Press "Enter" to skip to content

Günlük 3t haziran’17

***Hal böyle olunca, kızımın hali, oğlumla doktora gittik, bizde tiroit sapması yok, bu durumda suçlu olan tuz değil, iyot yokluğu değil, tamamıyle şeker ve türevleri, öyle olsa bizde de haşimato veye hipertiroid, veya hipotiroid çıkması gerekirdi, çıkmadı, böylece ben de sonunda gitmiş oldum doktora, eksi, aksi bir surun yok gibi, bir şu kilo var ancak bundan sonra evde yaşanacak olan şeker reformuyla ben de atarım o kiloları sanırım, ölmez sağ isek, çocuklarım yemezken ben yiyecek değilim dondurmaları, bana da yarayacak bu iş, bir musibet bin nasihatten iyidir, herkes için, gizli saklı yer miyim ki yoksa, yemem yemem, şaka, bana da lazım onları yememek, şekerim 93 çıktı, üst sınır 106, 74-106 aralığı, yeme, yemezsen iyi olur diyor yani sonuçlar.

Belgeselde adamın ALT sonucu eksi 20’den artı 20’ye çıkmıştı iki ayda, ki şekerle ilgiliymiş, benim normalde 20, oğlumun da, hep o halde yaşıyoruz yani, adamın harap bitap bir hale geldiği halde, o kadar da yemem aslında, arada bir çikolata ve dondurma, onun dışında pek yemem, içmem, nasıl oldu bu iş, meyve yerim ama, onun da fazlası fazla, fazla olmalı, ya bağımlısı olanlarda niye çokmıyor bu meretler de bende, bizde çıkıyor. Adamda 2 ayda göt göbek çıktı, hem de bayağı, üstelik çikolata , ıvır zıvır yemeden, cola içmeden, ve ardından yemeyi kesince kısa bir sürede eski haline döndü, inanılır gibi değil.

Yukarıda ölmez sağ isek dedim, sanırım asıl mesele kızımdan çok bende, gerçi onun durumu da tehlikeliydi, bir ay diyende 110-120 kalp atım hızıyla yaşadı kızım, bir ani kalp krizi an meselesi yani, hala 100 civarında, çokta düşmüş değil yani, ben de benzer bir durumdayım, kilom zorluyor olmalı kalbimi, bundan bir iki ay önce bir gece uyanıp oğlumun üstünü örttüm, oğlum uykusunda sıçradı, ben de uykulu halimle boş bulunup onun sıçramasından korktum, ve gidip yattım, göğsümde bayağı bir ağrı oldu, kıpırdayamayacak kadar, bir ara kalkmaya yeltendim, kalkamadım, bir iki öksürdüm geçti, adı ne bilemem ama bir şeyler oldu yani, geçti mi geçti, çokta dert değil, hala hafiften bir ağrı var yine o bölgede, ara ara sıkıştırıyor, doktora söyledim, kas ağrısıdır, o kas ağrısıysa kalp ağrısı nasıl bir şey acaba, berbat olmalı, hep bir bir daha kalkamama ihimali ile yatıyorum geceleri, hayırlısı Allahtan, canı veren de o alan da, da, bir şeker, bir şeker yiyip yememe meselesi bütün bunlara değer mi, mesele orada.

Sadece o da değil, belgeseldeki adam şeker yemeye başlayınca birden sivilceleri çıktı, oğlum çok çekti sivilcelerden, önce antibiyotik kullandı, içerken mideye yapıştı, midede sorun oldu, bayıltarak laparoskopi yapmak istediler, yaptırmadım, bir hafta boyunca doğru düzgün bir şey yiyemedi, sonra roankutan kullandı, cildiyle beraber bütün vücudunu, organlarını kuruttu o ilaç, burnu kanadı, kanaması oldu, bağırsakları da kurumuş cildi kururken, berbat bir şey o ilaç, kızım birkaç yıl önce iki gün üstüste pastane pastası yedi, 2-3 gün sonra sırtında sivilceden toplu iğne başı kadar yer kalmamıştı, her yeri sivilceydi, uzun zaman geçmedi, şeker bütün bunlara değer mi sizce?

***Şu an kızım meyve bile yese karnı anında şişiyor, mayalanıyor vücutta meyve, bende de karın şişkinliği olduğuna göre bende de aynı etkiyi gösteriyor olabilir, ama ben sürekli yediğim için olmalı iniş çıkış yaşanmıyor, sabit olarak şişkin, insülin direnci bayağı bir direnç kazanmış olmalı bende,  bundan böyle meyve bile gözlem altında olacak, gerekirse yenmeyecek, gerekirse değil, çünkü gerekli, yenmeyecek, yani alınmayacak.

Yaşadığımız adet düzensizlikleri, zorlukları, aşırı kanamalar, ve hatta belki miyomlar, hepsi şeker sebebiyle, vücutta kanseri beslediğini bildiğimiz tek madde ne, şeker, bile bile lades diyoruz yani hepimiz, her adet zamanı kusardı kızım, bildiğin zehir atardı vücudu, zehir çıkıyor anne derdi, acı acı, nereden bilebilirdik şekerden olduğunu, son hastalık patlaması da yine kusma bir büyük krizinden sonra patladı, cilt kurulukları, cildi kazırcasına kaşınmalar, kanatacak kadar, çünkü cilt zaten incecik, incelmiş kuruluktan, yüz, cücut, el, ayakta ödem, şişkinlik, iki katı görüntü, ölesiye yorgunluklar, halsizlik, kilo verememe, bağışıklık sisteminin çöküşü sebebiyle sık sık hastalık, nezle, grip olma, kafayı toparlayamama, aklını tam olarak verememe, üç lafın beşini duymama, duyamama, dinliyormuş gibi görünüp başka yerlerde olma, yani zihin bulanıklığı, anlayamama, aptallaşma, hepsi var şekerin, ve meyvenin içinde, kızımın bu dönemde aklının gittiğini yazmıştım, cidden öyleydi, hatta okulda dersleri geçen döneme göre çok düştü, ders çalışamıyor, çalışsa da zaten anlamıyor, böyle işte, durum, bizim durumumuz, hepimizin, yani bizlerin durumları vahim, herkes bir ders çıkarabilir kendine bu yazdıklarımdan.

O gün oğlumun uykuda sıçramasının ve genelde tırsak oluşunun sebebi de dolaylı yoldan, dolaylı bile değil, direkt nedeni şeker, şöyle anlatayım, eve bile pasta istiyor oğlum, canı istedikçe, bayıla bayıla hepsini bir güzel bitiriyor, eve bile istediğine göre dışarda hayda hayda yiyordur, beyin duruyor şekerden, ama ders çalışması, beynini işletmesi lazım, masada uyuklamaya başlayınca dadanıyor nescafeye, her akşam bir bidon dolusu nescafe içince sinirler ayakta, nescafe de şekerli içiliyor elbette, böyle işte, her şey birbirini tetikliyor, yıkılan domino taşları gibi.

Şekerin, meyvenin bir ileri derecesi de alkol, bunu da unutmamak gerekiyor, hipotiroid kızı olan arkadaşımla konuştuk dün, benim kızımın şekerle pek ilgisi yoktur, çok yemez dedi, içkiyi sordum, varmış, azıcık ondan, azıcık bundan, içkiden, şekerden, meyveden, coladan, meyve suyundan derken yekun oluşturuyor ve hesabı haşimato, hipertiroid, hipotiroid olarak kesiyor vücut, öyle olsa şeker hastası olmaz mıydı dedi, o eskide kalmıştır belki, mısır şurubu ile mertlik bozulmuştur, haşimatoya dönmüştür o iş, ne gibi etkileri olduğunu biliyor muyuz mısır şurubunun, bilmiyoruz, belkide bu aralar öğreniyoruzdur, ilk denekleri bizizdir, kim bilir, ama doktorlar söylemiyor, söyleyemiyor, suçu glutene atıyor, laktoza atıyor, hedef saptırıyor, ama çıkıp bunların mesulu içtiğiniz meyve suları, colalar, içkiler demiyorlar, çünkü 30-40 yıl vade ile ilaç satıyor ve kendilerine müşteri kazanıyorlar, ömür boyu, her hafta sonu dinliyorum osman müftüoğlunu, gluten diyor, laktoz diyor ama asla ve asla mısır şurubu demiyor, hiç ağzından duymadım o lafı, israil tohumu olmalı, süt içmeyin dediğini duydum ama cola içmeyin dediğini duymadım mesela, yazılarında var oysa, mısır şurubundan bolca bahsetmiş, konuşma dilinde niye dili tutuk, niye söylemiyor cola içmeyin diye, susmasının sebebi para mı, tv ye çıkmanın şartı odur belki colaya, fantaya, nesteaye laf etmemek, tv lerin ekmek kapısı onlar değil mi, rek lam lar, altta kalanın, yani bizlerin canı çıksın, eskiden yine duyardık tek tük cola içmeyin dediklerini, şimdi hiç yok, sıfır, yenilenmeyen, yinelenmeyen bilgi unutulmaya mahkum, mutlu mutlu yaşıyoruz colalarla, toplumsal bilincimiz, toplum olma bilicimiz yok olmaya, yok edilmeye çalışılıyor, bu yolla ve bu gibi yollarla, birbirimize güvenmemiz, birbirimizi desteklememiz istenmiyor birileri tarafından, biraz düzelir düzelmez bırakacağız kızımın kullandığı o ilacı, zaten reflüsü arttı ilaç içeli beri, nah içiririm ben kızıma bir ömür boyu o ilacı, çok beklerler, ne yiyip içmeyeceğimiz belli nasıl olsa.

***Biri şunları yazmış bugün facebookta, “Facebook soruyor? Ne düşünüyorsun diye…. Ne mi düşünüyorum.!.. Bu Ülkeye birileri kötülük tohumları ekti, suladı, yeşertti, büyüttü şimdi ürünlerini topluyor. Artık iyi insan olmak, doğruluk, dürüstlük, vatanseverlik suç. Ne kadar başarılıysan iyi işler yapıyorsan bilgiliysen senden kötüsü yok. Okulda kopya çeken senden fazla not alır işyerinde en az çalışan fazla maaş alır yalan söyleyen hırsızlık yapan ödüllendirilir. Dün olduğu gibi ; başarılarını anlata anlata bitiremedikleri 13 vatansever terörle mücadele ekibi yok edildi. Artık terörle mücadele edenlerle mücadele ediliyor.Şehitlerimizin Yasını başka ülkeler tutuyor. Ne mi düşünüyorum???!!! Yaşasın cehalet…. Yaşasın kötülük….”

Bir ben irdelemiyorum, bir ben düşünmüyorum bu toplumsal bilinç, iyi toplum olma hakkında, elbette başka düşünenler de var, bu da onlardan biri, songül, adaşım, yıllar önce ayşe armanda okumuştum diye hatırlıyorum, tekrar bakmadım, işinden atılmıştı, namussuz diye, namuslular tarafından, bir daha çıktı karşımıza, bu şekilde, bu sefer bir helikopter kazasıyla, hepsine Allah rahmet eylesin, umalım kötü tesadüf olsun, umalım ardında bir art niyet olmasın, kaderleri, kazaları olmuş olsun, bir plana, bir kumpasa gitmiş olmasınlar.

Bu helikopter kazalarının birde mali boyutu var ki, hiç azımsanacak rakamlar değiller, bir helikopter 5 milyondan başlayıp 60 milyona kadar çıkıyor, modeline göre, helikopterlere takılması gereken engel tanıma sisteminin maliyeti 300 bin, ve pahalı diye takılmıyor, insan hayatı ve helikopterler daha mı ucuz da takılmıyorlar.

Ama bilirsiniz bizim ülkemizde helikopterler, uçaklar canlı canlı, diri diri insanları öldürmek için de kullanılır, toplu katliam aracıdırlar, muhsin yazıcıoğlu, eşref bitlis, ıspartada düşen fizikçiler uçağı gibi, bu nedenle maliyeti en ucuz helikopterin onda biri bile etmeyen ets nin takılmıyor oluşunu pekte yadırgamamak gerek.

***Bu havanın hali ne ya, 2 haziran, donuyoruz, ılık, ılıman iklimler kuşağı yok oldu, o içimizi ısıtan baharlar yok artık, birkaç güne kalmaz kavurucu sıcaklar başlar, kapanırız evlerimize, yaz, kış içerde, ahırlarından çıkamayan inekler gibi, 3 ay yaz, gerisi kış, farkındasınız değil mi, kala kala 3 aylık yaz süresi kaldı, gerisi kış, ilkbahar, sonbahar diye bir şey yok artık, buzullar bize geldi, şimdilik misafir olarak, erimeleri bittiğinde 4 mevsim yaz olacak, sadece yaz, hemde ne yaz, kıvrım kıvrım kavrulacağız ve o yazlar çok uzak değil, bu gidişat o gidişat.

Bunları yazdıktan hemen sonra okudum, trump paris iklim değişikliği anlaşmasından çekiliyormuş, yazmıştım, neyşınıl coğrafik trump seçilmeden önce hakkında belgeseller yayınlamış ve iklim değişikliği meselesine çomak sokacağını, emperyalistlerden, para düzeninden yana bir tavır takınacağını söylemişti zaten, tufandan önce belgeselinde, dediği gibi de oldu, eğer bu da olursa, dediğini yaparsa o kavurucu sıcaklar son sürat ve tam gaz gelecekler, emin olun, yaşayamayacak, nefes alamayacağız, toplu ölümler olacak, özellikle yaşlı, çocuk kırımı, kıyımı, dayanıksız insanlar kıyımı. Ama sevindirici olan yanı da var, obama karşı bir açıklama yapmış ve los encılıs, niv york belediye başkanları paris iklim değişikliği anlaşmasına uygun davranacaklarını açıklamışlar, bu bile bir şey, bir umut, dünya için, dünyanın ipleri onların ellerinde her koşulda.

***Reklamlar diyince aklıma geldi, dün prima reklamını gördüm, başı kapalı kadını prima reklamında oynatmışlar, alem buysa kral onlar olunca bükemedikleri eli öpmüşler, öpmüş olmalılar, bu itibarla bugün yine gözüme ilişti prima reklamı, bu başka bir reklam, külot biçimli prima reklamı, bezin çıkarılması için yandan yırtılırken bebeğin cinsel organı ha göründü ha görünecek, sınırda, teşhircilik mi yaptıkları, sübyancılığa çanak tutmak mı hiç belli değil, sübliminal mesaj gönderiyorlar insanlara, bebek ve cinsellik mesajı, bebek ve seks mesajı, arsız köpekler, bir yandan reklama başı kapalı kadın koyup diğer yandan bebeklerin götünü başını açıyorlar, o bebeklerin bir korunağı, korunması gereken bir mahremi, ahlakı, terbiyesi yok mu? Bebektir diye ortalığa mı salınmalı her şeyleri. Tam akp kafası, karıyı kapat, sesini çıkaramasın, çocuğa tecavüz et kafası yani. Daha dün 5 yaşındaki eylülün bedeni bir bavulun içinde bulundu.

***Dün kızılaydaydık kızımla, saçlarımızı kırktırdık, bir ersin muradına, bakalım ne olacak, pek sevindi, ama değişen bir şey olmadı, eve geldik, baktım birde kendi kesmiş, kuaförün kestiğini beğenememiş, işim var bu kızla, inşallah düzelecek, aklı başına geri gelecek, diye umuyorum en azından, kimliğine foto konması gerekiyordu, onu yaptırdık, biyometrik foto çekildi, el şekili çekildi, kimlikler artık öyle olacakmış, bizler için 3 yıl süresi varmış, değiştirme süresi yani, düveroğlunda döner yedik, ramazan kimin aklında, acıkmışız, dışarda oturduk, hiç aklımın ucundan bile geçmedi ramazan olduğu, iki yanımızdaki masalarda ikişer kadın var, bir masadakiler 30’lu, diğeri 40 civarı kadınların, hepsi süslü kokona, iki bir yanda, iki bir yanda, yemeklerini yediler, güneş gözlüklerini ve o malum sırıtışları yüzlerine takarak fotolar çekindiler, ve gömüldüler cep telefonlarının içine, aralarında tek kelime ettikleri yok, konuştukları yok, sadece ellerindeki telefonla ilgililer, yine konuşmadan hesaplarını ödeyip çekip gittiler, desinler ki gezmiş, desinler ki arkadaşlarıyla görüşüp konuşmuş, desinler için yaşıyorlar, dostlar alışverişte görsün, başka bir şey yok, ama aslı öyle değil, biz gördük en azından, ve bu ilk görüşümüz de değil, her an her yerde görüyoruz bu görüntüleri.

Kızım cüzdan alacaktı, yine o yakınlarda bir alt kata indik, lokantanın hemen yanı, kasadaki adamın gözleri belermiş telefona bakmaktan, gözünü alamıyor telefondan ki bizden para alsın, semeye dönmüş, kafasını toparlayamıyor bir türlü, abondone olmuş, artık her ne yapıyorsa, oyun oynuyordur, sordum zaten, oyun oynuyormuş, öyle dedi, birde bana dertlendi, bu halde olduğu için, kader mahkumu, sanki prangayla bağlanmış o telefona da bana dertleniyor, herkes, her canlı kendi seçimleriyle yaşar, onunkine yaşamak denirse tabi, itin götünde sinek, biz küçükken vaktinizi boşa geçirmeyin, kitap okuyun derlerdi ya, şimdiki çocuklar vakitlerini hiç boşa geçirmiyorlar, devamlı ellerinde tablet, telefon vs. çocuk hastalarla çok sıra bekledik hastanede, orada gördüm, hepsinin elinde onlar var. Gittiğimiz çocuk doktoru, elinde telefon, tıkır tıkır, yanındaki intern doktorla muhatap oluyorsunuz daha çok, sık sık dışarı çıkıp telefonla uğraşıyor, bir diğer doktor, bilgisayarın önünde kalakalıyor, 3-5 dakika, bekliyorsunuz karşılıklı, sizinle mi yoksa oyunla mı ilgili kalakaldığı meçhul. Hastalıklı bir toplum olup çıktık.

Yine o saatlerde, biz yemek yerken iletişim fakültesinde niye oruç tutmuyorsunuz saldırısı olmuş gençlere, kantinde, biz kızılayda yiyorduk, bir şey yok, göz önünde, okulda oruç kavgası, bir km var mı kızılay cebeci arası, olsun iki km, önceden hedef belleyip saldırmışlar belli ki, görüntüler acaip, havada taşlar, her şey uçuşuyor, üç adam bir çocuğu sıkıştırmışlar demirin dibinde, onun sonrasında neler olmuş diye çok merak ettim, içeri alınmıştır kesin, 33 kişi içeri alınmış, ama saldıranlar değil saldırılanlar, yeni türkiyeden yeni izlenimler, benim de okulum orası, ben de oruç zamanı yemek yemişimdir, çay içmişimdir o kantinde, 1983-84 yıllarında, hiç öyle bir olay olduğunu hatırlamıyorum, çünkü o zaman o köpekleri besleyen, arkasını sıvazlayan polisler yoktu şimdiki gibi, polis köpekleri yani, ve o polis köpeklerinin sırtlarını sıvazlayan köpekler de yoktu, akp köpekleri yani, o zamandan bu zamana değişen bu işte, yeni türkiye dedikleri bu.

Benim oruç sevabım veya günahım onlara mı yazılacak, yerim veya yemem, oruç tutarım veya tutmam, onlara ne, kime ne, oruç tutmuyorum, tutmadım, tutmayacağım, zorunda mıyım, değilim, kimi ne ilgilendirir, mahalle baskısı mı kuracaklar üstümüzde, yok öyle bir dünya.

***Dün bahsetti osman müftüoğlu, diyet içecekler felç ve bunama yapıyor başlığı altında, yapay tatlandırıcıların, renk vericilerin, tat vericilerin felç ve bunamaya yol açtığını, bunlardan zaten sık sık bahsettiklerini söyledi, yani kısa kesti, bu, bu kadar büyük sonuçlar yaratıyorsa daha çok bahsedilmesi gerekmez mi, felç ve bunama az bir şey mi, felç demek, bunama demek yarı ölüm demek, ikisi de ölümden beter, öl daha iyi felç olacağına, bunayacağına, üstelik bir içecek yüzünden olduğunda, zaten cola demiyor başlık olarak, diyet içecekler diyor, diyet olmayan içecekler çok mu yararlı, onlarda yok mu yapay tatlandırıcılar, renk, tat vericiler, direkt söyleyemiyor, diyet içeceklerin arkasına sığınıyor herhalde, hala iyimser bakmaya çalışıyorum meseleye.

İnsülin azalır ömür uzar başlıklı yazısında osman müftüoğlu şekeri azaltmanın yollarını sıralamış, çaya kahveye konan şekeri azaltmak bile var, mısır şurubu da var, ama sadece gıda endüstrisinde kullanılıyor şeklinde geçiyor, cola, fanta, nestea denmiyor mesela, çay, kahve var, cola fanta yok, çaya kahveye konan normal şeker, cola fantaya konan mısır şurubu, bu bence garip bir durum, cola, fanta diyemiyorsan meşrubat de, gazlı, gazsız içecekler de, belki bir anlayan olur, demiyor. Dün gözüme takıldı, boğaziçi lokantasının yanındaki tatlıcıda ürünlerimizde doğal şeker kullanılmaktadır yazıyordu, camında, boş yere yazmıyorlar herhalde o yazıları, tatlıcıların işini vuruyor olmalı mısır şurubu tehlikesi.

***”elimizden gelnin en iyisini yapmak zorundayız, bu bizim kutsal insanlık görevimiz”; “eğer yaşamımızı çocuklarımızda ve genç kuşaklarda sürdürebilirsek ölüm bizim için bir son değildir, onlar bizdir artık, bedenlerimiz ise yaşam ağacındaki solgun yapraklardır sadece” ; “hayat bir denklem gibi dengelenemez, yapılan iyilikler kötülükleri silemez” ; “dünya tehlikeli, kötülük yapanlar yüzünden değil, öylece bakıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden, ben hiçbir şey yapmadan duramam” albırt anştayn, deha, toplum olma, topluluk olma bilinci gelişkinmiş anştaynda, en azından sorumluluklar hissetmiş kendinde, savaşa karşı, insanlığa yapılan yanlışlara karşı, savaş yanlısı bir bildiriye imza atmayan tek bilim adamı olmakla beraber savaş karşıtı bir bildiriyi de imzalamış olan yürekli bir adam, bahsettiğimiz tarihler 1920’ler üstelik, osman müftüoğlu gibi değil yani.

Explorer diye bir belgesel daha var, orada şu an liderlikte popülerliğin yükselişte olduğu vurgulanıyor, bütün dünyada, sizin gibi, sizden birinin liderliğinin onandığı bir dönemdeymişiz, avrupada da öyleymiş, trump gibi, filipinlerde uyuşturucu kullananları öldürme emri veren ve verdiği bu emirle 6 bin kişinin öldürüldüğü başkan gibi, halkın yüzde sekseni o başkanı destekliyormuş, bir milyon kişi rehabilite oluyormuş filipinlerde uyuşturucu için, var ama yok, yok ama var olan insanlar, filipinlerde öldürme emrinden sonra teslim olanlar artmış, bu başkanlara bizim başkan da eklenebilir pekala, idam istiyor ya. 

Demek ki filipinlerde bizim telefon, internet bağımlılığımızın bir adım ilerisinde yaşıyorlar, bizden daha beter bir durumdalar yani, ama biz de beter bir durumdayız şu an, çocuklarımz binlerce internet cafelerde çürümeye terk edilmiş durumdalar, çürüyorlar, bedenen, ruhen, fikren, yaşam ünitesine bağlı gibi yaşıyorlar, saatlerce, hareketsiz, bir gün önündengeçerken içeriye göz atın, ben göz attım, ahıra bağlanmış inekler gibiler her biri, veya evlerinde, fark etmiyor, geleceğimizi çalıyorlar bizden, çocuklarımızı, bizler bağımlı, ayrılıkçı, hastalıklı, obez, sigara içicisi, içki içicisi olduğumuz sürece, içi boş, içi çürük domateslere döndüğümüz sürece batı bize alkış tutuyor, her yönden, sadece bize değil, filipinlere ve pisliğini bulaştırabildiği her ülkeye, o fitilin ateşini tutuşturan da batı, amerika değil mi zaten, her yana saçıyor pisliklerini ki başlarımız boktan kurtulamasın.

Bu kadarla da kalmıyor saçtıkları pislikler, tv programlarında öncülük yapıp hepimizin kafalarınn içine ediyorlar, ipe sapa gelmez yarışma programları, evlenme programları, moda programları, yine ipe sapa gelmez filmler, diziler serisi, bir zamanlar pembe dizi, beyaz dizi başlığı altında kitaplar vardı, öncesinde çizgi romanlar, hepsi doğal, göze  görünmeyen uyuşturucular ile ahlaksızlığın fitili ateşleniyor. Bu konuda böyle düşünen bir ben değilmişim, mina urgan  da bir dinazorun anıları kitabında amerikayı bütün dünyayı ve bizi bayağılaştırmakla suçluyor, hatta yukarıda bahsettiğim başkanlıktaki popülerlik meselesi de bayağılığı içeriyor içinde, popülerlikten çok, çünkü filipinler başkanının halktan biri gibi küfürlü konuştuğuna değinildi, burada benim mina urgandan farkım amerikanın bunu, bu bayağılaştırmayı bir savaş taktiği olarak uyguladığını düşünmek. Bilerek, farkında olarak yapıyor bunu amerika, başlarımız boktan kurtulamasın diye. Savaş artık tek yönlü, meydanlarda değil, savaş her yerde, her şekilde aramızda, öylesine pis bir savaş ki bizler anlayıp ayırdına varana kadar iş işten geçmiş olmasın.

Ama en dramatik olanı bu ayrılıkçılık, bu da amerikanın pis taktiklerinden sadece biri, pkk yı destekleyen kim, amerika, ve artık alenen dstekliyor, silah gönderiyor, erdoğan bizi bölmeye çalışıyor diyor amerika için, iş bu boyutlara kadar vardı son günlerde, bu ülkede insanların etrafında birleşebileceği tek ülkü, tek ışık var, o da atatürkçülük ülküsü, ışığı. Dirilirsek, dirilebilirsek , tekrardan, bu ancak Atatürk ülküsü ve ışığının etrafında olabilir, gerisi lafıgüzaf, boş işler, batının ekmeğine yağ sürmek olur, 3-5 kendini bilmez aklı evvel hdp nin peşine takıldı diye sanır mısınız ki bu ülkedeki imsanlar hdp nin peşine takılır, bir takılanı olursa buna karşılık yüz karşı çıkanı olur, her evden şehitler çıkarttı pkk, 40 yıldır, nesini toparlayacaklarını düşünüyorlarsa, halkı arkasına almayan hiçbir hareket başarılı olamaz, kurtuluş savaşındaki başarınn sırrı da bu değil mi, vatanım sensinde izliyoruz, izmirden, her yerden ankaraya gelen yardımlar olmasa, Atatürk herkes tarafından sevilen bir adam olmasa ankara ankara olabilir miydi, olamazdı, öcalan kaç kişi için sevimli bu ülkede, mesela benim için sevimsizin önde gideni, bir acımasız katil, benim gibi pek çok insan için, işte bu sebeple, sebeplerle bırakın bu işleri, bu ayaklar çok kokulu.

Bugünler geziyi anma günleri, tarih itibarı ile, “size ne yapıldı da hak ve özgürlük mücadelesi veriyorsunuz, ülkemizi bu çapulculara bırakmamak için bedeli ne olursa olsun mücadeleyi sonuna kadar sürdürmekte kararlıyız.” demiş, ne tesadüf, aynen bizde senin düşündüğün gibi düşünüyoruz, ortalığı senin gibi takunyacı çapulculara bırakmamaya kararlıyız, sanki kendisi istanbul asilzadesi beyimin, saraya kurulunca kendini asilzade sanmaya falan başladı herhalde, aslı kasımpaşa asilzadesi. 

***”Zeytin mi Daha Önemli, Tesis mi?” demiş binali. Tabi ki zeytin, tesis yiyilip içilebiliyor mu, git zeytin olmayan yere kur tesisini.

Hal böyleyken iyi zeytinin kilosu 20 lira, zeytinyağının litresi 20,30 lira, zeytin ağaçları kesilirlerse kaç liradan yiyeceğiz zeytini, zeytinyağını, ithal mi edecekler yememiz için, peki kaç lira olacak kilosu, litresi, yiyebilecek miyiz acaba bir daha, bizim cebimize mi girecek yapılacak madenlerin paraları, ona mehmet cengiz sevinsin, ki onu günahımız kadar sevmeyiz, cümleten, anamıza koymuştu ya, unuttuk mu sanırlar.

***Bugün cepada pideköyde kızımla pide ve ayran sipariş ettik, bekliyoruz, tatil erken başladı bize, haşimato maşimato derken okulun ipleri kırıldı, son hafta giden yok zaten, hiç evde de durasımız yok, kap çantayı çık halindeyiz kaç gündür, sıkılmışız bütün kış, havalarda gezme havası, ne sıcak ne soğuk, hep hastaneye mi gidelim, sıktı orası da zaten, iki gün önce yine gittik, iyileşme var, ilacını biraz azalttılar kızımın, sabah 2 akşam 2 tablet içiyordu, şimdi sabah yine 2 akşam 1 tablet içiyor, çabuk iyileşme olmuş gibi konuştular aralarında, ya da bana öyle geldi, bizlerle konuşmuyorlar o gibi konuları, anlayamayacağımz için, annesi diyorlarsa bil ki sana söylüyorlar, onu dinle, gerisine kafanı yorma boş yere, çok bozuluyor kızım bu annesi lafına, beni adam yerine koymuyorlar diye, alışkın değil öyle ikinci plana atılmaya, gözümün feri, alışmışlar, çocuk bölümü, ondan, şeker ve türevlerini ve meyveyi yemiyoruz o gün bu gündür, ikimiz de.

Pideköye gei dönelim, yan tarafımıza 30 yaşlarında bir adam oturdu, normal kiloda, ne zayıf ne şişman, ramazan, etraf çok dolu değil, söylediği her şey net duyuluyor, mantarlı pide istedi, üstüne kesinlikle, kesinlikle yağ sürülmesin dedi, çorba istedi, sonradan yağ eklenmesin dedi, yağın içinde olduğunu duyunca çorbayı iptal etti, başka ne istediğini duymadım, bu kadarını duymam yeterli oldu zaten, anlaşıldı ki herif gurme, az sonra önüne gelen light coca colayı görünce bende ipler koptu, döndüm, bu nasıl iş diye sordum, hayvansal ürün yemiyormuş, avm deki her yerde et yemekleri satılıyormuş, eskiden insanlar bunları mı yiyormuş, kalp krizinin sebebi hayvansal gıdalarmış, tereyağı, ayran, et vs. insanları bu konuda kandırmaya çalışıyorlarmış, bu konuyu biraz araştırırsanız görürsünüz dedi bana bilge adam, çok iddialı bilgisinden, bu konuda herkesin kafası karışık ama belli ki sizinki bayağı bir karışık dedim, az sonra koca bir kase patates kızartması geldi önüne, ketçap ve mayonezle bir güzel yedi, iştahı da yerinde maşallah, sildi süpürdü hepsini, mantarlı pide, salata, patates kızartması, cola, ardından çay, o iştahla onca şeyden mahrum olmak zor olmalı, pide de güzeldi, her yerde öyle güzel olmuyor, pide yemeye çekiniyorum o yüzden, avm standartlarında iyiydi yani, ve en azından hamburgerden daha iyi bir seçenek, hiç değilse yanında zorla patates kızartması, ketçap, mayonez, sınırsız gazlı şekerli içecek seçeneği sunmuyorlar.

Hani benim için bu kadın yeme içme ile kafayı bozmuş diyenleriniz varsa aranızda benden beş beterleri var, varmış yani piyasada, bilesiniz, o da geldi benim yanıma oturdu, ne diyeyim, onda da bir iş var, tesadüfün böylesi mi acaba yoksa piyasada ondan çok mu var, bilemem, adamda kafa gitmiş, yerine saksı gelmiş, benimkinin bayağı bir ileri derecesi.

***Şehircilik ve Çevre Bakanı Mehmet Özhaseki, “en büyük hırsızlıklar, kötülükler, belalar imardan geliyor. Ortalıkta dönen imar hikayeleri o kadar rahatsız edici ki, hepimizin içini döndürüyor” demiş, bakıyorlar etrafta eleştiren, konuşan yok bari kendi eleştirimizi kendiniz yapalım diyor olmalılar, bu kaçıncı itirafı bakanların, hale bakın, kendi beceriksizliklerini, kendi madaralıklarını yine kendileri ifşa ediyorlar, ne dememizi bekliyorlar anlamıyorum, iyi yapıyorsunuz, devam edin diyerek sırtlarını sıvazlamamızı mı, yoksa niye göz yumuyorsunuz dememizi mi, oldu olacak onu da söyleseler de bari ona göre konumlandırsak kendimizi.

***Sık sık gördüğüm bir aile var, anne biraz daha normal, normale yakın, ama 15-20 yaşlarındaki 3 çocuğu seme, aptal görünümünde, görünümünde değil öyle, konuştum çünkü, kesinlikle öyle, bugün çocuklardan bir tanesi bakkaldan büyük boy cola ve büyük boy cips almış gidiyordu, poşette sadece ikisi vardı, düşündüm, acaba yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkmış diye, gördüğüm kadarıyla bu 3 kardeşin bir ortak yanları daha var, zayıf, cılız oluşlarından öte kassız oluşları, bir insan zayıf olabilir ama kasları sağlamdır ve dik durur, bunlar öyle değil, çökkün, eğri, büğrü duruyorlar, onca zayıflıklarına rağmen bir tanesi bana basenlerini eritmek için spor yaptığını söylemişti, kendini kilolu falan görüyor olmalı, kızım için söylüyorum ya, yarı aklını kaybetti diye, hiç abartmıyorum, siz de çocuklarınıza bu konuda müsamaha gösterdiğinizde bir gün başınıza gelebilir bu, bu bir olasılık ama olasılığı bile kötü.

Diyet içecekler felç ve bunama yapıyor demişti ya osman müftüoğlu, bu süreçte kızım bütün kaslarını kaybetti, kasları eridi, bir anda yok oldular, normalde çok kaslıdır, yani kaslıydı kızım, şimdi hiç kası kalmadı, kas ve felç birbiri ile ilintili, felç te bir kas kaybı değil mi sonuçta, kas bir doku ise beyin de bir doku, insan dokusu, kas kaybediliyorsa beyin niye kaybedilmesin, beyin kaybını gözle göremiyoruz elbette ama o da eşittir bunama, akıl, zeka yitimi, gözle görülmüyor ama pek ala fark edilebiliyor, yani tanı doğru, felç ve bunama tanısı, üstelik çok daha geniş kapsamlı olarak, yani daha türkçesi akıl yitimi, zeka gerilemesi.

Artık çok daha eminim bu haşimatonun şekerli içecekler kaynaklı olduğundan, şeker meyve yemiyorduk, ama meyvenin de en güzel zamanı, bir kilo kadar kayısı aldım, kızım da yedi, çok yemedi üstelik, bir defada üç tane falan, nabzı yine 100’e yükseldi, yemeyi kesince iki gün içinde tekrardan 80’lere düştü, nasıl bir tuzağın içine çekildik, çekiliyorsak bu çok pis bir tuzak, ölümüne, ölümüne oynuyorlar bizimle. Ne demiştim birkaç paragraf üstte, “Savaş artık tek yönlü, meydanlarda değil, savaş her yerde, her şekilde aramızda, öylesine pis bir savaş ki bizler anlayıp ayırdına varana kadar iş işten geçmiş olmasın.”

Bombaları sokakta, sokaklarda değil içimizde, içlerimizde patlatıyorlar artık, cola, fanta, cips, meyve suları, patates kızartmaları, ketçaplar, mayonezler, abur cuburlar, hamburgerler, pizzalar, palm yağları, mısır şurupları ile, yani mc donalds, pizza hut, coca cola, pepsi, didi, nestea, starbucks, caribou, nestle, ülker, eti, hmbrgr ile, o bombalar ki her an her yerde bizlerle, bizimle birlikte.ü, gel gel yapıyor bize.

Amerikan mars çikolata şirketi salmonella virüsü sebebiyle ürünlerini geri toplatıyormuş, ateş, kusma, ishal, titreme, karn ağrısı olabilirmiş ve sonuçlar ölümcül olabilirmiş,

***Ayıkla pirincin taşını haline getirdiler bizi, önce fetönün askeri okullara ve iyi okullara, ve her yere girmelerine önayak oldular, soruları çalmalarına müsamaha göstererek, şimdi onları alıp alıp hapse atıyorlar, hapishaneler doldu taştı, kendi akılsızlıklarının cezasını biz çekiyoruz, aklınz neredeydi onların kıçını kışkışlarken, yoktu, şimdi gelmiş akılları başlarına, babanın hayrına girmiyorlardı ya o okullara, bir bildikleri, hedefledikleri vardı, boşuna mı girdiler, yuvalandılar her yere, ah akp ah, bu millet hala sana prim veriyor ya, ona yanarım, denize düşen yılana sarılır misali, hani biraz akılları olsa, akılları başlarında adamlar olsa bunlar gelmezdi başımıza diye düşünmekten alamıyor insan kendini, dün anlattı başbakan, ilk dönem 11 dersin 9’undan kalmış, bu okumaz, gitsin çoban olsun denince ikinci dönem hepsini kurtarmış, kendi yani, tembel yani, bildiğin embesil, bu adam şu an başbakan ve canımız, malımz ona emanet, bir gün karısı rahatsızlanınca onun yerine derse girmiş, çocuğun birine kızıp boynundan tutup havaya kaldırmış, sonra neler olduğunu söylemedi, olmuştur bir şeyler elbette, ama hepsi susmuş çocukların, okul müdürü demiş ki sen hasta olunca dersler boş geçsin, beyin gelmesin, bunları neden, ne amaçla anlatmış olabilir acaba, büyük ihtimalle o 9 zayıflı bir çocuğun zekasına sahip olduğu için olmalı, olmasa susar anlatmazdı, biz de adam sanmaya devam ederdik, görülüyor ki adam değil, değilmiş.

Şimdi de katar meselesi, katara asker gidiyor, mühimmat gidiyor, dünyaya kafa tutuyoruz, biz de seyrediyoruz, bakalım daha neler neler olacak. Bakarsın bizim yapamadığımızı, beceremediğimizi elin arabı yapar, becerir, bizi de o dertten, beladan kurtarır, belli mi olur, Allahın sopası yok ki gözüne soksun, ama sokacak bilürilerini bulabilir pekala, hayat nelere gebe hiç bilemeyiz.

***Felçin belirtilerine baktım, kızımda olan bütün belirtilerle aynı, yani kızım bir felç adayı, eğer şekere dikkat etmezsek, yani eğer haşimato hastaları hastalıklarının şekerden olduğunu bilmezlerse ve şekere dikkat etmezlerse hepsi patır patır felç olacaklar, felç belirtileri şunlar, Vücudun bir tarafında (yalnızca kol veya bacağı etkileyebilecek) güçsüzlük, vücudun genelinde güçsüzlük, kas kaybı var, çünkü bu doğal bir felç değil yapay bir felç ve vücudun bütününü etkiliyor, ve duyu kayıpları, kaslarda katılık ( spastisite ), ağrılı kas spazmları , konuşma problemleri, var, ağrı, uyuşukluk, var, algılma kayıpları, var, hafıza problemleri, var, dikkat ve öğrenme problemleri, var, görme kayıpları, yutma güçlüğü, bağırsak ve mesane kontrolünde problemler (idrar ve büyük abdesti tutamama), var, bütün gün aşırı kokulu gaz çıkarıyor, duyguları kontrol etmede güçlük (emosyonel ve duygusal kararsızlık), var, depresyon, var, günlük yaşam aktivitelerinde güçlükler, var.

***Ben daha en başında söylemiştim veba salgını gibi bir haşimato salgını olabileceğini, ki bunu öngörmek çok zor değildi, guatr sorunları azalırken, ki iyıtlu tuz kullandığımız için azalmış, haşimato ve tiroid kanserleri artış göstermekteymiş, bu haftanın yaşasın hayat, osman müftüoğlu programında söylendi bu, bağışıklık sapkınlığı, ruhsal sorunların yaygınlaşması, sosyal problemler burada etkin dedi osman müftüoğlu, yanlış, neden ile sonucu karıştırıyor, bu söyledikleri neden değil sonuç, ne demişti diyet içecekler için, felç ve bunama, felç yani kas kaybı, kas kaybı doğal olarak sinirleri de etkiliyor, bu durumda ruhsal sorunlar nedeni değil sonucu oluşturuyor, ben yok demiyorum ruhsal sorunlara, en başından beri diyorum zaten kızımın sinirlerinin, psikolojisinin bozulduğunu, ama bu sinirsel bozulma nedeniyle doğmuyor haşimato, önce mısır şurubu sebebiyle kaslar eriyor, bu sinirleri de etkiliyor, doğal olarak, haşimatoyu başlatan mısır şurubu, sinir bozukluğu değil, bunu söylüyorum.

Ne oldu da ruhsal problemler tavan yaptı, bürde buradan bakmak lazım meseleye, insanlık delirme aşamasına mı geldi de haşimato böyle bir patlama yaptı, böyle bir durum söz konusu olsa haşimatodan çok psikolojik sorunların, depresyonun, panik atağın artması gerekmez mi, bedensel sistemi bozan bir psikolojik durum yok benim şimdiye kadarki bilgilerimle bildiğim kadarıyla, veya çok ileri aşamalarında olabilir, hal böyle olunca haşimato psikolojik sebeplerle gelişiyorsa bedensel sistemi nasıl etkiliyor, üstelik ilk etapta, yalan, koca bir yalan, kızım 15 yıldır benim kızım, 15 yıldır psikolojisini bozmamayı başardım da şimdi mi bozdum, hayatında ne değişti de böyle bir değişiklik oldu, aşık olmadı, kimseye yan gözle bakmadı, kimseyle hırlaşmadı, ne oldu da psikolojisi bozuldu, yok öyle bir sebep, bunun ilk ve tek sorumlusu mısır şurubu denen o bela.

Yani yine söylemedi osman müftüoğlu haşimatonun mısır şuruplu cola, fanta ve meyve sularından olabileceğini, hatta olduğunu, endokrinci doktor arkadaşlarıyla sık sık konuşuyorlarmış bu haşimatonun birdenbire hortlayışı hakkında, ama hiçbiri benim konunun zırcahili ve alakasız aklımla yürüttüğüm aklı akıl edemiyorlar nedense, diyet colanın felç ve akıl yitimi yaptığını biliyorlar, haşimatonun büyük oranda kas kaybına neden olduğunu da biliyorlar, ve aklı götürdüğünü, ama aralarındaki bağlantıyı kuramıyorlar, hepsi doktor bunların, kurmamaları için bir nedenleri olmalı, çok önemli bir neden, para gibi, çok çok  büyük paralar, para değil de baskı da olabilir bu neden, devşet baskısı, hatta devletler topluluğu baskısı, mısır şurubu şu an için global bir mesele ve üstünün kapatılması için ellerinden geleni artlarına koymayacaklardır.

Bu bağlantının kurulduğunu, colanın, fantanın, meyve sularının felç ve zeka geriliği yaptığının bilindiğini bir düşünün, dünyada yer yerinden oynar, sadece türkiyede değil, dünyada, ülkemizi baz alırsak bizde cola tüketicisi kim, bilinçli ve yarı bilinçli tüketici, orta sınıf, colaya da ayıracak parası olanlar, duyulursa neler olur neler. Son gidişimizde doktorlar aralarında çabuk iyileşmiş diye konuştular demiştim ya, öyle olunca doktora şekeri kestiğimizi söyledim, bilgileri olsun diye, şekerle bir alakası yok dedi bana, kesin, net bir dille, ama ne ile alakası var diye de bir açıklamada bulunmadı, asla bilinmeyen sırlı bir hastalık bu haşimato, yani doktorlara göre, bence oldukça net ve açık, kızım da inkar etmiyor zaten her gün o meyve sularını içtiğini, mesele ortada, sabahları evde kahvaltı etmiyordu, okula gidince meyve suyuyla poğaça yiyormuş, aç karnına iki şeker, ikisi de şeker, meyve suyu ve poğaça, iki şekere dönüşen birarada, olanlar olmuş işte. Bir kutu cola, fanta veya meyve suyu 330 ml, bir insan, ve hatta bir çocuk vücudu düşünüldüğünde çok, üstelik her gün, bir içen bir daha, bir daha içiyor sonuçta.

Böyle söylerek birde töhmet altında bırakıyorlar insanları, ölüm Allahtan da, sebebi psikolojik denince ceremesi etrafındakilere, Allah korusun, kötü bir sonuç olsa ömür boyu vicdan azabı, benden mi oldu diye, niye, nedeni mısır şurubu değil de psikolojik dendiği için, ki böyle giderse, neden olduğu, mısır şurubundan olduğu söylenmez, açıklanmaz ise ölümler olacak, kızımın 3-5 kayısı yediği için nabzı yükseldiyse mısır şurubunu içmeye devam edenlerde neler oluyordur kim bilir, çocuk oyuncağı değil bu hastalık, bu bilginin bir an önce hastalara, hasta sahiplerine yayılması, bilinmesi gerek, toplu ölümlere engel olmak için.

Bir veya birçok aslan yürekli riçırd gerek bu bilginin yayılması için, sevgili okuyucularım, vatandaşlar, romalılar, türkiyeliler, yani türkler, bu defa da mı yapmayacaksınz üstünüze düşeni, nerede kaldı, kalır bizim toplum olma bilincimiz, bir anştayn kadar da mı olamayacaksınz, ki bu zor tabi, osman müftüoğlu ve doktor arkadaşlarınn yolundan gitmeyi mi seçeceksiniz,  o zaman yuh olsun size, dalgaya veriyorum da hiç dalga değil bu iş, bütün ciddiyetinizi takının ve el verin bu meseleye, yoksa çok sayıda çocuğumuz, çocuklarımız ölecek, hemde pisi pisine.

***4 yıl önce bir yazı paylaşmışım facebookta, günlükte 4 yıl önce bu aya baksam orada da vardır mutlaka, ne olduğunu pek anlayamadım ama içeriği hoşuma gitti, o zaman da beğenmişim demek ki, şu anki durumla, ortak durumuzla da örtüşüyor, sanırım öyle bir geçer zaman ki de osman söylemiş, yazı şu,

” -Osman; siz etrafınıza baksanıza biraz; memleketin haline baksanıza. Korkunuzun esiri olmayın artık, yeter. (Köleler efendilerinden nefret etmektense özgür ruhlu kölelerden nefret etmeyi tercih ederler. Böylesi daha güvenli ve kolaydır. Kişilik sahibi olmak gibi bir külfete katlanmayı gerektirmediği gibi efendilerinin gözüne girme fırsatıdır aynı zamanda. Konu bu olduğunda öyle çabuk birleşirler ki; şaşarsın.)”

Ne yapıyor muşuz, benden, özgür ruhlu bir köle olan benden nefret etmek, beni dışlamak, görmezden gelmek yerine, görünmez değilim ben, buradayım, üstelik her şeyimle, köle ruhlarımızdan sıyrılıp haşimatonun, felç ve zeka geriliğinin sebebinin mısır şurubu olduğunu bütün dünyaya yayıyor, ilan ediyormuşuz, hep beraber, birlik olma, insan olma, vatandaş olma, bu toplumun bir bireyi, ferti olma bilinciyle, bir anştayn dalgası yaratıyormuşuz, elbirliğiyle, yoksa o ölecek çocukların günahı sizin boynunuzda, ben devrettim size, benden günah gitti, o günah artık sizde, bilip te söylememiş olsaydım bende de kalırdı o günah, sadece kızımın iyileşmesi ile yetinmiş olsaydım, ama şimdi sizde, o vebali taşıyacak mısınız, bir ömür boyu.

***Hayat bazen sorduğunuz soruların cevabını anında veriyor size, sabahleyin yukarıda yazdıklarımı yazdıktan sonra 4 yıl önce paylaştığım bir yazı ile cevap almam gibi, hayatta hiçbir şey tesadüfler üzerine kurulu değil, tesadüfleri yaşamıyoruz, her şey bir plan ve program dahilinde yürüyor, biz de o plan ve programa riayet ediyoruz, yine aldığım bir cevap ile ilgili, ilişkin bu son yazdıklarım, şöyle ki, kızım, yine mi kızın demeyin, çünkü o çok özel bir insan, çok özel bir çocuk, kızım olmaktan öte, ki kızım olması da çok önemli, bir mısır şurubuna feda edilemeyecek kadar özel bür çocuk ve onu mısır şurubuna bırakmaya, feda etmeye hiç niyetim yok, iyice sıkıya aldık şeker işini, kuru meyveli yulaflar, hatta yulaflar, ramazan pideleri, hatta her tür ekmeğin fazlası, hatta cevizler bile yasaklılar arasına girdi, bir günde bir kilo kabuklu cevizin cevizini yedi, neyi canı çok çekiyorsa onu engelliyorum çünkü bil ki vücudu onu şekere dönüştürüyor, bazen dayanamayıp yemesine göz yumuyorum, öyle bir istiyor ki sanki bir bağımlı, bazen kaşla göz arası kapıştırıyor, ve bir iştah, bir iştah, dünyayı versen doymuyor, insülin aynı zamanda açlık hormonuymuş, ne kadar şekerli, yani asıl konumuz olan mısır şuruplu beslenme o kadar vücutta şeker dengesizliği, bir inip bir çıkması, ne kadar şeker dengesizliği o kadar insülin salgısı, ne kadar insülin salgısı o kadar açlık, açlık hissi, verdikleri o ilaç ta insülini engellemeye, dengelemeye yarıyor olmalı.

Neyse, geçelim şu sağlık faslını, ben de sıkıldım, benim belgesel izleme, kitap okuma danışmanım o, o izlemese, seçmese, okumasa benim de bir şeyden haberdar olacağım yok, dolayısıyla sizi de haberdar edeceğim, işi gücü benimle, bana ısrar ediyor, beni zorluyor, o olmasa hiçbirine göz atacağım, atasım yok, bendeki bu tembellikle, vücut ve beyin tembelliği, dünya hakkında çok zihni açık bir çocuk, ben ona edeceğime o bana öncülük ediyor, çoğu şeyde, ufkumu açıyor, genişletiyor, deha ve explorerı izliyoruz birlikte, bugün cosmos u da izletti bana, yine zorla, zorlayarak, oradan bir alıntı paylaşacağım size, bana verilen, gelen ikinci bir cevap olarak.

1900-1979 yılları arasında yaşayan ingiliz kadın cecilia payne avrupada araştırma yapmasına izin verilmediği için, kadın olması sebebiyle, amerikaya göç eder, orada 25 yaşındayken hazırladığı tezini, ki yıldızları helyum ve hidrojenden oluştuğunu söyler, bir hocasına gönderir ve kabul görmez, söylediklerinin doğru olduğu yine o hocası tarafından 4 yıl sonra doğrulanır, bunun üzerine cecilia şunları söyler, “tezimde ısrarcı olmadığım için hata benimdir, haklı olduğuma inanmama rağmen otoriteye boyun eğdim, gerçeklerinizden eminseniz konumunuzu (yani durumunuzu, kendinizi) savunmalısınız.” Bu sözden ben de kendime pay biçtim, bu mısır şurubu hakkındaki iddiamın doğruluğundan eminim ve bunu savunmaktan vaz geçmeyeceğim, gerekirse sizi bıktırana dek, 4 yıl boyunca olabilir bu pekala, cecilia 4 yıl beklemiş beklediği sonuç için, ona göre açın, aynı şeyleri tekrar tekrar okumak zorunda kalabilirsiniz çünkü ben yazmaktan vaz geçmeyeceğim, unutmayın.

Onlar benim çocuğumun canına kast ettiler, benden de gereken karşılığı alacaklar, benim işim de bundan böyle onların canına ot tıkamak olacak, don kişot ta yel değirmenlerine savaş açmamış mıydı, önemli olan sonuç değil başlangıç, hiçbir başlangıcın sonucunu şimdiden görmemiz olanaksız, cosmosun bu bölümünün sonunda da dendiği gibi “bizler atomlardan ve yıldızlardan oluşuyoruz, maddelerimiz ve formlarımız büyük ve yaşlı cosmos tarafından şekillendirildi ve bizler onun bir parçasıyız.” yani birbirimizden ayrı, aykırı düşünülmemiz imkansız.

1925’te cecilianın insanlık görevi gökyüzündeki yıldızları keşfetmekti belki, 2017’deki benim insanlık görevim ise yeryüzündeki yıldızlarımızı korumak, kollamak, kurtarmaktır, kendi yıldızımla beraber, bunu kim bilebilir, her şey bir vesile ile başlar, başlar ve devam eder. Anştayn ne demişti, elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız, bu bizim insanlık görevimiz, sevgili Atatürk’ün de buna benzer bir sözü var, çok benziyor, neredeyse tıpatıp aynı, aynı dönemlerde yaşamışlar anştayn ve Atatürk, doğum yılları yakın ama anştayn daha uzun yaşamış, 1879-1955, Atatürk’ün doğum, ölüm yılını yazmayacağım tabi, o sözü hangisi daha önce etmiş eldeki bilgilerle bilemeyiz büyük ihtimalle, ama ikisinde de bir insanlık sevdası olduğu nasılda belli, iki ulu, yüce insanda, insanlığın nurları, geçen gün kızım okudu Atatürk’ün sözünü edebiyat ders kitabından, o da benim nurum, sadece bana has, bana özel, ona sorar yazarım, şimdi sabah uykusunda.

*Uyandı, bana menemen mi yaptın dedi, insanın çocuğuna hizmet etmesinden daha güzel bir şey var mı dünyada, onun doyduğu ile sen iki katı doyuyorsun, onuncu yıl nutkundaymış o söz, “az zamanda çok ve büyük işler yaptık…fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz, çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz” Tıpatıp değilmiş ama benzer.

Anştayn, Atatürk’ten iki yaş büyük, aynı zaman diliminde çocuk, genç, yaşlı olmuşlar, ilk zaferlerini orta yaşlarında, 1920-25’lerde yaşamışlar, yürekleri insanlık merhameti dolu iki insan, cecila da onlardan 20 yaş küçük ama ilk başarısını 1925’te gerçekleştirmiş, o dönem güzel bir dönemmiş insanlık için, inkişafın bol olduğu bir dönem, yaşanan onca savaşlara rağmen. Anştayn yahudi olmasına rağmen yahudilerin filistini işgaline karşı çıkmış ilk başta, arapların buna karşı çıkacaklarını düşünerek, sonra ikna etmişler yahudiler onu, yahudilere tüm dünyada yapılan zulmü ona göstererek, bunun üzerine destek vermiş israile ve yahudilere, yahudilerin şimdiki hallerini, dünyaya yaptıklarını, ettiklerini bilse büyük ihtimalle yahudiler için yaptıklarından utanç duyardı, çünkü o duyarlılıkta bir insan.

En az benim kadar kaçık olan mina urgan ve kitabı bir dinazorun anılarından daha sonra bahsederim, bir günde bu kadar çene yeterli, ama şu kadarını söyleyeyim, pek benzeşiyoruz, pek çok şeyde. Daha bitmedi, bitince yazarım.

***Gazi hastanesinde bol bol burun ameliyatlı kadınlar gördüm, burunları bandajlı, gözaltları yumurta gibi şiş ve mosmor olan, saçlarının ardına saklanarak bu görüntüyü kapamaya çalışıyorlar, ameliyat kararı verilirken insanlara bir süreliğine dahi olsa bu hale geleceklerinin bir açıllaması yapılıyor mu acaba, veya o haldeki bir insanın fotosu gösteriliyor mudur, hiç sanmıyorum.

Seren Serengil önümüzdeki 15 gün boyunca her gün akşam uçağıyla bodruma gidip sabah uçağıyla istanbula gelecekmiş, yayın için, köpekleri orada yalnız kalmasınlar diye imiş, aklım sevgilimde kaldı demiyor da, köpeklerini al getir madem istanbula, bu çok mu zor, analar neler doğuruyor desem ne demek istediğim anlaşılır diye düşünüyorum, veya ayranı yok içmeye atla gidiyor sıçmaya, veya zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü, anlaşılabildi mi? Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı da uyar aslında.

Kısa saç ne büyük rahatlık, niye saçı uzun aklı kısa dendiğini insan saçını kısa kestirince daha iyi anlıyor, devamlı, gece gündüz ensende bir ağırluk, taşı dur, baş belası, tam bir bela, yıllarca uzun saç taşıyonlarda ne büyük sabır var, olmalı, her saçını kısa kestirişte seviniyorsun saç eziyetinden kurtulduğuna, sonra unutuyor yine uzatıyorsun saçını, sonra kestirip yine seviniyorsun, hayat böyle gel gitlerle geçip gidiyor işte, kızım çok mesut kısa saçlarından dolayı, sonunda istediği oldu, ben bile çekmek istemiyorum uzun saçı, kızım niye çeksin dedim kendi kendime ve kestirmesine izin verdim, ama dün biri delikanlı veya yakışıklı dedi, ikisinden biri, ondan pek memnun olmadı, arabadaydık neyse ki, boydan görmüş olsa durum daha vahim olacaktı, kesilen saçlarını örüp sakladım, kesilirken, gözü aktı kuaförün, verir miyim, baktım eline almış gidiyor.

***Tütün, sigara hakkında konuşulması gereken bir şey varsa, bu saatten sona, imsanları öldüren bir numaralı sebebin kanser olduğu ve kanserin bir numaralı sebebinin sigara olduğu bilindiğine göre, yani sigara bir numaralı insan öldüren etken, etmen olduğuna göre, bu hala sigaranın niye bu kadar çok yaygınlaştığı, gençler üzerindeki baskı ve etkisi olmalıdır, yoksa nerede üretildiği, kimin ürettiği, kimin sigaradan para kazandığı değil kimlerin sigara yüzünden ölüm döşeğini hazırladığı konuşulmalıdır, hatta ve hatta bana kalırsa sigara, yani tütün üretimi tümden yasaklanmalıdır, sadece bizde değil bütün dünyada, böyle bir afyon, böyle bir baş belası yok, her an her yerde, siz devletin yeterince sigara ile savaş verdiğine inanıyor musunuz, ben inanamıyorum, yeterli ve etkili bir savaş verilmiyor ki sigara bağımlıları yeni büyüyen gençlerle birlikte bir çığ gibi artıyor, kuşaktan kuşağa aktarıyoruz yaptığımız bu büyük yanlışı, hiç değilse iyi bir şey yapıyormuşuz gibi gündeme getirip muhabbetini etmeyelim, erdoğanın masasında konuşulan sigara karşıtlığı muhabbetinin kimseye, özellikle gençlere bir faydası yok, olmayacak, lafta karşılar ama gidişatta bir değişiklik gören var mı, yok. Lütfen, sigara hakkında konuşacaksak bu konu sigaranın mahvı üstüne olsun, tükenişi üstüne olsun, dirilişi üstüne değil, yoksa gençlerimiz, insanlarımız sigara yüzünden mahvolmaya, tükenmeye devam edecekler. Toplum olma bilinci de bunu gerektiriyor diye düşünüyorum, hani anitaynda olan, Atatürkte olan ama osman müftüoğlunda olmayan toplum olma bilinci.

Ben, bu kadar sigara karşıtıyım, ağzıma sürmedim, ve bununla övünüyorum, övünülecek bir şey bile değil bu, olması gereken, doğru olan o, sigaranın kölesi olmamak, boyunduruğuna girmemek, boyunduruğuna girmeyecek kadar cesur ve cüretkar olmak, ve bu hiç zor değil, bence abes olan içmemek değil içmek, evde sigara içeni görmedi oğlum, sigarasız bir evde büyüdü, ama o içiyor, çünkü çevresindeki bütün gençler içiyor, içmeyenler bir garip kalıyor, aaa yapılıyor, oooo yapılıyor ve o da içmeye başlıyor, sigara için böylesi bir baskı, bir tuzak var iken toplumda birde biz onlara el vermeyelim, içiyor olsak bile, hani biz büyüdük ya, büyüğüz ya, ondan, örnek olmamız gerek çocuklarımıza, tek derdimiz bu olsun, sigara, sigaradan kimin kazandığı, ona gelene kadar neler var, hepimizin bildiği, mesele hiç kimsenin kazanmaması, ki daha fazla kaybetmeyelim insanlarımızı, koca bir sigara bacasına dönmesin dünya. 

Her akşam, her sabah öksürüklerini dinliyorum oğlumun, içim burkularak, 23 yaşındaki oğlum bir ihtiyar gibi her gün öksürüyor, artık ne oadar içiyorsa, ciğerleri sökülüyor, onun ciğerleri benimse içim parçalanıyor, ama elimden bir şey gelmiyor, hiç değilse hissetiklerimi yazayım bu konudaki, oğluma yarayacağı yok, belki bir başkasına yarar. Anlatsam anlamaz, söylesem dinlemez, siz hiç değilse okuyorsunuz. Çocuğun mu var, derdin var. Böyle dünyanın, böyle zamanın, böyle düzenin, çık dağ başında yaşa diyor insan kendi kendine, hiç değilse bunca kötülükle baş etmek zorunda kalmazsın, eski hayat biçimleri bundan kat kat iyiymiş, ne güzel zamanda yaşamış büyümüşüz, hiçbir bela, pislik yokken, tertemiz.

Sanki hepsi üstüme üstüme geliyor, beni sıkıştırıyor, her yönden, içki, içki de içiyor oğlum, ne kadar, ne sıklıkta bilmiyorum, sigara, internet kafeler, her gece sabaha doğru geliyor oğlum, bir internet kafe bulmuş kendine, bahçelide, orada pinekliyor, sabahlara kadar, evde oynasa olay çıkarıyorum, izin vermiyorum, o da çareyi öyle bulmuş, eve geldiği o saatte yiyeceği yemeği koyuyor, gidip yatıyorum, bir daha uyuyabilirsem tabi, mısır şurubu, şeker, nescafe, telefon radyasyonu, ki her sabah uyandığımda ilk iş oğlumun yastığının altından telefonunu alıyor, veya almaya çalışıyorum, alabilirsem, uyanıp engel olmazsa bana, çünkü çoğu zaman yastığının altında ve elinde oluyor, eli de yastığın altında yani, öyle uyuyor, alamazsam on dakika, yarım saat sonra bir daha deniyorum şansımı, bir daha, bir daha, hepsiyle her an savaşmaktan, yorulmaktan öte bıkıp usandım, lanet olsun hepsine.

Anlayacağınız kızım helva, dert bende, dermanı yok, kızım hiç değilse söylesen anlar, dinler, şimdi en az benim kadar dikkat ediyor ne yiyeceğine, şekere, oğluma öksürüğün için doktora gidelim dersin, gitmez, viks aldım, onu sür hiç değilse dersin, sürmez, bir inat eşek ki güt güdebilirsen, mal gelmiş mal gidiyor.

***Rüyamda kızımla yürüyoruz, arkadan kılıçdaroğlu bize yetişiyor, beni tanıyormuş, gülümseyerek artvinli deyip bizi geçiyor, ardından kar yağmaya başlıyor, haziranda kar, iklim değişikliği, ne olacak halimiz, o karda nasıl yürüyecek diye hayıflanıyorum, hayır olsun, hayırlara çıksın, rüya anlatılınca öyle denir, yürüyüşü de hayır olsun, sonu hayır olsun, hayır için, bizim hayrımız için  yürüyorsa hayır olsun, şer için yürüyorsa şer olsun, kafalarımızın içi öyle çöplük, öyle laçka oldu ki kim kimdir, nedir, ne iş yapar, ne işe yarar, hepsi birbirine karıştı, karıştırıldı.

Biz de dün kızımla çok yürüdük, en az 3 saat, eve yakın, yürüyüş yaptık, ondan görmüş olmalıyım bu rüyayı, gece boyunca da yürüyüşe devam ettim galiba. Herkes yürüyüş yapın, yürüyüş yapın diyor ama ben bir tane yürüyüş yapanı görmüyorum, kendimden başka, o da yürürsem, herkes çok sağlıklı galiba, birde sen yürürken araba ile yanından geçenler pek bir havalı bakıyorlar yürüyenlere, ezikler, arabaları bile yok, yürüyorlar gibi, bilmem bana mı öyle geliyor, ama şöyle bir dikleniyorlar seni yürürken görünce, acaba ben de arabadayken yürüyenlere öyle yapıyor muyumdur, bilmiyorum ki.

***Geçen yıl cama pancur taktırırken bütün odaların bir açılan penceresine sineklik te taktırmıştım, pek rahat ettik bu sene, eve giren çıkan sinek, sivrisinek yok gibi, arada mutfak balkon kapısından kaçan olursa giriyor, o kapıyı da tam açmıyorum, iple tutturup aralık bırakıyorum, tam kapanmasın diye de terlik sıkıştırıyorum arasına, bazen rüzgar olunca kendiliğinden kapanabiliyor, hiç sivrisinek vızıltısı duymadık evde bu yaz henüz, ne büyük lüks, gecenin yarısı kalk, sivrisinek avla işin yoksa.

Günlerdir bir arı sirkülasyonu var balkonda, arı da değil, simsiyah bir şey, ama şekli arı, arıyla karasinek karışımı bir şey, baktık balkon lambasının içine giriyorlar, dış lambayı, kapağını söktük, baktık görünürde bir şey yok, anlamak için birkaç gün üstünü açık bıraktık, geri takmadık yani, bu seferde alt tablasındaki ufak deliklerden içeri girdiklerini gördük, elektirik tellerinin olduğu bir yere yuvalanmışlar, alt tabladaki o delikleri silikonla kapamaya uğraşırken oğlum aradı, arabada arı sokmuş, 5-6 yerden, ensesine doluşup sokmuşlar, araba kullanırken, meğer gece arabanın camını açık bırakmış, onlar da dolmuş, akıl başta olmayınca neylersin demiş biri, veya ben demiş olayım, boyundan sokulma tehlikeli, üstelik 5-6 tane, beni aldı telaş, hemen hastaneye gitmesini söyledim, ben gitsem benim oraya gitmem en az yarım saat, cepanın oralardaymış, her şey olur biter, zaten araba yok, uçamam ya, iki araba var, ikisi de oğullarımda, diğer oğlum da okulda, derste, aradım, sonradan açtı, o da uzakta sonuçta, hastanede iğne yapmışlar, dondurma yemesini, marketten dondurulmuş bezelye alıp ensesine koymasını söyledim, çünkü boğaz şişerse nefes alınamıyor ve ölüm gerçekleşiyor, hangi aklımı ben bu oğlana vereyim bilmem ki.

Beni aramadan önce eczaneye gitmiş, alerji hapı verip göndermişler, fesıphanallah, bunlar ne eğitimi görüyorlar eczacılık fakültesinde, bırakıyorlar dükkanı yamağa, gel keyfim gel, niye var o okul, o eczaneler hiç belli değil, hani akıl edip beni aramasa ne olacak belli değil, billur tuzun sahibi denizde, yatta bu sebeple ölmüştü, iğne yapılamadığı için, denizde nerede bulunacak o iğne.

***Yine sabah 4.30 nöbetindeyim, 4.30’da geldi, kafa aynı kafa, arılı arısız, fark etmiyor, isterse 24 saat kesintisiz oynasın, evde oynatmam, oynamak onun seçimiyse onu oynarken görmemek te benim seçimim, gözden ırak gönülden ırak, o oyun oynayacak diye ben niye onu görerek sinir olacağım, o onun hayatıysa bu da benim hayatım, 5 yaşında değil, kendi bileceği iş, 5 yaşındayken de çok farklı değildi zaten, gelen ağam, giden paşam, benden bu kadar, canımı o vermedi ya, evlerini temizliyorum, yemeklerini pişiriyorum, elimden geldiğince, canımın yettiği kadar, daha ne yapacağım, benden başka bir kişinin sorumluluğu yok evde, bir ben, büyüyen kenara çekiliyor, ben tam gaz devam, hepsinin işten bir sıvışma bahanesi var, bahaneye bile gerek yok zaten, o da yarı canımla, benden buraya kadar.

Kentparktaki eczaneye gitmiş, 5 kişi bir krem sürerek göndermişler, doktora git demek akıllarına gelmemiş, gidince soracağım niye böyle yaptıklarını, hayret bir şey, insan hayatından ucuz bir şey yok bu ülkede, yaşadığın mucize, bilkent köprüsüne gelmeden olmuş, buraya 20 dakika mesafede, 20 dakika beraber gitmişler arılarla arabada, arabanın sesinden duymadı herhalde, aklı nerelerde kim bilir, tişörtün alt kısmından girip belinin biraz üstünden, sırtından sokmuşlar, 3 arı 5 kez sokmuş, köprüyü geçip eskişehir yoluna inmiş olsa kesin kaza da yapardı, ne diyeyim, Allah akıl fikir versin, diyebileceğim bu.

***Dün akşamki fox haberde tiroid haberi vardı, her iki kişiden biri tiroid hastasıymış, hipertiroidin sonradan hipotiroide dönüştüğünü doktor söylemişti, ilk aşama hipertiroid yani, haberde hipertiroid belirtileri şunlar, aşırı hareketlilik, çabuk yorulma, çok terleme, sinirlilik hali, sonuçta kan şekeri yükselir, kemik erimesi oluşur, kalpte ritm bozukluğu oluşur, tansiyon yükselir, hipotiroidde ise uyku hali, zayıf hafıza, yavaşlayan beyin, kilo alma, sonuçta metabolizma yavaşlar, kan yağları yükselir, kalp hastalığı artar, damarlar daralır, şişmanlık artar dendi, ve oluşmaması için iyotlu tuz kullanılmalıymış, biz bu iyotlu tuz meselesini konuşmuştuk, iyottan olsa bizde de olması gerektiğini, bizde de olmadığına göre bu durumda başka bir etmen olduğunu, bunun da şeker, yani mısır şurubu olduğunu yazmıştım, haberde hipertiroidin belirtisi olarak kanda şeker yükselmesi var, ortada şeker olmasa kandaki şeker niye yükselsin, tiroid şeker mi üretiyor vücutta, hareketlilik niye şekeri artırsın, sebep şeker, yani mısır şurubu ve bunu söylemeye bir türlü dilleri varmıyor nedense, bir nedeni olmalı.

Bu canan karatay da bir alem, tutturmuş ekmeğin ucundan bırakmıyor, ekmek te ekmek, şekere, mısır şurubuna laf yok, o da planın bir parçası olmalı, büyük plan, büyük planlarla büyük büyük çoraplar örülüyor başlarımıza.

Hastaneye 10-15 günde bir rutin gidiyoruz, her gidişte iki tüp kan alıyorlar, tüpün biri tiroid fonksiyonları için, t3, t4, tsh, diğer tüpü ALT, AST, CBC testleri için alıyorlar, that sugarda ALT den bahsedilmiş, adamın ALT si iki ayda eksi yirmiden artı yirmiye çıkmıştı, oğlumun ve benim ALT lerimiz de yirmiydi, diğerleri neymiş onlara bakayım, AST bazı, diğer sebeplerle beraber alkolik hepatit nedeniyle oluşan karaciğer hasarıymış, AST nin açılımı aspartat bilmem neymiş, aspartamı biliyoruz zaten, yapay tatlandırıcı, ALT ile birlikte değerlendirilirmiş, şeker, mısır şurubu eşittir alkol olduğunu, kızımın bir alkolik gibi şeker istediğini, ellerinin titreyip karnının şiştiğini, hıçkırdığını yazmıştım, CBC ile besin yeterliliğine, hücre faaliyetlerine ve genel sağlık durumuna bakılırmış, buradan hareketle baktığımızda bu tahliller tam bir şeker taraması, ama doktorla konuştuğunuzda haşimatonun, tiroidin şekerle bir alakası yok, niye acaba, kızımın sonuçlarını ben almadım, kızımın ALT seyrini, durumunu bilmiyorum yani, yakında yine gideceğiz, gidince alacağım, yazarım.

Şeker yediğinde, yerse, kızımın girdiği ağlama krizleri de mi tesadüf, durduk yere, sebepsiz, boynuma sarılıyor ve ağlıyor, hüngür hüngür, sadece kendini tutamama hali, eskiden gizli gizli atlatmaya çalıştığı ağlama krizlerini artık hemen yanıma gelerek atlatıyor, onu sevip sakinleştirmeye çalışıyorum, dışarı çıkıp dolaşıyoruz, falan filan, dün biraz çok kaçırdı şekeri ve yine böyle bir patlama yaşadı, biraz dut yedi, sonra iki ekler yedi, hamur işleri yedi, kek, çörek vs. derken sonuç bu oldu, ilk defa şekeri bu kadar yedi dün, biraz olsun iyileşmiş olduğuna güvenerek, ilk defa da ağlama krizi geçirdi, doktora gitmeden önceki nedenini bilmediğimiz zamanlar hariç, biz neden olduğunu bildiğimiz halde bunlar başımıza gelirken ve bunca dikkatimize rağmen, böyle bir gerçeği saklamayı insanlıklarına nasıl yediriyorlar hiç anlamıyorum, doktorlar yani, insanlara ilaç verip yolluyorlar ve artlarından bile bakmıyorlar, bu nasıl bir vicdansızlık, evlerde neler yaşanıyor hiç belli değil, bizim bir gün yaşadığımızı belki onlar her gün yaşıyorlar, belkide kaç katı şiddette, bilmedikleri için şeker, mısır şurubu yemeye, içmeye devam ettikleri için, benim içim sızlıyor o hiç tanımadığım, bilmediğim, görmediğim insanlar için, acılarını, yaşadıklarını içimde hissediyorum, doktorların umuru değil. Şeker, mısır şurubu, tatlı ölüm, tat’lı ölüm, mutlu ölüm, sessiz ölüm.

Mina Urgan’ın kitabında şöyle bir söz var, “Türk sarhoş olunca ya ağlar ya kavga çıkarır, Rum sarhoş olunca oynayıp şarkı söyler” kızımın, yani haşimatoluların ve tiroidlilerin de halini anlatıyor bu durum, ağlama, sinir bozukluğu ve vara yoğa gülme hali, yani bu hastalık bir alkoliklik hali, mısır şurubu, şeker alkolikliği, içkiden sathoş olunabildiğine göre bunlardan neden olmasın, zaten osman müftüoğlu sık sık yemeğin üstüne meyve yenirse midede asit salgılanmış olacağından dolayı sarhoş olunabileceğini, meyvenin yemekten bir müddet sonra yenmesi gerektiğini söylüyor sık sık, meyve bile sarhoş edebiliyor yani insanı.

***Aynen tahmin ettiğim gibi, düşündüğüm gibiymiş, ilk gittiğimizde, yani tam bir ay önce kızımın ALT’si 85 çıkmış, hani bizde, oğlumda, bende ve that sugardaki adamda 20 olan, normal aralığı 0-35 arası ALT nin, bayağı bir fırlakmış yani, AST si de yüksek, 54, bugünkü sonuca göre ALT 50’ye düşmüş, ilaç ve dikkat sayesinde, doktoru bu defa sıkıştırdım, şekerle ilgisi yok diyen doktor değildi, başka bir bayan doktor, 40’lı yaşlarda tecrübeli bir doktor, şekerle ilgili midir diye sordum ALT için, değildir, ilaç aldığı için olmuştur dedi, ilaç almaya başlamadan önce daha yüksekmiş dedim, bir viral enfeksiyona bağlı olarak gelişmiş olabilir dedi, geçirmedi dedim, ısrarla ben şekerden olduğunu düşünüyorum dedim, çok yiyorsa olabilir tabi, cola mı dedi, meyve suyu dedim, karaciğeri yormayacak şekilde beslenmesi lazım dedi, zorla ağzından aldım yani, yoksa söylemeye hiç niyeti yok, yoktu, madem öyle idi önceki gelişlerimizde, ki o doktordu ve ben çok mu geç kalmışız demiştim, ortada mesele olan kalp hızı olunca, neden bir defa olsun yediklerimize dikkat etmemiz söylenmedi de elimize bir adet reçete tutuşturulup gönderildik, bu genel suskunluk niye, hatta şekerden olduğunu, olabileceğini reddediş, bir iş var bu işte, boşa değil bu suskunluk, birileri ağzınızı sıkı sıkıya kapalı tutun demiş doktorlara, onlar da tutuyorlar.

Ama benim ağzum açıktır, hemde çok, önüme gelene söyleyip yayacağım bu bilgiyi, siz de öyle yapın, Allah ve kul hakkı için, Allah rızası için, benim, çocuğumun canı yandı, başkalarının yanmasın hiç değilse. Şeker, mısır şurubu bir numara ise ardından gelen kızartmalar, yani patates kızartmaları, cipsler, hamburgerler, çikolatalar, bol yağlı pastalar, tatlılar, hamur işleri, hatta ekmek bile, fazlası şeker olarak dönüyor vücuda, hepsi göz hapsinde tutulmalı. Açın bakın karaciğeri yoran yiyecekler diye, karaciğer hasarı yapan yiyecekler diye, bu çok zor değil, bakmak yani, abuk subuk onca şeye bakılıyor sonuçta.

Demek ki hepimiz iki ayak üstünde duruyoruz ama hangimiz ayık hangimiz kafayı bulmuş hiç beli değil, üstelik içmeden sarhoşuz, karaciğer hasarlı olaraktan, oğlumun gerçek ALT sonucu da o değil, kimbilir daha önce kaçtı, sivilce için roankutan ilacı kullanmadan önce yani, o düşürdü onun da karaciğer değerlerini, benimki gerçek, benimki de yüksek sonuçta, çok düşük değil, ama ben ciddi bir şeker savaşçısıyım, doğallığında, kolay kolay yemem, buna rağmen 20, benimki de meyvedendir, kızımı okul yemekleri de etkilemiş olabilir, ne kullandıklarını, yağlarını biliyor muyuz sonuçta, önümüzdeki yıl yedirmeyeceğim okuldan, evden götürsün ne bulursa, sen evde üşenme sıklıkla ıspanak, taze fasulye gibi ağır, uzun işli sebze yemekleri pişir, doğal olsun diye sütçü, yumurtacı peşinde gez, etini bütün alıp yağını kendin ayıkla, kıymanı kendin çek, sırf zeytinyağı kullan, bir kere bile kızartma yapma, yemeğin yağını bile ısıtma, soğanı kavurma, bir tane, bir adet bile şekerli, gazlı içecek alma eve, çocuğun 85 ALT ile sarhoş gezsin, bana, emeğime reva mı bu, hayır bilmez evlatlar, eğleniyorlar, hoşlarına gidiyor, tatlı ya, kafa yapıyor birde, çek kafayı, gerisi önemli değil, ne çok yiyorsun diyorlarmış okulda arkadaşları, öyle derdi, yedikleri şimdi ortada, yedikçe, içtikçe istetiyor sonuçta vücut, harçlık vermesen olmaz, versen nereye harcadığı belli değil, bunun gibi, iki ucu boklu değnek, bir gün söylesen beşinci gün ya o unutur ya sen, işin garibi tam da yemeyeceğim artık dediği sırada patladı, ne yediğini, ne kadar yediğini o biliyor tabi, ben değil, o ilk zamanlarki deli deli bakışlarını, deli deli davranışlarını hiç unutmuyorum, delirmişti resmen, bir anomali çocuk vardı karşımda, şimdi düzeldi, daha da düzelecek inşallah, defolu diye geri vermek gibi bir seçeneğim olmadığına göre düzelteceğim, başka çaresi yok, birde bunlar olmasa tadından yenmez kızım, benim en iyi arkadaşım.

***Banu Avar bundan 3 yıl önce şunları söylemiş, biraz kısalttım, yerim dar, ama bu son sayfada yazdığım şeylere çok benziyor” aklın yolları bür.

DÜŞMAN: ” ÖNCE UYKU SONRA ÖLÜM” DİYOR!

Sokaklara bakın, AVM’lerde tüketime köle olmuş insanlara, kredi kartına tapanlara, caddelerde davut yıldızı ile bucks (dolar argosu) karışımı markanın kahvesini içenlere, dizi müdavimlerine ve hayatı uyuklar gibi idame ettiren mutsuzlara, ‘dindarım’ ya da ‘Atatürkçüyüm’ diyen ve ne ayetlerden ne NUTUK’tan haberi olmayanlara bakın.. Din ve Atatürk adına yapılan sahtekarlıklara, çağdaşlık ya da dindarlık adına yapılan hokkabazlıklara bakın…

Büyük sarsıntı geliyor.. Haçlı saldırısı yeniden bu coğrafyayı hedeflemekte.. Ve bir toz bulutu beyinlerde!

Ve karınları tok ama beyinleri gidik olanlarla doldu Batı! En çok tüketilen madde antidepresan! Ve her yerde oluk oluk KAN! Hollywood filmleri ve medyaya göre yaşadıklarımız ‘olağan’!

İşte tüm bunları DÜŞÜNMEK; oyunu GÖRMEK ve ANLATABİLMEK görev! Beyinlere döşeli rayların söküp atmak gerek.. İçinde yaşadığımız coğrafya binlerce yıldır HEDEF! Kabala’da son işgal edilecek yer EDON! Bu topraklar!
Ne yapmalı diyenler.. İşe kendimizden başlayalım.. Küresel bir çetenin DAYATTIĞI yaşam/ DÜŞÜNCE/ ALGI tarzının dışına çıkalım! O zaman ÇÖZÜM de gelecek..

***Dün yazacak bir şey yoktu, önceki gün de, bugün de yok, belki yarın, bakarız.

***Anştayn, mükemmel bir adam, son bölümünde ağlattı beni, seven, duyan, hisseden dört dörtlük bir insan, hayatındaki her kadına tamamiyle teslim olmuş ve sonsuz sevmiş, mileva, elsa ve son sevgilisi rus ajanı kadına, atom bombasını yaptıktan, hiroşimada patladıktan sonra mutsuz yaşamış, keşke o da bilseymiş, o atom bombası patlamasaydı eğer japonların dünya için çok daha çirkin, çok daha adice planları olduğunu, veba gibi, belki bilmiştir, kim bilir, ayrıca hitlerin o bombayı lendinden önce yapması korku ve telaşı için yapmış atom bombasını, savaş değil barış için, insanlık için, o da ayrı bir hikaye, hitler cephesi, hitlerin bilim adamı hiesenberg atom bombasının formülünü anştayndan çok önce bildiği, bulduğu halde vermemiş hitlere, dünyayı ona teslim etmemek için, verseydi neler olabilirdi bir düşünsenize, 4 yıl boyunca oyalamış hitleri, hitleri oyalamak, böylesi bir konuda, hemde 4 yıl, yürek ister, tarih iyi ünsanların iyilik hikayeleriyle dolu, adları altın harflerle yazılacak.

***Alt yazıda geçerken gördüm, ama sayısını unuttum, bilmem kaç uçak dolusu erzak yollanmış katara, katarda deprem olmadı, herhangi bir doğal afet olmadı, neden erzak yollanıyor, üstelik katar bizden katar katar zengin, kaz gelen yerden tavuğu esirgemiyor olmalılar akıllarınca, bir yandan da manisa da askerler zehirleniyor, provakasyon da olabilir deniyor, askerler yaygara çıkarmak için yapıyor olabilirlermiş, ne saçma sapan hallere düştük hiç belli değil.

***Katara yiyecek ambargosu ıygulandığı için yiyecek gönderilmiş, kendi yiyeceğini üreten bir ülke değilmiş katar, bizim de düşürülmeye çalıştığımız bu işte, dışa bağımlı, hastalıklı bir ülke, dünya-akp elbirliğiyle elbette,english home un malları kötü, denedim, kullandım, home sweet home da aynı şekilde kötü, malları kötü, madam coconun mallarını dışardan bile gözüm tutmadı, taç linen kötü sayılmaz ama gereksiz pahalı, özdileki denemeye karar verdim, oradan alışveriş ettim geçen gün, daha türk, daha kaliteli, daha da ucuz göründü gözüme, satıcı kız pamuk ithal edildiği için fiyatlar yüksek dedi, bir zamanlar ihracatıyla övündüğümüz ürünleri bile ithal eder hale gelmişiz, gide gide katarlaştırıyorlar bizi de, katar gibi bir çöl ülkesi olmadığımız halde, onca verimli topraklarımıza rağmen, ilkokuldayken türkiye için bir tarım ülkesi derlerdi ve içinden keşke bir tekoloji ülkesi olsaydık diye geçirirdim, şimdi de keşke hala tarım ülkesi olarak kalabilseydik diye düşünmeye başladım, keşke.

Etin kilosu oldu 60 lira, bu millet ne yiyip içecek çok yakında, böyle giderse.

***İstanbulda minibüsteki kız şort giydiği için dayak yemiş, metroda ayağına basan kişiyi uyaran kadın gözüne yumruk yemiş, hemde üsturuplusundan bir yumruk, böyle bir morluk yok, her çantaya bir şok cihazı kampanyası başlatmak lazım, benim çantamda var mesela, önceleri yürüyüş yaparken köpekleri korkuturum diye alıyordum yanıma, sesiyle korkuturum diye, şimdi devamlı çantamda, iki ayaklı, dört ayaklı, her türden köpek için. İnternette 24 liraya satılıyor, koyun çantanıza, köprkler düşünsün başına geleceği.

***Diziler bitti, iyiler sezon finali yaptı, iyi olmayanlar final, tv siz kaldık, hep belgesel seytermek te olmaz, bir sorun mu var izledik geçen hafta ve bu hafta, ali sunalın sunduğu yarışma programı, eğlenceliymiş, orada hiç değişmeyen bir grup insan var, sıradan insanlar, 8-10 kişi, bir tanesi şişko bir oğlan, şiko olunabilir tabi de, bunda bir şey yok, ağzını açana kadar anlayamamıştık, meğerse gaymiş, ağzını yaydıra yaydıra konuşuyor ki daha iyi piyasa yapsın, o gay o programa konmasa izlenmiyor mu, reytingleri mi artıyor gay koyunca, bir anlayabilsem neden koyduklarını, gay sayısını arttırmak, gençleri, çocukları gayliğe teşvik etmek, örnek teşkil ettirmek hoşlarına mı gidiyor, bu rtük ne boka yarıyor, Allah hepsinin belasını versin, helak etsin, o gayi, yani ibneyi oraya çıkaranların ve engel olmayanların, asıl ibne onlar.

Mina urgan şöyle diyor eşcinsellik konusunda, “çok belirgin ahlakçı öğretmen yanıma karşın benim bu konuda hiçbir yobazlığım yoktur, eşcinsellerle dostluk kurar, onları oldukları gibi kabul ederim, tek karşı çıktığım şey henüz yetişkin olmayan, dolayısıyla cinsel itileri karmakarışık çocukların doğal eğilimlerinden saptırılmaları, belki eşcinsel olmayacakken, ya parasızlıktan ya da duyguları sömürülerek eşcinselliğe yöneltilmeleridir” demek ki böyle şahit oldukları, gördükleri kişiler var mina urganın.

Ben mina urganla benzer, aynı düşünmekle beraber, biri eşcinsel olmak isterse, istiyorsa bu onu ilgilendirir, ama bu kişi benden uzak olsun, benden uzak olması şartıyla bu tabi, daha genel, daha global bakıyorum olaya, çocukların korunması konusuna, çünkü şimdiki iletişim araçları çok daha etkili, etken hayatımızda ve sık sık onları karşımızda görmek, göstermek ibne popülasyonunun bir çığ gibi artmasına neden olabilir, ve bunu çocuklara yapmaya kimsenin hakkı yok, işte bu nedenledir ki çocukların korunması için bu gibi kişilerin genel ortamdan, görünür yerlerden uzak durması, hatta uzak tutulması gerekir, tekevizyonlardan özellikle, ne olup olmayacaklarının seçimleri kendilerine ait, ama çocuklarımızın geleceği de bize emanet olduğuna göre ve bu hayatı bile isteye seçtiklerine göre getirilerine de katlanacaklar diye düşünüyorum, yani o ibnenin o yarışma programında ve görünen, göz önünde olan her yerde, hiçbir yerde işi yok, ibnelik bir imtiyaz, bir ayrıcalık, bir üstün duruş değil, ki öyle gösterilmeye çalışıyor, aşağılanması, küçük görülmesi, horlanması gereken bir durum, ve altını daha çok doldurmanın, pohpohlamanın bir alemi yok, diye düşünüyorum.

***Dün akşam fox haberde kızartmalardan, akrilamitten bahsettiler, patates kızartmaları kanser yapıyor, karaciğer hastalıklarına sebep oluyor ve sinir sistemini bozuyormuş, akrilamit kızaran her şeyde ortaya çıkabiliyormuş, tost, kızarmış ekmek, patlamış mısır, kraker, bisküvi gibi, bu durumda pişkin ekmeklerde, yani ekmek kabuklarında, pastane ürünlerinde de ve hatta evde yaptığımız kurabiyelerde bile olmalı, ardından gelen haberde canan karatay vardı, her şey dahil otellerdeki açık büfe yemekleri çok yiyerek hücresel düzeyde vücudu çok yorduğumuzu, pankreası, karaciğeri, tiroidi çok yorduğumuzu söyledi, bizim patlak ta bunlardan verildi zaten, pankreas, karaciğer ve tiroidden, ne yersen o’sun demiş birileri, boşuna dememiş, tereyağında ekmek kızartırdı bazen, uumurtasını yine kızgın yağda pişirirdi, bütün halinde. okulda tost yemiştir mutlaka sık sık, patates kızartmasını en fazla haftada bir beraber yemişizdir, veya arkadaşlarıyla, bunların topu yekun oluşturuyor olmalı, ancak yine şekere dokunulmadı gördüğünüz gibi, şeker bu kadar masum mu da hiç adı, sanı geçmiyor, hiç sanmıyorum, kızımın kızartma tarihindense mısır şurubu tarihi çok çok daha kirli, yemekten sonra yenen meyve bile sarhoş ediyor da yemek üstüne yenen tatlılar, şekerli çaylar etkilemiyor mu, bal gibi de etkiliyor, o çayları milletçe içtiğimize göre milletçe sarhoşuz, belkide yemek üstüne tatlıyı, şekeri isteten o sarhoşluk hali, alışkanlığı.

Doktorlar şekere, mısır şurubuna dokunmuyorlar ya, aklıma geldi, bütün amerikan filmlerinde anne babalar çocuklarının şeker yemesine engel olmaya çalışırlar, çocuklarının dengesi bozulmasın diye, bir yerlerinden uyduruyor değiller herhalde bu hali, bir değil, iki değil kaç filmde izledim, gördüm, bir bildikleri olmalı, ama bizim doktorlar bilmiyorlar bu mesleyi, hiç haberleri yok, nedense.

İnsanlık tarihi boyunca hayatlarımıza giren her yeni şeyin bir alışma, tanışma dönemi olmuş, bir acemiliği, bir cahilliye dönemi, müna urganın genç bir kızken çekindiği bir fotoğrafı var, kayak takımlarıyla dağda, kar üstünde, mina urgan mayo giymiş, yanındaki kayakçı kadın ise ince bir şort, şimdi böyle bir şey mümkün mü, değil, kar elbiseleri sıkı sıkıya korunacak, ısıtacak biçimde yapılıyor, buradan örnekle belki biz de şu an bir alışma, tanışma dönemindeyizdir şekerle, şimdi öyle bir fotoğrafa olsa olsa gülümseyerek bakabiliriz, belki gelecekte de bizim için şekerle ilgili olarak gülümseyecekler bu halimize, cahilliğimize, aptallığımıza.

Ben bu şeker konusunda avantajlıyım, çay sevmem, içmem, daha da ötesi çay yapmaya üşenirim, onca işin üstüne birde çay eklemek istemem, tembel değilim ama işime gelmeyene üşenirim, her sabah kahvaltıda koca bir kase salata yaparım mesela, 4 kişilik, sadece kendime değil, hepimize, domates, salatalık, yeşil biber salatası, yazın tabi, genelikle menemen de yaparım, ama çay yapmak bana iş gelir, iş olduğundan değil gereksiz gördüğümden, tatlı da yapmam, yemem, genellikle evde yediğim için böyle bir riskim fazla yok, yemek üstüne tatlı yemek, çay içmek gibi, dışardan da tatlı almam, ona, tatlıya vereceğim 40-50 lirayı daha sağlıklı bir yiyeceğe harcarım diye düşünürüm, ve öyle yaparım, ve yazık gelir bana o para, çöpe atılmış gibi, yumurtaya, ete, süte, en az on yıldır bu şekilde yaşayınca, kısıtlı, belli bir parayla boş işlere verecek paranız olmuyor ve sağlıklı kalabiliyorsunuz ama çocuklar aradan fırttırtmış işte, ona da yapabileceğim bu kadar, harçlıkları kendi ceplerinde sonuç olarak, beni kurtaran daima ve genellikle evde yiyor olmam.

Her şeye katlanırım da inadımdan asla dönmem, öyle bir inatım, eşek inadı var bende, ama ben kendimi böyle seviyorum, böyle olduğum için, onurlu, gururlu ve kendime saygım olduğu için, iki kuruş için kimseye boyun eğmem, kimseye iki büklüm olmam, yıllarca eğdim, evet, kocam dediğim, sandığım o herife, o da yaşamn getirdiği, gerektirdiği zannettiğimden, bir yanılsama, bir yanılma haliymiş, def ettim başımdan gitti, şimdi ağa da ben paşa da, paşa olmaya paşa da şimdi gidip bir güzel kahvaltıyı hazırlamalı, mutfak beni bekler, ellerimden öper, kahvaltı hazırlamaya, marş, marş, bir büyük kase salata ve bir menemen yapma zamanı, domatesli, yeşil biberli, yeşil soğanlı, 9 da yumurtalı menemen, salata her sabah, menemen birkaç günde bir.

Bazen şans ile şansızlık belli olamayabiliyor hayatta, ansızın birbirleri ile yer değiştiriveriyorlar, şans sandığın şansızlığa, şanssızlık sandığın şansa dönüşebiliyor, benim şu anki durumum gibi, ya çok param olsaydı da birde ben almış olsydım bunları eve kızıma neler olurdu kim bilir, pastalar, baklavalar vs. olsa alırdım yani, işte böyle bir durumda parasızlık benim için şanssızlık değil şans, aynen bunun gibi. Veya ilk doğumumu yapacağım zaman rast geldiğim doktor, gelmez olaydım, cebimde olduğunu sandığı 3 kuruşa tamah etmemiş olsaydı, sezaryen olmaz, normal doğum yapardım belki, bu da tersi bir durum, veya kocamın cebi para görmeseydi önüne gelen peşine takılmaz, adam gibi yaşıyor olabilirdik hala, ilk 5-10 yıl olduğu gibi, belki, veya paranın gözünü kör etmesine izin vermeseydi, bu da tersi bir durum, ya da aslen şerefsiz olmasaydı, asıl sebep bu da olabilir tabi, hayat bir karmaşa bazen, para hem şans hemde şansızlık olabiliyor, bu tamamen onu nasıl yönettiğinizle ilgili, tuzağı bol paranın, gel gel yapanı çok, o tuzaklara düşmemeyi bileceksin, mesele orada, para seni değil sen parayı yönettiğinde kaptan sensin, paran ne kadar olursa olsun, kendi dümenini verdin mi paranın eline rastgele, yallah kayalıklara toslarsın. Veya çok param olsaydı da o herif hala yanımda olsaydı bu şans mı olacaktı yoksa şanssızlık mı, bir düşünün bakalım, şans ve şanssızlık bir arada, birinden birini seçmek lazım, ben de seçtim işte, diyeti neyse de ödedim, her şeyin bir hesap kesimi oluyor elbette, her hal ve durumda.

***Bu hafta bayram münasebetiyle şöyle dedi osman müftüoğlu, “bayramda çocuklara daha iyi davranalım, daha çok harçlık verelim ama şeker vermeyelim, bu bayramın adı şeker bayramı değil, şeker bayramı diye bir bayram yok, bir bayrama şeker bayramı adını vererek toplumun beynine şeker algısını dürtüp durmanın bir alemi yok, şeker zararlı bir madde, şeker tatlı zehir, bundan uzak durmak lazım, ramazan bayramında şeker algısı ödül algısı gibi oluyor” sonunda söyledi, şeker tatlı zehirdir dedi, daha ne desin, tiroid kanseri kadınlarda meme kanserinden sonra gelmeye başlamış, yani ikinci sıraya çıkmış, çernobil nedeniyledir dedi osman müftüoğlu, belkide şeker nedeniyledir, mısır şurubu, çernobil de olabilir, sonuçta o zaman doğan bebekler şimdi 30’lu yaşlarda, mersin ve sinopa nükleer santral kuruluyor bu arada, fibromiyalji, genel çökkünlük, yorgunluk, depresyon, karın şişkinliği, eklem ağrıları için egzersiz iyi geliyormuş, yani halsiz kalınsa bile hareket edilmeye çalışılmalıymış, bu benimle bayağı bir ilgili gibi, bana lazım.

Birde tip 2 diyabet, yanlış beslenme sebebiyle sonradan gelişen şeker hastalığında artış olduğu söylendi, bu konuda başka bir açıklama yaptı mı hatırlamıyorum, korunma yollarını en azından, tekrar dinleyip yazacağım, hareketsizliğimiz ve şekere, una dayalı beslenme biçimimiz, fast food beslenme biçimimiz demiş, demiş yani. 80’li yıllarda yüzde 2 olan diyabet oranı şimdilerde yüzde 20’ye çıkmış, daha çok diyabetli demek daha çok körlük, böbrek hastası, diyaliz, böbrek nakli, kalp krizi ve felç demek, öyle dedi, haşimato, tiroid de diyabetin bir başka biçimi zaten, kalp ve felç onda da görülüyor, yazmıştım.

***Haziran başında bir haber vardı, iki genç kız, 17 yaşında, karşıdan karşıya geçerken bir minibüs feci şekilde çarpmıştı, haberden sonra ne oldu o kızlara acaba diye düşünmüştüm, dün gösterdiler, yine haberlerde, kızların o uzun, güzel saçları yok artık, bone takmışlar, beyin ameliyatı veya ameliyatları geçirmişler, hafızaları silinmiş, sadece birbirlerini tanıyor, hatırlıyorlarmış, akılları da gitmiş büyük ölçüde, her şeye gülüyorlar, eski çekilmiş fotoğrafları ile alakaları kalmamış, inşallah düzelirler, 1 ay bile olmayan bu süre içinde bütün dünyaları değişmiş, Allah yardımcıları olsun, Allah kimseye göstermesin böyle bir acıyı, akıl, beyin her şeyden önemli, hatta o boş, çuval gibi olan vücuttan bile, akıl olmadığında vücut boş bir çuval, o kızların hali kızımın bir ileri hali, bir ay önceki halinden bahsediyorum, onların iyileşme, değişme umutları ne kadar bilmiyorum ama kızımın var ve buna binlerce kez şükretmek lazım, insan hayatı pamuk ipliğiyle bağlı, bir bıraktın mı ucunu gidiyor, çocuklarınızın ALT sonuçlarını bilin, öğrenin, ve/veya beslenmesine ona göre dikkat edin, benim gibi bunca boş dertle uğraşmak zorunda kalmak istemiyorsanız elbette.

Dün sabah kahvaltıda kızım süte, yumurtaya, peynire bayağı alıştım, kaşar da yiyorum artık dedi, sanki hayata yeni doğmuş bir bebek gibi yemeyi öğreniyor, beyin nasıl bir organ hiç belli değil, neye, nelere yönlendiriyor insanı, onları yeme bunları ye diyormuş demek ki kızımın beyni kızıma.

***Telefon ve tabletlerdeki yüzde yedilik trt katkı payı kaldırılmış, bin lirada 70 lira fena para değil, havadan para topluyormuş trt, bence şimdiye kadar aldıklarını da geri iade ettirmeli.

***Biri yine sara krizi geçirmiş, her ramazanda bir kere vuruyor kriz, açlık yaramıyor olmalı, bayram namazında olduğu yere yığılıp kalmış, sedye ile götürülmüş, şekere bağlı tansiyon demiş, yalan, tansiyon olsa birden iyileşir mi adam, iyileşir de o kadar değil, sara nöbetini bayağı sık geçiriyor olmalı, bizim gözümüzün önünde bile kaç kere rast geldiğine göre.

O dimdik duruşu da gitmiş erdoğanın, sallapati ihtiyarlar gibi yürümeye başlamış, salllana sallana yürüyor, eski hava civası yok, kalmamış.

***Fark ettiniz mi bilmiyorum, perşembe günü, 22’sinde ortalık çok gergindi, gördüğüm herkes birbiriyle atışıyordu, ben de gerildim, gerilmek için sebepler oldu, para ile ilgili, kızıma bak bakalım dolunay mı dedim, iki gün sonra, 24’ü yeni ay dedi, dolunay 4 temmuzdaymış, yeni ayı böylesine gergin geçen bir ayın dolunayı çok daha gergin geçer, geçecek, haberiniz olsun.

***Tam bir aydır kızım ve ben şekere dair hiçbir şey yemedik sayılır, neredeyse meyve bile, çok az yedik, normale göre yani, başladıktan 15-20 gün sonra dilimizin uç kısmı yara oldu, kızardı, kabardı, sanki orada bir delik açılmışçasına acı verdi, kızımın yarası benimkinden daha büyüktü, onun dili daha çok acıdı, şimdi acısı geçti sayılır ama bir hissizlik durumu var orada, ikimizde de, dilin bölümleri var. tat bölümleri, buna göre tatlı bölümü dilin ucuymuş, yani bizim yara olan bölge, ikimizde de birden ve sebepsiz oluştuğuna göre tatlı yememekle bir ilgisi olmalı diye düşünüyorum, öyle bence, kızımda daha büyük olmasının sebebi de onun daha çok şeker yemiş olması, yani ALT sinin daha yüksek oluşuna bağlı, gözleri de iyi görmüyor kızımın, gözlerini kısarak bakıyor çoğu şeye, yazılara, uzağa, tv ye, ben bu yaşımda ondan daha iyi görüyorum söylemesi ayıptır, ki bu benim için hiç övünç kaynağı değil, aksine utanıyorum bile diyebilirim bu durumdan, çocuğumdan bir organımla bile olsa sağlam, sağlıklı olmaktan, oğlum da arka sırada oturunca yeterince göremiyormuş tahtayı, bunların hepsi şekerin bize ödülleri.  

Çok ta kıllıdır kızım, yanlış yazmadım, akıllıdır değil kıllıdır olacak, akıllıdır da, şu son durumu hariç, bir kızda olmayacak kadar kıllıdır, o kadar ki yazları bütün sırtını, karnını, omuzlarını bile alırım ağdayla, başka türlü rahat edemez, karnında göğsünden göbek deliğine doğru uzanan bir kıl şeridi var, çizgi halinde, yani vardı demeliyim, çünkü bu bir aylık süreçte o da kaybolmuş, sırtındaki kılların kaybolduğu gibi, bütün vücudunda kıl azalması var şimdi, bu yaz işim az yani, şekerle besleniyormuş meğerse o kıllar, nasıl şeker ağdası kılları beslerse şeker içerden de besliyormuş kılları, normal, doğal olarak kıllı olduğunu sanıyor, düşünüyorduk, değilmiş meğerse, sadece kıl meselesi değil biz her şeyi doğal ve gidişatında sanırken öyle değilmiş. doktorların ilk baktıkları şeylerden biri de bu zaten, endokrincilerin, koltuk altlarına, genel kıl durumuna bakıyorlar, pek çok şeyi biliyorlar aslında da bilmemezliğe geliyorlar, çocuğunuzun kıl haritasından bile çıkarabilirsiniz çocuğunuzun şeker, ALT durumunu. Geya gaz sıklığı ve kokusunun yoğunluğundan, veya nabızdan, 90 ve üstü ise karaciğer alarm veriyor demektir bu, pek çokemaresi var, görmesini biliyorsanız, görmek istiyorsanız.

Bir aydır şeker yemedim, öncesinde de çok yemiyordum zaten, 1 kilo verdim mi, vermedim, ama almadım da, bu da bir şey, ama sanki gücüm daha çok artmış, yerine gelmiş gibi, kızımda da öyle emareler var, uyuşuk ve bir köşede oturmaktan sıkılmış gibi bir hali var, odasında bir başına saatlerce oturmak yerine şimdi daha çok benim yanımda, odasından çıkmak bilmiyordu bir türlü, bunlar ikimiz içinde iyi gelişmeler, belkide iyi bile oldu bu durum, böyle bir kırılma noktası yaşamasaydı kızım bu denli şekeri bırakamayacak ve hep hayatlarımz sürüncemede, boşlukta kalacaktı, bence iyi bile oldu, boşuna dememişler bir musibet bin nasihatten iyidir diye, ben konuşsam, söylesem, konuştuğumla, söylediğimle kalacaktım, o güzel tatlılar, şekerler varken kim takar beni, iyi oldu, kesin kurtuluş.

Mina Urgan’ın kitabında şöyle bir bölüm daha var, “bir ingiliz çok fazla içiyor ve delirium tremens olacağı, yani alkolden delireceği korkusu içinde yaşıyormuş” yani fazla alkolün akıl kaçrma gibi bir etkisi de varmış, içkiyle pek içli dışlı olmadığım için bu gibi bilgilere pek haiz değilim, iyi ki değilim, içkinin üç seferde yaptığını şeker, mısır şurubu beş seferde yapıyordur, içkiyi limitli almanız gerektiğini biliyorsunuz da şeker, mısır şurubu için böyle bir limit söz konusu değil, bu durumda belkide içkiden çok daha kısa sürede gelişebilir bu delilik, zaten ben en başından beri üstünde duruyorum bu akıl kaçırma halinin, kaldı ki içki için reşit olma şartı var, şeker ve mısır şurubu için böyle bir engel yok, biliyorsunuz her yaşa uygun bir gıda şeker, mısır şurubu, özellikle çocuklara, burada daha da vahim olan asıl mesele ne biliyor musunuz, şeker, mısır şurubu yüzünden olması gereken insanlar değiliz, çünkü şeker, mısır şurubu büyüme hormonunu baskılıyor, engelliyor, daha uzun boylu olabilecek, daha kaslı olabilecek çocuklarımızı, ve tabi ki sonuçta insanlarımzı eciş bücüş yapıyor, bunun da ötesinde sağlıksuz ve sinirli yapıyor, bütün bu olumsuzluklar bizler için, hepimiz için geçerli, o büyüme hormonuna bizim de ihtiyacımız var, sağlıklı, zinde ve genç, dinç kalabilmek için, şeker, mısır şurubu yiyip içerek ateşle oynuyoruz ve bunun farkında bile değiliz.

Yani şu anki şekerli, mısır şuruplu hallerimiz gerçek hallerimiz bile değil, biz aslında biz değiliz, aslında bambaşka insanlarız ama şu anki örüntümüz yanlış ve farklı, ben, benim 76 kilo olmam imkansız gibi bir şey, 25 yaşına kadar 40 kiloyu görmedi vücudum, süpürge gibi bir şeydim, bu ben olabilir miyim, hayır, aklım gerektiği kadar başımda olsa, eskiden olduğu gibi, o pisliğin bana bu pislikleri yaşatmasına izin verir miydim, en azından bu denli, beni, çocuklarımı aç, susuz bırakmasına ses etmeyecek kadar, hayır, şu an bile çok daha farklı bakıyorum meseleye, çok daha güçlü, kızım bu bir ay süresinde önce 4 kilo verdi, sonra 6 kilo aldı, bir ayda, şimdi yanakları, karnı tombik bir kız, böyle bir şey olabilir mi, ben 1 kilo bile veremezken, demem o ki, fırsatınız varken, beni bulmuş, okumuşken kaçırmayın o fırsatı ve aklınızı bir an önce başınıza alın, şeker ve mısır şurubu yemeyerek elbette, ki aklınız başınıza gelsin, şekere, mısır şurubuna heba ettirmeyin hayatlarınızı.

Böyle böyle dunkoflaştırıyorlar bizi ki istedikleri gibi oynayabilsin, oynatabilsinler, amerikalıların hali neden dunkof, şeker ve mısır şurubundan, bol beyaz ekmekten, fast fooddan, bizi de onlara benzetmelerine ramak kaldı, obezlikte amerikadan sonra gelen ikinci ülkeyiz bu arada. 

***>> SEVEMEZ KİMSE SENİ , BENİM SEVDİĞİM KADAR ! <<ALZHEİMER / DEMANS HASTALARININ ÖZEL BAKIM EVLERİNDE BAKILAMAYACAĞINA ŞAHİT OLDUM …
ŞU ANDA BİR YARDIMCI İLE BİRLİKTE , ONLARDAN BİN KERE DAHA İYİ BAKTIĞIMIZI GÖRDÜM …
HASTAMIN GÜN GEÇTİKÇE İYİYE DOĞRU GİTMESİ
BENİ VE YAKINLARIMIZI MUTLU ETTİ . YAPTIRDIĞIMIZ
EGZERSİZLERLE ELLERİNİ YENİDEN KULLANABİLMESİNİ
SAĞLADIK . İLAÇ DOZLARINI KONTROLLU BİR ŞEKİLDE AYARLAYARAK , YUTAK SORUNUNU GİDERDİK . ŞU ANDA KANA KANA SUYUNU DA İÇİYOR YEMEĞİNİ DE RAHATÇA ÇİĞNEYİP YUTABİLİYOR … İLGİLENENLERİN BİLGİSİNE ..

Bunu facebookta biri paylaşmış, ben de ondan paylaştım. Adam emek verip paylaşmış sonuçta. Alzaymır olan karısı, bunu yazan kişi erkek.

***Evim şehrin kenarında, kıyısında, yazmıştım, 17 nisan günü, referandumun ertesi günü yani, ibibik, hüt hüt kuşu gördük kızımla, muhteşem bir güzellik, hiç görmemiştim, geneli turuncu, kanatları siyah beyaz çizgili, büyükçe bir kuş, hiç ufak değil, daha sonra da birkaç kez gördük, göçmen kuşmuş, baharda gelirmiş, bugün de balkona kerkenez kondu, oradan oraya atladı, mindere, çamaşırlığa, balkon demirine, tekrar mindere, keyif sürdü balkonda, camın ardında bizi görmesine rağmen kaçmadı, sıcaktan kaçıyor olmalı, hava fena halde sıcak, bir gölgelik, bir ağaç gölgesi bile bulamıyorlar hayvancağızlar, hem balkonlar daha güvenli, üst katlarda boş evler var, oradan alışmışlar. belki susamıştır diye balkona su koydum uzaktan, arada cam olmayınca korkup kaçtı, kahverengi, bej karışımı renkte yine iri bir kuş kerkenez, havada asılı durabiliyor, şimdiye kadar hep havada asılıyken görürdük, uzaktan, geçen yaz böyle yaklaşmamıştı, bu yaz hep yakınımızda uçuşuyor, suyu duruyor balkonda, belki yine gelir, yanında ince bulguru da var, bizim kuşumuz olsun o, sadece siyah olan fırlak gözleri var, onun da başı baykuş kadar fazla dönüyor, 180’den fazla, hiç hareket etmeden her yeri görüyor, 360’yi çok rahat pgörüyor, sadece başını çevirerek, ama baykuş gerçekten uğursuz bir kuş, ölümü haber veriyor, ve akşam karanlığında korkunç bir sesi var, geçen yaz 15 temmuz sırasında, 16 temmuz akşamıydı sanırım, ve sonrasında iki kez tam balkonumun karşısına kondu ve avazı çıktığı kadar cırtlak cırtlak bağırdı, cidden korkutucu bir hayvan, korktum yani.

Balkona gelen saksağan olunca kovalıyorum ama, o bir kerkenez değil, ibibik te değil, arsız bir saksağan, hiçbir özelliği, asaleti yok, hemen pisleyiveriyor ortalığa, güzel değil, sesi de çirkin, kuşlar dünyası da insanların dünyası gibi, ya da biz öyle kişiselleştiriyoruz, yani ben, sünepeler, kötüler, iyiler, kararlılar, yılışıklar, kahpeler, ne ararsan var.

***Kıl konusunda doktorların bildikleri bir şeyler var demiştim ya, veya bildiklerini düşündükleri, var gerçekten, el röntgeni isteniyor endokrine gelen çocuklardan, gördüm, bizden de isteyeceklerdi, sonradan istemediler, el titremesiyle mi ilgili acaba diye düşünmüştüm o zaman, dünkü haberi izleyince bağlantıyı kurdum, cep telefonu ve tablet kullanırken ellerini kullanan çocukların el deformasyonunu görmek için istiyorlar, geçmiş telefon tablet bağımılılığı oranını görmek için, yani çocukta şimdiye dek alınan radyasyonun haritasını çıkarıyorlar kendilerine, artan tiroid kanserinde esas etki ya osman müftüoğlunun dediği gibi çernobil değil de telefon, tablet radyasyonu ise ne olacak halimiz, milletçe kıyıma gideceğiz bu demektir ki, çünkü herkes bağımlı, bağımlı olmayan yok gibi telefonuna, ben değilim, sabah tabletimi açıp yazacaksam yazıyorum, bazen gün içinde de yazdığım oluyor, bir de sabah 15 dakika facebook turu, akşam da bir kez daha göz atıyorum facebooka, o kadar.

Günde 5 saatten fazla kullananlarda, kas, iskelet sistemi ağrısı görülüyormuş, ultrasonla bakıldığında çocukların kullandıkları tek elin sinirlerinin büyük oranda zarar gördüğü anlaşılıyormuş, parmaklardaki bu baskı kalıcı hasara yol açabiliyor, el, bilek, kol, boyun ağrıs yapıyor, ve bütün sinir sistemini etkiliyormuş, elde yanma, karıncalanma, uyuşma, his kaybı, baş ağrısı yapıyormuş, çift elle kullanmak ve yüksekte, göğüs hizasında tutmak gerekliymiş, bunlar da teknolojik hastalıklarımız işte.

***Dün cepaya gitmek için duraktaydık kızımla, akşam vakti, metroya kadar gideceğim, bırakayım diyen birinin arabasına bindik, mesafe uzun, koru metrosu buraya 15 dakika, bir şirket çalışanına sabah akşam şoförlük yapıyormuş, gündüz boşmuş, 33 yaşında 3 çocuğu olan bir adam, havadan sudan faslından sonra inşallah, maşallah, Allaha şükürlere geçince akp lisiniz galiba dedim, beni sordu, ben akp li değilim dedim, beğenmediğiniz bir yönünü söyleyin dedi, hiçbir şeyini beğenmiyorum dedim, amerika ypg ye silah veriyor, erdoğan karşı çıkıyor, ama gerçekten mi karşı çıkıyor yoksa göstermelik bir oyun mu belli değil, fetö zaten belli, fetö savcıları, hakimleri fetöcü olmaktan tutuklanıyor, bir bok kuyusu gibi eşelendikçe kokusu çıkıyor, daha nereye kadar çıkacak belli değil ve bunun da sorumlusu akp, biz değil, mhp ne hiç belli değil, orospu karıya çevirdi siyasetini, chp yürüyor, benim için mi, bizim için mi, yoksa başka bir düzenin korunması, kollanması için mi, göz boyamak, oyalamak, kandırmak için mi, bir ali cengiz oyunu mu, o da belli değil, yaşınız yetiyor, bu ülke 14 yıl önce mi daha yaşanılır bir ülkeydi yoksa şimdi mi, şu an mutlu ve huzurlu muyuz, el birliğiyle ülkenin içine ettiler dedim, yol da bitti, vedalaştık, söylediklerime hak verdi, hiç itiraz etmedi bile akp li.

Yüzde yüz olan ithal et vergisi yüzde 26’ya düşürülmüş, yem ithalatı vergisi de düşürülmüş, adım adım dünyanın kucağına oturtulma planları yapılıyor, madem öyle, ette böyle bir durum var, ithalatı kolaylaştırmak yerine kdv sini düşür etin, hem üretici hem tüketici sevinsin, elin gavurunun üreticisini sevindirmek niye, amaç üzüm yemek değil bağcıyı kovalamak olunca durum bu tabi, sonra da yol yapıyor, ama asıl kime yol yapıyor o belli değil, o yolların kazığı bize bir girecek ki nasıl, açlığa mahkum edilmezsek iyi, 60 lira etin kilosuyla zaten etsizliğe mahlum edilmiş durumdayız, marketten aldıklarının yarısının yekününü et oluşturuyor, 100 liralık alışveriş ediyorsan yarısı et, osman müftüoğlu karbonhidrat ve proteini evlendirin, yani birlikte tüketin diyor, nasıl olacak bu.

***Bir zavallıya zavallı olduğunu söylemek ne yüceltir ne de yükseltir insanı, o bir zavallı olduğunu bilse de bilmese de bir zavallı olarak yaşayacak nasıl olsa, hep yaşadığı gibi, hiç değişmeyecek, çünkü değişebilmek gibi bir şansı yok, olmayacak. Sen bir zavallısın, hani herkesi zavallı olarak görüyorsun ya, hakir görüyor, küçümsüyorsun ya, kimleri gördüğünü sen daha iyi biliyorsun, asıl sen zavallısın, 7’sinde neysen 70’inde de o’sun, senin o eziklemeye çalıştıkların var ya, onlar senin 70 katın insan, ama senin değer ölçün insan değil, mesele orada, insan değer ölçüsünü bilmek için insan olmak gerek, sen insan değil olsa olsa ancak bir mahluksun. Nasıl bir mahluk bir nefreti 70 yıl sürdürür ve nesilden nesile geçirir ki o nesiller bile o nefretin bir parçası olduklarının farkına varır, olsa olsa bir psikopat, hakkındaki bu tanıyı ben koymadım üstelik biliyor musun, benim tanım zavallı olduğun, bir zavallı.

Beyin yok, beyin olmadığı için yolmaktan kafada saç yok ama hocalarının gözdesi öyle mi, belli oluyor, onun için mi söyleyemediniz bir senedir okulunu bıraktığını, sınıfta kaldığını, birine bulaştığın yetmedi, attığın çamur yetmedi mi, dediğini hatırlıyorsun değil mi, onu unutturacağımı sanıyorsan çok yanılıyorsun, derviş her gördüğünü kendi gibi sanır, onlar senin meziyetlerin, şimdi diğerinde mi sıra, ona bulamadın mı bir kulp, hıı, yaz okuluna gidiyor taş kafalı, beyinsiz, ne sen ne de senin geri zekalıların onun gittiği okulun önünden geçemezsiniz, var mı bir diyeceğin, çok mu içine dokunuyor, hazmedemiyor musun, vah, yazık, çok acıdım haline, sen iflah olmaz bir zavallısın, bu da sana bir kapak daha olsun, ne laf anlamaz bir taş kafalısın sen, bana bulaşamayınca rahat edemiyorsun herhalde, it ürür kervan yürür, itinki ürümek, çatla da patla. Sen anayı da evlattan ayırmayı bilirsin de, anayı evlada kötüleyerek, senin anan kötü diyerek, ama bana, evlatlatıma sökmez, sökmedi senin o numaraların, ben senin ne mal olduğunu, mayanı iyi bilir, çocuğumu da ona göre vaktinde uyarmasını bilirim, bildim, çelemedin akıllarını, o mu derdin, dert mi oldu içine aramıza giremediğin, aralarına girdiğin analarla evlatların biri bir yanda diğeri bir yanda, çok mu memnunsun bundan, bilmediğimi mi sanıyordun, ben her şeyi bilirim de bilmem, yılan. Senin yaşın kaç onların yaşı kaç, senin yaşın 60, onların yaşı 20, kendi yaşıtlarının arasında eğlenilebilecek olduklarının hepsini mi tükettin, erken giden yol alırmış, hiç utanmıyor musun hareketlerinden, benim hayatımı karartığın az mı geldi, şimdi çocuklarımda mı sıra, adi pislik, çocuklarımdan da benden de uzak duracaksın, anlaşıldı mı. Sabrımın sınırlarını zorlama istersen, dökerim buraya 40 yılı, hani 40 yıl öncesini, anlarsın ya, birde ilan ederim facebookta, sonrasını sen düşünürsün, benim için çok zor değil, çıkar ortaya kim akıllı kim deli, o kişnediklerine anlatırsın ne mal olduğunu, ben biliyorum onlar da bilsin, şahidim bile var, o zamanki ben, o zaman yazdıklarım, hani okumuştun ya bir zamanlar, günlüklerim, içinde neler yazdığını sen de biliyorsun, bir daha çocuklarımla eğlenmeye, oyun oynamaya kalkarsan onları buraya geçirmekte bir an bile tereddüt etmem, bilesin, bunları konuşmadığım, yazmadığım her gün için otur kalk Allaha dua et.

Hadi bana sevgin yok, ezelden beri, bunu biliyoruz, emeğime, yaşadıklarıma, yaşanan onca şeye de mi saygın yok, gerim gerim gerinip ohlanıyorsun değil mi oradan, başına dönsün inşallah, başında zaten, deli deliyi görünce sopasını sakladı, me güzel de oldu, kıçına kalsa beni ayırmayacak, sana sormuştum ayrılıp ayrılmayacağımı, senin o ucuz numaraların bana sökmez, hadi çocuklarıma da sevgin yok, sevgisizsin, bu yaşta yaşadıklarına, yaşanmışlıklarına da mı saygın yok, daha ne istiyorsun çocuklarımdan, yaşadıkları yetmemiş gibi birde sen ekşiyorsun başlarına, sen ne iğrenç bir insansın ki çıcuklarımın kişilikleriyle, dengeleriyle oynamakta kendince bir mahsur görmüyorsun, bunu bana yapsan umurum olmaz, ben seni bilirim sen beni, ama o çocuklar bilmiyorlar işte iğrençlik dereceni, adamdan sayıyorlar, mesele de orada, çok umrumda değil kimi sevip kimi sevmediğin, istediğini sev istediğini sevme, istersen nefret et, umurumda değilsin, sen nesin ki sevdiğin ne olsun, ne senin ne sevdiğinin bir hükmü yok gözümde,ama gölge etme başka ihsan isteyen yok senden, kara gölgeni üstümüzden çekmen yeterli. Bana saldırdığın, saldırdığınız gibi, azıp azıp çocuklarıma saldırmana seyirci kalacağımı sanıyorsan çok yanılıyorsun, git ateşini başka yerde söndür bu defa, soğuk suyun altına gir veya. Songül yapınca duymayan kalmasın, davul zurna eşliğinde yedi mahalleye haber gitsin, kendiniz yapınca birbirinizin bokunu örtün, songülün çocukları yapınca yine davul zurna, yine duymayan kalmasın, kendi çocuğunuz yapınca gizli saklı, aaa, ne yapmış ki canım, nişanlısı, Allah tamamına erdirsin, meleklerim benim, dünkü şeytanlar şimdi melek, adamına göre, Allah inşallah gün yüzü göstermesin, bana ettiklerinizin acısı onlarda çıksın, daha fazla sizinle uğraşmak istemiyorum, yeterince yediniz ömrümü, niye çekiyorum ki sizi, benim için ne kıymetiniz, ne farkınız var, selamsa yolda selam verenden bol ne var, hepinizin, topunuzun canı cehenneme. Açmamışım telefonu, sabah 11’de, defalarca arıyor, yetmedi oğlumu arıyor, bir değil, iki değil beş kere, yol bir iş iki o arada oğlumu da bir güzel sokuyor, yarım saatin içinde, hızını alamıyor akşam da mesajlarla sokmaya devam ediyor, olay var olay, derdi aramak falan değil, açık kapı aramak, yakalayacak aklınca ki yine yedi mahalleye duyursun, arkamdan davul zurna çalacak, sen gelip yapıyorsun ya benim işimi, kapıda da on tanesi sırada bekliyor, kapılarımı kırıyorlar, kendinle mi karıştırdın beni, geri zekalı embesil. Ne ölüm ne dirim, sizi affetmeyecek.

***Fi tarihinde, bilinmeyen bir tarihte, bilemem, hiç duymadığım için nereden bileyim, neyini duydum ki bunu duyayım, ben eşek gibi çalıştım, evde iş yaptım sadece, belki 5 yıl, belki 10 yıl veya daha fazla bir zaman önce, bilinmeyen bir miktarda, şimdi söylenen on bin, rivayete göre çok daha fazlası, dtayı’ya verilen paranın karşılığı yıllar boyu alınamayınca karşılık olarak koyde arsa alınmış, dün, borç canım, paranın kaç yıl süründüğünün, eridiğinin ne önemi var, insanlık öldü mü, paranın lafı mı olur, kim bilir kaç kişide ne kadar takılı para var, bu hiç değilse bir kısmı bile olsa geri alınabilen, borç olarak verilmeyenler zaten borç değil, ulufe, olunca dayanamıyor adam, ne yapsın, iyilik meleği, meleğim benim, ver gitsin, evdeki taş yemeye alışkın nasıl olsa, sürsün şimdi ağalığını mı eşekliğini mi bilemem, istediğini, eşşeoğlueşşek, kendi beş para etmeyenin parası da başına yansın.

Benim yıllarca sormadığım, soramadığım, zaten de bilmediğim paraların hesabını benim yerime yosma kardeşi soruyormuş, benim sandığım paranın gerçek sahibi varmış ta benim haberim yokmuş, geçen gün ona verdin ne oldu şeklinde hesap sormuş, buna verdin ne oldu şeklinde, telefonda kavga ederek, oğlumun yanında konuşmuşlar, kavga etmişler yani, hatta benim emekli olduğumun hesabını bile sormuş, o karıyı da emekli ettin diyerek, 25 yıl ona karılık eden ben, hesap soran yosma kardeşi, ben bilmiyorum o biliyor kimde ne para olduğunu, oğlumun ağzı açık kalmış, yürek yemiş dedi onun için, hadi beni de geç, adamın 15, 21, 23 yaşlarında 3 çocuğu var, ikisi delikanlı ve babalarının işinde, işlerinde yardımcı, ve hesap soran kardeşi, hemde iyiyürek yemiş, zırdeli, 30 yıldır benim paramla yaşıyor üstelik o karı, ben çalıştım hazırını onlar yedi, kendi ve kızı, benim ve çocuklarımın hakkıyla, asıl benim paramla, benim hakkımla emekli olan, yaşayan o, arsız, evlerden uzak, aman, zararın neresinden dönsen kar, kaçan kurtulur bunlardan, illetler, ben kurtuldum, Allah bilsin, Allah sorsun, Allah çıcuklarıma akıl, ihsan ve sabır versin.

*En az 15 yıl önce verilmiş o para, dtayısının oğluna, dağıtım kurumu mübarek, yol geçen hanı, benim haberim var mı, yok, ona ne yapsam, ne etsem az, azmış, andavallı aptal, bana akıllı, ele aptal, evdeki kişi sayısından bir tane fazla evde terlik olmaz, yorgan olmaz, olan yorganlar için de nevresim olmaz, hiçbir şeyin yerine yenisi alınmaz, eskimek diye bir kavram yoktur bizim evde, kopana kadar kullanılır her şey, kopsa ne olur, hepsi yasaktır, gizli yasaklar, alsan müsrifliktir, al da gör, kırar, döker, döver, deli, ayağındaki terliği 5 yıldır giyiyor olsan, ve terlik alsan, sen niye aldın der, sen niye ayakkabı alıyorsun desen ben insan içine çıkıyorum der, ben hayvanat bahçesinde yaşıyorum, deli, 25 senede aldığım halı sayısı 2, o da 25 yıl önce, alınmaz, halı olmasa ne olur, ama torlayıp toplayıp ele vermek iyilik, çok iyi adam, bildiğiniz gibi değil, al hayrını gör şimdi elin. 15 yıl önceki 8 binin karşılığı şimdiki 10 bin, bayağı iyi bir ticaret, parayı alan için, aptallar olmasa akıllılar kimden geçinecek, karamanın koyununun oyunları şimdi çıkıyor ortaya. Şöyle hesap edeyim, o zaman 2500 liraya aldığımız bir arsa şimdi 70 bin ediyor, yani o zaman o arsadan 3 tane alınabiliyormuş, karşılığı şu anki parayla 210 bin, haraç mezat aldığı arsanın ederi 10 bin, sadece küsüratı, veya burada, incekte 18 yıl önce 300 metre kare arsayı 4 bin liraya alıyormuşsunuz, şimdiki değeri 300 bin, bir değil iki tane bile alınabilirmiş, iyilik meleğim benim, anayı danayı geçtik dıdının dıdısına kadar yürümüş paralar, bu kadarını ben bile bilemezdim, biliyordum gerçi, on yıl önce yetti bu kadar, artık dağıtma dediğimde biz seninle ne paylaşıyoruz demişti ya, kimlerle neleri paylaştığı şimdi daha çok ortada, amcalarının oğulları, halalarının oğulları, teyzelerinin oğullarını, kızlarını da düşünmüştür eminim, orospu çocuğu.

Siz orada oropu çocuğu olarak okuyorsunuz ya, hissettiklerimi daha kısa ve daha öz bir biçimde açıklamak için başka bir dil bulamadığımdan, bilemediğimden, oysa kaç katmanı var orada o orospu çocuğu sözünün, dört duvar arasında hiç yaşanmadan geçen bir hayat, sadece iş yaparak, çalışıp çabalayarak geçen, ütü, yemek, temizlik, çocuk bakımı, alışveriş, okul servisçiliği, hakem, yargıç, kontrolör, bıçak bileyici, çamaşırcı, bulaşıkçı, su kapağı açıcısı, aşçı, tamirci, garson, aklınıza gelen ne iş varsa hepsi, hepsinin üstünde bastırılmışlık ve sindirilmişlik, ezilmişlik, orospu çocuğu, gün 24 saati birbirine birleştirdim çoğu zaman, sonu ne, bir orospu çocuğu, inim inim inleyerek geberirsin inşallah, çocuklarımın ah’ıyla, benim ah’ımla. Benim neyim var, karısı olacağıma dtayısının oğlu olsaymışım daha karlı çıkarmışım, boşa etmişim onca eşekliği, pis eşşeoğlueşşek. Ne aptal, ne kör, ne sağırmışım, kendime kendim hayret etmekteyim, tek tesellim geç te olsa onu bensizliğe mahkum etmeyi, sonunda, becerebilmiş olmam, ya hala ona hizmetçilik etmeye devam ediyor olsaydım, dünya kaç bucakmış görsün baklım, bensiz, benim kadar aptalını biraz zor bulur, tek tesellim o, o da çekecek nasıl olsa, bana ettiklerinin bedelini, bürileri çektirecek, benim yerime de, bunun için hala yeterince vakit var neyse ki.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *