Press "Enter" to skip to content

Günlük 3b Ocak’16

***Deniz Akkaya 31 aralık günü aramızda kalmasında şöyle dedi; “ben onlarla ergenlik döneminden beri arkadaştım, arkadaşım düzgün bir kadındı eşine, fakat zaman içerisinde sosyal hayatta ve iş hayatında daha güçlü olduğu için kabak çiçeği gibi açıldı eşi, çocuk palazlandı, palazlanınca karıyı beğenmemeye başladı, 20 sene sonra gitti karıyı aldattı, ve sonra dedi ki ben sana hiçbir şey vermeyeceğim, 20 sene boyunca bu kadın çocuğuna baktı evde, kariyerinde hiçbir şey yapmadı, maalesef erkekler biraz kötüleşti.”

***Yılbaşı gecesi Yeter’i izledim, yattım, yılbaşı gecesi yalnızların yalnızlıklarını daha sıkı hissettikleri bir gece, en iyisi erkenden yatıp uyumak, ben uzun yıllardır öyle yapıyorum, dışarısı buz kesiyor zaten, gerçi ben tam manasıyla yalnız değilim, şükürler olsun, kapı gibi çocuklarım var, ayrıca iyi ki yalnızım, öyle olacağına olmaması beş bin kere yeğdir, olduğundan ne gördüm, hayırsız mundar, yalnızsan yanında biri olsa da yalnızsın, bu bir şeyi değiştirmez, ben hep yalnızdım, bildim bileli, son 25 yıldır kesinkes, Yeter de benim hayatım gibi, biraz asortike edilmişi, hayatım dizi;))) yaşanmışlıklardan yola çıkmış yazan, çok belli, öyle şeyler var ki aralarda, bunları yaşamadan yazamazsınız, belli ki yaşamış, kurmaca yanı da var gibi, bazı şeyler zorlama gibi geldi bana, çocuğuna kötü olmasına anlam veremedim, orada bir karışıklık var, ortalık kan revan, kadınlar kan ağlıyor, sesini duyan yok, din hocaları olmuş kadın terapisti, her arayan kadın kocasından dertli, din hocaları çare üretmeye çalışıyor kadınlara, ayıkla pirincin taşını, dua et, sabret, kem küm, falan filan, ne diyecek ki din hocası, sonuçta o da bir erkek, çok dırdır etme diyor, kendince tavsiyelerde bulunuyor, din programı değil terapi programları olmuş din programları, hani psikolog çıkarsalar onlara da anlatırlar kadınlar ancak psikologlar değil de din adamları çıktığı için tv’lere onlara anlatıyorlar dertlerini.

Hoca Nihat Hatipoğlu evliliği kurtarmanın yolları başlığı altında tavsiyeler veriyor, şunu yapın, bunu yapmayın şeklinde, kadınları duyunca takıldım; şöyle dedi, “üzülerek söylüyorum, ben bunu çok yerden de duydum, bu program gösteriyor ki ailelerde çok ciddi krizler var, ve patlama noktasına gelen krizler var, burayı arayan 100 telefonun 85’i inanınız ki bu konuda, keşke bu konularla ilgili hiç telefon gelmese, dini konularda gelse, gelen telefonlar bunlar, problem bu, ciddi krizler var, ciddi anlaşmazlıklar var, ailelerde ciddi çatırdamalar var, mazlum, ezilen insanlar var, bu telefonlar bunu gösteriyor, keşke hiç olmasa ve insanlar üzülmese, birbirlerini rencide etmeseler.”

Görünen o ki evlilik müessesesi bitmiş, iflasta, hep Napolyon’un dediği oluyor.

“Cenab-ı Allah kimsenin mantığıyla ne azab indirir, ne rahmet indirir, uygun gördüğüne azab indirir, uygun gördüğüne rahmet indirir, uygun gördüğü duayı, bedduayı kabul eder, uygun görmediği duayı, bedduayı adamın yüzüne çarpar” dedi, demek ki beddua etmemde bir mahsur yok, ben yüzüme çarpılmayacağından o kadar eminim, en ufak bir korkum yok, yıllarımın nasıl geçtiğini ben iyi biliyorum.

Eşinden şiddet gören, dayak yiyen bir kadına ise “sende bir varlıksın, bir bedensin, eşin de öyle, herkesin değeri, itibarı vardır, her nefis hak sahibidir, insanın dirisi de ölüsü de muhteremdir, beni dövemezsin, sövemezsin, hakaret edemezsin, iffetiyle oynayamazsın, aşağılayamazsın, aç bırakamazsın, işkence edemezsin, haksızca muamelede bulunamazsın, bir organına, bedenine zarar veremezsin, ne ölüsüne ne dirisine, sebepsiz olarak dirisine estetik ölüsüne otopsi bile yapılmamalıdır, o kadar muhteremdir.”

“Kadına lokma yedirmek bile ibadettir. Hayata dair her şey dindir, din caminin dört duvarına hapsedilmemelidir, camilerde dini anlattığın kadar çocuğuna, eşine iyi davranmayı da anlat, Allah hayatı ben yarattım şartlarını ben koyarım diyor, sen Allaha diyorsun ki sen karışma bana, bana su, oksijen, yemek ver ama bana karışma, sen ilahlık, Allahlık iddiasında bulunuyorsun, işime gelince karış, işime gelmediğinde karışma, sen bana, benim için yaratmaya devam et diyorsun, maşallah, Cenab-ı Allah, haşa, senin emir kulun mu, din bu değil, din her şeyin içinde”

Anlayana sivrisinek.

***Kösem sultanda yine saçmalamışlar, küçük şehzade bile değişmemiş, büyümemiş, yabancı kız, kösem sultan, Beren Saat olmuş, hiç değilse küçük şehzadeyi değiştirmiş, büyütmüş olsalar zamanın aktığı izlenimi olurdu, adam, padişahta değişmemiş, bir değişen kösem sıltan, bu ne acemi işi bir dizi, Beren Saat güzel kadın, diyecek laf yok güzelliğine, bir o kadar da zeki ve hanım hanımcık, dışardan görüldüğü kadarıyla elbette, içini bilemem, şimdi ben böyle diyince akıllardan neler geçebilir diye aklımdan geçmiyor değil hani, 7 köyün delisi oturmuş onu bunu yargılıyor gibisinden, amaaan, çokta tın, çıkmış dokuza inmez sekize;))) Hiç değilse üç, beş, yüz, on yüzlü değilim, olduğum gibiyim.

Hülya Avşar da güzel, eskisine göre kıyasladığım için, yoksa o da elbette güzel ama erken çöküş durumu var, o düşüncemde bir değişiklik yok, güzel ama hala çok daha güzel olabilirdi meselesi yani.

***Kahve içtiğim gün bana uyku haram, 2-3 saat dönüp duruyorum yatakta, normalde anında uyurum aslında, şimdi içsem mi ki dedim, caydım, her ikisi de, Türk kahvesi ve nescafe, ikisi de uyutmuyor beni, birde sık içersem gözüm seğiriyor, göz seğirmesinin esas nedenlerinden biri, en önemlisi kahveymiş.

***Türksel tv’nin filmlerinde de iş yok, beğenmedim, vıttırı zıttırı filmler, digitürkten bile daha kötü üstelik, demek ki iyi film yok piyasada, en güzeli 12 saat geriye izlenebilmesi, ve tabi ki en güzel kanal trt müzik, “yekte anam yekte, pastırmalar teke, ne olursa olsun delikanlılıkta”

***İlk günün şerefine baktım işte benim stilime, 30, 40’lı yaşlardaki eski manken ve sanatçılar geneli, yüzünü elleten, estetiğin eline düşenlerin halleri harap, çok kötü görünüyorlar, diğerleri, estetik uygulama, botoks falan yaptırmayanlar hala çok güzel, mesela Hatice, harap olmuş yüzü, doğal hali ile kalmış olsaydı bundan çok daha iyi durumda olurdu şimdi, onun gibi birkaç tane daha var, yazık olmuş güzelliklerine.

O estetikleri yaptırmanın bir o anı, bir de sonrası var demek ki, sonu hazin, onların kim olduklarını anlatabilmek için eski görüntülerini yayınladılar, durumları o kadar vahim, tanınmayacak hale gelmişler, onların adına üzücü, kim olduklarını kanıtlamak durumundalar, ve hepsi klonlanmış gibi birbirlerine benzedikleri için bu iş oldukça çetrefilli, yazık, üzüldüm hallerine.

Deniz Akkaya da benzer şeyler söyledi bu konuda, özellikle tanıtım çekimlerinde çok kötü göründüklerini söyledi, esas çekimlerde daha iyi olduklarını.

*İkinci bölümden sonra düzeldi Hatice’nin yüzü, yine bir şeyler yaptırmış olmalı. Ama memelerini keşke yaptırmasaymış, çok kötü görünüyor, sağımlık inek gibi.

Bir daha izlemem, zaten sadece baş kısmını izledim, yeni yarışmacıları görecek kadar, jüri çok itici, Neslihan Yargıcı fazla kendini beğenmiş, daha ilk günden kızların hiçbirini beğenemedi, gerçi 63 yaşında ve oldukça iyi görünüyor, ama her gün siyah giyinmiş kara gözlüklü bir kadın görmek istemem karşımda, Uğurkan Erez hep aynı klişe laflar, proporsiyonuna uymamış, kötü müsün, değilsin, kaaardeşim vs. ve puanlama konusunda yetersiz kalıyor bilgisi, İvana Sert zararsız, ılımlı, olumlu, Hakan Akkaya’yı unutmuşum, aklımda Kemal Doğulu yer etmiş, kızlara bazen fazla atarlanıyordu, ondan gitmiş olmalı, ben beğeniyordum kişiliğini, Nurella ise sağlık sebebiyle, diğer hiçbirinin moda bilgisi, gözü Nurella kadar gelişkin değil, yorumlarken çuvallayacaklar, önceki jüride Nurella toparlıyordu ortalığı bilgisiyle, mesele görüntüde değil, bilgide. Hakan Akkaya ve Neslihan Yargıcı onun yerini tutabilirler mi bilemem, geçen jüride kaptan Nurellaydı çünkü, en vasat, hüküm veremeyen jüri de Uğurkan Erez’di, diğerlerinin hükmüne göre hüküm veren.

Arada bir izlerim, başka program yok ki, önü sonu belli olmayan, fırtınaya tutulmuş gemi gibi aynı kişilerle devam eden evlenme programlarını mı izleyeyim, bir kişi elli kişiye namzet oluyor, bir kişiye elli kişi namzet oluyor, bir iki üç denersin, baktın olmuyor çeker gidersin, ne gidiyorlar ne de evleniyorlar, ne için orada oldukları belli değil, beleş yaşam uğruna galiba. Baktılar dışarıdan gelen giden yok, aile içinde çözmeye çalışıyorlar meseleyi, onu ona, onu ona şeklinde, format değişti, ve hiç hoş değil, ayıp yani, her şeyin bir adabı var, yakında reytingleri düşecek ve işleri bitecek, bu millet bu kadar da mal değildir, umarım.

***Bir Türk filmleri oscarı olsa son yüzyılın oscarını unutursam fısılda’ya verirdim, dün ikinci kez izledim, olağanüstü bir film, bir filmde olabilecek her şey var, ama dünya bizim gözümüzle göremez o filmi, yoksa o oskarlı filmlere bile bin basar, bu başarının %90’ı senaryonun, gerisi zaten kendiliğinden gelmiş. Burada mesele olan aşk değil, bu bir aşk filmi değil, kardeş sevgisinin filmi, ablanın dramı. Baktım, Çağan Irmak’ın filmiymiş, senaryosunu da o yazmış, o senaryoda bir gerçeklik kokusu var, uydurma olamaz, uydurmaca olamayacak kadar iyi, yaşayan Çağan Irmak olamayacağına göre bir kaynağı olmalı, mutlaka, 2005 yılında çekilen sen ne dilersen filminin kopyası, çalıntısı olduğu iddia edilmiş, onu da izleyeceğim, her ne olursa olsun sonuç çok iyi, ıssız adam da Çağan Irmak’ın filmiydi ama ben o filmi hiç beğenmedim mesela, ne için o kadar yaygara yapıldığını da anlamış değilim, yani o filme, karamsar, kötücül, melankolik bir film, her aşk filmi diye yapılan aşk filmi değil, olamıyor, biraz da oyuncusundan kaynaklı bu durum. Sırf Çağan Irmak yaptı diye her filmine iyi diyemem.
***Dün su istedim, cam şişe yerine pet şişe getirdiler, depodaki sular donmuş, cam şişeler patlamış, felaket bir soğuk var, buz kesiyor, ne kadar yakarsan yak tam anlamıyla ısınmıyor evler, geçen ay 500 geldi, bu ay ikiye katlar, bütün pencere kenarlarına silikon çektik, soğuk silikon, her odada bir pencere kanadı bırakıp diğerlerini kalın bantla bantladık, balkon kapılarını da, ne işim bar balkonda, soğuk hava aralardan sızmasın diye, geceleri salon ve mutfağın kaloriferlerini kısıp kapılarını çekiyorum, sabaha kadar kimseye lazım değil oralar nasıl olsa, buna rağmen 500 yani. O beş yüzün yüzü ortak alanlardan gelmiş, apartman içi kaloriferlerden, 30 daire ile çarparsan on binlik faturanın 3 bini oradan gelmiş, katlarda var ve girişte iki büyük kalorifer var, cayır cayır yanıyor, ben evimde açmıyorum o kadar, hepsini kapattım, ki ısı 16 dereceye düştüğünde otomatik olarak açılıyorlar zaten, sonuna kadar açmanın ne gereği var, arada kontrol ediyor, açılan varsa geri kapatıyorum, fazladan niye 100 lira daha ödeyeyim.

***Yavuz Dizdar bugün ölçülü yendikten sonra ekmek te yenir, şeker de, ekmek beyaz olmasın dedi, ama asla yemeyin, o sizi öldürür demedi. Şekerin kanser beslediği düşüncesi yanlışmış, ama oturup bir kilo tulumba tatlısı yemeyin dedi. Birde o yumurta ve o tavukları yemeyin dedi. Geçen ayın sayfasında bende benzer şeyler yazmıştım.

Birde şöyle bir şey daha var, yazmıştım, yine yazayım, vücutta şeker fazla olduğunda vücut fazla şekeri atmak için bolca idrar üretiyor, olan suyu atıyor, hatta susatıyor, tam tersi olduğunda ise tam tersini yapıyor, şeker az olduğunda var olan şekerin daha da  azalmaması için idrar üretimini durduruyor, buna bağlı olarak su içme isteği de azalıyor, bunun ne sakıncası var derseniz o atılamayan idrar vücutta ödem olarak tutuluyor, alın size 3-5 kilo kilo fazlası, bu sadece ödemi değil bütün mekanizmayı etkiliyor, yeterince su içilmediği için bağırsak boşaltımı da yavaşlıyor, zehrin vücutta tutulmasıyla, üre, dışkı vs. vücutta bir zincirleme kötüye gidiş baş gösteriyor, her bilen, bildiğini söyleyen tam ve yeterince doğru bilmiyor, denge, denge, denge, niye bazıları su içse yarıyor da bazıları ne yese kilo almıyor, farklı mekanizmalara mı sahibiz, değil. Bir yerde bir hata yaptığımız kesin.

Bir büyük yanlışımız daha var, evlerimizdeki konforlu klozetlerimiz, o klozetler sayesinde tam ve gerçek bir boşaltım gerçekleştiremiyoruz, düz, klasik, yani bildiğimiz eski tuvaletlere geri dönüşümüz kurtuluşumuz olacak, bütün insanlığın kurtuluşu, eğer gaz, şişkinlik gibi problemleriniz varsa bunu bir an önce gerçekleştirmelisiniz, o güzel klozetlerimiz hiç sağlıklı değil. Gaz, şişkinlik olması da şart değil, sağlık için de sağlıklı olan düz tuvaletler.

Çok yakın bir ablamı bu sebeple kaybettik kırk gün önce, bağırsak tıkanıklığından, bu yazın sonunda peşpeşe ameliyatlar oldu, sonuncusunda dayanamadı vücudu, 1,2 ay içinde kaybettik, 1 ay önce hastanede ziyaret ettiğimzde çok sağlıklıydı oysa, bizimle şakalaştı, güldü, hastaneden çıkınca eve de gelin diye ısrar etti, bizde gönül rahatlığı ile ayrıldık hastaneden, 1 ay sonra haberi geldi, inanamadık, aklımda hep o hali ile kalacak, bizi evine davet eden, sapasağlam kadın, eskiden beri kiloluydu, o vücutla klozeti tercih etmiştir büyük olasılıkla, son zamanlarda yemek yiyemez olmuş, hastaneye yatmadan önce, her şeye kokuyor diyormuş, alttan tıkalı olunca üstten nasıl yiyeceksin, doldur doldur nereye kadar, demem o ki hala sağlıklı iken ne yapıp etmeli o tuvaletlere alışmalı, geri dönüş yapmalı, yan duvarlara destek boruları takılabilir, oturup kalkarken yardımcı olması için, banyo malzemeleri satan yerlerde var, ön tarafa yüksekçe bir tabure konabilir, veya hastaların yürümeye yardımcı aletleri var, yürüme desteği, koltuk değeneği yerine, U şeklinde, o konabilir, bir dolu çözüm üretilebilir, kapı kolu, çift taraflı kapı kolu, musluk vs. kahvatı sonrası, ki mutlaka sıcak bir şeyler içilen bir kahvaltı, ve gün içindeki gereksinimlerde o tuvaletler tercih edilmeli, gece veya sabah şart değil, ve hiç değilse beş dakika beklenmeli, bir an önce kaldırıp atın o klozetleri, ya da varsa o tuvaletlere yönelin, ısrar ediyorum çünkü yeni evimde o tuvaletlerden var ve dünyam değişti, önceki evimde yoktu, iki banyo vardı, ikisi de klozetli, daha önceki evimde de üstünü kapatıp fazla eşyayı koymuştuk, yani 10 yıldır, en az, evimde o tuvaletlerden yokmuş, daha da değişecek gibi, karnımın şişliği gittikçe azalıyor, ki bildiğim en büyük derdim. Bizlerin, yani biz kadınların daha ihtiyatlı olması gerek bu konuda, çünkü ameliyatlar oluyoruz, yani sezaryen oluyoruz, bu da boşaltım sistemimiz üzerinde etkili oluyor olabilir.

Pek kolay bir eylem olmadığı kesin, özellikle kilolu insanlar için, ancak insanların kilo ve fit bir görüntü için nelere katlandığına bakarsak hiçte katlanılmayacak gibi değil, ünlüler diyarında mide ameliyatı furyası var, peşpeşe ameliyat oluyorlar, belkide bu kadar basit bir sebepten, normal tuvalet yerine klozet kullanmak yüzünden olabilir bu kilolar çok rahatlıkla, obezitenin eskisine göre çok daha yaygınlaştığı düşünülürse bunun bir sebebi olmalı, eskisinden farklı olarak yaptığımız en önemli şey bu, bence kilit nokta burası. Hijyenik değil, steril değil ama ergonomik. Her şeyi bir yana bırakın, kilo, zart, zurt, bir ay öncesinden çok daha iyi hissediyorum kendimi, sağlık, zindelik olarak, sırf bunun için bile zaten değer o sıkıntıya. Uzun zamandır anlamsız bir şişlik vardı alt bacak baldırlarımda, patlayacak gibiydi, dokunsan içeri göçmüyordu, sepserti, şimdi baktım yumuşacık olmuş, o ne idiyse boşalmış gitmiş, el ve ayaklarımdaki şişlikler de gitmiş, boşuna tavsiye etmiyorum yani. En önemlisi de kalbe fazladan yük getiriyor olması.

***Bu iletişim şirketleri kudurmuş, digitürk elinden gelse bana kapattırmayacak, bin dereden su getirdiler, en son iki ay bedava hediye ettik diyince mesajla çileden çıktım, türksel ise tv, internet, ev telefonuna kampanya yapmışmış, ben ne bileyim, onu mu takip ediyorum, amaç ev telefonlarını kapmak, kandırdılar beni, telefon değişmeyecek dediler, türksel olmuş, ev telefonum cep telefonuna dönüşmüş, artık evden cep telefonu tarifesi ile konuşacağım, zaten şehir içi aramalarda bile 0312 yazıyor artık telefonda, ev telefonu iken üç bin dakikam vardı, şimdi yüz dakikam var, bozdur bozdur harca, amaç o zaten, bitirtip devamını aldırmak, bende bundan böyle ev telefonu yerine de cep telefonu kullanacağım, onlara kazandırmamak için, inadına, ay hepsi bir alem.

Birde kapattırana kadar canını alıyorlar adamın, digitürk bayisine gidip kapattırman gerekiyor, ilçelerde bir tane var, koca çankayada dikmende var sadece, git, kapattır, kutuyu da almıyorlar, vaz geçirecekler ya, 1 hafta sonra alırlarmış, işim gücüm digitürk peşinde gezmek ya, açarken koşa koşa geliyorlar, kapattırırken sen gidiyorsun, bir yandan superonline sıkıştırıyor, eski cihazı getirin diye, o da incesuda, git o yana, gel bu yana, geçen cumartesi hep onlarla uğraştım, birde türk telekomdan mesaj geldi, taşınırken ev telefonunun taahhütünü yenilemiştim, onun cezası gelecekmiş, bana superonline satmak için kandırdılar, onlara ne, herkes kendi derdinde, kesesinde, hemde bile bile, benim beş kuruşumdan onların üç kuruşu daha önemli, ay bu sefer taşınma bana çok iş geldi, bir sene arayla taşındığım için midir, çok angarya çıktığı için midir bilemedim, canından bezdiriyorlar adamı.

***Yeter’in ikinci bölümü sıktı, çok ağır gidiyor, sıkıcı, adamın söyledikleri hiç anlaşılmıyor, ilk bölümünü izlerken de sıkılmıştım zaten, belki birazda yakın şeyler yaşamış olduğum içindir, bende sizi sıkıyor muyum böyle, sıkmayın canınızı benim için, size yük yüklemek değil derdim, kendimce oyalanıyorum işte, bakmayın siz bana, o kadar da karamsar değilim aslına bakılırsa, klavyeyi görünce bana bir haller oluyor, numara yapıyorum size;))) ciddiyim, takmayın kafanızı bana, benim keyfim yerinde, yiyip, içip, gezip eğleniyorum, bazen, arasıra;))) bir yerden geri kaldığım yok, meraklanmayın, hayat tek boyutlu değil, çok çeşitli katmanları var, zamanla azalacaktır bu durum, Allahtan geçici, kalıcı olan kısmını aştım en azından, evet gerçek, evet yaşandı, evet beni yedi bitirdi, evet eve bir ekmek bile alıp getirmeyi reddenen bir zırdeli, şimdi gitsin kime aldırıyorsa aldırsın yediği her zıkkımı, çoğu zaman o ekmeğin parasını bile vermeyen bir adamla üç çocuk büyüttüm, yoruldum, harap oldum, bir insanın zorlanabileceğinin belki de en fazlasını zorlandım ama bu karamsar olmayı, karalar bağlamayı gerektirmiyor, hayat devam ediyor, en azından, ve şimdiden sonrası için öyle devam etmeyecek, bu bile mutlu olmak için çok önemli bir neden, kurtuldum, bir cenabetten, mundardan kurtuldum, Allahıma şükürler olsun, geçmişe kızıyorum, ediyorum, kendimce, ne değişir ki artık, geçmiş geçmişte kaldı diyip üzerine bir sünger çekmeli, canı cehenneme, parasının da kendinin de, yolladım zaten cehenneme, biraz geç olsa da, önümüzdeki maçlara bakmalı;))) yani lafın gelişi, benim maçlar bundan böyle sıfır sıfır, maç muç yok, benim halim nakavt.

Sonuçta kimse kimse için yaşamıyor, hayat bir kere ve sınırlı.

Şimdi kar var, yakında bahar gelecek, sonra yaz, mutlu olup olmamak senin dışındaki kişiye, kişilere bağlı değil, sen kendi içinde mutlu olmayı bil yeter, onca yıl yaşadığım hapisten sonra bu cennet bana, bir kişinin varlığı insanı mutsuz edebilir, eder de, ama zaten olmayan bir kişinin yokluğu bunu yapamaz, ben kendimle de mutlu olmasını bilirim, gölge etmesinler başka ihsan istemiyorum, o dış etmenden de kurtulduğuma göre sorun yok.

Birinden bahsetmiştim, bana yıllar önce gözünü diken, o da vardı o kalabalıkta, konuştum, kaçınmam için bir sebep yoktu, beni tanımamış, hatırlamamış gibi yaptı, ki bu mümkün değil, atarlanacağımı falan sanmış olabilir, o zaman atarlanmak terimi bile yoktu halbuki, ben konuşunca halimi hatrımı, neler yaptığımı sordu, söyledim, kendini sorumlu hissediyor olmalı belkide, bunu sorduğuna göre, yanından ayrılırken kusura bakma dedi bana, tanımadığı için dermiş gibi, aslında onu kast etmemişti elbette, önemi yok dedim, o an için ben de anlamamıştım ne için dediğini, hayatın, aradan geçen zamanın bende bıraktığı tahribatı görmüş olmalı, bunu görmek çok zor değil, eskisinin iki katı kilo ve eskimiş, yıpranmış, yorgun bir vücut, kusura baksam ne olacak ki, artık bir manası yok, gidenler geri gelmiyor, gelmeyecek, onun da vardır kendine göre sebepleri, demek ki yaşanacak olan buymuş, hem bilemezsin ki diğer versiyonunu, öyle bir şans yok.

Bir kişi daha vardı, orada, beni görünce dondu kaldı, yaşadığımdan bile haberi yoktu büyük olasılıkla, beni gördüğünde hayalet görmüşe döndü yüzü, konuşmadı, anlamadım, niye ki, hortlağa benzer bir halim olduğunu da sanmıyorum, büyük kadın olmuş ya, ondan mı, şimdiye dek adımı sanımı duymadığına göre siliğimdir, eziğimdir, param da yoktur, ki aynen öyle, benimle niye konuşsun, gelsin birde bana sorsun büyüklüğünün ebadını, söylerim, bunu gözlerimde görmemek için kaçtı, ki görecekti gözlerimde, gösterirdim, büyüklük cüzdanla ölçülüyorsa o ayrı, o zaman büyüktür tabi, komiklik basitlik midir, basitlik komiklik midir, özüne dönülecek idiyse o zaman dilimi boş yere yitirilmiş değil midir, o zaman dilimi insanlara çirkin örnekler olmak için mi harcanmıştır, bu mu öğrenilmiştir, başlangıçta hadi adın yoktu diyelim, bir adın olduktan sonra aynı çizgide gitmek, bir adım değişememek nedir, ne ile açıklanır? Sokakta çok onlardan, al, koy oraya, senin farkın nerede kaldı? Biz o görüntünün dışında yaşayabilmek için emek vermedik mi, bu mudur kadınlara örnek olmak? Bu yaptığın her şeyden önce kendi cinsiyetindekilere hakarettir, ihanettir. O kadar dirsek çürüttüm, çürüttük, öğrendik, öğretildik, işte bunun için, bunu yazmayacaktıysam niye uğraştım, bu kadar olsun vefa borcum var, kime sayarsanız sayın, ama ben öncelikle kendime sayıyorum.

Biri daha aklıma geldi, orada değildi de, görmedim yani, hem artık oralarda ne işi var, işi bitti oralarla, tanıdığım en yılışık, bayağı insanlardan biri, bir zamanlar sırnaşmış cevabını almıştı benden, orada burada sürte sürte görüyorum ki hala sürtüyor, görüyorum, aynen yılışık tavrını devam ettirerek üstelik, bir erkek, senin her yerin para olsa kaç para edersin, ederin ne, neyse, aman, bana ne, görünce hala sinirleniyorum da ondan, o zamanda aynı derecede sinir olurdum, onun bile para ettiği bir düzlemde benim veya benim gibilerin para etmemesinden daha doğal ve doğru bir şey olamaz diye düşünüyorum naçizane, kimlerden bahsettiğimi bilen biliyor, hiç gizli saklı değil, doğru bakmasını bilen herkes bilebilir üstelik, en’lerini düşünmek, bulmak yeterli.

***Kızıma türkçe dersinden tiyatroya gitme ödevi vermişler, birlikte gittik, oyun değil sahne seçtim, yakın olması sebebiyle çayyolu Cüneyt Gökçer sahnesinde kurnaz aşıklar diye bir oyun varmış, ona gittik, gitmez olaydık, birinci perdenin sonuna kadar zor durdum, çıktık, o ne berbat bir oyun, o oyunu yazanın …, bir İngiliz yazmış sanırım, adı umurum değil, bilmiyorum, daha önce duymadığım bir isim, onu geç, o oyunun sahneye koyulmasını onaylayanın, seçenin, sahneye koyanın, koyanların, …, daha ne diyeyim, vallahi bana öyle geldi ki bu bilinçli yapılıyor, bu kadar kötü olunca, milleti tiyatrodan soğutmak için, akp nin oyunu bu, oyun içinde oyun, devlet tiyatrosu olduğuna göre, veya suya sabuna dokunmayalım derken anca o oyunu bulmuş olabilirler, ben başka bir açıklama bulamadım buna, tiyatroya gitmeyeli yıllar yıllar oluyor ama bu kadar mı geri gidiş olur, hiç mi tiyatro görmedik, yazık, o oyuna gidenlere yazık, iki saat boyunca köle gibi izliyorlar, üstelik iyi bir şey izlediklerini sanarak, çıkarken bağırmamak, hakaret etmemek için kendimi zor tuttum, dışarı attım kendimi, böyle bir saçmalık, rezalet görülmüş şey değil, o millet daha bir perde daha dayanacaktı, yazık ya, cendere, azap, işkence.

Hadi bu oyun kötüydü, çok kötüydü, ne konu var ne bir şey, ama tiyatrolar miyadını doldurdu bana kalırsa, sinemanın, tv’nin çok çok gerisinde kaldı, hiç o zahmete değmez, evden çık, saatini kolla, kıpırdamadan izle, tam konsantrasyon, evimin konforunda daha alası varken o zahmete neden gireyim, hiç değmez, zaten gitmezdim, kızım için gittim.

İşte benim stilim varken neyleyim tiyatroyu, yeni kızlar bir bitirim, çok fenalar, hepsi cadı, tatlı cadılar, sahneyi bilen, dişiliğini bilen, güzelliğinin farkında olan kadınlar ve bunu yansıtmaktan geri durmuyorlar, variety dünyasından geldikleri için olaya adapte olmaları çok uzun sürmedi, eleme gecesi muhteşemdi, ba-yıl-dım;))) özellikle Tuğçe Özbudak’ın dansı çok iyiydi, hepsini çok beğendim, beğeniyorum, Aslızen’in sesi çok güzel, yani çok güzelmiş, yeni tanıdım, atışmalar güzel, tartışmalar güzel, kendileri zaten güzel, kadınlar dünyanın süsü, çiçeği, onlar olmasa çok monoton ve çekilmez olurdu dünya. Dünya güzelliğini ve çekilebilirliğini bizlere borçlu.

***Bugün tv 8’de Songül Karlı ile evlenme programı başlamış, diğer evlenme programlarında çıkanlar akın etmiş, transfer olmuşlar, transfer parası alıp almadıkları açıklanmadı;))) Çekilir dert değil o evlenme programları, zaman, ömür törpüsü, hayattan çalmaktan başka bir işe yaramıyorlar, yazık program diye seyredenlere.

***Tamamen doluydu koltuklar, ben hala oradayım, tiyatroda, gelemedim bir türlü, orada aptal yetine konmuş olmayı kendime yediremiyorum bir türlü, bir kişinin bile gıkı çıkmadı o rezalet karşısında, ipnotize olmuş gibi izlediler, ikinci perdeyi bile izlemişlerdir, iyi bir şeyler görebilme, bir kahkaha olsun atabilme umuduyla, birinci perdede bu olamadı, ikinci perdeyi bilemiyorum, keşke kendimi tutmayıp bağırsaymışım, bu kadar da mal yerine konmaz insanlar, pişman oldum bağırmadığıma, cidden, biz böyle mal olmaya devam ettikçe bizi daha çoook mal yerine koyarlar, çıktığımdaki sinirimi görseydiniz anlardınız ne demek istediğimi, sinirden köpürdüm, pislikler, en başından en aşağısına kadar, ne hakları milletin aklı, zamanı, emeği, parası ile alay etmeye! Mal yerine koyuyorlar adamı, üstelik gözünün içine baka baka.

Şahan Gökbakar’ların, düğün derneklerin çok iş yaptığı bu ülkede bize yapılan az bile aslına bakılırsa. Sanatın sanat için değil de toplum için yapıldığını kabul etmiş bulunuyoruz hep birlikte, ne kadar aşağı, aşağılık, bayağı o kadar para, bu kadar matematiği hepsi yapabiliyor nasıl olsa, beyinleri bu kadarına müsait.

Lanet olsun hepsine, zehir zıkkım olsun o kazandıkları paralar, milleti mal yerine koya koya iyice mallaştırdılar, ceremesini kim çekiyor, akp ye giden oylarla hepimiz. Onlar bana, akıla, usa küfrediyorlar ya, bende onlara küfrediyorum buradan, ne olmuş yani!

***tv’de izledim, medyadan birileri, kadının iki çocuğu var, adamın bir, adamın çocuğu hafta sonları geliyormuş, yeni evlenmişler, çocuklara yeni babaları hakkındaki düşünceleri soruluyor, “bize değer veriyor” diyor çocuk, 8-10 yaşlarında çocuklar, belli ki anne tarafından öğretilmiş ama çocuk tarafından da kabul görmüş bu düşünce, diğer çocuk şöyle tamamlıyor sözü, “eve geldiğimizde bize tost yapıyor, yemek sipariş ediyor” gerçek babayı tahayyül etmek çok zor olmuyor çocukların anlatımından, anlaşılan sevginin çıtası giderek düşüyor, kar, çıkar ayrımını şimdiden biliyor çocuklar, o işe yarar bu yaramaz şeklinde, artık önemli olan para artı insanlık, insanlık artı para değil. 3. dünya savaşı bu işte, para savaşları, bundan büyük savaş mı olur?

Doğurmak ya da doğurmamak, işte bütün mesele bu, doğurmakla iş bitse iş kolay, asıl iş oradan sonra başlıyor, hiç bitmeyesice. Çocuk büyüyor, ihtiyaçlar da büyüyor, küçükken karnını doyurup sırtını giydiriyorsun, ama hep agu gugu kalmıyor, büyüyünce benzinini dolduruyorsun, eğlencesinin, şehir içi, şehirlerarası, uluslararası gezip tozmasının parasını veriyorsun, eğlencesi her ne ise, sigara, içki vs. onu dahi bilmiyorsun, kızsa makyaj malzemesi, o giysiyi beğenmedim, bunu da alalım’ları hiç bitmez, bu gençlik bizim bildiğimiz gençlik değil, azla yetinen, kanaat eden, aman sıkılmasın, üzülmesinler diyen, her şeyi görüyor ve gördüğü her şeyden nasibine düşeni istiyor, adamsan verme, o almasını biliyor, her birey ayrı bir gider pusulası aynı zamanda, doğurmakla iş bitmiyor, aksine başlıyor, doğuracaklara, niyetlenenlere benden uyarı, çoook uzun bir zamanı göze almak gerekiyor, bitmeyen bir sorumluluğu, hele ki şimdi ki gençlik, bir ucundan da ben tutayım demiyorlar, hepsi hazırına duacı, bakıyorum, herkesin çocuğu öyle, bir senin benim değil, varlıkları yeter elbette, sevgileri, ancak hep arada şıkışan bizim nesil, küçüktük büyüğe saygılı olmaya zorlandık, büyüdük küçükler büyükseniz büyüksünüz, ama kölemsiniz dediler, iki kuşak arasına aptala döndürüldük.

Ne derseniz deyin, uyanık doğuyorlar, az önce anlattığım o çocuklar gibi, salla babayı gitsin demişler, yeni babalarına kucak açmışlar, al sana baba, bu devir bir başka devir.

Bazen otomatiğe bağlanmış robotlara benzetiyorum kendimi, 25 yıldır her gün birbirini tekrarlayan bir hayat, çamaşır makinesini doldur, boşalt, as, ütüle, katla, yerleştir, bulaşık makinesini doldur, boşalt, rutin olarak evi süpür sil, banyoları, balkonları temizle, yemeği yap, kahvaltıyı hazırla, öğleni, akşamı hazırla, kaldır, dön yine aynı şeyleri yap, dön yine aynı şeyleri yap, birileri, ki çocukların, yaşasın, hayatını sürdürsün diye sen hayatını sıfıra indirgiyorsun, onlar yaşıyor sen ise hastalıklı, robotik bir hayatı yaşıyorsun, dört duvar arasında geçen bir hayat, çıksan evdeki işler aksıyor, bütün gün durmaksızın iş yapmıyorsun elbette ama çıkarsan geldiğinde iş yapamıyor, yorgun oluyorsun, çıkmasan hayat gelip geçiyor, bir nevi bitkisel hayat, insanı tüketen, bir anlamda hayatını onların hayatı için feda ediyorsun, sahip olduğun zamanı onların kendilerine ayırdıkları zamanları çoğalsın diye onlara veriyorsun, üstelik gönüllü olarak, ve bu bir gün değil, iki gün değil, daima, o çocuğu doğurduğun gün o anlaşmayı yapıyorsun zaten, çocuk yapmak bütün bu sorumlulukları taşıyabilecek kadar fedakar olmayı gerektiriyor, doğurmakla iş bitmiyor, aksine başlıyor, maddi olarak yetebiliyor musun yoksa mahrum mu bırakıyorsun, kendin mahrum kalsan da olur, önceliği onlara veriyorsun, bütün bunlar göze alınabiliyorsa yapılmalı çocuk, üstelik en az 20 yıl boyunca, yoksa bir heves, bir göstermelik olarak değil, çünkü geçici bir heves değil, ben, her şeye rağmen, pişman değilim çocuklarım olduğu için ancak hiç lay lay lom bir iş değil, bunu söylemeye çalışıyorum. Merhamet çuvalınız boş ve oldukça büyük olmalı, içine neleri sığdırabileceğinizi hayal etmeniz mümkün değil, hoşgörü, acıma, kıyamama, sevgi, yeri geldiğinde kırgınlık, kızgınlık, ne ararsanız var içinde.

Ve bu sınırsız hizmetiniz ömrünüzün vefa ettiği yerle sınırlı, sonrası için endişe bile duyabilirsiniz belki ama işte onun çaresi yok.

Bir 25 yıllık daha çek istiyorum Allahtan, o 25 yıl gümbürtüye gitti;))) Hem vallahi, hem billahi, ben bir şey anlamadım o 25’ten, yenisini isterim, hem o Allah yolunda gitti sayılır, çocuklarımı büyüttüm, bu seferki kendim için olsun;)))) Ama artı 25 yıl, olanın üstüne, kandırmaca yok.

***Merhamet çuvalı dedim ya, oğlum anımsattı, küçükken onu bekletmişim, bir keresinde beni çok beklemiş, bir iş yeri işlettim, birkaç yıl, kızım 1 oğullarım 7 ve 9 yaşundayken açmıştım, beyefendi keyfiyetten eve bir ekmek veya ekmek parası bile bırakmadığı için, şimdi söyleyince bana bile garip geliyor, vicdansızlığın bu kadarı elbette, o dükkanı çalışıp para kazanmak için değil olan paraya el atabilmek için açtım, çünkü vermiyordu, ne garip değil mi, üç çocuğumla 3-5 yılımızı bir dükkanın içinde geçirdik, kızım bebek, altını değiştiriyorum, yemek yapıyorum, müşteriye bakıyorum, tek başına, oğullarım öğlen ve okul çıkışı yürüyerek geliyorlar, yakın, yalnız arada yol var, küçük oğluma yalnız geçmemesini tembihlemişim, yalnız geleceği zaman yoldan ben geçiriyormuşum, bir gün unutmuşum geleceğini, beni karşıda beklemiş, o beklediğini hatırlıyor, bana ise merhamet çuvalımın genişliğini hatırlattı, hepsine kanat germişim, o ite rağmen, dükkana gelen müşterilerin cüzdanları kabarık olunca içimden hep “birde karının cüzdanını görmek lazım” diye geçirirdim, demek ki içime o kadar yer etmiş, şimdi saysın dursun paralarını, zırdeli.

Bir onlar biliyorlar parayı, bizler aptal, ahmak ya, onların canı da kıymetli, parası da, ne ondan veriyorlar ne ondan, sen her işi yap, parayı da az harca, mümkünse yemeden içmeden yaşa, senden iyi kadın yok, bir benim için demiyorum bunu, genel, bir ben değilim, sanmayın ki bir benim, ben sadece söyleyeniyim, bildiğim kaç kişi var böyle, benim gibi bunları yaşayan, ki benim durumum da öyle, öyleydi veya, farzı misal, 4-5 kişi çalıştırır, maaşını verir, sigortalarını öder, diğer giderlerini karşılar vs. kendi harcamalarında, dağıtmalarında sınır tanımaz, büyük patrondur, sen evde kendi dahil hepsinin işini yaparsın, dönüpte bir kere demez ki “seninki de can, yoruluyorsun, haftada bir, onu geçtik ayda bir bir yardımcı al” yılda bir, on yılda bir, yok, adam çok tutumlu, beni bulmuş ya eşek, çalıştıracak, geceli gündüzlü, şimdi kendi için alsın yardımcıları bakalım, ayrı ayrı, çamaşırcı, ütücü, temizlikçi, vs. vs. vs. hangisi daha pahalıymış anlasın, ohhhh, ne iyi oldu bu iş, yüreğim yağ bağlıyor böyle, hep bugünün hayali ile yaşamıştım, oldu işte, şeytan görsün yüzünü, erkeğin en iyisinin köküne kibrit suyu, hepsine selam olsun, benden uzak olsunlar, Allah kimseyi kimsenin eline düşürmesin, hele ki insafsızına.

10 sene çek, 20 sene çek, yokken çek, varken yine çek, çaktırmıyor aklınca paranın varlığını, uyanık ya, sorsan beş kuruşu yok, yemin billah ediyor, o iş yeri olmayan parayla mı dönüyor, ya da kendi yaşadığı ve yaltakçılarına yaşattığı sefa, senden kaçırıp ona buna peşkeş çekiyor, iyi adam diyecekler ya, sonunda resti çek, sen dayandıkça o ezmeye devam ediyor, olacağı buydu, oldu. Para yokken senden iyisi yok, para çokken senden kötüsü yok, çünkü paraya ortak çıkıyorsun, parasızlık kader, senin kaderin, hiç bitmeyesice, paralılık tek kişinin, yokken iki kişinin kaderi, varken tek kişinin cebini ısıtıyor, beni bildiğin enayi yerine koyuyor Allahın kerizi, bir gün değil beş gün değil, parasını benimle paylaşmayanla ben neyi paylaşacağım, onun enayisi miyim, ben de atarım başımdan, o kadar tepin paralarının üstünde ki mecalin kalmasın, bak bakalım para insanın yerini tutuyor mu, sana yiyeceğini getiriyor, pişirip önüne koyuyor mu, çamaşırını yıkıyor, her pisliğini temizliyor mu, paracıklarınla mutluluklar, sen olma da param da olmasın, ayrıca param da olacak, niye olmasın, o para benim her koşulda hakkım ve yeri gelirse söke söke almasını da bilirim, öyle birde alırım ki oynaya oynaya, ipim kopmuş bundan böyle nasıl olsa. Allah yedirmesin.

İnsanı yaşatan umut, umut olmadığında yaşanmıyor, benim umudum da kurtuluş oldu, çünkü onunla bir umudu kalmamıştı yaşamanın, 10 yıl öncekinden, 20 yıl öncekinden farklı şeyler yaşamayacaktım, bu fırsatı tanımayacaktı bana, çalış babam çalış, bir dolap beygiri gibi aynı şeyleri yapıp aynı şekilde yaşamaya devam edecektim, azap içinde, o keyfine bakacak ben çile çekecektim, eşekliğe devam, bende bir eşek gibi teptim gitti.

Bu yazdıklarımı okuyup kadınların neleri nasıl yaşadığı hakkında bir fikre sahip olup bir nebze olsun değişen bir erkek var mı acaba içinizde, bilmem, aklıma geldi öylesine.

***Yıllardır geçiremediğim topuk çatlaklarımı the body shop’un hemp, kenevirli ayak kremi iki sürüşte geçirdi, demek ki düzeltmenin yolu reklamdaki gibi daha çok kazımak değil doğru beslemekmiş, bepanten sürüyordum sürekli, bir işe yaramıyordu, iki kere banyolardan sonra sürdüm, şimdi elime gelen hiç pürüz yok, o bile dert, adamı uğraştırıyor, yine aynı hemp el kremi de iyi.

Aslına bakılırsa the body shop her derde deva, tam bir spa merkezi, banyo lifi, uzun sırt ve vücut kesesi, topuklar için daha da sert keseler, gerekliyse, bu arada tırnakla kazımak değil keselemek gerekiyor, düzgün olması için, shine şampuan ve saç kremi, duş jelleri, vücut yağları, losyonları, yüz kremleri, dudak kremleri, el kremleri, ayak kremleri, sivilce kremleri, maskeler, yüz yıkama jelleri, yüzü, cildi örselemeyen, zarar vermeyen peelingler, makyaj malzemeleri, makyaj temizleyicileri, ne ararsanız var, beni bırakın oraya, bir hafta sonra alın, varımı yoğumu onlara veresim var, veriyorum da zaten, uzun zamandır, saydıklarımdan belli olmuyor mu?

***Bugün yazacak bir şey yokmuş, düşündüm, taşındım bulamadım;))) Arasam bulurum tabi de, fazla zırvalamaya lüzum yok;)))) Hem işim var, tabi ki, taşınırken oğlum “anne banyolarda çok işin var” demişti, o görevimi ifa edeceğim, oğlumun da söylediği üzere “çok işim var” henüz duvarları kazıyamadım da, dün temizledim, bugün de kazıyayım bari, bir kısmını yani, hani “bende varım, 19 yaşındayım, koca erkeğim, ben de yaparım, abim de var” diye bir şey yok, ahhh, ahhh, ne siz sorun ne ben söyleyeyim;))))

Hem ben biliyordum zaten banyolarda çok işimin olduğunu, söylemesine ne gerek vardı;))) Benim armutlar dibine düşmüş anlaşılan.

***Azıcık dedikodu, işte benim stilim yarışmacılarından Nil Karataş bir zamanlar dudklarına bir uygulama, estetik uygulaması yaptırmış ve konulan madde içeride donup kalmış, ameliyatla düzelttirecekmiş, ameliyat sonrası 15 gün boyunca ağızdan beslenemeyecekmiş, estetik heveslilerine duyurulur.

Yarışmada kızlar çok pahalı çantalar kullanıyorlar, beş bin, on beş binlik çantalar, ayakkabılar, gözlükler de pek aşağı kalmıyor o fiyatlardan, ve geneli eski manken yarışmacıların, aramızda kalmasın’da bu çantaların 90’lı yıllarından kalma olduğu, olabileceği söylendi, “şimdi nerede o paralar, kim kazanabiliyor” dendi, bir ekonomi haberini de almış bulunduk böylece, 1990 ve 2015 arasındaki farkı, hani diyorlar ya, yol yaptık diye, cepler boşaldı cepler, onları vurduysa siz düşünün garibanın halini, hal ortada.

***Dün cumhuriyet kadınları derneğinin düzenlediği kahvaltı vardı, oraya gittim, bütün cumhuriyet severler olarak ülkenin son durumuyla aklın durduğu noktadayız, ne ilerisi görülebiliyor ne arkaya bakılabiliyor, bir aptal hepimizi ahmak etti, kahvaltıya katılan sayın Bekir Coşkun “ben bu milletin kaypaklığına güveniyorum, bir anda bırakıverir bakarsın ortada” dedi, hala umut var demek ki;))) birlikte fotoğraf ta çektirdik, kırk yıldır tanışır gibi içten sarılmışız fotoğrafta, kırk yıldır tanışıyoruz zaten her ne kadar tek taraflı olsa da, ve aslolan kafa tanışıklığı, kafaca aynı olmak, aynı duymak, işitmek, çok memnun mesut ayrıldı, gördüğü ilgiden, sevgiden, bizde onu tanıdığımız için memnun ve mesut olduk, okuyor mudur yazdıklarımı, bilmem;))) Yazın, yorum yapın dedi yazdıklarına, bende buradan yazayım bari. Ölmedik, ölmeyeceğiz, bunlara inat.

***Bu yeni neslin hayatı felç, cumartesi günü kızımın arkadaşı geldi, saatlerce birlikte cep telefonlarıyla uğraştılar, video falan izleyip güldüler herhalde, yalnızken zaten telefon, birlikteyken de telefon, ben ne anladım bu işten, baktım dün ve bu sabah gözleri kızarık, gel de sinir olma, sen her şeyine dikkat et, besle, büyüt, o sahip olduklarını hunharca harcasın, ben ne için emek verdim ki, bile isteye kendini kör edecek olduktan sonra, hiç mi kıymetini bilmez insan sahip olduklarının, arkadaşının her gelişinde bu böyle, bir daha geldiğinde cep telefonlarına el koyacağım, neye gülüyorlarsa gülsünler. O zamana kadar unutmazsam tabi, çünkü bir öncekinde de aynı şeyi düşünmüştüm sanırım.

***En çok dizilerde görüyorum, kaşları uzaya doğru yönelmiş, mr. spak biçimli, ve üst dudakları bir türlü oynayamayan kadınlar, kendilerini göremiyorlar mı o haldeyken?

***Benim dolap beygiri olmuş atlıkarınca beygiri, neyse, bu seferlik af ettim, bir daha olmasın;)))) Benim sağım solum belli olmaz, demiştim. Bu defalık bu tolerans, bir daha yok, bilesin. Yüz verdim diye astar istemek yok;)))

***Her yerde kar var, dışarı çıkasım vardı, avm turlayacaktım, bu seferde karı görünce caydım, mıymıntı, mayışık oldum iyice. Kim korkar kardan, tabi ki ben.

İşte benim stilim izleye izleye avm gezesim geldi, cepte para çokmuş gibi, aman, gezmek parayla değil ya, almak şart mı, ben boş boş gezmeyi de severim hem, eski bedenimde olsam giyilecek şey çok, zibil gibi, atmadım, hepsi yepyeni, yepyeni kaldılar yani, ben genişleyince, gel gör ki bu bedene kendimi oturtmak istemediğim için bir şey alasım yok, kalıcı olduğunu kabullenmek istemiyorum bu bedene alışveriş yaparak, nereye kadar yapmayacaksam, indir kaldır bir kadife pantolonum var kışlık, yıkayıp yıkayıp giyiyorum, çok umurum değil, sallamışım her şeyi, ben her şeyin ötesindeyim artık, takıntıların, gösterişlerin, ne oldumların, hiçbirinin önemi yok benim için, stilimde öğretiyorlar ya, o giysi kesmiş, bı giysi uzatmış, bu kombin olmuş, olmamış, proporsiyonuna uymuş, uymamış, giyinirken aklıma geliyor, gülesim geliyor doğal olarak, kesse de, uzatsa da benim kombin aynı kombin, hayır önceden daha rahat giyiniyordum, şimdi düşünmeye başladım, ne keser, ne uzatır, materyal aynı materyal olsa da, kafamı karıştırdılar;)))

Hakan Akkaya ezip geçiyor herkesi, fırtına gibi, moda bilgisi de iyi, ve zeki bir adam, Neslihan Önder’i fena ekarte etti, ve haklı olarak, Neslihan Yargıcı onun gölgesinde kaldı, en çok onu ezip geçiyor zaten, laflar zehir zemberek, İvana Sert’e ilişmiyor, onun seyirci tarafından sevildiğini biliyor olmalı, İvana da iyi biliyor, bilgisiz değil, konu mankeni olarak oturmuyor yani orada, her ne kadar öyleymiş gibi görünse de;))) iyi gidiyor program, ama her gün olması yorucu, bir yerde tıkanacağım artık, yetti be diyip, eski sistem sadece gala gecelerine dönüş yapmak gibi bir niyetim var ama bu seferki kızlar çok renkli, hiç bırakasım gelmiyor, çok pahalıların yanısıra çok ucuz şeyler de var, inanılmayacak kadar ucuz, o İstanbul farkından olmalı, ben avm alışverişinden farklısını bilmem, kafam basmaz, ne bulursam alır çıkarım, millet neler biliyor, o bile yetenek işi, param yoksa almam, varsa ancak avm’den, çünkü öyle almasını beceremem, şu ara bana göre en iyi ve uygun olan marka mavi, çocuklarım da seviyor maviyi. ortalama insanın ortalama markası.

***Diğer sayfalarda görüyorsunuzdur diye düşünüyorum, eğer bu sayfayı okuyorsanız, şu hitit ayaş meselesi, yeni bir yorum gelmiş, çok ilginç, ben yaklaşık 4 yıl oldu yazmaya başlayalı hitit ayaşı, ne orada değişen bir şey var ne bir gelişme, bu nasıl iş, Allaha havale miyiz hepimiz? Niye kimse ağzını açmıyor bu konuda merak ediyorum doğrusu, her şeyin haberi var, bu niye haber yapılmıyor, yapılamıyor, onca insan açık açık soyuluyor orada ve herkes görmezden geliyor, bu nasıl iş, bende mi var bir alıklık?

***İşte benim stilimde bugün bir olay patlak verdi, kısaca özetleyeyim, Hatice, yani eski namı diğer Ankaralı Hatice ilk bölümlerde kızların çok üstüne gitti, gerekli gereksiz eleştirdi, kendini beğenmiş havalarına girdi, bunun üzerine Aslızen biraz kulağını çekti, Hatice’nin fanları Aslızen’e saldırmaya başladı, ki bunda Hatice’nin parmağı, kışkırtması  da olabilir, bugün Aslızen’e “senin kızın da aynı şeyleri çeksin” demişler, Aslızen üzülmüş elbette, şöyle dedi; “en az Bergen kadar yaşadığım acılar var, herkesin var, o bir hayattı, ben o hayatın başını yaşadım, sonunda kurtardım kendimi” gençlik yıllarında evinden kaçmış ve parklarda yaşamış, Hakan Akkaya şöyle dedi; “yukarıdakinin ilahi adaleti artık o kadar kısa sürede geri dönüyor ki için çok rahat olsun, çok üzücü bir şey, Allah herkese hak ettiğini veriyor” Neslihan Yargıcı şöyle dedi; “yaşananlara üzülüyoruz ama bu bize kuvvet veriyor, düz giden bir hayattan bir şey çıkmıyor, o iniş çıkışlar insana katkıda bulunuyor, her insan dünyaya geldiği vakit bir görevle geliyor ve ona yüklenmiş bir misyon var, senin misyonun da bu şekilde yaşayarak o güzel bestelerine ulaşmak olmalı, ancak şuursuz bir insan bunu söyleyebilir”

Özetle herkes filozof, feylesof, herkesin farkındalığı birbirinden üstte, herkes zen modunda, hatta guru, bir ben varım sanmayın, yani deli. Hayat hepimizi köşeye sıkıştırdıkça Allah adını daha mı çok anar olduk, gerek dua gerekse beddua için, bir artış var gibi, buna ben de dahil.

***Zerrin Özer zamanın birinde birkaç kez düşmüş, bir keresinde de iri köpeğine dolanıp düşmüş, o kilo ile düşmek pek hafife alınmamalı, eskiden çok daha kiloluydu, ameliyatta terslikler olunca da tekerlekli sandalyeye bağlanmış, diyeceksiniz ki burada köpeğin suçu ne, köpeğin bir suçu yok, suç o köpeği eve alanda, Allah yetkin aklı köpeğe değil insana vermiş, bu durumda sorumluluk köpekte değil insanda, böyle bir şey diyeceğimi beklemiyordunuz değil mi, şaşırttım, insanın her hali var evde, uykulu, uyanık, dalgın, koşuşturan vs. her an boş bulunabilir, köpek bu, insan değil ki tam anlamıyla anlasın, evde köpeğin işi ne, ilk yanlış buradan başlıyor, çok seviyorsan uzaktan sev.

Ben hangi türden olursa olsun bir hayvanla yakın ilişkiye karşıyım, çocukken bir civcive basmıştım, gerek hayvan gerekse kendi iyiliğim için böyle yakın bir ilişki istemem, hele ki hijyen için asla, köpeğin bulunduğu ne evde ne de arabada olmak isterim, asla hoşlanmam, huylanırım, kıllanırım, irrite olurum, bakıyorum herkeste bir hayvan düşkünlüğü, sevgisi, yok sahiplenin falan filan, kampanyalar yürütülüyor, ben yaklaşık on sene boyunca çocuklarımla yarı açlığa mahkum edildim, o on yılın üç yılında 3 kilo et parası bir haftalık yiyecek ve temizlik paramızdı, 4, hatta 4 buçuk kişi için, tam 5 değil, her neyse, sizde hesap edebilirsiniz nasıl bir hayat olabileceğini, dönüp nasılsın diyen olmadı, hiç kimse 3 çocuğuma ve bana acımamışken, ki buna babaları dahil, yılanın başı zaten o, benden kimse hayvana filan acımamı beklemesin zaten de, bu bangır bangır bağırıyorlar ya, satın almayın sahiplenin diye, bütün tv kanallarında, milletin beynine kazımak için, daha 1 ay olmadı, köpekler İstanbul’da çocuklara saldırdı, ağır yaralı bir çocuk ailesinin fakir olması sebebiyle hastaneye yardımla yatırıldı, son akıbeti hakkında bir bilgi yok, niye hemen unutturuluyor, varsa yoksa köpekleri sahiplenin, sahiplenelim, sonra, ya sonrası, başımıza neler geleceğinin bir garantisi mi var, sahip çıksalardı ya o çocuklara it sevenler, onların üstü örtülecek  unutturulacak bir an önce, çocuğun ne önemi var, fakirin çocuğu, bir daha doğurur nasıl olsa, insan sevmeyenlerin ben hayvan sevdiklerine zaten inanmıyorum, kendilerini kandırıyorlar, nokta.

Satın almayın sahiplenin, millet kuyrukta zaten satın almak için, kendi boğazına ortak arıyor, yaşanan minimum paralarla, kendi doymuş ta iş köpeğe kalmış, hadi yediğini bırak, hizmeti ne olacak, boşa eşeklik, öyle gün oluyor ki ben kendim için bile parmağımı kıpırdatmak istemiyorum, kimse bana ilişmese, bir şey istemese de şurdan bir ekmek arası ile günü geçiştirsem dediğim günler çok oluyor, bu bir olasılık dışı tabi, değil köpek akvaryumda balık, saksıda çiçek bile bakmam, benim işim bana yetiyor da artıyor bile, boşa eşekliği hiç çekemem, silkelenir, ortalık kıl olur, olmasa bile olur, bana göre, derhal nefes almayı keserim, uzaklaşırım, kıl olurum, salyası akar, kakasını yapar, sonra kıçını sürter temizlemek için olmadık her yere, tuvalet kağıdı niyetine, hiç benlik değil, ben köpek falan sevmem, isteyen sevsin.

Sonuçta insan da pis ama insan hiç değilse belli bir yaş sonrasında pisliğini denetim altına alabiliyor, köpek gibi değil ki, çocuk büyütmenin hiç değilse bir umudu var, büyüyecek ve işin azalacak diye, köpekte öyle bir umutta yok, yaşadığı sürece bütün pisliğine katlanacaksın, üstelik büyüyüp eve bir ekmek alıp getirmesi olasılığı bile yok, çok isteniyorsa sahiplenilme çocuk sahiplenilmesi teşvik edilsin, köpek değil, çocuk yurtları hiç boşalmıyor, hep dolu, hiç değilse ekmeğini paylaştığına değer, gün olur seninle konuşur, sana insan olur, bir ekmek alır bakkaldan getirir, sana insan olmazsa kendine insan olur, topluma insan olur, hayır olur, duası bol olur, köpek baktın diye mi sevaba girersin insan baktın diye mi? İnsanı görmezden gelip hayvanı göz önüne sürenlere de Allah akıl, ihsan versin, bu da ikinci nokta.

***Aramızda kalmasında söylediler, Sertab Erener evlat edinecekmiş, Türk diye ayrıca belirtiyorlar, onun bile yabancısı moda ya, en güzeli, bir insan büyütmek, yeşertmek, onunla tekrardan yeşermekten daha güzel ne olabilir, her gelişimini görmek, eserine bakar gibi seyreylemek, var mı ondan büyük mutluluk, kızıma her bakışım, onun bana her bakışı sevgi, içtenlik dolu, şimdi geçti yanımdan, bana gülücük attı, tatlı tatlı bakarak, oğullarım da çok farklı değil, o uzun süreci birlikte yol almış olmasak bu böyle olur mu, olmaz, bir evlatlık çocukla da bu sevgi çok rahatlıkla yakalanabilir, yeter ki sen sınırsız ver, sınırsızca geri döner, köpeğe versen ne olur, önüne başka biri yemek atsa gider ona kuyruk sallar, köpek işte.

Aslında köpek olmak vardı bu hayatta, sen miskin miskin yat, iki kuyruk salla, keyfine bak, hizmetçiler senin için çalışsın, düşünsün.

***O çocuk, o çocuklar veya bir köpek tarafından ısırılan, hastanelik edilen tüm çocuklar hayatları boyunca köpek sever mi sizce? Haberdeki o kız çocuğu o köpek ısırığı izlerini hayatı boyunca taşıyacak, o köpekleri pohpohlayanları, yere göğe sığdıramayıp baş tacı edenleri, insanları baş tacı etmeye zorlayanları rahmetle mi anacak sizce? Öyle bir intiba yaratılmaya çalışılıyor ki artık köpek paylaşımı yapan, köpek kıçı yalayanlar çok erdemli insanlar, diğerleri ikinci sınıf, o kadar köpek kıçı yalayın ki canınıza yetsin, her gün ege denizinde Suriyeli insanlar köpek niyetine ölüyorlar, bir gün de onları paylaşın, onlar için üzülün, önemli olan itler tabi, sevmek, her dakika it paylaşımı görmek zorunda mıyım, niye, neyi empoze etmeye çalışıyorsunuz insanlara, seviyorsan sev, bana mı dert, it aşağı, it yukarı, yetti valla, ite anlatsan it bile şaşar hallerine, ben neymişim be abi der. Hayata başka bir bakış açında mı yok, o kadar mı kısırsın? Bu bir genelleme elbette, genel olarak söylüyorum böyle davranan insanlara, çünkü çok var ve her dakika onların bu aptalca paylaşımlarını görmekten sıkıldım, literatürlerini biraz geliştirseler iyi olur, bakın bana, hem havadan hem telden, her havadan her telden.

***3 günlük çocuğunu köpek gibi sokağa bırakanların sayıca çok olduğu bu ülkede köpeğe sahip çıkmak ütopyadır, haramdır, köpek çöpten de yer, kovukta da barınır, bunlar insan için mümkün olmayan şeyler, insanların aç kaldığı bu ülkede köpek doyurmak ruhsuzluktur, iki oğlum 5-6 yaşlarındayken eski kocam komşunun köpeğinin kaslarını göstermişti bana, “şu kaslara bak” diyerek, onun yediği kadar yeseler çocuklarımın da öyle kasları olurdu diye içimden geçirmiştim, bunu ona söyleyemezdim, çünkü değişik sonuçları olabilirdi, en keyifli olduğu zaman… hani belki insafa gelir diye, yarın pişirilecek bir şey yok derdim, bana “makarna, çorba pişir” derdi, bir sonraki soruşumda yine aynı cevabı alırdım, daha doğrusu her soruşumda yine aynı cevabı alırdım, en büyük kavga yerimiz marketti, her gittiğimizde kavgayla çıkardık, yiyecek niye aldın kavgaları, siz ruhsuz olmanın ne demek olduğunu nereden bileceksiniz, bilseniz zaten bunu söylemezsiniz, hele ki bana, yukarıda havalar güzel nasıl olsa, keyfinize bakın.

İnsanın var oluş sebebi köpek bakıcılığı mıdır, işi gücü bırakalım köpek bakalım isterseniz, Hintlilerin ineğe tapındıkları gibi biz de köpeklere tapınalım, köpekler her yıl her batında 9 tane doğursunlar, biz köpeklere köpek olalım, bu mu istediğiniz, aklımı peynir ekmekle mi yedim. Daha 3 gün önce 3 çocuk babaları aylık 300 lira için hapse girmesin diye göz yaşları döktüler cümle alem önünde, bir köpeğin aylık gideri ne kadar, 300 lira var mı, köpek mamalarına da zam geliyor mu, yılbaşı zamları onlara da yansıdı mı, hiç takip etmediğim için bilmiyorum, ben insan sorumluluğu taşıdığım için marketlerde yiyeceklerin insan kısmı ile ilgileniyorum, ruhsuzluk böyle bir şey işte, ruhsuzlukla ilgili bir kitap yazacak, konferans verecek kadar birikime sahibim ama, kişisel deneyimlerimden yola çıkarak elbette, öyle kulaktan dolma bilgilerle bile değil.

***Dört ilahi kitapta, kuranda “sizin en iyileriniz köpek kokusu ve pisliği çekenlerinizdir” mi yazıyor, hangi rüzgarı arkana aldın da böyle savuruyorsun, sen seviyor olabilirsin, sana kolay gelsin, sen kokusuna, pisliğine tahammül edebiliyorsun diye herkes sana mı biat edip köpek besleyecek, git işine.

Hayvan sevmeyen insan sevmezmiş, çaktırmadan çalım atıyorlar, bu yazıyı her görüşümde bana hakaret ediliyor, ne alakası var, bu yolla insanların üstünde baskı yaratmaya çalışıyorlar, bildiğin duygu sömürüsü, hayvan sevmem de insan severim, veya insan da sevmem, bu seni ne ilgilendirir, neyi sevip neyi sevmediğimi sen benden daha mı iyi biliyorsun, buna karar merci sen misin, o yetkiyi hangi vasıfla aldın, insan sevmesem bu şartlar altında ve tek başına 3 çocuk büyütebilir miydim, baskı ile köpek bakımını meşrulaştırıyorlar, ucundan dokundurarak “aslında sen bir kötüsün” demeye getiriyorlar, amaç insanı kendi içinde şüpheye düşürüp istedikleri ağa takılmalarını sağlamak, bahse girerim köpek besleyenlerin yarısından çoğu gönlüyle değil bu baskı ve dayatmalarla sahip olmuşlardır köpeğe, bir kendinize gelin artık, yeter.

Hala anlayamadıysan, pardon ama, sorun sende. Diyorum ki istediğin kadar köpek besle ama köpek beslemenin bir ayrıcalık, bir üst meziyet olduğu vurgusunu bana dayatmaya çalışma, ve diğer insanlara, benim işim başımdan aşkın zaten, yeterince derdim var, herkesin öyle, sen boşsan, yeterli vaktin varsa sana kolay gelsin, köpeğinle mutluluklar, ben sana illa ki “çocuk büyüt, yetimhaneden git bir çocuk al, yoksa insan sevmiyorsundur” diyor muyum, demiyorum, öyleyse sende bana git köpek al veya köpek bak veya köpek sev deme, hiçbiri için zorunluluğum yok. Benim üstümde baskı yaratmaya çalışma.

***Bu mesele bu kadar uzamazdı aslına bakılırsa, sataşma üzerine uzadı, yarası olan gocundu, ben daha en başında belli bir kişiyi hedeflemediğimi söylemiştim halbuki, madem ki o gocundu, bana cevap verdi, bundan sonrası da benim üstüme vazife, Bekir Coşkun, yazdığı son iki yazının birinin başlığı ruhsuz, diğerinin sapık, sapık olanını derhal geri gönderiyorum, en ağzı bozuk köşe yazarı ünvanıyla birlikte, ben derim, bana her şey serbest, ruhsuza yeterince dokundum zaten, gelelim cevabıma, Türkiye’de jeep satışları patlayınca bir jeep yetkilisi gelmiş, şöyle demiş, “büyük çiftliklerde, arazili bölgelerde yaşadığınızı sanıyordum, halbuki yollarınız düzgünmüş” adam ne bilsin görgüsüzlüğümüzü, görmemişliğimizi, sonradan görmeliğimizi, sana gelirsek, sen biliyorsun elbette ne şartlarda yaşadığımızı, damdan düşmedin ya, şimdi unuttuysan bile, hani solcuların, fakirin, fukaranın savunucususun ya, bildiğin gibi bizler olsa olsa 100’er metrekarelik evlerde yaşıyoruz, kendimizin zor sığdığı bu evlerde birde köpek barındırmamız çok güç, kokusu, pisliği, işgal ettiği yer vs. açısından, odanın birini ona ayırdık diyelim biz nereye sığacağız, ben çocuklarıma veremiyorum birer oda, kızımla aynı odayı paylaşıyoruz, 20 ve 22 yaşındaki oğullarımın odalarını ise bir ay önce ayırabildim, taşınarak.

Aldığımız paralar belli, asgari ücret 1300 yeni oldu, memurunki olsun onun iki katı, benimki çok daha vahim, haftalık harcadığım para 300 lira, 4 kişi, 2’si üniversite biri lise öğrencisi 3 yetişkin çocuğum ve ben yemek, temizlik giderleri için 300 lira ile yaşıyoruz, misan 2012’den beri bu böyle, ondan önceki 3 yıl boyunca haftalığımız 100 liraydı, eski kocam adana sofrasından bir defada 600 lira ödeyerek kalkıyor, bana açıklamasını “başka yere gitsek 2,3 bin lira gelir o hesap” diye yapıyor, iktisatlı adam, ama özrü kabahatinden büyük, her gün, lafın gelişi değil, bildiğin her gün kırlıklarda mangal sefası yapıyor, veya her hafta sonu deniz sefası, 2 araba, 3 araba insan, duruma göre değişiyor, kendi gibi serserilerle, kadınlı erkekli, peynir ekmek mangalıymış, beni öyle otlatıyor, tabi o ayrı bir durum, bizi etkileniyor, bizimki standart, hiç değişmiyor, o ayda on bin, yirmi bin veya daha fazla kazanabiliyor, yani kazanıyor ama bizim durumumuzda bir değişme olmuyor, çünkü o bir …., düşündüm de, niye nokta nokta kouyorum ki, bir orospu çocuğuna orospu çocuğu demenin nesi abes, neyse, yine karıştırdım konuları birbirine, gelelim konumuza, bir paket köpek mamasının fiyatı elli lira, o parayla kendimizi mi doyuralım yoksa sayın itimizi mi, eee, öyle sıradan şeylerle besleyemeyiz hanzadeyi, kendimize makarna ona köpek maması, yoksa ayıp olur.

O 100 metrekarelik evlerimizin yeşil alanları olsa olsa 300 metrekare, her binada 30’ar daire var, ve yanyana bir sürü bina, her gün her evden 30 köpek çıkarılıp gezdirilse o yeşil alanlar yeşil alan olmaktan çıkar, köpek boku bataklığına döner, ki netekim şu an bile öyle olduğu söylenebilir, sen tiksinmiyor olabilirsin, tiksinenler vardır belki etrafta, her gördüğünde bırakanın anasına avradına küfür edenler, tıpkı benim gibi, değil köpek bakmak evin camından köpek sıçırtanları görünce gidip bulaşasım geliyor, “git nerede sıçırtıyorsan sıçırt, her sıçışını ben görmek zorunda mıyım” dememek için kendimi zor tutuyorum, bayağı bir elektirik alıyoruz birbirimizden köpek sahibi ile, ben ona ters bakıyorum o bana ters bakıyor, ben evde o dışarda olduğu halde, o filmin devamı gelir bir gün, önümüz yaz, şenlikli geçer, o bokları orada bıraktıkları sürece nasıl olsa bahanem var, ki istisnasız hepsi bırakıyor, bir sonradan görmeler ülkesi olduğumuz içindir, biraz parası olan köpek alıyor, biraz daha parası olansa jeep, sırf gösteriş, caka için, desinler ki köpeği var, desinler ki jeepi var, bilmezler ki bu uğurda pislik kokluyor, bilmezler ki benzine parayı zor yetiştiriyor, ben ve köpek bakmak, çok uzak iki düşünce, ya insan sevip sevmemek, size kalmış yargılamak neyi sevip sevmediğimi.

Madem döküldük ortaya devam edeyim bari, bu kadar dökülmek gibi bir niyetim yoktu halbuki, o kullandığın o facebook sayfası köpek fanları sayfası değil, insanlar siyasi yazılar için beğeniyorlar, sen ise köpek propaganda sayfası olarak kullanıyorsun, her siyaset okuyanın her gün köpek görmek, okumak istediği hissiyatına nereden kapıldın, varsa böyle bir derdin bir köpek fanları sayfası açarsın ve orada yaparsın it paylaşımlarını, bende köpek bakmadığım, sevmediğim için her gün hakaret yemekten kurtulurum, köpek sevmeyen insan sevmezmiş, bu gidişle hepsinden nefret ettireceksiniz zaten, birine kırk gün deli dersen deli olurmuş, kırkı geçeli çok oldu.

Senin köpek seviyorum deme özgürlüğün var da benim köpek sevmiyorum deme özgürlüğüm yok mu, her başımı çevirdiğimde etrafta sıçan bir köpek görmenin nesini seveceğim, manzara bu, yalan mı, bunu bir ben mi görüyorum, bu ülkede kim daha çok hırlarsa onun sesi, sözü geçiyor ya, önce kendileri daha çok hırlıyorlar ki biz hırlayamayalım, içlerine işlemiş, hırrrr.

Örnek verecek olursam, bu ülkede en çok hırlayanlar kimler, pkk lılar, hdp liler, haber açıyorsun onlar, bütün dizilerde onlar, köşe yazılarında bile onlar, 7 haziran seçimlerinde Bekir Coşkun “hdp ye oy verenleri anlıyorum” babında bir söz söylemiş ve ben eleştirmiştim, yine desin yine eleştiririm, cumhuriyetçi, Atatürkçü postuna bürünüp hemşerisi pkk lılara oy topluyorsa bunu söylerim, benim bildiğim Atatürkçülük öyle değil çünkü, karşı dağın tarlasında büyümedim ki her söylenen önünde boyun eğeyim, benim de kendime göre doğru bildiklerim var, her ne kadar bitirememiş olsam da 2 yıl gazetecilik bölümünde okumuşluğum var, sonrasında da başka bir bölüm bitirmişliğim, kim olduğum zaten devlet sırrı değil, fuat avni değilim, ayrıca her şeyim herkesten daha çok ortada, hem daha bir hafta önce birlikte fotoğraf çektirdik, unuttunuz mu, eğri ile doğruyu birbirinden ayırmak için başkasının aklına ihtiyacım yok Allaha şükür, çok salınma kaynana, senden büyük Allah var, bu köpek meselesi onun rövanşı ise yeterince cevabını almıştır sanırım. Açıklamanın açıklamasını yaptığın gibi ise gerçekten mesele, doğrusunu sen biliyorsun, ki yinede sorumluluğunun farkında olman gerekirdi, hiç değilse ayraç içinde ne için söylendiği açıklanmalıydı, biz biraz zor anlarız, sevinmen lazım, seninle aynı düşünen insanlar olduğu için, bu kötü olarak algılanacak bir laf değil, eğer açıkladığın gibi ise ortada bir sorun olmamalı, alınmanın dışında, o kadarına da katlan yani bir zahmet, bizler ne sonuçlara katlanıyoruz bu sayede, ortalığın halini görüyorsundur herhalde.

Son not; köpek popülasyonun daha fazla artmasına vesile olmazsan sevinirim, zaten yeterinden fazla varlar. Millet çoluk çocuk büyütüyor, işe gidiyor, yeterince meşgaleleri var, kafalarını karıştırıp durma. Bana göre de insanların var olan yüklerine daha da yük bindirmeye çalıştığın için asıl ruhsuz olan sensin, bakış açısı meselesi, köylük yerlerde yaşamıyoruz ki sal ortalığa gitsin. Fark ettiysen çocuklarla olan hijyen meselesine hiç dokunmadım bile, en başta gelen nedenlerden biri de bu, 3 çocuğumun hiçbiri ellerini sürmediler bir köpeğe büyürlerken, sürdürtmedim, her yiğidin yoğurt yiyişi kendine göre.

Her köpek alana bir villa bedava veriyorsan köpek paylaşımlarına devam edebilirsin tabi, vermiyorsan vazgeç, yoksa komik oluyor, çözüm üretmeden sonuç önermek yani, keşke bu köpekler üzerine olan çabanızı köpekleri kısırlaştırma yolunda devam ettirseniz, insanlığa çok büyük faydaları olacağı inancındayım, siz ne dersiniz?

***Ne cam balkonum var, ne de demir çerçevem, ne de onları yaptıracak param, ama sineklik yaptıracağım, şu zika yüzünden, duşakabin yaptırmamak için duş perdesi aldım mesela, çok daha ekonomik, o yüzden istediğimi istediğime şikayet etme özgürlüğüm var, hele ki köpekleri, bütün parayı vererek cascavlak bir 3+1 alabildim, 2 ay oldu, ocağım yok, fırınım yok, perdem yok, bir tane bile elbise dolabım yok, mutfak masam yok, o yok, bu yok, buzdolabım, tabaklarım, kaşıklarım, 25 yıllık, çamaşır makinesi 15, televizyon, koltuk 10 yıllık, yataklar ve bulaşık makinesi de 25 yıllıktı, geçen yılki taşınmada yenilendi, çocuklarımın kitaplık ve çalışma masaları da yoktu, o zaman alındı, bir manyakla 25 yıl yaşamanın sonuçlarından bazıları da bunlar, cam balkon, demir çerçeve olsa olsa hayal, ona sıra zor gelir, zaten olsa bile almam, çocuklarıma daha çok lazım para, elbiseleri kitaplıklara dizdik, kitapları da baza altlarına koyduk, nasıl fikir.

Yemeği de küçük tüpte pişiriyorum, çook pişirdim şimdiye dek, ilk değil, bir önceki evimizde de yoktu perde, alışkınız, açıkta oturmaya, beyefendinin keyfi gelir, sıra da bize gelirse o da olur inşallah, ama sanmayın ki bunlar bana zul, hiç değil, ben alışkınım, ondan gelen zulme, şimdiye kadar beni pes ettirebileceğini sanıyordu, artık öyle bir umudu da yok ama o zulmetmekten de hoşlanır, hele ki bana, bilmem mi, manyaktır da biraz, kafadan çatlak yani, bir zamanlar kendi lokantalarda gezip çocuklarına “büyüsün de yesinler, ben bu yaşına kadar yemedim, istediğim gibi yerim” diyordu, şimdi ikide bir çocuklarını alıp yemeğe götürüyor, çık çıkabilirsen işin içinden, ne zaman ne halt yiyeceği hiç belli olmaz yani, delidir, deli, aşağılık serseri, Allahıma şükürler olsun ondan kurtulduğum güne, verilmiş sadakam varmış, başka türlü kurtulamazdım ondan, değil almak üstüne para veresim var, kapımda köpek diye bağlanmaya bile layık değil o, işin kötüsü, yani aslında iyisi çocuklarım yiyor o bakıyormuş, burnu kanayıp murt gitmekten korkuyor, paralar burada kalacak diye üzülüyordur, bir zamanlar yedirmediği çocukları karşısında yiyor, kendi yiyemiyor, bak şu Allahın işine, neymiş, demek ki kimseyi “Allah yedirmesin” diyecek noktaya getirmeyecekmişsin, gördünüz mü yine geldik aynı yere, laf lafı açıyor işte, lüzumsuz şeyler paylaşıp yaramı deşiyorsun bak.

***Giydiğim uzun kollu kalın penyenin beli kısa geliyor, geceleri açılıyordu, bir kusuru yok, sadece o, gece yatağa girerken baktım yine açılacak, bel lastiği genişmiş, 4 parmak, iç dikişten kestim uzadı, bu gece belim açılmadı, yakasını, ki sıfır yaka, önceden kesmiştim, rahatsız ettiği için, dikiş çizgisine kadar, hala rahatsız ediyor, elime makası almışken onu da kestim, bu sefer tam rahatlamış, alta giydiğim eşofmanın paçaları da kesik, uzun geliyordu, önceden kestim, ev modam müthiş, kombinler o biçim, bütün giydiklerim öyle, hepsi kesik kesik, ergonomik olana kadar kesiyorum, ne zaman ki rahat kesme işlemi bitiyor, hiç sıkıntıya gelemem, ey özgürlük, dikip düzeltmiyorum bile, kime süs edeceğim evde, kesikse kesik, görenlerde kusuruma bakmasın artık, kim görür, evdekiler hariç, sucu, apartman görevlisi, gelirse tamirci, o kadar.

***İzmir, Ödemiş’te 1071 yılında dikilen yaklaşık bin yaşındaki en yaşlı zeytin ağacı, ki gövdesinin çapı 2,5 metreymiş, Antalya’ya getirilerek botanik bahçesine törenle dikilmiş, ya Allah bismillah demiş dikerken yine biri, o dilin kopsun inşallah, sen nasıl bir insansın, acımasız, elim ayağım dondu okurken.

***Mustafa Koç ölmüş, 55 yaşındaymış, genç ölmüş, Allah rahmet eylesin, bir kalp ameliyatı bir de 4 ay önce mide kelepçe ameliyatı geçirmiş, 40 kilo vermiş, yanlışlar yanlışı getirmiş, bile bile lades denmiş, kalp ameliyatlı birine kelepçe ameliyatı yapan doktorun doktorluk diploması elinden alınmalı, spor yaparken ölmesi de manidar, spora bu kadar yüklenilmek bir kez daha düşünülmeli, yine demin dediğim gibi kalp ameliyatlı birine sporun ne kadarı önerilmeli mesela, her şeyi çok biliyoruzda bir bok bildiğimiz yok aslına bakılırsa.

Herkes lazım olduğu kadarına sahip olsa belki hala yaşıyor olurdu, her şeyin fazlası zarar, görüldüğü gibi paranın bile, çok yemek, çok doktor, çok spor hocası, hemi de Amerikalı, onu tez öldüren parası.

Bir bildiğimiz, gözle görünen düşman var, birde bilmediğimiz, para hem dost hem düşman, görünmeyen düşman, senin paran varsa herkesinde gözü var, görünen köy ortada, bizi bitiren ne oldu, Mustafa Koç kadar olmasa da para, onlar için büyük paraydı, çingene sülalesi için, gerçi şahsiyetsizdi de, o para olmasa kim düşerdi onun peşine, ben salaktan başka, cebine para dolunca adam oldu, peşine kuyruk oldular, yoksa kimse yüzüne bakmıyordu o zamana kadar, orospular, yaltakçılar, dalkavuklar, bir ben mi yiyecektim parasını, benim verdiğimi onlar veremez miydi, hepsi birden gözünü diktiler, paraya sahip olmak başka, paranın ağırlığını taşımak bambaşka, işte onun için para adamı vezir de eder rezil de, bizimki vezir olamadı, parasının rezili oldu, şimdi evinde mutlu mesut yaşasın, ben de kendi evimde sefama bakayım, gel keyfim gel, ekmek elden su gölden, fazladan bir kişinin işinden, derdinden kurtuldum, beşti dört oldu kişi sayısı, en az haftada bir makine çamaşır, ütü, bir makine bulaşık, yemek, temizlik vs, vs. den kurtardım, bana düğün bayram, o dövünsün kaybettiklerine, nasıl paranın bir hesabı, matematiği varsa verilen emeğin de bir matemetiği var, boşa giden, gitmeyen, az veya çok şeklinde, onun yapabildiği hesabı ben de yapabiliyorum, onunki para hesabı benimki emek hesabı, emek eşittir güç artı zaman, güç artı zaman eşittir geçip giden hayat, hayatın, hayatımın bedeli, karşılığı yok.

Bugün de Kamer Genç ölmüş, pankreas kanseriymiş, soğuk dayanıksız kalpleri zorluyor, haberlerde söylemişti, soğukta damarların büzüştüğü, bu nedenle soğukta fazla spor yapılmamasını, zorlanıldığında durup beklenilmesini, mesela dışarda kar kürememeyi önermişti doktorlar.

Zorlanan yorgun bir kalp sporla daha çok mu çalıştırılmalı yoksa daha çok mu dinlendirilmeli, bu sorunu cevabı bile bulunmuş değil, onlara göre daha çok çalıştırılmalı, bana göre tam aksi, iyileşmesi için fırsat tanınmalı, dinlendirilmeli. Yorucu bir hayat yaşadım, bedenen yorucu, benim kalbim de yorgun, yorulduğumu hissettiğim an her şeyi bırakıp dinlenmeye alıyorum kendimi, bir bakıyorum saatler geçmiş ve ben ancak kendime gelmişim, o dinlenmelerim olmasa aynı sonuç benim için de çok rahat geçerli, elli kere olurdu yani, azraille daima birlikteyiz, hep gözü üstümde, en az beş yıldır, ki şu aralar peşimi bıraktı bile sayılır, eskiden uykuya dalarken, uyanırken, bazen gün içinde çarpıntılarım olurdu, şimdi onlar yok, kansızlığım vardı çünkü, çok yazmıştım, yorgunluğum da eskisi kadar değil, göz, yüz kızarıklığı, göz, yüz, karın şişliği, gaz sıkıştırmaları, kısa, kesik, derin nefesler, boşaltım sisteminin yavaşlamış olması, boşaltım sonrası aşırı yorgunluk, devamlı tokluk hissi, sadece sabahları yiyebilme, sık geğirme, hep kalple ilişkili, kalp eşittir mide, bir sonraki aşaması mide rahatsızlıkları, ishal, kusma, bunlar sonun başlangıcı, spora gitmem, çok yürümem, yürüyüşe başlar, bir ay sonra sıkılır bırakırım, gerekmedikçe ve kendimi iyi hissetmedikçe dışarı çıkmam, zaten yorucu bir hayat yaşamışım, biraz daha zorlamanın bir alemi yok, zaten o kadar güç te yok, bedenen yorulan ve sonucunda kalbi yorgun olan insan kalbini dinlendirmeli, veya her ne sebeple olursa olsun kalbi hassas olan insan kalbini dinlendirmeli, o kalbin ihtiyacı olan daha fazla hareket değil dinlenme, sporla o kalbe daha fazla yük bindirmek değil dinlendirip yükünü hafifletmek gerek, ömrü olasıysa 3 gün daha uzatmak buna bağlı.

Böyle alt alta sıralayınca durumumun vehametini fark ettim, tek tek yaşayınca üstün körü geçiliyor, şu yorulma meselesine daha bir dikkat etmem gerek gibi, acil önlemler almalıymışım gibi geldi bana, yorgunluk sebeplerimi azaltmakla başlamalıyım işe, biraz daha yavaştan almalıyım hayatı, ne dersiniz?

***Bu sabah yine aradı dolandırıcılar, bu ikinci kez, birde tam taşınırlarken aramışlardı, öbür evde, hep ev telefonundan arıyorlar, numara sonradan gözükmesin diye, baş komiser der demez anladım zaten, hırsızlar, dolandırıcılar dedim, küfrettim kapattım, senin gibi kerizlerin parasını alıyoruz dedi bana, dün yine haberde gösterdi, kadın üç bin dolarlık evini aceleyle bin beş yüz dolara satmış, almış parayı Urfa’ya götürmüş, tam teslim edecekken bir güvenlik görevlisi fark etmiş, hani bilmese telaşa kapılır elbette insan, herkes birbirini aydınlatmalı bu konuda, biliyorsunuz değil mi, bir hukuk profesörünü bile dolandırmışlar bu yöntemle, Hikmet Çetin’i de, ne kötü bir durum, para bir yana düştükleri durum çok hazin.

***Sonunda bir film izledim tv’de, sıradan bir Japon filmi, adı benim oğlum benim babam, hastanede bebekler karışıyor, 6 yaşına geldiklerinde ailelerin haberleri oluyor, bir süre değiştirmeyi denedikten sonra büyüttükleri çocuklarla devam ediyorlar hayata, gerçek hayattan mı alınmış bilmiyorum ama bana göre de doğru olan bu, doğurandan çok büyütendir anne baba, o sana alışır sen ona, Japonlar en az bizim kadar duygusal ve sevecen insanlar, birbirlerine ve çocuklarına karşı, insanın özünde var iyilik, neyse ki,  bizimkilerse iyi copy paste yapıyorlar, babam ve oğlum ve paramparça. Japonlar çocukların bellerini yatarken kalın bir şeyle sarıyorlar, kuşak gibi, bel önemli, ben de sarıyorum, yani bellik tkıyorum, geceleri de, yani kışın, ufak bir battaniye örtüyorum belime.

***Kokoş, kaknem, kıskanç Neslihan ve İvana karıları gala gecelerinde iyi dans eden kızların hakkını yiyorlar, önceki hafta Tuğçe Özbudak’ın hakkını yemişlerdi, bu hafta da Şakira’yı taklit eden Simge Tertemiz’in hakkını yediler, iyi olduğunu bile bile iyi puan vermiyorlar cadılar, yine Tuğçe Özbudak’ın da dansı iyiydi, bu hafta yani, ama Simge Tertemiz daha iyiydi.

***avm turumu tamamladım, çok yorulmuşum, dön dolaş eve ulaş, indirim de varmış, topuğu 5 cm’den uzun olmayan botie’ler aldım, aldığım bütün 5 cm üstü topuklular dolap bekliyor, artık almayacağım, canım çok tatlı, hiç dayanamıyorum, botie botun zennesi oluyormuş, işte benim stilimde öğrendim, hotiç’ten aldım, yine en iyisi hotiç gibiydi, indirimde ama ucuz da değil ayrıca, 330 lira, ayağım kara basar basmaz karın bütün soğuğunu ayağımda hissetim, eski botlarımın gözünü seveyim, massimo dutti’den mantomsu bir şey aldım, sözde yüzde yüz yün, birde aradım kırk yeri, arabadan inince bütün soğuk içime işledi, eski botlarımı, paltoları atamayacağım anlaşılan, bunları olsa olsa baharda giyerim, baharlıklar, kışlık değil, kışlık eskiden varmış, şimdi yok, adam kandırıyorlar, görüntü var ısı yok. Marks and spencer, zara kaliteyi iyice düşürmüş, hep naylon, hep kaltesiz, ucuz kumaşlar, mavi onlardan çok daha iyi, sonunda bir pantolon aldım maviden kendime. En son on yıl önce almıştım kendime bot ve palto.

Stilimdeki kızların işi zor, hem piyasada doğru dürüst bir şey yok, hem de bu dolaşma işi zor, antreman gibi, birde onlar daha özel şeyler bulmak, beğendirmek zorundalar. Söylemedim değil mi, kızların bir tanesi yarışma için 250 bin liralık alışveriş yapmış, tek seferde, tek mağazadan, ödül de 200 bin, bu hesapta bir yanlışlık var ama nasıl?

***Eski koca parası yemekte nasıl güzelmiş böyle, zahmetsiz, ver diyince veriyor, kuzu kuzu, eski kocaların bir tanesi, hıh hıh hıh, kim imansız, kim dinsiz, neyse, korkmayın açnayacağım eskimiş mesleleri, benim bile bahsedesim yok, geçti o günler, sesini bile duyasım yok, yüz yıl duymasam mesela, ne güzel olur, bunun için kulaktan kulağa oynuyorum, sesini bile duymamak için, çok lüzum etmedikçe de duymayı düşünmüyorum, Allah bilir işini, ben işi Allaha bıraktım, Allahından bulsun, hem otursun kalksın bana şükretsin, dünkü haberde vardı, 3 yıl önce boşanmışlar, 3  çocuğa baba bakıyor, aylık 300 lira olan nafakayı yaklaşık bir yıldır ödeyememiş adam, 3 bin civarında, karne günü 3 aylığına hapse girmiş, çocuklar babalarının peşinden ağlaşıyorlar, ne kadınlar var, helal olsun valla, her kadının harcı değil, kadın gibi kadınmış, gerçi bu kadarı işin biraz şakası ama her şakada bir gerçeklik payı vardır, hani çocuklar yalnız kalıyor olmasa iyi yapmış bile diyebilirim, ders olsun hepsine, para benim, benim param demeyi biliyorlar ya, ondan, söke söke alırlar öyle.

Ben de alırım, onun yanına mı bırakacağım hakkımı, damarıma basarsa o benden daha iyi bilir neler olabileceğini, çaresi mani mani mani, nerede hani, eşeklik etmeseydi, ben ona çok dedim, “bak yeter, artık dağıtma, bize kalmadı” o bana ne dedi “biz seninle ne paylaşıyoruz” ne paylaşıp paylaşmadığımızı öğrenecek çok zamanı ve bahanesi olacak bundan böyle, çağır yalakalarını seni avutsunlar, avutabilirlerse, 25 yıllık alışkanlık, rahatlık unutulabiliyorsa unutsun, eksi on yılını da unutmamak lazım, zor bulur benim gibi dört kollu enayiyi, at kazığı yolar, önce kendine batar, bana da batar, batarsa batsın, batacağı kadar batmış zaten, inat ta bir murattır, hayatta görülebilecek en inat insan benimdir herhalde.

Su damacanasının kapağını açmayı bile bilmez, susayınca bile beklerdi ben açayım diye, ben nasıl olsa açacaktım önünde sonunda, biraz beklemekten ne çıkar, ben açınca içerdi, hiç açmadı, ben hiç açtığını görmedim, şimdi nasıl açacak onu düşünüyorum, tek derdim o.

***Demet Akalın adamın 3 bin lira olan borcunu ödeyip hapisten çıkaracakmış, Demet Akalın’a 3 bin lira devede kulak, devenin kulağındaki kıl, bir çantası 75 bin, arabada çekilmiş fotosunda gösterdiği çanta, instagramında varmış, dedikodu programı izlemenin faydaları, her şeyi bilirsin böyle, sathı müdafa için her şeyden biraz bilmeklik lazım, 3 bin lirayı bile reklam için kullanıyor ya, ne insaniyetli kadın.

Son haber olarak akp yapmış ödemeyi, hapisten çıkmış adam, 3 gece yatmış, çocuklarına “3 gece 30 yıl gibi geçti” demiş, bu yazıda ne çok 3 geçti, milletin düştüğü hale bak, ödenemeyen para aylık 300 lira, sonrada akp kurtarsın.

***Dikkat, mutfakta seksi bir adam var, ve size buluşma teklif ediyor, kim gitmez;))) foxta başlamış, veya varmış, bilmiyorum, yeni gördüm, yemek programı, adı mutfakta buluşalım, buluşma teklif ediyor demiştim, adamın, yani şefin adı Hazer Amani, İranlıymış, odtü’de sosyoloji okumuş, çekimler seksiliğini ön plana çıkaracak biçimde, yakın plan!, Arda Türkmen’in çekimleri hiç öyle değil, profesyonel bir ekip var kamera arkasında anlaşılan, bir erkeğin en seksi görüneceği yer mutfak, pek nadir görüldüğünden olsa gerek, mutfağa hakim bir erkek elbette çok daha seksi, internette de hakkında seksi olduğu yazıyor, adını yazdığınızda üçüncü sırada evli mi sorusu yer alıyor, öyle adamla evlenilir mi, aptal mı bu kadınlar, aslında bana göre çok yakışıklı değil, sayılmaz yani, ama seksi, bir Robert Downey Junior değil yani, gerçi o da yakışıklılığından çok seksi bir adam, gençliği hariç, Nicholas Cage de öyle, gençliğinde pek bir çirkinmiş, Coppola’nın yeğeni olmasa kimse bakmazmış yüzüne, isabet olmuş, yoksa kayıp olurmuş hepimiz için, ama adamın yemek kitabı varsa alacağım, tariflerini de beğendim;)))

Seda Sayan’ın oğlu kadınlar beğeniyor diye yemek kursuna gitmiş, vay uyanık çocuk, kimin oğlu.

Kitabı yok herhalde, göremedim, o program da izlenmez ki o şartlar altında, adama mı bakacaksın yoksa yemeği mi öğreneceksin, hani güzele bakmak sevapta, kafası karışıyor adamın, dikkati dağılıyor, Arda Türkmen’de öyle bir durum yok mesela, adam efendi efendi anlatıp gidiyor, öyle olunca kapattım, izlemedim valla, mutfakta buluşamayız onunla, hep erkeklerde mi var göz, bizimki kör mü ayol. Biraz nazire var işin içinde ama en çoğu o çekime gönderme, kendilerine gelseler iyi olur, programın gidişatı için, yoksa kimse izlemez. Binlerce yemek programı izledim, yazdım, yerli, yabancı, böylesini görmedim, hani o tip çekimler oluyor ama karşısında duran öyle olmuyor, mesela nigella da öyle çekiliyor, yakın plan ama kadında seksilikten eser yok, tv’cilerin deyimiyle konsepte uygun değil, mutfak, yemek ciddi bir iş, dikkat ister, ilgi çekelim derken biraz abartmışlar işi, illa tv’ye çıkacaksa başka bir konsept bulunsun ona, başka bir saatte.

Bu ay coşmuşum, yaz, yaz, yaz, sayfanın dibi görünmüyor, bu ay mı bitmek bilmedi, anlamadım, hala bir hafta var bitmesine, siyaset içinden çıkılamaz bir hal alınca, bu kadarı beni, aklımı aşıyor, çok karıştı işler, arap saçı, bende  kendimi dedikoduya verdim;)))

***Bir soğuk, bir soğuk, dı dı dı dı.ü, evin içinde üstelik, -14 müş bu gece, bırrr. Cumaya ısınacakmış, cuma ve sonrası bir hafta boyunca gündüz 6 derece, sonrasını bilemem, bugün pazartesi, gündüz -6’ydı, şu 4 günü de atlatırsak tamamdır, sonrası kolay, en azından bu kadar soğuk yapmaz.

Doğalgaz 700 gelmiş bu ay, geçen ay 500’dü, çok, çok fena!

***Bu sezon örgüde ütü modası var, lastik örgüyü ütülüyorlar, maviden kızıma aldığım atkı da öyleydi, bende aynı şekilde ördüm, uzayacak şekilde düz düz ütüledim, oldu, yaklaşık iki katı kadar da uzuyor, örgü örenler bilir, ilk ilmek boş alınır ya, dolu almak gerekiyor, ütüyle iyice açılması için. nere be kazaklarda da var bu model, farklı mağazalarda da.

***Bağdat caddesi, tecavüz olayı, herkes bir laf ediyor, ben de edeyim bari, saat 3’te dışarıda olmasaydı diyorlar ya, olmasaydı keşke, ben de diyorum ki o kulaklıklar keşke kulağında olmasaydı, pis köpek, kerhanede karı mı yok, zorla almak gönlüyle almaktan daha mı zevkli, üstelik bir çocuktan, şeytan zaten sensin, uymana ne gerek var.

Benim oğullarım istedikleri her saat geliyorlar eve, her gece, 3,5,9,7 hiç fark etmiyor, veya gelmiyorlar, arkadaşında kalır, içer, gençlik bu, her şey olur, kız arkadaşı vardır, kütüphanede ders çalışır, her şeyi bana söylemek zorunda mı, değil, bende bilmek zorunda değilim, maksat gücü gücüne yeteneyse ortalıkta bir dolu ibne de var, iki ibnenin gücü oğlumun gücüne yeter, geç gelmeleri oğullarımın tecavüze uğramaları için yeterli bir sebep mi, olsa “o saatte gelmeseydi” mi diyeceğiz, kız olunca laf erkek olunca, amaan, ne bileyim ben, iğrenç işte.

Oğullarım için diken üstünde beklemiyor, rahatça uyuyorum, kızım gelmediğinde uyuyamayacak mıyım demek oluyor bu.

Tecavüz cezaları az bulunuyor ya, idam, hadım konuşuluyor, benim bir teklifim olacak bu konuda, bir arada tutulmaları, bütün tecavüz suçluları aynı koğuşta kalsın, Özgecan’ın tecavüzcüsü ile bu tecavüzcü aynı odada tutulsunlar mesela, ayrıcalıklı olarak, bundan ala ceza mı olur.

Bu ay bu sayfada 11 bin kelime yazmışım, çıldırmış olmalıyım, bir zamanlar bir sayfayı bin kelime ile sınırlandırıyordum, o hesapla 11 sayfa, daha da eklerim, belli olmaz, aklıma gelen, esen olursa.

 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *