Press "Enter" to skip to content

Günlük 1t Ağustos’13

***Geçen hafta; ağustos ortası Trabzon?a gittim; epeydir niyetleniyordum; bir arkadaşımı görmek için; birkaç yıldır; sonunda gittim; zorlu Mersin Antalya yolculuğundan sonra arabayla uzun yola gitmemeye karar vermiştim ya; hata etmişim; arabadan rahatı yokmuş; o daracık koltuklara sığmak bile başlı başına bir meşakkat; 70 kilomla ben sığmakta zorlandım; 100 kilonun üstünde birinin hali felaket olur; bir kere Ankara Trabzon hattında hiçbir sorun yok; gerekli olan her yere tünel açılmış; yollar en az çift şerit; iki yönlü; eskisinden çok çok iyi; sadece dönüşte Samsun girişinden Ankara dönüşüne dek bir tıkanıklık oldu; on dakikalık yolu bir saatte geçtik; yol inşaatındanmış; bu sayede gidişte 12 saatte aldığımız yolu dönüşte 14 saatte aldık; gidişten daha çok oyalandılar birde. Gerçi 12 saatlik bir yolda yok orada; otobüs yol boyunca her il ve ilçede deniz kenarındaki otoyoldan ayrılıp şehrin iç kısımlarındaki otogarlarda yolcu indirip bindirdikleri için uzuyor saatler; yoksa o yolu 8-9 saatte almak işten değil; yani Mersin- Alanya arası süre kadar; Antalya bile değil.
Kızımda yanımdaydı; önde, yanda, arkada oturan küçük çocuklarla olmak pek bir hoşuna gitti. Mideleri bulandıktan sonraki kokulardan ise pek hoşlanmadı; benim gibi; acı acı koklamak zorunda kaldık; saatlerce; bindiğimiz otobüs Fethiye?den kalkmış; Ankara üzerinden Trabzon?a gitti. Oldukça uzun bir yol. Yol o kadarsa uçak tercih etmek gerek; ama ben uçakta sevmem; korkarım; beni korkutan ölüm değil; ölüm korkusunu yaşama korkusu; hayatını yere basmayan bir teneke kutuya teslim etmek; öyleyken bir değil bin defa ölüyorsunuz. Yol bittiğinde bana 12 saat bile uzun geldi. Onca saat bir otobüste kapalı kalmakta akıl kârı değil. En iyisi uzak yolları akıldan silmek galiba; birde Mersin Antalya gibi nasıl olduğunu bilmediğin yolları elbette.
Otobüsler insanlarla tanışmak için birebir; bir ara çocuklar rahat etsin diye kızımın yanını boş bırakıp boş bir koltuğa geçtim; yanımdaki bey Shakespeare; Yanlışlıklar Komedyası okuyordu; laf atmadan duramadım elbette; çünkü text okumayı pek seven olmaz; Shakespeare ve Balzac okumayı severmiş; Zonguldak?ta inşaat mühendisliği okumuş; Ordu?da inşaat mühendisi olarak çalışıyormuş; okulu bittikten sonra açık öğretimde felsefe bitirmiş; felsefe masteri için Rize üniversitesine başvurmuş; şu anda memleketi Batman?a gidiyormuş; eşiyle Ankara?da buluşup birlikte gideceklermiş; kürtmüş; beyaz tenli; 35 yaşında; ufak tefek; güleç yüzlü bir adam; yıllarca karadenizde yaşamaktan dili de onlara benzemiş; kürt demeye bin şahit ister. Algılarımız artık kürt eşittir pkk oldu ya; öyle değil elbette; onlarda bizden; bizim gibi insanlar; ayrılığımız; birbirimizi bir diğerinden; ötekinden ayrı tutmamız akıl dışı; olanaksız. 
Nerede bizim ayrılığımız; Türk-Kürt ayrılığı; global olduk artık; gerçi bu kadarı biraz fazla olsa da; Trabzon arap işgali altındaymış bu aralar; Suudi Arabistandan uçakla gelip kışın yurt olarak kullanılan binalarda apart olarak yaşıyor ve kendilerine satın alınacak yerler arıyorlarmış; kiralık araba bile bulunamaz olmuş. Çöl sıcağından kaçmanın yolunu serin karadeniz olarak seçmişler. Zaten Batum?dan gelenin ve Batum?a gidenin haddi hesabı yok yıllardır. Geçişler ticari amaca dönüşünce geçiş ücreti 1 liradan 15 liraya çıkmış; millet etin, sütün, sigaranın ucuzunu oradan alıp gelir olmuş.  
Bahçeye girdim; fasulye, patlıcan, biber topladım; pişirdim; fasulye yumuşacık oldu; buradakiler gibi kart değil; hemende pişti; özlemişim toprağın yakınlığını; hasret giderdim. Trabzon?un arka sırtlarında; yüksek bir tepede kaldım; 6 saatlik uykuyla uyandım her gün; yetti; serin hava çarpmış olmalı. Saat 2?lere dek uyuyamayan benim 11?de uykum geldi; her gün; o kadar serin; sanırım Trabzon?da küresel loşluktan nasibini almış; Mersin ve Antalya gibi; bu 3 ilde de doğal gaz yok. Güneş zaten hiç yoktu; 5 dakika kendini gösteriyor; arkasından hava kapalı. Bu yaz hiç güneş olmadı dediler orada yaşayan insanlar. Yemekler dolaba bile konmuyor çünkü bozulmuyor; ben burada buzla soğutup koyuyorum çoğu zaman; nerede açıkta bırakmak; ısı o kadar farklı.
Bir anne kız gözüme çarptı Trabzon?da; yolda beklerken; %99 düğüne gidiyorlardı; oralarda; küçük yerlerde düğüne gitmek bir seramonidir; -iyi bilirim ama benim başıma geldi sanmayın; gelmedi- hele de evlenecek yaşta kızınız varsa ve bir an önce ?iyi?; yani paralı bir evlilik yapmasını istiyorsanız. Kızı ayaktan başa anlatayım; önden 5; toplamda 15-20 cm ince topuklu ayakkabı; hatları düzgün; boyu bosu da yerinde; siyah kanvas pantolon giymiş; kalçalarına tam oturan; yüksek topukların sayesinde popo yukarı kalkık elbette; askılı siyah bir bluz; üstüne transparan bir gömlek; gözler simsiyah; ful makyaj; özenli; ayrıntılı bir makyaj ve son nokta; zurnanın zırt dediği yer; oldukça modern tarzda bağlanmış bir türban; son zamanlarda hep gördüğümüz biçimde yani. Yanındaki annesininde kızından aşağı kalır yanı yoktu; yine en az 10-15 cm ince topuk; siyah etek pantolon; siyah bluz; aynı derecede ful makyaj ve tabi ki türban; döndüm, döndüm bir daha baktım; benimki şehirden indim köye tarzında oldu elbette; beğendiğim için baktığımı sanmış olmalılar; gerçi beğendim de; güzeldiler; güzel olmuşlardı ancak ben daha çok yadırgadığım için baktım; sadece ben değil; kızım da yadırgadı; ?açıktan daha açık; ona da kapalı derlerse artık; açıklar kapalı olur; kapalılar açık? dedi; 12 yaşındaki kızımın yorumu bu; ben daha ne diyeyim? Ama şu kadarını söylemeliyim; bir açık o makyaj ve giysiyle sokakta gezse yanlış anlaşılır; işe çıktığı falan düşünülebilir çok rahatlıkla; ancak başınızda bir türban olduğunda bütün bunlardan imtiyazlı oluyorsunuz; makyajlı ama namuslu; ne demezsiniz.
İnsanı doğasında olandan uzak tutmaya çalışırsanız başını kaparsa kıçını açar; bu kadar basit bu.  
***Kristie Alley; Amerikalı oyuncu; zamanında kokain kullanmış; kilolar alıp, alıp vermiş; şimdi bir sağlıklı yaşam merkezi işletiyor ve sağlıklı ürünler satıyormuş. 
***Dudak kenarlarındaki çizgilenme ve kırışıklıkların nedeni sigara içerken dudakların büzülmesiymiş. Sigara aynı zamanda cildi erken yaşlandırıyor; kırışıklıklara, bozulmaya; elastikiyetini kaybetmesine neden oluyormuş. Dr. Nuri Soysal?ın dediğine göre lise mezuniyeti için kızlarına hediye olarak meme büyütme ameliyatı yaptırtan annelerin sayısı hiçte az değilmiş; vay benim saftirik Türkiyem. Bu ameliyat için 17 yaşın tamamlanması bekleniyormuş; reşit olmaya bile gerek yok yani; kundaktayken yapsalar daha garanti olur kanımca. Herhangi bir estetik ameliyatı yaptırmak isteyenler Dr. Nuri Soysal?ın Hürriyet?teki köşesini okumalı; ameliyat sonrası bakım ve zorluklar; yaşanacaklar detaylıca anlatılıyor orada.
***Geçen gün hurdacının arabasında rainbow elektrik süpürgesi gördüm; zamanında ne hayallerle ne paralara satılmıştı; şimdi ise bir hurdacı arabasında; hazin son. O yalanlara kanıp bende almıştım; yaklaşık 15 yıl önce; o zamanın parasıyla sanırım 2 bin dolar civarındaydı; ne paraymış; neyse ki benimki hala sağlam; hurdacı arabasına yerleştiklerine göre benimkinin de emekliliği yakındır.    
***Kral 3 kızına ?beni ne kadar seviyorsunuz? der; iki kızı ?dünyalar kadar? demiş; küçük kızı ise ?tuz kadar? deyince; kral kızını cezalandırmış; aradan zaman geçmiş; kızı babasına tuzsuz yemekler hazırlamış; babası tuzsuz yemeği yiyince kızına haksızlık ettiğini anlamış; masalda böyle bitmiş.
Kral tadından dolayı tuzu önemsese de tuzun çok daha geniş anlamda etkileri var. Yok himalaya tuzu, yok kaya tuzu diye başımızın etini yiyorlar ya her gün; himalaya tuzu kullandığımız dönemde oğluma bacak krampları musallat oldu; normal deniz tuzuna döndüğümüzde kramplar yok oldu; bunu önceden yazmıştım. Şimdide 1,2 yıldır kaya tuzu kullanan annemde hiper tiroid çıktı; bir süredir ateşi çıkıyordu; sebebi oymuş. Her televizyona çıkıp laf söyleyene inanmamak gerekiyor demek ki! Deniz tuzundan şaşmamalı; içerdiği iyota ihtiyacımız var.
Annem kendi söylediğine göre hiç tuz kullanmıyormuş; tansiyonu olduğu için; o çok, çok daha kötü; tuzu tamamen kesmek yani. 
Gittiğimiz bayan doktorun saçında 2 tel beyaz vardı; sordum doğal saçıymış; 57’li; 56 yaşında yani; “beyazlamaya başladı” diyerek o iki tel beyaz saçı gösterdi; doğru yaşam biçimi ve doğru beslenme size her halükarda geri dönüyor demek ki! Benim yaşım 47 ve ondan çok çok daha fazla beyaz var saçımda. Ablam ondan 2 yaş küçük ve saçında siyah kalmadı diyebilirim. 
Birde ayakları şişiyor uzun yolculuklarda; aramızda 30 yaş var; benimde şişiyor; kansızlıktan olurmuş; birinin daha ayakları şişiyormuş; kan vermişler; geçmiş. Benim kansızlığımın nedeni beli; miyomum vardı; geçti; kansızlıkta geçecek elbet zamanla; anneminki ha bire doktora gidip tüp tüp kan vermekten olmuştur; başka ne nedenle olacak; her doktora gidişte; 2-3 ayda bir 8-10 tüp kan alınırsa olacağı bu; yaşlı vücut sonuçta; ne kadar kan üretecek; yoksa başka bir şekilde kan kaybı yok annemin. 
***4 kadın laflıyoruz; hiçbiri o günün öncesinde birbirini tanımıyor; ortak tanıyanımız mutfakta çay hazırlıyor; bizse balkondayız; o kadınların 2?si benden 5-10 yaş büyük; 50-55 yaşlarındalar; biri benimle yaşıt; kızıl saçlı; cilt hassasiyeti var; belli; diğerlerinin biri kimya mühendisiymiş; kendi adına krem üretiyormuş; anlatıyor sattığı kremin özelliklerini; şunun, şunun, şunun yanı sıra A, C, E vitaminleri içeriyor falan, filan; her zamanki laflar. Kendi cildi fena değil; ama kaz ayakları yerine yer etmiş; oldukça belirgin; sağ yanımda oturan bayanın cildi felaket durumda; kırış kırış ve sık aralıklı çöküntüleri var; sigaranın birini yakıp diğerini söndürüyor; kimya mühendisi de içiyor; ama onun kadar değil; yaşıtım olan kadının cildi kötü değil; hassasiyetinin dışında; sigarayı 5 yıl önce bırakmış; birbirlerini sıkıca inceledikten sonra son olarak sıra bana geldi; bakışlar bana döndü; ?hiçbir şey kullanmıyorum; eskiden kullanıyordum; artık kullanmıyorum? dedim; yaşımı sordular; yaşım 47; hepsi cildimin oldukça iyi olduğunu onadı; neyse burada kendimi çok fazla övmeyeyim;)) kimya mühendisi olan ?cildin yağlı olduğu içindir? diyerek kestirip attı; aslında orada ?A vitaminini havuçtan; C vitaminini taze biberden; yeşillik ve sebzelerden; E vitaminini ise cevizden, fındıktan alıyorum; yüzüme krem sürmeme gerek kalmıyor; ayrıca hayatım boyunca 1 tane bile sigara içmedim? demem gerekirdi; diyemedim; kadının işine takoz koymak gibi olacaktı; sustum; neyse hiç olmazsa size söyleyeyim de içimde kalmasın. Daha da ötesi artık cildime kimyasal madde içeren krem kullanmaya karşıyım; belki yağ; doğal yağlar; onun dışında hiçbir şey; onuda sürmüyorum gerçi; hiç; bunu orada hiç diyemezdim elbette. 
Ne diyor Ertuğrul Özkök; kadının en iyi yaşı 47 yaşmış; tecrübelerinden hasıl olmuş olmalı; tamda benim yaşım; bana uyar mı uymaz mı; bilmem; sanırım uymaz;))) Gülse Birsel’in demesi olmasa; “belim, burkum tutmiy; daha Ajda yaşlanacak ki sıra bize gelsin” ;)))
***That’s my boy; babasının oğlu; Adam Sandler’ın 2012 filmi; iğrenç ötesi bir film; kızım ve iki oğlumla izledim; nasıl olsa komedi ve Adam Sandler diye; pişman oldum. Filmde mastürbasyondan tutun 12 yaşında çocukla bayan öğretmenin cinsel ilişkisine; ensest ilişkiye; kardeş kardeşe ilişkiye varana dek her türlü iğrençlik var; Amerika üzerimize pislik saçmak için daha ne yollar deneyecek acaba? Kendi toplumsal çökkünlüğünü ve iğrençliğini bütün toplumlara bulaştırmaya çalışıyor. Dünyadan intikamını bu şekilde alıyor. Bu filmi yayınlamak hatasına düşen digitürkü ise ayrıca kınıyorum.
Cannes film festivalinde bu yıl altın palmiye kazanan filmde bir lezbiyen ilişkiyi konu alıyordu; edepsizliklerini dünyaya aşılamak için ellerinden geleni ardına koymuyorlar; dünyanın şempanzeleri. Bir dolu film var eşcinsel ilişkiyi normale indirgemeye çalışan; filmin yan karakteri bile olsa eşcinsel ilişki sezersem derhal kapatıyorum izlemekte olduğum filmi; midemi bulandırmaya hiç niyetim yok doğrusu.
Lanet olasıca Amerika; cola, sigara, fast food ile bizi öldürmeye çalışması uzun sürmüş olmalı; süreyi kısaltmak için elinden geleni yapıyor; uyuşturucuda da başarılı olamadı; kendi milleti o batağa daha çok saplandı; nükleer santraller kendi milletini yeterince öldürmemiş gibi bize kurdurmaya çalışıyor; bizim daha erken ölüp ortalığın onlara kalması için; şimdi de sıra geldi sexsüel sapkınlıklara; iki gündür çocuklarımı yalnız bırakmaya korkar oldum; ya o filmde olanları normal olarak algılamaya kalkarlarsa; düşünmesi bile korkunç. Bu sapkın filmler hepimiz için bir toplumsal tehlike. Ben digitürkün facebook sayfasına yazdım bunu; sizde yazın; çekinmeyin; çocuklarımızın geleceğini koruyacak olan bizleriz; bir başkası gelip bizim çocuklarımızın geleceğini korumayacak. Bir filmde duymuştum; oturan boğa şöyle diyordu beyazlara; “çocuklarımın haklarını ben korumazsam kim koruyacak?”.
Sezaryen ameliyatları, estetik ameliyatlar yine gavur icadı; sezaryen zaten o histerektomi ameliyatlarının bir uzantısı; kendileri deneyip iyi bir iş olmadığını anlayınca bıraktılar; bizim gibi saf üçüncü dünya ülkeleri ha bire sezaryen ve estetik ameliyatları yapıyorlar; Allah’ından bul Amerika. Ayrıca korku filmleri, vampir filmleri, gerilim filmleri ile korkuyu üstümüze salıyor ki dümura uğrayıp bir şey yapamaz hale gelelim; çocuklarımız iğdiş oldu sayelerinde; birde işin bilgisayar oyunları kısmı var elbette; çocuklar 1 yaşından itibaren bilgisayar başından kalkamıyor ki düşünmeye, anlamaya mecalleri olsun; Allah’ından bul Amerika; dünyanın baş belası; şeytanı. 
***Şehir içi hız sınırı 70’ten 90’a çıkıyormuş; gözümüz aydın; çoktan olması gerekliydi. Gidiş, geliş yönü birbirinden ayrı ve bol şeritli olan yollarda 90 km normal bir hız; 70’te trafik yeterince akmıyor; artık 70’lerde durup tekrardan hızlanmamıza gerek kalmayacak. Gerçi bu fikre karşı çıkanlarda olmuş; Hürriyet’ten M. Karakartal bu konuda “doğal ayıklama” demiş; olabilecek kaza ve ölümlere karşın; bakış açısı; akmayan bir trafikte olmak onun için can sıkıcı değil demek ki! Trafikte arkasında olmak istemem doğrusu;))
Zaten 90 üst limit; zorunlu limit değil; isteyen istediği hızda gitmekte özgür sonuç olarak. 50’le akan bir trafikte 60’la gitmeniz olanaksız; bu limit 90 hızına elverişli yollar için.
Trafik meselesine girmişken şu ODTÜ yoluna da bir el atayım; naçizane fikrim eksik kalmasın; Asteriks ve Oburiks filminde vardı; önüne gelen her şeye “karşıyız, karşıyız, karşıyız” diye bağırıyorlardı; evet; karşıyız da neye karşıyız; Ankara’da trafikteki araç sayısı belli; yollar ortada; oranlayın birbirine; denk değil; peki yol yapılmayacak ta ne yapılacak? ODTÜ’ye yapılmasın; peki yapılmasında nereye yapılsın; yol yapılacak başka bir yer var mı o güzergahta; yok; yol gerekli mi gerekli; yapılmalı mı hayır; peki nasıl olacak bu iş; bilmem veya yorum yok. Şehir planlamacılığında hoca olan bir arkadaşla konuştum bu konuyu; sordum ona “peki ne yapacağız” diye; arabaları bırakıp toplu taşıma geçecekmişiz; kendinde çoluk çocuk yok; bekar; “bekara karı boşamak kolay” derler ya; o cinsten; bende var 3 çocuk, artı çarşı, pazar; elimle mi taşıyacağım aldıklarımı; otobüste; biraz zor olmaz mı; bir yanımda 3 çocuğum; (şimdi büyüdüler ama küçük olduklarında da onlarla beraber taşıdım; fark eden bir şey yok yani); diğer yanımda çarşı pazardan aldıklarım; karpuz, kavun, şeftali; eyvah; ezildi gitti şeftaliler; biraz komik olmaz mı? Diyelim ki otobüs zor geldi; taksiye bindim; yine aynı şey olmayacak mı; trafikte fazladan bir araba; sonuç yine değişmiyor. Köyde kalıp çeşmeden su taşısam; bahçeden de koparıp yesem daha kolay olur kanımca.
Madem ki kendi rızamızla bu büyük şehirlere tıkıldık hep birlikte; bu şehirlerdeki yaşam kalitemizi yükseltmemiz gerek; bunun en kolay yolu ise trafiği rahatlatmak; ömrümüzün yarısı yollarda çürür oldu; bu sabah 9’da Çankaya’dan Kızılay’a iniş yönü tamamıyla tıkalıydı; karşı yöndeydim; cinnah ayrımına kadarını görebildim; daha ilerisi gözükmüyordu; inanın milim ilerlemiyor; yazık değil mi onca insanın zamanına; enerjisine; yürüseler daha kısa zamanda giderler Kızılay’a; emin olun. Atatürk’ün zamanından beri Ankara’da yollar için taş üstüne taş konmadı desem yeridir; Ankara’nın bütün trafik yükünü hala Atatürk bulvarı çekiyor; o bulvar yeni yapıldığında saatte kaç araç geçiyordu; şimdi saatte kaç araç geçiyor? 1927’de 400 bin olan Ankara’nın nüfusu şimdilerde 5-8 milyon arası olarak hesaplanıyormuş; yaklaşık 15-20 katı. İnsaf yani. Nüfusa oranlanırsa yollarında 15-20 katı gelişmiş olması gerek; ortada böyle bir şey yok elbette. Değil 15-20 katı; 2-3 katı gelişmişse iyidir yani.
Sözün kısası o yolun ODTÜ’ye yapılması gerekliyse ODTÜ’ye yapılmalı; uçarı, kaçarı yok; “karşıyız, karşıyız, karşıyız”ın da bir manası yok. Ağaçlar elbette yaşasın; gerekmedikçe kesilmesin, ölmesin ancak insanlar içinde yaşam alanları gerek; bizde bu şehirde yaşıyoruz. Bundan öte trafik lambaları ortadan kalkmalı bir kere; dur, kalk, dur, kalk, ömrümüz trafik lambalarını beklemekle geçiyor; bütün kavşaklar alt, üst geçitlerle desteklenmeli; yoksa bu iş zor; büyük şehirlerde yaşamak yani. O kavşakları; alt, üst geçitleri yapmak masraflı elbette ama emin olun 1 yılda amorte eder kendini; kullanılan; beklerken, durup kalkarken boşa sarf edilen benzin ve mazot düşünülürse elbette; bu devletin işine gelir mi onu bilemem; yani benzin ve mazot kullanımının azalması; nede olsa benzin ve mazot vergilerinden iyi kazanıyorlar.
Bu trafik meselesinden sıyrılmanın en kolay yolu yeni araç satımını durdurmak; bu yapılmadığına, yapılamadığına, yapılamayacağına göre geriye yapılacak tek şey kalıyor; yol yapmak. 18 yaşına gelen her gencin; ki benim oğlumda dahil; altına araba aldığı; istediği bir şehirde yolları yaşanır hale getirmekten başka bir çözüm yok.
Mersin şehir merkezinde trafik ışıkları bir garip; bütün kırmızılar birbirine göre ayarlanmış; 100 metrede bir kırmızıda duruyorsunuz; orada kaldığım 3-5 gün boyunca hiç yeşile denk gelemedim desem yeridir; bunun doğal sonucu olarak ta şehrin her yeri benzin istasyonları ile dolu; en çok benzin istasyonu gördüğüm şehir Mersin; belediye veya emniyet; bilmiyorum trafik ışıklarından kimler sorumlu ama benzin istasyonları ile ortak çalıştıkları kesin; bu konu nereye şikayet edilir; hiçbir fikrim yok. 
***Ağustos’un son günlerinde yazın en sıcak 2 gününü geçirdik; ısı bir felaketti. Ve ardından birdenbire düştü; 1 günde neredeyse 15-20 derece.
 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *