Press "Enter" to skip to content

Günlük 4d şubat’18

***Bu akşam fox haber, 2 şubat, “sağlık bakanlığı bilim kurulu, nişasta bazlı şekeri tüketmek, yani mısır şurubunu, ciddi hastalıklara yol açar, kanser, gut hastalığı, diyabet, obezite nedenidir, sigaradan bir farkı yoktur, çünkü hem bağımlılık yapıyor hem de vücuda zarar veriyor, nbş kotası düşürülmelidir, ürünlerin üstüne nbş içerip içermediği yazılmalıdır” demiş, doktor şöyle diyor, “insan sağlığı için şeker bir zehirdir, nbş kat kat fazla zehirdir, bağımlılık yapar, sınırsız yeme sonucu diyabet riskini arttırır, bunun arkasından kalp damar hastalıkları gelir, türkiyede son 10 yılda diyabet hastalığı on kat arttı, diyabet patlama yaptı, sigaradan çok çok daha tehlikeli çünkü sigarayı herkes içmiyor, çocuklar sigara içmiyor, evde yemek yapıp yiyeceksiniz, gıdanızı kendiniz üreteceksiniz, dışarıdan işlenmiş gıda almayacaksınız, çocuklarınıza o çöp gıdaları yedirmeyeceksiniz.”

Ben dedim dedim o kadar, belki tınladınız, belki tınlamadınız, bilemem, hadi bakalım bunlara ne diyeceksiniz. Ben bunları söyleyeli 6 aydan fazla zaman oldu, eğer kulak asmadıysanız hayatınızdan bir 6 ay çalınmış demektir, kızımın son kontrolünde, kızımın yaşlarında, 16-17 yaşlarında, bir bıçkın kız bağırıp çağırdı, hani beni çıkaracaktınız diye, ne demek istediğini anlamadım, daha sonra bir fırsatını bulunca sordum, korkarak, çünkü kız bıçkının bıçkını, ama cevapladı beni, diyabet hastasıymış, bir süredir hastanede yatıyormuş ve o gün çıkarmaya söz vermişler ama çıkarmayacaklarmış, buna kızmış, sonra doktor geldi yanına, ne yiyip ne yememesi gerektiğini, fast fooddan, şekerden uzak durması gerektiğini anlattı, anlayana örnek çok, anlarsan.

Devletin aldığı verdiğine yetmedi anlaşılan, eski deyişiyle astarı yüzünden pahalı geldi, mısır şurubu şekerden ucuz gelmişti, şekere kotalar kondu, üretimi engellendi, neredeyse yasaklanacaktı, ama hastaneler mısır şurubunun çok daha pahalıya patlayacağını ortaya koyunca işler değişti, biz de deneme tahtası olduk onların sayelerinde, mesele olan sağlık, insan sağlığı değil ekonomi biliyorsunuz, mesele olan daha ucuza nasıl yaşatırız meselesi, o arada kıyımlar oluyor tabi, normaldir, akp gibi bir hükumetle olur o kadar, her zamanki gibi kalan sağlar bizimdir. Bundan 6 ay sonra da kahveyi söyleyecekler, benim kahveyi keşfim 6 ay sürdü çünkü, ben söylemiş olayım yinede. Hastaneyi mastaneyi geç, daha beteri var, insanlar birbirlerini kırıyorlarsa şu an, ki kıran kurana ortalık, yarısı şeker, mısır şurubundan, diğer yarısı kahveden, boşa pazarlanmıyor bunlar bunca.

***O diziden, marko polo dizisinden bir sahne izletti bana dün kızım, gerçek olmuş elbette, arabaların arkasında araba boyunda kafesler var, kafeslerde de kırlangıçlar, on bin kırlangıç, cengiz han göndermiş kırlangıçları, cengiz hanın oğlu başında kuşların, oğluna, kubilay hana, çocuk kubilaya, kırlangıçlar özgür bırakıldıklarında daima yuvalarına dönerler dedi ve ateşe verdi kafesleri, ardından kuşları özgür bıraktı, kuşlar yakındaki şehre doğru uçmaya başladılar, alevli, ufak ışıklar halinde, on bin ufak ışık, az sonra şehrin tümünde yangın çıktı, o şehir cengiz hanındı artık, demiştim değil mi puştlar diye, pezevenkler diye, şerefsizler diye, bu kadar mı adilik olur.

*Kubilay büyümüş ve aynı şeyi atlarla yapmış, yani atları yakmış ve çadırlardan oluşan yere, obaya göndermiş, cengiz han bunu hiç yapmadı diyerek, kendiyle, zekasıyla övünmüş galiba, bir kez daha küfretmeme gerek yok sanırım, mesele anlaşılmış olmalı.

***Zaten umutsuzdum içinde bulunduğumuz halden, şimdi hiç umudum kalmadı, kanatları kırık kuş gibi hissediyorum kendimi, dün chp nin pm seçim yerindeydim, arenada, bir yolunu bulup girdim, yol açıldı daha doğrusu, adaylardan birine yardım gerekiyormuş, yapacak çok bir işim yok nasıl olsa, karşılıksız, maksat spor olsun, incek ulus gidiş geliş mazot en az 20 lira, otopark 6 lira, hayat pahalı, ben bir hayırseverim, tanıdığım biri de değil, tanıdığımın tanıdığımın tanıdığı, her an her yerde her kılıkta olabilirim, dikkatli olun, mata hari, görünürüm, görünmem, görünürüm görünmem, her çevreden, her ayaktan tanıdıklarım var, her tarakta bezim var, hamdolsun, çokta boş durmamışım onca yıl, hiç iyi izlenimler edinmedim orada, chp hakkında, arpalık olmuş chp, kimin arpalığı olduğu da meçhul ama bana kalırsa en çok işini bilenlerin arpalığı, iş kotarmayı bilenler chp de baş köşeyi tutma yarışına girmişler, millet siyaset değil makam, mevki ve tabi ki para peşinde, çukuru almış oraya koymuşlar sanki, her kesimden insan var, ama alt kesimden daha çok insan var, siyaset kazanım kapısı olmuş insanlara, umut kapısı, işsizlikte iş, parasızlıkta para kapısı, kim ne için orada hiç bell değil, ve vatan millet sakarya aşkına gelenler var mıydı inanın hiç bilmiyorum, emin değilim bundan, 480 aday vardı, toplamda seçilecek 60 aday için, her biri kendi kampanyasını oluşturmuş, amerikan başkanlık seçimi sanırsınız ortalığı, her yer kağıt çöpü, sanki emlak borsası, sanki at yarışı arenası, ama yarıştırılan insanlar, adamın biri oy vereceği kişinin numarasını bulmaya çalışıyordu mesela, bir karışıklık, bir hengame, adayların numaraları seçimden birkaç saat önce açıklanıyor, oy vermek istediğin kişiye oy verebilmek için o numarayı bilmek gerekiyor, o süre içinde numaraların ilgili kişilere duyurulması, ulaştırılması gerekiyor ve bu da türlü aksaklıklara yol açıyor, daha aday olduklarında, yani en başında numaralar verilmiş olsa böyle bir kepazelik yaşanmış olmayacak, bu olamıyorsa eğer delegelere mail atarsın, mesaj yollarsın, akar yazı değil sabit, duran yazı koyarsın ekrana, yazıyı küçülterek, yaklaşan görür görmek istediğini, veya bir yolunu bulursun işte, delegenin oy vermek istediği adayın numarasını bulamaması ne demek, aynı salonun içinde üstelik, kepazelikten başka bir şey değil, ben de verilen bildiriye o adayın numarasını yazdım, yaptığım oydu orada, bir sürü tabi.

Mesele al gülüm ver gülüm meselesine dönmüş, ne kadar sıkı bağlantıların varsa, türkiye çapında, o kadar çok şansın var demek, bugün sen gör beni, yarın ben göreyim seni, böyle bir ünvan bizim ülkede pek çok kapıyı açan bir altın anahtar niteliğinde, para anahtarı, çilingir gibi, her kapıyı açan cinsinden, çinçinden bağluma kimi ararsanız var orada, atık kağıtçılar bile adaylarını koymuşlar, daha kimler var kim bilir, görüntüler de öyle zaten, bu dediğimi doğrular nitelikte, olmasınlar mı, olsunlar tabi, ama ne sıklıkta ve ne derecede olsunlar, mesele burada, meclisi çinçinden oluşturacak idiysek o üniversiteleri nedn kurduk, akp akp iken bile balık ayhanı bünyesine kabul etmedi mesela, balık ayhanın onca yalakalığına rağmen, chp nin zeminini çinçin mi oluşturacak, bizde ucuz kahraman olmak bu kadar kolayken nasıl ayıklanacak eğrisi doğrusu, adına orada olduğum adam iki şişe rakı dağıtsam kesin olur bu iş dedi mesela, ve ciddi ciddi söyledi bunu, sözün kısası, daha fazla uzatmak istemiyor canım meseleyi, iki oyum olsa birini chp ye verir miyim diye düşünüyorum artık, bir tanesini sanırım hiç vermem, hiç vermeyeceğim, dün oğlum geçersiz oy atacağını söyledi, başka onun gibi düşünenler de varmış, çevresinde, ben de aynı şeyi yapacağım sanırım, chp nin sol çizgisine, çizginin tam üstüne basacağım damgayı, anlayan anlasın, kılıçdaroğluna bir defa daha oy vermeyeceğim, ve oradaki güruha, adına delege denen o ne idüğü belirsiz güruha, kılıçdaroğlu beni, temsil eden biri değil, beni ve düşüncelerimi, ona neden oy vereyim ki, muharrem ince seçilse onun için de aynı şey geçerliydi benim için, ikisine de güvenmiyorum, içimdeki ses öyle söylüyor, onlara güvenme diye, ben de güvenmiyorum, ümit kabasakal olsa verirdim, bu şartlar altında vermeyeceğim, ümit kocasakalı ve ömer faruk eminağaoğlunu aday çıkaramayan o delegelere hiç mi hiç vermeyeceğim, tek kurtuluş şanslarını kaybettiler, onları aday çıkarmayarak, tabi benim oyumu da. Yüzde on geçersiz oy çıksa bu ülkede neler olur acaba, ya da yüzde yirmi.

Alinin karşılığı veli, bozacının şahidi şıracı, türkiyenin büyük kurtarıcısı kim, erdoğan, muhalefeti kim, kılıçdaroğlu ve bahçeli, chp nin kurtarıcısı kim, kılıçdaroğlu, muhalefeti kim, muharrem ince, matematik bu hesap bu, al birini vur ötekine, duvardan ses gelir onlardan gelmez, muhalefet diye bir şey yok yani ortada, hiçbirinin, erdoğana bakın muharem inceyi görün, muharrem inceye bakın bahçeliyi, kılıçdaroğlunu görün, hiçbir farkları yok, sadece bize farkları varmış algısı yaratmaya çalışıyorlar, hele ki muharem ince, 6 ay, 12 ay pinekliyor, ortalarda gören yok, ne zaman ki seçim söylentisi var ortalıkta, maksat muhalefet kulübesi boş kalmasın, yoksa başka birileri doldurmaya kalkarsa amenna, ne olur halimiz, nah veririm ben onlara oyumu bundan böyle, seçilen pm de sevdiğim, beğendiğim isimler de var ancak onlar bile kurtaramaz chp yi ve chp hakkındaki düşüncemi.

Bizim rakıcı seçilememiş tabi, rakıcı diyorum çünkü o akşam iki kadeh rakı içeceğim demişti, bir gece öncesi de içmiş, daha öncesi ve sonrasını bilemiyorum tabi, orada bulunması bile abes, bunun için iki şişe rakı dağıtmalı demesi yeterli, kendi içtiğinden, içmediğinden bana ne de, ve sıkı ilişkileri var mı, var, telefonu hiç boş durmuyor, illeri örgütlüyor yanımda, pm ye girecek adam, ve sadece o değil, bir dolu gördüm onun gibi olan basiretsiz, chp alttan oyulmuş, oyuluyor, bu birde pm ye girmeye cüret edeni, varın delegesini siz düşünün, chp ile alakası olmayan tipler orada boy gösteriyor, kadında zihniyet akp ama orada, ne işi var, bana tesettür dersi veriyor, kızım sana söylüyorum tarzında, beni beğendi galiba, beğenilmeyecek kadın değilim sonuçta, nerede dengesiz, ipi kopuk orada, hey gidi hey, chp bunlara kaldıysa işimiz iş, orası basketbol sahası ya, onun rahatlığıyla gelmiş olmalılar, yoksa chp ile bir alakaları olduklarını hiç sanmıyorum.

***Bugün haberde gripten bahsetti, ağır gripmiş, infulenza mıymış neymiş adı, kar yağmadığı için mikroplar kırılmadı, grip virüsü güçlendi dediler, doğrudur, bunlar iyi günlerimiz, çok yakında bu kadar bile göremeyeceğiz karı.

**Bazı yiyecekler çiğ, bazı yiyecekler pişmişken güzel, kereviz mesela, ben hep pişmiş kullanır ve zoraki yerdim, halbuki çiğken çok daha güzelmiş, artık asla pişirmem, kerevizi kalın soyun, rendeleyin, yoğurt, sarımsak, zeytinyağı ve doğranmış ceviz katın, kırmızı pancarın tadı haşlandığında kötü oluyor, soyup, rendeleyip yağla pişirdiğinizde ise çok daha lezzetli, yoğurt ve tuz katın, isterseniz sarımsak ta, kış, ne pişirsem diye düşünmeyin, alın beyaz lahanayı, pırasayı, pazıyı, karnabaharı, ıspanağı ince doğrayın, sadece ıspanağı doğramaya gerek yok, çünkü ben zaten saplarını kullanmıyorum, soğanla iyice pişirin, kapağı kapalı, koyun salça, domates her ne varsa, biraz sıcak su, bir avuç bulgur, oldu size kış yemeği, pişince tuz, iyot açısından yani.

Beyaz lahana yemem için illaki dolma mı yapmam şart, uylamışlar bir dolmaya, sanki başka türlü yenemiyor, kapuska diye bir şey de var sonuçta, o eskidenmiş, evdeki kadının fazlalığında, insanın, zamanın bol zamanında, biri evi çekip çevirir, biri başka bir iş yapar, biri mutfağı halleder, biri de oturup dolma sararmış, şimdi bir evde kaç kadın var, bir, hem her işi yapıp hem de dolma mı dolduracağım her beyaz lahana yemek istediğimde, o iş beni aşar, yiyen yer, yemeyen dolmayı kendi doldurur yer, benden bu kadar, böyleyken göremiyorum gün yüzü, bugün bir işim için çıktım, nasıl güzel geldi güneşi görmek, pazar günü arenaya gitim ya, iki günde eski düzenine sokabildim mutfak, mutfak alıp başını gitmiş, hiç mi evden dışarı çıkmayacağım, çıkmayacağız, iş var anladık ta hayat denen bir şey de var, hayat sadece işten ibaret olmamalı, kirli çamaşırı doldur, yıkanınca boşalt, as, katla, yerlerine koy, ki neredeyse her gün bu iş var bizim evde, dört kişiyiz sonuçta, ütü demedim farkındaysanız çünkü yapmıyorum genelde, çok az, belli başlı şeyleri, günde en az bir kere de bulaşık makinesi çalışıyor, bazen iki bile oluyor, topla, yerleştir, mutfağı temizle, kahvaltıyı koy, kaldır, yemekleri öyle, hepsi günlük iş, rutin, banko, bunun banyoları temizlemesi var, süpürüp silmesi var, kapısı, camı var, var da var, ben olmuşum dolma, daha neyi doldurayım, kapuskaya bin kere eyvallah, işi daha fazla yokuşa sürmenin bir gereği yok, ne kadar az iş o kadar hayat demek, iş arttırılmak yerine azaltılmalı evlerde, ne mi yapılabilir bunun için, yerler müsaitse halılar kaldırılabilir mesela, ki ben öyle yaptım, halılı bir evde temizlikle baş etmek bir bela, iki katı yoruluyorsunuz yerlerde halı olduğunda, canımdan tatlı değil evde halı görüyor, gösteriyor olmak, ütü azaltılabilir, ayrıca azaltılmalı bence, evde giyilenler ütülenmese ne oluyor, kim görüyor sanki, boş iş, başkaca da bildiğim bir yol yok işi azaltmak için, ama az yemek yenebilir mesela, o da bir çözüm sonuçta, bu şakası da kolay yemekler yapma yoluna gidilmeli, ve tabi ki besleyici, boş şeyler değil, bize dayatılanlar gibi, kadınların da canı var, sadece erkeklerin değil.

Niye böyle patlayıverdim şimdi, beyaz lahana bir aydır, yaklaşık, durup duruyor dolapta, ki bu asla ilk defa değil, ne zaman alsam öyle oluyor, ha bugün doldururum, ha yarın doldururum diye, bir türlü olmadı, çıkardım, üst giden yapraklarını attım, kalanı da sararmış aslına bakılırsa ama artık o kadarını görmezden geldim, yaptım kapuska, sen sağ ben selamet, birde güzel yendi ki, herkes yedi valla, niye kasıyorsam kendimi öyle, bu akılları geride bırakmak lazım biraz, kendime kızıyorum yani, size değil.

Yemek pişirmek nedir, demin anlattığım gibi, yağ, soğan, sebze, biber, salça, domates ve bir avuç bulgur, altı üstü bu işte, yapmamız gereken bu iken olmadık şeyleri aklımıza sokup, ki yemek programları, reklamlar vs, bizi amacımızdan saptırıyorlar, bugün yine merve çizkek yaptı dizide, altta pınar labne reklamı, kafalarımızla oynayıp duruyorlar, dolma yapan becerikli, kapuska yapan kolaycı, öyle kodluyorlar beyinlerimize, kapuska yapma dolma yap, yemek yapma çizkek yap gibi, kafa kalmadı millette ki anlasın dönen bütün bu oyunları. Yemek pişirmenin abartılacak hiçbir yanı yok, öyle zormuş gibi gösteriyorlar ki elimiz kolumuz bağlansın, pişiremeyelim, veya zor örnekleri önümüze dayayarak, hanımlar mutfağa, bu işin başka yolu yordamı yok, yaşamak isteyen mutfağa girecek, istemeyene diyecek bir şey yok, ama akıllı, uslu şeyler pişirilecek, vittiri zirzop şeyler değil, kafalarınızı netleyin ve girişin mutfağa, mesele olan karın doyurmak, adını, sanını bile söyleyemediğimiz şeyler için saatlerce uğraşmak değil.

Birde mercimek çorbası tarifi patlatayım buraya, size yazmazsam boğazımdan geçmez,  arenada belediyenin dağıttığı mercimek çorbasından içtim, bir büyük kağıt bardakla, kacaman bardak, çok lezzetli geldi, evde de yaptım, bol baharatlı, yıkanmış mercimek, ben yqrım kilodan yaptım, bize anca yeter, iki öğünde biter, iki dörde bölünmüş patates, ve varsa kereviz yapraklarını haşlanmaya bırakın, üstünü 4 parmak kadar geçecek suyla, soğuk su, üstünü kapayın, kaynayınca altını kısın, iyice pişsin, piştikten sonra kereviz yapraklarını alıp atın, blenderla karıştıın, bolca nane, kırmızı biber koyun, ama bol olsun, neredeyse birer kaşık, birde tuzunu koyun, tuzu bol değil, normal, ve yağ, koyun bardağa için, kim uğraşacak kaşık kaşık, çok daha kolay, evde bardakla içtim ben de, fincan da olur, neden olmasın, zaten kahve de içilmediğine göre, yani bizde, umarım sizde de öyledir, fincanlara bir görev yüklemek kazım, boş mu kalsınlar. 

***Vücudunuzda çay, kahve, çikolata vb. maddelerden dolayı gelişen kuruluk olup olmadığını anlamanız için bir formül söyleyeceğim şimdi, çünkü bende de yoktu ve geri geldi, kulak içinizi küçük parmağınızla yoklayın bakalım orada bir kayganlık, sıvılılık, yumuşaklık hissi var mı, yani o sarı akıntının izleri var mı, eğer yoksa siz de o adı yiyecek olan şeylerden dolayı kuruluk çekiyorsunuz demektir, kulağınıza dokunun, sert ve kuru mu, yoksa nemli ve yumuşak mı, zaten bu kuruluk olduğunda kulakta hışırtı, çınlama da oluyor, şu an kuruluk olmaması hiç olmayacağı anlamına gelmiyor elbette, siz bu maddeleri tüketmeye devam etiğiniz sürece bu tehlike size doğru yaklaşıyor demektir, cilt kuruluğu, özellikle alt bacak, burun kuruluğu, burunda hışırtılı nefes alma, çıt çıt çıtırdama sesleri, özellikle geceleri, kalorifer sebebiyle, ve burun akıntısı olmaması, ve yine buna bağlı olarak gelişen gözaltı morlukları, ayrıca ciltte, yüzde kırmızı damarlar, cilt kızarıklıkları, bunların hepsi birer kuruluk göstrgesi, o yediğiniz şeylerden dolayı gelişen, yakın zamana kadar çok az makarna, pilav benzeri şeyler yesem ertesi gün bir, iki kilo almış olarak uyanıyordum, o iş bitti şimdilerde, insülin direnci denen şeyden olmalı, şekeri tamamen sıfırlayınca etkisi bu oldu, yani bunu yapan aslında makarna pilav değil şekermiş, bunu anladık böylelikle.

Kızımın sınıf arkadaşında sedef hastalığı varmış, gittiği doktor, ki bu işin uzmanıymış, sadece diyet uyguluyormuş ona, sedef ilaçlarının yan etkileri çok fazlaymış yoksa, sağlıklı beslenme diyeti, sebze, karabuğday vs. yiyormuş devamlı çocuk, ve o doktor bütün bu hastalıkların yanlış beslenme sonucu geliştiğini söylüyormuş.

Gece sabaha kadar iş yaptım, bu gece, ama rüyamda, evimde önceden suriyeli oturuyormuş ve eşyaları bırakıp gitmiş, bir oda onlarla dolu, oda da ev kadar oda, ve zibil gibi eşya, incik cıncık, bütün gece onları topladım, temizledim, haşatım çıkmış, bir uyandım ki nasıl yorulmuşum, gündüz çalış, gece çalış, ne olacak benim bu halim..

***6 aydır çikolata yemedim, ki bir tabakayı bir defada yerdim, iki de olur, hiç fark etmez, içtiğim çay sayısı ayda birkaç taneyi geçmez, bu genelde böyledir, son 6 aydır azaltmakla beraber son bir aydır bir tane dahi kahve içnedim, hiçbir türünden, dün ayakkabı aldım, ayak numaram küçülmüş, hatırlamadığım kadar eski zamanda, en az 15-20 yıl öncesinde 36 numaraydı, yine 36 numaraya dönmüş, 37 numaralar büyük gelince baktım, 36 numara olmuş ayağım, çay, kahve, damar genişliği, kalp ve ayak numarası birbiriyle çok ilintili şeyler, sıcakta, tatilde feci şekilde şişer mesela ayaklarım, 1-2 numara büyür, sıcaktan damarların genişlemesiyle, damarları genişleten diğer bir faktörü ortadan kaldırınca, ki kahve oluyor bu, ayaklarımdaki şişlik gitmiş, ayağım küçülmüş, gerçek haline dönmüş, ki akşam gittim, sabah bile değil, akşam sekizden sonra, akşam şişkin olur ayaklar bilirsiniz, hangi ayakkabıyı denesem 36 oldu, darısı fazla kilolarıma, onlardan da böyle bir iniş bekliyorum hayırlısıyla, iğne batırılmış balon gibi fıss diye, aşağıdan başladı ya, değişime, yukarıya doğru yol alacaktır umarım, temennim bu yönde, yoksa benim baş edeceğim bir durum değil bu, yok spor, yok bilmem ne, hepsi sıkıcı, bir iki ay yaptım bıraktım yine, kim uğraşacak, pek bir iş başardığım da söylenemez, dediğim gibi, balon misali, fıss diye, en güzeli, nasıl şiştiyse öyle de insin madem, ama bu çay, kahve, çikolata, mısır şurubu meselesine baş koydum, ondan dönmek yok, asla.

Şekeri koldan ve devamlı ölçen bir alet çıkmış, kansız, kana bakmadan, bunu kullanan biri bir dilim ekmek yersem 140, iki dilim ekmek yersem 180-200 oluyor şekerim dedi, bir dilim ekmekle iki dilim ekmek arasındaki fark bu ise bizim yaptığımız maskaralıkların, şımarıkların hiç ölçüsü yok demek ki, neler etmişiz, ediyoruz kendimize, vah halimize.

***6 ayda bir, senede bir bakıyorum maillerime, toplu silme işlemi uyguluyorum, ne olduklarına baktıktan sonra tabi, az önce baktım, eylülde bir mail gelmiş facebooktan, bir uyarı maili, danone ile ilgili bir yazı paylaşmışım, onu uyarıyor, belkide okumadan paylaşımdır, paylaştığımı hatırlıyorum ama içeriğindeki bu söz aklımda kalmamış, kalırdı diye sanıyorum okusaydım, veya o zaman bu denli ilgimi çekmemiştir, ama şimdi çekti, şöyle diyor, uzun bir yazı, bir kısmında, “Danonenin Türkiye için üretilen ürünlerinin içerisine çocukların zihinsel ve bedensel gelişimini etkileyecek madde olduğu ne yazık ki bir gerçek ve şu an Daninolar sadece 2 ve 12 yaş arası çocuklara yedirilmekte. Yani tam gelişim zamanında. Gelecek nesillerimizin zeki olmasını engellemek için şimdiden yoğun çaba içerisinde oldukları anlaşılıyor.” hani ben de söylemiştim ya, mısır şuruplu nesnelerin, yiyecek değiller çünkü, hepsi zehir, zekayı etkilediğini, başka başka söylemler de var demek ki ortalıkta, danonede olan bir başka abur cuburda olmayacak diye bir garantimiz var mı, yok, aklımızı peynir ekmekle yediğimiz günler en güzel günlermiş meğerse, şimdi akıllarımızı mısır şurubu çalıyor, sağol facebook, hatırlatmış oldun.

***İlk rastalayışım elmadağ yolundaydı, bundan bir iki ay önce, bir ara yola girdik ve ne olduğumuzu anlamadan bir çevirme içinde bulduk kendimizi, belli tipte bir arabayı  arıyormuş gibi bir halleri vardı, bizi durdurmadılar, geçip gittik, ondan bir iki hafta sonra tandoğan maltepe arasında vardı yine aynı şekilde bir çevirme, yine aynı tipte bir arabayı arıyormuş gibi bir halleri vardı, yine bizi durdurmadılar, sonuncusunda oğlumu durdurmuşlar, bilkent köprüsünden eskişehir yoluna indiğinden az sonra, cepa civarında, karşı şeritte, arabadan çıkarıp ellerini arabaya dayamasını söylemişler, sert bir şekilde, arama yapmışlar, ev adresini öğrenince tavırları değişmiş, akplilerin oturduğu toki sitesinde oturuyoruz, tırsmışlar, tamam, bırak gitsin demiş biri öbürüne, tırsarak, akpli veleti sanmışlar, devir akp devri, elbet bu gelir bu da geçer, bunlar gerçekten yapılması elzem olan eylemler mi yoksa baskı için planlı bir şekilde mi gerçekleştiriliyor, bu zamanların hiçbirinde öyle büyük eylem durumları falan olmadı, sebebi ne acaba, veya sebebi var mı, yoksa asıl amaç gözlerimize korku salmak mı, ufaktan ufaktan, hafiften hafiften, biz ne baskılı dönemlerden geçtik, bunlar çerez sayılırlar gerçi, zırhlı panzer, chp binasının olduğu kavşakta duruyor mesela, sarayın her yanı zaten onlarla dolu, boy mu gösteriyorlar yoksa panzer mi belli değil, chp ile ilgiliyse git chp nin yanına koy, kavşağın orta yerinde panzerin işi ne, savaşta mıyız, ankaranın orta yerinde savaş mı çıktı da panzerle kovalayacaklar acele.

Çayyolundan koruya inerken 50-100 metre arayla 3 ışık var, ikisinde mutlaka kırmızıya yakalnıyorsunuz, ki bu üç bile olabiliyor, 50 metre aralarla 3 kere durduğunuzu düşünsenize, hem gidiş hem gelişte, adamı deli etmek için birebir, bunlar, bu ışıklar birbirlerine uyumlanamazlar mı, durduğunuz ilk ışıkta üç ışığı birden görüyorsunuz, ama tekrar yakalanmamak gibi bir şansınız olmuyor, siz kırmızıda beklerken o yeşilde, sizin kırmızınız bittiğinde orada da kırmızı başlıyor, üç kez, gel de fitil olma, sadece o ışıklar değil, ankaranın bütün ışıkları bir sonrakine göre uyumlanamaz mı, hiç değşlse iki, üç ışıkta bir, yok, yapmıyorlar, sabrımızı sınıyorlar, her ışıkta duruyoruz, bakalım nerede delireceğiz diye durup bekliyorlar, dur kalk dersi veriyorlar bize, dur dedikleri yerde durmayı, yürü dedikleri yerde yürümeyi beyinlerimize sıkı sıkıya yerleştiriyorlar, ki sağa sola zıplamayalım, sürü psikolojisine uyalım.

***Özel bir hastane yol kenarlarına büyük boy reklamlar koydurmuş, reklamın üzerinde uyku bozuklukları yazıyor, demek ki bayağı bir talep var uyku konusunda, her şey arz talep meselesine dayalı sonuçta, insanlara bas kahveyi, sonra da hastanelere buyur et, arz ve talep sağlanmış olsun böylece, kendin pişir kendin ye hastalığı, ısmarlama, şipariş hastalık bunların adı, geçen gün hatır belasına, zor belasına bir türk kahvesi içmek zorunda kaldım, yarısını içtim, korka korka, ay bu bizim milletin ısrarı yok mu bu konuda, çay ve kahve konusunda, sanki içmemek büyük olay, ısrar üstüne ısrar, akşam üzeri içmiş olmama rağmen uykumu etkilemedi, demek ki vücudum biraz olsun kötü etkisini atmış kahvenin, önceden olsa kesin uyuyamazdım, önceden dediğim de bir ay öncesi yani, tadı da pek bir bet geldi, neyine tamah ediyoruz, ediyormuşum ki o bet tadın, bet sözü bad den geliyor olmalı, en az 40-50 yıldır bildiğim bir söz halbuki, ta o zamandan almaya başlamışız demek ki ingilizceyi. Beddua da yine aynı şekilde.

***Yanınızda yörenizde birileri, veya siz, çok çabuk sinirleri bozulan, vara yoğa ağlayan, üzülen bir tip misiniz, veya öyle bir tip mi oldunuz, varsa öyle bir şey kahve tüketiminizi mercek altına alın, o bahsetiğim onedio daki kafeinin 19 zararlı etkisi yazısını mutlaka ve mutlaka okuyun ve okutun, sadece kahveye değil çikolataya, bütün kakaolu denen şeylere, ve tabi ki çaya, çayın da daha çok şekerine, tabi kahvenin de, dikkat edin, bugün hapur hupur yuttuğunuz, o çay, kahve, çikolata, şekerler bir gün size katlamalı olarak dönecek, mutlaka, buna inanın, saydığım diğer olumsuzlukların yanı sıra şeker hastalığı olarak, ki o gün geldiğinde yediğiniz tam buğday ekmeğinin bile lokmalarını sayacaksınız, kaç lokma yedim diye, burada yazdıklarım, bana rastlamış olmanız bir şans, hayatınızın en büyük şansı değil belki, bilemem, belkide en büyük şansınızdıt, hayattan daha önemli bir şey var mı hayatta, sonuçta bir şans ve bunu iyi değerlendirin, hayatınızda uygulayın, faydasını gördüğünüz günler geldiğinde bana, ki içinizden dahi olsa, teşekkür edeceğinizden hiç şüpheniz olmasın, benim sizin için yerine getirdiğim bu görevi siz de başkaları için yerine getirin, ki bir iyilik çemberi oluşsun etrafımızda, var olan, etrafımızı fena şekilde sarmış olan kötücül çembere karşı, ve dışlamayın hayatınızdan çokta birilerini, onu yaptı, bunu yaptı diyerek, çok damarınıza basmadıysa eğer, belki de onun da onu kurtaracak bir ele ihtiyacı vardır, hepimizin hayatlarımızda köşeye kıstırılmışlıkları var sonuçta, onun dışa vurumudur belki, affedici olun, el uzatın, yardıma ihtiyacı olduğu içindir belki bütün bu olanlar, onu kendi içine hapsetmeyin, buna göz yummayın, çıkarın kozasından ve yaşamaya, uçmaya başlasın, bakın arkasından, bir kişiyi daha kurtardım diyerek.

En büyük affedici varken karşımızda, dağlar gibi dururken, bizim hükmümüz, cürmümüz ne ola ki, ve yine bilin ki birine ah edip duruyorsanız o ah ettiğiniz ahlarla daha da gönenecektir, birine bir ah etmek  stiyorsanız, ki bunu gerçekten istiyorsanız, ona asla ah etmeyin, hele ki araya Allahı hiç sokmayın, buna ister Allah deyin, ister evrenin kanunları deyin, biri için Allahından bulsun dediğinizde o kişinin bulacağı şey kendisi için iyilik olacaktır, nötr kalın, kimse hakkında kötü düşünüp kötü konuşmayın, işte o zaman adil yargılaması harekete geçecektir evrenin, sizden aldıklarını size geri verecektir, karma etkisi yaratmayın, o söylediğiniz şey bumerang gibi size geri dönecektir çünkü, sizden alacaktır ona vereceklerini, bütün iyiliğinizi, anlaması zor mu, çok değil aslında ama ben bile uzun bir yol kat ettim bunu anlayabilmek için, ne virajlardan geçtim, her ahımda benden alınanlar ona gitti ve ben çaresiz kaldım, o gönendi, kimseye allahından bulsun demeyin, belki sevdiklerinize, ama ona da demeye dilimiz varmaz, öylesine yerleşmiş ki içimize ne olduğu, olacağı, birini Allaha havale ettiğnizde Allah ona iyilik gönderiyor, hatta sizden aldığı iyiliği gönderiyor, bunu unutmayın, kendi iyiliğiniz için, yaşanmışlıklar bunu açıkça gösteriyor benim için, ne kadar haklı olursanız olun, ki o muhakeme gücü sizin elinizde değil, hatta Allahın bile elinde değil belki, dünyanın, evrenin düzeni, işleyişi bunun üstüne kurulmuş, bilmediğimiz pek çok şey var hayatta, sırrına eremediğimiz, ve eremeyeceğimiz.

Bugün eski, 2014 yılında aldığım arabamı birine sattım, ucuz bir fiyata, 15 bine, parasını ben almadım, yıllardır kullanmıyordum zaten onu, o arabamın ruhsat tarihi gün ve ay olarak benim doğum günümdü, bunun için asla özel bir çaba göstermemiştim üstelik, oğlumun birkaç ay önce aldığı ikinci el arabanın ruhsat tarihi oğlumun doğum günü, gün, ay olarak, bugün bir arkadaşımla konuştum, arabasının ruhsat tarihi oğlunun doğum günüymüş, üstelik gün, ay, yıl olarak, ve 18 yıllık araba, yine ikinci el, ve bir yıl 365 gün bildiğiniz gibi, hepsi tesadüf olabilir mi, daha aklımızın ermediği, eremediği neler var kim bilir hayatta, kimin kimin sınavı için geldiği, kimin kimin kurtarıcısı, veya alaşağı edicisi olduğu bile hiç belli değil.

Satın alırken arabaya konan rehin hala arabanın üstündeymiş, bunun için emniyete gittim, noterler yeni sisteme geçmişler bilgisayarda, bir buçuk saat bekledim, orada hüdaverdi tipli bir adam vardı, onun gibi kısa boylu, ince, gözlüklü ve sevimli bir adam, ama yaşını kestiremedim çünkü saçında bir tane olsun beyazı yoktu, kırk ta olabilir, elli de derken dayanamadım sordum, 66 yaşındaymış, nasıl oldu bu iş dedim, bütün sevimliliğiyle, ki çok hoşuna gitti, bana gençliğinden beri hep aynı kiloda kaldığını ve aslında her şeyi de yediğini söyledi, onu bir laboratuara almayı isterdim tabi ama bu pek mümkün olacak bir şey değil, sırrını bilemediğimiz şeylerden biri de o olmalı, ama büyük ihtimalle şekeri tetiklemeyen bir beslenme alışkanlığı olmuş olmalı, kilo almadığına göre, gerçi şekerin fazlası da kilo almayı engelleyebiliyor, artırabildiği gibi, bu durumda bir fikir yürütemeyeceğim, keşke labaratuara alsaydım, oğlum yanımda olmasa kesin alırdım da, oğlum yanımdaydı işte, hayatın sırlarına ermekten daha önemli ne olabilir ki hayatta, arabalar, noterler gelip geçer, aslolan hayaın sırları, ama o sırra vakıf olabilmeyi isterdim doğrusu, hayatımın şanslarından biri önümden gelip geçti, öğrenemedim kahretsin.

Aman, oğlum uyutmadı yine, o da kahve, çikolata mağduru, çocukken de uyuyamazdı, çikolatadanmış, nereden bilebilirdik, şimdi hem kahve hem çikolata, ben de bu durumda gece bekçisi, saat üç buçukta kapı açarsan ne uyku kalır ne de başka bir şey gözünde, baktım uykunun geri geleceği yok kalktım ben de, saat 4 olmuş, gidip bir daha deneyeyim uyumayı, yoksa yarın yine bütün gün sersem sepelek olurum.

***Şimdi şöyle, akşam, gece söylediklerimi biraz olsun toparlayayım, bir serçe sabah uyanır, karnını doyurur, yarın acaba ne yiyecğim diye endişe duyar mı, duymaz, ertesi gün de doyar mı, doyar, yarın için endişe etmeyi biliyor olsa insanların gününe düşerdi herhalde, yüz yıllardır sürüyor serçelerin varlığı, soyları tükenmiyor, işte o serçe gibi hepimizin, her yaşayan canlının belli sınırlarda nasip kotaları var, eğer ki bunun bize gelmeyceğinden endişe duyarsak geliş yollarını tıkamış oluyoruz, iki insan evleniyor ve biri diğerinin hakkını gasp etmeye başladığında başlıyor bu kördüğüm, haksızlığa uğrayan taraf yaşadığı haksızlık için diğer tarafa kin kusmaya başlıyor, ama bilmiyor ki onun için ne kadar olumsuz düşünürse, söylerse o kadar nasibi ona akacak, kendi cascavlak kalacak, on, on beş, yirmi yıl önce market kasasındayken hem onun için bunca olumsuz düşünüyor, söylüyor hem de onun parasını yiyorum diye geçirirdim içimden, bilmezdim ki sır burada saklı, ben onun için olumsuz düşündükçe benim nasibim ona havale oluyormuş, ben bir türlü nasibime kavuşamıyormuşum, mesela biri için Allah belasını versin dediğinizde, ki benim dediklerimin haddi, hesabı yok, evren veya Allah, her ne ise, bu aradaki bela sözcüğünü algılamıyor, onu anlamaya dair kodlanmış değil, o söz lugatinde yok, geriye ne kalıyor, Allah … versin, hiçbir şey yoktan var edilemediğine göre ve bunu sen dilediğine göre, bu verilecek şey senin nasip hanenden kesilip veriliyor, işte o zaman bir kısır döngü başlıyor, sen ne kadar çok köşeye sıkışırsan o kadar lanet etmeye başlıyorsun ve karşındaki senden enerjini, paranı ala ala palazlanıyor, veya aynı şekilde Allahından bulsun dediğinde de aynı şey oluyor, Allah veya evren kötü bir şeyi vermeye yetkili değil, ne yapacak, sen diledin, dileyen sensin, senden alıp ona veriyor yine, sen kalıyorsun cascavlak, ne olduğunu anlamadan, ne zaman ki tesadüfen rastlaştığım bir yaşam koçu bana onu hayatımdan çıkarmamı söyledi, ve ben bunu uyguladım, o zaman benim nasibim çoğalmaya, onunki ise azalmaya başladı, ve ben ne zaman o kötü lafları ağzımdan kaçıracak olsam bakıyorum ki döngü tersine işlemeye başlıyor, onun işleri iyi giderken benim nasibim azalıyor, kötülüğün yenilmez ve önlenemez oluşunun arkasında da bu öngörü yatıyor işte, biz kötüye kötü demeye devam ettikçe kötü bizden besin almaya ve güçlenmeye devam ediyor, bu anlamda mümkünse erdoğan için bile kötü dememek gerek, bu düşünceyi açtığımızda, başka şekillerde uguladığımızda yani.

Neler söylüyorum böyle değil mi, ne uçukluklar, inanıp inanmamak size kalmış, ama bir deneyin derim ben, kimse için olumsuz düşünmeyin, düşünseniz bile bunu sözlere aktarmayın, ve kendi hayatınıza bakın, başkalarının hayatlarından hem size ne, her koyun kendi bacağından, emin olun hayat sizin için çok çok daha iyi olacak, hani diyorlar ya, işi bilenler, işin erbapları, arif olanlar, bu yaşadığımız zaman bildiğimiz zamanlar gibi değil diye, aydınlanıyoruz diye, değişiyoruz diye, bu dünya artık o bildiğimiz yeknesak dünya değil diye, ki bu dümya cidden 30 yıl önceki dünya hiç değil, işte bana bunları söyleten de şu son  15 şubattaki güneş tutulması, bu güneş tutulması boğalara, yani bana değişimi, uranüs etkisini getirdi ve sonuçları da bu söylediklerim, boğalar mayısta uranüs etkisine daha çok girecekmiş, asıl işte o zaman korkun benden, neler yazabileceğimi hayal etmem bile imkansız, şu kahve, çikolata, mısır şurubu içinse üstümüze atılan o kara ağı aralamak, aralardan ışık huzmeleri açmak için uyarın eşi, dostu, konu, komşuyu, unutmayın, yapılan her iyilik, her iyi düşünce size kat be kat geri dönecek, ne kadar kötü düşünürseniz o kadar kötülük, ne kadar iyilik düşünürseniz o kadar iyilik kontörü yükleniyor hanenize, siz hangisini seçerseniz o, seçim ve sonuçları size kalmış.

Ooo, şimdi ne çip paralar yükleniyor, yüklendi hesabıma kim bilir, size bu kadim bilgileri ilettiğim için, kendimde harmanlayıp size sunduğum için, şakır şakır paraları sayacağım yakında, bir daha mı birine bir kötü söz söylerim, kim olursa olsun, tövbe, herkes yoluna ben yoluma, nasibimi niye kaptırayım ki hazzetmediğim birilerine, belki bütün bunlarda amaç, kötüleri dışlamak değil içimize çekmek, bize benzetmek, kendi cennetimizi oluşturmaktır, bu kadarını bilemem, benimki sadece bir akıl yürütme, iyi ve kötünün değişmez döngüsü nedir dünyada, kötüler zengin, becerikli, işini bilen, iyiler fakir ve mutsuz, zenginin malı fakirin çenesini yorar lafı da bunun kısa bir göstergesi, fakirler zenginler, yani kötüler hakkında konuştukça enerjilerini, ve paralarını o kötülere gönderiyorlar ve bu sayede kötüler zenginliklerine zenginlik, güçlerine güç katıyorlar, işte bu döngünün değişmesi, kırılması olmalı bizden beklenen, yapmamız gereken şey, kötüyü iyi ile dengelemek, iyinin uyanışı ile kötüyü ortadan kaldırmak, her ikisini eşitlemek, kötünün kötülüğüne fırsat vermemek, ona kötü diyerek, ki kötü olmak ta iyi olmak ta çok kolay aslında, birinden diğerine dönüşmek.

Benim bütün bunlardan anladığım asıl şey kimsenin kimseyi iyi veya kötü diye yaftalamaya hakkının, izninin olmadığıdır, kendini bile, neye göre, kime göre kötü, sana göre belki kötü ama belki bir başkası için iyi, bunu bilebilir misiniz, o iyi olduğu kişi de Allahın bir kulu olduğuna göre sizin öngörünüz mü etkili olacak yoksa diğerininki mi, hangisini baz alacak, işte o yüzden böyle bir yetki verilmemiş bize, ve her kötünün bir gün iyi olma potansiyeli, şansı olduğuna göre ve her insan kendini koruma, güvenceye alma içgüdüsü ile doğduğuna göre yaptığı hiçbir şey onu bu anlamda suçlu yapmaz, insan acizdir, insanın eksikleri vardır ve burada bulunuş sebebimiz de o eksiklikleri tamamlamaktır, yani bize önümüze gelene iyi veya kötü deme kararı ve yetkisi tanınmamış, evrenin kurallarından bahsediyorum burada, kaldı ki kötüye de kötü diyerek asıl besinini veren de biziz, hal böyle olunca herkes birbirinin aynası, aynısı, bir bütünün yansımaları oluyor, her birimiz olgunlaşmayı bekleyen birer ayva, birer elmayız aslında, şöyle bir düşününce, birimiz daha erken birimiz daha geç olgunlaşacağız sadece, kimseyi birbirimizden ayırt etmeden, aramızdaki fark bu işte, şöyle veya böyle, amaç her koşulda herkesin iyileşmesi, iyi olması, ama iyi ve kötü bile diyemiyoruz burada aslına bakılırsa, olgunlaşması diyelim o zaman, üf, amma kafa patlattım ha bu işe, yok deve diyorsanız iki kere daha düşünün derim ben, bunlar 50 yıllık birikimlerin yüzeye çıkışı sadece.

Ne yazdım ama, istediğiniz kadar dalga geçme hakkına sahipsiniz elbette ama dalga denizde olur, burada işi ne, boşuna yaşanmamış sonuça o yıllar.

Hepsi iyi güzel de, benim için şu an bunları yazması kolay, söz konusu kişi yakınımda değil nasıl olsa, beni artık sömüremiyor, kullanamıyor, bedensel, ruhsal olarak, aksine bu durumda ben onu sömürüyorum, yakınında olanların bunu yapması çok zor, hem eza çekip hem kötü düşünmemek, ama bir yolunu bulacaklar elbet, kendilerini, nefislerini ona göre terbiye edecekler, madem ki çıkış yolu bu. Düşünmekten bir zarar gelmez de Allah ve versin, Allah ve bulsun sözcüklerini o kişiler için birarada kullanmayacaklar, dikkat edecekleri husus bu, çok ta zor değil yani, ki kendi nasipleri, kendi paraları onu bunu keyiflendirmesin, o, bu keyifleniyor sonuçta sizden giden paralarla, paranız size dönmeye başladığında ise bakın keyfinize, vurun totosuna bir tekme, gitsin bildiğine.

O insan ayırt etmiyor, kötü nedir, iyi nedir bilmiyor, her var olan insan onun için, kötü veya iyi diye bir şey yok, kötü dilden anlamıyor, ona onun anlayacağı şekilde yaklaşmak gerekiyor, bu yüzden yapacağımız ilk şey gideni geri istiyorum demek olabilir mesela, bana ait olanı, benim olanı ona buna değil bana ver demek ya da.

Dün akşam üzeri banyo ettim, yorgundum, kaç saat dolandık oradan oraya, bornozla tv başında takılıp kaldım, bir saatten fazla, haber falan izledim, o arada üşüdüm, bu ilk yapışım değil gerçi, bu her seferinde böyle de, bu defa tongaya düştüm işte, gece uyandığımda tekrardan uyumaya çalışırken öksürük tuttu, uyutmuyor, belli ki uyutmayacak, arkadaşımın söylediği geldi aklıma, geçen hastalandığımda söylemişti, çocuklarımıza bir şey olsa hemen önlemini alıyoruz, kendimiz için de alalım diye, onun söylediği tarifi uyguladım, anında kesti öksürüğü, tuz, limon, karabiber, su, içtim, anında kesti öksürüğü, uyuyabildim neticede, şimdi yine biraz nane mollayım, çok uzun sürmez umarım, bu defa zorla çağırdım hastalığı anlayacağınız.

Vartolu da öldü zaten, fena sürpriz yaptılar, hiç ummadığımız bir anda, yazık oldu vartoluya, alışmıştık bayağı, üzüldüm, şimdi selimin yanında çalışan adamın üstünden yürüyecek galiba dizi, öyle gibi, ayşenin kardeşi olmalı o oğlan, vea bir yakını, çok baktı çünkü, kim yazdıysa iyi yazıyor.

Bir yılda 17 bin kişi mide küçültme ameliyatı olmuş, dünyada ikinciymişiz, birinci olan amerikadır mutlaka, hatta çoğunluğu üstüne kilo alarak ameliyat oluyorlarmış, çünkü vücut kitle indeksi 35’in üzerinde olanları ödüyormuş devlet, bir kendin pişir kendin ye ameliyatları daha, benim vücut kitle indeksim de o civarda ama asla bunun için bir ameliyatı gerekli görmem, çokta kilolu bulmuyorum kendimi üstelik, kiloluysam da kiloluyum, sağlığıma bir zarar vermediği sürece, ki bir sıkıntım yok Allaha şükür, niye kendime eza, ceza çektirecğim ki, 50 yaşından sonra güzellik yarışması yapılmıyor zaten, neyse o, ne varsa o, o yapılan ameliyatların demek ki bir çoğu boşuna yapılıyor, gidiyor devletin, bizim keselerimizden, milletin de canından, her tv ye çıkan şebek yaptırdım, yaptırdım derse olacağı bu, kötü örnekler oluyoruz birbirimize, epilasyon yaptırmak kadar hafife alınıyor bu ve bunun gibi ameliyatlar, dünyada kabir azabı çekiliyor, çektiriliyor, üstelik gönüllü olarak, deseler ya şunu şunu ye, şunu yeme, demiyorlar, kesip biçmek daha karlı sonuçta, bundan, bir ameliyattan ala kabir azabı mı olur, ben 3 kere geçtim o sırat köprüsünden, iyi bilirim o yolu.

***”Gerçekten bilmiyorsun, senin gibi erkekler yaptığı pisliği temizlemez, ama biz kendi pisliğimizi ve sizin pisliğinizi temizlemek için anlaşırız, o açıdan çocuk gibisinizdir, ileriyi düşünmeniz gerekmez, ya da yaptığınız şeylerin sonuçları için endişelenmezsiniz, ama bu sizin hatanız değil, bu sadece yetiştirilme tarzınız” alias grace, 3. bölüm, 23. dakika, muhteşem bir dizi, bizimkiler de dizi mi onun yanında, neyse, onlar da güzel, çok haklarını yemeyeyim, sonuçta onları da izliyorum, çukur ve ufak tefek cinayetler için söylüyorum bunu, gerisi üstüne alınmasın, ama alias grace bambaşka bir dizi, arkasında muhteşem bir zeka var, kızım tavsiye etti, o 4. bölüme kadar izlemiş, beni bekledi, geri kalanını beraber izleyeceğiz, toplamı 6 bölüm zaten, bir an önce izlesek şunu, aklım onda kalıyor.

Kadınlar akın akın geliyorlar dizilerle, erkekler yerden yere vuruluyor, her yer kadın intikamı kokuyor, yüzyılların intikamı, öyle kolay biter mi sanıyorsunuz, alias grace bu anlamda bir numara, ufak tefek cinayetlerde de öyle, iyi ti’ye alıyor magandaları.

Pancarın tadı haşlanınca kötü oluyor demiştim ya, alias grace de aynı şeyi söyledi, ben rendeleyip pişirin demiştim, alias grace fırında pişirip soymamızı, lekelerinin çıkmasının zor olduğunu söyledi, onun söylediği daha pratik, çiğken soyması, rendelemesi zor çünkü, fırında pişince rendelenmesi de gerekmez, şart değil yani.

***-Anneciğim -Aşkım -Nasılsın -İyi misin aşkım -Yerim ben seni -Üç saat sonra yanındayım -Kız özledim ben seni, 14 şubatta bundan daha güzel, daha anlamlı sevgi mesajları alanlar varsa yazsın, benden hodrimeydan.

Bu da 15 şubat sabahından, -kaç gündür sana kahvaltı hazırlayamadım kızım, -senin benim annem olman yeter anneciğim, kıskanmaca yok, gıybet yok, kötü düşünmek yok, yoksa sonra başınıza döner, o kadar dersini verdim, boşuna mı yazdım?

***Eskiden üç çocuğumla beraber giderdik, şimdi kızımla gidiyoruz genellikle, avm ye, son durağımız hep kitapçılar olur, yorulunca, yapacak başka bir şey kalmayınca, vakit kaldıysa, ben genellikle astroloji kitaplarını karıştırırım, metin güçlü diye bir salak var, kendini astroloji yazıyorum sanıyor, onu okumam, nuray sayarı okumam, bir bok bildiği yok o kadının, astroloji adına, başka da bir şey biliyormuş gibi görünmüyor zaten, geçen gün yine kitapçıdayken yanımdaki iki kızdan biri ne çok fantastik bilimkurgu kitabı var dedi, öyle gerçekten, bir sürü, satılan onlar, kitapçılar onlardan kazanıyor parayı, kızım bir dolu kitaba başlayıp başlayıp bırakıyor, bu da iğrenç, bu da iğrenç diyerek, yeni nesil kitaplar için söylüyor bunu tabi, kitap diye neler satılıyor belli bile değil, bir dolu zırva, hele 15 yaşındakilerin kitapları içler acısı bir durum, artık her kitap okuyana kitap okuyor gözüyle bakmamak gerekiyor, vakit dolduruyor, oyalanıyor, kafasının içine sıçıyor falan denebilir ama mesela. 

Bu kafalarla işimiz zor, çocuklarımızın kanını içmeye ahdetmişler, kitap bunların yanında en masumu, bilgisayar oyunları, mısır şurupları, kahveler, hepsi çocuklarımızı içten içe öldürmeye yönelik, içini oyuyorlar çocuklarımızın, boş kalası da bize kalıyor, biz çok şanslıymışız, bu saldırılara maruz kalmadık, çocuklarımızı bu illetlerden kurtamamız gerek öncelikle, sağlam kafa sağlam vücutta bulunur, ki kitap okuyabilsin, ki hangi kitap okunur hangi kitap zaman öldürür ayrımını yapabilsin çocuklarımız, bu kafalarla o iş biraz zor, daha yol almamız gereken çok şey var, kitaba gelene kadar yani. Bırak kitabı genetiğimiz değişti, bir bale okulu düşünün, lise çağında, en düzgün durması gereken grup, boyna kadar her şey yolunda, ama boyunlar ileri ileri, ördek gibi.

***Yuvamdaki düşman dizisinde bakıcı kadın bebeği postacı çantası gibi indirip kaldırmasa ne iyi olacak, her alıp bırakışında içim hopladı, kafasını tutmuyor alıp bırakırken, sanki oyuncak bebek, el kadar bebenin dizi setlerinde işi ne, bir göster, iki göster, her dakika göstermek zorunda mısın, bırak uyusun, dinlensin bebe.

***TV de en çok reklamı olan takıcı so chic, niye böyle bol keseden reklam verebildiğini anlatayım, moda çarşısının sağ yan girişinde, dış kısmında bir doğal taşçı var, orada bir dizi ametist, orta boy, bileklik boyu, 45 lira, o diziden rahat iki ya da üç bileklik çıkar, so chicde o boy ametistten bir bileklik 200 lira, lastik misinaya geçirilmiş halde, üç tane de incik boncuk takmışlar arasına o kadar, başka da bir özelliği yok, yani moda çarşısında 45 lira olan şey so chicde 600 lira, bir büyük boy ametisin dizisi de olsun olsun 50-60 liradır, sormadım ama öyledir, tek bir tane o boy ametist konmuş, yanına bir yıldız eklenmiş gümüş kolye ise 250 lira, bir dizide en az 20-30 tane o boy ametist olsa tanesi iki liraya mı gelir, siz yapın hesabını işte, bir gümüş zincir de olsun olsun, taş çatlasın 50 lira, yani maliyeti 52 lira olan şey, ki bu perakende fiyatı, toptan değil, so chic de 250 lira, so chic reklam vermesin de ben mi vereyim, darphane gibi para basıyor olmalılar, sanki doğal taş dünyanın en bilinmeyen, en bulunmayan şeyi, her yerde zibil gibi, tekli gümüşe işlenmiş ametist bir kolye ucu almak istesen en fazla 20-30  lira, kızılay bunlarla kaynıyor, gümüşçüler çarşısı, karanfil sokağın en başı, kızılay meydanının ilk köşe başı, so chicde ne sattıklarını sanıyorlarsa.

***Bu hafta ufak tefek cinayetlerde arzu kafeine karşı konuştu, arzunun kızı nilay annesinin kahve içmesine izin vermediğini söyledi, rüzgarlar tersine dönmeye başlamış, gerçi yine içildi kahveler de o bölümdeki kadar değil, neden olduysa bu değişim, birileri kulaklarına bir şeyler söylemiş olmalı, o reklam parasına bizi, çocuklarımızı, sağlıklarımızı satıyorlar ya, bile bile, göz göre göre, elbet bir gün bunların da hesabı görülecek, haram para ya binaya ya zinaya, başka bir işe yaramaz.

Sadece çocukları kurtarsak bu kahve illetinden, ki on lira, günde bir tane dahi içseler ayda 300 lira eder, bir çocuğun aylık üniversite harcı da o kadardır herhalde, ayrıca milli ekonomiye katkı, kara paraya ise çelme olur, kara para değil de ne, bir bardak sıcak su ve bir kaşık kahve nasıl on lira oluyor, var mı böyle saçma sapan bir hesap, saçma bir karşılaştırma olacak ama bir paket sigara fiyatına bir bardak kahve içiliyor, çocukların kahveden korunması hakkında bir şeyler yapılmalı, acilen, nasıl sigara 18 yaşından küçüklere satılamıyorsa, üstünde sağlığa zararlıdır yazıyorsa kahve için de aynı şey yapılmalı, hatta daha büyükler için de sınırlamalar, kısıtlamalar getirilmeli, hem de acilen, çünkü sigaradan daha beter kahve, çünkü zararsız sanılıyor, oysa ki çocukta ne sinir bırakıyor ne bir şey, yenilip içilen şeker, mısır şurubu beyni uyutuyor, uyuyan beynini uyandırmak, ayık tutmak, ders çalışabilmek için çocuk kahve içme yolunu seçiyor, etraftan öyle öğüt alıyor, lise çağında başlıyor bu iş, ki bizim eve kahvenin giriş tarihçesi böyle, evimizde kahve yoktu ondan öncesinde, hiç, çünkü kimse çocuğa kahvenin bir zararı olduğundan bahsetmiyor, kahve işte, ne zararı var ki, herkes içiyor, istemeyerek, sevmeden de olsa içiyor, bir gün beş gün derken vücutta alışkanlık yapıyor kafein, devamlı istetiyor kendini, bağımlı olunuyor, bir yıl, beş yıl derken oluyor vücut kahve çöplüğü, sonunda ise oluyor sinir hastası.

***Dün önce canan karatayı dinledim haberlerde, ardından bir belgesel izledim, anlatmasına da anlatırım da, olduğu gibi yazayım daha iyi, şöyle dedi canan karatay, “modern tıp yok efendim, ben modern tıp diye bir şey kabul etmiyorum, genetik hastalık hiç yok, hepsine öyle diyip ilaçları dayıyorlar, kusura bakmasınlar, bir kere doğal ve sağlıklı beslenmeye başlayınca vücut kendini toparlıyor, vücut öyle programlanmış, mutlaka doktora gitmeye de gerek yok, herkes kendi vücudunu tanıyacak, yalnız genetiktir diyip, maalesef, insanların ve çocukların yaşama umutları ellerinden alınıyor, hayat boyu ilaca mahkum edilmeye çalışılıyor, ben bunu anlatmaya çalışıyorum, düzelebiliyor, ilaçlardan da kurtulabiliyoruz, şifre ne, şekerle insülinimizi zıplatmayacağz”

İzlediğim belgeselin adı sağlık komplosu, bir buçuk saatlik bir belgesel, bir saati dolduğunda şöyle deniyor, “ister bağışıklık sistemi hastalığı, ister tansiyon ya da diyabetiniz olsun, geleneksel tıbbi tedaviler uygulandığında size ilaç almanız gerektiği söylenir, üstelik bir süreliğine değil bir ömür boyu, doktorunuzun tavsiyesine uyarsanız sonsuza dek hasta kalacağınız garantidir, hiçbir zaman iyileşmezsiniz, bu kesindir, çünkü stratejiler tamamen belirtileri bastırmak üzerinedir, asıl sebebi yok etmek üzerine değil, teşhisiniz koyulduktan sonra avuçla ilaç alırsınız ve bunların hastalığın sebebiyle hiç ilgisi yoktur, ya da hastalığın sebebiyle hiç alakası olmayan ameliyatlar olursunuz, hapın size yardım edeceğini, atar damarlarınzı açacağını, sizi felçten koruyacağını söylerler, ama hepsi aldatmacadır, lipit düşürücü ve benzeri ilaçlar alan kişiler yine de kalp krizi geçirir, yine de felç olur, bunlar hastalığı tersine çevirmez, plakları küçültmez, bu muazzam bir aldatmacadır, ilaç endüstrisi 1,5 trilyon dolarlık bir endüstridir”…

….diye devam ediyor ve ilaç endüstrisinin, et, gıda endüstrisinin devletle olan ilişkisine değiniyor, sütün, peynirin iltihap olduğunu, etin deli dana yaptığını, hayvanların aktarımı ile bize hastalık ve antibiyotik geçişi olduğu, etlerde dışkı bakterisi olduğu, hayvanların sağlıksız koşullada yaşadığı, hayvanlarda iltihap olduğu söylendi, bitki ağırlıklı beslenme tarzı önerildi, sebze beslenmesi, doğru olan bu ise neden olmasın, bir yerlerde bir hata yaptığımız kesin, sağlıklı olmadığımıza göre, etten, sütten, peynirden, yumurtadan, hepsinden tiksindim izleyince, biz ne pis yaratıklarız, iyi de tarımda bile hayvan dışksını gübre olarak kullanmıyor muyuz, her yanı boklu değnek bu işin, hayvan boku.

İnekle aynı doğal dönüşümü biz de yapabildiğimize göre, sütü yani, niye ineğin ürettiğine muhtacız, süte, yoğurda peynire, belli değil, inek gibi beslensek yeterli değil mi, et zaten en tiksinci, süt ineğin yavrusu içinmiş, doğru, yumurta için de tavuk embriyosunu beslemek için dediler, o da doğru, düşününce öyle tabi, o zaman biz niye yedik onca zaman bunları, bir yerlerde bir yanlış var, ve yaşanması gereken bir kırılma noktası, elbet bulacağız, belki budur, kim bilir, ama bir deneyeceğim, 15 gün, bir ay denemekten ne zarar gelir ki, şimdi bile zor yedim o dedikleri şeyleri, bu sabah, peyniri, yumurtayı vs. sadece B12 eksikliği olur, ona da takviye alırsınız dediler, hatta bir daha izleyeceğim, daha iyi anlamak için, öleceksem eğer bir gün, ki öleceğim, ölümüm şekerden, tansiyondan veya başka bir şeyden değil vaktim doldu diye olsun, bir şeyler beni fazladan pompaladığı, şişirdiği için değil, bunu istiyorum kendim için, ve bunu oldurmak için de elimden geleni yaparım, büyük bir kısmını hallettim aslına bakılırsa bu işin, demek ki olabiliyor, şekerle hiçbir ilişiğim kalmadı, kahve ile öyle, kahveler tuvaleti boyladılar biliyorsunuz, layık oldukları yer orası çünkü, dolapta duran iki kilo şeker sonsuza dek öyle duracaklarmış gibi görünüyor, çünkü hiç kullanmıyorum, deyim yerindeyse elimi bile sürmüyorum, sadece kabak pişirirsem bir kilo kabağa iki kaşık şeker koyuyorum ki o da bu hesapla on yılda bitmez, dondurma, çikolata, havuç dilimi, kek kalıbı, pasta lüplemeler, hepsi tarihe karıştı, bir zırnık yemem onlardan bundan sonra, şeker adına bal ve pekmez yiyorum o kadar, gerekirse onlardan da vaz geçerim, her şeyden vaz geçerim, yeter ki bana bir faydası olacağına inanayım, bileyim, mesele bilmek, emin olmakta, ama işlerin iyiye gitmediği aşikar, benim için, pek çok insan için, eski yokluk günleri bu günlerden iyiymiş herhalde, insanlar havada uçan kurşundan ölüyorlarmış hiç değilse, ota boka değil, her şey var, ama sorsan herkes hasta, nasıl oluyor bu iş.

Bana ve diğer insanlara ne olduğunu anlayana kadar devam edeceğim bu kısıtlamalara, yiyecek kısıtlamalarına, ta ki vücudum şimdi tamam diyene kadar, var bir hinlik bu işte, nedir bizi şişkin domuzlara çeviren şey, var bir nedeni, gluten olduğunu sanmıyorum, yani ekmek, onu kafadan eledim, zaten tam buğday ekmeği yiyorum, eskiden de o yeniyordu sonuçta, eskiden olmayan bir şey olmalı bu, yani çok hayatımızda olmayan, süt ürünleri için laktoz alerjisi denirdi, denir, onu da bir denemek lazımdı tabi, bu bahaneyle aradan çıkmış olur, sebze beslenmesiyle yani, taktım, deneyeceğim, yoksa böyle olmayacak bu iş, ben eskiden çok dikkat ederdim ne yiyip içtiğime, 40 kiloydum ve tam buğday ekmeği yemekte ısrar ederdim, kilo ile ilgisi yok, sağlık için, sağlık takıntılıyım ezelden beri, lisedeyken kimya öğretmenim katı yağlar zararlı dedikten sonra yemeklerin sulu kısımlarını yemedim vs. az buz değil bayağı bir pimpirikliydim, şimdi bakıyorum da iyice sermişim işi, vücutla beraber beyni de laçkalaştırıyor olmalı o madde her ne ise. Bugün yine haberde vardı, ithal bakliyat ilaçlı olduğu için kanser yapıyormuş, ne yiyecğiz? 

***Bugün rastladım bir yerde, internette yani, eskiden bir grup vardı, çıtır kızlar, yonca evcimikin kurduğu, o gruptaki üç kızdan biri serap sağlarmış, akıl unutuyor pek çok şeyi. 

***Osman Müftüoğlu bilgilerine göre trigliserid vücutta şekerden dolayı oluşan yağmış, yenilen şekerden, kolesterol ise doymuş yağlardan, yani etten, peynirden, tereyağından olurmuş, ben doğru dürüst şeker yemem, çoktandır, ama et, yoğurt, peynir, tereyağı yiyorum, yiyordum, sağlıklı olduğunu sandığım için, her ikisinin de normal aralığı sıfırla 200 arası, geçen yıl gittğimde trigliseridim 50, kolesterolüm 180 çıkmış, bu da şeker, et sıralamamı doğruluyor, demek ki ikisi de tehlikeli, şeker olduğu kadar et te, şekeri bilip eti bilmediğim ortada zaten, ki sıfır yağlı pişiririm eti, kendim ayıklarım yağını da, ama bunu bize et yemeyin, sizi öldürür şeklinde söylemiyorlar bir türlü, ben tiksindim, biraz da sizi tiksindireyim, bir ara etler bozuluyordu dolabımda hatırlarsınız, 4 dereceden 3 dereceye düşürünce çözüldü sorun, bir derecelik bir hassasiyet söz konusu yani et için, çok fazla hassas yani, biz et diyoruz ama düşününce aslında onun başka bir adı var, ama ben burada daha fazla iğrençlik yapıp o adını söylemeyeceğim, hepimiz biliyoruz o adı, canlı olanı, sebzeyi yemek varken canlı olmayana veya canlıdan çıkanı yemeye yönlendirilmişiz, doğadan beslenebilecekken yine doğadan beslenenden beslenmeye sevk edilmişiz, doğa ile aramıza aracı koymuşuz, bir sebze bekleyince olsa olsa çürürken et, süt, yumurta bozuluyor, zaman aşımı sonuçları bile farklı, bağırsaklardaki kalma süreleri ve yan etkileri de farklı olmalı, neyse, deneyeceğim ben bu işi, başladım bile, şişko bir tavuk olmaktan çok sıkıldım artık, kahveyi bıraktığım için bile büyük bir değişim oldu bedenimde, o kalp vızırtısı sandığım şeyler yok oldu gitti, limon içmeler, nar yemeler tarihe karıştı bir anda, o dönemde bile gümleyip gitmiş olabilirdim çok rahat, neyse ki limonla narla idare ettim ortalığı, yorgunluklarım da azaldı, özellikle tuvalet sonrası yorgunluklar, kalbim deli gibi yoruluyordu her seferinde, uzanıp dinlenmek zorunda kalıyordum, kahve direkt kalpten vuruyormuş bizi, kan pompalayamayan bir kalple boşaltım yapmaya çalışıyorsun sonuçta, ki damarları genişletiyordu kahve, derslerimizi unutmadık değil mi çocuklar? Ve damarlar genişledikçe beyne kan gidişi azalıyor, azaldıkça beyin duruyor, beyin durdukça çocuk daha çok kahve içiyor, içi kalaylı kazan, dön dön dur.

O belgeselde şeker hastalığının sebebinin sandığımız gibi şeker yemek değil et yemek olduğu söylendi, hadi bakalım buyur buradan yak, tüm ezberler sil baştan yapılacak şimdi, sonuçta o belgeseli yapanlar seninle ben değil, bu işe kafa patlatmış insanlar, atıyorlardır diyerek görmezden gelebileceğimiz bir durum değil bu yani, o kadar da boş atabilecek bir konumda değiller elbet. 15 şubattaki güneş tutulması boğalarda değişimi tetikleyecek demiştim, buymuş o değişim, bundan ala değişim mi olur, boğa sabit bir burç, öyle kolay kolay değişemeyen bir burç yani, kendiliğinden değişmeyi beceremediğinden uranüs boğanın, yani benim kurtarıcım, benim favori gezegenim uranüs.

Bu da bir oyun, belgeselde dendiği gibi, küresel bir oyun, tarladan doyamazsın, et te yemen gerek, peynir de, vs. diyerek bizi topraktan uzaklaştııp kentsel yaşama mahkum etmişler, oysa ki kentte benzin gerek, araba gerek, hiç değilse otobüs bileti gerek, kahve içmek, lokantaya gitmek gerek, şunu değil bunu giymek gerek, ne çok şey gerek, parfüm, rimel, topuklu ayakkabı, kuaföre gitmek, verdikçe vereceksin parayı, işte bu yüzden kentte kaldıkça daha çok kentte kalmak gerek, kaybedenin kumar masasından kalkamadığı gibi terk edemiyoruz kentleri, hepimiz çok katlı betonarme mezarlıklarımızdayız şimdi, dört duvarları bekliyoruz, önlerimize tv yi de koymuşlar, içine de bir iki sağmal inek, seda sayan, esra erol vs. ne güzel, ye dediklerini yiyip yeme dediklerini yemiyoruz, kilo alırsak spor salonları bizi bekliyor nasıl olsa, o da parayla, ne güzel hayatlarımız var değil mi, kıskanılası, doğada çift sürmek, toprağa dokunmak, toprağın verdiğini yemek varken, size uyarsa black mirrorun birinci sezon ikinci bölümü olan 15 milyon hak adlı bölümünü izlemenizi tavsiye ederim, size şu an ve gelecekteki halimizle ilgili çok önemli ipuçları verebilir, aslında biraz anlatayım, değişik, ileri bir zaman, insanlar pedal çevirdikleri kadar para kazanıyorlar, ve o paraları yaşamak için harcıyorlar, tv izlemezler, reddederlerse paraları azalıyor, tam bizi anlatıyor yani, köşeye kıstırılmışlığımızı, kürek mahkumu gibi tv mahkumuyuz, şimdilik gönüllü, yarın bir gün neler değişir bilemiyoruz tabi, havalar ısınıyor, şubat bitişe geçti, zaten kış görmedik ya, sıkıysa yakalar beni tv havalar ısınınca, hadi gelin köylerimize geri dönelim, düğünlerimizde horon tepelim, ne dersiniz, hiç değilse d vitamini garanti, parayla da değil, bedava, benim gönlüm dünden razı, da, günahlarım koyvermiyor işte, yoksa ne işimiz var bu boktan çok katlı mezarlıklarda, sil, süpür, temizle, sonra, yine sil, süpür, temizle, belki giderim, yazmayı da bırakırım, salatalıklarımı, biberlerimi sularım, bundan ala hayal mi olur?

Ne ben gidebilirim ne de o salatalıklar orada beni bekler, o da hayal olarak kalmaya devam eder, biz kentsiz yaşayamayız artık, ayaklarımız çamura basmayı unutalı çok oldu, veya çamurlu ayakkabı temizlemeyeli, çamurda giyilecek ayakkabımız bile yok ayakkabılıkta, hepsi çamursuz bir dünya için seçilmiş ayakkabılar, kent dünyası için, çamurda giymeye kıyamam ki onları, ama şunu yapabilirim, tamamıyla olmasa da hayvansal gıdaları hayatımda azaltabilirim, sebzenin hayatımdaki ağırlığını daha da arttırabilirim, bunu yapabilirim, böyle başlarım, belki bir gün tamamıyla da bırakırım, belli mi olur? Ama dolaptaki yumurtaları tuvalete atmamı beklemeyin dübenden, veya sütü, yoğurdu, yine tuvalete dökmemi, zamanla olacak bir iş bu, bir anda değil.

Sırada alkol belgeseli var, onu izleyeceğim, benim alkolle bir işim olmaz, ben bir yeşilaycıyım, hiç alakam yok ama olsun, bilgi bilgidir, bana değilse bir başkasına lazım olur, hep kendini düşünmek olmaz, hem hırto oğlum arasıra kaçamak yapıyor, epeydir rastlamadım gerçi, onun da bir geliş geçişi var demek ki, sonra, sonra da gıda suçlarını izleyeceğim.

***Bir maddeye veya bir canlıya sınırsız bağlılık diye bir şey yok benim kitabımda, hiçbir madde veya canlı hayatımın iplerini elinde tutamaz, ve hiçbir madde veya canlıya tutunmadan da yaşıyor olabilmeliyim, yoksa ben ben olmam, hiçbir şeye onunla ölüp onunla dirilecek kadar bağlanmam, bunu acziyet sayarım, bu sigara olur, içki olur, veya bir insana, bir hayvana hiç kapı aralıksız bağımlılık olur, burada kastım bir tümden veriş, yaşamını bir şeylerin üstüne kurma ve öyle götürme hali, o olmadan yaşayamama hali, böyle bir insan olduğuna göre tahmin edersiniz ki en büyük pişmanlığım bunu hak etmeyen biriyle hayatımın 25 yılımı geçirmiş olmam, ama ona da bu şekilde tutunmadım, hiçbir zaman, yeri geldi ağzına da sıçtım, çoook, babama eyvallah etmem derler ya, o cinstenim ben biraz, eyvallah ettiğim zamanlar daha çok oldu yine de, o zaman dilimi için, sesimi kısıp oturduğum, ama yine en büyük avuntum, mutluluğum da bu pişmanlığın içinde saklı, çocuklarım, dün akşam kızıma telefonda markete gittiğini, başka bir şey pişirmeyi bilmediği için yumurta aldığını, yumurta pişireceğini söylemiş, yıl olmuş 2018, yaşı desen 60’a dayanmış, hala aynı teraneler, hadi ben çok duydum o nakaratları, çocuğa ne bundan, iki buçuk sene olmuş o nemrut yüzünü görmeyeli, sen hala orada mısın, orada mı kaldın, yazık, ne zıkkımın kökünü yiyorsan ye, elini tutan mı var, yap, yapanın kıymetini mi bildin, bir günden bir güne Allah razı olsun mu dedin ki bende bu sözün altında ezilmeler olacağını sanıyorsun, çok beklersin, ha taş ha ben, bir fark yok aramızda, özellikle o söz konusu olunca, bu sözün bende çağrıştırdığı alt anlamlar şöyle, markete gidebiliyormuş demek, markete gidecek parası da varmış, ne mutlu ona, otursun kalksın Allaha şükretsin, daha ne istiyor Allahtan. iki de eli olduğuna göre, ister yumurta alır ister başka bir şey, derdi beni mi aldı, ha, evet, yumurta pişirirdi, bir iki kez görmüştüm, hatırladım, aman, canı cehenneme, sen o yalanlarını göndereyim siperlikli kasketimi, ya da kışlık beremi, onlara anlat, o dinler seni, acır da sana, hak da verir, hiç meraklanma sen. 

Enerji hırsızı, maksat çocuğun enerjisini çalmak, çocuğun vasıtasıyla benim enerjimi çalmak, alışkın enerjimi çalmaya, enerjisiz kalıyor, kimden ne götürürsen o kar, benden alamıyor ya şimdi sıra çocuklarımda, benimle aynı genleri taşıdıklarını biliyor, kendine hiç benzemeyen genlerini, enerji çalmak derken ciddi bir hırsızlıktan bahsediyorum burada, enerji hırsızlığı, zamanımızın belkide en büyük vurgunu bu, enerji hırsızlığı, birine dert aktarımı yaptığında ondaki enerji düşüşü senin enerji hanene yükleniyor, seni yükseltiyor, voltaj yükselmesi oluyor, sen ne kadar demoralize olursan onda o kadar moral yüklemesi alıyor, sen negatife inerken o pozitif yükleniyor, sonra senden çaldığı o pozitif enerjiyle keyfine bakıyor, kendi için kullanıyor, istediğine istediği kadar kötülük yapma potansiyeli artıyor, bu ciddi arkalığı olan bir hırsızlık biçimi, ve çok insan bunu kasıtlı, bilinçli olarak yapıyor, onlar farkındalar bunun, enerjilerinin olmadığının, birilerinden beslenmeleri gerektiğinin de biz değiliz, işte mesele orada, biri size devamlı dert mi yanıyor, bir, iki dinleyin, üç, dörtte vınlayın kaçın, Allahın selamı üstünüze olsun deyin ve kaçın kaçabildiğiniz kadar uzağa, ve bir daha da yolunuzu o tarafa çevirmeyin, ki enerjiniz başkalarına akmasın, ağzından dertten kederden başka bir şey çıkmayandan uzak durun, bilin ki hırsız, bilin ki sizden geçinmek derdinde, bilin ki pisliğini size kusup kusup enerjinizi kendine yüklüyor, bu herkes olabilir, en candan gördüğünüz kişi bile, bir değil birçok kişi de olabilir aynı anda, kim ne çalarsa onun cebine sonuçta, uyanık olmak gerek bu konuda, kötü davranmak ta aynı şekilde enerji çalamak için birebir, sadece dert anlatarak değil kötü davranarak ta çalınyor enerji, hatta asıl yolu bu da kendilerini gizlemeleri gerekiyor çoğu zaman, o yüzden uyanık olun, kapatın kontaklarınızı, derhal, size kötü davranılmasına müsade ederseniz, veya birinin dert babası olursanız sizde enerji adına bir şey kalmaz, dövülmek, sözle dövülmek, laf çakılmak, ağlamak, sızlamak her yol mübah bu hırsızlık için, her yolu deneyecekler, bunu aklınızdan sakın çıkarmayın.

Bizler bilmeyiz de onlar bilirler enerjinin hasının, bolunun kimde olduğunu, yokluğunu bilmeyen varlığını ne bilsin, zaten var onda doğallığında, ama onlar bilirler, enerji eksikli olanlar, doğanlar, yaşayanlar, böyle yaşamaya mecbur bırakılmışlardır ve vardır mutlaka bir nedeni, işte onlar bilirler kendilerine enerji gerektiğinde nereden bulabileceklerini, ve ne yolla alabileceklerini, bu yüzden ne öldürürler ne güldürürler ki tekrar enerji lazım olduğunda ellerinin altında olalım, yaşam reaktörleriyiz biz onların, onlara verilmeyen, onlardan kısıtlanan enerjiyi bulma, o enerjiye ulaşma yollarıyız, bu bahsettiğim hırsızlığın yanında para hırsızlığının lafı bile olmaz, yaşam enerjisi, iyi ve kötü enerjisi, hani birine kötü diyerek kötü ediyorduk ya, bu da onun gibi bir şey, auranda bir delik açıp, bir acıma, tahrik etme, sana kendini kötü hissettirme gibi her yoldan olabilir bu, içeri sızıp çalıp gidiyorlar, o yüzden sadece kötüye kötü dememekle kalmamalı, kendi enerjilerimizin kendimizde kalması için bariyerli, pür dikkatli ve tetikte olmalıyız her daim, onlar da biliyorlar çünkü sizdeki kapıların ancak iyilikle veya hangi yollarla açılabileceğini, ve tabi ki uzak, uzak, en uzak, ve elbette yaşayabilmek istiyorsak. Hatta  kadar ustalaşmışlardır ki bu konuda, enerji hırsızlığı konusunda, sizin kanallarınız kendilerine kapalı ise bunu bilirler ve başka birinin kanalından, elbete yine acındırma yolu ile auranıza sızıp bu defa o kişi veya kişiler için hırsızlık yaparlar sizden.

Nereden mi biliyorum bütün bunları, on gündür yatıyorum, dış görünüşte grip oldum, ama iç yüzünü ben biliyorum, enerjim çekildiği, enerjisiz kaldığım için, neyse ki enerji üretme potansiyelim var, biliyorum çünkü dünyaya gözümü açtığım ilk günden beri onlarla yaşıyorum, enerji vampirleriyle, yaşam enerjisi vampirleriyle, kimsenin bir şey öğretmesine, göstermesine gerek yok, her şey ortada zaten, Allahım beni gönderirken dünyaya benden önce enerji kalkanımı da göndermiş, başıma gelecekleri bildiği için, o beni herkesten korudu, sakındı, ta ki gidene dek, kendi deyimiyle aşildi o, yıllar sonra öyle demişti bana, akhilleustu, benim akhilleusum, ama vaktinden çok önce çıkıp gitti hayatımdan, Allah biliyordu da onlar bilmiyor muydu işini, bana ulaşmaları için onu ortadan kaldırmaları gerekiyordu, kaldırdılar da, korunaksız, koruyucusuz kaldım, 13 yaşındayken, ondan sonrası zaten zindan, zindan hayatı, dayak, kıskançlık krizleri, öfke nöbetleri, her bahane mevcuttu artık ellerinde, yaşam enerjimi çalmak için, kaçtım, uzaklaştım, kurtardım kendimi, kurtarabileceğimi sandım, tam evleneceğim zamandı, anlattım bunları, bu şekilde değil tabi, o zaman bu yorumunu bilmiyordum bu işin, neler yaşadım, yaşandı bakışıyla, o an kararını verdi, bir an önce evlenmeye benimle, geleceğinin enerji reaktörünü bulmuştu ne de olsa, ben bilmiyordum ama o çözmüştü bir enerji reaktörü olduğumu, onlara bu kadar aktarım yapabildiğime göre o da güçlenecekti benden, beni emerek, gücümü, emdi de, gömünün üstüne düşmüştü adam, bundan bir beş, on yıl öncesine kadar o kadar güçsüzdüm ki ayakta durmakta zorlanıyordum, ama ölmüyordum da bir türlü, çünkü hasta değil sadece enerji yoksunuydum, enerjim çekiliyordu, hasta olduğum için güçsüz olduğumu sanıyordum, belki de bu ana kadar, bütün enerjimi sömürmüş meğerse serseri, şimdi kendi o durumda, enerji reaktöründen mahrum kaldı ya, ama şimdi de çocuklarımda sıra, ben varken biraz zor o iş, beni ortadan kaldırması lazım ki ne onun ne de bir başkasının buna gücü yetmez, bu sırada ben de güçlendim bakmayın, gözüm açıldı, en ufak enerji hamlesinde uyarıyorum çocuklarımı, ememesin diye çocuklarımı, ne o ne de enerji vampiri olduğundan emin olduğum diğer kişiler, ne yaşanmış, ne yaşanacak olursa olsun, Alahıma binlerce kez şükürler olsun onun inayetiyle yaşayan bir insan olarak doğduğum, olduğum için.

Bir hafta bir oğlumdan bankadaki parasını istiyor, diğer hafta diğer oğlumdan kredi için arabasını ipotek ettiriyor, altmış bin kredi çekiyor, bir sonraki hafta bir önce yanaştığı oğluma tekrardan geri dönüyor ve o arada oğlum bankadaki parasını arabaya çevirmiş oluyor ve 60 binin haricindeki yüz bin liralık kredisi için, eski kredi borçlarını kapatabilmek için arabasını satmasını istiyor, kızıma telefonda tasarruf yapmak lazım diyor, bir başka zaman kızım avm deyken param olsaydı şimdi sana yemek parası gönderirdim diyor, kızım istemediği halde, ama bu arada da tonla paralar buhar olup uçuyor, nereye gittiği belli bile değil, her pazar geredeye gidip mangal sefası yaptığı ortaya çıkıyor, her hafta gelen trafik cezalarından, iki pazar peşpeşe, kendi pek tasarruf yapıyormuş gibi görünmüyor yani, aylık buhar olan para da yirmi bin, belki çok daha fazla, her ay, ve tam olarak ne kadar olduğunu bilen de yok, para dönüyor, paralar eriyor ama o krediler bir türlü ödenmiyor, böyle bir manyak, hep manyaktı, sadece şimdi değil ki, bu parasının az olduğu zaman, çok olduğunda neler oluyordu kim bilir, haberim bile yok, hiç olmadı ki, parası batsın, kendi ne ki parası ne olsun, olunca veriyor adam ne yapsın, iyi adam, has adam, iyi yürekli adam, orospu çocuğu, bugün bir trilyon ver yarın bir kuruşunu bulamazsın diyor oğlum babası için, ama nereye gittiği belli değil, buhar olup uçuyor sanki, şimdiye dek benim belamdı, şimdi çocuklarımın baş belası, elbet onlar da kurtulacaklar bir gün ondan, kimin kimin belası olacağı belli mi hayatta, bela her yerde, her şekilde bela, bunların hiçbirinde asıl mesele olan para değil, o esnada açılan delikten çocuklarımın yaşam enerjilerini çalmak, ki çalıyor da, pis hırsız.

Çocuklarına bunları yapan, yaşatan bir aşağılık, karısına neler yapıp yaşatır, yaşatmıştır varın siz düşünün. Kızım diyor ki etrafımda anne babası boşanmış çocukların babalarının hep çok parası var ve bir kuruş koklatmıyorlar çocuklarına, karıların niye boşadığı belli oluyor yani, musa musa da bir yere kadar.

***Alkol hakkındaki gerçekler belgeseli, ingilteredeki alkol yönetmeliğine göre haftalık içilmesi önerilen miktar üç buçuk litre bira, yasak değil sınır, öneri, ve bir defada değil, günlere yayarak, aç karnına içilen alkol tok karnına içilenin yaklaşık iki katı daha etkili, alkol kanser ilişkisi var ve bu limitlere riayet edilmezse risk daha da büyür dendi, birde alkolün uykuya yararı değil zararı var dendi, şaraptaki polifenol yarım elmada veya birkaç cevizde varmış, bu kadar, fazla bir gerçek yoktu yani, bence gerçeği çok çok daha vahim.

***İki gün önce foxta bir haber vardı, habere geçmeden önce fatih portakal haber masasında bu haberi yayınlayıp yayınlamamak konusunda çok tartıştıklarını söyledi, falaka haberiymiş, öyle dendi, görüntüde bir çocuk bir başka çocuğun ayaklarına bir şeyle vuruyor, ancak burada bir ayrıntı var, ayağına vurulan çocuğun ayağında çorap ve terlik var, bu koşullarda o ayakların acıması imkansız, belli ki bir oyun oynuyorlar, benim tv de görebildiğimi bir masa dolusu haberci görememiş galiba, bu akılların ekmek peynirle yenildiği devirde onlar neredeymişler.

***Dün kızımla kızılaya gittik, okulu ekip, takıcılara baktık, eskiden kalma, on, on beş yıllık ametist taşlarım vardı, onları dizdirdim, so chice koysam bin lira eder, ben satın alsam elli, yüz lira, bari bir işe yarasın orada durup duracağına dedim kendi kendime, işimiz biti, baktık vakit erken, gün bitmek bilmedi, erken çıkmışız, kızım kitap fuarına gitmek istiyordu, gittik, saat 3 gibi, okullar çocukları alıp getirmişler, iyi  etmişler tabi ama kitap fuarından çok liseli fuarı gibiydi ortalık, tam okul saatiydi çünkü, ben içeriye beş dakika göz atıp çıktım, yorulmuştum zaten, dışarda bir bankta oturdum, kızım kitap aldı, içerde kara kedi mi, kırmızı kedi mi onun standını gördüm, kırmızı kedi olacak herhalde, unutuyorum adları, hemen yanıbaşında dergah yayınevi vardı, siz varsanız biz de varız der gibi birbirlerine, eskiden yoktu onlar, merdiven altındaydı, adı dergah olanlar, adı batasıcalar, dışarda yanımda oturan kızın başı kapalıydı, ilber ortaylının kitabını okuyordu, az önce ilber ortaylı oradaymış, ona imzalatmış kitabını, okurken baktım bir ileri bir geri gidip geliyor, kuran okur gibi, hep öyle okudu, orada olduğu sürece, alışkanlık yapmış galiba, kitabın adı nasıl bir tarih, herkes mi tarihçi olmak zorunda, beni bayar o işler, sıkar, tarihçi olmak istesem tarih okurdum ki hiç sevmem, kitap okutacağız diye millete eza ediyorlar vallahi, basmakalıp göstermelik kitap okuyanlarımız arttı, sevinmeli mi üzülmeli mi bilemedim, desinler ki kitap okuyor, ne anlıyor, orası meçhul, gerçi okumadım, okumak gibi bir niyetim de yok ama fi, çi, pi okumak insana ne kazandırır, ne kaybettir merak ediyorum doğrusu, ama merakıma yenik düşüp okumayacağım tabi, değil okumak dizisini bile izlemem, safsata geliyor bana, safsata izlemiyor muyum. izliyorum, ama o bana safsata geliyor işte, bir zamanlar da elif şafak vardı, herkesin elinde, onu da hiç okumadım, sonra ortaya çıktı ki fetönün has geliniymiş, kimin eli kimin cebinden çıkacak hiç belli değil, o üç kalın cilt kitabı inan olsun okumam, bana daral gelir, sayrılıklarını yazan her delinin yazdıklarını okumak benim boynumun borcu mu, veya herkesin.

Diğer yanımda kültür kolejinin iki bayan öğretmeni vardı, sigara ve çay içiyorlar, çocuklar gelip gidiyor, öğretmenine selahattin eyyübinin kitabını aldığını söyledi bir tanesi, duymuşluğum var ama kimlerdendir bilemedim, din bilgini falan sandım, baktım, eski mısır hükümdarıymış, 1100’ler, kudüsü almış, akp nin favori isimlerindenmiş, kim neye ne amaçla geliyor hiç belli değil, ortalık tufan yeri.

***Böyle burada bilmiş bilmiş, hatta çok bilmiş diye konuşuyorum ya, dünyanın en aptalı, en cahili, en geri zekalısıymışım, çocuklarıma o pislik şeyleri yedirdiğim, engel olmak bir yana önayak olduğum, onları ben de yiyerek onları buna teşvik ettiğim için, şimdi içim yanıyor çocuklarımı her gördüğümde, geçen zamanlarına, yaşadıklarına, bir çocuğa önündeki dersini anlayamamaktan daha büyük bir ceza olabilir mi, olmuş, oldu işte, yıllarca kitapları onlara onlar kitaplarına bakmış, bir şey anlamadan, karaciğer ne kadar pislik doluysa beyin de bir o kadar dolu, tıkalı, ama bunu anlamak için o yolu kat etmemiz gerekmiş, anlatıyorum ki siz de aynı yolları aşmak yanlışına düşmeyin diye, yoksa bana göre hava hoş, ben akıllandım, bundan sonra o yanılgıya bir daha asla düşmem, ki bizim evde öyle tonla hiç olmadı o maddeler, markete gidince bir iki tane, o kadar, dondurma, çikolata, onları alıyorduk, on yıldır yani, öncesinde alıyorduk ama poşetler dolusu, cola, gazoz, meyve suyu denen şey girmezdi eve, hiç, hal böyleyken geldi bunlar başımıza, ayağınızı iyi denk alın, bunların hiç şakası yok, kahveyi de atlamayalım tabi bu arada, onda benim çok günahım yok, çevresel etki daha çok.

***Size bir şey diyeyim mi, çok şey diyorum da bir şey daha diyeyim, hepimiz çocuklarımın halindeyiz, yani birkaç ay önceki hallerinde, mal mal bakıyoruz önümüzde olanlara ama bir şey anladığımız yok, baksanıza foxun haber masasına, bakıyor ama görmüyorlar, hepimiz o haldeyiz işte, bakıyor ama görmüyoruz, içkiden, sigaradan, mısır şurubundan, kahveden, hepimizin nedenleri ayrı ayrı ama sonuçları aynı, dumanlandı ortalık, flulaştı, göz gözü görmüyor, şimdi bir şey daha söyleyeceğim, affınıza sığınarak, mal yiye yiye mallıyor muyuz acaba, malın genetiği bize mi geçiyor, malın trene baktığı gibi mi bakmaya başladık, mallar bütün gün geviş getirdikleri için genetikleri bize geçip bizde bütün gün geviş getirir mi olduk, inek gibi mi olduk hepimiz, veya koyun, tercih size kalmış, hangisini yiyorsanız tabi, o belgeseldeki bütün doktorlar yaşlıydı ve zayıftılar, dinç ama yaşını almıştılar, o mallardan bir özellik aktarımı almamışlardı yani, ve zehir gibi çalışıyordu kafaları, duru, berrak, onlar gibi olmaya karar verdim, artık yiyemiyorum peynirleri, boğazıma diziliyor diyeceğim ama diyemiyorum çünkü ağzıma alamıyorum, tiksindim, soğudum, kolay kolay da bir daha yiyebilecekmiş gibi görünmüyorum, bu benim milatım sanırım, biz bu haldeyken ne vatanımıza sahip çıkabiliriz ne de kendimize, öncelikle kendimizi, ve birbirimizi temizlememiz lazım, bedenlerimizi, yoksa bu kafalarla bu iş olmaz, boşuna mı bulandırılıyor kafalarımız sanıyorsunuz, bir diriliş yaşayacaksak eğer, ki bu kaçınılmaz oldu artık, buna beslenmeden başlamamız gerek, o olmazsa her şey nafile.

Bugün necip hablemitoğlunun bir videosunu izledim, on dakikalık, siyaset meydanında konuşmuş, 1999’da, bugün olanları olduğu gibi anlatmış, ve fetönün arkasındaki güç amerika demiş, bu beslenme tuzağının arkasındaki de amerika, asla bir başkası, başkaları değil, son hamle şeker fabrikalarının satışı, ondan sonra el mahkum mısır şurubuna, gerçi beni etkilemeyecek bu şeker fabrikalarının satışı çünkü şekerle ilgili olabilecek, yani mısır şurubu ve şekerle, hiçbir şey yemiyorum, ağzıma sürmüyorum, özellikle son 6 aydır, hepimizin yapması gereken de bu galiba, alın sizin olsun mısır şurubunuz demenin başka bir yolu da yok zaten ve bunu dememiz gerekiyor, hayır yani burada boğaz patlatmıyorsam da parmaklarım çalışıyor, hiç mi hükmü yok söylediklerimin, geçerliliği yok, afedersiniz de beygir mi osuruyor burada, o kadar mı akıl dışı şeyler söylüyorum ki bir tık bile gelmiyor kimseden, kimse üstüne bile alınmıyor, yoksa gerçekten bu kadar mı malladık, öyleyse eğer ölmüşüz de ağlayanımz yok.

***Basmışım fırçayı yine, arada geliyorlar işte, emme ve lakin haksız değilim, bu iş ciddiye alınmalı, hem de çok çok ciddiye alınmalı, yoksa mal mal bakacağız birbirimize, ilelebet, atı alan da üsküdarı geçecek, benim baktığım çok başka bir pencere elbette ama benim gördüklerimi görüp benim yaşadıklarımı yaşamış olsaydınız eğer tepkiniz benimkinden çok farklı olmazdı, yani sanırım, benim kadar bir insan sever olmanız gerek birde tabi, hayat damarlarımız koparılıyor, alenen, göz göre göre, o küçük prens ve prensesler ne yiyorlar, ne ile besleniyor, ne ile zehirleniyorlar, bunu düşünen var mı? Canım cicimlerin zamanı geçti artık, canım cicim, gerçekleri görme, paylaşma, iletme zamanı, sorumluluk alma zamanı, o çocukların günahları hepimizin boynunda, bunu bizler söylemeyeceksek kim söyleyecek o çocuklara? Yoksa sizde mi bir amerikan projesisiniz, olan bitenin üstünü örtmek üzere programlanmış?

 Mahalle yanarken orospu saçını tararmış, seninki de o hesap, çok umurumdaydı o çocukların kitap okuması, okumaması, imza sırası bekleyip beklememesi, o çocuklar ölüyor, öldürülüyor, sen asıl bunun için ne yapıyorsun onu söyle, ite köpeğe kafa yoracağınıza insana, insan nesline kafa yorun biraz da. Tam bir yıldır dil döküyorum burada, dilimde tüy bitti anlat anlat, öyle oldu, böyle oldu, ya sen ne yaptın, bir kelime dahi olsun yazdın mı, bana oradan buradan laf çakacağına, ki hiç lazım değil, kendi yapman gerekeni yap, senin o çocuklarla gurur duymanın bir ehemmiyeti yok, bakalım bir gün o çocuklar seninle gurur duyacaklar mı, mesele olan o, o kadar yaşarlarsa tabi, çok çok çok afedersin, bağışla beni, amerikan uşağı.

Öbürü de yazmış, ilk defa okudum bugün, başlığını görünce, belki ipe sapa gelir bir şey yazmıştır umuduyla, bir o yandan, bir bu yandan, ortaya karışık, yazmış olsun ama tam anlaşılmasın mesele, karıştır pirinci, buğdayı şekere, harala güreleye gitsin mesele, yazdı mı yazdı işte.

Niye demiyorsunuz, diyemiyorsunuz bu mısır şurubu sizi, çocuklarınızı öldürür, yemeyin, içmeyin, yedirmeyin, içirmeyin, bütün söylemeniz gereken bu, bunu söylemek çok mu zor, laf ağzınızdan parayla mı çıkıyor, yoksa, yoksa, yoksa laf ağzınızdan parayla mı çıkıyor?

O çocuklar umurunuzda falan değil sizin, yanınızda fotoğraf çekinmek için, kendinizi biraz daha cilalayıp boyamak için kullandığınız bir obje, başka bir değerleri yok, öyle mi değil mi? Öyle olmasaydı yıl 365 gün bunu yazardınız, o çocukları bu belalardan kurtarmayı, tıpkı benim yaptığım gibi, yazmadığınıza göre öyle, insanlıktan nasip almamış mahluklar. Bu millet o meretleri yemeyi bıraktığında, ki bu olabilir, bu yapılabilir, her şey bir fitili ateşlemeye bağlı, gitsin analarına satsınlar isterlerse o fabrikaları, veya ne yaparlarsa yapsınlar, bakalım bir işlerine yarayacak mı? Halkın gücü var bu ülkede, ve siz bu gücü hiç ediyorsunuz, ne adına ediyorsunuz bunu tam olarak çözebilmiş değilim, iyi niyetle olmadığı kesin, ama sizin bu yaptığınız ne insanlığa sığar ne hayvanlığa, çünkü her ikisinde de vicdan denen bir şey var, hayvan bile yavrusuna merhametlidir, demek ki o sizde yok, yani merhamet, yani vicdan, bütün bu süreci biliyorsunuz çocuklarımla yaşadığım, ölümlerden döndüler, anlatmadım mı, öyle olduğuna göre vicdansız ve merhametsizsiniz.

***Eskiden yiyemediğimiz bir şey olmalı bunları bize yapan demiştim, eskiden ne kadar et, süt, yumurta, yiyebiliyorduk, sayıyla, taneyle, bulabilirsek, ama şimdi bolca yiyoruz, ve bolca pompalanoyoruz yiyin, yiyin diye, yok protein lazımmış, yok kalsiyum lazımış, mutlaka yemeliymişiz, et yiyin, yoğurt yiyin, yiyin babam yiyin, her gün duyulan, görülen bu tv lerde, sıkı bir şekilde beyinlerimiz yıkanıyor bunları yememiz için, yemeyin diyen var mı, yok, ve müthiş bir hafiflik et almamak, kasada normalin üçte birini ödeyerek çıkabiliyorsunuz marketten, bundan daha ala hafiflik mi olur, et ve diğer hayvansal gıdaları almak markette kumar oynamak gibi bir şey, bütün olan parayı verip çıkmak demek, gelsin pazılar, ıspanaklar, bilumum sebze, pancarı alias grace nin dediği gibi pişirdim fırında, suda haşlanandan iyi olduğu kesin ama yine sevemiyorum tadını, tatlı mı tuzlu mu belli değil.

Yine dün eski bölümü yayınlandı osman müftüoğlunun, kas yapımı soruldu, protein yenmesi lazım dedi osman müftüoğlu, peki kas kaybetmemek için neler yapmak lazım, mesela kahve içmemek, mısır şurubu yememek lazım, haşimatoda ilk kaybedilen şey kas, bunu neden söylemiyor, bilmediğinden mi, bilmediğini hiç sanmıyorum, haşimato yüzde doksan iyileşmez demeyi biliyor ama, demek ki bir bilgisi var bu konuda, ki iyileşir, kızım iyileşti, turp gibi şimdi, mısır şurubu ve kahveyi bırakalı beri, o bilmiyor lafta ama ben biliyorum, önümdeki örnekler çocuklarım, ve kendim, o mu bilmeyecek kahve ve/veya mısır şurubunun kas kaybettirdiğini, onca hastası varken, daha yeni bıraktı oğlum, büyük oğlum kahveyi, önündeki göbek anında iniverdi, durup dururken, hiç sebepsiz, günde bir kere içiyormuş nescafeyi şimdiye dek, kendi bile şaştı neden olduğuna, ki oğlum kaslıdır ve eski sporcudur, 400’ü 47 saniyede koşuyordu, bir zamanlar, onda göbek olacak şey değil, uykuları da düzeldi, çocukluğundan beri uyku problemi çekiyordu, çocukluğunda da çikolata sebebiyle imiş, on, on beş gündür mışıl mışıl uyuyor, uyku diyince şimdi aklıma geldi, stardaydı sanırım, üç, beş gün önce, haberde kahvenin uykuyla ilgisi yok dendi, oysa o haberin içinde konuşan doktor öyle bir şey dememişti, hatta akşam saatlerinde içmemek lazım kahveyi dedi, lafı oradan değil buradan alın, çevirin diye kaç para aldı acaba star kahve üreticilerinden, veya işin kaynağı olan amerikadan, akılda kalan ne, kahvenin uykuyla ilgisi yok, nah yok, olmayabilir, ama bu olmayacağının, hiç olmayacağının garantisi değil, elbet bir gün olacak, ve kahve içildiği sürece bu kaçınlmaz son.

Ayrıca uyku kaçırmıyorsa diğer yan etkileri var, cilt kuruluğu, burun kuruluğu, kulak kuruluğundan mütevellit kulak çınlaması, varis, kılcal damarlar, damar genişlemesi, aşırı sinir, gergin bir vücut, her an saldırma hali, kas kaybı, kas kaybına bağlı vücut güçsüzlüğü, çarpıntı, kalp yorgunluğu sebebiyle oluşan vücut yorgunluğu, daha sayayım mı, ve daha bilmediğimiz, farkında olamadığımız bir dolu olumsuzluk oluyor olabilir, ve sanırım, sanırım değil öyle, bağımlılıkları da tetikliyor, tv, telefon, oyun bağımlılıklarını, kafayı, beyni durdurduğu için, henişleyen damarlar beyne kan gitmesine engel oluyor, kafa ancak duran, sabit şeylerle ilgili kalabiliyor bu sayede, vücut hareket etme özelliğini kaybediyor, sadece alt beyni çalışan yaratıklara dönüyor insan, cinsel dürtüleriyle yaşayan bir mahluka dönüşüyor, ayrıca daha ne olsun, bu kadarı yeterli gelmedi mi kahveden uzak durmak için, iki ay oldu kahve içmeyeli, hiçbir yerimden bir şey eksilmedi, aksine çok daha iyi, sağlıklı oldum.

Asıl atladığım bir şey var, ya kahve ya mısır şurubu, hangisi bilemiyorum ama fena halde lezbienliği tetikliyor, östrojen, testesteron dengesi üzerinde etkileri var, bu da aklınızda olsun, yine kahve ve mısır şurubunu bırakalı beri kızımın adetleri düzeldi, adet öncesi kusmaları bitti, zehir kusuyordu kızım her adet öncesi, zehiratıyordu vücudu, kadınlar üzerinde, adetler üzerindeki etkileri bariz, ben onca yıl miyomla uğraştım, urla yani, aşırı kanamalarım oldu, bunların nedeni neydi, yoksa mısır şurubu mu, yemedim diyemeyeceğim o dönem için, siz hala kahve içip dondurma, çikolata yiyebiliyor musunuz, veya çocuklarınıza yedirip içiriyor musunuz, ben bunları yazalı beri yani, yiyip içebiliyorsanız bilin ki beyniniz sıfırlanmış durumda, acil yardıma ihtiyacınız var, durum o kadar vahim, bana ve buna inanın.

Her Allahın günü her kanalda, her haberde yeme içme muhabbeti var, sağlık meselesi bile rafa kalktı ne yiyelim ne içelim konuşuluyor ama kimsenin altından kalkabildiği yok bu konunun, bizi tırlatmaya kavilleşmiş gibiler sanki, bunların da bir amerikan projesi olmadığı ne malum, bir tanesi çıkıyor, ekmek yemeyin, ekmeğin yerine ceviz yiyin, günde on yumurta yiyin diyor, tabi ki yanlış, günde on yumurta yenir mi, kusar adam, ekmek binlerce yıldır insanlığın besini, niye yemeyecekmişiz, cevizi üç tane yesen kesilirsin, yiyemezsin, yağlı bir madde nasıl ekmeğin yerini alacak, ekmekteki b vitamini cevizde yok ayrıca, söylediği bir doğru şey var, şekeri zıplatmayın, gerisi boş laf, bir tanesi tutturmuş yoğurt yiyin, turşu yiyin, mera hayvanı yiyin, bulursak yiyelim, hayvansal beslenmeyi öne çıkarıyor, biri zaten kahve için, günde 4 bardak kahve için, kahve iyi bir şeydir diyor, her kafadan ayrı bir ses çıkıyor, konser öncesi akort yapan orkestra gibiler, altta kalanın canı çıksın, olan millete oluyor, herkes ne yiyip ne yemeyeceğini şaşırmış durumda, yapmaya çalıştıkları da bu zaten, ne yiyip ne yemeyecğimizi şaşırtmak, kafa karıştırmak, ne derler bilirsiniz, hocanın yaptığını yap dediğini yapma, öyle yapmalı, yemeyeceğim, hayvanlarını, peynirlerini, tereyağlarını, onların olsun, kahveleri, şekerleri, mısır şuruplarını da, yemeyeceğim hiçbirini, hepsi onların olsun, tarladan gelen, çıkan bana yeter de artar, midem bir kazan değil, onunla da doyar, hiç abartmaya gerek yok.

Daha bir ay olmamış, çıkın, bakın, sayfanın en başında yazyor, sağlık bakanlığından bir bilim kurulu mısır şurubunun olumsuz etkilerini açıklamıştı, şimdi ne oldu da, bir ay içinde, şeker fabrikalarının kapatılması kararı alındı, savaş giderlerine destek amacıyla mı, bir neden de sunulmuyor ortaya, satıyorum, satıyorum, sat-tım, oldu da bitti maşallah.

***Eylülde başlamıştım spor yapmaya, evde, kendi başıma, ıkına tıkına binbir nefesle yapıyordum, kalp çarpıntıları içinde, dinlene dinlene, iki üç ay yaptım, sonra araya gripler falan girdi, yapmadım, birkaç gündür yapmak istiyordu vücudum tekrardan, bu sabah yaptım, o zaman yarım saat süren sporu bu defa on dakikada falan yaptım çünkü o zaman çok yoruluyor ve devamlı dinlenme araları vererek yapıyordum, o zamandan bu zamana hayatımda değişen tek şey kahve, bir kahvenin nelere kadir olduğu artık benim için ortada, evet hayvansal gıdayı da bıraktım, büyük ölçüde, ama onu bırakalı çok olmadı henüz, o kadar etkilememiştir, zaten kahveyi bırakalı beri çok iyiyim, çok kez yazdım bunu, kahvenin hatırına murt gideckmişim meğerse de haberim yokmuş, ki içtiğim haftada bir, bilemedin iki, hadi en kötü ihtimalle her gün olsun, ama asla iki tane değil, ve geneli  türk kahvesi, hal böyleyken bu kadar etkilemiş beni, bunu özellikle belirtiyorum ki ayağınızı ona göre denk alın, hani bazıları diyor ya günde bir türk kahvesi yararlı gibi şeyler, kanmayın, inanmayın, yalan, üsturuplu yalan hemde, büyük ölçüde dedim çünkü hayvansal gıdayı tamamen bırakmak çok büyük bir iddia olur, olabildiğince azalttım, daha da azaltacağım, mümkün olduğunca, tamamen bırakabilirim diyemiyorum, o kadar içimizde ki, ama azaltmak, ağırlığı hayvansal gıdaya değil de sebze yemeklerine vermek mümkün, ki bunu şu an yapıyorum zaten, alışverişi diğer tarafa yönlendirmekle değişiyor pek çok şey, süt, yoğurt, yumurta, et, tereyağı, peynir yerine zeytin, zeytinyağı, sebze, sebze, sebze, ve bakliyat, tahıl, bol bulgur, biraz pirinç gibi gibi, ve bol bol salata, bol bol kısır, patates salatası vs. şimdiden daha hafiflemiş hissediyorum kendimi, sonuçta vücut ta bir organizma, belli bir potansiyeli olan, ve belli aralarla dinlendirilmesi gerek, midenin özellikle.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *