Press "Enter" to skip to content

Kadın; Düş Kırıklığı Kas.’11

Diyelim ki aldatıldınız, yok sayıldınız, kullanıldınız. Ömrünüzün büyük bir kısmı bu şekilde heba oldu.
Sizin kaymağınızı yiyip kendi balını başkasına akıttıysa; kazıklandıysanız açıkçası; bütün bunları hatırlayıp yaşatarak, size hala acı vermesine fırsat vererek yaşarsanız ömrünüzün kalan kısmını da heba etmiş olacaksınız. Oysa yapmanız gereken şey bu değil. Yapmanız gereken bu acının toplamından dersler çıkararak hayatınızı daha güzel ve yaşanır bir hale getirmenizdir.
Bunu yapamayıp aynı noktada takılıp kalırsanız hastalıklar, dertler yakanızı bırakmaz. Ta ki siz bunun böyle olduğunu, acı ile yaşanmayacağını, yaşanmaması gerektiğini anlayıncaya kadar. Onu orada bırakın. Kapatın üstünü gitsin. Sizden sonra mutlu olmuş, olmamış, pişman olmuş, olmamış ilgilendirmesin sizi.
Unutmayın siz onu kaybettiyseniz o da sizi kaybetti. Bu durumda eşitsiniz. Onda ne izler kaldığını asla bilemezsiniz. Ama bilin ki hayat her şeyin karşılığını veriyor insana. Er ya da geç. Bir başkasını mutsuz ederek mutlu olabilen var mı? Bakın etrafınıza. İşi Allah?a bırakın.
Bir itfaiye hortumu alın ve soğutun içinizdeki acıyı. Geride bırakın olanı biteni. İster sünger çekin; ister beton dökün ama sizi hala etkilemesine, ömrünüzün kalan diğer yarısını da mahvetmesine izin vermeyin.
Yaşamak için mutlu olmak; mutlu olmak içinse bir neden gerek insana. Bu nedeni bakarsanız bulabilirsiniz etrafınızda. Yeşeren yeni bir hayat. Bu sizin çocuğunuz olabilir, yeğeniniz olabilir, yeğeninizin yeğeni olabilir veya uzaktan yakından tanımadığınız biri. Sizin için o sizi hayata bağlayan bir nedendir aslında. Ona zaman ayırmak, acısıyla acımak, tatlısıyla sevinmek sizi geri döndürebilir hayata.
Aşkta, sevgide bulamadıysanız aradığınız mutluluğu, mutlu olanların mutluluğundan paylaşın bir nebze, ne kaybederler? Zaten bunca üzüntüden sonra çokta aranmıyor aşk ve cinsel sevginin verdiği mutluluk. Yorgun oluyorsunuz aşktan, ilişkiden, beraberlikten. Bir erkeğe verecek birşeyiniz kalmamış gibi hissediyorsunuz. Bir kez daha aynı şeyleri yaşayabilecek kadar takatiniz, gücünüz olmayabiliyor.
‘Nereye gitti; niye gelmedi?’ Sorular, sorular, sorular, cevabı bilinmeyen ve alınamayan sorular. Bir kez daha bu soruları soracak ve cevaplarını almayı bekleyecek kadar gücünüz kalmadığını hissediyorsunuz. Koyveriyorsunuz oradan sonrasını; ‘kim nereye isterse oraya gitsin.’
Burada dikkat edilmesi gereken husus o yeşeren hayatın bir hayvan değil bir insan olması. Bir hayvanla bir insan neyi ne kadar paylaşabilir ki! Hangi derdinizi anlatabilirsiniz bir köpeğe veya bir kediye. ?İnsan insanın ağusunu alır.? Bir hayvanın dostluğu size geri dönmez ama bir insanın dostluğu her daim kalıcıdır. Diyelim ki kalıcı olmadı, başka bir dostlukla perçinlersiniz mutluluğunuzu. Seçenekler sonsuz. Korkmayın; dalın insanların içine; bir kucak açan olacaktır mutlaka.
Unutma; onunla hayatını devam ettirmiş olsan mutlu mu olacaktın? Hayatın hala o azap içinde geçse daha mı iyi olacaktı? Şükret ki sol köşeden sıyırdın. Hiç fark etmeden yaşayıp gitmek daha kötü olmaz mıydı? Bir 3-5 yılını daha heba etmiş olsan!
Kimin ne kadar karda veya zararda olduğunu, asıl kaybedenin kim olduğunu asla bilemezsiniz. Bu nedenle içinizi ferah tutun.
Bütün bunları kendim için olduğu kadar acısını soğutamadığını gördüğüm kadın arkadaşlarım, kız kardeşlerim için yazdım.
The ‘don’ Meselesi; 
Her anasının karnından erkek olarak doğan, kendinde kadın olarak doğanlara hükmetme hakkını buluyor. Kendini doğuran anasına bile. Yaşlıymış, bilgiliymiş, tecrübeliymiş, annesiymiş, kendi için fedakârmış, bunların hiçbirinin anlam ve önemi yok. O erkek ya, bitmiştir. Çevreden, sağdan soldan görüp öğrendiği bu çünkü. En çokta babasından. Babalarını model alıyorlar ne yazık ki! Babasına olan tavırları asla bu şekilde değil ama. Ondan hiçbir fedakârlık görmemiş olsa bile.
Dönüp adam diye yüzüne bakmayacağınız kişi bile trafikte geç, geç, çek, çek gibi el hareketleri yapabiliyor size. Veya kendine göre akıştaki en ufak bir problemde kornayla taciz edebiliyor, sıkıştırmaya çalışabiliyor. Hele birde kazara önüne geçtiyseniz vay başınıza gelene;))) Sen kim oluyorsun da adamın önüne geçiyorsun. Kadınlığını bil, geride dur;))) Aynı hareketi karşısındaki erkek olsa yapmıyor, yapamıyor ama.
Böyle bir davranışla karşılaştığımda aynı tarz hareketle geri dönüyorum o kişiye. Fena içlerine dokunuyor. Evdekine yaptıklarını bana yapamamanın acısı oturuyor içlerine. Evdekinin de intikamını alıyorum bir bakıma böylelikle.
Pısmam mümkün değil. İç rahatlığı ile dönüyorum evime en azından. O düşünüp hayıflansın, ben değil. Hepside korkak ayrıca. Deli deliyi görünce sopasını saklıyor belki de;))) Kimse başına fazladan bela istemiyor sonuçta. Kuyruklarını toplayıp altlarına bir güzel kaçıyorlar. Bende istemem yoktan yere bela ama gerekirse de hiç geri durmam. Kaşınanı kaşırım.
Ne tesadüftür ki, oğullarım yanımda olduğunda bu tür davranışlara hiç maruz kalmıyorum trafikte. Azıcık iri kıyımlar ne de olsa. Gücü, gücü yetebilene anlayacağınız.
Bu tarz davranışlar sergilen kadın sürücü yok gibi bir şey trafikte. Her zaman kibarlık ve nezaket görüyorum trafikteki kadınlardan. Aynı benim gibi.;))) Yaa, normalde bende saygılıyım aslında ama damarıma basıyorlar; ne yapayım! Dünya sırf kadınlardan ibaret olmuş olsa hiç itirazım olmazdı bu işe;))
Öğrenciyken, yani bundan yaklaşık 20 yıl önce, derste konu kadın erkek meselesine geldi bir gün. Hocamız ateşli bir kadın hakları savunucusu. Bir erkek arkadaş ileri geri laflar etti kadın hakları hakkında. Sevinç Hoca ona döndü ve ?senin donunu kim yıkıyor? dedi. Orada kapandı o konu tabi. Daha fazla söylenecek bir söz kalmamıştı. Sizin donunuzu kim yıkıyor?
Mart’12
Tehlikeli Yalanlar filminin bir sahnesinden alıntıdır.
-Buradan ayrılmam gerekiyor. Ümitsiz bir aşkın pençesindeyim. Aslında buradan ayrılmak dünyada en son istediğim şey. Ama suçluluk hissetmek istemiyorum. Ne yapmalıyım; tavsiyeniz nedir?
-Bu gibi durumları doğru hatırlıyorsam aşkta tavsiyeler işe yaramaz. Bunu söylediğim için üzgünüm. Aşkı yaşamayı hak edenlerin hiçbiri mutluluğu bulamamıştır. Erkeklerin bizim gibi sevdiklerini mi sanıyorsun? Hayır; onlar hissettikleri mutluluğun tadını çıkarırlar; bizse verdiğimiz mutluluğun tadını çıkarırız. Erkekler kendilerini tek bir kadına adamayı asla başaramazlar. Yani sevgi yoluyla mutluluk aramak kederin birinci nedenidir kızım. Bu söylediklerim bütün erkekler için geçerlidir. Eğer seni serbest bıraktıysa buradan gitmelisin sevgili kızım.
***Boşanma;
Boşanmak mı istiyorsunuz? Boşanabilir, gidebilirsiniz elbette. Gitmeye hakkınız var. Hem de sonuna dek. Ama gitmek var, gitmek var. Bir edebinle gitmek var, birde edepsizce gitmek var. O kadın sizin hayata ?eş? olarak başladığınız kişi. Aranızda oldukça hatırı sayılır bir hak- hukuk meselesi var. O, hayatınızın eşi olmakla paranızın da eşi olmuş kişi. %50-%50. Yani fifti- fifti. Bizdeki deyişle yarı yarıya. Geçmiş ve gelecek bütün paranızın ?eş? ortağı. Nasıl mı? Tabi ki 10 yıl, 20 yıl size hizmet vererek. Siz çalışıp para kazanırken o sizin için çalışmış. Yalan mı? Yalansa siz haklısınız ama ya değilse?
Ona bu hakkı veren aslında sizsiniz; yıllarca bu hizmeti ondan alarak. Akşamları sizin eliniz tv kumandasının üstünde gezinirken karınızın elinde ne vardı, bir hatırlayın bakalım. Siz sabah ?işe? gitmek için giyinirken karınız neredeydi? Mutfakta, değil mi? Size kahvaltı hazırlıyordu. Ne için? İşe rahatça gidip evine ve kendine para getirebilmeniz için.
Gün boyu yaptıkları da bunun içindi. Gireceğiniz duşu, kullanacağınız tuvaleti, lavaboyu, bakacağınız aynayı, oturacağınız odayı, koltuğu, yatacağınız yatağı, giyeceğiniz elbiseleri temiz tuttu, temizledi. Ütülerinizi yaptı. Gelince karnınız doysun diye yemeğinizi pişirdi, önünüze koydu, siz yiyince kaldırdı, yıkadı, yerine geri yerleştirdi. Ertesi güne hazırlık olsun diye. Bütün bunların arasında birde çocuğunuzu, çocuklarınızı büyüttü. Bu konforu; bu 4-4?lük hizmeti 5 yıldızlı otelde bulamazsınız. Aldığınız diğer hizmetleri siz benden daha iyi bilirsiniz nasılsa. Hal böyle olunca fifti-fifti kaçınılmaz oluyor. Şimdi hesap kesim tarihi. Toptan.
Bütün bu yapılanların bir nedeni vardı elbette. Para olarak kendine geri dönüşü. Durduk yere kim kime gönüllü hizmetçi oluyor? Her şey karşılıklı. Evet, aptal olduğumuz yanlarımız var ama o kadarda değil.
Neyi düşünerek size bu hizmeti verdiğini sanıyordunuz siz? Aşk, tapınma, ibadet, hayranlık, iyi niyet, aptallık. Hepsinden biraz ama aslında hiçbiri değil. Anlaşma. Al gülüm, ver gülüm. Sadece hayatının, yaşlılığının, ileriki yaşamındaki rahatlığının güvencesi. Gerisi fasa fiso.
Kimse bu hizmeti, basit hizmetçiliği babasının oğluna, babasının kızına bile yapmıyor, yapmaz. Kardeş kardeşe minci parayla. Size niçin yapsın? Özelliğiniz ne? Siz ?keyfinizin? peşinde gideceksiniz diye o kadının bütün hayatını, hayattan beklentilerini bir çöp gibi fırlatıp atma hakkına sahip değilsiniz. Olamazsınızda.
Bir insanın emekli olma süresi 5 bin iş günü. Kadınların hafta sonu tatilleri de olmadığına göre ve hep ?gece gündüz fazla fazla mesai?ye kaldıklarına göre -bebek emzirme, çocuk bakma, sizin gönlünüzü etme vs.- bu süreyi doldurmaları; hatta bir değil birkaç kez doldurmaları kaçınılmaz. Hak, size gelince hak, başkasına gelince başka bir şey mi? Nasıl siz çalıştığınızın karşılığını alıyorsanız kadınlarında çalıştıklarının karşılığını almak hakkıdır. Emek emektir. İster bilgisayar başında oturun ister mutfak tezgâhında. Bilirsiniz hakkı gasp etmek ne erkekliğe yakışır ne de insanlığa.
?Hak değirmende? tavrını benimseyip gitme hakkınızda var elbet. Hak, yasa, adalet ve kafalar sizden yana nasıl olsa çoğunlukla. O kadının, eski ?eş?inizin vebalini yanınıza alarak tabi. Size ağırlık yapmıyorsa sorun yok ama hak yiyenin hakkı kendinde kalmaz. Onunda hakkını yiyen, hakkından gelen biri bulunur nasılsa.
Unutmayın; evliliğiniz boyunca ne kazandıysanız ve kazanacaklarınız dâhil fifti-fifti. Bir insanın umutlarını, hayallerini, hayatını boşa çıkarmaya hiç hakkınız yok. Yeterince şey almış oluyorsunuz zaten hayatından çıkıp giderek. Belki de vermiş oluyorsunuzdur; kim bilir  Her neyse; lafı fazla karıştırmayalım:)), bu kadarı onun hakkı, fazlasıyla. Geriye dönüp bakacak yüzünüz olur hiç değilse.
Yeni gelen hanımınızda kalan para ile idare ediverir artık; şu kalan %50 ile; tabi bu şartlar altında gelirse. Hazıra duacı bu kadar olunur. Hazıra konmayı herkes bilir. Buyursun gelsin. O kadın, eski karınız çeksin ceremesini, bir başka kadın gelip afiyetle yesin. O boğaza kılçık takılır. Takılmayacağı varsa yine takılır. Karınız size geldiğinde siz o kadar paraya bile sahip değildiniz, hatırlar mısınız? Kazancınız azdı, belki kira ödüyordunuz, eşya almakta zorlanıyordunuz, belki evinize yeterli yiyecek bile alamıyordunuz, belki araba taksiti ödüyordunuz, belki ev taksiti, vs. Hayat sadece şu andan ibaret değil, değil mi? Maziye bir bakıverin, neler neler bıraktınız.
Konuya başka bir boyutundan bakalım şimdide. Bahçenize bir meyve ağacı tohumu ekseniz size meyve vermesi için yağmur yağmazsa sulamanız, dallanıp budaklanırsa budamanız gerek. Hiç değilse basıp ezmemeye, kırmamaya, üstünden değil de yanından geçip gitmeye dikkat etmeniz gerek. O yeşermekte olan filize saygı duymanız gerek. Sadece filiz olduğu için, yeşerdiği için, bir gün size meyve vereceği için.
Oysa eşim dediğiniz kadına bir tohum bırakıyor ve ?al hepsi senin, bütün sorumluluk sana ait? diyorsunuz. Neden? Kendi tohumunuz meyve ağacının tohumundan daha mı değersiz? Çocuğunuz bir meyve ağacından daha mı değersiz? Meyve ağacının meyvelerini almak çocuğunuzun mutluluğundan mutluluk almaktan daha mı güzel sizin için? Oysa bıraktığınız o tohumun yeşermesi için 9 ay gebelik süresi, doğum, loğusalık, aylar süren emzirme süreci ve elinden tutulup yürütüleceği yıllar, yıllar var.
Bir çocuk büyümek için ne emek ister bir bilseniz! Benimki de laf mı? Nereden bilecek? Çocuk mu büyütmüş ki bilsin. Bütün sorumluluğu ve yükü bir kadının sırtına bindirmeye kimsenin hakkı yok. O çocuğu yetemeyen, yetişemeyen, yetişmek için çırpınan bir annenin kucağına bırakmak her şeyden önce o çocuğa haksızlık değil de ne?
Bizler kapı arkasında, itile kakıla büyütülen, baba sevgisi ve ilgisi nedir bilmeyen çocuklar büyütmek istemiyoruz artık. Bütün yükü tek başına sırtlanmakta istemiyoruz. Eğer öyle büyütülüyor olması gerekseydi, Allah bir canı iki kişiye teslim etmezdi değil mi? Kadına kendi kendini dölleme yetisini de verir, olur biterdi. Yapamaz mıydı? Ama gördüğünüz gibi öyle yapmamış; bir erkeğe ve bir kadına teslim etmiş o bağrından çıkan canı.
Çocuklarımız; hepimizin çocukları sevgi, saygı ve hatta şımartılmayı hak ediyor. Anne ve baba sevgisini, ilgisini birlikte hak ediyor. El bebek gül bebek büyütülmeyi. Sadece ve sadece onlara sormadan onları bu dünyaya getirmiş olmamız sebebiyle. Gülen, mutlu çocuklar büyütmeliyiz. Gülen, mutlu insanlar, mutlu nesiller için. Hep birlikte. El ele vererek. Anneler ve babalar. Birlikte.
Çocuğu olan insanın hayatının yarısından çoğu çocuğuna aittir. Kalan kısmını varın tepe tepe kullanın. 
 
Kadın, hanımlık, ağustos’10
Kendi işinizi kendiniz yapın, bir başkasına havale etmeyin. İşinizi havale ettiğiniz kişiye sağlığınızı da havale edersiniz. İşleyen demir ışıldar. Kuaförlerde saatlerce sıra bekleyerek, manikür pedikür yaptırarak hanım olunmuyor bana göre. Hanım olmak bu kadar basit değil. Saatlerinizi boş işlere, geyik muhabbetlerine değil üretkenliğe, verimliliğe harcayın. O boşa geçen süre yerine bir salata yapıverin örneğin kendinize, çocuğunuza, birilerine. Dolu dolu yaşayın saatlerinizi.

Bir annelerimize bakalım, bir de kendimize. Onların fedakârlığının bizde kaçta kaçı var. Çakma anneleriz biz. Fast food anneleri. Bir kap yemek pişirmenin yerine çocuklarımıza döner, hamburger, pizza yedirmeyi reva gördük. Bu bilinçle yetiştirilmedik belki o yüzden. Sıkışıp kaldık ara yerde belki o yüzden. Anne olmalısın, güzel olmalısın, bakımlı olmalısın, şık olmalısın, çalışmalısın, her şeye yetişmeli, her alanda herkesle rekabet edebilmelisin ki başarılı olabilesin. Çarkın dişlileri içinde ezildik. Yaşam amacımızdan saptık, saptırıldık. Çocuklarımızı unuttuk, unutturulduk.

Ezilen kadın rolünü reddederken erkeklere hadlerini bildireceğiz diye çocuklarımızın, kendimizin sağlığını heba etmeyelim. Akıllı ve uyanık olup hem haklarımıza sahip çıkalım hem de hayatlarımızı akılcı sürdürelim.

Çocuklarımız iyi, doğru beslenmedikleri, gerekli vitamin ve mineralleri alamadıkları için genç nüfusta kellik oranı artmış. Abur cuburla, dışarıdan yenen basmakalıp yiyeceklerle nereye kadar? Un var, yağ var, şeker var, helva kavuran yok! Kuru fasulyenin, nohutun, Bulgur pilavının, yeşil mercimekli yoğurt çorbasının suyu mu çıktı? Biz bunlarla büyümedik mi? Çocuğumuza onun bunun mıncıkladığı ekmek arası etleri yedirdiğimizde annelerimizden daha mı iyi anne oluyoruz? Annelerimiz kadar anne olalım yeter!

Mutfağa girelim kadınlar! Bizim yerimiz, hepimizin, kadınların ve erkeklerin yeri orası. Herkes yemek yemeye mecbursa eğer ki mecbur, herkes girmeli mutfağa. Hiç kimsenin ayrıcalığı yok bu konuda. Kim demiş sadece kadınlar yemek yapar diye? Yemeği kadınlar yapıyorsa neden bütün aşçılar erkek?

İş yapabilen iki kolu ve bir boğazı olan her yaratık yapabilmeli yemek. Böyle şeyin tembelliği mi olur? Yaşamamız yememize bağlı iken yemek yapmamak, yapamamak, yapmayı bilmemek, becerememek, ne demek? Bu nasıl bir saçmalık? Kimsenin böyle bir lüksü yok, olmamalı. Hayatını bir başkasının eline bağlamak da ne demek? Hiç kimse bu denli aciz olmamalı. O el yok olursa ne olur? Başka bir ele muhtaç olursun. Ne kadar ayıp bu denli birilerine bağımlı olmak!

İnsan her koşul altında hayatını sürdürme yetisine sahip olmalı. Hayatı sürdürebilmenin baş koşulu ise yemek yemek, yani yemek yapmak olduğuna göre! Ben bir insanın ‘yemek yapmayı bilmiyorum’ demesini akıldışı olarak karşılıyorum.

Çocuklarımız bile, yapabildikleri oranda yapsınlar yapılması gerekeni. Herkes bilsin ki bu bir sorumluluk, insanın kendi varlığının sorumluluğu. Ve bir kişinin üstüne atıldığında bütün sorumluluk bir kişi, bir kişinin yapabileceği kadarını yapar. Ola ki bir gün bıkar, yapmak istemeyebilir, zor gelir, tadı tuzu kalmaz yenen yemeğin. Gün olur, kolayına kaçar, üstünkörü geçer. O da etten kemikten. Oysa iki elin sesi var. Boğaz sizin boğazınız! Neden bırakacaksınız ki yapmaktan bıkmış birinin eline? Erkek olun, kadın olun, çocuk olun, yemek yapın ve afiyetle yiyin.

Bazı aile biçimleri var ki, maddi birikimlerini çocuklarının ve kendilerinin beslenmesini çok daha önünde tutuyorlar. Makarna ve çorba ile çocuğunun protein aldığını düşünüyorsan nafile! Vücudun yapı taşı protein. Protein yerine konulmadıkça o çocuğun gelişimi tamamlanmaz ve eksik kalır. Sonuç, kısa boylu insanlar. Garip bir milletiz biz. Ev almayı çocuğundan ve kendinden önemli sayacak bizden başka ?aptal? bir millet düşünemiyorum. Etrafımızda hep bu tür insanlar görmeye alışkınız, garip bile gelmiyor artık bize. Milletçe boy kısalığımızın nedeninin bu ?tutumluluğumuz? olduğunu düşünüyorum.

Genetik falan hikaye. Genetiktense iyi beslenen yeni neslin boyları bizden neden uzun? Dağılan Rusya?dan ülkemize gelen Ruslar bize göre daha zor koşullardan geliyor olmalarına rağmen bizden çok daha uzunlardı. Nedeni hayatlarında beslenmeyi birinci plana koymalarıdır. Aç ayıyı oynatmaya çalışıyoruz milletçe.

Birde bulamayan kesim var. Sözüm kesinlikle onlara değil. Ama yinede kuru fasulyenin kilosu iki kalıp çikolata fiyatına. Çikolatanın kime ne faydası olmuş? Köpek yese kör oluyor, dozu fazla kaçarsa köpek ölüyor. İnsandaki etkileri ne belli değil. Akılcı bir alışverişle çok daha verimli olunabilir çocuklar için. Çözüm bilinçli tüketim, bilinçli tüketici. Salam, sosis, sucuk yerine et, balık, tavuk ve bakliyatı, beyaz peynir yerine lor peynirini, çayın, şekerin yerine kahvaltıda sütü koymak, abur cuburu, sigarayı, içkiyi, gazlı içecekleri tamamen hayatından çıkarmak gibi ekonomik önlemler alınabilir.

Çocuğunun süt parasından kısıp içkiye, sigaraya para veren öyle çok insan var ki! Ne yazık ki! Bir bardak süt 50 kuruş, bir diş dolgusu 50 ila 150 lira arasında değişiyor. Bedava olanını yaptırırsanız zaten bir işe yaramıyor, ağrısı, sızısı bitmiyor. Süt içmek çok daha ekonomik! Büyük, küçük herkes içmeli. Çayın kimseye bir faydası yok.

Diğer bir etken, çalışan anneler ve çalışan annelerin anlayışsız, sorumsuz ve bencil kocaları. Kadın çocukta yapar kariyerde ama ancak bu kadar yapar. Kadında erkek kadar etten, tırnaktan yapılmış, robot değil! İşte yapılan işten yorulunabiliyorda evde yapılan işten yorulunmuyor mu? Vakit bulamayabiliyor, yorulabiliyor ve kolayına kaçıyor, ne denebilir ki! Yerden göğe kadar haklı. Sonuç abur cuburla, hazır yemeklerle beslenen yine az gelişmiş veya obez çocuklar.

Kellik konusunda stresinde etkili olabileceğini söyledi bunu açıklayan doktor. Geçen sömestr karne gününde genel bir tuvalette bir kadının çocuğunu dövdüğüne şahit oldum. İnanılmazdı. Kadın almış içeri çocuğu bir yandan bağırıyor, bir yandan hırpalıyordu çocuğu. ?Bu karnenin hali ne, ben sana zayıf getirmeyeceksin demedim mi? vs. vs. Kapıya vurdum, defalarca uyardım, hışmından ben bile nasibimi aldım. Durduramıyordu kendini kadın. Neden sonra çıktıklarında bir baktım çocuk sandığım annesinden uzun boylu bir kızcağız. Saç, baş darmadağın olmuş, gözünde yaşlar. ?Beni rezil ettin.? Dedi çıkıp giderken. ?Rezil olmana ne hacet, sen zaten rezilsin? dedim içimden, daha fazla hışmına uğramamak için.

Süslü püslü kokana. Ne oldum delisi. Üç kuruş para görmüş, onu da kuaförlerde harcıyor besbelli. Eminim bir jeepe biniyordur. Kızı da büyük olasılıkla özel okuldadır. Ne desin konken arkadaşlarına, nasıl izah etsin kızının başarısızlığını. Havası düşer, dersleri iyi olsa hava atmak varken. Açsın kendi eski karnelerine baksın önce bir. Bütün sene aklın neredeydi, gidip sorsaydın okuluna bir kez. Karne günü mü aklın başına geldi? Manyak kadın. Sinirlerimi alt üst etti.

Ne yapıyoruz biz? Kendi elimizle kendi kuyularımızı mı kazıyoruz? Özene, bezene, sevine, sevine dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızın canına mı kastediyoruz göz göre, göre? Ders adına, başarı adına, hırs adına, tatminsizlik adına. Kendi tatminsizliklerimizin acısını çocuklarımızdan mı çıkarıyoruz? O çocuk kim? Onu ilk kez kucağına aldığında ona böyle davranmayı mı planlamıştın? Kendimize gelelim hanımlar, beyler! Onlar bizim çocuklarımız ve onları mutlu etmek için getirdik dünyaya.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *