Press "Enter" to skip to content

Gündem 1ll Aralık’12

***Arınç viagra diyor, uçkur diyor; şeyini şey ettiğimin şeyi diyor; lafa gelince de ?yüzüm kızardı; utandım? diyor; sende utanma olsa bunları der misin; kendi ağzından çıkanların ne olduğunu sanıyor; nalıncı keseri mi? Kadın milletvekili ?vajina? dedi diye ortalığı ayağa kaldırıyor; kendi uçkur diyince bir şey olmuyor; vajina organ da uçkur başka birşey mi? Erkek organı söylendiğinde mübah; kadın organı söylendiğinde günah; kadınlar zaten günah keçisi; ona göre millletvekili olmuş, olmamış ne fark eder; ha evdeki, ha oradaki; evdekini aşağılayabiliyorda oradakini mi aşağılayamayacak; kadın oluşundan vuruyor kadın milletvekilini; neymiş organın adını söylemiş; üstelik kendi gibi amiyane tabirinide kullanmamış; tıptaki adını söylemiş. Cahil bunlar; cahil; zırcahil.
Kürsüde konuşan bir kadın milletvekili için kendi namına anlamlar çıkaran; akla hayale gelmeyen kuruntular yaratan kadın milletvekili değil; Bülent Arınç’ın ta kendisi. O kadın milletvekili eğer Bülent Arınç’a kur yapmak istiyor olsaydı bir karşı partide cephelenmezdi elbette; Bülent Arınç’ın olduğu partide yer alırdı; öyle olmadığına göre ve Bülent Arınç onun babası yaşında ve görünümünde olduğuna göre suç neden kadın milletvekilinde; Aylin Nazlıaka’da aransın? Garip olan Arınç ve Arınç’ın davranışı; Nazlıaka değil. Zaten bütün konuşmaları, yaptıkları bir gaf silsilesinden başka birşey olmayan biri için ”bu defa akıllıca bir iş yaptı” deme salaklığını da yapacak değiliz. Kürsüde konuşan kadınla ilgili hayaller kurmuş olmalı Arınç; ne mutlu ona; söylediklerini dinlemek yerine onu seyreylemeye dalmış; kadın yanı ağır basmış olmalı Aylin Nazlıaka’nın; Arınç için. Ne güzel; ulu devletimizin başlarının canları sıkılmıyor mecliste; ecdadları gibi!
***Arınç yine yeni birşeyler yumurtlamış; ?Gültan Kışanak?ın yerinde olsam bende dağa çıkardım?; Gültan Kışanak dağda değil hamdolsun; bir eli yağda; bir eli balda; her daim fönlü, bakımlı, bulunduğu makamdan da pek bir memnun; Allah bozsun. O zaman için Türkiye?nin pek çok insanı o koşullardan geçti; işkenceler gördü; bu sırf pkklılara özgü bir durum mu? O zaman işkence görenlerin hepsi dağa çıkacak olsa ortada adam diye birşey kalmazdı doğru dürüst; atıyorda desteksiz atıyor Arınç; hep yaptığı gibi; Erdoğan ona ?saçmalayarakta olsa gündemi oyala? diye talimat mı veriyor acaba; ))) Bu kadar sık ve sapıtık saçmalamasına bir anlam veremiyorum doğrusu; gerçekten aptal mı yoksa aptalı mı oynuyor; burası muamma.
***Necip Hablemitoğlu?nun öldürülüşünün yıldönümüymüş bugün; nur içinde yatsın; bir vatan kahramanı; vatansever o.
***Ey millet; başbakanımızın bir derdi var; bu kuvvetler ayrılığından pek bir dertli; derhal kuvvetler ayrılığından ayrılınıp; kuvvetler birliğine geçile; bundan böyle bütün kuvvetlerin başbakanda toplandığı biline.
Padişahlık zamanında olsak bu işin duyurusu bu şekilde yapılırdı sanırım. Bu gidişle padişahlık zamanından bir farkımız kalmayacak zaten; şu kuvvetler ayrılığı meselesinide bir halletsin hayırlısıyla başbakanımız; ondan sonraki ilk işi padişahlığını ilan etmek olacak; yani başkanlığını; yanlış söylemişim. Adamın belini büken bir derdi var; niye görmezlikten geliyorsunuz; bir hallediverin şu işi canım; o da her işini yoluna koysun. Ayıp denen bir şey var; bir el atıverin şu ?fakirin? derdine yahu. Adam sata sata bitiremedi derdini; köprü ve otoyollarda satıldı; gerisi Allah kerim.
Ertesi gün yaverleri piyasada; yok öyle demek istememiş efendim; ne demek istemiş; ?kuvvetler ayrımından rahatsızlığı yokmuş; kuvvetler ayrılığına uyulmamasından rahatsızlığı varmış? Buhan Kuzu?nun yorumu bu şekilde; nasıl böyle bir çıkarımda bulunduğu ise bir muamma; hık mık; çevir kazı yanmasın; dervişin fikri neyse zikride o; adamın gönlünde yatan aslan o; ne yapsın; kaçırıverdi ağzından; boş bulundu.
***Söylemler değişti yine; hep yapıldığı gibi; söz ağızdan çıktı ya bir kere; kulaklar alıştı nasıl olsa; dün söylenenler; yalanlamalar unutuldu; bugün Cemil Çiçek ?kuvvetler ayrılığını yeni bir dengeye oturtmak gerek? demiş; o denge hangi tarafa doğru ağır basacak acaba? Demoklesin kılıcı hangi tarafa sallanacak yine? Böyle bir durumda söylenebilecek güzel türkçemizde pek çok tabir var aslında; hooop; çüş dedik; hoppala; hayda; yok ya; hadi oradan; bize mi dedin; yürü; yavaş gel vs.
***Abdullah Gül; ?kuvvetler ayrılığı hepimiz biliyoruz ki demokrasinin temel ilkesi? dedi. Başbakan Erdoğan ise; ?Türkiye?de kuvvetler ayrılığı fikrini en güçlü savunan partinin lideriyim. Yasama, yürütme ve yargı yetki ihlaline gitmesin? dedi. Çark etti; yanlışın neresinden dönersen kardır. Neyi savunup savunmadıklarına bir karar verseler iyi olacak; madem kuvvetler ayrılığını savunuyorlardı Cemil Çiçek?in dediği ne? Biri öyle söylüyor biri böyle.
Erdoğan, Arınç?ın dağa çıkma sözlerine karşılık olarak ?dağa çıkmak bizim yolumuz değil? deyince Arınç yeni bir yorum getirmek zorunda kaldı ?yine?; ?çok doğru; bende dağa çıkmam ve çıkmadım; dağa çıkmak bizim de aklımıza gelmedi; dağı hiçbir zaman bir yol olarak görmedik?. Bu Arınç?ın abuk subuk açıklamaları ve ardından gelen topyekun düzeltmeler nereye kadar devam edecek acaba? Tam filmlik bir durum bu Arınç’ın ve arkasından düzeltenlerin hali.
***Aklınıza gelen; bildiğiniz bütün meyve sebzeyi ithal ediyormuşuz; İnek eti, Dana eti, inek, dana, Saman, Buğday, Elma, Kuru üzüm, Fasulye, Kayısı, Üzüm, Kivi, Ispanak, Enginar, Greyfurt, Muz, karpuz, Üzüm, Armut, Domates,Portakal, Mandalina, Kavun, Ayva, Erik, Sivri biber, Marul, Nar, Lahana, Şeftali, Sarımsak, Kiraz, Dolmalık biber, Turp, Patlıcan, Taze ve kuru soğan; içilen meyve sularının konsantresi; hatta fındık bile ithalmiş. Fındık ithalatının nedeni sorulduğunda tarım Bakanı Mehmet Mehdi Eker, ?Serbest piyasa düzeni var. Satacaksın da alacaksın da? diye cevaplamış. 7 Aralık 2012?de Fransa?dan liyakat nişanı almıştı Mehdi Eker; durduk yere vermedikleri anlaşılıyor; fransız tarımına katkıları çok büyük olmalı Mehdi Eker?in; 130 yıldır verilen bu nişanı alan ilk türk olma şerefine eriştiğine göre!  Türkiye, 2010-2012 yılları arasında Fransa?dan 250 milyon dolar tutarında canlı hayvan ve et ithalatı yapmış; nişanı takmak için yeterli bir rakam olmalı bu.
***Bilmem farkında mısınız ama milletçe aptal olmaya doğru zorlanıyor, iteleniyormuşuz gibi gelmeye başladı bana; ne kadar aptal olur, aptalı oynarsanız o kadar yaşam hakkınız; var olma hakkınız oluyor artık. Etrafımızda gördüğümüz aptalların sayısı her geçen gün çığ gibi artıyor; aptallığa açıkça prim veriliyor. Açıyorsunuz televizyonu neredeyse bütün kanallar, diziler saçmalıklar ve ahmaklar; ahmak tipli insanlar tarafından işgal edilmiş oluyor. Kıç sallayıp gerdan kıranların; olur olmaza gülenlerin; suya sabuna dokunmayı bilmeyenlerin işgali altında televizyonlar; ne kadar ahmaksan ve ahmak görünürsen o kadar yaşama hakkın var televizyonlarda; ya gerçek yaşamda; gerçek yaşamlarda da oldurulmak istenen galiba bu; topumuzu ahmak, aptal, anlamayan geri zekalılara dönüştürmek; bir insanı en kolay nasıl idare edebilirsin; aklını elinden alarak elbette; televizyonlarda da yapılmak istenen bu; duymayan, görmeyen, işitmeyen, anlamayan, tepki vermeyen; uyuşturulmuş topluluklar yaratmak; başarılı olamadıklarını da söyleyemeyeceğim doğrusu; akıllı kadının ekranlarda yeri yok mesela; nerede bir bit kafalı var onlar işgal etmiş durumda ekranları. Kadın sadece aktarıcı olarak veya güzel olursa var; onun dışında kadına yer yok ekranlarda; kadın aklıyla değil vücudu ile ön planda bütün kanallarda; haberlerde ise sadece aktarıcı konumunda. Dizilerdeki tiplemeler iğrençin altında; bir akıllı insan görülmez oldu dizilerde. Şimdiye dek eğitim, bilgi, bilgililik, seçkinlik özendirilirken şimdi aptallık, anlamamazlık, sıradanlık; hatta bayağılık özendiriliyor; kadınlar üzerinde daha da etkili bu çaba.
***Yeni yılımızın asgari ücreti 774 lira olacakmış; asgari ücretin 774 lira olduğu bir ülkede büyümeden; büyük devlet olmaktan bahsediliyor; bu büyüme değil, küçülmedir. İnsanın geliri büyümeyen ülkenin kendisi büyüyemez; önce insanları az paraya mahkum ediyorlar; sonra bağış mahiyetinde makarna, kömür dağıtıp dilenci mertebesine düşürüyor; onuru ile oynuyorlar. Emeğin hakkı verilmiyor ama sadaka vermekte bir sakınca görmüyorlar; sonra ayağında terlikle okula giden kız çoçuğu için alay eder gibi ahlanıp vahlanıyorlar; bu nasıl bir edepsizlik; ikiyüzlülüktür? Sofrasına geleni görmüyorlar nasıl olsa; otur, kalk terlik; terliğe varana kadar ne dertler var o kızda. ”Böyle büyük bir ecdadının torunu olacaksın, dünyadaki bu zulme sessiz kalacaksın. Ama bunların büyük devlet olma diye ufku yok. Bunlar cüce, cüce. Bunlardan bir şey olmaz” diyen bir başbakanın yaşaması için milletine reva gördüğü miktar bu, 774 lira. Bozdur, bozdur harca; ayağına iyisinden bir kışlık bot alacak olsan o fiyat.
Senden ne olur? Onlar cüce ise sende bir deve kuşu; kafan toprağa gömülü olduğu için etrafta olan biteni göremiyor olmalısın. Kendi bir ay yaşamayı denese ya 774 lira ile; değil 3 gün, bir gün yaşayamaz 774 lira ile. Botları; ayakkabıları ne kadar acaba? Hep palavra, hep palavra. ”Ekmek bulamayan pasta yesin” masalı çeşitli şekillerde devam ediyor; isimler değişiyor, partiler değişiyor; sorunlar aynı; hepsi sermeye sahiplerinin uşağı; öyle; öyle olmak zorunda; öyle olmadığında olduğu yerde olamıyor çünkü. Dindarmışlar; güleyim bari; dindarlık bu mu; dindar yönetimimiz bu ise dindar olmayan yönetime geçsek daha iyi olacak galiba. 774 lira ile 3 çocuğun nasıl büyütüleceğinin de formülünü versin bir ara. Pazara kaç lira ile gidilip kaç lira ile dönüldüğünden bile haberi olmayan bir acuze; büyük devletmiş; senin büyük devletliğin batsın; küçük devletini; küçülmüş insanlarını kurtar bir önce; sonra büyük devletliği düşün.
Önüne gelen de demiyor mu yok milli gelirimiz artmış, durumumuz düzelmiş; en son aykırı sorularda Coşkun Aral’dan duydum bu sözü; sık, sık duyuyorum zaten; bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın temennisi bu; sıranın kendine de geleceğini bilmezmiş gibi; düzelmiş olsa bu insanların pazar parasına da yansır; öyle mi, değil mi?
Herkes günü kurtarmanın; gününü gün etmenin derdine düşmüş; gemisini kurtaran kaptan vaziyetinde; kimsenin umuru değil fakir fukaranın hali. Üç maymun’lar her yeri sarmış durumda. Şaklabanlığa vererek sıyrılabileceklerini düşünüyorlar işin içinden; bir insan hayatta kalmak için soytarı olmayı nereye kadar kaldırabilir ki? Basit, sıradan, önemsiz bir habermiş gibi veriliyor her yılbaşında ve ortasında asgari ücret ve üzerine düşünen, konuşan yok; herkes kaderine terk edilmiş; kimse kimseden mesul değil ama kız çocuğu terlikle gezince veryansın; mangalda kül kalmıyor. Ne iyiliksever bir milletmişiz meğerse.
NTV’de alt yazıda geçti; hak-iş asgari ücret zammını eleştirmiş; asgari ücret komisyonunda işçi kesimi adına görev yapan türk-iş ise karşı oy gerekçesini açıklamış; asgari ücretle ilgili rastladığım haber bu; eskiden bu işler böyle mi oluyordu; günlerce gündemden düşmeyen konu şimdi altyazıda görülüyor sadece. 

”Bütün varlıklar ölümle karşılaşmadan önce tökezler. Hayat hepimiz için değerlidir. Bu yüzden bir insan öldürülmemeli ve ölüme neden olmamalıdır. Kurtuluşunuz benimle olmakla değildir. Kurtuluş gayret ve çalışma gerektirir; bu yüzden çok çalışın ve kendi kurtuluşunuzu kendiniz arayın.”

diyor Buda; Tibet’e yedi yıl filminde; 14 yaşındaki Dalai Lama’nın ağzından. Ölüm sadece birine mermi sıkmak; onu bedenen öldürmek değildir; bir insanı aç, muhtaç, çaresiz bırakmak; ona hayat hakkı tanımamak ta onu öldürmekle eşdeğerdir. Zamana karşı filminde zaman alınıp satılabilen bir metaydı; zamanı biten olduğu yerde ölüyordu; zamanı elinde tutan güce kızı karşı çıktı ve babasına ”bir kişi bile ölecek olsa zamanı elinde tutmaya hakkın yok” dedi; oradaki zaman bizdeki parayla aynı şey; bir kişi bile parasızlıktan kıvranacak olsa kimsenin o parayı elinde tutmaya hakkı yok; senin elinde fazladan olanlar yüzünden birileri ölüyorsa o hayatı hak etmiyorsun demektir bu.
***18 yaşında bebelerle aşık atıyor; 2 gündür Tayyip’le oyun oynuyor bebeler; önceki gün odtü ayakta eylemi yapıldı; dünse itiraf; kötülük biziz dediler odtü’lüler yüzlerine taktıkları maskeler, makyajları ve giysileriyle; makaraya sardırdılar işi. Çocuklar elbette ama gördükleri, görüp bildikleri bir şeyler var elbet. Bir çoğu dar gelirli ailelerin dar gelirli çocukları; hayatın o yaşta bile zorladığı; ümüğünü sıktığı çocuklar bunlar; okul, yurt, yemekhane üçgeninde sıkışmış; hayat mücadelesine başlamak için odtüyü kurtuluş olarak gören; bu bilinçle derslerine sarılan zeki ve sorumluluk sahibi çocuklar. İnsanlarının 774 lira ile yaşamasına reva görülen bir ülkede ne olması bekleniyor ki? Buyur ağam, paşam denmesini mi? Bir dar gelirlinin çocuğuna verebileceği harçlığın ne kadar olabileceğini düşünüyorlar; devlet onlardan kısıyor; onlarsa çocuklarından; başka çareleri yok çünkü; yarı açlık, yokluk, yoksullukla mücadele ediyor o çocuklar o yaşlarında; başka ne bekliyorlardı!  
Bugün ”Benim ak gençliğim bunları yapmaz; onların elinde bilgisayar vardır” diyerek ak gençliği etrafında toparlamaya çalışıyor; sırtlarını sıvazlıyor; gün gelecek ”benim ak gençliğimde yapar” diyecek ve kan gövdeyi götürecek; ince, ince hesaplar peşinde. Ardındaki gençlik gücünden emin değil; emin olsa bugün dahi yapar aynı şeyi; kışkırtır birbirine çocukları ve arada seyreder; polislerine yaptırıyor da ak gençliğine niye yaptırmasın; ne gibi bir mahsur görecek; odtülülerin protestosu ak gençliğe değil ama; Erdoğan’a ve o da bunun farkında; ak gençlikte elbette. Birbirine kışkırtarak çocukları bir kez daha birbirine kırdırmak niyetinde. Biz o günleri unutmak isterken o hortlatmanın derdinde. Ak gençlerine and içtiriyordu dün haberlerde; hep birlikte ondan bundan dörtlükler okutarak; yumuşak başlıymışlar ama koyun değillermiş mealinde; kendi de hep söyler ya aynı lafı; özgün; kendine özgü birşeyler söylemek gibi bir yeteneği de yok; çok tehlikeli çok; göründüğünün çok, çok ötesinde.
Asıl meselenin üreticiden, ezilenden yana olan sol görüş ile sermaye sahipleri arasında dalgalandığı ve bu arada aracı, piyon olarak sağcı kesimin gençliğinin; yani şimdiki adıyla ak gençliğin harcandığı da bilinen bir gerçek. Emek sermaye arasında ak gençliğe yer yok çünkü onlar zaten emeğin yanında; emekçinin çocukları ve emekçi olma adayları; sermayeye yalaka olma şansları önlerine çıkmadığı sürece. Ama önüne atılanla yetinmek zorunda kalacaklar her koşulda. Arada aptal yerine konan yerini bilmeyen; yerinin farkında olmayan ak gençlik; sağcı gençlik; öyle bir geçer zaman ki de Arif’inde dediği gibi; yani Osman’ın; aynı taraftayız aslında. 
Bir ülkenin başbakanı kendi ülkesi, kendi topraklarında ne gibi bir gerekçeyle peşinde 2500 kişilik bir polis ordusu ile gezer; buna bir anlam veremiyorum doğrusu. Bir suikast girişimi bekliyor olmalı; yoksa bu kadar abartmanın anlamı ne? 2500 kişiyi gözünüzün önüne getirmeye çalışın; resmen bir ordu insan; bir ülkeye çıkartma yapar gibi; sizce de bu sayı çok ve haddinden fazla abartılı değil mi? Bir kaç ay önce de bütün korumalarını değiştirme gereksinimi hissetmişti; bir sebebi olmalı; dinlendiğini de söyledi zaten; işini bitirmek gibi bir planları olan birileri olmalı. Şimdiye kadar böylesi bir ordu ile gezmiyordu; var bunda bir iş.
 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *