Press "Enter" to skip to content

Günlük 2d Nisan’14

***Erkan Şamcı ?çamaşır suyu kullanmayın; karbonat kullanın? demiş; karbonat çamaşır suyu gibi temizler; parlatır mı ki;??? Feridun Kunak gençleşme için kendi kanından yapılan prp kremi önermiş; ????; bilmem kim şunu demiş; şunu yapmış; oturup kalkıp bunlar konuşuluyor ortamlarda; milli kültürümüz bunlardan oluşur oldu; ne olacak bu bizim halimiz? Ulusal boyutta ?oynatmaya az kaldı; doktorum nerede? hali.
Ölümsüzlüğü ne zaman garantileyecekler bize acaba? Bütün tvleri bombalamalı; başka kurtuluşu yok; yoksa sen izlemesen, dinlemesen de birileri gözüne gözüne sokuyor bunları.  
***YGS sonuçları açıklandı; oğlum ilk 51 binde; ilk düşüncesi ?o kadarda uykusuz kalmaya gerek yokmuş? oldu; bakıyorum; artık uyuyor; kahvelerde rafta kaldı; bence hiç sakıncası yok;))) 
***Ceyda Ateş bacağından ameliyat olmuş; topuklu ayakkabı giymek yüzündenmiş; daha 26 yaşında; 46 yaşına kadar daha neler olur acaba? Ebru Şallı yüzüne şişme bir şeyler yaptırmış; yüzü eskisinin iki katı gibi görünüyor; zayıf bir vücuda kocaman bir yüz çok garip olmuş; eski haliyle çok daha güzeldi; İstanbul; Avcılar yeni belediye başkanı Handan Toprak Benli?nin göz altları adeta birer tümseği andırıyor; göz kenarındaki kırışıklıkları yok edeceğim derken koca koca tümsekler koymuşlar göz altlarına; dayak yemiş gibi şişik; eminim o kırışıklıklar daha çok yakışırdı yüzüne o koca koca tümseklerdense!
Kendileriyle; kendilerinde olan değişimle barışık olsalar inanın çok daha güzeller; hangi akla hizmetle yaptırıyorlar bunları anlamıyorum. Hayır; aynanın karşısına geçtiklerinde göremiyorlar mı olan sonucu; sadece o kırışıklığın gitmesi, yok olmuş olmasına odaklanmış olmalılar ki kendilerindeki kötüye giden değişimi fark etmiyorlar; illaki birinin çıkıp ?kral çıplak? demesi mi lazım!
***?Kadınlar için bir şeyler yapmak istiyorum. Kadınlar hala çektikleri acıları ?bende yaşadım? demeye utanıyor. Benim hayatım insanlara şu an tuhaf geliyor. Sanki Türkiye?de her şey dört dörtlük; herkes çok mutlu; kadına şiddet yokmuş ta; ben uzayda şiddet görüp dünyaya düşmüşüm gibi davranıyorlar; oysa benim gibi binlercesi var. Şu anda biz konuşurken bile kimler ne işkence görüyor. Ben bunların hiçbirini unutmadım; ama ben başardım; beni köleleştiren adamdan kurtuldum; bütün kadınlar yapabilir; yardım etmek istiyorum. Şu an bile sorsanız ?ben karımı el üstünde tuttum? der; mantık bu! Karımdır, döverim de, severim de; malımdır; kimse karışamaz?Erkek egemen topraklar buralar. Kadın hep ikinci sınıf; hatta erkeğin kölesi; hizmetçisi? BDP Diyarbakır Kocaköy ilçe başkanı Berivan Elif Kılıç; Ayşe Arman?dan alıntı.
***Sadece sen?de oynayan İbrahim Çelikkol, filmde Belçim Bilgin?in canlandırdığı ?Hazal? karakterindeki gibi birisi ile gerçek hayatta karşılaşması halinde ona aşık olabileceğini söyledi. Çelikkol, ?Zamanın ne getireceğini hiç birimiz bilmiyoruz. Her şeye açığızdır? demiş; havada yeni bir aşk kokusu sezdim sanki!
***?Bırakmak İstiyorum?, bittiğinde sigara bağımlılarına paketi attırma iddiası olan bir filmmiş. Terapist Emre Üstünuçar başrolde size neden içtiğinizi, niye bırakmanız gerektiğini belki de bugüne kadar duyacağınız en mantıklı nedenlerle sıralıyormuş; şöyle diyor; ?Sigara içerek sosyalleştiğimize inanıyoruz. Çünkü 20. yüzyılda sosyal hayatın tam ortasındaydı. Ve  sosyal olarak çok kabul görüyordu. Sinemada, uçakta, otobüste, arabada her yerde içilebiliyordu.  Ama 21. yüzyılda ne havalı, ne moda, ne de sosyalleşme aracı. Sadece madde bağımlılığı, nokta. O  ?sosyalleşiyorum? beyin yıkamasını bir kenara bırakmakta fayda var?. Filmin sloganı da ?bırakınca daha keyifsiz olmayacaksın?.
***2013 yılı yapımı The Hangover filminin baş kısmında rüzgar tribünleri var; göz alabildiğine bütün alan uçsuz bucaksız rüzgar tribünleri dolu; belkide binlerce; o kadar çok; Amerika; dünya rüzgar tribünlerine yönelirken biz dünyanın terk ettiği nükleer santralleri kuruyoruz; hangi akla hizmet belli değil. Sinop?ta nükleer santral için bugünlerde binlerce ağaç kesilmiş; kestirenlerin; kes emrini verenlerin elleri kırılsın inşallah.
***Önce 15 martta arabalı vapurdan denize düşen arabanın içinde 5 yaşındaki ece su; 4 nisanda eminönü iskelesinde bebek arabasından kayarak denize düşen 1 yaşındaki Ahmet Nedim; 5 nisan günü komşusunun havuzunda bulunan 3.5 yaşındaki Pamir; ki konuşamıyordu; yine 5 nisanda Urfa?da su kuyusuna düşen 6 yaşındaki Ahmet; son olarak ta 7 nisan günü Van?da derede boğulan 4 yaşındaki Yusuf; ki o da konuşamıyordu; hepsinin ortak bir yanı daha var; aynı zaman diliminde su ile buluşmuş olmaları; su bu aralar çocuklara karşı çok acımasız. 
Bunu yazarken astroloji ile ilişkili mi diye düşünmüştüm; ertesi gün; yani bugün; 10 nisan günü gecesi mars, dünya ve güneş aynı çizgi üzerinde sıralanacak; ay kan kırmızısına dönüşecekmiş. Ayrıca 15 Nisanda da tam ay tutulması gerçekleşecekmiş; astrolojide suyun yöneticisi aydır. Hayat gizemlerle dolu; bunlardan biride astroloji. Suyun konuşamayan çocukları seçmiş olması ilginç. Mutlaka vardır bir ilişki ama o kadarını çözemem. Astrolog değilim. Tesadüfte olabilir elbette. Yeterince bağıramamaları da boğulmalarında bir etken olabilir.  
Böyle bir astrolojik yorumu yapacak ne dünyada ne de bizde astrolog var; bildiğim en iyi astrolog Sydney Omarr?dı; o da 99?da basılan ve o zamandan beri bende olan ?yeni milenyum için astroloji ve burçlar? kitabının hemen peşine; 2003 yılında ölmüş. O kitap var olan, bildiğim en iyi astroloji kitabı. Ömrünün son on üç yılında körmüş; bu sezilerine de çok şey katmış olmalı. Susan Miller?ın abartıldığı kadar başarılı olduğunu düşünmüyorum astroloji konusunda. Onun için biraz esrik bir zekaya sahip olmak gerek; Sydney Omarr?da olduğu gibi; Susan Miller?ın kafası biraz materyalist bir kafa; işin ticaretinde kadın ve takipte ettim; bir sonuç alamadım söylediklerinden. Sydney Omarr?ın yerini doldurabilecek Trish MacGregor var; Sydney Omarr?ın 2003?teki son çalışması ?ruh rehberleri?ni yazarın ölümünden sonra hazırlamış; Trish MacGregor?ın da elimde 2009 yılından kalma 2009 yılı burç analizleri kitabı var. Astroloji merakım eskilere dayanıyor yani; gerçi artık törpülendi; o kadar da kafa yormuyorum bu işe; hayat olabildiğine gidiyor işte; ıcığını, cıcığını kurcalamanın pek bir gereği yok.
Hele ki fal; falcılar; fal baktırmak; onlara para akıtmak daha da boş; bir şey bildikleri yok; hem bilseler ne olacak; bilsek ne olacak; değiştirebilecek miyiz geleceği; a?yı b anlayıp yanlış yollara sürüklediği de oluyor insanı; veya yok yere moral bozduğu; fala bel bağlayıp sürdürülen bir yaşam hiç iç açıcı değil; falın hiç gereği yok. Ki bunu zamanında fal baktırmak için yüklü paralar ödemiş; çok falcı peşinde koşmuş biri olarak söylüyorum; boş iş. Evet; derdi olan derman arıyor ama fallar, falcılar derman değil; işte mesele burada.
***Bahar; temizlik zamanı; yuvarlak dilimlenmiş yeşil, kırmızı biberler, havuçlar, yine soyulmadan yuvarlak dilimlenmiş salatalıklar; dörde bölünmüş domatesler zamanı; sofranızda ne olursa olsun yanında mutlaka bunlar olsun; 3 öğünde de; renk ve sağlık cümbüşü.
Bütün morlar, kırmızılar için dendiği gibi kırmızı soğan içinde sağlıklı deniyor ancak yemeğe konduğunda yemeğin rengini bozup, morumsu yapıyor; evimde sırf o nedenle yenmeyen yemekler oluyor; iyisi mi kırmızı soğanı salatada veya öylece dilimleyerek tüketmek; ve eminim çiğ olarak yemek çok daha sağlıklıdır.
Bu 3 öğün; sabah, öğle, akşam rutini önemli; önemliymiş; siz ne kadar düzenli saatlerde beslenirseniz, o besinlerin sindirimi ve atımı onun kadar düzenli oluyor; öyle yapılmazsa şayet gelsin şişkinlikler, gazlar, hazımsızlıklar; gün içinde şeker iniş çıkışları ile güçsüzlük, halsizlik hali; daha ileri aşaması ise diyabet; yani sağlıksızlığa davetiye. Ben yapıyordum bunu; “ne kadar geç kahvaltı edersem gün içinde o kadar az yemiş olurum” düşüncesinden hareketle; ama öyle olmuyor; bu sefer akşam üzeri çokça yiyor ve vücudu bir defada olması gerekenden daha çok yoruyorsunuz; sonuç olarak yemememek; yemeden yaşamak gibi bir seçeneği yok hiçbirimizin; önü sonu yiyeceksiniz. Birde geç saatlerde doyduğunuzda ertesi sabah kahvaltıyı canınızın istememesi gibi bir durum doğuyor; iyisi mi gün doğduğunda; uyandığınızda ilk iş olarak beslenme işine başlamak ve gün bitiminde yeme işini kesmek; gün batıp karanlık olduktan sonrasına yeme işini bırakmamak. Siz ne verirseniz hayat size onu size geri veriyor; iyi veya kötü olarak. 
Yapılan bir hatada meyveyi öğün yerine; kahvaltı yerine koymak; meyvede bir şeker kaynağı ve ara sıra bağırsakları arındırmak için bir müddet uzak durmak gerek; sonra yeniden yiyip yeniden uzak durmak; bağırsaklardaki meyve yiyen bakterileri azaltmak adına; ve tek başına bir öğün olarak yendiğinde yine şeker iniş çıkışlarının sorumlusu oluyor meyve. 
***Haftada 32 km’den fazla koşmak ömrü kısaltıyormuş.
***”Bazen hasta şartlanarak doktora gidiyor; ben ishal oldum; doktora gidip iyileşeyim gibi; halbuki biraz evde sabretse; 1,2 gün su içip beklese; ateşi olduğunda da öyle; biz hep 2,3 gün beklemesini öneririz; hemen ağrı kesici, ateş düşürücü almak doğru değil. Biraz soğukkanlı olmak lazım; telaş etmemek lazım; acaba benim yaptığım bir şeyden mi oldu; ne yapsam geçebilir gibi düşünülmeli; bizim içimizde muazzam bir mekanizma var; bir yerimiz ağrıdığında o ilaçlardan önce içimizde yüzlerce enzim, hormon harekete geçiyor; bizi iyi etmek için; biraz onlara vakit bırakmak lazım ki bizi iyi etsinler; vakit bırakmadan dışarıdan bir şey yuttuk mu dengeyi bozuyoruz. İyi edici mekanizmaya kendini bırakmak gerek. Sıvı alımını arttırmak gerek. Ağrı kesiciler kalpte aritmi yapıyor. Parasetamol ağrı kesiciler karaciğere zararlı. Ağrı kesici kullanmak için bile biraz sabretmek lazım; çünkü vücudun kendi ağrı gidericileri var; işi o endorfinlere bırakmak lazım; onların halledemediği durumlarda bir doktor önerisiyle ilaç alınabilir. Zeytinyağı ve otlayan hayvanın tereyağı bir miktar yenebilir. Vücudumuz bir alışkanlık makinası; çok et yerseniz bağırsaklarınızda et yiyen bakteriler çoğalıyor. Çok çikolata yerseniz de çikolatayı parçalayan bakteri artıyor; çikolata miktarını arttırıyorsunuz çünkü bağırsak sisteminin ayrı bir beyni var. Lavman zararlı.” Dr. Murat Kınıkoğlu
“İnsan vücudunun kendiliğinden iyileşme özelliği var. Bir yara kendiliğinden kapanıyor; bir kırık kendi kendine kaynıyor. Hava değişimi bir iyileşme metodu. İstirahatte öyle; istirahat ederken vücut kendini iyileştirmeye çalışıyor; tam iyileşmeden çocuklar kreşe, okula gönderilmemeli. Hayatınızda ne kadar az ilaç olursa o kadar sağlıklı olacağınızı unutmayın. İlaç iki ucu keskin bıçaktır. Gerekmedikçe kullanılmamalı. Antibiyotikler bağırsaklarda bomba etkisi yaratıyor. Zararlı olan trans yağlar pastahane ürünlerinde; fırın ürünlerinde; paketlenmiş ürünlerde, bisküvilerde, gofretlerde, cipslerde var. Damarlarımızı hiçbir yağ trans yağlar kadar tehdit edemez. Üstlerinde trans yağ yerine hidrojenize yağ da yazıyor olabilir; aynıdır. Modern tıp doğal tıbba yüzünü daha çok çevirmeli. Yediklerimize beynimiz mi yoksa bağırsaklarımız mı karar veriyor, bu çok belli değil.  Dr. Osman Müftüoğlu
Cumartesi geceleri habertürkte Pelin Çift’in sunduğu “ne yapayım; neyim var” programından alıntı üstte yazdıklarım. Haftaya şişmanlık konusu varmış; unutup atlamamaya çalışacağım. Benim taktik geçerli olmaya başladı galiba; doktora gitmeme taktiği; benimki neredeyse her ne olursa olsun aşamasında olmakla beraber çokta yanlış değilmiş; bana göre zaten değildi; sadece doktorlar onaylamış oldu bu görüşümü.
Kenan Işık’ın yoğun bakımda olduğu süre 20 günü geçti; iyileşmesi bekleniyor; tıbbın yapabildiği o; beklemek; insan vücudunun yarattığı mucizeyi tıbbın yaratması mümkün değil; ve o doktorlarda aynı şeyi söylüyorlar. Mucize insanın kendisi. Umalım da bir mucize ile Kenan Işık geri gelsin; çünkü zamansız ve beklenmedik bir durum; Allah’ın işine karışılmaz elbette.
Bu saunaların çokta sağlıklı olmadıklarını uzun zamandır düşünüyordum; Kenan Işık ile bir kez daha doğrulandı; vücudumuz belli ısı derecelerine göre ayarlı; o derecelerin altına veya üstüne çıkmak; ki bilerek; yanlış. Kim akıl etmişse saunaları, iyi etmemiş.
***Bu pastahanelerdeki trans yağ meselesi doğru; geçen gün; hatta geçen hafta kızım; ki iyi bir pastahanede; koca bir pastayı tek başına bitirmek istedi; karışmadım; neredeyse 4 dilime mukabil bir pasta; çocuk oburluğundan kurtulamadı bir türlü; 2 gün sonra, şimdiye dek 1 tane bile sivilce olmayan sırtında bir kibrit tanesi kadar boşluk kalmayacak şekilde sivilce dolmuştu; birazda yüzünde; şimdi yeniden biraz olsun düzeldi.
Oğlumda zaten var; ama onda olması normal; çünkü her gün sabah 8’de çıkıyor evden; okul, dershane derken eve dönüşü yine 8’i buluyor; o 12 saatlik zaman dilimi içinde dışarıdan beslenmek zorunda; okulunun karşısında fırın var birde; her türlü çeşidin olduğu; alıp yiyordur mecburen; yoksa bütün gün ne yiyecek; bütün sırtı, yüzü, göğsü sivilce dolu; alkoller, kremler sürüyor; nafile; yapabileceğim bir şey yok; yaza kadar; okullar kapanıncaya kadar bu böyle devam edecek; ancak ondan sonra biraz olsun düzelir.
***”Kitap yazarken öğrendiğim bir şey var; yazmak arındırıcı bir işlem; yazarak kafandaki karmaşık düşünceleri ayıklayabilirsin. Şu an çok baskı altında olduğum bir dönemdeyim” Richard Cohen; 40 yıldır MS hastası olan bunun hakkında kitap yazana bir kişi.
***Daniel planı; vaiz Warren ve iki doktor tarafından geliştirilmiş; cemaati; 12 bin kişi 1 yılda toplamda 113 bin kilo vermiş; şöyle diyor; “Tanrı, vücudumuzun onun ruhunun tapınağı olduğunu söyler; bu yüzden vücuduma iyi bakmalıyım; bu iyi görünüp iyi hissetmek istiyorumdan daha büyük bir teşvik. İnsanlar bir vücuttan daha fazlasıdır; beyniniz, ruhunuz, hisleriniz var; önemli olan senin ne yediğin değil; seni neyin yediğidir; biz bu unsurlara odaklanma, inanç ve dostları ekledik; maneviyatla dayanışmayı bir araya getirdik. Tanrı bize yeniden başlayabilme lütfunu verir; “kalk; yeniden başlayabilirsin; yapabileceğini biliyorum; kalk ve devam et” der; bizi teşvik eder. Herkes bir daniel planı başlatabilir. Tanrı bizi öyle yaratmış ki, yalnızken iyileşemeyiz. Birbirimize ihtiyacımız var; senin bana, benim sana ihtiyacım var; birlikte daha iyi oluyoruz. İncil’de birbirinizi lafı 57 kere kullanılmış; birbirinizi sevin, birbirinize bakın, birbirinizi teşvik edin, birbiriniz için dua edin, birbirinizi destekleyin, birbirinize yardım edin. Ortak bir cesaretlendirme var ve irade gücünden farkı bu. Hayatta uzun vadede bir değişiklik yapmanın tek yolu; ister diyet, ister spor veya başka bir şey olsun; otomatik pilotu değiştirmektir; Tanrı bu konuda uzmandır; karakterimizi içten değiştirir; İncil’de buna zihin yenilenmesi denir; meye başlarım  
“Şeker kilo aldırıyor; insülini arttırıyor; sorun yağ değil; vücuttaki yağı şeker yapıyor; diğer sorunda un; ekmek, makarna, mısır gevreği insülinin artmasına yol açar; insülin yağ depolama hormonudur. Öncelikli olarak renkli sebzeler ve çok daha az miktarda meyveler yenmelidir; bitki besinleri en doğal iyileştiricilerdir; proteinde az yenmeli; %75 sebze, meyve; %25 protein; et, balık, yumurta, peynir, kuru yemişler.” Dr. Hyman 
“140 araştırmaya göre kilonuz arttıkça beyin fiziksel ve fonksiyonel olarak küçülüyor. Bu herkesi korkutup zayıflamaya yöneltmeli. Bu araştırmadan sonra ben 12 kilo verdim çünkü beynime bilerek hiçbir zarar vermem; kararlarımı beynim veriyor; beynim sayesinde seviyor, öğreniyor, para kazanıyorum; beynime zarar verirsem düşünerek sağlıklı olamam. Şeker bağımlılık yapar. Fareler kokainden daha çok severler şekeri; Beyin hücrelerinin dengesiz çalışmasına yol açar; nöronlar birbirleriyle konuşamazlar; iştahınızı açar ve yangının en büyük sebebidir. Yangının depresyon ve demansla bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Kilo arttıkça beyin küçülüyor; büyük vücut, küçük beyin. Dr. Daniel Amen
Dr. Öz programından aldım. “Birbirinizi” sözü ilgimi çekti; bu sitenin adı bizler ve hep; genellikle bizler için yazıyorum; bize yarayacak şeyler; en başından beri bu böyle; ruhani bir durum mu var acaba bende de;)))
***Derya Baykal bütün kış her gün yürümüş; ve iyi kilo vermiş; “yürüme bandım da var ama oksijende bana iyi geliyor” diyor; ayak, bacak ağrılarına neden olabiliyormuş yürüme bantları.
***”Anne baba “ben çocuğuma hayır demeyeceğim” mantığı ile yaklaşıyorlar ama evde çocuğuna hayır diyemeyen bir anne baba çocuğunu dışarıya gönderdiğinde, nasıl bir hayat bekliyor onu? Evde hiç hayırla büyümeyen çocuk dışarıdaki sevgi anlayışına nasıl bakıyor; sizden hiç olmadık bir şey istiyor; hayır diyorsunuz ve o bunu “beni sevmiyor” olarak algılıyor. Hayatın merkezine bu çocuklar alınmış; çocukta kendini hayatın merkezinde zannediyor; böyle bir bilinçle hayata başlıyor. Hayır denilmeyen çocuklar her zaman çok mutsuz oluyorlar. Hayır denmeyen çocuklar arkadaş çevrelerinde de sıkıntı oluyorlar; bir şey yapmak istedikleri zaman arkadaşlarının aileleri “bu bizim sınırlarımız içinde değil” diyor. Anne baba “çocuk sıkılmış; çocuk üzülmüş” diyor; bu insan; sıkılabilir; bunu aşırı korumacı; müdahaleci aileler yapıyor; buna çocuğun çözüm bulmasına fırsat tanımalıyız. Hayatını çocuk üzerine kurmak çocuk üzerinde çok büyük bir baskı. Sürekli çocukla alakalı olununca çocukta kendi sorumluluklarını sahiplenmiyor; dersini, sorumluluklarını anne babasına devrediyor; onlarla paylaşıyor.
Sevmek garip bir tutku; bazen neler olduğunu göremiyoruz; kör oluyoruz; yakın çevrelerindekiler bunu görebiliyorlarsa ufakta olsa söylesinler; söylenmeli çünkü çocuğumuzun lehine söylenen bir konu. Çocuk 3 yaşında; telefondaki bir şeyi hemen buluyor diye üstün zekalı dememeliyiz; teknolojiye bizden önce sahip oldukları için ve kolay öğrendikleri için birçok anne ve baba çocuklarının üstün zekalı olduğunu düşünüyor; çocuklar erken yaşta daha çok objeyle karşılaştığı için akıllarını daha çok kullanabilme olanağı buluyorlar; bu zekanın fazlalığından değil, aklı daha fazla kullanmaktan kaynaklanabilir; bunun kriterleri çok iyi bilinmeli; test yapmak lazım.” Eda Yalçın; eğitim uzmanı; eğitim ve başarı programı; cnn Türk; cumartesi.
Benim yukarıda söylediklerimin başka biri tarafından anlatılışı; üstelik bunu söyleyen bir eğitim uzmanı; bunu görmek, bilmek için uzman olmaya da gerek yok üstelik; çünkü örnekler gözümüzün önünde cereyan ediyor; çay akıyor; göz bakıyor. 
***Yılmaz ipekçilik; Sultanahmet; Cankurtaran; İstanbul’da; Hatay’da atölye gümüşgöze; mağaza harbiye; Antakya’da kurtuluş caddesinde mağaza; ipek meraklısı olan varsa diye.
***Herkesin bir hobisi olabilir; dikiş, nakış, örgü, kitap okuma, resim yapma vs.; benim hobim de burada yazmak; bir gün, bir karşılığı olur; olacak ümidiyle yazmıyorum burada; hani birilerinin aklına geliyordur belki diye yazıyorum bunu; sırf kendi mutluluğum için; şundan eminim; ben her ne hal içinde olursam olayım burada yazmaktan asla vazgeçecek değilim; hanlarım; hamamlarım olsa da olmasa da bu asla değişmeyecek; aşılamayan; aşamadığım bir engel olmadığı müddetçe. Kendimce zor olan zamanlarımı burada yazarken atlattım; bundan sonrasında yazmak hayatımın hoş bir noktası olarak devam edecek. Düşündüklerimi; yaşadıklarımı paylaşmak; hayatı kurcalamak bana haz veriyor;))); belli oluyor mu?;))) 
Para hiç hayatımın öncelikleri arasında olmadı bu yaşıma dek; bundan sonra hiç olmaz; seçimlerim, tercihlerim paraya değil insana göre oldu hep; paraya önem versem yaptığım tek evliliği çulsuzun biri ile yapmazdım; başka seçeneklerim de oldu; daha paralı olan; istesem üstüne giderdim; tenezzül bile etmedim; para için, kariyer için hiç kimsenin önünde boyun eğmedim; yalakalık yapmadım; yapmış olsam mutlaka bir yerlerde iyi kötü bir kariyerim olurdu; görüldüğü gibi yok; yine boyun eğmem; hele ki bütün dünyaya; asla; burası benim bir hayata meydan okuma şeklim; bildim bileli hep asiydim; bu benim, beni hayatta tutan en güzel yanım; asiliğimi; kural tanımazlığımı seviyorum; 9 çocuğun 7.siyim; 5 kız; 1 erkek ve sonrasında ben; şanssızlığım ve şansım orada başlamış; 5 kızdan sonra doğan erkeğin ardından doğmakla; o 1 erkek hayatıma anlam katan tek kişi oldu şimdiye dek; aslında canım gibi sevdiğim abimle benim aramda topaç gibi bir ablam daha varmış; ben doğduktan sonra ölmüş; oysa cılızlığımla ölmesi beklenen benmişim; ölmemişim; hayata karşı direnişim ve dirençliliğim o zamandan başlamış; belkide ben doğmadan önce ölmüş; tam olarak bilmiyorum.
Şu anda 47 yaşını sürüyorum; yeryüzünde karşıma çıkıp bana “para için bana boyun eğdin” diyebilecek bir kişi yok; ardımda asla öyle birini bırakmadım; bundan sonra hiç bırakmam; hayatımda 1 kişiye boyun eğdim; o da para için değildi; önceleri şerefim; ki daha 2,3 aylık nişanlılık döneminde anlamıştım ondan bana yar olmayacağını; sözümden dönersem insanlara ne der, ne yüzle bakarım yüzlerine korkusu ile evlendim; sonrasında ise çocuklarım için boyun eğdim; eğer para benim için önemli olmuş olsaydı “yağmur yağdı, buzlar eridi” der bıraktığım yerden devam ederdim; 7 yıl oldu; ve ben bunu istesem her an yapabilirim; çantada keklik; duruyor bir köşede; bir umut diyerek; ama yapmam; düşünün ki 20 yıl boyunca 1 erkeğe emek veriyorsunuz; ne için; yarınınızı garanti altına almak için; o erkeği hayatınızdan çıkarttığınızda ne oluyor; 20 yıllık emeğinizi kör bir kuyuya gömüp sıfırdan başlıyorsunuz hayata; bunu kim ister kendi için; ben bu yola çıkarken bütün bunları göze aldım da çıktım; sana mı sordum düdük; ne ötüp duruyorsun oradan; bütün bunları biliyor musun; benimle birlikte mi yaşadın da hariçten gazel okuyorsun orada. “Küçük dağları ben yarattım” edası ile dolaşan bir adamla 3 çocuk büyütmek; hepsine birden kul, köle olmak nasıl bir hayattır bilir misin sen? Hödük.
Kişi herkesi kendi gibi bilirmiş; ben sen miyim; üç kuruş paraya tamah edeceğimi de nereden çıkardın? Var mı; ortalıkta bir reklam veya paraya dair bir şey mi görüyorsun; bak bakalım sayfaya? Ben 4 yıldır burada hiçbir karşılığı olmadan yazıyorum; sen hayatın boyunca. 4 gün karşılıksız iş yaptın mı da benden hesap soruyorsun? Üfürükten tayyere bir iş yapıp aldığın para sana benim üstümde yer mi sağlıyor sanıyorsun? O böbürlendiğin işin çok matah, verimli olsaydı bana bunları yazmak durumunda kalmaman gerekirdi; önce kendine bak; sonra bana; aldığın maaşları hak etmiş misin; bir sor kendine; kendinden utan; benden önce; ortada utanılacak bir şey görüyorsan elbette. Tez konumun ne olduğunu çok iyi hatırlıyorum; boş yere seçmedim o konuyu; ben o zamandan söylemiştim olacakları; bir benim için değil üstelik; boşta gezerler okulu; 4 sene oyala; sonra saldım çayıra, mevlam kayıra; yaşamdan çalınan 4 yıl; oradan geçenlerin adlarını saymaya başlasam Türkiye’nin bütün “renkleri” ortaya çıkar; bana sıra bile gelmez; sen bir iş yapıyorum diye şişine şişine gezmeye devam et. Oradan geçenlerin renkliliği bir tesadüf mü? Oraya her akıllı giren deli çıktı; tımarhanelik oldu insanlar; göz göre göre insan ayrımı yapan; öğrencilerini parasına, arkasına, güçlü tanıdıkları olup olmadığına göre sınıflandıran; öğrencileri arasında sınıf ayrımı gözeten tek okul orası olmalı; insanları bu denli aşağılamaya; kişiliklerini rencide etmeye ne gibi bir hakkınız vardı?
Aslında bütün bunları; bana özel olan çok şeyi yazmak istemiyorum ama dangalağın biri beni 2-3 ay önce fena halde sinirlendirdi; bana söylediklerini söyleyeyim de neden bu kadar sinirlendiğimi anlayın; “merkep, erozyon, karaktersiz”; bunları bana söylemesinin tek nedeni burada yazdıklarım; neyi neresine battı anlayamadım; sanki onun hakkında yazmışım; yazdıysam kendim hakkında yazdım; sana ne; hala daha durup durup sinirleniyorum; kendini dev aynasında gören köstebek. Köstebeği dev aynasında düşünebiliyor musunuz? Aynen o. Kirpi de uyar aslında; dikenli ya; ondan; oklu kirpi; oklarını fırlatan cinsinden! 
O zaman cevap verememiştim tam olarak; iyi değildim yeterince; şimdi tamamladım; şimdi çal çal oyna. Ben kendimi çatlak sanıyordum ama sen benim 4 çekerim çıktın. Bu derin ilgiyi şimdi değilde o zaman göstermiş olsaydınız keşke; şimdi bu lüzumsuz konuşmalara gerek kalmazdı; ah, canım, cicim derdik. Ne derler Türk filmlerinde; “senden korkan senin gibi olsun”. Sileceğimi sanma; bu yazı burada duracak; çevir çevir oku diye. Bu, benimki, mahvettiğiniz hayatlardan biri sadece; diğerlerini de az, çok biliyorsundur zaten.
İsabet oldu; söyleyemesem içimde kalacaktı hepsi; o yılların birikimi; bunca yıl ben taşıdım; şimdi sen taşı bakalım nasıl bir yükmüş bu!
O janjanlı, kıymetli öğrencileriniz nerelerde; ben göremiyorum bir yerlerde; hah, hah, hah. 20 yıldan sonra gelen şöhretleri söyleyecekseniz boşuna; piyasa onlarla dolu; tıka basa; nerede kaldı sizin özelliğiniz; ayrıca o geçen 20 yılları nasıl geçti acaba?
Sen anlayamazsın burada niye olduğumu; neden yazdığımı; aklın almaz; o yüzden çok kafanı yorma boş yere. 
Hem dangalak; hemde dedikoducu; yakışır.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *