Press "Enter" to skip to content

Günlük 3z ekim’17

***seda sayan yaşını küçülttürmek için mahkemeye başvurmuş, aslında 65 doğumluymuş, sahneye çıkabilmek için 59 doğumlu yapmışlarmış, küçül de cebime gir, benim yaşımdaymış yani, daha neler, öyleyese anneanneme niye benziyor bu kadar, bir zamanlar 63 doğumluyum diye iddia ediyordu, şimdi 65’e çıkarmış ihaleyi, benjamin buttom gibi kadın, yıllar ilerledikçe o gençleşiyor, tabi kendince, genç değil geçkin bir yaşta doğum yaptı seda sayan, şöhret olduktan çok çok sonra, ama o hesaba göre, 65’li olduğu hesabına göre yani, 25 yaşında doğum yapmış olması lazım, oğlu 90 doğumlu, 27 yaşında, hiç öyle olduğunu sanmıyorum, doğum yaptığında 30’un üstündeydi yaşı, kızım her görüşünde bu erkek, şu surata baksana diyor, o ayrı, ona yapılabilecek bir şey yok tabi, surat küçültme diye bir ameliyat gelişmedi henüz, olsa yaptırırdı mutlaka, o bir bitirim partneri uğur aslan başka bir bitirim, şimdilerde 43 yaşında bir bebe toplamışlar sokaktan, annesini arıyorlar, annesi bir yeşilçam artistiymiş, kim olduğunu biliyorlar ama daha açıklamadılar, uğur aslan şöyle diyor, bizim milletimiz çocuğuna sahip çıkmayanı affetmez, çocuğuna sahip çıkanı affeder, çocuk dediği 43 yaşında iki çocuklu saçı sakalı beyazlamış bir herif, tam bir zeka örneği.

Doğumu yaptıran ebenin kızı o zaman için annem ne günlere kaldık, şu kızların haline bak demişti diyor, kadını bir asıp kesmedikleri kalıyor orta yerde, seda sayan ondan, o kadından çok daha hırlı imiş gibi çıkmış orada kadını yerdiriyor, sedanın kırdığı cevizlerle buradan amerikaya yol olur, hem de birkaç kere, erkek manyağı, kaç tane erkek eskittiğini Allah biliyor, kıroyu bulup parayı bastırıp nikahı da basınca namuslu mu olunuyor bu ülkede, mesele ardında iz bırakıp bırakmamak mı, doğurmayıp kürtaj yaptırınca ak kaşık mı oluyorsun, kaç kürtajı var acaba sedanın, olsa ne olur, onun adı nikahlı, işin pratiğini yakalamış seda, önüne gelene bas nikahı adın namuslu olsun, sonuncusunu 7 yıl yanında gezdirdi, nikahlanmadı, şimdi yine bir kıro bulmuş, bu öncekilerden üst düzey, onlara bakınca yani, hep çullu çaputlu buluyor ki ona mecbur kalsın, istediği gibi oynasın, kullansın, programda terbiyesizlik, edepsizlik diz boyu, hiç utanmaları yok, seni istemeyeni, reddedeni sen ne hakla rencide edersin, sanki sokağa bırakılan tek çocuk o, anne sevgisi zamanı da çoktan geçtiğine göre adamın niyeti belli, para, 70 yaşındaki kadının kucağına atlayacak değil ya anne diye, iyicene zıvanadan çıktı bu tv ler.

*Hale Soygazi olduğunu söylediler, 43 yaşındaki bebe annesinin çokta umurunda olmadığını söyledi, umurumda değilse orada işin ne sünepe, hale soygazinin hanımlığının tırnağı olamaz ayrıca seda sayan, çapulcular, üstüne çullanacak leş arıyorlar, leş kargaları. *Bütün bunlar kurgu dedi hale soygazi, inşallah o da o kurgunun içinde değildir.

***Geçenlerde bir lise öğrencisi çocuk yolda arkadaşıyla giderken köpekler saldırmış, baldırından ısırmışlar, arkadaşı kaçmayı başarmış, o çocuk belediyeler ve hayvan severler biraraya gelerek anlaşsınlar ve bir çözüm yolu bulsunlar dedi, daha fazlasını demeye korkuyor garibim, köpekleşmiş köpek sahiplerinden korkuyor, çoğu insan gibi, bir süre okula gidemeyecekmiş, kuduz ihtimaline karşın, ısıran köpek te gözleme alınmış, bursa uludağ üniversitesi yerleşkesi içinde kızıl geyikler yaşıyormuş, bir grup köpek telleri alttan eşerek alana giriyor ve sık sık geyikleri yiyorlarmış, bugün geyikleri yiyorlar, yarın bizi yemeye kalktıklarında neler olacak, köpekleşen köpek sahiplerinin ağzına mı bakacağız, çankaya belediyesi haftada bin ton mama dağıtacakmış köpeklere, benden vergi diye alıp köpek mi besleyecek çankaya belediyesi, anamız ağlıyor vergilerden, ev vergileri belediyelerin kasasına giriyor, insanın hakkından alıp köpeğe vermek israftır, hak değildir, ben hakkımı helal etmem köpeklere verilen paraya, o köpekler beslenmek yerine kısırlaştırılmalı, bir an önce köpek soyunun kurutulması yoluna gidilmelidir, beslenildiği sürece, kısırlaştırılmadıkları sürece o bir ton yarın olacak beş ton. on ton, insanları aç bırakıp itleri mi besleyeceğiz, insanlardan gasp edilen paralarla, köpek, köpeğin varlığı insan için tehdittir, her türlü, ısırır, korkutur, parasına, yiyeceğine, rızkına ortak olur vs. 

Bir de sevimli sevimli göstermeye çalışmıyorlar mı, köpek sevmeye gelin mühye köyüne diye, hayvan günü için orada konser düzenlemişler, hayvan herifler, başkaca derdimiz kalmadı bir derdimiz köpekler oldu zaten, köpeklerin mutlu olduğu bir dünyada yaşayalım, onlar mutlu biz mutlu, bana geliyorlar bir bir, sevecek olursam insan severim, insan yavrusu severim, köpeği niye seveyim.

*2017 yılı boyunca, yani 9 ayda 1330 köpek sahiplendirilmiş mühye köyünden, hiç az bir sayı değil, neyse ki kısırlaştırılıp sahiplendiriliyorlarmış, o da bir şey, yoksa kısırlaştırılmasalar köpek nüfusu insan nüfusunu katlar, tepemize sıçar köpekler, endişe ediyorum cidden bu konuda, bu gidişat, bu köpek manyaklığı daha nereye kadar diye. iyice cozuttular işi, önüne gelene saldıra saldıra, ne korkacağım, onlar benden korksun, köpek akıllılar, insanlar açken köpekler mi tok olacaklar bu ülkede, köpek köpektir, insan da insan, köpeğe köpek kadar insana insan kadar değer verirsin, not, bir insansever.

***Çayyolunda bir caddenin adı şu, Banga Bandhu Şeyh Mucibur Rahman Bulvarı, buraya bile bakıp yazmak yerine kopyalayıp yapıştırdım, düşünün ki orada yaşayan insanlar bu adı ezbere bilmek zorundalar, her posta işleminde kullanmak zorundalar, hadi yazılı olanı geç sözlü olarak ifade ettiklerinde karşı tarafın anlaması kaç dakika sürüyordur acaba, oraya o adı verenin aklına ne demeli bilmiyorum, böyle bir sürü yabancı isim adları var, insanları bilmedikleri, anlamadıkları dillere zorlamaya ne hakları var, ben einstein diye yazmasını da biliyorum ama çoğu zaman, hatta her zaman anştayn diye yazıyorum gerektiğinde, fazladan kafamı yormamak için, bu millete yapılan bu yabancı isim eziyetinin gerekçesi ne acaba.

***Gördünüz mü bilmiyorum, zombilik gerçek olmuş, bir uyuşturucu madde etkisiyle oluyormuş, hayali zombiler gerçeğe dönüşmüş, bir zombi gibi davranıyorlar, insanlara saldırıyorlar, hatta yiyorlarmış, onu görmedim ama gördüğüm parçada garip davranışlıydılar ve var güçleriyle kafalarını araba camlarına vurdular, ölmüşlerdir mutlaka o çarpma şiddetiyle, beyindeki dopamin seviyesinin aşırı artması sebebiyle gelişiyormuş bu durum, böyle olunca baktım, dopamin seviyesini arttıran diğer asıl etmen şekermiş, ve/veya mısır şurubu, bu durumda annne babaların çözümsüzlüklerinin nedeni de aralanmış oluyor çocukları hakkındaki, kendi ellerimizle vermişiz çocuklarımıza zehirleri meğerse, ballandıra ballandıra, ve bize geri dönüşü asi, anlaşılamayan, saldırgan, istekleri, aşırılıkları sonsuz çocuklar olarak geri dönmüş.

Özeli, kim olduğu bende saklı kaldığı ve kalacağı için anlatmamda bir mahsur yok, iki çocuklu bir ailenin iki çocuğu anlaşamadığı için, daha doğrusu abi kız kardeşine rahat vermediği için evlerini ayıran, 3 yıldır iki ayrı evde yaşayan bir aile var, önce anne kız ayrılmışlar, daha sonra baba da onlara katılmış, birbirine yakın ama ayrı evlerde yaşıyorlar, her iki evi de idare ediyormuş anne, işini gücünü, çünkü baş edemiyorlar kavgalarla, sorun anne baba arasında değil, sorun çocuk ve kız kardeş arasında, ve tabi ki çocuk ve anne baba arasında, çocuğun keyfi yerinde, 24 yaşında ve seneye de bir okul kazanmanın peşinde, tabi ki daha çok bilgisayar oynamanın ve cips yiyip cola içmenin derdinde, ayrılmışlar diyorum çünkü son gördüğümde böyle bir projesi vardı, en doğrusunun bu olacağını, kaçıp kızını kurtarmasını söylemiştim ben de, öyle de yapmış, yoksa 8-10 yıldır tanıyor, meseleyi biliyorum, o sürede, üç yıldır görüşmemişiz, bunlar da bizim zombilerimiz işte, kendilerini değil karşılarındakileri öldürmüyorlar belki ama yiyip bitiriyorlar, ypksa anne babanın düzgün bir işleri, eğitimleri, kariyerleri ve yeterinden fazla paraları da var, ama evde işler öyle gitmiyor, hayata ne verdiğin ne aldığın ile ilintili değil, iki kere iki dört eder diye bir şey yok gerçek hayatta, hayatta dik durmayı başarmışlar ama çocuklarının önünde başları eğik.

24 yaşında ve sivilcelerine sebep olarak genetiğini, ailesini suçluyormuş, kısa boyuna da, bütün gün ne yiyip içtiğine bakmak aklına gelmiyor galiba, deliliğin kıyısında bir yaşam, şekerin, mısır şurubunun şakası yok, daha nasıl, nasıl anlatsam ki size, biraz olsun aklınızı başınza almışsınızdır umarım bu konuda, bu kadar yazdım çizdim, bir işe yarıyordur umarım.

Doğru olarak anlatabilirsem eğer, zevk alınılan şeye duyulan istek, sonrasında ise bağımlılık nedeni imiş dopamin, haz alma, hazza ulaşma durumu, bu durumda bilgisayar oyunları da bu alt bağlamda düşünülebilir, elin karasını anlatıp kendi karamı saklayacak değilim, hiç saklamadım zaten, oğlum da bilgisayar bağımlısı, evde oynayamayınca sabahlara kadar internet kafelerde oynuyor, cehennemin dibinde oynasın isterse, umurum değil, benim gözüm görmesin de, 23 yaşında, bebek değil ki koruyayım, herkes kendi seçimlerini kendi yapar ve ona göre yaşar, eğrisiyle doğrusuyla, annelik te bir yere kadar, candan öteye köy yok, kendi ayağıyla çukura düşmek isteyene yapılabilecek tek şey var, o da acımak, zavallılığına acımak, bu çocuğun dahi olsa, her gece sabaha doğru ben açıyorum ona kapıyı, bir iki ay kadar önce bir baktım kapı kapanınca ellerini öne doğru uzatarak yürümeye çalışıyor, göremiyor musun dedim, ışıktan karanlığa geldiğim için dedi, ben çok net görüyorum, bütün gün bilgisayar ışığına baktığın içindir dedim, kör dedim, yakında tamamen kör olunca görürsün dedim, e kızıyorum sonuçta, kızmıyor değilim elbette, bunun yanısıra bir de kilo aldı oturmaktan, yaklaşık 15-20 kilo, şimdilerde o kiloları vermeye çalışıyor, koşarak, ayağını da kesti gibi internet kafeden, akşamları geliyor, okulu da başladı, gidiyor okuluna, şimdilik öyle, bakalım arkası nasıl gelir, bilemem, akıl dişleri çıkmaya başladı gibi, kendi bileceği iş, git demiyorum, gitme de demiyorum, zaten desem beni mi dinleyecek, giderse neler olacağını görmeye başlamış olmalı, her koyun kendi bacağından, aklı mı yok anlayacak, aklı bana da yeter dünyaya da ama anlamak istemedikten sonra ne desen boş, elbet anlayacak, ya anlayacak ya da anlamazsa tepeleme gidecek, yapacak bir şey yok.

Geçen gün yine ömer çelakıl vardı bir programda, bir daha rastlarsam izlemeyeceğim, hep aynı, benzer şeyleri söylüyor çünkü, kıyamet alametlerinden, deccalden bahsetti, deccalin tv, bilgisayar olduğu söyleniyormuş, ben de birkaç yıl önce bilgisayarların deccal olduğunu, anlatıldığı gibi arkasında kıvırcık saçları, yani kabloları olduğunu, yine anlatıldığı gibi yüzleri aydınlattığı için ışıklı insanlar olduklarını yazmıştım, kıyamet alametleri olaraksa denizlerin taşıp dağların yürüyeceğini söyledi, denizler habire taşıyor zaten, kıyıdaki insanları alıp götürüyor ansızın, çok oluyor böyle vakalar, sıklaştı, dağların yürümesine gelince rizede bu aralar her gün dağlar yürüyor denize doğru, geçen gün yine üstündeki çay örüntüsüyle birlikte yürüdü, başka bir ülkeden de vardı böyle bir haber yakınlarda, trafik durduruluyor ve ardından deniz kenarındaki uol molozla kaplanıyor, artvin şavşatta yaklaşık 2 metre çapında bir kaya yürümüş, ki görünen etraf düzlük, artık ne kadar yürüdüyse, yolda bir arabaya çarparak durmuş, ölüm olmuş, bunlar son bir ay içinde olan şeyler, ha, birde ağaç kırılma vakaları arttı, ya eskiden duymuyorduk bu kadar her yerde iletişim aracı yokken ya da arttı, özellikle cami çevrelerinde, ağaçlar birdenbire mi çürümeye başladı. 

Gerçi bu doğu karadeniz feleketlerinin ardında, rize, artvin, o bölgeye yapılan barajların etkisinin olduğunu sanıyorum, iklimi değiştirdiler, artvinin karasal iklimini nemli iklime dönüştürdüler, yüz yıllardır yerinde duran kayalar nemin etkisiyle yürür oldu, ve zaten nemli ve yağışlı olan rize yi de daha çok nemli ve yağışlı yaparak heyelanları arttırdı, yapılan yanlış hesaplar her yerden geri dönüyor da anlayabilene, daha ne felaketlere gebe o bölge hiç beli değil.

Bu dertten, bilgisayar derdinden muzdarip sürüyle insan var yakınen tanıdığım, bildiğim, sıralayayım, biri, bir arkadaşım oğluna bilgisayar kısıtlaması getirince oğlu babasının yanına gitti, baktı babası da engelliyor annesine dönmeye yeltendi, annesi geri almadı, şimdi uzakta üniversite okuyor, lafta, artık rahat etmiştir, bir başka arkadaşımın çocuğu sözler verdi geçen sene, daha iyi bir yer kazanmak için, kayıt yaptırmdı, puanı iyi olduğu halde, dün aradı annesi, telefonunu elinden bırakmıyor bir türlü diye dert yandı bana, böylesi öyle çok ki, sakalımın sayısı, anne babaların dert nedeni, deccal değil de ne bu, yüz yılın felaketi, birincisi bilgisayar, ikincisi şeker.

***Çok yoruluyorum bu aralar, nursel bir iki pilates hareketi gösterdi, onlara başladım, eskiden pilates hocalığı yapıyormuş nursel, ünlü olmadan önce, yaklaşık on yıldır yapmıyordum, o zaman da ebru şallı ile yapıyordum, bir ara da spora gitmiştim, geçen sene yine spora gittim, alette yürüdüm, aletleri kullandım ama o böyle yormamıştı beni, pilates daha zorlayıcı demek ki, ve bir işe de yaramamıştı tabi, uzun uzun aralar vererek yapıyorum ama kalbim yine güm güm güm atıyor, gün içinde de yorgun, bitkin oluyorum, kalakalıyorum, olduğum yerden kalkamıyorum, bütün diziler, tv programları benden sorulur, sorun anlatayım, benim kalp biraz teklemiş anlaşılan, kilodan olmalı, eskiden, ebru şallı ile yaparken böyle bir şeyler yoktu, tıkır tıkır yapardım, ama o zaman on yaş gençtim ve on beş kilo azdım, yaş kırktan elliye çıktı, kilo altmıştan yetmiş beşe, bu kadar fark ettiriyor demek ki, 15-20 gün oldu başlayalı, bırakmayacağım, bıktım kilomdan, koca karnımdan, bıraktıkça daha da kötüye gidiyor zaten iş, zorlanmadıkça daha çok zayıflıyor metabolizma, dinlenme araları uzadıkça uzuyor, çivi çiviyi söker diyip dalavağım ya herrü ya merrüye, işi Allaha bırakıyorum, sevdiği kulunu yanına erken alırmış der geçeriz artık, ne yapayım yani, herrüyü de merrüyü de duyarsınız zaten, ya da duymazsınız.

Herrüyü atlar merrüye geçersek eğer, ve işe de yararsa yazarım yaptığım şeyleri, hareketleri yani, basit hareketler, zorlamayan, ama beni zorluyor işte, sabah aç karnına yapıyorum, tokken daha da zorluyor, ama şimdiden yaramaya başladı gibi, iki kiloluk bir iniş var, istikrarlı bir iniş, orada durdu şimdilik, sabah aç karnına 77’ydim başladığımda, 20 ekimde, şimdi, 75’im, tartının olduğu yerdeki duvara post-itli kağıt yapıştırdım, 3-5 kat, her sabah yazıyorum kilomu, iniş olduğu sabahlar yani, yazarak denetlemezsen unutuyor akıl, sil baştan aynı yerde dolanıp durduğunu veya durmadığını görmek lazım, az yemeye de çalışıyorum, kahvaltı ve akşam üzeri, meyve de yok, günler oldu ağzıma meyve sürmeyeli, o da dopamin etkisi olmalı, tatlıdan, meyveden duyulan haz, can çekmesi, ama ben meyveyi dopamin meselesinden önce kesmiştim zaten, yemeyeceğim, bir yerlerden bir ses ver meyveyi, ver meyveyi seni mutlu edeyim diyor ama duymazlıktan geliyorum, yaz meyveleri bitti zaten, bir kuru elmayı da yemesem de olur, bakalım neler olacak. Hani bir kuru veda bile etmedi demeyin sonra arkamdan, dünya hali bu, gerçi yapılacak daha çok iş var, ben de iş bitmez de, dünyanın işini de ben bile bitiremem nasıl olsa, bir yerde duracak o saat elbet, er ya da geç, bilemem, ama henüz vakitli değil, erken, Allahın işine karışılmaz da, yine de daha yapılacak çok işim var.

***Edepi anlattı cemalnur sargut iç edep ve dış edep varmış, bence bir de gerçek edep var bu iki şıkka eklenmesi gereken, ve onlardan çok daha önemli olan, senden üstte gördüğüne suskun kalıp senden altta gördüğüne horozlanmak, yukarıdan bakmak, mesela çocuk bakan bir kadına “aaa, bakıcı bulmak zor tabi, çalışan annelerin işi zor” deyip karşındaki kadını ezmek, kendini öbürlerinin mertebesine oturtmaya çalışmak gibi, küfretmemekle değil insan olmakla olunuyor edepli, küfretmemekle olsaydı eğer bu zaten çok kolay bir şey olurdu, herkes küfretmez olur biter, al sana edep, mesele olan içindeki gerçek edep, onu ıslah etmeye çalışmak lazım, benim küfrüm senin fesatlığının yanında zerrecik kalır, benim apartman görevlisiyle olan durum aklınıza geliyorsa hiç öyle sandığınız gibi değil, o durumda o tepkiyi, aynı tepkiyi herkese veririm, bir ona değil.

***Epeydir böyle uzun uzadıya gezmiyorduk, bugün uzun bir ankara turu attık kızımla, armadaya gittik, önce mutfakçıları dolandık, bir şey bulamadık, ardından son hedefimiz olan paşabahçeye girdik baktık, 3 litrelik cam kapaklı cam tencere 94 tl, çüş yani, her şey uçmuş, acaip zam gelmiş her şeye, alınacak gibi değil, bana bir değil iki tane lazım, sonra baktım 1.3 litrelik kısa boylu kavanozların tanesi 17 lira, onlar işimi görür diyerekten 5 tane aldım, bir cam tencere fiyatına 5 kavanoz almış oldum, önceki aldıklarımın boyu biraz uzun kaçmıştı, yoğurdu içinden alması zor oluyordu, o yüzden yani, şu dünyanın derdi biter mi, o biter bu başlar, Allah hep böyle dertler versin, onlarla da ufak ufak turşular yaparım artık, yapmaya alıştım nasıl olsa, yaptıklarım olduysa tabi, daha belli değil, vakti gelmedi henüz, lahana turşusu, kırmzı lahana turşusu, pancar turşusu vs. yaparım, sonuçta kışın da yapılabilecek turşular var, oradan kızımın boğazı dürttü yine, yakınındayken çiftliği hiç atlamaz, zaten hiç aklından çıkmıyor ki, daha markete gideceğiz, onları yerleştireceğiz. birde yemek mi pişirelim, geç oldu zaten dedi, aklıma girdi, hani işime de geldi, kız haklı, kim uğraşacak, gezmişiz bütün gün, salla gitsin, çiflikte dönerimizi yedik, evdekilere de alıp getirdik, daha naapalım, şimdiki analık bu kadar, yeni modası böyle, sar sarmala getir yesinler, avanta analık.

Orada, çiftlikteki yemek yenilen orta yerde kızın biri takmış koca koca takma kirpikleri, gözlerini her açıp kapatışında süpürge sallanır gibi, bir açılıp bir kapanıyor, üstünde de bir ton makyaj tabi, sadece kirpik değil, bu tv ler milletin ayarın bozdu, sokakta bile podyuma çıkar gibi oldu insanlar, bir garip, ister istemez bakıyorsun, dikkatini çekiyor, güzel olduğundan değil, garip olduğundan, on yıl önce aleni bir yerde böylesi makyajlı birini görsek bar karısı, hatta açıkçası yollu gözüyle bakardık, şimdi şaşkın diye bakıyoruz, tabi o kız bunu bilmiyor çünkü on yıl öncesini yaşamamış, yaşı genç, biraz da peynirler alıp, çiftlikten, kaşar peyniri almak için girdik, diğer peynirleri görünce onları alıp kaşarı almadan çıkmışız, çayyolu çağdaşa gittik, kötü haber, amasya elması çıkmış, hiç dayanamam, kuru muru demem yerim, yaz yiyecekleri fiyatlanmış, kaldık kışlıklara, neyse ki benim dolabımda var hala, salça bilem yaptım valla, bir buçuk kilo çıktı, olsun, yaptım ya, olduysa tabi, dayanırsa, bakacağız artık, şimdilik dolapta, geri kalan alacağımzı alıp eve geldik, şimdi ben bunu niye yazdım, laf olsun torba dolsun, gezdim yoruldum mu, yoruldum tabi, hem de nasıl, artık o kaderim, yapacak bir şey yok, ama bu tatlı yorgunluk tabi, sabah gülücükler saçıyordu kızımın yüzü, mutlu memnun, her gezi turumuzdan sonra olduğu gibi, dün toplamda harcadığım parayı söylersem ayıp olur tabi, ama pek az sayılmaz, ne demiş nasrettin hoca, peşin parayı görünce nasıl da gülersin, kızım da o misal, tabi ben de. Ve bu keyfimin önüne çıkacak her engele engel olmak benim birinci vazifem. Ama esnafın keyfi pek yerinde değildi, o şıkır şıkır jumbo mağazalarındaki yüzler bile düşüktü, satıcılarının o pek havalı duruşları yine aynı gibi, çaktırmamaya çalışıyorlar ama yüzlerinde endişe var, her yer, her şey sallantıda, kimsenin ağız tadı yok, kalmamış, üç ay daha böyle giderse hepsi topu dikerler, sahi, jumboda ve diğer markalarda tencere kapaklarına nedn delik koyuyorlar, enerji sarfiyatımız artsın diye mi, her eve vırun giden enerjiyi, hiç az dğildir emin olun, almam, delik kapaklı tencere almam, alamam, çünkü yemeğe, yemeklere fazladan su koymak hiç adetim değildir, domatesin veya sebzenin suyuyla pişiririm yemeği, böyle olunca, yani kapak delikli olursa bütün yemeklerim yanar, kırk yıldan sonra tarz mı değiştireceğim jumbo delikli yaptı diye kapakları.

***Daha bir hafta olmadı amerika amerika dedim amerika patladı, bana malum olmuş olmalı, amerika türkiye vizelerini iptal etti, ardından türkiye de amerika vizelerini, amerikalılar çokça türkiyeye geliyormuş gibi, ünlüler üzülecek bu işe, orada evleri var, bir çoğu yarı amerikada yaşıyor, burada kazanıp orada harcıyolrlar, iyi oldu, oh, otursunlar götlerinin üstüne bir de bakalım, çok azmışlardı zaten, yalnız amerikan ekonomisine katkıları açık, amerika çok zararlı çıkacak bu işten. 

Rokefellerın asistanı ve eski amerika tarım bakanlığı müsteşarı ketrin bertini şöyle demiş, “Gıda güçtür! Gıdayı ulusların davranışlarını değiştirmek için kullanıyoruz. Bazıları bunu rüşvet olarak adlandırabilir. Fakat biz bunun için kimseden özür dileyecek değiliz.” eylül 1995’te, büyük oğlum bir yaşındayken, o gün ve öncesi, o gün bu gündür onların güdümünde demek ki gıdalarımız, gıdayı davranışlarımızı değiştirmek için kullanıyorlar, şekerle bizi aptallaştırıyorlar, zekalarımızı durduruyorlar, nutkumuzu tutturuyorlar.

Şimdiye dek derslerde uyuyan, umursamayan, ders dinleyemeyen kızım bu yıl ders dinleyebiliyormuş, her şeyi o kadar kolay anlıyorum ki, bir anda her şey, her öğrendiğim tık tık oturuyor yerine dedi dün, eskisinden çok çok farklı, eskiden dinleyemiyordum, anlayamıyordum, beynim açıldı, genişledi, dedi, türkiye geneline yayın bu durumu, şekerle hasbıhal olmayan çocuk var mı, yok, şimdi anlaşılıyor aslında çemişgezekli, doğulu çocukların niye teogda başarılı olup zeka patlaması yaşadıkları, istanbulun en iyi okullarına neden transfer oldukları, çünkü şeker bulamıyorlar, şekere ayıracak paraları yok, çobanın çocuğu sütle yoğurtla besleniyor, şehirlinin çocuğu kolayla, büyükşehir çocuklarının okul başarısında düşüş yaşanırken doğu çocuklarının başarısının yükselmesi boşuna değilmiş, zeka doğuya doğru transfer olmuş, bu söylediğim şeye aslında şu an ben de şaşırmış durumdayım, bunu nereden çıkardım bilmiyorum ama çıktı bir yerlerden ve eminim doğru, çocuklarınıza mukayyet olun, sağlıkları için, zekaları için onlara şeker yedirmeyin, şekerden uzak tutun, şekere alışkın olan çocuklar daha çok dopamin bağımlısı oluyorlar çünkü hazza alışkın oluyorlar, ve sonrası bağımlılıklar, yani bilgisayar bağımlılığı, biliyor musunuz bunları, bu yazdıklarımı sadece sen ben değil her insan okumalı, okumalı ki kendi gerçeğinin, içinde bulunduğu çıkmazın, nasıl bir kör kuyuya itildiğinin farkına varsın, kendini görsün, ben kötü  tecrübelerle gördüm bunu, çocuklarım kobayı oldu bu pis düzenin, o tecrübe etmeden görmüş olsun, okunmuyorsa, okunamıyorsa bunda benim bir sorumluluğum yok, ben yazıyorum sonuçta, sakınmadan, saklamadan, gizlemeden, biraz da öylesi bir toplumsal sorumluluğu olanlar düşünsün bunu, nokta.

Meyveli yoğurt diye satılan, ve çocuklar için satılan şeyler için de çok şeyler söylendi zamanında ve hala, danoneler için, facebokta yazılar gezdi hakkında, danoneler çocukların damak tadını şekere alıştırmak için miydi, şeker bağımlısı yapmak için, benim çocuklarım hiç yemedi onları, iğrenç tatları var, hatta hatırlıyorum evlere dağıtımları yapılmıştı bedavaya, alıştırmak için demek ki, onu bile yememiştik, tadına bakmıştım sadece, kötüydü, marketlerde raflar dolusu satılan bebek mamaları ne kadar şeker içeriyor biliyor muyuz, veya hangi şekeri, evde yapılan mamalara da şeker koyuyoruz, ben çok koydum zamanında, benim mamama da annem koymuş, ama anneannem annemin mamasına koymamış çünkü o zaman şeker yokmuş, şekerin bilinen mazisi iki kuşak, üç kuşak bile değilken etkilerinden emin olmamız mümkün değil, şu an için, tam bir bilgiye sahip değiliz yani.

Çocuklarım daha küçücüklerken ellerine o saplı şekerleri çok tutuşturdum, çocuktur, yer, sever, gönlü olsun diye, bebekliklerinden itibaren, büyüdüler renkli drajelere geçtiler, capri sun lar içtiler, vişne suyu canım, ne olacak ki, yumurta denilen çikolatalardan tonla yediler, çikolataları pakça pakça alırdık metro grosmarketten, aman bir eksikleri kalmasın diye, hey gidi günler hey, daha da büyüdüklerinde markette ben alışverişimi bitirene kadar bir bakardım oğullarım benim aldığım kadar tutarında kendi alışverişlerini yapmışlar, sakız, çikolata, şeker cinsinden ellerine ne geçerse, bir araba ben aldıysam bir araba da onlar almış olurdu, yüklen gel eve, dondurmasız zaten çıkılmaz, çıkılmazdı marketten, hepimizin elinde bir dondurma, çok yakın zamana kadar, kızım zaten ortalığı yıkardı istediğini almazsak, deli gibi bağımlıydı daha küçücük yaşında çünkü önünde örnekleri, abileri vardı, böylece şekerlilere geçişi çok daha erken yaşta oldu, daha fazla bağımlı oldu, etkileri de daha fazla oldu tabi, oğullarımın bütün çocuklukları birbirleriyle kavga ederek geçti, hiç sakin çocuklar değillerdi, aksine saldırgan ve yerinde duramayan, bütün gün evi yapma sesleri ile çınlatırdım, en çok söylediğim söz o olmuştur herhalde çocuklukları boyunca, yapma, yapma, yapma, varmış bir nedeni, şeker saldırganlaştırırmış, öğrendik te geç oldu biraz.

Meyveyi de çok yedik, haddinden fazla, onun da katkısı olmuştur bu gelişime, ama bir tane yaptığım doğru şey var, kola, meyve suyu, gazoz asla almadım, eve girmedi, dışarda da içmedik, benim bilgim dışında kemdi başına içtiklerinin dışında.

Şu fluoridli diş macunları için de aptallaştırıyor diyorlar, çocuklara fluorid tedavisi diye ağızlarında fluoridle bekletiyorlar, kızıma da yapmıştı dişçi, ona da el atmak lazım bir, fluoridsizini bulmak gerek, düşmüşüz bir kör kuyuya, çık çıkabilirsen, vay anasını sayın seyirciler.

Önce 12 eylülle küçük şehirleri boşalmaya zorladılar, sonra büyükşehirleri kendi alanında kıstırıp bizi doğal yiyeceksiz bıraktılar, endüstriel gıdaya teslim olmak zorunda bırakıldık, şeker, mısır şurubu, endüstriel tavuk, süt, yoğurt, et, ve hatta balık bile, balığı bile çiftlik balığı olarak yiyoruz çoğunluk, hatırlarsınız, yakın zamanda açık süt satmayı yasaklayacaklarını bile söylediler, sonra sesleri kesildi, akp nin yani, unumuzun, ekmeğimizin genleriyle oynadılar, domatesimize, salatalığımıza, her türlü yiyeceğimize, hububatımıza hormon ve sahtecilik kattılar, o da yetmedi tarım yapmamıza engel olup kendi ürettiklerini bize sattılar, yediklerimiz amerikadan ve dünyanın her bir köşesinden gelmeye başladı.

Dün peyman bahçedenin, ki paketli bir ürün, bademini almış kızım, menşei ne demek diye sordu, kaynağı dedim, abd yazıyor dedi, üstünde şöyle yazıyor, menşei abd, türkiyede üretilmiştir, bu nasıl oluyorsa, paketlenmiştir dese anlayacağım, üretilmiştir diyor, ve bir de helal gıda belgelerine sahip tesislerimizde üretilmiştir yazıyor, eminim öyledir, bahçeden ama amerikalı bahçeden, ne fark eder, ha amerika bahçesi ha türkiye bahçesi, sadece bu değil, hangi bakliyatı alsanız öyle, dünyanın bütün ülkeleri midemizde geziyor, biz dünyayı gezemiyoruz, olsun, dünya nasıl olsa bizlerin midesinde artık, akp sen nelere kadirsin, şimdi kendi bokunda boğuluyorsun ya, bu da yeter bize, ayıkla şimdi pirincin taşını, neymiş, ne ülkesi değilmişiz, koloni ülkesi değil de, anladınız işte, erdoğan söylemiş, hah, kabile ülkesi değilmişiz, öyle söylemiş, yeni mi anlamış o ülkelerden olmadığımızı, şekerimizi, her türlü gıdamızı amerikanın boyunduruğuna verirken bilmiyor muymuş, yeni mi öğrenmiş, şimdi bir küfür yakışır buraya da, atamın mevkidaşı, bana yakışmaz, mevkidaş, ne iğrenç bir sözcük, her duyduğumda ifrit oluyorum, o da akp nin yeni icatlarından biri, böyk.

Meselenin özü, son sözü şu, daha önce de söylemiştim bunu, savaşlar artık meydanlarda yapılmıyor, her yer er meydanı, her alanda savaş var ve gözümüz açık uyumak zounda olduğumuz bir dönemdeyiz artık, madem ki gıdalarla davranışlarımızı değiştirmeyi hedefliyorlar, ve bunu açıkça söylüyorlar, ve görünen o ki değişiyor, kendimize sıkı sıkıya mukayyet olmalıyız, ve sıkı sıkıya kenetlenerek bu musibetler konusunda birbirimizi en erken biçimde uyarmalıyız.

Gaz odalarında bile, savaşları katmıyorum bile, milyonlarca insanın göz kırpmadan öldürüldüğü bir dünyada yaşıyorsak eğer her ihtimali göz önünde bulundurarak yaşamalıyız ki daha çok yaşayabilelim, bizim de gaz odalarımız doğal ortamlarımızdır belki, zehirlerimiz de gıdalarımız, bizden sonraki nesillerin bizi bu şekilde anmayacakları ne malum, bizim gaz odasına girenleri andığımız gibi, gaz odasına gidenler de banyoya gittiklerini sanarak ölmediler mi, bir köpekten beter, insanoğlu içindeki kötüyü ite, köpeğe iyi davranıyormuş gibi göstererek mi bastırmaya çalışıyor acaba, nazi filmlerinde de köpeklerin keyifleri pek yerinde, ama insanlar haşat durumda, çizgili pijamalı çocuk filminde olduğu gibi, bizim köpekten beter durumda olup olmadığımız ne belli, köpeğin önüne koysan kolayı içer mi acaba, bir denemeli, pek sanmıyorum içeceğini, köpek kedi kısmı işine gelmeyeni yiyip içmez pek, köpekten beter duruma sokmuşlar bizi, ama bu defa altın tepside sunuyorlar zehiri, reklam ve göz bıyama ile, önce o zehirden para kazanıyorlar, sonra ilaçlarından para kazanıyorlar, ya hastalıklı yaşamaya mecbur bırakıyorlar, bir ilaç bağımlısı olarak, önü sonu zaten öldürüyorlar, o hastalıktan bu hastalığa sürüklyerek, nerede vatan mille, milleti can derdine düşürdükten sonra, cola falan içtiğimizde iki kere zararlı çıkıyoruz, bir kendi zararı, iki o öğünde onun yerine süt, yoğurt, ayran içsek ondan alacağımız b12’den oluşumuzun zararı, b12 bize bellek kazandırıyor, cola ne kazandırıyor, bir yükselip bir inen insüline bağlı bitmeyen açlık duygusu ve beraberinde gelen saldırganlık.

Ha, bu arada altını çizmeden geçmeyeyim, naziler bile birer hayvanseverdi, hayvanseverliği bir matah olarak görenler varsa diye, her gün binlerce insanı gaz odalarına sokarken itlerini el üstünde tutuyorlardı çünkü itleri işlerine yarıyordu, nazi eşittir hayvansever, hayvansever eşittir nazi. İnsanın aç olduğu yerde, 1400 liraya açlık sınırında yaşadığı yerde heyvanseverlermiş, insan sevmeyen hayvanoğluhayvanlar, insan olduklarını sadece hayvanlar karşısında mı hatırlıyorlar, eh o da bir şey, ya onu da unutsalardı? Köpeğin insandan daha değerli tutulduğu bir dünyayı doğru bir dünya olarak asla kabul etmiyorum.

Kalp krizinde avrupa birinciliğimizi de buna borçlu olmalıyız, hastaneleri doldurup doldurup boşaltmamızı da, dünya aya giderken bizim yaya kalışımızı da, bütün yeni şeyler bizden başkaları tarafından keşfedilip geliştiriliyor, tesadüf değil bu herhalde, genlerimizin de bu kadar aptal olduklarını sanmıyorum.

***Müftü nikahı bu hafta mecliste görüşülecekmiş, ekim ayı boyunca da gösteri, toplantı yapma yasağı varmış, işin kolayını buldular, orospu çocukları, baştan ayağa hepsi, ortalığı kanalizasyona çevirdikleri yetmezmiş gibi bildiklerini okumaya da devam ediyorlar, ayrıca yine bu hafta mecliste görüşülecek konulardan biri türk vatandaşlığına geçiş hakkındaymış, bunda kriter olarak kişinin evlilik öncesi hayatının ahlaki durumunu göz önünde bulundurmakmış, bu da görüşülecekmiş mecliste, vatandaşlık şartı için kişiye özel araştırma yapacaklar demek, üstelik yabancılara, istihbarat servisleri bu kadar yaygın, bu kadar güçlü ve bu kadar işsiz miymiş te böyle bir yola baş vuracaklar, Allah vermesin, bir gün de yurttaşlıktan çıkarılma gündeme gelir ve yine aynı kriterden yola çıkılırsa işe hale soygaziden mi, seda sayandan mı, yoksa benden mi başlarlar acaba, gerçi onların eline su dökemem ama belli mi olur, geçmiş olarak yani, geleceği bilemem, 😉 o yemek verdiğinde katılan büyük sanatçıların, hülya koçyiğitin, hülya avşarın, diğerlerinin geçmiş, yani evlilik öncesi hayatlarını göz önüne alarak mı davet ediyor yeneklerine, bu nasıl bir iki yüzlü, nasıl bir çiyan, bir küfredesim var ki burada, öyle böyle değil, neyse, sakin oluyoruz, siz etti sayın, önemli olan evlilik öncesi demek ki, evlendikten sonra ne bok yersen ye bir kıymeti harbiyesi yok, iyiymiş valla, tuttum bunu, evlilere özgürlük, doğru ya, 4 karıya kadar yolu var, ben de 4 koca isterim o zaman, erkeklere var da bize yoh mi.

***47 milyar dolar olması beklenen 2017 bütçe açığı 61 milyar dolar olacakmış, ölmüşüz de ağlayanımız yok, batmış balık yan gidiyor.

***Dün akşam baktım yapacak işim yok, tv izle izle nereye kadar, tutsak olduk, tv tutsağı, kendime iş buldum, kırmızı lahana turşusu ve pancar turşusu yaptım, osman müftüoğlu probiyotik için evde yapılmış yoğurt ve turşu yiyin diyor hep, yoğurdu yapıyorum zaten, şimdi birde bayaz lahana turşusu yapacağım, o da çok yararlıymış, turşu yapmanın hiçbir zorluğu yok, çok kolay, hatta anlatayım, beyaz lahana mesela, limon tuzu asit olduğu için kullanılmamalıymış, ilk yaptıklarımda, salatalık turşularında kullanmıştım, artık kullanmayacağım, lahananın üst kötü yapraklarını atıp yıkayın, iri iri doğrayın, yapraklarına ayırmadan, kütle halinde, cam kavanoza yerleştirin, çok boşluk kalmayacak şekilde, bir iki havucu soyun, doğrayın, koyun, bir baş sarımsağı soyup koyun, acı yeşil veya kırmızı biberleri ikiye bölüp koyun, yarım avuç nohut koyun, elinizle içine biraz bastırın boşluk azalsın diye, bir kiloluk kavanoz için iki kaşık hesabıyla iri tuzu bir miktar suda eritin, koyun, kavanozun üçte iki kadarına kadar içme suyu ekleyin, üstünü üzüm sirkesi ile tamamlayın, oldu bitti size turşu, bir ay beklemesi yeterli olur herhalde, salatalıklarım henüz olmadı, o yüzden tam bilemiyorum, neredeyse bir ay oldu yapalı, elbet olacaklar.

Turşuyu kurunca yandan bıçak sokulup havası çıkarılmaya çalışılmalı, kapağını bir süre açık bırakmalı, havasının çıkması için, imiş, ve kapağı kapandıktan sonra ellenmemeliymiş, ortalama 1 ay, lahana, salatalık için mesela, ben bunu bilmediğim için ara ara kurcaladım, baktım, o yüzden boşa gitmiş olabilir salatalık turşularım, kırmızı lahana turşusu birkaç günde oluyor, çok ta lezzetli, limonla a kuruluyormuş turşu, onu da deneyeceğim.

Haftada iki kere 100 gram et yemek yeterlidir dedi osman müftüoğlu, demek ki bu et meselesini de çok abartmaya gerek yok, bizi kurtaracak olan tek şey sebze, sebze, sebze, aklımız için, sağlığımız için, geleceğimiz için.

***Spor diye bir sayfa yazdım, işine yarayacak birileri çıkabilir umuduyla, son bir aydır yaptığım sporu, atalarımız demiş ki bugünün işini yarına bırakma, ben de bırakmadım, ne olur ne olmaz, bizim kadar, nadide, özel ve güzel bir millet var mı bu dünya üzerinde, atalarımzın sözleri bile birbirinden güzel ve anlamlı.

***Daha bir ay olmadı, las vegasta biri, ki ışidli olduğu söylendi, bir otelin 32. katından, 450 metrelik mesafeden konserdeki insanların üstüne kurşun yağdırdı, 50 kişi öldü, 400 kişi yaralandı, dün kaliforniyada çıkan yangında koca bir şehir ve ormanlar yanmış, 26 ölü, 300 kayıp deniyor, 15 ayrı noktada başlamış yangın, belli ki kundaklama, amerikan büyükelçisi john bass türkiyede 9,5 aydır, reinayı kast ediyor olmalı, ışid saldırısı yaşanmıyorsa bu ortak istihbaratımız sayesinde demiş, ülkesindeki istihbaratı beceremeyen bir ülke bize gelince mi beceriklileşiyor, buradan çıkan tek anlam var, o saldırıların arkasında amerikanın parmağının olduğu, demek ki amerika, yapıyor, yaptırıyormuş, yapmaktan, yaptırmaktan vaz geçmiş. erdoğan amerika bizi güneyden kuşattırıyor demiş, bu konuda hiç iyi niyetli olmadığı kesin amerikanın, silahı verip iti ite kırdıracak, toplamda 1600 tır silah yardımı yapmış ypg ye, ona silah yardımı yapacak ki biz silah satın alalım, başka türlü bize nasıl satacak silahı, bir aşla öbür kuşu avlıyor, biz de alacağız 3 bin tır tabi ki, türk baharının startını da vermiş oldu bu vize meselesiyle, Allah belanı versin amerika, ki sıkça veriyor zaten, kendi bokunda boğul ki senden kurtulalım.

Türkiye şu an sadece güneyden kuşatma altında değil, batı bölgemiz de kuşatma altında, üstelik kendi topraklarımzda, bunun için ahmet takanın bugünkü yazısını okuyabilirsiniz, 13 ekim, yunan el koyduğu adalarımızı askeri üsse çevirmiş ve namlularının da bize çevirmiş durumda, bu durumda o adalar kuşatılırken bir kışt bile diyemeyen, ve hala kışt diyemeyen erdoğanın sorumluluğu yok mudur, bakmayın öyle arkadan arkadan efelendiğine, yalan, yalancı, sadece dıştan değil içten de kuşatma altındayız, anlamayan olursa diye daha açık yazayım, bu kuşatmanın baş unsurlarından biri de erdoğanın ta kendisidir, niye bir kere bile çıkıp bu adalar kuşatmasına laf etmemiştir, onlar bize namlularını çevirene dek üstelik, var bunda da bir iş, boşa değil, göz göre göre etrafımızın kuşatılmasına yardakçılık ediyor, ediyorlar.

***Benim gezginci arkadaşım berlin senfoni oda orkestrası ve erdak akkaya konserine gideceğini söyleyince, kızım da bir klasik müzik konserine gitmek istiyordu zaten, biz de gittik, ben sandım orkestranın yanında olsa olsa bir tenor falan olur, meğerse gidince anladım ki, orkestranın ardından elinde bir sazla çıkan bir adam olunca, halk müziği sanatçısıymış erdal akkaya, çok güzel çalıyor sazı, ve sesi de iyi, birde ali ekber çiçekin kızıymış, ebru çiçek, iki türkü söyledi, inanılmaz bir sesi var, ses meselesi de genetik demek ki, yaylılardan oluşan bir orkestra ve bir elektro saz, bir defden oluşan muhteşem bir konser dinledik, kulaklarımızın içi açıldı, özümüzle, sözümüzle ne güzel bir milletiz biz, böyle bir millet dünya üzerinde yok ve emin olun bu konuda bayağı bayağı kıskanılıyoruzdur, 11 keman, 2 çello, 1 kontrbastan oluşuyordu orkestra, gidişte, gidiş bir felaketti, ben böyle bir trafik ömrümde görmedim, kabir azabı gibiydi, bilkent köprüsünden eskişehir yoluna çıktığımızda saat 7’ydi, akşam, 8’i geçe vardık, beşevlere, meb şura salonundaydı konser, normalde on dakikada gidebilceğimiz bir mesafe orası, eskişehir yolu, konya yolu, beşevler her yer tıkanmış, gitmiyor, konser yarım saat geç başlatıldı, trafik sebebiyle, herkes gelememiş, inanılmazdı, o kadar ki bir yerlerde yine bir şeyler oldu, bir olay oldu falan sandım, yokmuş neyse ki, ya bir şeyler olsa ne olur o trafiğin hali, normalde böyleyse, hayali bile korkunç. 

*popüler kültür ve tv ler bunları bizlerden uzak tuttuğu için tanımıyoruz tabi, ne tanınası insanlar var oysa etrafta, ebru çiçeki internetten dinledim, oradakiyle hiç alakası yok, o tadı vermedi, canlı dinlemek mi bir başka bilemedim, ama orada sesi enfesti, uzun zamandır öyle bir ses duymamıştım, belkide hiç duymamıştım, yine olursa yine giderim, kaçırmam, o sesler hala kulaklarımda sanki, gezginci arkadaşım işi biliyor, çok gezen biliyor demek ki, benim gibi evde pinekleyen değil, ne boşa geçmiş, ömrüm, ömrüm, ömrüm  onun peşinden devam, ne umdum ne buldum, biz klasik müzik konseri diye gitmiştik oysa ki.

***Kadın doğum doktoruna gittim, içerde ne olduğunu, ki miyom falan varmış, tam görebilmek için mr istedi, okudum biraz, vücuda iğneyle bir madde veriliyormuş, adı madde, ne olduğunu söylemedi doktor, madde dedi, tırstım, fırttım, hiç uğraşamayacağım, ne varsa var, o memnun, ben memnun halimden, ayrıca çokta emin olamadım gerekli olup olmadığına, benim için mi, şartlanmışlıkları için mi, hastane ekonomisi için mi, yoksa hastane ekonomisinden etkilenecek olan kendi ekonomisi için mi isteyip istemediğini nereden bileceğim, gittiğim bir özel hastane ama devlet hastaneleri için de zihnimde aynı kıstaslar mevcut, orada da hastane ekonomisinin sıkça düşünüldüğüne kaniyim, ve şahidim, mr a bakılmazsa açılıp bakılması gerekirmiş, görüntüleme aletleri bunun içinmiş, ilkinde salladım, ikinciye ikna etmeye çalışıyor beni, yine salladım, işim mi yok, açılıp bakılmasına ise müsade etmeyeceğimi kesin bir dille anlattım ona, öyle kolay değil o iş, öyle bir dünya yok, bu vücut bana ait, ona değil, eskidendi o ayaklar, doktor bilir, doktor ne derse o olur ayakları, şimdi koktu, benim vücudum benim için önemli, çocuklarım için önemli ama doktor için bir önem arz etmiyor, doğal olanı da bu zaten, o doktor benim oğlum değil, babam değil, bir kan bağım yok onunla, onun için niye önemli olsun ki, onunla aramızdaki tek ilişki para ilişkisi, ben veriyorum o alıyor, karşılığında bir hizmet veriyor, onu da almasa yüzüme bakmaz zaten, verdiğim paranın daha fazlasını, daha fazlasını almak için elinden geleni yapıp yapmayacağına, kişisel hırslarının nerede başlayıp nerede bittiğine dair bir bilgim, güvencem var mı, yok, benden alabilecekleri konusunda sınırlarını bilebilir miyim, hayır, veya kendi o sınırları gözetiyor mudur, bunu da bilemem, o zaman ben de temkinli olup temkinli davranacağım, kendimi olabilecek, başıma gelebilecek kötülüklerden korumak için, kötülükler hep aşikar olarak yapılmıyor insanlara, hissettirilmeden, fark ettirilmeden yapılanları da çok, vur kaç yöntemiyle.

Başkent hastanesine gitmiştim, eski bakanlar, siyasiler hep orada, ne zaman gitsem öyle biriyle karşılaşıyorum, ünlüler geçidi gibi orası, ama eskisinden yorgun, bezgin, daha yaşlı ve bitap bir şekilde tabi, önü sonu gidecekleri yerler oraları, bizi yiyip bitirmeden gitmiş olsalar keşke.

*Eski bakanlarımızdan köksal toptandı gördüğüm kişi, adı yeni aklıma geldi, ama her gidişimde farklı farklı eski siyasetçileri görüyorum, ilkokuldayken bizi sıraya sokar ve gezmeye götürürdü öğretmenlerimiz, şimdi de ayda bir kere gezi düzenleyip meclistekileri sıraya dizip başkent hastanesine götürmeli, yakın geleceklerini görsünler diye. hırslarının, yanlışlarının kendileriyle beraber geleceğini göstermek için, köksal toptanın bakanlığı çok eski bir zaman dilimi değil, en azından zihinlerimizde öyle.

Birde bunun nasıl bilirdiniz kısmı var ki o bir facia, bir içler acısı, o soru herkes için sorulacak elbet bir gün, içinden söylenenler dışından söylenenler farklı olduğunda gittiğin yere o içinden söylenenlerle gideceksin, Allah yardımcın olsun desem de bir faydası yok çünkü orada Allah bile yardımcın olmayacak, nasıl bilirdik, fitneci, fesatçı, kumpasçı, dalavereci, iki yüzlü, seç seç beğen al, şu an bunların söylenemeyeceği kaç temiz siyasetçi var acaba mecliste, hadi yoktur demeyelim ama on kişiyi geçer mi sizce, bence şüpheli, hadi olsun yirmi, otuz, hiç bilemiyorum.

***O müftü nikahının karşılığını başkanlık seçimlerinde fazlasıyla alacak erdoğan, çok azdı sonu gelecek, yaptırdığı anketlerden kendi için iyi sonuç çıkmıyormuş zaten, yüzde elliyi bulamıyormuş bir türlü, bu akılla giderse o bulduğunu da bulamayacak, insanları kutuplaştırmaya devam ettiği sürece, on, yirmi kadın eylem yapmış mecliste dün, müftü nikahı görüşülürken, yerlerde sürüklenmiş, gözaltına alınmışlar, bu şartlarda kim gider, kaç kişi gider, gitmez belki ama sandıkta kime oy vereceği belli olur, kadınlardan çok büyük oy kaybetti bu sayede, iyice gözden düştü, bunca cinsel suçun, kirliliğin arasında müftü nikahını dayatması belkide kendini bitirecek baş etmenlerden biri olacak, bunun bir sonraki aşaması nikah olmasa da olur, ne olur olacak çünkü, ve millet bu gidişatın ne yöne olduğunu anlamayacak kadar aptal değil, bunu herkes görüp anlıyor, her kadının bir kızı var, ve her kadın kızını korumaya almak için sandıkta rengini değiştirecek bundan böyle, bu defa yanlış ata oynadı, farkında değil, keskin sirke küpüne zarar, imam hatip mezunlarına daha çok iş olanağı yaratmak, artı müftülere yeni bir statü kazandırmak niyetiyle çıktığı yolda kendi kuyusunu kendi kazdı, cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla örülüymüş, kendince çok iyi niyetliydi ama bu hamlesinin nelere mal olabileceğini göremedi, kadınlar çok kızdırılmaya gelmezler, dimyata pirince giderken evdki bulgurdan olacak haberi yok, o çekirge teklemeye başlar bundan böyle.

***Bir hastane koridoru, poliklinikler kısmı, saat öğleden sonra 2, koridor dolu sayılır, gelen giden çok, aynı zamanda bir geçiş yeri, ileride üzerinde hidroterapi, egzersiz havuzu diye yazan bir tabela var, o yöne doğru gidip geliyor insanlar daha çok, gidenlerin ve orada olanların üçte biri tekerlekli sandalyede, diğer üçte biri o tekerlekli sandalyeleri itekliyor, anne babalar, genellikle babalar, diğer üçte birinin bir kısmı çift koltuk değnekli, bir kısmı tek değnekli, bir kısmı sadece aksıyor, bir çoğu kafa, beyin ameliyatlı, tam konuşamayanlar, yarım yamalak konuşanlar, aklı gitmiş olanlar, her türden var, ve her yaştan, ama geneli genç, ve hepsi erkek, iki genç erkek havuzdan çıkmışlar belli ki, keyifli keyifli yürüyorlar koridorda, ikisinin de birer elinde değnek var, birinin değneği düştü kazara, eğilip alamadı, ama gidemedi de, orada kalakaldı öylece, diğeri de alamadı çünkü onda da var aynı arızadan, bacaktan yemişler kurşunu ikisi de, kader arkadaşı olmuşlar birbirlerine, aynı kaderi paylaşmak biraraya getirmiş onları, yerden alıp vermek istedim, hiç değilse o kadarını yapabilmek için ona, onlara, vicdanımı biraz olsun rahatlatmak, yatıştırmak için, ama yetişemedim, uzaktaydım, bir görevli hızla gelip verdi değneğini, orası için alışkın olunan bir manzara olmalı bu durum, değneği alıp yürümeye devam ettiler yine keyifli keyifli, çoğu insanın elinde, genelde tekerlekli sandalyedekilerin ellerinde takma bacaklar var, protez bacak ta var giyilebilen türde bacak ta, ayakkabı gibi bacağa giyiliyor olmalı, bacağı desteklemek maksadıyla, orta yaşlı bir adamın tek bacağından sadece 20 santimi kalmıştı, onu değneğine oturtmuş, yani dayamış diğer bacağının üstünde sıra bekliyordu, bir hasta bakıcı bir yandan tekerlekli sandalyeyi iteklerken diğer yandan tekerlekli sandqlyede oturan gaziye sorular soruyor, beyin anomalisi gelişmiş olan gazinin verdiği, yani veremediği cevaplara yanındaki iki kişiyle birlikte gülüşerekten gidiyorlar, bir başka anne baba ve tekerlekli arabadaki orta yaşlı oğulları karşılaştıkları hasta bakıcı ile hasbıhal ediyorlar, hasta bakıcı artık başka bir bölümdeyim diyor, belli ki yıllardır oralarda vakit geçiriyorlar, geçirmişler, dost, hemşeri olmuşlar hasta bakıcılarla, yine bir baba oğul geçti önümden, oğul tekerlekli sandalyede, yüzünde, şakağında, gözünde merminin bıraktığı izler var, konuşmasında da, baba tekerlekli sandalyeyi itekliyor, oğulun saçları beyaz, 40 yaşının üstünde, belki 50, baba ise 70’inde, havuzdan çıkmışlar, önümden geçerken şöyle dedi oğul, bugün iyi çalıştık, baba cevapladı, evde de böyle devam etsen keşke diye, bu şekilde, bu tarzda geçen 20-30 yıl var demek ki geride bıraktıkları, her gün, biteviye bu türden konuşmaların yapıldığı, birbirlerine bu sözleri kaç kere daha söylediler kim bilir, baba öldüğünde ne olacak o oğulun, o adamın hali, ve diğer babalar öldüğünde.

Kurtuluş savaşını anlatan bir dizi veya film seti değil burası, veya sahra çölünde bir hastane de değil, çünkü çok daha modern bir hastane, ama insan görüntüleri bir sahra hastanesinden, bir kurtuluş savaşı dizisinin, filminin setinden farksız, üstelik gerçek, ankaranın göbeğinde askeri rehabilitasyon hastanesi, bilkentte, hani diyen, düşünen olursa hdp/pkk lılar suçsuzdur, günahsızdır, masumdur diye, hdp/pkk birer namussuzdur ve çok çok daha fazlasıdır, bir zahmet oraya gidip baksın, benim gördüklerimi görsün ondan sonra söylesin bu lafları, en iyi görüş randevusu saati sabah 9, öğleden sonra 2, yoğun olduğu saatler, randevu yeri poliklinikler kısmı, hafta içi her gün görülebilir, bütün tc vatandaşlarına açık, randevum var desen de demesen de girebiliyorsun kapıdan, kimsenin bir şey sorduğu yok, hatta o da olmadı alın bu yazıyı, duvarınıza veya görünür bir yere yapıştırın ki unutup, orada neler olduğunu unutup, olur olmaz yerde yanlış, saçmasapan şeyler söylemeyin, sonra da arkasını paklamaya çalışmak zorunda kalmayın diye söylüyorum bunu, bu da benden olsun, kıyağım. 

Genç bir çocuk, kolunda, pazusunda kapalı bir yara var, röntgen çektirdi, sordum, ne oldu diye, kurşun yarası dedi, ben hala farkına varabilmiş değilim etrafımda olan bitenin, ki en son onunla konuşup çıktım, nerede oldu dedim, muşta, demiş, anlayamadım, tekrarladı, muşta diye, muş, muşta denmesi o kadar uzak ki bana anlayamadım, nerede, nasıl bir hastanede olduğumu bildiğim halde, apışmışım, nasıl oldu dedim, pusu kurmuşlar dedi, geçmiş olsun dedim, daha da dilim tutuldu, konuşamadım, konuşsam daha da konuşası vardı çocuğun halbuki, benim neyim var diye bile sordu, nazik, saygılı bir çocuktu, Allah yolunu açık etsin, spor yaparken boynumu ağrıttığım için geldim diyemedim, onun ynında bunu demeye utandım, zaten o manzarayı görür görmez o dertle oraya gittiğime daha en başından utandım, ben nereye düştüm diye, siz orada canınızla boğuşurken biz burada yarı keyfi hastane turları yapıyoruz demeye dilim varmadı, geçiştirdim sorusunu, bunu mu deseydim, o an, çocukla konuşurken biraz şoktaydım galiba, hepsini birden böyle birdenbire görmeyi kaldıramadı bünyem, oğullarımın yaşında, belki daha da küçüktü, ufak tefek bir oğlan çocuğu, sen gerçek misin, bütün bunlar gerçek mi, bu anlattıkların gerçek mi, bunları gerçekten yaşadın mı, yaşadınsa nasıl yaşadın, nasıl oldu bu iş diye sormak, hatta bunu, gerçek olup olmadığını anlamak için dokunmak istedim, sormadım, yapamadım tabi, yanında bir yaralı asker daha var, o tekerlekli sandalyede, o biz konuştuktan sonra geldi, önceden tanışıyorlardı, ikisine birden geçmiş olsun dedim ve oradan hızla uzaklaştım, daha fazla yanlarında duramadım, ikisi de bakıyorlar yüzüme yüzüme, gözümün içine içine, ne diyor, ne düşünüyor, bu halimize, yaşadıklarımıza, çektiklerimize gerçekten değdi mi, bana ne gözle bakıyorlar diye, bizden yana mı yoksa onlardan yana mı diye, kimin ne düşündüğü de belli değil ya şimdi artık sonuçta, ortalık orospu çocuğu dolu, doldu diyelim, eskiden olsa şanları, şerefleri vardı, neden olduğunu, neden bunları yaşadıklarını biliyorlardı, göğüslerini gerebiliyorlardı, şimdi o da yok, kim vurduya gidiyorlar, pisi pisine, ne şehit ne gazi niyazi niyetine, içinde bulundukları duruma rağmen, çektikleri ınca acılara rağmen bana sorgular gözlerle bakmalarından utandım, belki de o yüzsüzlerin yüzleri yüzüme yansır, ayan ederim diye korktum, bilmiyorum, ya da belki gözlerimdeki üzgün ifadeyi acıma olarak algılayabilirler diye korktum, insan gözlerindeki ifadeye engel olamaz ki, ben olamam, içimdekini hemen söyler gözlerim, ele veririm kendimi çabucak, vah vah desem kah kah mı anlarlar, bilemedim ne yapacağımı, onlara nasıl davranmam gerektiğini, böyle bir yere, böylesi şeylerle karşılaşmaya hiç hazır değildim, her şey çok ani oldu benim için de, aniden orada buluverdim kendimi, nelerle karşılaşacağımı nereden bileyim, bilsem ne olur, karşılaşmak bambaşka bir şey, sarsıldım, istemeden de olsa yaralarına yeni bir yara eklemelerine sebep olmaktan korktum, veya hepsi geçerli bu nedenlerin, bilmiyorum, yüzümü sakladım, arkamı döndüm, başımı eğdim, bakamadım gözlerinin içine içine, siz mustafa kemalin askerlerisiniz, bizim askerlerimizsiniz, dün de öyleydiniz bugün de öylesiniz, siz bakmayın öyle boş martaval okuyanlara, adi ve şerefsizlere, siz şanlı ve şereflisiniz, hepiniz birer kahramansınız diyemedim, gözlerimle dahi olsa, kaçarcasına uzaklaştım, 

Bambaşka hayatları yaşayabilecekken bambaşka bir hayat biçimi çıkmış karşılarına piyangodan, ömürlerinin sonuna dek istemedikleri, içinde rol almayı düşünmedikleri bir hayatı yaşayacaklar, azap içinde, her gün bunun farkında olarak, ne için, sebebi ne, birilerinin, köpek pkklıların, pkk köpeklerinin azıp, kudurup bambaşka hayatlar yaşamak istemeleri, demokrasi nedir, birinin özgürlüklerinin başladığı yerde diğerinin özgürlükleri biter, demek ki hiç demokratik bir yol değil köpek pkklıların başvurdukları bu yol.

***Geçen hafta liseli bir genç kız öldürüldü, dün de yine 16 yaşında bir kız çarşafları sarkıtarak üçüncü kattan kaçmaya çalışırken düşüp ölmüş, nedir acaba bu çocuklardaki dopamin seviyesi, siz çok ciddiye aldınız mı bilmiyorum bu dopamin ve şeker ilişkisini ama görünen köy kılavuz istemiyor, üçüncü kattan çarşafla inmeye çalışmak bayağı bir dopamin ister, eskiden cesaretti bunun adı, şimdi dopamin, cesaretin çok daha ilerisi, adeta bir delilik hali, öyle olmasa o kızın o camda işi ne?

***Bu akşam kim milyoner olmak isterde 19 yaşında bir kız çıktı, annesi çok zor büyüttüğünü, hiperaktif olduğunu söyledi, adeta bir erkek çocuk gibi olduğunu da, kız annesinin gelirken kendine yatıştırıcı ilaç içirdiğini söyledi, şaka falan yapmıyordu, yerinde duramıyor kız bir türlü, bir o yana bir bu yana, mimikler desen bin türlü, gözleri felfecir okuyor, bakışlar delivari, çarpıcı, bu gençlere bir haller oluyor, siz bunu hala fark edemiyor musunuz?

***Önce kayıt dışı başladı, en son 4. bölüm oynadı sanırım, bir kadın doktor, kaçırılır, abisi silah kaçakçısı, jön erkek, ki polistir aslında, onu, kadın doktoru kurtarır, ve aşk başlar, siyah beyaz aşk, bu hafta başladı, bir kadın doktor, kaçırılır, jön erkek tarafından, jön erkek silah kaçakçısıdır, zoraki aşk başlar, kadın doktorun ağabeyi polistir, üçgenler birbirinin aynı, silah kaçakçısı, polis, kadın doktor, siyah beyaz aşkın senaristi kopya çekmiş, kopya çekmiş, kopya çekmiş, hırsız senarist, puanlama yap derseniz aslı her zaman taklidinden iyidir, tabi ki kayıt dışı, bir dolu yabancı yapımcısı var kayıt dışının, biraz holivud katılmış içine belli ki, çekimleri de öyle diyor sanki, kaliteli, sezonun en iyisi diyecek olursanız bana göre istanbullu gelin, aşk, duygu, serüven, macera, ne ararsan var dizide, sezon başında yavaştı, geçen sene de öyleydi, izlemeyecektim neredeyse, şimdi yeterince hızlandı, tam kıvamında gidiyor, sibel can ve emre kınayın dizileri, birinin bahçesiydi adı, 3 veya 4. bölümde final yaptı, çok kısa sürdü, emre kınay artık eskisi gibi iş yapmıyor, geçen sezonki işi de tutmadı, paramparçadan sonraki dizisi, yaşlandı, yaşlılık yaramadı, bazılarına yarıyor, bazılarını bitiriyor yaşlılık, geçen yıl bodrum masalında bu yıl istanbullu gelinde olan cana yarıyor mesela yaşlılık, kişiden kişiye değişiyor bu format, kimi yaş aldıkça kaybedrken kimi kazanıyor, ama genel olarak bakıldığında erkeğin gençlikte irisi, yaş aldıkça küçüleni makbul, örnek verecek olursak mustafa üstündağ, muro, haşmet, çukurda büyük abi olan kişi, geçen yıla göre bayağı bir kilo vermiş ve geçen yılkinden çok daha genç duruyor, gençleşmiş, sibel can da kurtaramadı diziyi, zaten kurtaramazdı, çok tutuk, kazık gibi, oyunculuk göbek atmaya benzemiyor, hülya avşara da yaramadı oyunculuk, götüremedi, al benisi dizilerde kendini gösteremedi, fazilet hanım ve kızlarını geçen sezon izlemiştim, saçmalık, bugün biraz baktım iyice saçmalamışlar, kimin eli kimin cebinde belli değil, aşk trafiği çok karışık, kalbimdeki deniz kendini tekrarlıyor, bir yere varacak gibi değil, sıkıcı, tutsak ve meryem vasat ama vakit geçirilebilir diziler, en azından yeni, meryem daha vasat, aşk ve maviye hiç bakmadım, bakmam, yeni geline de, onların da bir alıcısı var demek ki, hala oynadıklarına göre, sedada hale soygaziden bir şey tutturulamayonca emraha geçiş yapılmış, o emrahın oğlu ve anası da ne sünepeymişler, adam ne yapsa hakkı, ben olsam bir kuruş koklatmam, nasıl olsa hiçbir zaman doydum demeyecekler, gezmedikleri, gitmedikleri program kalmadı, koordinasyon merkezleri belli, emrah, emrah ve paraları, bir rahat yedirtmediler adama paralarını, ne karınları doyuyor ne gözleri, seda da çok aşağılık çıktı, dibe vurdukça vuruyor para için, zaten aşağılıktı, şimdi iyiden iyiye ortaya çıktı.

Hepsinden  haberdarım gördüğünüz gibi, bu ara çok oturdum, oturmak zorunda kaldım, spor yaptığım için, ama herrüyü atlattım gibi, şimdi öyle, o kadar yorulmuyorum, spor yaparken, hatta normalde eskisinden daha iyiyim bile diyebilirim, her gün yapıyorum, her sabah, aç karnına, bir gün hafif, bir gün daha uzun, ağır değil, uzun, kısa ve uzun, yürüyüş te yapın diyorlar ama birde onu yaparsam evde iş yapacak gücüm olmaz, kalmaz, hayat devam etmeli, o yüzden şimdilik bu kadarı yeterli, pilatesi yaptım da yürüyüşü kalsın, ne yapalım, benden bu kadar, bu sabah kızımın aklına uyup çay yaptım, normalde yapmayız, çay içmeyiz, hala uykum gelmedi, bende kas, bağ doku, sinir diye bir şey kalmamış anlaşılan, hepsi yok olmuş, hepsini geri getirmem gerekecek sporla, ve doğru beslenmeyle, kızım ilk hastalandığında bütün kaslarını kaybetmişti hatırlarsanız, merdiven inip çıkmakta bile zorlanıyordu, şimdi geri geldi kasları, tekrardan inceldi, daralan giysilerini yeniden giyebilmeye başladı, bende de aynı şey olmuş, kas kaybetmişim, şeker, mısır şurubu kas kaybettiriyor insana, beyin de bir kas, bir bağ doku sonuçta, beyindeki nöral bağları koparıyor şeker ve mısır şurubu, şekeri, unu bir kaba koymazsanız form alır mı, dağılır gider, vücudu da aynı biçimde dağıtıyor işte, kendi formunu veriyor vücuda, dağılmayan, sıkı, sert duran şeyler yemek lazım, sebze, karaciğeri paramparça ediyor zaten, tümüyle sekteye uğratıyor, uf, saat 2 olmuş, normalde 10-11 de uyurum halbuki, az önce oğullarım geldiler eve, numaradan öptüm, bir sigara kokuyor diğeri bira, sıpalar, bütün gün görmeyince özlemişim oğullarımı, okul günleri genelde eve gelip gidiyorlar, okulları yakın, boş dersleri oluyor, hafta sonu olunca kaçaklar bütün gün, neyse ki kızım vardı yanımda, gezsinler, dilediğince eğlensinler tabi de kendilerine bir zarar vermeden, sigara ve içki gibi.

***Bugün de ben gezdim, hep onlar mı gezecek, kızımla, kızılaya gittik, kızım tutturdu kızılaya gidelim diye, bana kalsa vepaya giderdim, kayda değer bir şey yoktu, kızılay aynı kızılay, her zamanki gibi, bugün sadece farklı olarak bir grup genç gördüm, karanfil sokakta, kızım kitapçıda gezinirken ben dışarda oturuyordum, 5-6 kişi, alacakaranlık kuşağı setinden kaçmış gibiydiler, hani biri alacakaranlık oyuncuları dese inanırdım, o kadar gerçekçiydiler, sıkı hazırlanmışlar, baştan sona simsiyah giyinmişler, koyu makyajlar, bir kızın saçları uzun ve beyaz, oğlanın sadece çene altında sakalı var, film seyredermiş gibi hissettim kendimi, gerçi o tarz filmleri izlemem, ama zamanında izlemişimdir bir iki tanesini, ne olduğunu anlayana dek, genelde sonuna dek yani, kolay anlayamıyorum galiba, şaka, ilk çıktıklarında, ilk tanışıklığımızda ne olduklarını bilmiyorduk pek, çaktırmadan izlettiler kendilerini bize, şimdi olsa izlemem, ama tipler çok uçuktu, senin benim bildiğim gibi değil, şaştım kaldım, evimde olsalar, çocuklarım ya öyle olsaydı diye düşündüm, beeev, Allah kolaylık ve sabır versin anne babalarına, evinde vampir görüntülü bir kız veya oğlan, üstelik kendi çocuğun, korku filminden beter.

***Şu amerikayla vize meselesinin arka yüzü içinde bulunduğumuz girdabı anlatmaya yetiyor aslında, kısaca şöyle diyor amerika, ben ülkenizde istediğim gibi istihbarat örgütü çalıştırırım ve siz bunu görseniz bile görmezden geleceksiniz, ipleriniz benim elimde, ona göre, iplerimizin onun elinde olduğu kısmı büyük ölçüde doğru, amerika hapşırsa biz nezle oluyoruz, eskisinden, kurtuluş savaşı zamanından çok daha zor özgür olmak, bağımsız olmak, bunca belinden bağlıyken, ama her şeyin bir çaresi bulunur elbet, çözümsüz değil ya.

***Pazartesi gecelerinin vurdulu kırdılı mafya filmleri kreasyonuna, siyah beyaz aşk, kayıt dışı, yeni bir tanesi eklenmiş, adı çukur, hiç masraftan kaçmamış ay yapım, siler geçer diğerlerini, oyuncular, çekimler çok çok iyi, şimdiye kadar gördüklerimizin birkaç gömlek üstü, mete, yani aras bulut iynemli var başrolde, kayıt dışında da ali kaptan, yani erkan petekkaya var, öyle bir geçer zaman ki de baba oğulu oynamıştı bu ikili, şimdi aynı günde karşı karşıyalar, boynuz kulağı geçmiş bana sorarsanız, oyunculuğunu daha da parlatmış mete, aradaki eski dizilerini izlemedim, o padişahlı diziyi, adı her neyse, ve geçen yıl çetin tekindorla olan yine mafya dizisini, ama bu diziyi izleyecek gibiyim, vurdu kırdısına rağmen, normalde o tip dizileri izlemem aslında, bu seneye kadar hiç izlememiştim en azından, ona da alışılıyormuş demek ki.

***Gerçek, bilinen anlamda kaç büyükşehirimiz var, istanbul, ankara, izmir, bursa, adana, istanbul akp, istifa, ankara akp istifa, izmir chp, bursa akp istifa, adana mhp, akp nin son ve hazin görüntüsü işte burada, lafa, söze gerek bile yok, ayan beyan ortada, akp nin büyük çöküşü, istanbullu gelin iki sezondur yayınlanıyor, ve bursada çekiliyor, şöyle güzel bir şehir görüntüsü göremedik, çünkü görülecek, gösterilecek gibi değil, şehrin orta yerine, 5 katlı apartmanların yanına koymuşlar 30 katlı tokileri, ve tıkış tıkış, birbirine çok yakın, bir hayalet şehre dönüşmüş bursa, ben de toki evinde oturuyorum, ama 13 katlı, en fazla 20 katlı var benim bulunduğum sitede, o da bir kısmı sadece, çoğunluğu 13 katlı, ve yandaki toki sitesinde, her birinde yaklaşık 25-30 blok var, ankarada hal böyleyken bursada arsa ankaradan daha mı pahalı da 30 katlı yapılmaları yoluna gidilmiş, ayıp bir şey, üstelik şehrin orta yerinde, bir kenarında olsa hadi neyse diyeceğiz de, hadi neyse denecek gibi değil, bok gibi koymuşlar şehrin orta yerine.

Tuncay Özkan bugün facebookta istanbul, ankara ve bursanın fotolarını paylaşmış, hepsi beton yığını, berbat.

***Onca şey yazdım, şeker, mısır şurubu, akıl ve sağlık bağlantıları hakkında, kendimden örnekler verdim, ve duyup gördüklerimden, bir Allahın kulu da çıkıp demiyor ki bu kadın ne yazıyor, niye yazdı, sadece bir kişi var bu meselelere değinen, onun dışında kimseden tıs çıkmıyor, global ekonomiye karşı çıkmamaları, bu gibi konuları gıdıklamamaları gerekiyor demek ki bulundukları yerleri korumaları için.

Şeker pancarı alımına günlük kota konmuş, o miktarın üstünde verilemiyormuş, çiftçi protesto ediyormuş bu durumu, dünkü haber, şeker pancarına kota koyacaklar ki bize mısır şurubunu daha çok yedirsinler, işi en başından bağlıyorlar, sorun çok tabi, ama bu da sorun, çocuklarımız birer ölüm mangasına dönüştürülmüş durumda, anormallikler had safhada, bunlar tesadüf mü, tesadüf olmadıklarını aylardır yazıyorum, belki bir anlayan çıkar diye.

***Geçen sene bile izlenecek dizi sıkıntısı çekerken bu yıl dizi bolluğuna düştük, artık seçmekte zorlanıyorum, geçen sene olsa yüz yüze bile izlenir sayılabilir bir dizi olabilirdi, ama bu sene pek şansı yok, ufak tefek cinayetler de oldukça başarılı, 3-5 güzel kadın koymakla kalmayıp iyi de çekmişler, yine ay yapımın, bravo valla, ne diyim, senede bir dizi takip eden ben kaldım dizilerin orta yerinde, seçemiyorum işin kötüsü, hepsini izlersem de işim iş, dizilerdeki kadınları gördükçe gözlerim ister istemez boşalmış, saçsız kalmış alınlarına diyemeyeceğim, kafataslarına gidiyor, songül öden, dolunay soysert, duygu sarışın, bade işçil, ve diğerleri, saç kıran girmiş sanki tv ekranına, saçları yok ediyor, çeke çeke, uzata uzata çekilen fönlerle hokka gibi duran o güzelim saçları yüzünden saçsız kaldıklarının farkındalar mı acaba, bade işçil çok zayıflamış, eski güzelliği gitmiş, yine güzel ama eskisi gibi değil, bir kötü evlilik, ki çocuğu da var, adamı bitirmeye yetiyor demek ki, epey magazinel olmuştu ayrılığı geçen yıl, barıştı, ayrıldı, barıştı, ayrıldı, mal paylaşımı meseleleri oldu vs.

Neyine bu kadar diretiyorlar ki, anlamıyorum, dünya malı dünya için, bi de gözleri doysa, daha çok, daha çok, bu daha çok un sonu, sınırı var mı, yok, ünlüsün zaten, aç açık mı kalacaksın, yok, alacak, bırakmayacak yanına, alana kadar giden canın ne olacak, başına gözüne yansın de, laneti üstüne olsun de, çocuğumun, benim hakkımı yiyenin ağzından burnundan dökülsün de, ver gitsin, sonra seyreyle, başının gözünün sadakasına, nedir yani, canından önemli mi, yapışmışlar bir mala, bırakamıyorlar bir türlü, canın gidince canın geri gelecek mi? Kimsenin ahı kimsede kalmaz, öyle diyorlar ya, öyledir elbet, boşa denmemiştir elbet. Herkes kendini dünyaya kazık çakmış sanıyor ya ona şaşıyorum, benden 20-30 yaş büyükler bile hiç ölmeyeceklermiş, dünya onlara kalacakmış gibi yaşıyorlar, ölümlü dünya, ben bile yeri geliyor ha öldüm, öleceğim korkusu yaşarken onlarda hiç bu korku yok gibi, nasıl şeyse, kendilerini mi kandırıyorlar yoksa bizi mi bilemiyorum, yoksa gerçekten ölmeyecekler mi?

Hele bu erkeğe sırf para için takılı kalanları hiç aklım almıyor, çok vahim değilse durum elbette, basketbolcudan ayrılan demet şener herkesin istediği gibi istediğiyle yaşadığı birçok evlilik var etrafta demiş, bir bildiği olmalı.

Bu aralar gelişen bu hummalı dizi merakıma genelde kızım, ara sıra da küçük oğlum iştirak ediyorlar, büyük oğlum o işlere bakmaz, ne işlere bakar o da belli değil ya, gerçi bu ara ders çalışıyor, sınavları varmış, izlerken şöyle dedi oğlum, diziler sayesinde kıralara da iş olanağı çıktı, pek fazla para da istemezler nasıl olsa, vallahi pek haksız sayılmaz, nerede bir tipi kayık varsa onlar dizilerde, farklı bir tip, tarz bulacağız derken biraz aşırıya kaçıyorlar, diziler neyse kim milyoner bile öyle, nerede ilgi çekici bir tip varsa bulup getiriyorlar, epey bir aşamadan geçiyorlarmış zaten oraya gelene kadar, sunucusu sıradan, yarışmacıları tip.

***1975 türkiye ikinci güzeli 63 yaşındaki kadın liposakşın, karından yağ aldırma ameliyatı sonrasında ölmüş, önce bacağı ağrımış, vücuttan kopan bir yağ parçası bacak damarını tıkamış, akciğere geldiğinde ise öldürmüş, paraya, güzelliğe, bilumum geçici heveslere takıntılılık öldürüyor, aşırı hırs öldürür, 40 yaşında bir adamla birlikteymiş, adam da tam bir metroseksüel, ona, yaşına ayak uydurabilmek için kendini zorlamış olmalı, 63 yaşındaki kadının 40 yaşında adam neyine, hani bu dünyaya kazık çakmaya niyetliler demem boşa değil, sanki hepsi 20 yaşında, herkese çemkirirmş sosyal medyadan, gerçi söylediklerinde de haklılık payı var da, önce bir kendine bak öyle konuş demezler mi adama, yine dünkü haberde vardı, yine 40 yaşında bir adam 60 yaşındaki boşanmak üzere olduğu karısını kadın araba kullanırken dışardan ateş ederek öldürmüş, vardır bir hesapları aralarında, büyük ihtimalle paraya dayalı, bunlar büyük ihtimalle eski veya ölü koca zenginleri dul kadınlar, kırkından, ellisinden sonra parayı ele geçirince ne yapacaklarını, nereye saçacaklarını şaşırmış olmalılar, doğal olarak, erkan çelik te gülben ergeni tehdit ettiriyormuş, eski kocası, ne dolaplar ne hesaplar dönüyor aralarında kim bilir.

Dün birde ilginç bir haber vardı, 5 aydır denizde tekneyle kayıp olan iki kadın ve iki köpek bulunmuş, mucizeler de oluyor demek ki hayatta, 5 ay sen dünyadan dünya senden bihaber, çok ilginç bir 5 ay olmalı, ne macera ama, yok ben istemem, ben yalnız bir dünya sevmem, sabah erken veya akşam geç saatte yolda olsam ve yol boş olsa tedirgin olurum, insan arar gözlerim, yanımdan geçip giden bir araba olsun isterim, tanı, tanıma, hayat insanlarla güzel.

***Sonunda bir çamaşır kurutmalığı bulabildim, yine izmir caddesinde coşkun billuriyede, genelde orada bulabiliyorum aradığımı, hem sıkı cumhuriyetçiler, aldım, mağazadan biriyle beraber götürdük otoparka kadar, cumartesi, hava da bozdu, yarın da törenler var dedi, ben bankamatiğe uğradım o arada, nakit istediler parayı, kızıma bayram törenine gidecek misin diye sormuş, kızım bilmem diyince tı tı tı yapmış, ne günlere kaldık anlamında, fena takmış kafayı anlaşılan bu işe, bir ara bahsetmiştim yine, dikmendeki hasan ali çoşkun lisesinin onların bağışı olduğunu ve bağış törenindeki rte için dönemin başbakanı adını kullandıklarını, yürekli cumhuriyetçiler, aldığım kurutmalık leifheit marka, alman malıymış, gazella ütü masaları da iyi, sağlam görünüyor, türk malı, onun da çamaşır kurutmalığı varmış, ben rastlamadım, önceliğim türk malı tabi ama daha iyisi varsa türk malı diye de onu almam, yapsınlar iyisini alayım, iyisini de arayıp bulmak gerekiyor, her şey çok çok kalitesizleşti çünkü, bauhausta neye elimi atsam iki yıl önceki halini bulamıyorum, yok, zaten mağazalar artık göstermelik olmuş, arkada çakılı mal diye bir şey yok, teşhirden seçiyorsunuz ve satın alsanız bile mağazadan eli boş çıkıyorsunuz çünkü arkanızdan kargo ile yollayabiliyorlar, mağazada depo anlayışı diye bir şey yok, mala fazladan para bağlamamak için, jumbo da öyle mesela, en demirbaş malını bile alsanız ikinci bir yedeği yok, sadece teşhirde olanı var, örneklik olarak, neyi sorsanız öyle, hiçbir şeyin ikinci bir yedeği yok, sanırsınız araba galerisi, devir tasarruf devri olmuş, herkes nasıl canımı kurtarırım onun derdine düşmüş durumda, satış yok, müşteri yok, en ufak bir satış bile satıcıları sevindirmeye yetiyor, mağazaların şu anki halinden ekonomik halimizi anlamak hiç zor değil, o cafcaflı bilinen markalar can çekişiyor, yerlerde sürünüyor, kiralarını ve çalışan maaşlarını çıkarabiliyorlarsa iyi, bana öyle geldi, memlekette yaprak kıpırdamıyor para adına, eski fors, hava gitmiş, pervane oluyorlar alıcı müşterinin etrafında, yeter ki al, alacaklı ol, ye kürküm ye devri olmuş, yazık, eskiden size bakmaya sıra gelmezdi yeri gelir, şimdi tek odak noktasısınız, zil takıp oynayacak durumdalar neredeyse, sevinçten yani, satış sevincinden, kargo masrafını göze alıyorlar ama ikinci bir yedek saklamayı göze alamıyorlar, ilginç, bakalım kargoyu kim getirecek, büyük ihtimalle kendileri. *3 iş günü içinde evinize gelir demişlerdi, 4. gün aradım, mağazaya geldi, 3 gün sonra evinize gelir dediler, ben gidip alacağım artık, ne güzel iş, para peşin, birde malın arkasından gez, yüzde yüz garantili satış.

Jumboda kaşık çatal küçülmüş, ufalmış, gramdan kar etmek için, almam bile ben o kaşıkları, kaşık kadar kaşıklar, bebe kaşığı gibi, tatlı kaşığı ile kaşık arası bir şey, ne yapayım ben onu, bebe miyim, tencereler bile milimi milimine, 5 litreliğin, 3 litreliğin üstünde biraz pay bırakılır normalde, taşma, kaynama payı, bunlarınki sıfır olmuş, güralda çatal kaşıklar hem normal boyutunda hem de çok daha ucuz, porselenleri de ucuz, diğer porselenlere göre. Güralın güzelim, pırıl pırıl çelikleri dururken gitmiş gitmiş almışım esseden, şefırdan çeliğe benzemez kepçe takımlarını, yazık olmuş, çok gezmek te işe yaramıyor demek ki bazen, mefruşatta da sarevin malları güzel ve kaliteli, güzelliği boş ver, önemli olan kalitesi, onu bulamıyoruz zaten, bulamadığımız o, kalite, özdilek, home sveet home, linen, english home, şimdiye dek hepsinden kullandım, en iyi sarev çıktı, en son oradan aldım, mağazada değil evde anlaşılıyor mefruşatın nasıl olduğu, kullandıktan sonra, bir iki yıkamadan sonra yani.

***Türk mutfağının en büyük ayıbı kızartmalardır, biz bu kızartma meselesini çok seviyoruz, ama maalesef çok hata ediyoruz bunu bilelim, güzelim sebzelerin, balıkların, etlerin canına okuyoruz, kızartılan gıda arızalı gıdadır, protein çok abartılırsa kemik erimesinden tutun asit yükünüzün artmasıyla karşılaşabileceğiniz pek çok sağlık problemi sıraya giriyor, protein çok doymuş yağ çok demek, kalp problemi, damar problemi sıraya giriyor, makul olmalı, proteini yüzde on beş, yirmilerde tutarsanız kilo vermeniz daha kolay olur, sadece protein diye bir beslenme tarzı yok, hızlı kilo verdiriyor ama sonrası cinayet, doğal yağın zararla suçlanması doğru değil, doymuş, doymamış yağlar doğru oranda alınırsa yağ şifa, zararlı değil, zararlı olan tek bir yağ var, transyağlar, margarinde olan, ve kızartılmış yiyeceklerdeki yağlar, onlar kötü yağ, yağla şekeri kıyaslamak mümkün değil, şeker bir zehir, şekerin her türlüsü problem, doğal şeker fruktoz problem, çakma fruktoz daha büyük problem, bakkal şekeri problem, onun için yağ ve şekeri kıyaslamayalım. Osman Müftüoğlu

Bu da benden, daha mutlu, huzurlu yaşamanın sırrı şekersiz yaşamdan geçiyor, bir ay uzak durun, veya çevrenizdekileri durdurun şekerden, bakın bakalım neler değişiyor hayatlarınızda, gereksiz asabiyetlerin, sinirliliğin, parlamaların, patlamaların altında hep şeker yatıyor. Patlamak için bahane arıyorsanız veya öyle birileri varsa etrafınızda bilin ki bu şekerden, şeker bir zehir, bir bomba, vücudu ani patlatan bir c4.

***Yine haberde vardı, boyalı şekerlerin çocuklara zararı üzerine bir haber, hiperaktivite falan filan. Şekere, dolayısıyla alkole, çünkü şeker bir nevi alkol, gark olmuş bir karaciğerin beyne, ve tabi ki dolayısıyla kişiye ne taklalar attırdığını bilseniz, yani benim kadar, elinizi sürmezsiniz, ben öyle yapıyorum artık, ne şeker hatta ve hatta nerdeyse ne bal, ne pekmez ne de neredeyse meyve noktasındayım, minimum, minimum, en minimuma indirdim hayatımda, hayatımızda, bile bile lades yapmıyorum, yapmayacağım, kızım zaten öyle artık, başka bir çıkar yolu yok, kalmamış, yaşamak istiyorsa bunun tek şartı şekerden uzak durması, o da artık bunun farkında, ağzına sürmüyor şekeri, bunu yapmazsa biliyor ki her adet öncesi acı su, zehir kusacak, olur olmaz durduk yere ağlama krizleri geçirecek, bir şeyim yok, sadece ağlamak istiyorum diye boynuma sarılacak, ve hüngür hüngür ağlayacak, elleri yitreyecek, 70’lerde olması gereken nabzı 120-130 olacak, geceleri sabaha kadar inleyecek, sayıklayacak, zekası olduğundan çok daha düşük olacak, oğlum da o sinyaller içinde, gerek sivilceler gerekse kişilik semptomları açısından, o karaciğerin attırdığı taklalar sebebiyle, yeri geliyor sinirlerine, kendine hükmedemiyor, hakim olamıyor, ama ver baklavayı, pastayı, dondurmayı yesin, bayılıyor, o da bir yerde duracak, durması gerektiğini öğrenecek, bilecek artık, tam temizlik, tam beyazlık şekersiz bir hayatın sonunda.

İçten içe tepiyor insanı şeker, elinde olmadan, doğal, doğalını yaşıyorum sanıyor insan ama bu hiçte doğal değil aslında, bu sabah kızım dün sunum yaptım, hiç heyecanlanmadım dedi, önceleri nasıl heyecenlandığını o biliyor tabi, kendini öncesiyle karşılaştırabiliyor, kzımun şansı, şans sayılırsa tabi, ki tabi ki şans, ayda bir kere olsun kusabiliyor, vücudundan o zehiri biraz olsun uzaklaştırabiliyor olması, oğlum onu da yapamadığı için durumu daha da felaket, örneklediğim gibi tek bir yanlı da değil etkisi, pek çok yanal etkisi var şekerin, kızım zayıftı bu hastalık patlamadan önce, sonrasında kilo aldı, 5-6 kilo, normal, olması gereken kiloya geldi, ya şekeri bırakmış olmasının ya da ilacın etkisiyle, sonuçta bir düzelme oldu ve kilosu normale geldi, aynı şekilde oğlum da zayıf, kendince, kilo almak istiyor ve bunun yolunun şekerden geçtiğini sanarak bolca tatlıya dadanıyor, sınırsız bir şekilde, şekerin diğer özelliklerinden birisi de beyni uyutması, (zaten alınan şekerin yüzde sekseni beyin tarafından kullanılırmış, beynin de şekere karşı bir doz aşımı var demek ki, sonuçta uyuttuğuna göre beyni) ders çalışması, önündekini anlaması lazım ama anlamıyor, kağıt kalem ona bakıyor o kağıt kaleme, boş boş oturuyor masanın başında, çoğu zaman, yıllardır bu böyle, değişmiyor bir türlü, sonunda kendini, beynini uyandırabilmek için kahve içiyor, kahve artı şeker elbette, sinirleri daha çok geriliyor, daha çok parlıyor, daha çok kendini hırpalıyor, bir kısır döngüdür debeleniyor içinde, çıkamıyor, anlatıyorsun, anlamıyor, beyin kısıtlanmış, algılamıyor, kaset sarmış gibi aynı yerde dönüp duruyor, bu sefer dinledi gibi, bakalım, şeker, yemeyin, yedirmeyin, şeker zehirdir, unutmayın, şeker çocuklarınızı öldürür, öldüremezse de ölmekten beter eder, süründürür, feleklerini şaşırtır, nurselden her gün yemek tarifi alıyorum kendime, şekerlileri, tatlıları direk pas geçiyorum, izlemiyorum bile, bana lazım değil, lazım olan alsın o tarifleri, hiç kimseye lazım değil bana kalırsa, tatlı kötü, tatlı cıs, tatlı eeğ.

Şarap üzümden yapılabildiğine göre meyve alkol içeriyor, bir arkadaşımın bütün aile üyeleri sırtlarında çıkan şişliği aldırmışlar, şişlik karaciğerden mütevellitmiş, annesi, abisi, ablası, şimdi de kendisinde var, çok meyve yemekten, ve meyveyi yemeğin üstüne hemen yemekten olmuş, hepsine, bunu söyleyince fark ettim, o arkadaşım devamlı güler, vara yoğa her şeye, hiç ağzı kapanmaz, acaba hep mi sarhoş, kafası iyi. kendine de söyledim bunu, şaşırdı biraz, bence olabilir.

***”Boşuna şeytanı dürtmenin anlamı yok, fena sarıcaklar sana, dünyada insanlar ikiye ayrılır, iyiler ve haydutlar olarak, ve haydutlar düzen gereği her zaman kazanırlar, çünkü herkesi kendileri gibi bilir ve ona göre davranırlar, senin benim gibi iyilerse herkesi kendimiz gibi bildiğimizden gafil avlanırız, uzak durmakta fayda var, haydutlar haydutlara dokunmazlar, çünkü birbirlerinden çekinirler, ama iyilerin gözünün yaşına bakmazlar, bu yüzden iyilerin yapabileceği tek şey bir kenarda durmak, saklanmak ve haydutların ayaklarına basmamaktır, bir kenarda iyiyi ve sevgiyi yaşayabilmek için bulaşma onlara, boş ver, yol yakınken uzak dur onlardan, bunu bir yenilgi olarak görme, sen kendini seç, sevgi dolu yaşamını seç, uğraşma onlarla, bak bir daha söylüyorum, onlarla baş edemezsin” ufak tefek cinayetlerden bir sahne, vay be, senaryoya bak, beni benden aldı, her kim yazdıysa helal olsun, ben de yıllardır soruyorum bu soruyu kendime, sorun nerede diye, haydutlardan kaçıyormuşum, o adamın tavsiye ettiği gibi, beni kendime ayan etti, sığınağım da burası, aklımı, hiç değilse daha fazla, kaçırmamak için, ya arasına doğduysanız o haydutların, tam ortasına, kaç kaçabilirsen, elini bıraksan ayağından yakalarlar. öyle bir oynatırlar ki parmaklarında oynadığını bile fark edemezsin, bir değil, iki değil tamı tamına üç tane, bire üç, üç hayduda karşılık bir saf, o iyi nitelemesinin yerini saf nitelemesi almalı, tabi onlara da haydut demek biraz hafif kalır, ağırlaştırılması lazım o nitelemenin, zaten lafının en başında kullanmış oraya konması gereken gerçek nitelemeyi. Bir şeytanı da hayat çıkardı karşıma, zor sıyırdım paçayı, manyak, üç safım var şimdi kendim gibi, üçü de en az benim kadar saf, safların dünyasında yaşıyoruz artık birlikte, dört saf, şükürler olsun.

Bir başka bir sahne, ” -ne büçim kadınlarmış yalnız, dinledikçe şaşırıyorum, insan önce uzlaşmayı düşünmez mi, barışı, huzuru seçebilirlermiş ama yok, kötülüğü seçmişler, gün gün sulayıp büyütmüşler içlerindeki kötülük çiçeklerini, -mutsuzlar çünkü, ancak mutsuz kadın saldırır dünyaya, mutsuzluğu yayılsın diye, kimse mutlu olmasın diye, bu davada kadın aklı hakkında hiç duymak istemediğim şeyler duyuyorum, neredeyse nefret edeceğim” buradan sonra kızım yazan belli ki çok kazık yemiş dedi, kim yazmış bir bakayım, adı meriç acemi, bana kalırsa bu işte bir profesyonel, hayat profesyoneli, hiç acemi değil, kadınmış, daha önce intikamı, kiralık aşkı yazmış, bence bu dizisi sıçrama tahtası olmuş, veya olacak, eski dizilerini de biliyorum çünkü, büyük bir atak yapmış kendinde, galatasaray lisesinde okumuş ve elektirik mühendisiymiş, zeka her alanda zeka, her alanda ışıldamasını devam ettiriyor. Kadınlar dizi sektöründe aldı yürüdü, tutabilene aşka olsun, gerek senarist gerekse yönetmen olarak.

 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *