradan laf soksunlar, kan emiyormuşuz, atar tabi kafam, davulun sesi uzaktan herkese hoş, ürüyün durun kepazeler, iş çok, hadi bana kolay gelsin.
***Ben 1990 yılında evlendim, bu hesapla 28 yıldır ev hanımlığı işini bizzat yürütmekteyim, en büyük çocuğum 24, sonrakiler 22 ve 17 yaşlarındalar, 4 yıldır evimde yaşamıyor eski kocam, öncesinde de yaklaşaık 7 yıl hiç konuşmadan yaşadık aynı evin içinde, onun öncesinde de iki yıl küs, altı ay küs, kavga dırdır geçti bir ömür, benim evli olduğum zamanla olmadığım zaman arasında değişen bir şey yok hayatımda, eksi bir kişinin işi eksildi o kadar, ben aynı bildiğim, şimdiye dek yaşadığım şekilde yaşamaya devam ediyorum, devam da edeceğim belli ki, o zaman eşekler gibi iş yapıyorsam şimdi sadece eşek gibi yapıyorumdur, fark bu, ben evli iken çalışıp çalışmadığım gözüne batmayanların ayrılınca niye gözlerine batar ki çalışıp çalışmadığım, bana özel söylenmiş bir şey yok elbette ancak ben üstüme alındım bir kere, ve bunun bir cevabını vermem lazım, seda akgül evli ve çalışmayan ev kadınlarına laf etmezken ayrılmış kadınlara laf etme hakkını nereden bulmaktadır kendinde, desene bütün ev kadınlarına kan emici diye, bakalım sokağa çıkabiliyor musun bir daha, bir çocuk doğurup ev kadını olan, yani benden çok daha az iş yapan bir dolu kadın var, onlara müstehak değil de bana mı müstehak çalışmak, bu lafla neyi amaçladığını da anlamış değilim, erkeklere teminat mı veriyor benimle evlenirseniz sizden nafaka falan istemem diye, bir kadının kadın düşmanlığını başka türlü anlamlandıramıyorum doğrusu, ve dolayısıyla da çocuk düşmanlığını, çünkü anne ve çocuk birbirinden ayrılmaz bir bütün.
Gelgelelim bizim serseriye, ben orta yerde sipsivri bırakınca bana uğruna hömkürdüğü, haykırdığı, parasını bol keseden dağıttığı herkesi bir bir etrafından temizledi, şimdi çocukları oldu kıymetli, anlayacağınız yorgan gitti kavga bitti, ben her işine koşarken sanıyordu ki kendiliğinden oluyor her şey, ben bırakınca küt diye düştü orta yere, ve baktı ki aslında kimsesi yokmuş, bir benmişim onu ayakta tutan, kimseden bir fayda olmadığını gördü, o da onları da bıraktı, ben onu bırakmasam o hep o hayal dünyası içinde yaşayacaktı, onlar iyi kötü olan ben, aha sana, hadi bıraktım, kavuşun birbirinize, kantarın topuzu öyle değilmiş demek ki, yediler birbirlerini, bir ortak düşman, yani ben, ortadan kalkınca ortaya çıktı kim ak kim kara, herkesin bir öğrenme süreci var hayatta, kimi geç öğrenir kimi erken, onunki de bu şekildeymiş, girdiler birbirlerine, kaç kere, girsinler, yesinler birbirlerini, hem parasını yiyip hem de kazığı çaktılar bir güzel, iyi olmuş, alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste, ne o taraf kaldı elinde ne bu taraf, ben onu çok uyarmıştım, dinlemedi, bildiğini okudu, şimdi oku bildiğini, bundan sonra zaten o onun hayatı, bu benim hayatım, beni hiç alakadar etmez, parasının dışında, yani paramın, ve bunun için de seda akgülden izin almam gerektiğini hiç sanmıyorum, o gün eski komşumda laf açıldı söyledim, her erkek, en iyisi dahi olsa kadından almasını, kadını sömürmesini beceriyor her türlü, o yüzden bir daha düşünmüyorum dedim, eski komşum, şimdi gençsin, yaşlanınca insan insan arıyor yanında, dedi, onun 3 çocuğu da evli ve kocasıyla yalnızlar evlerinde, işte zaten tam da o yüzden, kadını erkenden yaşlandıran da erkek, kahrıyla, erken yaşlanmamak için de bir daha düşünmeyeceğim, çocuklarım bana yeter insan olarak, kimseye ihtiyacım yok dedim, böyle dediğime göre böyle düşünüyormuşum demek ki, eh haklı bir düşünce, beğendim düşüncemi, erkekler erkeklik haklarını sonuna kadar kullanıp kadınları iliğine kadar sömürüyorlar, o erkeklik haklarını ellerinden alamayacağıma göre hepsi benden beri dursun, gerçi kapılarımı kıran da yok zaten ama olmasın da, istemem, şu an benden ağası yok, gel keyfim gel, salla başını al maaşını, gelsin paralar, gelsin tabi, gelecek tabi, seda akgül, sana ne, sen mi yaptın benim yerime bir ton işi, hayatım haftada bir banyo ederek geçti, pisliğimden mi, hayır, vakit bulamadığımdan, vakit bulabildiğimde ise güç bulamadığımdan, yeri geliyor hala öyle oluyor, bugün de şu işi yapayım, banyoyu temizleyeyip öyle yapayım derken derken günler günleri kovalar ve ben bir türlü o banyoya giremem, daha geçen hafta bile öyle oldu mesela, ben böyle yaşarken sen nasıl yaşayıp neler yapıyordun acaba, sana mı vereceğim aldığım, verdiğim paranın hesabını, höst oradan, kadın düşmanı kadın. Artık izleyemem de o programı, ifrit oldum ya bir kere.
Daha geçen sene bir dolu şırfıntıyla, kendi de dahil buna, sözümona evlenme programı sunuculuğu yaptı, bu sene sanki olmuş namus timsali, neymiş defne samyeli nin 15 yaşındaki kızı bikiniyle poz vermişmiş, olmazmış, sana ne, sen versen o pozu sana bakmazlar diye mi dertlendin, çocuklar büyüdükçe rekabet piyasası çoğalıyor diye mi, yani kadın olarak, sen işine bak işine, aleyna tilki ye de çok konuştular, ne oldu, konuşanların yanında konuştukları, kız işine bakmaya devam etti, kendi işine bakmakta fayda var anlayacağın, bak 18 yaşında kız altına 500 milyonluk araba almış. Neymiş aklından geçmeyecek, çok fazla paralar istiyormuş demet şener, bundan da sana ne, sen de benim aklımdan geçmiyecek paraları kazanıyorsun orada, iki lak lak ederek, ki çoğunda boş konuşarak, ben bir şey diyor muyum senin kazandığın paraya, işine bak işine, her şeye burnunu sokma, burnun boktan çıkmaz yoksa.
***”Bu ülkede enteresan bir d vitamini problemi var, bu kadar güneşimiz var ama d vitamini eksikliğimiz var, niye biliyor musunuz, kötü besleniyoruz, benim yediğim besinin içindeki maddenin hücrenin içine girmesi lazım, hücrenin üstü temizse derhal giriyor, fakat sen kötü beslendiğin için bu hücrenin üstünde toksinlerden balmumu gibi bir tabaka oluşuyor, sen yemek yediğin halde hiçbir hücre beslenemiyor, besin hücre duvarına çarpıyor ama içeri giremiyor, d vitamini de aynı şekilde güneşlensek bile hücrelerin içerisine giremiyor, dolayısıyla bu ülkede d vitamini, magnezuyum, b12, kalsiyum, bağırsak bakterileri, hepsi sorun” gürkan kubilay,
Hatırlarsınız tatilden geldikten sonra ilk defa sadece kızarmayıp brozlaştığımı, kızarmadan bronzlaştığımı, temiz beslenmenin bu işe yaradığını yazmıştım, daha yeni, tatile gideli 1 ay oldu, bu düşüncemde haklıymışım demek ki, geçen gün yazdığım ve d vitaminini yaygın bir problem olarak gösteren doktorların düşünceleri ve benim sonrasında söylediğim kahve ve şeker meselesi de ucundan da olsa, ki ucundan bile değil, tam ortasından, onaylanmış oluyor böylece, kötü besin denilen şeyler ne, bunlar işte, kahveden, şekerden, her tür kötü beslenmeden uzak durun, yoksa tatile gittiğiniz, güneşlendiğiniz bile boşa, boşa gider, ve sağlık adına yaptığınız her şey, buna spor, yürüyüş, diyet ve sağlıklı beslenme çabası da dahil, kötü besinler iyi besinlerin alınmasını da engelliyor yani, ben bugün dondurma yedim yarın da sağlıklı bir şey yerim dengeler diye bir şey yok yani, bu işte denge menge yok, tümden bırakmamız gerek sağlıklı olmayan ve aslında yiyecek bile olmayan o zerzevatları, artık benim hayatımda hiçbiri yok, yaklaşık bir yıldır, ve hiç eksikliklerini de hissetmiyorum, o çıktığım gün iki bardak açık mı açık çay içtim, yine uykum kaçtı, ben de çok hassas olmuşum bu konuda, hassas terazi gibiyim, nerede kötü beslenme, ben bütün rezervleri doldurmuşum bu konuda, artık almıyor bünyem, kabul etmiyor, bir dilim kek yesem kesintisiz üç gün gaz yapıyor, yani artık istesem de yiyemem, o gün arkadaşıma giderken tuzluların yanında biraz da mekik aldım, bir taneyi zor yedim tatlılığından, ikinciye elimi bile uzatmadım, bir tanesi yetti.
Bir süredir peşinde olduğum d vitamini sorusunun da cevabını vermiş oldu böylece gürkan kubilay, zayıflamak isteyenlere 4 dilime kadar, diğerlerine 8 dilime kadar ekmek öneriyor, ekşi mayalı ekmek, günde 5 öğün yiyin diyor, ben bu konudaki rahatsızlığımı belirtmiştim daha önce, ekmek yemeyin deyip bu meselenin böyle kestirilip atılamayacağını, ve meyvenin de, iki öğün beş öğün meselesine gelince uzun açlıklar kan şekerini oynatıyor, şeker hastaları bile sık aralıklarla beslendiğine göre ve sağlıklı olarak bilinen genel kanı bu olduğuna göre iki öğün çok az, sanırım gürkan kubilay bir türk doktor, yani ecnebi değil, canan karatay, osman müftüoğlu ve benzerleri gibi, onlar ecnebi, ecnebi olanlar bize ekmek yemeyin, meyve yemeyin, tatlı yiyeceğiz tabi, günde 4 bardak kahve için benzeri önerilerle bizi tuzağa düşürüyorlar, onları dinleyerek sağlığımıza kavuşalım derken sağlığımızdan oluyoruz, hayatımızın hatasıymış kötü beslenme, birde biz çok abartmışız bu işi, birbirimizi sürekli azdırmışız bu konuda, şapır da şupur, üç çocuk ve ben çocuk akıllı.
***Yıllarca böyle yaşadık, çocuklarımın çok küçüklüğünden beri, ve kendi küçüklüğümden beri, on, on beş yıl önce bir kitap okudum bu konuda, ne yersen osun du adı yanlış hatırlamıyorsam, bu beni biraz frenledi, çocuklarımı da frenlemeye çalıştım ama o da bir süre sonra tozlu raflarda yerini aldı ve biz yine devam ettk aynı şekilde olmasa da yine de onları yemeye, bir ömür bu şekilde geçti, en çok kızım yemiş olmasına rağmen, küçük yaşında kendinden büyük çocukların, abilerinin yiyor oluşu faktörüyle, ama etkilerinden en kolay sıyrılan kızım oldu, yaşı itibarıyle, ama düşününce sonuçta yediği süre de kısa, 15 yıl mesela, en büyük değişimi zekasında yaşıdı, bir yıl önce 1 birimse zekası şimdi 100 birim, o kadar büyük bir fark yarattı kızımda bu meretleri yememek, onun da sivilceleri vardı, tamamen geçti, kilo aldı, güzelleşti, sonra oğullarım, küçük oğlum ilk defa sivilce derdinden kurtuldu, artık çıkmıyor sivilcesi, sinirleri de düzeldi, önüne gelen her şeye parlamıyor artık, ama hala kilo alabildiği söylenemez, büyük oğlumun bizim kervana katılıp katılmadığına çok emin değilim, söylüyorum ama o kulağından girip bu kulağından çıkıyor mu bilemiyorum, onda çok bir etkisi olmamıştı zaten, sivilcesi hiç olmadı, başka başka etkileri olmuştur mutlaka ancak çok fark edilir bir durumu yoktu, en sona ben kaldım, çok daha uzun süre bu etkilere maruz kalmış olmam sebebiyle, karın kaslarıma kavuşmama hala vakit var, ama olacak bir gün, geç ve güç olmasının bir önemi yok, olsun da, benim düzelmeme, fazla kilolarımdan kurtulmama hala vakit var, benim bir acelem yok, olacak olduktan sonra ne zaman olduğunun, olacağının da çok bir önemi yok, ben beklerim, yıllarca böyle yaşadım, çok sorun değil benim için, ama iyi olmam, iyi hissetmem sorun, o da olacak nasıl olsa, çoğu gitti azı kaldı, diye bakıyorum olaya.
Böyle dedim ama sanki bir dikleşme, yükselme belirtileri var gibi vücudumda, daha dik duruyorum eskisinden, ve karın kaslarımı da hissetmeye başladım hafiften, hatta az önce belimi ölçtüm, 90 santime inmiş, 100 santimdi hep uzun yıllardır, kaslarım geri gelmeye başlamışlar anlaşılan.
Bu aralar hep diyordum hatırlarsınız, vitiligo, tiroid, d vitamini, kahve, şeker arasında bir ilişki var diye, gerçekten varmış demek ki, vitiligoda cilt o kadar d vitamini hasarına uğruyor ki değil bronzlaşmak kendi doğal rengini bile kaybediyor, yaptığımız yanlışlar vitiligodan, d vitamininden fışkırıp yayıldı ortalığa, birine yapma dersen anlamaz da bak sana şunu yapıyor dediğinde iş değişir, sizin için de değişen bir şeyler olmuştur umarım bu son d vitamini çıkışıyla, bir süredir izini sürüyordum zaten d vitamini eksikliğinin, burnum iyi koku almış demek ki, bundan öte daha ne denebilir ki zaten, sizi öldürüyor mu, öldürüyor zaten.
***Çöl kraliçesi adlı filmde bir ingiliz askerin bir hayvan hastalığı söylentisi yayarak türk karargahının en güzel atını alıp sevgilisine hediye edişini ve bunu kahkahalar eşliğinde sevgilisine anlatışını anlatmıştım size, aklımızla, cehaletimizle alay edişini, bizi aşağılayışını, küçük görüşünü, hem o sahne filmde söylendiği gibi mısırda değil konyada geçmiş, bizi fazla kaşımamak, kışkırtmamak için yer adı değiştirilmiş olmalı, o adam konyada görevli bir ingiliz askermiş, gerthrude bell konyada tanışmış o adamla, ne oldu sonuçta, geldikleri gibi gittiler, kim kimi aşağılamalı acaba, o adam da çanakkale zaferinde ölmüş zaten, bunun üzerine gerthrude bell de bir süre sonra intihar ederek ölmüş, filmde buralar makaslı tabi, adamın öldüğü var da gerthrude bellin ölümü yok, onlar iki ingiliz kahramanı, sözde, şimdi bir haber, amerikadan yüklü miktarda süt ve süt ürünleri alacakmışız, hani biz amerikayla küstük, yoksa bu şarbon meselesi de amerikanın kötü sütlerini bize kakalayabilmek için ortaya atılan bir oyun muydu acaba, yine bizimle alay ediyor olmasınlar sakın.
gürkan kubilay sözüne başlarken bizde diyor, demek ki güneşi olmayan ingilterede, almanyada bu sorun yok ta bizde var, ben bundan da bahsetmiştim, bizdeki kas kaybının onlarda olmadığından, onlar zinde dururken bizim yayıldıkça yayılışımızdan, işte varmış bir sebebi, yanılmamışım, bundan kırk, elli yıl önce annemin yaptığı ekmekleri yiyip evimize her gün et, süt, yumurta girmezken bile bundan daha sağlıklıydık hepimiz, öyle mi değil mi, sır burada saklı işte, ne ekmek yememekte ne de meyve yememekte, sır tatlıları yiyip yiyip o pislik kahveleri içmekte, o pislik zerzevatları bize yedirip yedirip bu halimize gülüyorlar mıdır acaba yine ingilizler, almanlar, amerikalılar, çöl kraliçesinde olduğu gibi, gülüyorlardır büyük olasılıkla, ben olsam ben de gülerim, bunca aptallığın içinde düşmanımı debelendirebiliyorsam, bağımsızlığımızı ve istikbalimizi, istiklal değil istikbal, yeniden ele alabilmemizin ilk yolu bu pislik zerzevatlardan kurtulmaktan geçiyor, her türk ferdi önce bunlarla olan savaşını, şavaşımını kazanmalı, sonrasında muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızda olur zaten, ama şu durumda yok, değil kan d vitamini, b12, magnezyum, yararlı bakteriler bile yok, gürkan kubilayın da dediği gibi, silkin ve kendine gel Türkiye. O büyük vatansever sözcü yazarları bunu da yazmazlar, çünkü onlar da ecnebi. ACİL ALARM durumuna geçmemiz lazım, hem de çok acilen.
Masadayız, eski komşum, ki eskiden beri hastalıklarından dert yanıp durur, masaya bir ilaç koydu içmek için, sonra laf arasında akşamları dondurma yediklerini söyledi kocasıyla, 65 yaşındalar, bu ne ilacı diye sordum, şeker ilacı dedi bana, hamileler, ve herkes bardak bardak kahve içiyorlar, sırf canan karatay, osman müftüoğlu kahve için dedi, diyor diye, hrles tiroid hastası, yediden yetmişe, canlı katliam yapılıyor, nazilerin gaz odalarından beter, acil, acil, çok çok acil.
***O gün eski komşum, ki bana göre abla yaşında, dedi ki bana, keşke yine yakın otursaydık, ben çok isterdim, ben seni çok severim dedi bana, övünmek gibi olmasın, gerçi ben de onu aynı şekilde severim, 3 yıldır görmediğiniz, görüşmediğiniz bir insan durup dururken bunu size söylüyorsa bu demektir ki o hayat hiçte boşa geçmemiş, onunla komşu olduğumuz dönem iki çocuğum vardı, kızım yoktu, neredeyse 20 sene olmuş tanışıklığımız o zaman, kızım 17 yaşında olduğuna göre, hayat ardında bıraktığın izlerin toplamı, ve benim bıraktığım izler de oldukça olumlu, ben çok ev değiştirdim, on kere olmuştur herhalde, ve bu ev değiştirmeler sırasında pek çok insanla komşuluk yaptım, öyle geride bıraktığım ve ama birbirimizi sevmeye devam ettiğimiz çok insan var, ablalarım, nilüfer abla, oya abla, hayriye abla, say say bitmez, elbette devam etmeyenler de var, hayat seçimlerimizden ibaret.
Eylülde acısını çıkarırız demiştim, on bin olmuş bile bu sayfa neredeyse, hep bu seda akgül yüzünden, deli etti beni çatlak karı. Kızdığım şey herkes istediğine laf etme hakkını görüyor kendinde, nasıl olsa kimse çıkıp laf etmiyor karşılık olarak, ortalık hodri meydan, bir dur bakalım, sen kimsin, karşında laf ettiğin kim, sana bu hakkı kim verdi, bu hakkı nereden buldun, kimden aldın, salla da nereye gelirse, yok öyle, beyin yok ki, beyinler sulanmış durumda, şeker katılmış tüm beyinlere.
***Dün oğluyla dertleşmiş serseri, annen çok konuda haklıydı, ben köyde büyümüşüm, cahilim, boş adamın tekiyim, boş insanlarla vakit geçiririm, siz bana benzemeyin, zaten benzemiyorsunuz gibi gibi laflar etmiş, günah çıkarmış kendince, baba nasihati vermiş, baba ya, senin babalığına köpek işesin, ne dese, ne yapsa o günahları silinmeyecek benim nezdimde, karılara paraları bastıkça içi gidiyor olmalı, yoksa fark etmezdi bütün bunları, bedavasını elden kaçırdığına yanıyordur olsa olsa, benim kafama vurup ekmeğimi alması kolaydı nasıl olsa, al alabiliyorsan başkalarından da, sıkıyorsa, ben bunları söylemiştim zaten, karşısına çıkacak kadınların onu bir güzel tımar edeceklerini, etmişler, ellerine sağlık, ben yapamadım onlar yapsın bari, dünyayı ben yarattım, herkesi benim gibi aptal sanıyordu ama beklediğini bulamadı anlaşılan açıldığı dünyada, beter olsun, o kadar dipte ki benim için oradan çıkması imkansız, bukalemun, paranın merkez kaç kuvvetine göre kendini konumlandırıyor, baktı paranın hakimiyeti oğluna geçiyor pişman mağduru oynuyor, ben her konuda haklıydım, bunu da söyleyecek bir gün, ama artık kimin haklı kimin haksız olduğunun da bir önemi yok, olan olmuş bitmiş herkese, hiçbir şey geri getirmez geçen zamanı, bana acındıramaz da kendini, oğlu acır mı bilemem, mümkünse, mümkün olursa, mümkün olduğunca yüzünü dahi görmeyeceğim, inşallah, 3 yıldır görmediğim gibi, ama parasını yiyeceğim, hem de en helalinden.
Görünen köy kılavuz istemiyor, çocuklarının ona ne gözle baktıkları ortada, kötülüğünü, pisliğini, adiliğini kafalarından silmek için pişman mağdura yatıyor, yaptı etti yapacağını unutturacak aklınca, kötüsün, pissin ve adisin, bu hiçbir zaman değişmeyecek, sen ne dersen de, bilen biliyor her şeyi, yani çocuklarım ve ben, uyanık ya, bundan da sıyıracak paçayı aklınca, şeker 120, bir ayak ta çukurda olunca, öyle tornistan yaparsın işte, daha dur, bunlar iyi günlerin, hata sende değil, senin gibi beş para etmezle yaşayan ve çocuk yapanda, yaptı yapacağını yıllarca, şimdi kendini temize çekeck aklınca, baktı kötülük yapma kanalları da kapalı artık, ulaşamıyor, ilişemiyor, ama el mahkum paraları vermeye devam ediyor, bir uçarı, kaçarı, kurtuluş yolu yok adama, yazık adama ya, kıvranıp duruyor oradan, acıdım haline şimdi, beni elleri dövmüş, çocukların da senin olsun diye ağzı bağırmış, kendi bir şey yapmamış ki, ne yapmış adamcağız şunun şurasında, şu sütten çıkmış ak kaşık numarasını da erdoğandan öğrendiler herhal, o her işten yalan dolanla sıyrılıyor ya, öğrencileri çoğaldı.
***Faili meçhul diye bir şey yok artık, faili belli meçhul ölümler var ama, bombasız, kurşunsuz, silahsız ölümler, öldürmenin tek yolu silahtan geçmiyor nasıl olsa, vur, kaç, gitti babanın kesesinden, ergenekondan hapiste yatan subayların oğulları, inönü üniversitesinin tutuklu dekanının oğlu bu yöntemle öldürüldüler, bbp başkanına bir helikoptede can verdirildi, bir süre önce eski bir hakime evinin önünde motosikletle çarpıldı, geçenlerde yine helikopter kazası oldu istanbulda, savunma sanayi ile ilgili bir iş adamı öldü, yine iki gün önce eski mhp mv, eski de değil, yakın zamanlarda, mhp mv olan özcan yeniçeri ye yaya halinde iken araba çarptı, sokak ortasında, hemde ne çarpma, çarpmanın etkisiyle savrularak üzerine düştüğü arabanın ön camı paramparça olmuş, sokakta o hızla giden araba olur mu bir kere, hemde hastane önünde, derin eller devriye geziyor sokaklarda.
Erdoğanın bu iş bankası chp ilişkisine bakınca aslında bütün hamleleri para odaklı gibi geliyor insana, fetö öyle, bu sayede iyi paraya kondu, adnan hoca öyle, gerçi pisliktiler ancak meselenin birde para boyutu var, nerede para var gözü orada erdoğanın, burnu para kokusunu iyi alıyor, öafya savaşları yaşıyoruz aslına bakılırsa, en büyük mafya erdoğan ufak tefek mafyaları temizleyerek kendine parasal güç kazanıyor, bir mafya düzeni bu, gücü gücü yetene hakim.
Ankara ve istanbul mafyasını da dize getirdi, kimdi ankara ve istanbul mafyası, hatırlayalım, ankara ve istanbul belediye başkanları, makro market kapanmış, iflas etmiş, bir market kasiyerinin düşüncesine göre, benim bir bilgim, fikrim değil, nevin gökçek makro marketin ortağıymış, para kaynakları kesilince makro da iflas etmiş, en iyi kara para aklama yeridir marketler dedi kasiyer, erdoğan melih gökçekin ipini çekince işler değişmiş anlayacağınız, o kara para nereye gitti, nereye kaydı, tabi ki erdoğan mafyasına, mafya dünyasının düzeni bu şekilde, milletin ağzı bir gevşemiş ki sormayın, herkes isyanda, kasada konuşan konuşana, bu fiyatlarla, susan insanlar artık konuşuyorlar, yetti canına herkesin, erdoğan ne diyor, kriz yokmuş, maniplasyonmuş, aynı vileda seti bauhausta 125, çağdaşta 175, yunusta 210 olunca adam haklı diyesim geliyor da değil tabi, bu karmaşayı yaratan da ta kendisi, o yaptı ben yapmadım oyunuyla sıyrılamaz artık bu işin içinden, bence o uçak işi de manipülasyon, adamı, erdoğanı manipüle etmeye çalışıyorlar belli ki, yoksa kendi kendini mi manipüle ediyor, orası biraz karışık işte, bize kriz yok, kendine uçak, manipülasyon değil de ne.
melih gökçek diyince ankaparkı anmadan geçmek olmaz, 2 milyara mal olan ankapark yıllık 26 milyona kiraya verilmiş, bu hesapla yani masrafını 60-70 yılda çıkarabilir, her kim kiraladıysa onun için yapılmış demek ki, bilseydim ben tutardım. bayağı karlı iş, sadece arsasını bile tutamazsın bir yılığına o parayla, atam sağ olsun, bıraktıklarını yiye yiye, yedire yedire doyamadılar bir türlü.
***melih gökçek kendini savunmuş, ankapark kar amaçlı yapılmadı, ankaraya turist çekmek için yapıldı demiş, kazık ankaraya girdiyi böyle izah etmiş, ankara kendi trafiğini kaldıramıyor, turisti ne yapacak, bir yerden bir yere gitmek azap, işkence ankarada, bir yerden bir yere gitmeye kalksan bir saatten önce varamıyorsun, ankarada turistin işi ne, başka ne var ankarada görülecek, edilecek, bir ankapark için mi anlaraya gelecek turist, yazık günah değil mi o insanlara, öyle bir altyapısı da yok ankaranın turisti kaldıracak, oteller zinciri gibi, git antalyaya yap, iş yapsın, saçmalıktan başka bir şey değil, makromarkette temizlenen kara paraların hangi yolla geldiği belli, ankapark sağ olsun, işten alınırken onun için nisana kadar, ankapark açılana kadar süre istemişti demek ki, kalan paraları da cukkalamak için.
***Dolar kriziyle, ve belki şarbon kriziyle ne demek istendiğini anlamış olmalı ki erdoğan dün 30 amerikan şirketiyle, şirket temsilcileriyle toplantı yapıp anlaşmaların geleceği konusunda teminatlar vermiş, yola gelmiş yani anlaşılan. Amerikanın en baba tüketim kitlesi kim, biz, yani amerika sömürgesi, oradaki, o toplantıdaki şirketler de olsa olsa cargill, nestle, algida, coca cola, pepsi, mc donalds vs, amerikanın hayorlı bir şirket kurduğu nerede görülmüş, hepsi ölüm tellalı, hani amerikan mallarının vergisi yüzde yüz kırka çıkmıştı, daha bir ay önce, o da mı yalan oldu, ne oyunu oynuyor bunlar, evcilik oyunu mu yoksa ali cengiz oyunu mu, erdoğan ve amerikalılar yani, başımıza örmeye çalıştığınız o çoraplar başlarınıza ters geçsinler inşallah. Canımızı, sağlığımızı, sıhhatimizi satıp bağışlıyor amerikaya, bizde size verilecek daha çook can var diyor, kendine ekinezya çayı, beyaz çay, ejder meyveli smothie bize coca cola, pepsi, burnundan gelsin inşallah o yiyip içtiklerin.
Yabancı ülkelerde çileklerden iğne çıkıyormuş, çilekler toplatılıp imha edilmiş, birkaç ülkede, çilek fiyatları da düşmüş, insanlık tarihinin en çılgın, en deli günlerini yaşıyor olmalı.
***ALZHEİMER, dünyada her 3 saniyede bir kişi demans oluyor, şu anda dünyada elli milyon alzaymır hastası var, 2050’de bu sayı 150 milyon olacak, çok büyük bir bütçe, türkiye de de 600 bin alzaymır hastası var, demansı da dahil etiğinizde bir milyon aile bunlarla uğraşıyor, alzaymır bir unutkanlık hastalığıdır, kelimeleri, konuşmayı, yemek yemeyi, tuvalete gitmeyi, dolaşmayı, yakınlarını, dostlarını, çoluğunu çocuğunu, ilacını almayı, örgüsünü nasıl yaptığını, yemeği nasıl yaptığını unutur, günlük yaşamı tamamen bozan unutkanlıklar, yerini, yolunu, yönünü bulamama, para hesabını karıştırma, o yaşına dek yapabildiklerini, yemek, hobi vs. yapamamak, yapamaz hale gelmek alzaymır, cömertken cimri, cimriyken cömert olmak, az konuşurken konuşkan, konuşkanken az konuşan biri olmak gibi huy değişiklikleri, demansın beyinde başlangıcı 40’lı yaşlar, ama bizim onu görmemiz 60-65 yaşı buluyor, beyinde biriken kötü proteinler kırklı yaşlarda etkisini göstermeye başlıyor, 60-65 yaşında ise fark edilir hale geliyor, yani hastalığın başlangıcı çok daha erken, 40-45 yaşlarında da alzaymırı görünür hale gelen hastalar olabiliyor, kötü proteinlerle beyin hücreleri ölüyor, alzaymır ilaçları 60-65 yaşlarında çok etkili olmuyor, araştırmalar daha genç hastalara kaydı, ağaç yaken eğilir, yaşlılığını sağlıklı geçirmek isteyen bir insan bütün hayatını sağlıklı geçirmeli, zihninizi çalıştırın, kas gibi çalıştırılmalı, yeni yemekler, örgüler örmek, insanlarla beraber olmak koruyucu, sosyal medya bile etkili bu konuda, alzaymırı üç başlıkta toplayabiliriz, zihnimizi çalıştıracağız, düzgün besleneceğiz ve hareket edeceğiz, bir, zihnimizi aktif tutmalıyız. iki, ne yersen osun, kötü beslenmekten vaz geçmeliyiz, yediğimiz şeyler sebze, meyve ağırlıklı beslenmeli, kötü yağlardan uzak durup zeytinyağı yemeliyiz, akdeniz tipi beslenme, üçüncüsü ise oturmamalıyız, yürümeliyiz, yaşlılık depresyonu çok yaygın, yaşlı köşesinde durmamalı, aktif olmalı, gezmeye gitmeli, arkadaşlarıyla olmalı, aktif olmalıyız ki zihnimizi koruyalım, gündüz yaşam evlerine gidilebilir, bahar evleri, sonuç olarak kitap okuyalum, bulmaca çözelim, ahbaplarımızla görüşelim, depresyonda isek tedavi olalım, yiyeceklerimize dikkat edelim, hazır yiyecekler değil, hazır çorbalar değil kendi yaptığımız yiyecekleri tüketelim, hazır yiyeceklerden, katkılı yiyeceklerden uzak duralım. sağlıklı beslenelim, zeytinyağı ve sebze ağırlıklı beslenelim, belki evdeki hanımlara biraz ağır yük düşüyor ana annenin görevi yuvayı korumak, o yüzden sağlıklı sebzeler, yiyecekler ağırlıklı beslenelim, kırmızı etten uzak duralım, balık ve sağlıklı tavuk yiyelim, sigara içmeyelim, içki içmeyelim, toksik maddeleri, içinde ne olduğunu bilmediğimiz, o bayıla bayıla içtiğimiz koyu renkli gazozları içmeyelim ve daha sağlıklı beslenelim, yürüyelim. prof. dr. ışın baral kulaksızoğlu, fox çalar saat programı.
Bütün yollar sağlıklı beslenmeye çıkıyor gördüğünüz gibi, ve biz eğer böyle devam edersek o yaş kırklardan otuzlara düşer ve bir alzaymır patlaması yaşanır. Bu ülkede 600 bin alzaymırlı nüfusun yüzde 1 i demek, ki bunlar kahveyle, şekerle yoğrulmamış insanlar, eski topraklar, bu sayı on, yirmi yıl sonra çığ gibi artacak, katlanarak büyüyecek, böyle giderse tabi, bu neslin beslenme biçimiyle, doğru beslenmek bizi çok şeyden kurtaracak, sadece bir şeyden değil, ACİL, çok çok ACİL, iş işten daha çok geçmeden.
Bu gidişle, bu gidişatla bir alzaymırlılar toplumu olacağız görünen o ki, belkide nüfusun yüzde onu, yüzde yirmisi, düşünebiliyor musunuz böyle bir felaketi, bu her evde bakıma muhtaç bir alzaymırlının olması demek, yedi gün 24 saat, milli felaket, ve bu hiç ütopya değil, o yüzde birin yüzde ona çıkması inanın çok uzun zaman almayacaktır, beş, bilemedin on sene sonra bu halde olacağız, böyle giderse elbette, bütün gün sadece elli yıl öncesinden konuşup ipe sapa gelmez uydurma şeyler anlatan, ve hiç durmaksızın takılı bir plak gibi anlatan, unutup unutup defalarca aynı şeyleri anlatan, aynı soruyu unutup unutup defalarca soran, ve defalarca karşılık bekleyen, ve bu cevabı her seferinde ilk defa duyan, kendi kişisel bakımını dahi gerçekleştiremeyen, sadece yiyip uyuyan, çoğu zaman da gündüz uyuyup gece uyumayıp kimseyi uyutmayan insanlar, çevreye duyarsız, sadece kendine odaklı insansılar, ve her evde olacaklar, bu nasıl bir iş kaybı, zaman kaybı, dolayısıyla genele vurulduğunda çok büyük bir para kaybı demek bir düşünün, kişinin kendi için de ayrı bir dram tabi, sen yıllarca düzgün bir insan olarak yaşa, sonra hiç olmadık bu hallere düş, bu insanların hak ettikleri son bu mu, gece uyandığında tuvaletin yolunu bile bilememek, bulamamak, hep temiz yaşamış bir insanken tuvalette bile kendinle baş edememek, üstelik sorun bedensel dahi değil. zihinsel, temizlenmeyi bile unutmak, bunlar o insanı içten yaralamaz mı, yaralar elbette, gerçi ne kadar farkında olan bitenin bu da meçhul, her gün defalarca kez çöpün yerini bilememek, bulamamak, beş dakika önce yediği muzu, elmayı, veya başka bir meyvayı bir daha bir daha bir daha istemek, yannda biri olmasa belkide defalarca kez yenecek o meyvalar ve bu insan aynı zamanda şeker hastası, veya kaptığı, ele geçirdiği bir meyvayı, elmayı peçeteye sarıp koltuğun bir köşesine saklamak, oturmayı, kalkmayı en kolay ne şekilde yapacağını dahi bilememk, oturacağı yere yandan kolayca otırmak varken üstünden aşarak oturmaya çalışmak, arabaya oturarak binmek yerine bodoslama binmek, arabadan ayağını indirerek değil lendini kaldırarak arabadan çıkmaya çalışmak, yatağa oturarak girmek yerine emekleyerek girmek, mutfak lavabosunu banyo lavabosundan hiçbir ayrım gözetmeden kullanmak, veya balkonu, balkondan aşağı yani, kendiniz için ister misiniz bütün bunları, ve tabi ki etrafınızdakiler için de, ömrünüzün son on, yirmi, otuz yılını bu şekilde geçirmeyi, ben istemem doğrusu, ölüm ondan daha iyi, ama öldürmeyen Allah öldürmüyor, yaşatıyor, ve o insan sürünüyor, veya on, yirmi, otuz yıl boyunca böyle bir insanla yaşamak zorunda kalmayı, her ikisi de olasılıklar dahilinde, kafasındaki aslında olmayan binbir hayal ve korkuyla, dış kapı açılıp her an eve biri girebilir, evi barkı yıkılmış, deprem olmuş, sel olmuş, annesi babası kalmamış, cenazeler kalkacakmış, baş sağlığına gidecekmiş, hayaller ve korkular içiçe geçmiş bir şekilde, her gün aynı senaryolar içinde gün boyu defalarca, defalarca azaplar içinde olmak, unutup unutup yeniden yaşamak, beyin adeta kendini, insanı yok etmeye programlanmış bir şekilde çalışıyor, ve hiçbir şekilde durduramıyorsunuz, beş dakikada bir aynı şeyleri tekrarlıyor, tekrarlıyor, tekrarlıyor, o tekrara beyin mi dayanır, yani kısacası alzaymır yaşlının delisinin kibarcası, bunu böyle algılayıp bilmek lazım, hazır mısınız kendiz için bugünlere, ister o yaşlının kendisi isterse etrafındaki insan olarak, ACİL, çok çok ACİL, don kişotun yaptığını yapıp yel değirmenlerine savaş açmamız gerekiyor, ama bizim yel değirmenleri un değil şeker ve kahve üretiyorlar, keşke un değirmeni olsalardı, o zaman savaş açmamıza da gerek kalmazdı.
Belli bir yaşın getirdiği şeker, tansiyon, kan sulandırıcı haplarının yanı sıra alzaymır ilaçları alıyorlar yaşlılar, biri vermese o ilaçları bile alamıyorlar zaten, her şeyi unuttukları gibi onu da unutuyorlar, ki bu ölüm demek, alzaymır ilaçları dedikleri şeyler de sinir ilaçları büyük oranda, sinir yatıştırıcı ilaçlar, eğer o ilaçlar da alınmasa zaten hayat cehenneme döner alzaymırlı ve etrafındakiler için, hep ne konuşmuştuk kızımın hastalığı süresince, şeker kızımı asabi yapmıştı, şeker kızımın aklını başından almıştı, akılsız kalmıştı, oğlumda da çok farklı değildi bu durum, sinir ve zeka azlığı, bir alzaymırlıda da gördüklerimiz bunlardan farklı şeyler değil, şekerin etkisi hep aynı. hangi yaşta ve durumda olursanız olun, o şekere kahveyi de ekleyin tabi, biliyorsunuz şeker ve kahve ayrılmaz bir bütün.
Amma anlattım ha şeker, kahve, şeker kahve, elimde tüy bitti, bir kulağınızdan girip diğerinden çıkmıyordur umarım, tıkayın bir kulağınızı, içerde kalsın söylediklerim. Ne büyük bir tuzakta olduğumuzun ayrımına varabiliyorsunuzdur umarım, beş tekerle bizi ölüme, yok oluşa doğru sürüklüyorlar, ölmese de süründürüyorlar, ölümden beter ediyorlar, ölüm öyle yaşamaktan daha iyidir, her yaşta, sadece yaşlılıkta değil, kızımın o sinirsel ağlamaları hala devam ediyor olsaydı hayat yaşanır olabilir miydi benim için, boynuma sarılıp ağlıyordu yavrum, anne iyiyim, bir şeyim yok, sadece ağlamak geliyor içimdn diye beni teskin ederek, bir şeker yeme ayini sonrasında, 15 yaşında bir çocuk hiç sebepsiz niye ağlar, veya oğlumun sinirden kendinden geçmesi, hatta bayılması, aklımızı başımıza almamız gerek, hemen, derhal, acilen, çok çabuk, çabucak, ışık hızında.
***20’sinde, 4 gün önce ahlatlıbelden incek yönüne giderken radara girmişim, öğleden sonra 2’de, orada hız sınırı 70, 90-100 le falan girmiş olmalıyım, çok hızlı gitmem zaten normalde, han gibi yol, hız limiti 70, niye acaba, armut piş, tuzağıma düş, gelsin cukkalar, ceza 500 tl, el insaf yani, benim emekli maaşım bin lira, bir ceza 500 tl, sanki adam asmışım anasını satayım, olduğu 100’le gitmişim, kaşıkla verip kepçeyle almak bu olsa gerek, eh burada da bir zulüm durumu hasıl olduğuna göre Allah belanı versin erdoğan, Allah belanızı versin eyyy erdoğana oy verenler, toptan hepinizin, ödesenize şimdi 500 lira trafik cezamı, orospu çocukları, benzine verdiğimiz paralar yetmiyor, birde trafik cezaları, neymiş orospu çocuğu yeni uçakla gezecekmiş, yetmemiş 13 tane uçak yine uçak alıyor, ben yemeyip içmeyip ona benzin, ceza parası yetiştireceğim, o da uçaklardan uçak beğenmeyecek, münasip bir yerine girsin o uçaklar inşallah, moruk bunak alzaymırlı. Oh, orospu çocuğu da dedim ya, yüreğim yağ bağladı, elimiz kolumuz yetişmiyor orospu çocuğuna, bari yüreğimiz soğusun.
***Ya üstlerine bu kadar gitmemek lazım aslında, asıl tokat onlara indi, ben 500 lirama yanıyorum, akp li bir iş sahibi şu an 9 milyon lirasına yanıyormuş, doların kur farkından uçup gitmiş 9 milyon tl si, 3 yıllık iş hacmine eşitmiş o para, yani 3 yıl haybeye çalışacakmış, armutları alttan toplarken iyiydi, birazda onlar çeksin ceremesini erdoğan aşklarının, vah mı diyeceğim, oh diyorum, onlar bana vah mı diyorlar, daha böyle ne batışlar, inişler çıkışlar yaşandı, yaşanıyor kim bilir, ama iflas etmek yasak biliyorsunuz, khk ile yasaklanmış, daha ne çeşit çeşit yasaklar göreceğiz kim bilir, bu aptal hımbılların elinde.
Sen yılda 3 milyon tl kazanacaksın, bir ev ortalama 500 bin tl desek 18 apartman dairesi parası, bu parayı kazanmak için yanında çalıştırdıkların boğaz tokluğu bile olmayan bir para kazanacak, çoluğunu çocuğunu bu parayla yaşatmaya çalışacak, alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste, kim götürmüş onca parayı öbür tarafa, neresine yama edecek yılda 300 milyonu, doyuracağın bir ya da bir kaç karın olduğuna göre, aç yılbaşında kesenin ağzını, ben kazandım, siz de kazanın, yiyin, için, insan gibi yaşayın de, ya da maaşlarını arttır, al devleti arkana, insanları açlığa mahkum et, sonra da böbürlen kaç adama ekmek parası kazandırıyorum diye, Allahın sopası yok ki gözüne soksun, ama ilahi adalet diye bir şey var, beter olsunlar, nelerine acıycam Allah aşkına, sonra da dindar, sonra da insan, ne insansın ne dindar, pislikler, beter olsunlar, sonra gider cumaya Allahı karşısına geçerler utanmadan, rezil rüsvalar, bir bebenin sütüne göz koyanlar, hepsi, bütün zenginler.
***gürkan kubilay bugün kahvenin fazlası baş ağrısı ve halsizlik yapar, günde iki bardak öneriyorum dedi, eh, bu da bir ilerleme, dört bardaktan iyidir, ve hiç değilse zararları var da dedi, o halsizliğin açılımı aslında şöyle, kahve kalbi yorduğu için halsizlik yapar, çabuk yorulursunuz, ama bunu bu şekilde söylemiyorlar nedense, kahve içmeyin dedikleri günler de gelecek elbet. Neden böyle diyorlar, çünkü dünya sağlık örgütü böyle söylüyor, dünya sağlık örgütünü kim yönetiyor, amerika, şeytanın dünya çaıpındaki adı amerika.
***Markete gittim, psikolojim bozuldu, salkım domates on, tarla domatesi yedi lira, almadım, iki aydır beş liradan aldığım ayaş dmatesinin ağzımda kalan tadını bozmaya hiç niyetim yok, hemde üstüne yedi lira, on lira vererek, domates bittiyse yerine başka bir şey yerim, daha ucuz bir seçenek, mevsiminde olan, 15 liraya salça aldım yarım kiloluk, oldu bitti, yaptığım salçaları hallettim, mecburen hazır salça artık, neyse ki biraz kaynatıp koydum dondurucuya, 20 kilo kadar, salatalık 5 liraydı, bir kilo aldım, yeşil, kırmızı biberler olmuş 7 lira, yarımşar kilo aldım, ama belli ki artık sera, bundan sonra onları da almam, şeftali sekiz lira, onun da tadı gitmiş, armut yedi lira, havuç üç lira, kabak dört lira, yeşillikler bir lira, gel de psikolojin bozulmasın, her kim söylediyse, ki söyleyen bir akp li, adam haklı, milletçe psikolojimiz bozuk artık, onu almadım, bunu almadım, et almadım, ne aldım, iki kalıp beyaz peynir, iki kaşar peynir, 400 gramlıklardan, yarım kilo zeytin, 2 kilo şeftali, 2 kilo armut, 2 ayran, yarımşar kilo yeşil ve kırmızı biber, yeşil soğan, maydanz, ekmek almışım, hepsi bu, ödediğim 190 lira, buna psikoloji bozulmasın da ne bozulsun.
***Düşme, durma, üşütme, üzülme, bu dördüne dikkat edin, göbek eritmek için bir numara şekerdir, anne sütünde şeker veya tuz yoktur, şeker bir bela, sıvı içeceklerdeki ve paketlenmiş gıdalardaki nbf, nişasta bazlı fruktoz, yani mısır şurubu bir beladır, bugünkü obezite salgının bir numaralı sebebidir, onun için paketlenmiş gıdalardan, içine şeker eklenmiş sıvılardan uzak duracaksınız, meyve veya meyve suyu da makul ölçüde yenmeli, günde bir, iki meyve şeklinde, fırın ve pastane ürünleri, beyaz ekmek, nişasta şeker birleşimi olan ürünler, yani baklava, nişastanın yağda kızartılmış hali, yani lokma tatlısı, şeker ve yağın birleşimi, yani dondurma, insan zevk odaklıdır, yasaklar olmasa birbirimizi yerdik, skuat, çömelme egzersizini günde üç defa yirmi kez yapın, osman müftüoğlu
***Bugün doktor ümit aktaş kadınlarda adet düzensizlikleri ve zorluklarının insülin ve kan şekeriyle ilgili olduğunu söyledi, öğreniyorlar, yavaş yavaş ta olsa, yani şeker, şekere tüm tahıl grubunu dahil ediyor ümit aktaş, o kadarı beni aşar, sabah akşam et mi yenir ayol, sebze de diyor gerçi, ama tahılsız olmaz yani, yani bence, tam tahıldan yanayım ben, ekşi mayalı ekmekten, gürkan kubilaycıyım ben, has be has anadolu erkeği, ecnebi değil, eskiden franksiyonlar vardı, bilen bilir, şimdi de doktorlar konusunda franksiyonlara ayrılacağız herhalde, canan karataycılar, osman müftüoğlucular, ümit aktaşçılar, gürkan kubilaycılar gibi, şekeri halletmişiz de iş tahıla mı gelmiş, dondurmayı, çikolatayı, baklavayı, kahveyi, pastayı, pizzayı, hamburgeri, kızartmaları bir tarihe gömelim önce, bilahare tahılı da değerlendirmeye alırız Allahın izniyle, sırasıyla, dün osman müftüoğlu pahalı lokantalarda su menülerinin bulunduğunu söyledi, çağla şikelin programında, son jenerikte bir su markası sponsor olarak geçti, kimse boşu boşuna ağzını yormuyor demek ki, her söylenene de inanmamak gerekiyor.
Ben bunu söyleyeli bir, bir buçuk yıl oldu, adet düzensizliklerinin şeker ve kahve nedeniyle olduğunu, hatta miyom sayfamda uzun süredir mevcut, okuyan çoktan yararlandı bile, boşuna dememişler hekimden sorma çekenden sor diye, az çekmedim, ben, benden sonra kızım.
Bugün eski kocam bana mı, çocuklarına mı bilemem, kışlık bal, pekmez, tahin, zeytin yollamış, yağı da daha sonra yollarım demiş, beğendiklerinizi söyleyin daha da getirteyim de demiş, hiç bu hallere düşecek adam mıydı o, burnu düşse yerden kaldırmazdı, düşmez kalkmaz bir Allah, seda akgül kızar mı acaba bu duruma, yani onları gönderdi diye, keşke önce ona sorsaymış, bir laf eder falan, neme lazım, bana yolladıysa eğer ben onları bir güzel yerim, o da avucunu yalar, kaçan balık büyük olurmuş, kaçtııııı, oh canıma değsin.
Trafik cezamı da o yatırdı, 500 tl’cik, bin lira emekli maaşmla yatıracak değildim ya, başka ne işe yarıyor, yalı kazığı, oğluna annen yatırsın demiş, oğlu da bir güzel basmış fırçayı, hem ödüyor hem fırça yiyor, ne güzel, kazan kazan, besle kargayı bir gün sana da lazım olur demiş atalarımız, boşuna denmemiş, seda akgül kızmaz inşallah, cezamı da ödedi diye, ay korkar oldum kadından, aklımda fikrimde o, 101’le yemişim cezayı, ben dedim hızlı kulanmam zaten diye, ama hız sınırı 70 olunca durum böyle, Allah devleti alimize zeval vermesin, öderiz ne olacak, batan millet sağ olsun, vatan millet yazacaktım, batan millet olmuş, o da olur, nasıl olsa batan millet halindeyiz zaten artık, konkordato ilan eden edeneymiş, en son kaşıbeyaz lokantası ilan etmiş, bir yandan şarbon, bir yandan kriz, para akışı yok, bu durumdan ilk etkilenecek olan lokantalardı zaten, lüks tüketim, bir firma ilan ettiğinde ilişkide olduğu bütün firmalar etkileniyor, zincirleme konkordato ilanına dönüşüyormuş iş, ekonomimizi bir amerikan firması denetleyecekmiş artık, ipotek altındayız yani milletçe bundan böyle.
***Şeker, rafine şeker, gerçekten çok kötü, enflamasyon kaynağı, her şeyin başı, dna hasarı yapıyor, bunu net biliyoruz, çaya koyduğunuz da şeker, tatlılar da, ister evde yapın, ister dışarıdan yiyin, hiç bir farkı yok, tiroid hastalıkları için kesin yasak, yeşim erbil, endokrinoloji doktoru.
Bir ortak noktaları var artık doktorların, şeker, şeker, şeker, kahve de şekerli içildiğine göre dolaylı olarak kahve de, gerçi bana göre hala direkt, onu da söyleyecekler, bekleyin, göreceksiniz. Baktım, benim şekeri yazış tarihim miyom sayfasında 2015’te, bizim doktorların bunu algılaması 3 yıl sürmüş demek ki, kahveyi söylemeleri için hala 3 yıl olabilir, 3 yıl benim gerimden geliyorlar, siz önceden önleminizi alın bence.
***Bugün ilk tropik fırtınamız yaşanacakmış batı bölgesinde, çok hasarlı olmaz inşallah, kaloriferlerinizi temizletin duyuruları da başlar yakında, kalorifer temizliği diye bir şey yok, sadece filtre temizliği diye bir şey var, suyun ana giriş filtresi temizlendiğinde kaloriferler de temizlenmiş oluyor zaten, her eve bir ekmek kızartma makinesi kampanyası başlatmalı, evde kızartma makinesi olduğunda ekmekler çöpe gitmiyorlar, her koşulda yeniyor, bayat veya taze, bir ekmeğin beş lira olduğu göz önüne alınırsa, devamlı satın aldığım ekşi mayalı ekmeğin fiyatı o kadar, bir yılda bile kendini amorte eder ekmek kızartma makinesi.
Bu hastalıkların ortaya çıkış zamanı son otuz, bikemedin elli yıl, ekmeğin mazisi bu kadar kısa değil ama şekerinki tam da bu zamana denk düşüyor, son elli yıla, ben bile hatırlıyorum, çocukluğumda köylerde şeker bulunmazdı, lükstü şeker, pahalıydı, köylü alamazdı, ekmeği tarlasından çıkarıyordu ama şekere para vermesi gerekiyordu ve yoktu o para, hatta kıymetli, pahalı olduğu içindi sanırım kırtlama içilirdi çaylar, bir şekerden ısırıp bir çaydan fırt çekerek, o günlerden bugünlere geldik, yaygınlaştı şeker ve bunlar oldu, ama köylerde ekmek vardı, hemde bolca, ana besini ekmekti köylünün, ve sapasağlamdılar, kadınlarının içleri bizimkiler gibi çürük değildi, şimdi kadınlarımz kısır, çünkü şeker kadınların hormonlarını alt üst etmiş durumda, bu yüzden ekmeğe devam, kim ne derse desin, ekşi mayalı ekmeğe.
***Endokrin doktoru yeşim erbil kaya tuzu değil iyotlu tuz yenmesini, ama tuzun az yenmesini, tansiyon için, iyotu desteklemek için balıkta da iyot olduğunu, iyotlu tuzun akışkanlığını sağlayan alüminyumn zararının iyotun yararından baskın olmadığını, kaya tuzunun faydalarının da çok çok az olduğunu söyledi, diğer doktorlar kaya tuzunda ısrarlılar biliyorsunuz, yeşim erbilci mi olsam yoksa.
Dün zahide yetişte bir doktor, bir kişi sabah, öğlen, ve hala doymadıysa akşam yemeğini yiyip gece hala acıkıyorsa bu gerekli vitamini, minerali alamadığındandır, vücut aldığı besini sindiremiyordur, bunun nedeni de yemekle veya yemek sonrasında yenen şekerin hızlıca kan şekerini yükseltmesiyle gıda ihtiyacının bittiğini sanan vücudun sindirimi durdurması, besinin sindirilmeden vücuttan atılmasıdır dedi, bana oldukça mantıklı geldi bu açıklama, şeker yendiğinde çok yemek yenmesinin altında da bu neden olabilir, o bir türlü doymak bilmeyen vücudun, bir kısırdöngü oluşuyor olmalı vücutta, yiyorsun ama bir türlü doymuyorsun, aslında doyuyorsun ama devamlı yeme isteği duyuyorsun, çünkü hızlıca vücuttan atılıyor yediğin şey, sindirilmeden, gerekli besin haznen ise hep boş, bu da içi boş, kof bir şişmanlığa neden oluyor, bazen de tam tersi olarak zayıflığa, bu genellikle genç, çocuk bedenlerde.
Ya öyle ya böyle, sonuçta şekerde kilitleniyor mesele, farz edelim, yıllar boyu bu tip beslenen bir insan düşünün, kahvaltıda şekerli çay, kahve, meyve suyu, reçel, bal, pekmezle kan şekerini yükseltmiş, gün içinde ise meyve, cola, dondurma, çikolata vs. ve tatlı ile kan şekerini yükseltmiş ve hiç gıda, besin alamamış bir vücut, magnezyum, kalsiyum, bütün gerekli müneraller vücutta eksik, beyin yeterince beslenememiş, gıdasını alamamış, gelsin delilik, geri zekalılık, vücutta kas erimesi, kas kaybı sonucu genişleme, laçkalaşma, her ikisi de çok gördüğümüz bir manzara, yine zahide yetişte bir gün sonra 150 kilo olan 23 yaşındaki ikiz kızlar çıktı, ikisi de geri zekalı, kilo ve zeka geriliği birbirine koşut gelişiyor, ben bunu kızımda çok açık yaşadım, şekerli beslendiği zamanlar kızımın onlardan çok bir farkı yoktu, bakışları, hali, tavrı, aynen onlar gibiydi, bir süreliğine de olsa, oğlumun da ders başarısı düşmüştü, yani düşüktü, şimdi çok daha iyi dersleri, ben de olmuştur elbet etkileri ancak kendimi gözlemlemem biraz zor, yani ne yapıyormuşuz, şekere paydos, topyekun, hatta neredeyse meyveye bile, az, az, çok çok az, hayatımız, hayatlarımız, geleceğiniz, geleceğimiz buna, bunlara bağlı, yoksa son sürat hop terelelli dünyasına doğru gitmekteyiz hep birlikte, yaşasın delilik dememek için kahrolsun şeker dememiz gerekiyor hep birlikte, kilo milo bir yana, o bile işin ayrıntı kısmı deliliğin yanında, kiloyu falan boş verin, o delilik, genç, yaşlı deliliği, her yaştan delilik, işte bu en büyük çıkmazımız, alzaymır denen şey, son sürat ona doğru gidiyoruz hepimiz, yaşlı deliliğine, o duvara tosladığımızda çok çok geç kalmış olabiliriz, ve bunu durdurmamız lazım, ACİL frene ihtiyacımız var, anlayabiliyorsunuzdur umarım anlattığım şeyin ne demek olduğunu, algılarınız hala o kadar açıktır umarım, vücudunuzdaki onca şekere rağmen, beni soracak olursanız ben bayağı bir temizlendim, arındım şekerden, şekerin hayatımda hiç yeri yok, sıfır, sabahları çok az vişne reçeli yiyorum, o da çok şekerli değil zaten, onun dışında şekerle hiçbir alakam yok, meyveyi de azalttım, günde bir veya iki kez az miktarda yiyorum, ben temizim artık, hani uyuşturucu müptelalarının dediği gibi ben temizim, şekerin benden aldıklarını bir bir geri alacağım, tabi şekerden de alarak, size şeker bilgisini ulaştırarark, bu da benim şekerden intikamım olsun, bana yaptıklarına karşılık, nenden östrojenimi, kadınlığımı, litrelerce kanımı, canımı çalmış, acılarımı, ağrılarımı, sızılarımı, yarı bezgin, bıkkın hayatımı bırakmış bana, elbet bunun bir karşılığı olacak, olmalı, ACİL, çok çok ACİL.
***Alzaymır sadece bir unutkanlık meselesi değil, aynı zamanda unutkanlığın beraberinde gelen sebeplerle ve diğer sebeplerle bir ileri yaş deliliği, yani alzaymırı unutkanlık olarak geçiştirmek deliliğin ta kendisi, bir insan tuvalet sonrası temizliğini bile yapmayacak kadar unutuyorsa bir şeyleri, veya gelip gelip mutfak lavabosuna balgam atıyorsa, veya eşyalarınızı alıp kendi için saklıyor, hatta ve hatta konuşması için eline verdiğiniz cep telefonunuzu dahi size geri vermemek, kendi sahiplenmek için size diretiyorsa, elinden zorla alıyorsanız o telefonu, cebelleşerek, ve 3 saniye sonra olan bitenle ilgili bir şey hatırlamayıp normal davranıyorsa, sanki hiçbir şey olmamış gibi, bunun adı başka bir şey, bunun adı ileri yaş deliliği ve sadece unutkanlık olarak geçiştirilmemeli, ve çok daha fazla önemsenmeli, unutkanlık diyerek bu mesele hafifletilmemeli ve çok daha sıkı tedbirlere başvurulmalı, bu konuda iki doktor dinledim, birini yazmıştım, diğeri osman tanık, her ikisi de akdeniz diyetinde ve yürüyüşte ısrar ettiler, akdeniz diyeti zeytinyağı ve ağırlıklı olarak sebze yemek demek, yani bugün yedikleriniz size yarın delilikten kurtuluş reçetesi olacak, veya olmayacak, bu sizin seçiminize bağlı bir şey, bir alzaymırlı için bile etki, fayda gösteriyor bu tip beslenme, iyileşmeye doğru gidiyor hemen kişi, ceviz de faydalı, balık ta, şeker uzak durulması gerekenlerin başında geliyor, içki de öyle, çünkü beyne zarar veriyorlar, her ikisi de, her ikisi de alkol, alkol türevi, bugün şeker yedim, bugün içki içtim, yarın delisin, unutma, unutturma, şeker ve içki deliliğe gidiş biletin, şeker ve içkiyi öne sürmeyin, hatırlatmayın, insanların gözüne gözüne sokmayın, dayatmayın, bu konuda örnek teşkil etmeyin, adamlık içki içmekte değil adam olmakta saklı, olabilene, işlemeyin böyle bir günah, o günahların vebali boynunuzda unutmayın, unutmayın ve unutturmayın.
Dallas dizisinde jr, sue ellen, lusie çok içerdi, boby pek içmezdi, karısı pamela da öyle, biz bunlarla büyüdük, bunlarla yoğrulduk, beyinlerimiz bunlarla yıkandı, üstüne birde süngerlendi, flamingo yolunda da içilirdi, cybell shaperd mıydı adı, sarışın, çok güzel bir kadın vardı o dizide, belkide dallastaydı, karıştırmış olabilirim, hatırladım, cybell shapeard mavi ayda oynayan kadındı sanırım, benim dediğim o değil, cherly ladd, ya da bunun gibi yazılan bir şey, güzel olan oydu, açıp bakamayacağım şimdi hiçbirine, zatrn aklımdalar, hafızam iyidir gördüğümüz gibi, zekam gibi, o diziler, onlar gibi bir dolu dizi, mavi ay, komiser kolombo, tatlı cadı, uzay yolu ilk anda aklıma gelenler, hepsi bir amerikan projesiydi, içkiyi dünyada daha egemen kılmak için, bu neslin, bizim neslin, ve bizden sonraki neslin bir amerikan projesinin devamı, mahsulü olduğunu söyleyebiliriz çok rahatlıkla, bu durumda içki muhabbeti, propagandası yapmak bir amerikan mahsulü olarak bir amerikan projesine destek olmaktan başka bir şeyle adlandırılamaz.
Doktor osman tanık değil alzaymırlıya, ona bakan kişi ve kişilere de yatıştırıcı ilaçlar verdiğini, ama bunun en doğru yolunun onları bir bakımevine götürmek olduğunu da söyledi, durum bu kadar vahim anlayacağınız, kimse boş yere alzaymır unutkanlıktır falan demesin, alzaymır bir yıkımdır, bir insanın, dolayısıyla bir ailenin yıkımıdır, alzaymır bir sinir hasarı, sinir hastalığıdır, ve bu sinir hasarını yapan da şekerdir, başka bir şey değil, bir şeker hastasının hastalıktan ilk etkilenen bölgelerinden biri gözleridir, neden, çünkü hastalık, yani şeker göz sinirlerini etkiler, yeni neslin tüm yeni yetişkinlerinde uzağı görememe var, ve bu tesadüf değil, ve sebebi çok şeker tüketimi, sadece göz sinirlerini değil bütün sinirleri tahrip ediyor şeker, beyin, cilt arasındaki iletişim koptuğu için kesilen yerinizin acısını bile hissmez oluyorsunuz, vücuttaki genel bağlantı hatlarını koparıyor şeker, en son beyin içi iletişim kopuyor ve ondan sonrası bombok oluyor, 22 yaşına kadar hiç yüzü gülmeyen oğlumun son zamanlarda yüzü gülmeye başladı, sabahları uyandığında gülümseyerek bakıyor bana, sinirleri gergin, hasar görmüş biri bunu yapamıyor, insan hangi yaşta olursa olsun aynı insan, kalıp aynı kalıp, değişmiyor, ha yaşlı ha genç, ha alzaymırlı ha sinirli, bir fark yok, ama alzaymırlıda etkisi çok daha fazla çünkü biriken şeker deposunun zamanı çok daha uzun, ve buna bağlı olarak miktarı da, etki alanı da ona göre geniş oluyor, dün yediğiniz reçeller, baklavalar, ağzımzın tadı değişsin diyerek yediğiniz sütlaçlar, kekler bugün size akıl yitimi olarak dönüyor.
Yine osman tanık ekmek tüketimi için beynin şeker ihtiyacı olduğunu, bu şekerin de ekşi mayalı ekmekten karşılanması gerektiğini, öğünler içinse çok aralıklı olmamasını, sık aralıklarla beslenmek gerektiğini, yoksa kan şekerinde iniş çıkışlar yaşanacağını ve bunun da sağlıklı olmadığını söyledi, diğer türk doktorların da dediği gibi, osman tanık bir ecnebi doktor değil, bir türk doktor, ecnebiler kimlerdi, hatırlayalım, canan karatay, osman müftüoğlu. Yürüyüşün kan dolaşımını arttırdığı, beyne kan gidişini hızlandırdığı için yapılması gerektiğini söyledi. Ayrıca 85 yaş üstü insanlarda alzaymır görülme sıklığının yüzde 50 olduğunu söyledi, sinz hangi yüzde ellide olmak istediğinizin seçimini şimdiden yapabilme özgürlüğüne sahipsiniz, hangisi tercihiniz, alzaymırlı mı olsun yaşlılığınız yoksa alzaymırsız mı, hangisinden alırsınız kendiniz için.
85’i görebilirseniz tabi bu ihtimaller var, göremediğinizde ne alzaymırlı ne de alzaymırsız olacaksınız, şimdilerde yaş 50-55’e yaklaştı mı başlıyor göç zamanı, çeşitli bahanelerle, kalp krizi, ki altında yatan şeker yükskliği, onun altında da yatan şeker ve içki tüketimi, pankreas kanseri, yine aynı sebeple, şeker ve içki, ve diğerleri, diğer kanserler vs. seç seç beğen al, yine çoğunluğu şeker ve içki kaynaklı, hangisinden alırdınız ölüm biçiminizi, bahsi bile hoş değil tabi ancak dost gerçeği söyler, bir tür erken uyarı sistemi de diyebiliriz buna.
Be First to Comment