Press "Enter" to skip to content

Günlük 3k Ekim’16

***Yazın, yani bir ay önce iki kere kızılcık reçeli yaptım, ilki normal, bildiğimiz boyutta kızılcıktı, yendi, bitti, sıra ikinci yaptığım kızılcığa geldi, alırken normal kızılcığın iki, üç katı büyüklüğündeydi, çok beğenerek aldım, diğerinden daha pahalıydı, eve gelince baktım ki dışı kırmızı içi pembeymiş, hatta beyaz, bir zamanlar domatesler öyle olurdu, hala oluyor bazen, reçelinin tadı ekşi, kötü olmuş, yenilecek gibi değil, gıda güvenilirliği diye bir şey yok, koyuyorlar tezgaha, ne çıkarsa bahtına, eğer bu gdo meselesi soner yalçının yazdığı kadar vahim boyuttaysa zaten ölmüşüz de ağlayanımız yok, geçen gün kayısı çekirdeği karalandı haberlerde, zehirliymiş, çocuk zehirlenmiş, kızımın biyoloji öğretmeni böyle bir şey yok, biz yıllardır yiyoruz, kayısı çekirdeğinde B17 var, kanseri önlüyor, o yüzden yememizi istemiyorlar, israil yapıyor demiş, çık çıkabilirsen içinden, her tarafta bir komplo teorisi, her taşın altından israil çıkıyor, tohum piyasası da onun elinde, salkım domates yerine tarla domatesi yiyin demiş, hani yazın öyle de kışın elimiz salkıma gidiyor yani, az da olsa.

Kulak çınlaması çok yaygın, yaygınlaştı, bildiğim pek çok kişide var, bende de var, birkaç yıldır, hatta zonklaması olanlar da var, arkadaşımın kızı çınlama için on bine kulak aleti aldı, şimdi kullanıyor, çok zorluyormuş çocuğu, genç kız, 24 yaşında, uçakların bıraktığı sonik sesler yapıyor deniyor, doğruluk derecesini bilemem ama doğru olabilir, bir nedeni olmalı, zamanında çok kulaklıkla müzik dinlemişti ama, onu biliyorum, ben tablet, cep telefonu kullanımı ile de ilişkilendiriyorum kendimce, hatta tv bile, bu nedenle çok fazla kalmıyorum başlarında, olabildiğince, o zamanlar artıyor çünkü, tv izlerken bile, artık bilemem gerçek nedeni ne. Hastane, doktor fobim olduğu içinde gidemiyorum, en son on yıl önce gitmişimdir hastaneye, hiç meraklısı değilim hastanelerin, neyse ki, olduğu kadar, olduğu kadar, hiiiçççç uğraşamam.

Artık dedikoduya sarıcam kendimi, bir elimde cımbız, bir elimde ayna, umurumda mı dünya modunda, iki buçuk aydır içimiz dışımız fetö, akp oldu, sonunda kabağı chp nin başında patlattım, iki dümbük ortalığı hallaç pamuğu gibi attı, bende faturayı dümbük değilim diyene kestim, dümbük değilsen niye seyrettin, kurunun yanında kuruyu yaktım, ne bu ya, canımızı onlar mı bağışladı bize ki yatıp kalkıp onları konuşalım, hepsinin canı cehenneme, bırakıyorum siyaseti;)))) ne halleri varsa görsünler, ben miyim akıl hocaları, bıktım usandım ya, beni benlikten çıkardılar, bu dünyanın derdi bir tek beni mi gerdi?

***İki cahilin bizi düşürdüğü hale bakın, manzara ortada, eşekten düşmüşe çevirdiler bizi, işte bunun için cumhuriyete, laikliğe ve eğitime daha çok sarılmalıyız. O iki cahilin teki dün kazanda 15 temmuz “gazilerini” ziyaret etmiş, tavsiyemi tutmuş olmalı, takipçim, 2,5 ay olmuş, adam hala hasta yatağında, yani sanki, rol icabı, yatalak olmadı ya hala yatsın, topaç gibi adam, yanaklarından kan fışkırıyor, senden benden canlı, biraz daha erken gitseymiş daha inandırıcı ve gerçekçi olurmuş, artık çokta hükmü yok gittiğinin, asıl tankın altına yatana gitmeliydi, o çok matrak, eminim çok iyi anlaşırlardı, gerçi bununla da anlaştılar, yaş bir, kafa bir, birde kuran okumalar, ne çok yönlü bir cb, her yerinden bilgi, feraset, beceri fışkı’rıyor.

***Yaşadıklarımda, hissetiklerimde, düşündüklerimde ve dolayısıyla yazdıklarımda hiçte yalnız olmadığımı görüyorum, bu da kendime olan inancımı kamçılıyor, demek ki doğru yoldayım, o gün çocuklarımız hakkında kanuştuğum kadın, ki o anda tanışmıştım, ve toru topu 15 dakika konuşmuşuzdur, o konuştu ben dinledim desem daha yerinde olur, çok dolmuş kadın, ikinci mesele olarak darbeden bahsetti, çok korkmuş, ya gerçekleşmiş olsaydı, ne yapardık dedi, bende ona tabi ki ya zaten gerçek değildiyse dedim, o kadarını tahayyül etmekte zorlandı, kötülüğün bu kadarını tahayyül etmek bile zor bazıları için, kazara tv de o programlar açık kalırsa onlara reyting sağlıyorum diye vicdan azabı duyuyor, hemen kapatıyorum dedi, tatil arkadaşım, yani kızımın arkadaşının annesi çok emindi o darbenin uydurma olduğundan, gözünü kırpmadan 250+ kişiyi ölüme gönderdi dedi, chp ile ilgili söylemler, genele bakıldığında, sosyal medyada, hep bekleneni yerine getirmediği konusunda, bu millet o yönetimi artık veto edecek görünen o ki, dipten gelen bir dalga var chp yönetimini zorlayacak, sadece ben değilim chp ye faturayı kesen, yalnız olmadığını bilmek, herkesin akıl yitimine uğramadığını bilmek güzel.

***Bugün kirişi kırdım, çoğu zaman evden çıkmıyorum, genellikle, bugün çıktım, Bahriye Üçok’un ölüm yıldönümü anma toplantısına gittim, beşevlerde, orada adına yapılmış bir park ve heykeli varmış, kırk kere geçsek yine görmeyiz, görmezdik, bu bahaneyle gördüm, üstelik tam ortalık yerde, ilahiyat fakültesinin, konservatuarın tam karşısında, artık her geçişte göreceğim, her sene gitmeyi isterdim, gidememiştim, bu sene kısmet oldu, o kadar olsun vefa borcumuz var ona, onlara, geçen gün katıldığım bir toplulukta da necip hablemitoğlunun eşi şengül hablemitoğlu ve ahmet taner kışlalının eşi nilüfer kışlalı vardı, eşlerinin bedenlerinde tekrar vücut bulmuşlar gibi, ardılları sanki, en azından varlıklarını hissediyoruz onlarda, o bile yeterli, yeterli olmasa da, uğur mumcu, çetin emeç ve diğerleri, ama bahriye üçok un yeri biz kadınlar için daha bir başka, şükran ve minnetle anıyorum, nur içinde yatsınlar hepsi, şu günkü halimizi görseler şoke olurlardı herhalde, topyekun bir tabansıza teslim olduk diye. Bizi öldürerek bitiremeyeceklerini anlamış olmalılar ki epeydir ilişmiyorlar.

***Bugün yazacak bir şey yok, her gün yazacak ne bulayım ben size, yazamayınca da vicdan azabı çeker oldum, ne olacak benim bu halim, hani öyle fıldır fıldır gezen bir karı olsam yazarım da, çıksan ne var, altı üstü avm, hepsi birbirinin aynı, hayatım dört duvardan ibaret, evin içi, şurayı süpürdüm, burayı sildim diye mi yazayım, bunu 25 senedir yapıyorum, bir yere varamadım, hiç sonu yok, nesini anlatayım, iş yapmakla kafayı bozmuş karılar gibi. 

Alışmışım herhalde evde olmaya, aramıyorum çokta dışarıda olmayı, çocuklarım devamlı eve giriş çıkış halinde oldukları için, biri gidiyor biri geliyor, zaman çabuk geçiyor, ben aç, yemek ne var, si yu, çok kısa ve net konuşurlar, ben aç’ları doyurduktan sonra da zaten yorucu geliyor çıkmak, arada bir çıkıyorum, sık değil, o da genellikle markete gidiş oluyor, şimdiye dek çocuklarım küçüktü yalnız bırakamıyordum, çocuklarım büyüdü ama şimdi de o yaşam biçimi bende alışkanlık olmuş, sen 20 sene boyunca dünyayı unutunca dünyada dönüp sana sen neredeydin canımın içi demiyor zaten, bende de onu dedirtecek enerji yok işin aslı, çıkmıyorum gerekmedikçe, önce dünya beni yalnız bıraktı, 3 çocuğumla, şimdi ben dünyayı yalnız bırakıyorum, bu seferki benim seçimim, çokta umurumda değil dünya, benim dünyam bana yetiyor, ama haftada üç gün 1 saat spor iznim var, zaten o çıkmak bile sayılmaz, evimden 100 metre ötede.

Yaz bitti, kaldık ıspanak, pazı, pırasaya, karnabahar, beyaz lahana da var tabi, ıııhhh, güzelim taze fasulyeye elveda, si yu, seneye, bizde pazı yemek olarak pişer, bulgurlu, sırasıyla piştikçe yağ, soğan, yeşil, kırmızı biber, ince doğranmış saplar, domates, doğranmış yapraklar ve pişince yarım bardak bulgur, tuz, 5-10 dakika daha pişirme, ıspanak ise yapraklarını, sapları yok, yıkayıp kurutuyor, doğramadan yağda soteliyor, kapağı kapalı on dakika düşük ısıda pişiriyor ve kaşar peyniri koyuyorum, tuz konabilir de, ben koymuyorum, peynirin tuzu yeterli geliyor bana, peynirin eriyip birbirine iyice karışmasını sağlıyorum, nefis oluyor, ekmek arası, iki dilim arası, dilim üstü, tabakta, ne şekilde yerseniz, ben bugün yaptım, ve tabi ki yedim, nefis, dönere değişmem, pazı da yaptım, bugün yeşillik günüm, dün almıştım, beşevlere gitmeden, eve bırakıp çıktım, ilk gün yeşillikler pişiyor tabi ki, yarın taze fasulye yapacağım, fasulyenin son turları artık, yemyeşil hayat.

Küçük oğlumla gittik markete, o da en az benim kadar biliyor artık market alışverişini, küçüklüklerinden beri beraber gideriz, büyük oğlum o işlere pek bakmaz, ama o da beni beşevlere götürdü, sonra da geri getirdi, ne olur ne olmaz diye düşünerekten herhalde, giderken de bir güzel beni hesaba çekti, geçen hafta da kızılaya gitmiştin, ne var kızılayda diye, hesap verdik tabi ki, hık, mık, kem, küm, falan, filan, alışmışlar evi beklememe haytalar, ondan oluyor hep, adamım çokta ciddi;))) sert adam, yerim ben onun adamlığını, sıpa, aslında seni seviyorum demenin, ki bunu bana zaten söylüyor, en azından ben ona söylediğimde, benim için önemlisin, değerlisin, kendine dikkat et demenin esas şekli, tamamıyla algılarınızın ne taraftan açık olduğu ile bağlantılı, lafı nerden almak istersen oradan alırsın, benim için de her biri ayrı ayrı değerli. Seviyorum sükunetimi, yalnızlığımı, huzurumu, buna ulaşabilmek için çok mücadele ettim, anca kavuştum, dengeleri anca yerine oturttum, kendi dengemi de, dünya varmış.

Ankara çubukta bir meslek lisesinde geçen yıl 256 kişi devamsızlıktan sınıfta kalınca okula giriş çıkışı denetlemek için kapısına turnike koymuşlar, gelmeyeni, erken çıkanı telefonla ailelerine bildiriyorlarmış, onlar yine bulur bir yolunu kaytarmanın, alışmış kudurmuştan beter, bir tanesi ailem görmeden mesajları siliyorum dedi mesela, komedi gibi ülkeyiz, okul yapıyor sonra çocukları zorla içinde tutmaya çalışıyoruz, çok güldüm, okul mevcudu ne kadarmış acaba, merak ettim, 500 kişi olsa okulun yarısı, bin kişi olsa dörtte biri devamsızlıktan sınıfta kalmış desenize, bu yıl hepsi sınıf tekrar ediyor, gel de gülme, eğitimde çağ atlamışız.

Yine bu sene başında bazı imam hatip liseleri önlerine branda germişler, öğrencilerden servis ve yemek parası almayacaklarmış, reklam yani, dolduramayınca da böyle, onları turnike de kurtarmaz çünkü millet kayıt yaptırmıyor, gel vatandaş gel yapıyorlar onlarda, ne yapsınlar. Ortaöğretimde yemek ve servis iki yüz, iki yüz, dört yüz lira, iki çocuk okuyor olsa sekiz yüz lira, asgari ücret bin üç yüz lira, kaldı geriye beş yüz lira, bozdur bozdur harca, bu hesapta bir yanlışlık var ama neresinde bilemedim, üç çocuk, beş çocuk yapın diyene sormalı bu hesabı, gerçi onlar için imam hatipler var, doğru ya.

Bugün de böyle laklak işte, hep ciddi mi konuşalım. Bir kadının konuşacağı ne, olsa osa ev hali, yaşamın merkezi ev hali aslında da gel sen onu erkek milletine anlat, ooo, saat 21.50 olmuş, uyku saatimi kaçırmayayım;))) uyku diyince nescafe fena halde uyku kaçırıyor, türk kahvesi onun kadar değil, aklınızda olsun. Defalarca yazdığımı unutmuş falan değilim, yine yazdım, ne olmuş! İyi ki yazacak bir şey yokmuş, birde olsa hiç uyuyamayacaktım. Si yu.

***Bu yaz değil, geçen yaz sonu istanbula gittiğimde 3. köprü inşaatının hiçbir yerden görünmediğini fark etmiş ve o köprünün istanbul trafiğine yaramayacağını yazmıştım, sanırım öyle, o zaman görememiştim, dediğim gibi de olmuş, ağır tonajlı arabalar oradan geçmek yerine diğer iki köprüyü kullanıp üstüne ceza da ödeseler mesafe farkından dolayı bunu göze alıp diğer iki köprüyü kullanıyorlarmış, ki geçiş ücreti 4 katıymış yeni köprünün, üç köprü var ama birinden kimse geçmek istemiyor, ağır tonajlı arabalar bile, ne işe yaradı o köprüyü yaptığınız, çık çıkabilirsen işin içinden.

***İmlaya dikkat etmiyorum, çünkü yazma hızımı kesiyor, dikkatimi dağıtıyor, parmaklarımın beynimin hızını yakalaması gerekiyor, bunun içinse dümdüz, kıvrımsız yazmam gerekiyor, yazarken tek materyalim beynim, ona ayak uydurmak durumundayım, o elimden çok daha hızlı çalışıyor, elimle beynime yetişemezsem her şey birbirine giriyor, yazacaklarımı unutuyor, birbirine karıştırıyorum, bir daha dönüp düzeltmekte işime gelmiyor, siz de dikkat etmeyin, özel isimlerde büyük harfler, ayraçlar yok, de, da eki ayrı mıydı, birleşik miydi diye düşünmek yok, cümle başlangıcı bile yok, virgül, çünkü buna zaman yok, var ama yok, yani yeni deyimiyle yazım kurallarına dikkat etmiyorum, bayağı da eski türkçe kullanıyorum nedense, dikkatimi çekiyor, yazdıktan sonra yani, eskilere karışmışım herhalde, tahayyül etmek mi yoksa kafasında canlandırmak, düşünmek mi, tahayyül etmek anlatılmak isteneni çok daha iyi karşılıyor, hem çok daha nostaljik, bunun gibi.

Kızım şimdi bir kitap okuyor, edebiyat öğretmeni tavsiye etmiş, adı semerkand, övüp övüp duruyor, konusu, anlatımı çok güzelmiş, ömer hayyamı anlatıyormuş, o bitirsin ben de okuyacağım, her övdüğünü ben aynı yere oturtmuyorum ancak bu defa çok daha fazla övdü, merak ettim. En son halit huseyin in 3. kitabını övmüştü, uçurtma avcısının yazarı, ilk iki kitabını eskiden okumuştum, bunu biraz okudum, bıraktım, acındırmanın dozu fazla geldi, ayakkabısı yokmuş, ayağı üşümüş, hiç çekemem, kemalettin tuğcunun kitapları gibi, şimdi kalktı herhalde onlar, iyi olmuş, ne ağlardım okurken boş yere, köprü altı çocukları edebiyatı, dangalak herif, çocukluğumuzu zehirlemişti, hala varsa hepsi yakılmalı, çocukları zehirlemeden.

***10 ekim gar katliamı anmasına gittim, 102 kişi burnumuzun dibinde öldürüldü, bu ülkede ölmek serbest anmak yasak, ölümleri durduramıyorlar ama anmaları durdurabiliyorlar, oğlumun bütün itirazlarına rağmen sabah 8.20 de çıktık, beni durağa bıraktı, o okuluna gitti, 10 dakika içinde otobüs geldi, bindim, meğerse tulumtaş köyünü dolanıp geri geliyormuş, otobüste evlerde çalışan kadınlar yoğunluktaydı, her gün birlikte gide gele birbirlerini tanıyorlar, duraklarına geldikçe indiler, tulumtaşta milli irade kız imam hatip lisesi durağında bir grup kapalı kız indi, hem yatılı hem yatılı olmayanlar okuyormuş, yatılı olunca beyin yıkamak çok daha kolay, sabah akşam gir beynine.

Fakirde satılık evlattan bol ne var, ver gitsin, ya öyle verecek ya böyle önü sonu, ya o kadınlar gibi temizliğe gidecek ya da sahte bir diploma, bir mevki sahibi olup onların köpekliğini yapacak, feto abisinden öğrendi çocuk yaşta eğip bükmeyi, kendine köleler, müritler yetiştiriyor, her ikisi de, feto durdu mu sanıyorsunuz, aynen devam ediyor, şimdi imam hatip, erdonunkiler, veya özel lise, fetonunkiler, sonrası üniversite, aklı kıtsa da sorun değil, özel üniversiteleri ne güne duruyor fetonun, kapanmadı hepsi, nasıl kapatacaklar, kapandıysa da başka bir özel okulda oktacak parası mı yok fetonun, himmet, okul ticareti, uyuşturucu ticareti, artık nerelerden geliyorsa, bilemem, yerli robin hood, zenginden amuduyla alıp fakire dirhem dirhem dağıtıyor, insaniyetli büyük adam oluyor, külahçı, onun külahını buna geçiriyor, aracı kurum gibi de düşünülebilir aslında, geleceğe yatırım, teminatı onlar, satın aldığı çocuklar, yarının büyükleri, yarım akılla da olsan adam görüntüsü veriyorsun nasıl olsa, bir hukuk fakültesini bitirdiğinde, o diploman olduğunda kimse soruyor mu hangi üniversiteden aldın diye, hepsi aynı sayılıyor değil mi, tıp okutmuyor ama, hukuk okutuyor ki işine yarasın, bilgisayar mühendisliği de okutuyordur, tıbbı devlet okutsun, hukuk ve bilgisayar mühendisliği okuttuklarıyla devleti ele geçirecek zaten, kendileri çok mu akıllı, adam diye gezmiyorlar mı, sonrasında ömür boyu köpek niyetine kullan, sistem bu sistem değil mi zaten.

Ver çocuğunu, değil çocuğuna ailesine bile bakıyorlar, karşılıksız, yani çocuğuna karşılık, ne çalışmana gerek var ne başka bir şeye, havadan para yağıyor, hayat garanti, çalışsa alacağı 1300, bu yolla aylık on bini vuruyor, ev, özel okul, yeme içme giderleri, hepsi fetodan, ruhunu şeytana satmak gibi, şeytana değil de fetoya satıyorsun, kendini değil ama, çocuğunu, çünkü seni değil çocuğunu istiyor şeytan, yani feto, 5 yaşında bir çocuğun aklı neye erer, biz nasıl inandıysak Atatürk’ün büyüklüğüne onlar da fetonun büyüklüğüne inandırılıp kandırılıyorlar, veya şimdiki bir diğer vizyonla erdonun büyüklüğüne, oysa ki her ikisi de vatan haini, cumhuriyeti kaldırıp kendi hükümranlıklarını ilan etmek istiyorlar, menzillerinin aynı olduğunu erdoğan söyledi, bunu ben söylemiyorum, kendisi söylüyor.

Yol boyu imam hatip yakınlarındaki bütün durak adları o imam hatipin adını taşıyor, birde cır cır konışuyor bilgisayar, o durağa geldik, bu durağa geldik, ayrıca karşında yazıyor zaten, duymaman, görmemen imkansız, beyinlerimize kazıyorlar adlarını, büyükşehir misafirhanesi durağından geçtik tulumtaşta, binasını göremedim, ağaçlıktı etrafı, bindiğim durağa geri gelmemiz 1 saat sürdü, 1 saat sonrada operadaydık, 10.20 gibi, köprünün başına gelince barikatı ve kalabalığı gördüm, cso önünde, aileler, mv leri ve sendikacılar gara alınmış, diğerleri, yaklaşık 200-300 kişi barikat önünde bekliyorlar, selahattin demirtaş konuşma yapıyordu, yanında başka hdp mv leri de vardı, gaz kokusu vardı, ben gelmeden atılmış, ortalık sakindi.

15 dakika sonra gara gidenler dönmeye başladı, onlar çıkar çıkmaz önce alkışlar ardından havada su şişeleri uçuşmaya başladı, sonra taşlar, polislere doğru, öncesinde bir şey oldu mu bilmiyorum, gaz sıkılmaya başlandı, ben çok yakınında değildim ama yine de etkilendim, hapşırdım, öksürdüm, bütün bronşlarım açıldı, ne var ne yok temizlendi, bu ilk gaz yiyişim, önlerdekiler çok daha kötü etkilendiler, bir kadın yarım saat boyunca gözlerini açamadı, sıhhiyede rastladığımda hala gözleri kapalıydı, direkt gözüne gelmiş olmalı o sıkılan şey, adı biber gazı herhalde, özgür özeli arbede içinde gördüm bir ara, mustafa balbayı gördüm, gardan gelmişler, kızılayda bildiri okunacak denince herkes yürümeye başladı, ben de yürüdüm, köprüdeyken yerlerde hararetle taş arayan, yolları yapıp yerlerde taş bırakmayan melih gökçeke saydıran hararetli genci sıhhiyede gözaltına aldılar, bir süre sonra herkes ilerledi, gitti, ben geride kaldım, yalnız yürümeye devam ettim, kızılaya geldiğimde güvenparkta kimseyi göremedim, kaybettim, yüksel caddesinde olacaklarını tahmin ettim ama bacaklarım daha fazla yürümek istemedi, gittim biraz oturdum, dinlendim.

5-10 dakika sonra eski bir okul arkadaşıma rastladım, bayan, o da garın oradaymış az önce, onu görmedim ama başka bir iki kişi görmüştüm yine aynu dönemden tanıdığım, onlar beni görmediler, ya oralarda görülmediğim için ya da hafızalarında silindiğim için, yüksel caddesinde olduklarını, gazlandıklarını, dağıldıklarını söyledi, gittim, kimse kalmamıştı, iki kız bir erkeği gözaltına alıyorlardı, slogan attılar kızlar ve oğlan, tekrar geri dönmek için ışıklara geldiğimde veli ağbabayı ışıklarda beklerken gördüm, öncesinde görmemiştim, kolaylıklar diledim, teşekkür etti, hepimizin işi zor dedi, işleri cidden zor, kelle koltukta geziyorlar, fırlatılan kaya parçacıklarının bir yerlerine denk gelip gelmemesi şans meselesi, bu belkide oradaki tehlikenin en masumu, havada uçan taşlardan korkmadım değil hani, bu ülkenin seçilmiş insanlarına bu muamele uygun görülüyorsa sıradan insana neler olabileceği ortada, yani bizim de işimiz zor, yani geleceğimiz, oğlum aradı, otobüse binip geliyorum dedim, herkesin canı canına kıymetli, oradakilerin canları da canlarına kıymetli.

Durağa giderken ışıklı büyük panoda tayyonun resmini gördüm, meb önünde, orada göz altına alınmayı göze alıyorlar ama bir taş sallamıyor kimse o panolara, bütün parklara isim tabelası konmuş, parkın adı yazıyor üstünde, insan boyunda, altında da i melih gökçek yazıyor, onun adı olmasa olmuyor mu tabelada, narsist megalomanyak, üstüne mavi boya sıkarak o adları silmeli, her geçişte bir tane, kim çakacak, ben yapayım bari, o kadarını yapacak kadar cesaretim var, sinir oluyorum, adına bile. Güvenparkı o yapmış sanki, git bahçelideki atıl gökkuşağına koy adını, senin yaptığın yer orası, veya gölbaşı yoluna yaptığın iki katlı evlere, veya armada karşısından sökülen mavi demir canavara, senin becerebildiklerin onlar, eski belediye başkanlarının yaptığı parklarda senin adın niye var.

Geçen bütün otobüslerin üstünde ışıklı yazıyla “15 temmuz kızılay milli irade meydanı” yazıyor, bilmeyenler için yazayım o kızılayın yeni adı, bir kelimeden 6 kelimeye genişlemiş ad, o yazıyı okuyuncaya kadar otobüsün gittiği yeri okuyamıyorsun, akar yazı, gittiği yerin adına sıra gelmiyor, yürüyüp gidiyor otobüs, numarasını bilmesen hadi kaçtı otobüs, ortalama bir zekanın altında oldukları için hepsi bunun bile farkına varamamışlar, dağa taşa izlerini bırakmışlar, tek adamın ülkesi olmuş ülkem, tek adamın faşizmi, davulun sesi uzaktan hoş geliyor, hem bana hem başkalarına, geldim facebook sanki bir şey olmamış gibi, bir şey olmadı demek ki, ben hayal gördüm, tayyonun faşizmi filminin hayali, giderken 20 yaşındaydım, dönerken 80 oldum, çöktüm, moralmen, ruhen, bedenen, her türlü, 3 kere daha gitsem ne olur acaba, alışır mıyım yoksa iyice biter miyim, bilmem, çok kaldıramam gibi geliyor bana, amaç ta o değil mi zaten, yıldırmak. Çok insan yoktu zaten, 100 ölüme karşılık toplasan 300-500 kişi, sadece aileleri, akrabaları o kadar eder, eğer gitseler.

Ben hayatımın hiçbir döneminde şimdiki kadar siyasetik hissetmedim kendimi, o kadar sevmem de siyaseti üstelik, ortalık eğer bu berbat halde olmasa, yani erdoğan olmasa yine sakin, mülayim bir hayat sürdürüyor olurdum, ancak ortalığın hali hiçte sakin bir hayat sürdürülecek gibi değil, gittikçe daha çok batıyoruz bok çukuruna, ister istemez bugünü 80 ve öncesi ile karşılaştırıyorum kafamda, çok bir fark yok gibi, baskıysa baskı, zulümse zulüm, üstelik bu seferki islamik zulüm, çok daha irkiltici, korkutucu, beyinler, kafalar değiştirilmeye, yeniden revize edilmeye çalışılıyor, kimliklerimiz, kişiliklerimiz ele geçirilmeye, kısacası yok edilmeye çalışılıyoruz, Kimsenin hayat şekline karışmıyoruz diyor ya, yalan, hayatı boyluboyunca değiştirmeye çalışıyor, kendi gibi umacılarıyla, bu bir günlük gidiş dönüşüm bile bunun bir çok ibaresini taşıyor. 

***Sabah öksürerek uyandım, ara ara öksürüyorum, geçici, anlık değilmiş demek ki etkisi, kaçışmalar esnasında ilerlemek yerine olan biteni daha çok görebilmek için durduğumdan daha çok gaza maruz kaldım, ama yine de en öndekiler, mv leri kadar değil, chp nin başında görmek istediğim böyle biri, yılmayan, mücadele eden bir insan, tabi gaz yesinler demiyorum ama kılıçdaroğlundan daha etkin, etken biri olmalı chp başkanı, ipleri koyvermiş biri değil, yani kılıçdaroğlu gibi, ümit kocasakal hazırlanıyor galiba yavaştan, artık biraz olsun gençleyelim şu başkanlık işini.

Orada verilen, gördüğüm mücadeleye karşılık üstteki rahatlık tezat oluşturuyor, ortada bir mücadeleye gerek var ise hep beraber yapılmalı, chp de 3-5 kişinin üstüne bindirilmiş mücadele, nereye gitsem aynı isimler var, chp de 3-5 mv mi var, gerisi keka, başta da kılıçdaroğlu, chp mv leri gaz yesin, kılıçdaoğlu ağzını açamasın, aman efendim, canım efendim desin, dediği kim, o gazları yedirten elebaşı, o mv leri kimin milletvekilleri, kendi mv lerini koruyamıyorsa bizi nasıl koruyacak, onunla bu iş olmaz. Sormadı bile o gazların hesabını, umurunda değil herhalde.

Gelelim şu mağduriyetler meselesine, 80 de biz mağdur edilmemiş miydik, chp bizim arkamızı mı kollayabilmişti, biz chp liydik, cemaatçi bile değil, niye mızıklanıyorlar ki, onların canı bizimkinden daha mı tatlı, işkence bile görmüyorlar, görseler de çok umurum olmaz, bizler görürken onların umuru mu olmuştu, bizim çocuklarımız sapır sapır işkence görürken neredeydi chp, yıllarca, mağdur eden akp diye her yaptığına karşı mı çıkacağız, it iti kırıyorsa bize ne, darbeye teşebbüs edecek kadar büyük bir yapılanma içerisine girdiklerine göre bunun bir karşılığı olmalı, çok iyi niyetlerle bu işlere yeltenmedikleri kesin, ha, çok uç noktalar vardır, bankaya para yatırmış gibi, o bankayı açanlar dururken hesap açanla uğraşılmaz tabi, ona eyvallah, ama chp de duracağı yeri bilsin, biz mağdurken chp nin kapılarını mı aşındırabildik, beter olsunlar, sonrasında da akp ye nasip olsun inşallah.

Sen de desene o bankaya para yatıranlardan önce o bankayı açanları içeri alsak diye, hani hiç değilse bir öneri olarak, yani erdoğan, abdullah gül, tansu çiller, melih gökçek zevatını, diyemezsin, dudakların mühürlü, kim mühürlediyse artık, 

Muhalefet yapmayı bile yanlış anlamış, tutmuş fetö muhalefeti yapıyor, fetö kim sen kim, fetö ile senin alakan ne, ekmelettini fetönün emriyle mi koydun önümüze, yenikapıya da fetönün emriyle mi gittin, ne işin vardı yenikapıda, yeni kapılar mı açmak istedin bize, biz eski kapımızdan memnunuz, yeni kapılara ihtiyacımız yok bizim, 16 günlük bebek annesinden ayrı kalmışmış, vah vah vah, çok üzüldüm, sen filistin askısı nedir, ne işe yarar bilir misin kılıçdaroğlu, git bilenlere bir sor, 80’de filistin askısında bekletilenlerden hala yaşayanlar var, oldukça çok sayıda, 18 yaşındayken filistin askısındaydılar, günlerce mi yoksa aylarca mı kalmışlar, sor, anlatsınlar sana, sen ne yapıyordun onlar filistin askısındayken kılıçdaroğlu, duygusal, duygusal, duygusal adam, figen yüksekdağ dün chp muhalefet yapmamanın kitabını yazıyor dedi, bir hdp milletvekilinin görebildiğini chp mv leri göremiyorlar mı, görüyorlardır elbette ancak kılıçdaroğlu başını uzatanın başını alıyor, kaç kişinin aldı, bilmiyor muyuz, adlarını tekrar tekrar yazmama gerek yok sanırım, o yüzden seslerini çıkaramıyorlar, çünkü kılıçdaroğlu bir despot, o masum görüntünün ardında bir despot yatıyor, hadi onu da söyleyeyim, kendinden başkasına hak tanımayan bir faşist.

DÜŞÜNDÜKÇE “İNSAN” OLANI YERiN DİBİNE GEÇİREN BİR DURUM!!! Dünyada geçmişte ve günümüzde, demokrasi düşmanlığını açıkça sergileyenleri demokrasi yoluyla yönetimine getiren ve onların tüm demokratik kurumları yerlerde sürüklemesine, sömürgeci devletlerle işbirliği içinde ulus ve ülke bağımsızlık ve bütünlüğünü yok etmesine seyirci kalan bir devlet, bir siyasal kadro var mıdır? Hangisidir?

demiş bugün sayın Özer Ozankaya, anlayana, anlayana, anlayana. Bundan on gün önce de şöyle bir paylaşımı var,

Yıllarca FETÖ ile kol kola, aynı “menzile”, yani çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkma menziline yürüyor; onunla çıkar kavgasına düşünce, yine “aldatıldık” diyor. Lozan Andlaşmasını yıllarca övgüyle anıyor; yine sıkıştığı bir durumda kamuoyunu başka yöne çevirip oyalamak için “Lozan bir yıkım belgesidir” diyebiliyor. Ulusuna böylesine yaşamsal konularda, böylesine korkunç ölçülerde dalga geçer gibi konuşan ve bunu yaparken ulusunu böylesine huzursuz eden bir siyasetçi ve yöneticinin o mevkilerde kalması, demokratik bir devlet düzeninde meşru sayılamaz, kanısındayım. Bu meşruiyet sorununu kamuoyuna mal edip demokratik gereğine göre çözebilen bir güçlü “demokratik muhalefet yönetim kadrosunun” yokluğu ise, ulus, yurt ve devlet için aynı ölçüde korkutucu bir durumdur.

Bu ülkede herkes aynı, benzer endişeler içinde, görüldüğü gibi. Bu ülkenin tek bir düşmanı var, o da yobazlık, içimizdeki düşman, şimdi iki başlı, bunu göremeyen yan dal düşmanlar da görür elbet bunu bir gün, umarım iş işten geçmeden, o yobazların ekmeklerine yağ sürdüklerini.

Bugün o menzil üzerine yazmış Arslan Bulut, açın okuyun.

***Baston bahçeli, bastonlu bostanlı, her zaman akp ye baston olan ve özellikle yenikapı sonrası sarmaş dolaş olan, her fırsatta yenikapı ruhuna bağlılığını dile getiren baston bahçeli, ani ve büyük bir çıkış yaparak erdoğan için ya yasal sınırlarına çekilsin ya da referanduma gidilerek başkanlık konusu sonuçlandırılsın demiş, sanki erdoğana ültimatom vermiş görüntüsü çizerek, pırst, binali almış sazı, memnuniyetle demiş, ilk seçenek hiç olasılıklara alınmamış zaten çünkü o bir giriş cümlesiydi, giriş, gelişme, sonuç var ya, o türden, o yüzden lafını etmeye bile değmez, onlar için yani, referanduma gidiyoruz yani, başkanlığı akp önermemiş yani, mhp önermiş, en küçük ama en büyük muhalefet, “MHP her karara saygılıdır. Bizim düşüncemiz mevcut sistemin güçlendirilmesidir. Milletimiz aksini söyleyecek olursa buna da diyeceğimiz bulunmayacaktır.” da demiş, bu açıkça demek oluyor ki başkanlık sisteminin karşısında değiliz, seçmenlerimiz başkanlık sistemini desteklesinler, halep oradaysa arşın burada, velev ki referanduma gidildi ve başkan seçilemedi, erdoğanın yasal sınırları içerisine çekileceğine inanan var mı, yok, öyleyse niye gidiliyor bu referanduma, erdoğanı başkan yapmak için, çok yaşa-ma sen bastonlu bahçeli.

Bahçeli ve kılıçdaroğlunun koltuklarına niye sıkı sıkı yapıştıkları ortada, akp yi adam etmek, cia, fbi, bağlantıları neler acaba, bunca hezimete rağmen o koltuklarından düşürülemediklerine göre.

Başkanlığın mecliste kabulü için 367 oy gerekiyormuş, referanduma götürebilmek içinse 330 oy, akp nin 317 milletvekili var, mhp ninse 40, toplamları 357, kabule yetmiyor, 10 eksik, neyse ki, ancak mhp desteklerse referanduma gidilebilir, 14 fazladan oy yeterli, ben de kabul ediyorum, gitsinler, ama bir şartla, eğer başkan seçilemezse yasal sınırlarına çekileceğini kabul ederse, yok yok, vaz geçtim, neme lazım, bu aptal %50’nin ne yapacağı hiç belli olmaz.

Niye yana yana 400 mv istiyorum dediğini şimdi daha iyi anlıyoruz, 400 mv olsaymış Türkiye onun babasının tarlası olurmuş, Allah bizi o günden korumuş, ve her iki sınırda da 10-15 oyla kaçırıyor, ucundan yani, şans bizden yana. Kendi konuşuyor mu bu konu hakkında, konuşmuyor bile, köpeklerini konuşturuyor ki öyle bir söz falan vermek durumunda kalmasın, yasal sınırlarına çekileceğine dair, keni için bir şey istiyorsa namert, hepsi bizim için.

***Dün artık dayanamadı ve topa o da girdi, milletim istiyor dedi, devletin adı ne zaman millet oldu, devlet bahçeli ya adı, millet gelmiş kulağına başkanlık istiyoruz mu demiş, alttan güreşiyor, baktı üstten dayatamıyor, 400 ü yok, ne yapsın, olsa seni beni mi takar, sevimlilik yapıyor aklınca, esnafa gitmiş, adam kolunu sallamış, ilk gün adamın adı yaşlı adamdı, beyaz sakalına istinaden, ikinci gün esnaf oldu çünkü 64 yaşındaymış, çünkü rte miz de artık 62 yaşında, saç, baş boyanınca hala genç oluyorlar tabi, adama yaşlı demek rte ye de yaşlı demek anlamına geleceği için adamın adı bir günde yaşlı adamdan esnafa dönüştü, rte kim yaşlılık kim.

***Nasırına basmaya gör, hemen viyaklıyor, gerçek moduna geçiyor, kasımpaşalı recep, kılıçdaroğlu başkanlık meselesine resti çekince hemen göstermiş kasımpaşalı recep yüzünü, “Kılıçdaroğlu Yenikapı ruhuna bir şeyler söylüyor. Sen olsan ne olur olmasan ne olur” dedim ya kılıçdaroğlunu adamdan bile saymıyor diye, haksız mıyım yani, uyanık ya, başkanlığa söylüyor demiyor, yenikapıya dedi diyor, millet uyanmasın başkanlığa karşı olduğuna.

Şu an için görünen tek gerçek muhalefet hdp, ben hdp li değilim, desteklemem ama gerçek muhalefeti onlar yapıyor, selahattin demirtaşı chp ye mi devşirsek, chp nin söylemesi gerekenleri o söylüyor, hem o da genç, ciddi değilim, son konuşması bu adreste, http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/616129/Selahattin_Demirtas_tan_Devlet_Bahceli_ye_sert_sozler.html

***Palamutbükündeyken kahvaltı ediyorum, 2-3 masa daha var kahvaltı eden, bir kız bir oğlan büyümüş çocuklu ailenin masasında kız konuşuyor, 23-25 yaşlarında, hemen yanımda duyuyorum, “madem ki hayatını anlatmak istiyor, insanlara örnek olmak istiyor otursun internette yazsın, blog açsın, niye kitap yazıp işi paraya döküyor ki” diye ve benzeri şeyler söyledi, internet, blog falan diyince ucu azıcık bana da dokunuyor, merak ettim,, kimden bahsettiğini sordum, nejat işler dedi, adını duyunca bunalımdadır dedim direkt, bunalım munalım işin hikayesi tabi, kız haklı, bu da bir tür hırsızlık, ahlaksızlık, herkes paranın yolunu biliyor, öğrenmiş, mesut yar daha bir iki yıl önce zayıflama kitabı yazdı, şöyle yapın, şöyle biber yiyin, acı biber yiyin, yine kilo almış, deniz akkaya ve seren serengille magazin programı yapıyormuş, sabahları, dün gördüm, ama artık bıraktı, orada gördüm, gördüğüm gün bıraktı, ne oldu o hikayeler, hikaye oldu, millet paranın yolunu öğrenmiş, kitabı bas kap parayı, bul karayı al parayı, aynı ve bilinen şeyleri tekrar tekrar yaz, paralar cukka, enayi avı.

Alan razı veren razı ise bana ne tabi de, öyle olmuyor işte, kadının yarım akıllısı makbuldür, her şeye evet diyeni, her şeye aptal aptal sırıtanı, kafasına vur ekmeğini al olanı, kedi, köpek seveni, bendeki biraz fazla geliyor işte, tutamıyorum kendimi, ondan, söyleyiveriyorum işte böyle pattadanak. Nerede haksızlık, ahlaksızlık ben orada, sonno, sonno zorronun songüle uyarlanmış hali oluyor, ne diyordu sihirli dadı, beni istemiyorsanız ama bana ihtiyacınız varsa ben kalırım, beni istiyorsanız ama bana artık ihtiyacınız yoksa ben giderim, aynen öyle, ekd başkanlığına atadım da kendimi, ondan, ekd mi, ekd enayileri koruma derneği oluyor, tek üyesi ve başkanı benim, bir nevi amme hizmeti, şimdilerde sosyal sorumluk projesi de diyorlar bu tip şeylere, gönüllü yani, gönülden gönüllere, dünyayı “bizler” kurtaracağız.

Hüseyin yayman ın bile başkanlık adı altında bir kitap dolusu şey zırvaladığı bir ülkede ekd bütün işlevini yitirir, o kadarını ben bile koruyamam, isteyen istediğini yazsın, bu fıttırmışlık ortamında, başkanlık üzerine edilecek o kadar lafı nasıl ve nereden bulmuş acaba, erdoğanın bile başkanlık edebiyatı 3-5 laf üzerine kurulu, okusa o bile şaşar, kıçının kılının yazdıklarına, bir yıldır, yani mv olalı beri hiç görünmüyor ortalıkta, derdi mv olmakmış demek ki.

***Birce akalay, ebru şallı, seda bakan, seren serengil, bu isimlerin bir ortak noktaları var, alın açıklığı, saç ön kısmının çekilen fönler nedeniyle dökülmüş olması, sıkı bağlamak ta etkili olmuş olabilir amaasış etken fön, olduğu olacağı cansız bir saç teli, çek çek nereye kadar dayansın, bunlar sadece dün gözüme çarpanlar, gördükçe ve aklıma gelirse eklerim, lepiska saçların hazin sonu, saçsızlık, mesleki deformasyon, şöhretin bedeli.

Ayça bingöl ün de öyle, şevval sam ın da, ceyda düvenci ye de baktım, onun saçları normal hizasında, açık ama çok açık değil, sonra eski fotoğraflarına baktım, onun alnı da açıkmış, kapattırmış, artık ne yaptırdıysa, saç ektirme vs. Bu sene tv de çokça kahküllü var, neden bu kadar arttığı ve o kahkülün ardındaki sır bizim için bir sır. Birce akalay da bu son dizisinde kahküllü.

***Bahçeli türkiyenin yeni bir toplum sözleşmesine ihtiyacı var demiş, satılık olduğunu, akp ye satıldığını biliyorduk zaten, bu durumda +40 mv daha var akp nin, yani referandum cepte keklik, hakkımızda hayırlısı, umalım da bu 15 temmuz oylarını artırmak yerine azaltmış olsun.

Bahçeli bun ilk söylediğinde, ya sınırlarına çekilsin ya da mesele meclise gelsin dediğinde kılıçdaroğlu da meclise bir gelsin bakalım derken “meclise geldikten sonra meseleyi nasıl olsa bahçeli halleder mi demek istemişti yoksa her halükarda onu geri teptirirz mi” bunu hala çözebilmiş değilim. Sana inanmıyorum kılıçdaroğlu, senin gerçek anlamda bir chp li olduğuna inanmıyorum, ve bu inancımı destekleyen tek etken de kendinsin.

Ankara  valiliği terör gerekçesiyle 30 kasıma kadar gösteri ve toplantıların yasaklandığını açıklamış, 30 kasıma kadar neler var, 29 ekim cumhuriyet bayramı var, 10 kasım var, yasaklama tam zamanında yani, birlikte kutlayamazsak ayrı ayrı kutlarız, maçlardan sonra ne yapılıyorsa bizde onu yaparız, biz maç sonlarında çok dinledik kornaları, bundan sonra da bizi dinlerler artık, çıkarız yollara, basarız kornalara, o da yasak değil ya! Bizi durdurabileceğini mi sanıyor düdük, sesimizi yer, gök, su dinlesin, sert kornalarla her yer inlesin, inlesin.

Gıdanın enflasyon sepetindeki dağılımı 2010 da %28, 2016 da %24 olmuş, 2017 de ise %20 olacakmış, ayarlama yapıyorlar, ceplerimizde değil ama rakamlarda, ayarlama ayarlamadır, sonuçta ne kazanıyorlar, enflasyon rakamları düşmüş oluyor, ama lafta. serdar cebe böylece enflasyon rakamda da olsa kontrol altına alınmış olacak dedi, arada taşı gediğine koymayı seviyor, huylu huyundan vazgeçmezmiş. Millet gıdaya çalışıyor, gerisi fasa fiso, sırf gıdayı baz alsak enflasyon kaç çıkar acaba,  son on yılda icra dosyaları 4 kat artmış, refahtan değil herhalde, borçtan, 2015 te 15 milyon olan icralık dava dosyası bu yıl, 2016 da 23 milyon olmuş, bir yılda neredeyse iki katı, yarısından fazla artmış, hangi refahtan bahsediyoruz.

***3 ay sonra, şubat ayında bizler.bizi yazmaya başlayalı 7 yıl olacak, 7 yıldır yazmadığım gün sayısı yok gibi, çok istikrarlıyım, 2010’da başlamışım yazmaya, bitmeyen bir derdim için yazmaya başlamıştım, o derdi derdest ettim, bitti, gitti, canı cehenneme, geçen son 3 ayın ortalama günlük giriş rakamları 170, 190, 160, o da benim gibi oldukça istikrarlı yani, 5 yıl öncekinden bir farkı yok, 5 yıl sonra da çok farklı olacağını sanmıyorum, o sayının içinde spamlar var, rasgele girişler var, belki benim girişlerim bile var, elesen ikili rakamlara rahatlıkla düşer, tekli rakamlara iner mi bilemem, ama çok umurum değil, o sayı hiç olmasa ben yine yazarım, benim eğlenceliğim burası, kendi yarı kapalı cezaevimdeki açık hava alanım, beni oyalıyor, meşgul ediyor, bir amaç veriyor, tutunacak bir dal belki, ben burada olmaktan mutlu, mesutum, siz de mutlu mesutsanız sorun yok benim için, kendi çapımda eğleniyorum işte, çapımı da küçümsediğimi sanmayın, çapımdan da memnunum.

O 7 yıl boyunca öyle çok ve gerekli, gereksiz şeyden bahsetmişim ki googlea en alakasız şeyi yazan bile beni buluyor, bu konuda üstüme yok, internet üzerindeki yazı rekoru bana ait olabilir mi acaba, neden olmasın, maskon’dan paramızı geri alabilir miyiz demiş mesela biri, temmuz ayında, ben maskon nedir onu bile bilmem, yani o zaman, şimdi biraz biliyorum, fetö ve para ilişkili, fazlasını bilmeme gerek bile yok, damla sakızındaki vitaminler demiş biri, bilmem ki ne desem, bu kadar aşırı bilgili değilim, bu ay biri çocuğum saplı şeker yuttu demiş, bir zamanlar yazmıştım saplı şekerler için yutma tehlikesi olabileceğini, inşallah kötü sonuçlanmamıştır, bir başkası amonyaksız boya saçıma hiç renk vermedi demiş, ben de aynı dertten muzdaribim, kuaförlerle cebelleşmekten sıkılınca, iila ki boyanın içine kötü kokan, yani amonyaklı bir şey karıştırıyorlar, rengi kafalarına göre yapıyorlar, kendim boyadım iki seferdir, inoa  boya ve inoa oksidan ile, kuaförün onda bir maliyetine geldi, oldukça karlı, nerdeyse hiç kokmadı, sıfıra yakın, ama açık renkleri beyazları kapatmıyor, 8 numara olan, 7 numaraya doğru inmek gerekecek galiba, ben o kötü koku konusunda çok hassasım, amonyak kokusu yani, kabusum, ama hangi boya olursa olsun saçın volümünü azaltıyor, hacmini yani, ve kafa derim kazınacak gibi kaşınıyor günlerdir, kaşıdıkça dökülüyor saçlarım, topyekun vazgeçmek çok daha iyi, beyazsa beyaz, bilemiyorum, şu anda bunu düşünme arifesindeyim.

***1,2 gün önce kızım o rusya hep kötüymüş herhalde dedi, neden dedim, tarihte de bütün devletler ona karşıymış dedi, sonra anladım meseleyi, lise 2 de, bu yıl uluslararası ilişkiler diye bir ders koymuşlar, asıl adı siyaset bilimi olması gereken, adı masum, kendi hiç masum değil dersin, o derste bu tür beyin yıkamalar yapıyormuş hoca, tarih hocası, imam hatipten devşirmedir kesin, 15 temmuz ve şehitlerini övüyormuş, tayyip propagandası yapıyormuş yani açıkça. Ama hala en çok hz. muhammedin hayatı dersinden ve din dersinden çok sıkılıyor, ayetleri inceden inceye işliyorlarmış din dersinde, tefsir mi diyorlar o işe, zavallı kızım, ne çekiyor, oğullarımın zamanında yoktu bu zırvalar, yüklendikçe yükleniyorlar çocukların üstüne.

Dün nurselin mutfağında iki kız kardeş vardı, ikisi de yetişkin ve evli, abla olan kapalıydı, bildiğimiz tesettür derecesinde, kız kardeşi sıfır kolu bir bluz giymişti, açıktı, biz buyuz işte, isteyenin istediği gibi yaşadığı ve birbirini ötelemediği, itelemediği, kırmadığı bir ülke, bu işi bir savaş haline getiren ise akp den başkası değil, bir gün o abla başını açabilir, kız kardeşte kapanabilir, bu onların birbirine olan ilişkisini değiştirmez, bu onların kendi bilecekleri iş, kişisel meseleleri, birinin dayatması değil, bu yüzden o iki kardeşin düşman olmaları mı gerekiyor?

***Kanbersiz düğün olmaz, gelelim şu kürk mantolu madonna meselesine, geçen gün bahsi geçti bizde de, semerkanttan bahsetmiştim ya, o esnada, yani ondan konuşurken kızım kürk mantolu madonnayı da alıp okuyacağını söyledi, ha, ben biliyorum o kitabı dedim ama duymuşluğum var anlamında, sabahattin alinin olduğunu, hangi madonnadan bahsettiğini bildiğim falan yok, şimdi öğrendim tabi, funda özkalyoncuoğlunu yürekten koruyor ve sahip çıkıyorum, yo, sevdiğim ve beğendiğim bir kadın, bilinen pek çok kadının üstünde bir yerde, benim nezdimde, nokta, kürk mantolu madonnayı bilmemişte çok mu iş olmuş, hatta buradan adım alarak yeni bir tartışma konusu bile açarım, yazılan her kitap bilinmeyi, okunmayı hak eder mi, veya tiyatro, veya sinema, hepsinin iyisi de var bir o kadar kötüsü de, okumadan, izlemeden anlayamayacağımıza göre ayırdığımız zamanı riske ettiğimize değer mi, hadi cevaplayın bakalım.

Bu konudaki ilk hüsranımı cevdet bey ve oğulları ile yaşamıştım, ben liseyi bitirdiğim yıl yeni çıkmış, en iyi arkadaşım bana hediye etmişti, okuduktan sonraki hüsranımı çok iyi hatırlıyorum, cevdet bey ve oğullarını okumak bana ne kazandırmıştı, hiçbir şey, bir daha orhan pamuk okumadım, elif şafak için kara sütü biraz karıştırmam hakkında hüküm vermeme yetti, onu da okumadım, hiçbir kitabnı, şu cehaletime bak sen, üniversitedeyken satış rekorları kıran bir kitap vardı, herkes okuyor, ben de aldım okudum, saçma sapan bir kitap, hatta geçen gün yine karıştırdım, baş kısmını, yine saçma sapan olduğuna hükmettim, daha ileri sayfalarda daha açık saçık şeyler olmalı ki, ki unuttum, hatırlamıyorum, o zaman kitabı benden alıp okuyan basma kafalı biri bana sapık gözüyle bakmaya başladı, hatta o kitabı okuduğum için, bulundurduğum için sözle beni yargıladı, ben yazmışım gibi, hiçbir kitabı alıp okumadan içeriğini bilemezsiniz değil mi, aman, nereden nereye şimdi, hatırladığıma değmez, beyinsiz, hala öyle. 

Farzı mahal, ağzı, eli bir dolu laf yapan insan var, bir deli bir dolu laf üretti bir kitap dolusu şey yazdı diye onu bir yerlere koymak, onun yazdıklarını okumak için ömründen günler ayırmak akıl karı mı, yaşadığı dönemde değeri anlaşılamayan, tanınmayan pek çok büyük sanatçı var, orhan pamuku, elif şafakı genç yaşlarında keşfeden ve onları büyük sanatçı olarak payelendirenler kimlerdir, yoksa bunun da bir üst akıl sistemi mi var? Orhan pamukta, elif şafakta benim göremeyip o üst akılın gördüğü şey ne? Veya benim görüp onların göremediği. Çok lafa da gerek yok sanırım, orhan pamuğun kitaplarının çalıntı olduğu açıklandı, elif şafak ta fetonun geliniymiş, bir üst akılları var yani.

Şu aaa, ooo edenlere de ben şaşıyorum, benden de onlara bir aaa, oooo, bir kere kitap okumak maliyeti olan bir şey, bedava dağıtılmıyor kitapçılarda, en ucuzu 20 lira, benim öyle bir param yok mesela, kitap için ayırabileceğim, param ancak yaşamama yetiyor, pek çok insanın olduğu gibi, hadi onu da geçelim, her evi bir kütüphaneye mi dönüştüreceğiz, nerelere sığdıracağız o kitapları, taşınma halinde o kitapların külfetini, işini kim çekecek, son 25 yılda 8 kez taşındım, ortalamada 3 yılda bire denk düşüyor, her taşınmamda oradan oraya sürükledim kitapları, hiç akıllı işi değil, yani fazladan param olsa da gidip gidip kitap almam, açıkçası bu, tek derdim kitap sanayini mi zengin etmek, o işin de bir tröstü var sonuçta, boş versene, hatta almak bir yana atmak daha da haz veriyor bana, fazladan bir yükten kurtulduğumu düşünerek, olduğunda da almadım zaten, bir giriş çıkışta milyarları çok yatırdığım oldu avm lere, aldıysam çocuklarıma aldım kitap, okuyacak vaktim de yoktu zaten, onları da bu son taşındıktan sonra torlayıp toplayıp kızımın eski okulunun önüne bıraktım, okul kapalıydı çünkü, zor taşıdım arabadan okulun önüne kadar, sonrasını bilemem.

Kızımın kafasına göre kitap alma özgürlüğü yok mesela, öncelikle abisi okulunun kütüphanesine bakıyor, oradan getiriyor, eğer bulamazsa o kitap alınıyor, kürk mantolu madonna, ondan haberim vardı, ve ahmet ümitin bir kitabı alınmış bu arada, ahmet ümitin kitabı işi biter bitmez atılacaklar listesinde mesela, kendi hayatı olduğunda alsın, istediği kadar yükünü çeksin, ben çekmem, atarım. Niye bu kütüphanelerden ödünç kitap alma işi unutuldu onu da anlayabilmiş değilim, üst akılların işi, alın, alın, alın, sizin olsun, sizin olsun, sizin olsun, beyinler yıkanıyor, her türlü.

***Bahçeli baklayı ağzından çıkardı, derdi cb ayar çekmek değil, yüzde yüz destek vermekmiş, bahçelinin ardından çıkıp konuşan, destek vereceğini söylemedi diyem mhp başkan yardımcılarını bir kez daha konuşmaya davet ediyoruz bu durumda, yüzde onun altına düşeceğini gören bahçeli akp simidine tutundu, bukalemun bahçeli, bütün milletini sattı, referanduma gidilmesi cepte keklik, o bir şey değil, referandum da cepte keklik, akp ve mhp seçmeni birleştiğinde, birleşirlerse yapabileceğimiz bir şey yok, tam oyuna getirdiler bizi, yere bakan yürek yakan bahçeli, ne pazarlıklar döndü acaba arkada, bahçelinin arkasında duran bütün mhp mv suratına bir tükürmek lazım, meral akşener cephesinde neler oluyor, olacak onu bilmiyoruz tabi. Sağ merkez ve sol merkez bu defa tamamen birbirinden ayrılmış oldu bu son durumla beraber, yüzde altmış, yüzde kırk, son seçimlere göre tabi, 15 temmuzun neleri değiştirdiğini bilmiyoruz, olumlu, olumsuz.

Gösteri ve yürüyüş yasağına 29 ekim ve 10 kasım dahil değilmiş, iyi bari.

***”Her şeyi, herkesin anlayacağı gibi söylerdi. Karmaşık, şık ifadelerle yazılmış fikir yazılarından nefret ederdi. “En büyük faşist bunlar” derdi. Seçkinci entelektüellerden uzak dururdu.” Öümünün ardından sayın Ünsal Oskay için oğlunun söylediklerinden kısa bir bölüm, 2009’da söylenmiş, benim de bundan rahatsızlık duyduğum zamanlar oluyor, başkalarını okurken yani, bakıyorum temelinde aynı şeyleri söylüyoruz ama onun söylediğini anlamak benimkinden çok daha zor, anlaşılır olmak ilk gözettiğim şey, sadece kendim için yazmadığıma göre, yazmadığımıza göre, körlerle sağırlar birbirini ağırlara dönmemeli iş.

***1,2 gündür yazmadım, siyasette değişen pek bir şey yok, aynı hırgür, bahçeli, konaklı ve sonunda saraylı olacak olan efendi mecliste destekleyip meydanda karşı çıkacakmış, ne demekse, onun kafası benimkinden de karışık, kılıçdaroğlunda biraz canlanma var gibi, göreceğiz bakalım, trabzonda epilasyon merkezinin broşürünü dağıtanlara dinimizde yeri yok diye saldırılmış, ateş edilmiş, yoldan geçen 4 kişi yaralanmış, bağnazlıkta son noktaya gelinmiş artık, şiddet her an her yerde, gözünün üstünde kaşın var demek yeterli insanları ateşlemek için, manisada 3,5 yaşındaki ırmaka olanlar konusunda yazmayacağım, mide bulandırıcı.

Deniz akkaya ve seren serengil magazin programı yapıyorlar, yüzlerine yapılan uygulamalardan her ikisinin de  yüzünde mimik yok, ifade kalmamış, bir o kadar da makyajla örtülünce robot insanlar gibiler, birde metalik ses koysak uzay yolunu izlemiş gibi oluruz onları görünce, halbuki daha geçen sezon aramızda kalmasındayken ne kadar güzeldi deniz akkaya, bu yıl her neler yaptırdıysa kendini berbat etti, üst dudağı bir metre havada duruyor mesela, seren serengil zaten destan yazıyor ekranda, yıllardır çıkmadı, çıkabilmesi için 34 bedene inmesi mi gerekiyordu, çökmüş avurtları ile evrim teorisindeki ilk insana benziyor aynı, maymun atalarımıza yani, o haldeyken o ekrana çıkmasın, çocuklarımıza, gençlerimize kötü örnek oluyor, biraz kilo alınca gelsin, o ne öyle, şam şeytanı gibi, kendini güzelleşmiş falan mı hissediyor acaba, çok ilginç, eski hali çok daha güzeldi, bir mide ameliyatı furyasıdır gidiyor, sağlıklarını hiçe sayarak, birde bütün gün ondan bahsediyor, yok yemem lazım, yok kilo almam lazım, yok bilmem ne, milletin kafasına kazıyacak iyice, ameliyattayken beynini de almış olmalılar çaktırmadan.

Bir dizi buldum kendime izlenebilecek, sonunda, izleyeceğim, bana sevmeyi anlat, dün 8. bölümüymüş, akışı, konusu, senaryosu, üslubu, oyuncuları hepsi dolu dolu, çok beğendim, sadece kemal doğulunun konuşmaları biraz anlaşılmıyor, ama oyunculuğu onu örtüyor, ilk defa izliyorum onu, onu  dışında mükemmel diyebileceğim bir yeterlilikte yapılmış bir dizi, hiçbir abartı yok, hiçbir konuda, abartı denince aklıma babam ve ailesi geliyor tabi, izlemedim, hayatta izlemem, onun oyuncu seçimi de hiç iyi değil mesela, çok özensiz, toplama gibi, bana sevmeyi anlatta oyuncular çok iyi seçilmiş, hepsini bir yerlerden tanıyor ama çıkaramıyorum, ama hiç katıksız hepsi iyi işinde, kostümler iyi, iyi seçilmiş, yüksek sosyetedeki gibi bir bölümü bir konu, bir kıyafet ve bir makyajla geçmiyorlar, artık onu izlemem, bunu buldum ya, sıkılmıştım zaten, agucuk gugucuk hallerinden, konusu da yok, bana haftada bir dizi yeter, fazlası baş ağırtır, yüksek sosyetenin son bölümünde abla begümün havuz başındaki mayokinili görüntüleri tekrarında silinmişti, yayınlamadılar, nedense, bana sevmeyi anlatın yönetmeni kadın, her halinden belli zaten, mesude erarslan, birde senaristine bakayım, deniz akçay mış, o da bir kadın, dizinin her halinden belli zaten, her şeyi kadın kokuyor, daha önce de pek çok dizi yazmış deniz akçay, ayrılsak da beraberiz, şöhret, gecenin kraliçesi, acı aşk gibi, mesude eraslan da intikamın, asmalı konağın yönetmeniymiş, ama bu dizisi hepsinin üstünde olmuş. yönetmen de senarist te şimdiye kadar yaptıkları işlerin en iyisini yapmışlar, çünkü eski işlerini de biliyorum az çok, intikamı izledim, şöhreti izledim, karşılaştırabiliyorum, biraz geç başlamış olsam da izleyeceğim, internetten ilk bölümlerini de izlerim.

Demek ki neymiş, yalıya 130 bin lira kira ödeyince iyi dizi yapılamıyormuş, veya bütün parayı asıl oyuncuya çakıp, ki burada o kişi ayça bingöl oluyor, diğerlerini ucuza önüne geleni toplamakla da iyi dizi yapılmıyormuş, ayça bingölü ben de severim ama bütün bir diziyi de bir ayça bingöl için izlemem doğrusu, zaten izlemiyorum da, zaten öyle bir geçer zaman ki de de sadece o yoktu iyi oyuncu olarak, geneli iyiydi, o iyilerin arasında olduğu için daha da iyi göründü gözümüze ayça bingöl, iyi dizi görmek istiyorlarsa babam ve ailesini yapanlar oturup bana sevmeyi anlatı izlesinler.

Oyunculuk bir iş, bir meslek, eğitimi şart değil ama içten gelen bir dürtüsü, yeteneği şart, kendimi, kendimden farklı olmayanı göreceksem oturur aynaya bakarım, dizi niye izleyeyim, farklı bir albenisi olmadıktan sonra, önüne geleni sen, sen diye seçmekle dizi yapılmaz, yapılmayacağı da ortada, kısmetse olur gibi ev içi evlenme programlarına bile güzellik, yakışıklılık kriteri ile eleman alıyorlar, eleman diyeceğim, ne diyeyim başka, dizilere yoldan geçeni, olacak iş mi?

Bülent inal, bir zamanlar yakışıklıymıştır belki, ama şimdi değil, başrolde ne işi var, bodrum masalındaki erkek, şevval samın kocası rolünde olan, yakışıklı ama oyuncu değil, yok mu bunun bir ortası, neyse, say say bitmez bu liste, bari kısa keseyim, bu ve bunun gibi yani.

Dizi, film, ne izlersem izleyeyim bunda en çok sevdiğim şey konuşmalarda, akışta bir zeka pırıltısı, söz oyunları görmek, bana sevmeyi anlat ta bu fazlasıyla var, şöhrette yoktu ama, o günden bugüne çok aşama kaydetmiş deniz akçay, eh, on yıl oldu şöhret oynayalı.

***Ertesi gün de, yani bugün, kalbimdeki denizi izledim, o da hiç fena değil, ne olmuş bu foxa, ilk kez fox izliyorum, şimdiye dek hiç izlemedim, hep önyargılıydım foxa karşı, ilk defa beni yanılttı. Ama bana haftada iki dizi çok gelir, hiç aynı sezonda iki dizi izlemedim, ama artık film izlemediğime göre bu durum değişebilir, çünkü izleyeceğim film kalmamış, ne var ne yok izlemişim piyasadaki filmleri.

Bir kanıya vardım, dizi şirketleri dişçiyle anlaşmış ve bütün oyuncularının dişlerini beyazlattırıyorlar, hepsi anadan doğma beyaz dişli değil ya, dişi beyaz olmayan yok, bütün dizilerde öyle, güzel görünüyor ama, temiz temiz.

***Şu denizlideki tuvalet konusunda denizli belediyesini, merkezefendi belediyesini defalarca aradım, ruhsatı olduğu için bir şey yapamazlarmış, internetten yazdım, bir cevap yok, daha fazla yapabileceğim bir şey yok, denizlililer düşünsün artık gerisini, benden bu kadar, burada olsa uğraşırım ama buradan oraya yapabileceğim bu kadar, denizlililerin ayıbı, onlar düşünsün, denizlililere buradan duyrulur.

***Evim yokuşta, sıkı bir yokuş, bir iki kez yürüyerek çıkmayı denedim, artık denemiyorum, geçen yıl oğlum bırakıyordu kızımı okula, bu yıl saatleri çakışmıyor, servisle gidiyor, servisçiler aşağı inip çıkmak istemiyorlar, yokuşun başında bırakıp başında almak istiyorlar, bir kız daha var burada oturan, ikisini götürüp getirmek istemiyorlar, servisileri yöneten adam ve kadınla keşif turu yaptık bu sabah, yokuşu, kadın yol boyu aaa, ooo, buradan araba çıkmaz, araba geçmez diyip durdu, geri okula geldiğimizde kadına arabalara kıyamadınız, çocuklara kıyabildiniz mi dedim, cevap veremedi, adam arabanın dingili kırılsa üç bin lira diyerek açıkladı durumu, bakacağız artık başımızın çaresine, toku ağırlamak zor, kimsenin minneti yok paraya anlaşılan, para gelsin ama kolay yoldan gelsin, evim okula 500 metre ya var ya yok, o yokuştan sonrasını on dakikada yürürsünüz, o yokuşu çıkan o yolu zaten yürür, üstüne 200 lira niye vereyim her ay, buradan, yani incekten, sincana, etimesuta öğrenci götürmeye razılar ama yokuşu inip çıkmaya razı değiller, hayret bir şey, ne yapacaksak, abisiyle 40 dakika erken çıkacak artık, başka yolu yok.

Onların yanından ayrıldıktan sonra spora gittim, kadın duştan çıkmış, rapunzel saçlarını tutmuş çöpün içine sıkıyor, bir tarafında klozetler var, diğer tarafında lavabolar, söyledim, bu daha mantıklı geldi dedi, akan saçlar lavaboyu tıkarmış, çöpün poşeti varmış, demedim artık evinde de çöpe mi sıkıyorsun diye, o poşet delinebilir, delik olabilir, onu temizleyen de bir insan diye, mantıklı kadına, herkesin mantığı kendine göre çalışıyor olmalı, servisçinin, benim, o kadının, mantıklar silsilesi.

Servisçinin biri çocuğun çıkamadığı yokuşu araba nasıl çıksın dedi mesela, o da bir mantık, reisimizin mantığına baka baka mantık anlayışımız da ters yüz oldu anlaşılan, genel geçer mantığın yerini kişisel mantıklar aldı, “o senin mantığınsa bu da benim mantığım, sen benimkini kabullen, ben seninkini niye kabulleniyormuşum ki” devrine geçiş yaptık topluca, bugün liselilerin buluş yaptığı bir haber üzerine serdar cebe büyükler kavga ediyor, küçükler çalışıyor dedi, şu geldiğimiz noktada bırakın kişiliksizliklerini, hiçbirinin zekası bu ülkenin performansına, ambiyansına yakışmıyor, yeterli gelmiyor, cidden yazık oluyor bu ülkeye.

*Burada oturan bir kız daha eklenmiş servise, artık mızırdanmazlar aşağı inmek için, yani umarım, mantık durumlarına uyarsa tabi, +200=600 mantıklarının böyle çalıştığına her bahse varım.

***Anne yi de izledim, dizilere sardım bu ara, seçimim tabi ki bana sevmeyi anlat, eski bölümlerini de izliyorum bu arada, her şey daha çok yerine oturdu, yedinci bölümden başlayınca çıkamamıştım içinden, 7 ve 8’i izledim ilk, 7. bölüm özeti ve 8. bölüm, anne deki kız çocuk oyuncu eski izlenimlerimden abartılı geliyordu, değilmiş, bildiğin 6 yaşında oyuncu, biraz yavaş akıyor konu, senaryo, çin, japon gibi menşeili, bir uyarlama imiş, bakalım daha neler olacak, bakar mıyım bilmiyorum, ama ilk bölüm iyiydi.

***Yukarıda mide ameliyatlarından bahsetmiştim, ünlülerin, gaziantepte 46 yaşında bir kadın mide ameliyatından 9 gün sonra ölmüş, gaziantepten istanbula mide ameliyatlarını anlatmaya gelen o ameliyatı yapan doktoru kadının kızı o toplantıda sözleriyle taciz etmiş, gaziantepten istanbula gelip müşteri kızıştıryorlar ahlaksızlar, insanların sağlıkları oynamaya hiç utanmıyorlar mı? Nerende bir marazın var ise oranın bir müşterisi, alacaklısı var, yeter ki düşme ellerine, sömür sömürebildiğin kadar.

***Tesir, cihet, dimağ, tezahür, beşer tecessüsü, yeis, nispet, muvakkat, nikbin, aksederek, bu sözcükler kürk mantolu madonnanın ilk iki sayfasından kızımın anlamını bilemediği ve bana sorduğu sözcükler, bu reklamla satışı epey artmış olmalı ama alanlar hüsrana uğrayacak anlaşılan, 40+ için kolay iş, ama -40 için zor iş, ama durum vaziyet böyle ise okumak beni bile sıkar, yani kızım kitabı bitirene kadar işim var. Benim açıklamamak gibi bir seçeneğim yok ama onun sormaktan bıkıp kitabı okumayı bırakması gibi bir seçeneği var neyse ki, bu da bir umut, bir sözcüğün anlamını bilmekle anlatmak, açıklamak arasında çok fark var, zorlanıyorum çoğu zaman, bir deneyin bakalım yukarıdaki sözcükleri açıklamayı, içinizden değil ama, konuşarak, bazıları zor oluyor.

***Şimdi merak ediyorsunuzdur, mutlaka, vatanım sensin i de izledim mi diye, izlemedim, hem baş rol oyuncuları ilgimi çekmiyor hem de savaş ve sefalet görmek istemiyorum, yeterince görmüştüm, o nasıl bir ad öyle, vatan bir insan olabilir mi, vatan ile bir insan eşdeğer tutulur mu, saçmalık, vatanla dalga geçer gibi, vatan en kutsalımız değil mi bizim, vura vura aşağı indirmeye çalışıyorlar dokunulmazlarımızı, akıllarınca çaktırmadan.

Bana sevmeyi anlat ve aşkları tam gaz devam ediyor, leyla, alper aşkı, haşmetin leyleya olan aşkı, cananın haşmete olan aşkı, engin, ezgi aşkı, burak, eylül aşkı, aşıklar kervanı. Kadın adama aşık, adam o kadının kızına, nereye varır bu iş hiç belli değil, çok kritik bir durum, karışık iş. Ahlaklı mı, değil tabi, anne ve kızı aynı teraziye koymak, ama dizi işte, gerçek değil ya gözüyle bakılıyor, bakıyoruz, belli bir yere kadar, onu irdele, bunu dışla hiçbir şey izleyemez olursun öyle olunca, benim gibi, her şeyi görme geç, ama görünüş olarak ta ana kızını bastırır durumda, dolunay soysert, seda bakanı ezip geçiyor sexapeliyle, fena halde kadın, güzel kadın. Gel de yanma, geçip giden hayata, yazık değil mi o yıllara, gel de içme böylesi dünyaya, geçen ömre gel de ağlama, ne boşa geçmiş yıllarım, bir hödüğe, mala, insan bile olmayana bağış olarak.

Biz dizilerden dizi beğenirken trt dizileriyle iyi beyin yıkıyor, izleyeni varsa tabi, geçiş bile yapmıyorum trt den, tesadüfen açıldı geçen gün, müslüman genç kızın bilmem nesi, tam adını unuttum, konulu panelde kitabını imzalayan kapalı yazar kadın başı açık genç kıza esin kaynağı oluyor, genç kız mutlu, mesut adımlarla ayrılıyor panelden, mutluluktan uça uça, hey gidi günler hey, nereden nereye trt, yerlerde sürünüyor.

***Musul da kükürt yanıyor, ışid yaktı, inadına ışid demeye devam edeceğim, dilime diğer ad gelse bile ışid diye düzeltiyorum, o ışide ışid demiyor diye ben de mi demeyeceğim, ne münasebet, bütün kanallar diyebilir, ben demeyeceğim, kanallar onun yalakası, ben değilim, olmam için de bir nedenim yok, yangının  burada asit yağmuruna dönüşeceği düşünülüyor, doğrudur, dün 29 ekimdi, okullarda çocukların gitmesine rağmen törenler iptal edilmiş, yağmur sebebiyle, yine bir bahane buldular yani, gerçi bu seferki ciddi bir bahane, eskişehir yolu kızılay, ve dolayısıyla anıtkabir yönü yol kapalıymış, konya yoluna kadar açıkmış, sonrasında konya yoluna veriyorlarmış yolu, ellerinden geleni artlarına koymuyorlar yani, açıktan açığa cumhuriyete karşı olduklarını ilan ediyorlar cumhuriyetin onlara verdiği yetkilerle, pislikler, pislikler sözü az tabi onlar için, siz en beterlerini söylemişim gibi farzedebilirsiniz, az gelir o, yine söndürmeye çalıştılar, çalışıyorlar cumhuriyet ışığımızı, ama kimsenin geri durmaya, sinmeye niyeti yok, o, onlar bastırdıkça direnç daha da artıyor, kim derdi ki sevinçle kutladığımız bayramlarımızı arayacağımız günlere geleceğiz diye, hemde bu kadar kısa bir sürede, ben evdeydim, çıkmadım, kızımın arkadaşları geldi, iki kız arkadaşı, onları ağırladım, yani onlara hizmet ettim, cumhuriyetimizin kızlarına, birlikte sohbetler ettik, yedik, içtik, akşam olunca gittiler, kızım da beni sevdi, öptü, okşadı, memnuniyetini dile getirdi, bu bayram da, gün de bizim için böyle geçti.

Cumhuriyet resepsiyonunda bile 15 temmuzdan bahsetmiş, eşek kafalı, takılı plak, sabah akşam aynı terane, zaten susmuyordu şimdi aynı yerde takılı kaldı, kendim ettim kendim buldum, gül gibi sarardım soldum, eyvah, eyvah, eyvah, ey, tırın tırın tırın, chp katılmamış, iyi bari. 

Diyarbakır belediyesi başkanları tutuklanmış ya, elbet bir gün ankara belediyesi başkanı, başkanları da tutuklanacak, cumhuriyet altında yaşayıp cumhuriyet bayramında o anıtkabire giden, kızılaya giden yolları kapadığı için, o günleri de göreceğiz elbet.

***Binalimiz coşmuş, başkanlık olmazsa türkiye ikiye bölünürmüş. bölünür tabi, istemeyenler ve isteyen aptallar diye, doğru bir tesbit, iki tarafta yaklaşık yüzde elli civarında olduğuna göre tamı tamına ikiye bölünür, ama bir şey değişmez, her halükarda alamazlar o başkanlığı, o diğer yüzde elli bile o kadar da aptal değildir, çünkü, çünküsü şu, başkanlık üniter yapıyla mümkünmüş, ama üniter yapı federasyon demek değilmiş, öyle demiş binalimiz birde, bakla ağızdan yavaş yavaş çıkıyor, bir seferde değil, alıştıra alıştıra, şimdiye dek niye konuşmadıkları, anlatmadıkları belli olmaya başladı, üniter olup federatif olmayan bir sistem, o diğer yüzde elli bile bunun ne anlama geldiğini anlar, hiç boşa merak buyurmasınlar, isteyenler ve istemeyenler ayrımından çok daha farklı bir anlama geldiğini, bunun kapımızda bir kürdistan devleti demek olduğunu, kapımzda bile değil artık içimizde olmayacak olan içimizde.

Hayır, anlamadığım zorumuz ne, niye yok başkanlık, yok üniter yapı, yok federasyon diye kafamızı kurcalayacağız ki, bu sistemin boku mu çıktı, neresinde ne aksaklık, eksiklik var, onu söylesinler bir de anlayalım, kıçlarına yumurta dayanmasının sebebi ne, başkanlıkla yapılabilip bu sistemle yapılamayan ne, bir açıklık getirsinler şu meseleye, onu da yapmıyorlar çünkü ellerinde gösterebilecekleri sabit, tutarlı, akla yatkın bir gerekçe de de yok, ben istedim oldu, iyi, istedin de niye istedin kardeşim, bir anlat, o da yok, istedim işte, oldu canım, ben de vermedim gitti.

***Üniter yapı şu anki yapı biçimiymiş, hangi yaptıkları hırt ki bu olsun, ne yaptılar şimdiye dek bu ülke, bu vatan için, ayrıştırmaktan başka, üniter yapı olmaz başka bir bokluk çıkarırlar, onlarda o kafa olduktan sonra, ben hesaplarını baştan kesmişim onların.

 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *