Press "Enter" to skip to content

Günlük 1f Ağustos’12

*Pamukkale?yi de içine alan ve ölüm tanrısı Hades?in yaşadığı Denizli?deki antik Hierapolis kentinde 1950?li yıllardan beri İtalyan arkeologlar tarafından yapılan kazılarda tarihi öneme sahip sayısız eser bulunmuş. Hierapolis arkeoloji müzesinde sergileniyorlar. Hades?in kapısının lahiti, Hades?in insan boyutunda oturan taş heykeli ve onun gibi bir dolu heykel. Bu heykellerin arasında acaba altın, gümüş gibi değerli eşyalara da rastlanıp bulunmuş mudur? Elbette bunu bizim bilmemiz imkânsız. Bunu bilse, bilse İtalyanlar bilir. Ne kadar ?iyiliksever? milletiz!

??Dün gece Chester?ın bana yaptığı bütün kötü şeylerin bir listesini yaptım. Evlendiğimiz gece o kadar sarhoştu ki beni unuttu ve 3 gün sonra döndü. İlk çocuğuma hamileyken beni zorla maça götürdü. Suyum geldi fakat o maçı bırakmak istemedi. Maç bitene kadar bacaklarım sırılsıklam onu bekledim. Bu listede çok daha kötü şeylerde var. Sürekli olarak beni ilişkiye zorluyor; hamile bırakıyordu; bu sayede sürekli evde kalıyor ona bakıyordum. Hayatımın 54 ayını hamile olarak geçirdim. Ayrıca beni sürekli aldatıyordu; ben hamileyken beni aldatıyordu. Ve sürekli beni dövüyordu. Sürekli acil servise gidiyordum; çürük ve morlukları makyajla kapatıyordum. Bunların olduğunu bilsen onu öldürürdün kardeşim; biliyorum. Artık bunu yapmana gerek kalmadı. Onu ben öldürdüm. En kötü yanı bu da değil; en kötü yanı ben ortalıkta yokken çocukları da dövüyordu. Çocuklarım babalarından ölesiye korkuyordu. Bebeklerim. Biliyor musunuz; bir insanı öldürmek için iki yol vardır. Hızlı ve yavaş. Ve Chester beni 13 yıl boyunca yavaş, yavaş öldürmekteydi. Bütün gün uğraşıp kocanıza güzel bir akşam yemeği hazırlarsınız; gelip masaya oturur; 5 dakika içinde her şeyi siler süpürür ve teşekkür bile etmez. O an içinizde bir parça ölür. Ya da onunla konuşmaya çalışırsınız ama o size bakacağına televizyona bakar. Oda içinizde bir parça öldürür. Beni sadece kullanıyordu; yaşlanıp ölmemi bekliyordu. Umuyorum ki bebeklerime geri dönmemi sağlarsınız. Ben suçlu değilim. Çünkü ne yaptıysam kendimi korumak için yaptım.??

”O yaz pek çok sır öğrendim. Özgürlüğü toprağa gömebilirsiniz ama öldüremezsiniz. Lucille teyze özgür olabilmek için öldürmüştü. Yaşam ve ölüm geçicidir ama özgürlük sonsuza dek sürer”. Crazy in Alabama filminden alıntıdır.

*2 doğum yaşandı 2 gün üst üste; ilki 40 yaşındaki kadının 3. doğumu; kadın 3 hastane gezmiş; götürülürken sedyeden düşürülmüş; kadının yüksek tansiyonu varmış; 2 kez bayılmış; 3. bayılışında sezaryene alınmış ama kurtarılamamış; ölmüş. İkinci doğum o doğumun ertesi günü; aslında aynı sabah sayılabilir; kadın sabah ölmüştü çünkü; Cem Yılmaz?ın 34 yaşındaki karısı Ahu Yağtu?nun doğumu; 1 gece önceden hastaneye yatırılıyor ve ertesi sabah sezaryene alınıyor; paranın gücü her zamanki gibi kendini gösteriyor; olan fakire oluyor. Hastanelerin başbakanla restleşmesi zenginler üzerinden değil fakirler üzerinden oynanıyor. Diş gösteriyorlar sözüm ona devlete; haklılıklarını kanıtlamak uğruna ?fakir? kadın katliamı yapıyorlar; ?zengin? kadınları daha fazla soyabilmek için. Mademki sezaryen bu denli yasak Ahu Yağtu?ya neden planlı sezaryen yapılıyor; o kadınla Ahu Yağtu?nun arasındaki tek fark para.
Başbakanda geri adım atmış zaten sezaryen konusunda; ?bana 2 kez yapılabiliyor demişlerdi; 4?te yapılabiliyormuş, 5?te? demiş. Kendi bir kere sezaryen olsun bakalım ikinci kez sezaryen olmak istiyor mu? Çocuk oyuncağı sanıyorlar sezaryen olmayı.
*Normal doğuma ısrar edilişin nedeni sezaryenin para puanının düşürülüp normal doğumun para puanının arttırılmasıymış. Yani doktorlar artık sezaryen değilde normal doğum yaptırdıklarında daha çok para kazanıyorlarmış döner sermayeden. Müşteriden;))); yani hastadan ayrıca para talep etmedikleri takdirde elbette. Müşteriden aldıklarında daha tatmin edici rakamlar oluyor alınan para. Bu durumda sezaryen yapmamaları için bir neden kalmıyor. Herşey; bütün sağlık hizmeti paranın etrafında dönüyor anlayacağınız.
*İstanbul?a yapılması düşünülen 3. köprünün yeri şehrin çok dışında ve yerleşim yerlerinden çok uzak; bir ormanlık alan. Şehrin trafiğine bir fayda getirmeyecek denli uzak; her iki uçta da yerleşim alanı yok. Issız, kör kuyulu alanlar köprünün her iki ucu. Bu demek oluyor ki bu köprünün amacı şehri ve şu an var olan şehir trafiğini rahatlatmak değil; şehre yeni yerleşim alanları açmak; üstelikte orman alanlarından çalarak. İstanbul?un; o koca şehrin nefes almasını; havasının temizlenmesini sağlayan ormanlardan; hangi akla hizmetse! Rant sağlamak, dağı, bayırı para ettirmek olmalı; başka ne olabilir ki! Niyetleri ormanları yok edip yerine binalar dikmek; daha münasip bir yer bulunamaz mıydı? Ormanı olmayan bir yer mesela.
*Çok heyecan dolu; göz doldurucu bir olimpiyat fırtınası daha geldi; geçti. Hüseyin Bolt; unutulmazlığa erişen uzun adam; yine yürekleri ağza getirdi; defalarca ayakta alkışlandı; hakkıyla. Mutlu, umutlu, barışın egemen olduğu; güçlü olanın kazandığı bir olimpiyattı. Biz ise olimpiyata ilk gözyaşlarımızı döktük bu yıl; ilk defa. Aslı ve Gamze ile. Teşekkürler Aslı ve Gamze; bize bu büyük mutluluğu ve onuru yaşattığınız için. 2 bayrağımızı olimpiyatta aynı anda dalgalandırdığınız için.
Kapanış seramonisi olağanüstü güzel hazırlanmış. İngiltere yıllara yayılan sanatsal birikimini doya, doya gözler önüne serdi. Bale, dans, tiyatro, sinema, müzik, top modeller ile bu dünyadaki varlığını bir kez daha ortaya koydu. Spordaki başarısını zaten ortaya koymuştu; olimpiyatların 3.sü olarak; her şey mükemmelin ötesindeydi İngiltere için. Üstüne düşeni fazlasıyla yerine getirdi. 4 yıl önce Çin yine layıkıyla yerine getirmişti bu vazifesini. 4 yıl sonra ise Brezilya?da yapılacakmış olimpiyatlar; bol samba eşliğinde olacağı kesin. Umarım bir gün bir gaflete kapılıp olimpiyatların Türkiye?de yapılması gibi bir karar vermez olimpiyat komitesi. Neden derseniz; İngiltere gibi ne sporcuya sahibiz ne de sanata; sanat geçmişine. Bu kadarıyla; Aslı ve Gamze?nin aldıkları madalyalarla yetinmek ve daha çoğalmasını ümit etmek daha akıl karı; bütün dünyaya rezil olmaktansa! Bol ?Anadolu Ateşi?li bir olimpiyat dünyanın gözünü ve gönlünü fethetmeye yetmeyecektir; 40 fırın ekmek yesek yine olmaz. Bizde olduğunu düşünüyorum da; olmaz; hiç iyi olmaz.
*Milli park olabilecek nitelikte ormana sahip Amanos dağlarının batı eteğindeki İskenderun körfezine 16 adet termik santral yapılıyormuş. Doğanın katliamı kimin umurunda; vahşi kapitalizm.
*Üçte ikisi milli park olan fırtına vadisine hiroelektirik santralleri kuruluyor.300-500 yaşında; 3 insan kollarıyla sarılsa birbirine kavuşamayacağı heybetli ağaçlara sahip. Dünyada eşi benzeri olmayan şimşir ormanı var birde o vadide; iki fotbol sahası büyüklüğünde. Ayrıca o vadiyi mesken tutmuş ayılar, geyikler; yaşayan tüm börtü böcek. Suyun akışının durdurulduğunda ekolojik sistemin etkilenmesinden; o doyumsuz bitki örtüsünün yok olmasından; orada yaşayan canlıların kendine yaşayacak yer bulamamasından korkuluyor.
*Herhangi bir şeyi yapabilecek paranızın olması o şeyi yapmanız için yeterli midir? Mesela; çocuğunuzu at binmeye götürecek kadar paranızın olması onu at bindirmeye götürmek için yeterli bir neden midir? Paranızı harcamak için bir yer aradığınızdan mı götürüsünüz at binmeye; desinler için mi; yoksa gerçekten çocuğunuzun at binmesini istediği için mi? Bu sorular eskiden tanıdığım; zaman içinde parası ‘kendince’ artmış birinin ‘çocuğumu at binmeye, okçuluğa vs. götürüyorum’ demesiyle yankılandı kafamda ve ne nedenle götürmüş olduğunu çıkaramadım doğrusu.
Bende çok götürdüm ingilizce kurslarına; -ki hiçbir işe yaramadı- okçuluğa; -o zaten bir işe yaramadı- piyanoya; vs. İnsan çocukları büyürken bu tip yanılgılara düşüyor gerçekten. Kendi göremediklerini; yaşayamadıklarını çocuklarında tatmin etmek istiyor. Kendine sunulmayanları çocuğuna sunmak istiyor; olabildiğince. Sanıyor ki çocuğuda kendi gibi bunlara hasret kalarak büyüyecek; gözünde büyütecek. Çocuğuna yapabildiği her olanağı sunmak istiyor. Geçenlerde bir cumartesi sabahı Kızılay’daydım; kimi özürlü çocuğunu sırtlamış engelliler için bir okula götürüyor; kimi çocuğunun gitarını boynuna asmış; çocuğu yanında yürüyor. Hafta içi okul peşinde gezildiği yetmezmiş gibi haftasonu da etkinlik yolunda anne-babalar. İnsanın en can alıcı; hassas yanı kendi çocuğu. İşin kötüsü tüketim dünyası da bunun farkında. ‘Cebinizden paranızı nasıl daha çok çalabiliriz’ diye hazır ve nazır bekliyorlar ne yazık ki!
Dershaneler deseniz ayrı bir alem. Eh; tabi sosyal etkinliklerle bitmiyor iş; başarıya da destek olmak gerek; geçen hafta bir günüm harıl, harıl dershane aramakla geçti; oradan oraya ayaklarıma kara sular indi; 11. sınıfa gidecek oğlum için.Gittiğim; tanımaya çalıştığım her dershanede nabza göre şerbet verildiğini gördüm; normal elbette; herkesin hayatta kalmak için iş yapmaya; bir şekilde para kazanmaya gereksinimi var; doğal karşılamadığım bu değil. Ama kendini olduğundan farklı göstermeye çalışmak bana irkiltici geldi. Öyle davrandığını fark ettiklerimi derhal eledim kafamdan. Herkes kendini çok akıllı; karşısındakini ise aptal yerine koyuyor nedense! Onlara göre herkes kolay lokma. Hele bir tanesi vardı; evinde iyi çalışanlara pazar gününü ‘ödül olarak’ tatil ilan ediyormuş. Dershaneye gidilen gün sayısı belli zaten; hafta içi 2; hafta sonu 2; pazarıda çık; ne kaldı geriye; haftada 3 gün; hemde ‘ödül’ olarak. Evde yeterince çalışacak olsa neden dershaneye gelsin ki? Çalışmayanlar ise ‘ceza’ olarak pazar günü gelmiş olacaklar; bu yolla evde çalışmanın önemini anlayacaklarmış;))) Dershaneye gelmek ceza ise neden gelsinler ki? Diğer günlerde gelmek istemezler bana kalırsa; ‘ceza’ olarak adlandırılan bir yere.
CD’ler hazırlamış; çocuklar soru sorduğunda bu CD’leri veriyor ve buradan öğrenmelerini istiyormuş; son teknoloji;))) Üzümü ye; bağını sorma; ne güzel! Zahmetsiz rahmet peşinde anlaşılan. ?
 
 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *