Press "Enter" to skip to content

Günlük 2n Şubat’15

***Estetik doktoru Dilek Avşar bütün kanalları geze geze paraya doyamadı yıllardır, bügünde Dilara Koçak?ın programındaydı, geçen haftada oradaymış, öyle övüyor ki estetik ameliyatları millet koşa koşa gidecek.

***İngiltere?de estetik ameliyat yaptıranların sayısında azalma olmuş, %9 oranında, özellikle burun estetiği yaptıran ve silikon taktıranların sayısında önemli bir düşüş yaşanmış, bu demek oluyor ki, yani bana göre, estetik ameliyatlar konusunda İngiliz kadınlarının gözü açılmış, darısı Türk kadınlarının ve bütün dünya kadınlarının başına.

***Aynı katta 4 daire var, biri boş, biri memleketine gitti, tam karşımda oturan bana gıcık kaptı, bildiğim bir sebebi yok, hiç olumsuz bir iletişimimiz olmadı halbuki, durduk yere, nedensiz, ona göre bu nedense bir neden var, karlı vakitte bazen ayakkabıları içeri almadım, kar suları eve akmasın diye, ona ifrit olmuş olmalı, çünkü apartman görevlisi birkaç kez bırakmamamı söyledi, o yollamış olmalı, oysa ki kapılarımızın arasında 3-5 metre mesafe var, görüntü sahasını bozdum galiba, her giriş çıkışta kapıları çarpıyor, merdivenlerde kapı var, ilk zamanlar bende kızıp aynısını ona yaptım, baktım vaz geçecek gibi değil artık duymuyorum çarptığı kapıları, üstüne saldırılacak adam arıyor, hiç uğraşamam, rehabilitasyon merkezi değilim, kızılacak değil acınacak hali var, bir zavallı, Allah yardımcısı olsun.

Bende insanım, kulağımı tıkayacak halim yok, apartman çalışanlarını haberdar ettim, gerekli uyarıyı yapmış olmalılar, dünden beri hiç çarpmadı, kapıların ne günahı var onu anlamadım, yazık değil mi, acıma duygusu da yok içinde demek ki, neyse, ben söyledim deli olduğunu, duyan da duymayana söylesin.

Yeni taşınan bir çift var, yeni evleniyorlar, gençler, 30 altında, erkek ?buzdolabını en ucuzundan alalım, ilerde daha iyisini alırız? demiş, inansam mı ki, erkeklere pek inanasım gelmiyor artık, nedense;)) kızı peşin alıyor, ödemeler taksitle, işportadan mal alır gibi kız alıyor, şimdiden almış idareyi eline, istersen verme, alınmış bile buzdolabı, kızda bir güzel, bakmaya kıyamazsın, cildi ipek gibi, dişler inci tanesi, Barbie bebek gibi ince, uzun bir vücut, istediğinde diretse, zor, kaç boyutlu kapsama alanı var işin, koca, ailesi, kadınlık zor zenaat, her yaşta öyle, emir kulu, boynu hep kıldan ince.

Kız inanmış ama, öyle saf ki, biri bilemez, biri bulamaz, bu hayat böyle sürer gider, neyse ki dilimi tuttum, her çağ kendi ayarında, kendi tadında güzel, herkesin yaşadığı, yaşayacağı kendine. Hani bir konuşsam kız darmadağın olur, kıyamam, bırakayım mutlu olsun, hiç değilse o zaman diliminde, nasılsa geçici, sanal mutluluk, ama ileride kızımın o saflıkta olmasına olanak sağlayabileceğimi hiç sanmıyorum, olay o kadar yakınımdayken kendimi frenleyebileceğimi hiç sanmıyorum.

Şu kadarcığını söyledim ama, o kadar da kendimi tutamadım, ?böyle büyük eşyalar bir kere alınıyor, istediğin gibi bir şey al bence? dedim, yalan söyleyemem, dedim, o kadarını söylemek benim insanlık borcum, ama öyle oluyor gerçektende, ben taşınırken eski buzdolabımı getirmedim, 24 yıllık buzdolabının nesini getiricem, görmekten, temizlemekten bıkmışım zaten, birini de getirmedim ya, o biri geldi, benden hesap sordu, niye getirmedin diye, getirsem iyi yani, sorun yok, gereken cevabını aldı benden, adamın kendini getirmiyorum, onu değil de buzdolabını dert ediyor, ?buzdolabı alıp bende geleyim? dedi, iki buzdolabını ne yapıcam evde, şimdi ikiside yok, no problem, şimdilik hala kış, yaza Allah kerim.

Doğduğum evde de yoktu buzdolabı, kimsede yoktu, eve ilk buzdolabı gelişini hatırlarım, evlendiğim evde de yoktu buzdolabı, kapı kapı anket yaparak aldık buzdolabını, şimdi geçmiş karşıma adamlık taslıyor bana, geçeceksin onları bir kalem. Kendime dönüp söyleyebilseydim keşke, “boş ver buzdolabını, muzdolabını, kaç git, canını kurtar yoksa canını alacak” diye.

Geçmişi unutup geleceğe bakacakmışız, öyle diyor, çocuk kandıracak aklınca, bir adamın geçmişi neyse geleceği de o, farklı bir şey mi olacak, olsun, böylesi daha güzel, kanırta kanırta, ben çok yalvarmıştım zamanında, evini ev, çocuklarını çocuğun bil diye, yalvarmak nasıl bir şeymiş öğrensin, hayat adama neler öğretir. Yüzüme mi hasret, hiç sanmıyorum, benim gibi 4 kollu bir enayi bulamam diye korkuyordur, birde ?mecburen? elinden çıkacak paralardan. Neyse, magazin hattına çevirmeyeyim olayı, zaten etrafta yeterince var.

Merak ediyorum, merak işte, boşanmalarda hakça paylaşım ilkesi tam anlamıyla uygulansa, yani sen bunu kazandın, sende bunu şeklinde değil de ?sen dışarda çalıştıysan kadında evde çalıştı? şeklinde; yüzde elli, yüzde elli, ki ben kendi adıma o ibrenin yüzde doksana yüzde on olduğuna kalıbımı basabilirim, 20 senedir hasta oluşta yattığım bir gün bile vaki olmadı, hep ayakta, hep ayakta, şimdi gerçi bu varda, yüzde elli yüzde elli yani, 2002?den sonra alınan malları kapsıyor; öyle olsa kaç evlilik bitme aşamasına gelir, kadınlar yüzde elliye fit olup sırtlarındaki ağırlaştırılmış yükten kurtulmayı mı tercih ederler, tabi birde kadınların aklına yerleştirilmiş olan kölelik zehrininde temizlenebilmesi şartıyla.

Bu 2002 saçmalığı da başka bir komedi, şimdi kadınlar, misal, 3 yıl evlenip ayrılsa yüzde elli hakkını çatır çatır alıyor, 30 yıllık bir evlilik bittiğinde sadece 2002?den sonrasını.

***Oğlum sömestr tatilini Ukrayna ve İngiltere?de geçirdi, her iki ülkede de etin kilosu 2 dolar, yani 4 liraymış, ?küfür gibi değil mi? dedi oğlum, hemde ne küfür, üstelik buna bağlı olarakta her şey daha ucuzmuş, hamburger menüleri bile Türkiye?den 3-4 kat ucuzmuş, iklimi, doğal ortamı hayvancılığa daha uygun olan biziz ama Avrupa?nın 10 katı fiyatına et yiyoruz, birinin çıkıp bunun mantıklı bir açıklamasını yapması gerek. Salatalıklar da çok taze, körpeymiş, bu da anlaşılır gibi değil, bizim marketlerdekiler niye öyle değil?

Devlet baba bizi iyi kazıklıyor anlaşılan. Petrol, benzin fiyatları bütün dünyada düştü, bizde düşmüyor, önlem olarak düşürmüyorlarmış, yeniden artabilir gerekçesiyle, çok zekice, arttığında zammı hiç bekletmiyorlar ama.

***Şekeri düzene soktum gibi, yukarıda saydığım belirtiler yok oldu, düzenli, şekersiz, az, çok az meyveli, az karbonhidratlı yiyerek, çokta zor değilmiş bunu yapmak. Sabah 7?de uyanıp öğleden sonra 3-4 gibi yemeye başlamak iyi bir fikir değilmiş, öğrenmiş oldum.

***Gün boyunca illaki insanın oturduğu zamanlar oluyor, bütün gün dönüp dolanamazsınız, bende oturduğumda ya tv izliyorum, ya da okey oynuyordum, tablette, eskisi kadar çokta yazmıyorum artık, baktım böyle olmayacak, o gözler bana çok daha uzun zaman lazım, o salaklıklar dünyası ben izlesem de izlemesem de devam ediyor nasıl olsa, okeyde de önü sonu hep kaybediyorum, hiç sonu yok, birde işin yoksa her oynadığınla ?slm, mrb, tbr, nerden, yaş kaç, tanışalım mı? atışmalarına cevap ver, klasik, sıralaması hiç değişmiyor, kadın adı gördüler mi dayanamıyorlar, ki fotom bile yok, Türk bayrağı var, ona rağmen, neyse ki yaş sorusuna 50 diyince biraz frenliyorlar, iyi ki büyümüşüm; elimi, kendimi oyalamak için örgü örmeye başladım, 1-2 aydır, hiç yoksa on tane bere ördüm, ama halen iki tane var, çünkü örüyorum, bir sonra ördüğüm daha güzel oluyor, eskisini söküyorum, ör, sök, ör, sök derken günler gelip geçiyor, neredeyse kış bitti bile, şubata geldik, bu işe en çok sevinen kızım, berenin biri sökülüyor biri örülüyor, önü sonu giyiyor, tv veya tablet karşısında zaman ve göz tüketmekten çok daha iyi.

***Çin?de bilgisayar oyunu bağımlılarının sayısı 24 milyonu geçince bağımlılar için rehabilitasyon kampları açılmaya başlamış, 19 yaşındaki bir gençte artık oyun oynamamak için ellerini kesmiş, örgü örseymiş keşke benim gibi.

***Benim kuaförüm?de kız bir yandan salya sümük ağlıyor ve şöyle diyor;?sabahtan beri üstüme geliyorsunuz?; yapılacak saçın rengi, kesimi konusunda anlaşamıyorlar, 10 dakika sonra saç kesilirken şu konuşma geçiyor aralarında; ?bakın, kulağınıza kaçıracağım şimdi?; ?zaten bir kesmediğiniz o kaldı, bu gidişle onu da kesersiniz herhalde?; ?Saçı kesmiyorum arkadaşlar, finale geçiyoruz, elimde kalacak, ben çılgın bir kuaförüm, dövebilirim?; ?yeter, yeter, tabi ya tabi, kim kime dalacak görürüz?

Kadınlar yerden yere vuruluyor tv?lerde, yine dün show?daki bu tarz benim?de, kızın adı Aygül?dü sanırım; programda olup üstüne çullanmayan kalmadı, yarışanlar, jüri, sunucu, hep bir ağızdan ayakta yediler kızı, başta Cemil İpekçi olmak üzere, sonrada çıkıp kadına şiddet konusunda ahkam keserler, daha da beteri hayvan haklarını savunurlar, insanları çiğ çiğ ayakta yerken, şiddetin birinci aşaması zaten gözler önünde yapılıyor, neyse ki kızlar inançlı ve dirençli, karşı koyabiliyorlar.

Nohut beyinliler ordusunun arasında kaldık, eskiden şarkı, türkü dinler, beyinlerini fark etmezdik, şimdi her şey ortada, yine şarkı, türküye dönsek iyi olacak, herkes fıttırmış, jürisi, sunucusu, yarışanı, bir akıllı adam yok içlerinde, izlerken insanlığımdan utanıyorum, onlar ne hissediyorlar acaba, hiç mi üstüne düşünmüyorlar yaptıklarının?

Geçen hafta Bülent Ersoy da beş beter davrandı kızın birine, beş paralıkmış, haysiyetsizmiş gibi davrandı, ne ona ne de öbürlerine öyle davranmaya hakkı yok, kendini ne sanıyor o pespayeler, saygı, sevgi, insanlık onuru nereye gitti, içi köhnemişlerin hayatının baharındaki kızları harap etmeye hakları yok.

Cemil İpekçi ve Bülent Ersoy?un ortak bir noktaları var elbette, hepimizin bildiği, kendi sahip olamadıklarının intikamını mı alıyorlar kızlardan yoksa? Raitingse dertleri pes yani! Mahalle karıları.

***Seda Sayan az önce ?karşısındakinin mutsuz olmasından, kötü durumda olmasından beslenen insanlar var, kötü olmuşuz kötü, kötülükle besleniyoruz, bir şey olmuş yani, tövbe ya Rabbim, Allah affetsin? dedi, yukarda yazdıklarımın en kısa özeti bu olsa gerek.

Kötülüğün cezalandırılamadığı bir ortamda, ki yakın zamanda yaşadık bunu, insanların şeytan şapkalarını çıkartıp ?yaşasın kötülük? diye bağırmalarından daha doğal ne olabilir, kötülük insanın mayasında var, onu engelleyen ne, ceza korkusu, bu korku ortadan kalktığında ise ortaya çıkacak olan şey bu, bir dolu şeytan görünümlü insan.

Bu zamanda kellesini erkek kuaföre teslim eden kadınların aklı yok, kuaförlerin hepsi potansiyel tehlike ibareleri taşıyor, hem kadınların parasını yiyip hem de içten içe kadınlara diş biliyorlar.

***Yılmaz Özdil bugün cinnet vatan adlı yazısında benim dün yazdıklarıma benzer şeyler yazmış, paralel miyiz ne, ara ara oluyor bu paralellik. Bu pişti durumu devam ederse her seferinde yazacağım. Oradan buradan fikir çal, sonra ben yazdım diye gez, oh ne ala! Ne demek istediğimi anlamaya yetecek kadar insan okuyor bu yazdıklarımı, eğer merakın buysa. İnternet dünyasının kulağı var, hemde iyi çalışan bir kulak.

***4 bakanının hırsızlıktan yargılanmadan ak?landığı, başbakan oğlunun para sıfırladığı, koca bir iktidar partisinin şeffaflıktan korkup kişilerin mal varlığını beyan etmeyi reddettiği, ve bu düşüncenin o partinin başı olan kişi tarafından açıklandığı, yani Erdoğan tarafından, ?Çalıyor ama çalışıyor? denilen bir ülkede hiç kimseyi hırsızlıktan yargılayamazsınız. Ahlak alaşağı olmuştur. Bunu ilk başlatan Turgut Özal?dı, ?benim memurum işini bilir? diyerek, şimdi uygulamalı olarak gösterildi nasıl yapıldığı.

***Kim soyguncu değil ki bu zamanda, herkes soyguncu, herkes hırsız, dyson süpürgelere bakıyorum, bildiğin adi plastikten yapılmış, ben iki günde kırarım onu, eski süpürgeleri kıyaslıyorum, hepsi ağır metalden yapılmıştı, o plastiğe uçak camı diyor satıcı kadın, esnetiyor, ben hiç esneyen uçak camı görmedim, 15 yıl önce rainbow süpürgeyi alırken de aynı şeyi söylemişlerdi, uçak camı, 15 yıldır süpürge satışındaki yalan değişmemiş, ama her nedense o hiç esnemiyordu, uçaktan uçağa değişiyor demek ki! Adi plastikten yapılma bir dyson süpürgenin maliyeti nedir, 5 bin, 10 bin, hadi olsun 50 bin, 100 bin asla etmez, satış fiyatı kaç, bin, bin beş yüz lira, aradaki para oldukça büyük bir fark, kimin cebine doluyor belli değil, eski buzdolaplarının içinde metal raflar olurdu, şimdi en iyisinde bile cam raf var, ama geneli plastik, oral b diş fırçası, fiyatı 17 lira, o da plastik, bu itibarla maliyeti 1 lira bile değilken 17 liraya satılıyor, 2,3 lirayada var diş fırçası, bu geldiğimiz çağda oral b?nin yapabildiği ama diğer fırça firmalarının yapamadığı nedir, aralarında anlaşıyorlar mı acaba iyi, kötü üretim konusunda, yoksa aslında hepsi aynı firmaya mı ait?

Yüzümde leke ve kızarıklıklar var, clinique satıcısı ürün öneriyor, 300-500 lira bayılıp alıyorum, 6 ay kullandıktan sonra bir başka clinique satıcısı yüzüme bakıp aynı ürünleri öneriyor, demek ki bir şey değişmemiş yüzümde, bunu söyleyince içten geldiğini söylüyor, içten geliyorsa bana o kremi niye satıyorsun, madem öyle doktora git de, bir parça ile kurtulmak ne mümkün ellerinden, onun yanına bu lazım, 2 alana 3. bu fiyat diye diye geçiriyorlar kazığı boynunuza, iki kez öyle yüklü alışveriş yaptım, Panora Boyner clinique’den, iki defasında da simple, küçük hediye sözü verip yerine getirmediler sözlerini. Bir daha alırım da görürler, zaten boş yere vermişim onca parayı, bir işe de yaramadılar, hepsi hikaye, boya, cila, başka bir şey yok. Kozmetiğe the body shop fiyatlarının üstünde para vermeye yazık, altı üstü kozmetik işte.

Herkes uyanık, herkes akıllı, bir tüketici aptal, geçenlerde realden patates aldım, içini nereden göreyim, soydum ki her yeri yara, bere, çürük içinde, yarısını çöpe attım, yarısı yendi, tadı da kötüydü zaten, 3 kilo patatesi alıp geri götürecek halim yok, bu hırsızlık değilde nedir? Real sattığı malın kalitesini bilmeyecek firma mı, bile bile satıyor, her malı adi, en adisinden, peynir alıyorsun peynir değil, bakliyat alıyorsun bakliyat değil, ama fiyatlar o biçim. En berbat sattığı şey et, real sayesinde etten soğuduk ailecek, bunun da aile ekonomisine katkı yaptığını söylemeden geçemeyeceğim, bir işe yaradı yani. Bütün pahalı içkilere alarm takılmış durumda, her yer kamera, adım adım izleniyor, sepetin içine kadar, sen kendini korumayı biliyorsun da tüketiciyi niye korumuyorsun?

Piyasadaki bu başıboşluğun sebebi ne, balık baştan kokuyor, yönetim, denetim mekanizmasında kilit isim olanlar devlet, millet çıkarına değil kendi çıkarlarına hizmet edip kafa yordukları için bir arpa boyu yol gidilmiyor, olan benim gibi sade vatandaşa oluyor.

Herkes bir diğerine madik atmanın peşinde, adam kitap yazmış, bas bas bağırıyor, kitabımı alın diye, maksat senin cebindeki benim cebime geçsin, hiç mi dolmaz o cep? Ya da o göz hiç mi doymaz? Burada kastım Yılmaz Özdil, 3 şehir, 5 şehir, bu kaçıncı kitap, hala bağırıyor kitabımı alın diye, günler öncesinden başladı yaygaraya, krizi fırsata çeviriyor adam, bildiğin tüccar zihniyeti, AKP ona da yarıyor galiba, sayesinde kesesini dolduruyor.

Koy internete okusunlar, benim kadar olamadın mı, madem ki solcusun, emperyalizme, sömürüye karşısın bunu kendi hayat biçimde göster, lafla peynir gemisini herkes yürütüyor. Ne gemiler yürüyor, sende yazıyorsun ya! Gerçekten bir bildiğin var ise koy ortaya, herkes bilsin, sende kurtul, bizde kurtulalım, eğer gerçekten istediğin bu ise elbette, yok sürüncemede kalsın bende bu arada cebimi doldurayım diyorsan o başka, 3 kişinin bilip 5 kişinin bilmediği bilgi, bilgi değildir, bildiğini milletten mi saklıyorsun, ha anladım, para karşılığı satıyorsun.

Gün birlik günü, gemisini kurtaran kaptanların günü değil. Geminin nasıl su aldığını göremiyor musun, bu işin sonu Titanik faciası, başka çıkış yolu göremiyorum ben, hazıra dağ dayanmaz, ben söylemiş olayım. Titanik filmini bir kez daha izle istersen. Sizin solculuğunuza kaldıysak vay bizim halimize. Bence de, böyle gelmiş, böyle gitmesin. Ancak kitabın adı doğru olmuş, dolaylı da olsa beraber yürütmüş oluyorsunuz.

***Ete %35 zam geliyormuş, şu an kemikli 30, kemiksiz 40 lira civarında, yani kemikli 40, kemiksiz 55 lira olacak, zaten pek fazla yiyemiyoruz, zamsız haliyle de, bizim için çok şey fark etmeyecek, yiyebilenler düşünsün zammı, o değilde, Ukrayna ve İngiltere?de kilosunun 4 lira olduğunu yazalı 1 hafta oldu, o haberi verirken bunu niye söylemiyorlar, millet isyan etmesin diye mi? Hepsi işbirlikçi, hepsi aynı kaba sıçıyorda ondan, o çanağın içinde de bizler varız ne yazık ki! Nasıl bir oyunun içindeyiz anlaşılır gibi değil, bilgisayar oyunun içine asıl gerçek hayatta kıstırılmışız, ne o yana geçit var, ne bu yana, yaylım ateşi arasında yaşamaya çalışıyoruz, salvo.

***Cumartesi, benzemez kimse sana günü. Hiç değilse eğlenceli, kapatın o içi, dışı kara, dram bile olamayan dram bozuntusu dizileri, izlediğinizden ve geçirdiğiniz vakitten keyif alın.

***Dün Metin Feyzioğlu’nun imza günü varmış kentparkta, tesadüfen gitmiştim, medyamarketten çıkarken önüme çıktı, boşanmak yaramamış Feyzioğlu’na, kilo almış, ilk tanıdığımız Feyzioğlu’ndan daha bir adam olmuş, kitabına göz attım, dıştan kelli felli, koca bir kitap, sayfalara baktım, yazılar 20 puntodan büyük olmalı, okusa okusa boş emekliler okur diye düşünerek yazıları büyük tutmuş olmalı, kenar boşlukları da bir hayli genişçe, çok dikkatli bakmadım ama çoğunlukla kitapta dava sonuçları var gibi, kitabı her okuyana bir hukuk diploması verilmesi lazım gibi görünüyor.

Boşanmaların erkeğe değil kadına yaradığı belli, kadının hayatında pozitif sayılabilecek gelişmeler olurken erkekte olanlar tam tersi çünkü kadın her zamanki hayatını devam ettiriyor, erkekse hiç alışık olmadığı yeni bir hayata geçiş yapıyor, hatta kadının yapageldiği iş oranı, sorumluluğu azalıyor, daha bir rahata eriyor, eskiden çamaşır makinesini doldurup boşaltmaya yetişemezken şimdi dolmasını bekliyorum, her iş aynı oranda azaldı, paranın satın alamadığı çok şey var hayatta, huzur mesela, aynı katta 4 daireli bir apartmanda oturduğumu söylemiştim, biri boştu, doldu, 3. boşanmış kadın, üçümüzünde çocukları var, yetişkin çocuklu, kocalar ıskarta, ekarte, ne dersen de!

Alt katta da model konseri vardı, ben duymamıştım model diye bir gurup, kızımın alanına giriyor, o dinledi, oğlumla birlikte, bende oturacak bir köşe bulup bekledim. Kentpark tıklım tıklım doluydu, bir sevgiler günü çılgınlığı, trafiği de böylece son buldu, kulaklarımızda Özgecan adı çınlayarak. 3 hayvana bir öğünlük meze olmaya gelmiş hayata. İşte benim burada, bu noktada bütün kontaklarım atıyor, bir Allah var, peki Özgecan’ın niye yanında değildi, onu görmedi mi, görmezlikten mi geldi? O bu kötülüğe nasıl olupta seyirci kalıyor, bu sırra aklım ermiyor benim. Onun bu acıyı çekmesine neden izin verdiğine. Bunu söylemek günahsa, günaha giriyorsam bunu söylediğim için, bu Allah’a isyansa, kefaretini öderim, yeter ki söyleyebileyim. Benim görmeye, duymaya gönlümün el vermediği bir işe Allah nasıl görüp dayanıyor?

Ben Tarsus’a değil ama Mersin’e iki kez gittim, 2012 ve 2013 yazlarında, Mersin çok gelişmiş, binaları itibarıyla çok zengin bir şehir, hatta diyebilirim ki o zaman için Ankara’dan çok daha zengin ve güzel bulmuştum, ancak yolda giderken insanların ısrarla bana bakmaları sonucunda anladım ki koca Mersin’de araba kullanan kadın yoktu, onun için bana garip garip bakıyor, gülüyorlardı, o zenginliğin içinde sadece kadınlar fakirdi. Mersin yine iyi, yine o tarafa gelip giderken Konya’dan geçmek gafletinde bulundum, trafikte sıkıştırmayan, korna basmayan kalmadı, neye uğradığımı şaşırıp zor attım kendimi Konya’dan, sadece kadın olduğum için. Başımıza ne geliyorsa kadınların geri bırakılmışlığından, ezilmişliğinden dolayı geliyor.

Özgecan oğlumun yaşında, ben oğlumu emzirirken o da annesini emiyormuş, bu canımı iki kez acıtıyor, her görüp hatırladığımda ağlamaktan kendimi alamıyorum. Özgecanlar, özgecanların anneleri o başlarına kapattıkları örtüleri ve beyinlerini açmadıkları sürece aşağılanacak, bir av, bir hedef tahtası olarak görülmeye devam edeceğiz, hepimiz, çünkü hepimizi aynı görüyor, aynı kefeye koyuyorlar, gittiğim kuaförler, alışveriş yaptığım marketin kasap reyonundaki adam, veya trafikte rast geldiğim herhangi bir erkek, hepsi kendini benden üstün görüyor, ki belkide ben o doğmadan üniversitede okuyordum, ama bunun onun için bir önemi yok, evde aşağıladığı karısı ile benim aramda bir fark görmüyor, bana üstten bakıp kendi aklının daha üstün olduğunda diretiyor, gündelik hayatta çok yaşıyorum bunu, ve hep duymazdan, görmezden geliyorum, o kadar densiz var ki hangi birini adam edeceğim?

Daha dün akşam yaşadım aynı şeyi, Çayyolu, beğendik mağazasında çalışan gençten bir kasap ile, ki yanımda 19 yaşındaki oğlum ve kızım olmasına rağmen, mal alan, para ödeyen benim, aşağılanan yine ben, adam paylıyor beni alenen, korkutur, hükmeder bir tavırla konuşuyor benimle, farkındayım ama ona uyup onun ayarına mı düşeyim, düşmedim, düşmem, en kötü bir daha gitmem o mağazaya olur biter, çünkü onun gözünde ben bir altta kalanım, bundan öteye gitmiyor onun algısı, dişüncesi, ha ben, ha evdeki karısı, ha Emine Ülker Tarhan, onun için hiçbir farkı yok, o zihniyetteki bir adamla 24 sene geçirip 3 çocuk büyüttüm, bilmez miyim; o yüzdendir ki ne zaman hepimiz o kafalarımızdaki örtüleri yakıp beyinlerimizi açacağız o zaman rahata ereceğiz, ya hep ya hiç, başka türlü kurtuluşu yok bu işin. Ve kızlarımız ne zaman, nerde yakılacak diye korkmadan yaşayacağız işte o zaman.

Beren Saat anlatmış şimdiye dek yaşadıklarını, Özgecan’ın ardından, demek ki anlatılabiliyormuş yaşananlar, yazmanın garip bir yanı yokmuş, hatta twitterda “sende anlat” başlığı atılmış. Onca yılımızı yazı dilini öğrenmek için harcadık, boşuna değildi herhalde

Keşke bir “üzüldüm, üzüldük” sözü çıksaymış ağzından, üzüldüyse tabi, böyle birinin yönettiği bir ülkede özgecanların olmasından daha doğal ne var? Kadınlarda bir parça kadınlık onuru varsa, ki bu kadın ölümlerinin akp döneminde arttığı düşünülürse, hepsinin oylarını verirken akp’ye vermemesi lazım, ölen, öldürülen ve öldürülecek olan binlerce özgecanların hatırı için. Çünkü bundan böyle aslında hepimiz birer özgecan olma adayıyız. Sizi, kadınları, adamdan saymayan bir parti ve kişiye, ki her zaman kadın ve erkeğin eşit olmadığını söylüyor, adam sayılmamanın nasıl bir adamlık olduğunu gösterinde dünyanın kaç bucak olduğunu anlasın, tepetaklak aşağı olur, eğer kadınlar isterse. Bu şövenist, erkek egemen iktidardan gına geldi artık.

Bu hani bana üstten bakan tavırlı sıradan erkek tipini yazmıştım ya, bunlar 10 yıl önce yoktu, tek tük varsa bile kendilerini bu denli ortaya koyamıyorlardı, ne zamanki akp iktidar oldu onlara gün doğdu, çarşıda, pazarda beni ürkütmeye, korkutmaya çalışan değil saygılı davranan erkekler vardı, şimdikilerin hepsi akp’den türeme, hepsinin babası recep tayyip erdoğan.

Emin Çölaşan’ın bugünkü çok üzülmüşler başlıklı yazısı akp’nin şu anki durumunu çok iyi sabitliyor. Hangi kadın ölümünde apar topar taziyeye gittiler diyor, doğru mu, değil mi? Baktılar bu iş bu defa fena büyüyecek dahil olmaya çalışıyorlar. Her gün izliyoruz haberlerde bıçaklanan, boğazlanan kadınları, hangisine sahip çıktılar şimdiye dek, kolları tutmayan, bacakları kesilen kadını yazmıştım, onun hali ölmekten daha beter, ölse onun için kurtuluş olurmuş, çıkıp tek kelime ettiler mi hakkında, Ayşenur İslam konuştu sadece, bir zahmet, örttüler üstünü gitti, her zamanki gibi. Bunların suyu ısınalı çok oldu, kaynatıp ergime noktasına getirmek için altına odun atma sırası artık bizde, haydi hanımlar, hep birlikte.

Beren Saat ve Canan Karatay epeyce ağızlarını bozmuşlar,  herkeste bıçak kemiğe dayandı, erkeklerdeki ağız da bizdeki soba borusu mu, yeri geldiğinde bende esirgemiyorum söylemek istediğim şeyi, şimdiye kadar onlar bize ana avrat dümdüz gittiler, birde biz gidelim artık baba herif, nasıl oluyormuş durduk yere küfür yemek, öğrensinler. 40 yaşının üstünde olup “anan avradın olsun mu” demeyen erkek çocuk, bunu duymayan kız çocuk var mıdır aramızda? Küfür hep kadına yakıştırılır, nedense, bundan böyle o. ç. küfrünü i. ç. olarak değiştiriyorum, birazda onlar taşısınlar bu küfürleri, aklıma başka gelen olursa onlarıda dişilden erile çevireceğim, yetti artık. Pislik olan kendi ağızları, o ağızlara sakız olansa biz, i. ç. uyguladım bile. Bizim elimizden doyup bize küfreden nankörler.

Facebook kadınların küfürlerinden kırılıyor bu arada.

 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *