Press "Enter" to skip to content

Günlük 2uuu Ağustos’15

***Twitburç bir bağlantı paylaşmış, “bundan birkaç ay öncesinde neredeydik, nereye geldik” yazmış bağlantısına, bağlantıyı açtım, bağlantının başlığında 4 nisan 2015 tam ay tutulması yazıyor, “etkilediği alanlar, geleneksel yapılar, sosyal düzen ve teknoloji, etkisi, gelenekler ve topluluklar esas olmak üzere dönüştürücü ve yıpratıcı etki” diye açıklanmış, “toplum olarak geçmiş dönemlere ait bilgilerimiz değişebilir” demiş, 4 nisan geçtiğimiz aylarda şu kanlı ay tutulması diye yaygaraların koparıldığı meşhur tutulma, ben niye bunu bu kadar uzun uzadıya yazdım, 4 nisan burnunun kanayıp (kanlı ay tutulması) eve geldiği gün, tamı tamına aynı gün, isteyen inanıp inanmamakta serbest, benim bile ağzım açık kaldı, ve geçmişe, şu ana ait bilgilerim bu süreçte bambaşka bir boyut kazandı, teknoloji yardımı ile, bunu sizde biliyorsunuz. Ve 1.60 boy rüyası ile aynı zamana çakışmaları daha da ilginç, ben yaşıyorum ve ben şaşıyorum, her şeyin önceden kurgulandığı bir hayatı mı yaşıyoruz, eğer yaşıyorsak bu her adımı belli olan hayatı yaşamanın anlamı ne? Biz konu mankeni miyiz, bu nasıl bir oyun?

***25 yılda toplamda beni 70 kere aramamıştır herhalde, aramak bir yana aramamdan bile rahatsız olurdu, onu arayamayacaksam kimi aramalıyım, kimi ara mamı istiyor olabilir diye sorardım kendime, ona sormalıydım bunu ama soramazdım, ama istediğini bir ayda 70 kere arayabiliyormuş, temmuz ayı görüşmeleri öyle, 550 aramanın 70 i bir kişiye ait, 70 kere o kişi aranmış, günde 8-10 kere arandığı bile var, az aradığında da yanındadır büyük ihtimalle, ilk gördüğümde yinede üzüldüm elbette, dehşete düştüm ama şimdi bir etkisi kalmadı, kanıksadım, demek ki böyle, 70 arama hepsinden daha ilginç, 10 yıl, yani en az 10 yıla rağmen üstelik, belkide 20 yıl, benim bildiğim süreç 20 yıla kadar uzanıyor, dengini bulmuş demek ki, ben ona denk değildim, hiç olmadım, o da bunu kaldıramadı sanırım, ay yok cici falan yapmıyorum, kaka, kaka, benden uzak istediğine yakın olsun. Bayağı, bayağı, en uzak noktasında, nasıl bir insan aynı telefonla aynı gün içinde hem çocuğuyla, hem karısıyla, hemde uzantıları ile görüşür ve bu oyunu bir nebze bile yüzü kızarmadan sürdürür ki, benim ne aklım ne de midem alıyor, mide bulandırıcı, aşağılık herif, hani şüphelerim vardı, kızgındım falan filan ama ben bile bu kadarını beklemiyordum doğrusu, 7 yıl boyunca gitmemesinin bir anlamı olmalı diye de düşünmüştüm, veya geri gelmek istemesinin, yokmuş, niye kaldığı, niye geri gelmek istediği ise meçhul, sırrı kendinde saklı, bilmiyorum, bundan sonra hiçbir şeyi değiştirmez zaten, bir önemi yok. Meğerse ne kadar haklıymışım inadımda.

Emeğine acıyor insan, yoksa başka bir şeye değil, kölelik sınırında yaşanan yıllarına, ne körmüşüm, kör ve salak, bendeki sorun bu zaten, her yüzüne güleni dost sanmak, istesem bunu o zamanda yapabilirmişim, yapmayıp karalar bağlamayı seçmişim, sanki bulunmaz hint kumaşı, gerçi bir keresinde yeltenmiştim, o zaman teknoloji böyle el altında değildi, bende hürriyetin ilanlar bölümünden bir dedektif buldum, sözüm ona dedektif, en az 10 yıl önce, çocuklarım küçük, cebimde para bol ama içim işkilli, iki milyara anlaştık adamla, o zamanın parasıyla da iyi para, yarısı peşin dedi, yarısını verdim, tüydü;))) aradım hani ne yaptın diye, diğer yarısını istedi, yarısıyla yapılan bir şey yok, diğer yarısıyla mı yapacak, eh vermedim artık.

Ben karından daha iyi hizmetçin olurum ayağına kocamı kafaladı orospu, ikide hizmetçisi var nasıl olsa, delibozuk kardeşleri, 3 karıya karşı 3 çocuklu bir kadın, haksız rekabet diye buna derler;))) önceleri dükkanında çalıştırdı, ortalık, telefon, yemek işi, akraba ayağına, gönderttirdim, o zamandan huylanmışım, oğullarım 1-2 yaşındaydılar, şimdi 19-21 yaşındalar, 8-10 yaşlarındayken yine dükkanda rastladım, ara ara geliyorlarmış, ortalığı toplayıp temizlemeye, benden habersiz, hatta uzun süreli de çalışmış, ben dükkanda olduğum dönem arayanlar sesimden beni o sanıyorlardı çünkü, arabasına ses kaydedici koydum, nedir bu iş diye, dayı diyorlardı, hangisi bilemem, çünkü 3 kardeşler, belkide zararsızdırlar diye düşündüm dayıyı duyunca, sıkıştırmış olmalıyım ki bir keresinde “ben bir şey yapmıyorum” diye ağladı, zırladı, koca eşek, mesajla evine keke davet ettiğinde oğullarım 10-12 yaşlarındaydılar, yine o dönem bir akşam eve geldiğinde yanına oturdum, gömleğinin içinde uzun bir kadın saçı vardı, elimle alıp çıkarttım, önceleri yalan söylüyordu orada olduğuna dair, sonra söylemeye başladı, gitmemesini söyledim, gitti, gitmeye devam etti, kavga ettim ve iletişimimi koparıp onunla aynı evde yaşamaya devam ettim, kendime hayatı zindan ederek, o gün bugündür devam demek ki, eve geri geldikten sonra da o saçlardan bolca buldum giysilerinde, layıklarını bulmuşlardır umarım, birbirlerini yani, hayrını gör’eme’sinler birbirlerinin, çocuklarımın hakkı, benim hakkım burunlarından fitil fitil gelsin, birinin gelmişti, ben durdurdum, niye durdurduysam, nereden bilebilirdim, diğer(ler)i de beter olsun inşallah. Ah şimdi adlarını sanlarını yazıp afişe etmek var ya, neye yarar ki, it utansa don giyer derler, bunlar itten kişiliksiz. Gün olur yazarım bakarsın, belli mi olur benim işim. Benim yerime de bir küfür gönderirsiniz artık facebooklarına. Biri daha var facebookuna küfredilecek, lağım faresi, onu da yazacağım, kaçacak delik arasın kendine şimdiden, telefon kayıtları nelere kadir.

Birini 70, diğerini 40, diğerini 10 kere aramış, aylık 550 aramanın 120’si onlara yapılmış, beşte birden fazla yani, ne kıymetlilermiş, beni 10 kere bile aramamış, onun içinmiş bu gelişinde beni umursamayışı, tınmayışı, arkası sağlam nasıl olsa, adam doymuş, tok, eyvallahı yok bana, belli, millet bir tane bulamaz, onda 3 tane birden var, beni ne yapsın, parayı veren düdüğü çalar. Her ne sebeple olursa olsun, hiç fark etmez, hiç bir bahanesi yok bu işin, ayda 70 kez başka bir kadını arayan bir adamla benim işim olmaz. Bundan sonrası avukatın işi.

Taş yerim ama taş taşımam, taş taşımak taş yemekten çok daha ağır bir ceza, ayrıca taşta yemem, hem niye taş yiyecekmişim ki! Ben kimlere yedireceğimi çok iyi biliyorum o taşı.

***Digitürkün geçen haftaki pazar filmini izledim dün akşam, 140 dakika, her saniyesine yazık olsun, adı kayıp kız, oyuncularına bakarak bundan bir iş çıkmaz demiştim ama yinede izledim, izlemez olsaydım, pespayeliğin bu kadarına pes doğrusu, bu kadar insan bir araya gelip bu kadar berbat bir iş nasıl çıkarıyorlar ona şaşıyorum, yani kayıt özelliği olmasa dünden kapattıracağım da digitürkü, elimi bağlayan o, filmlerin hepsi birbirinden rezalet, özel olarak seçiyor olmalılar en ucuzlarını, haram zehir zıkkım olsun bizlerden aldıkları paralar, aylık 55 lira para ödüyorum, ayda bir tane düzgün film yayınlarlarsa ne ala, hepsi zaman kaybından başka bir şey değil,

Kayıtlar, haberler, para bende, yaz ayları içinse güneşin kızları ve yaz’ın öyküsü için gerekli, kızımla birlikte izliyoruz yaz dizilerini, ikisi de sıkıcı ama yinede izliyoruz, dalgasına, vakit geçirmecesine, neyse çokta haklarını yemeyeyim, yaz dizilerinin en iyileri yine onlar, dizi konusunda kanal d hep bir numaram, para bende de ilgi çekici, oturduğun yerde dünya seyahati, zahmetsiz, dünyanın her yerine gidiyorlar, Tayland, Hong kong, irili ufaklı adalar, Barselona, dünyanın her yeri, ve gittikleri her yer birbirine benzer, büyük akvaryumlar, hayvanat bahçeleri, bitki, çiçek bahçeleri, teleferikler, uçan balonlar, dönme dolaplar, tarihi, mimari yapılar, şehir manzaraları vs., hiç dünyayı gezmeye zahmet etmeye gerek yok, çünkü ilgi çeken bir şey yok, ben hiç anlamam zaten güzelim Türkiyem dururken yurt dışına gitmeyi, eminim bir çoğu Türkiye’yi doğru dürüst bilmiyorlar bile, hiç değilse güzelim doğası var, Antalya’ya git ondan iyi, ama sıcak değilse, sıcak olmayınca zaten hiç gitme, ne gereği var, otur oturduğun yerde.

***Yollarda yeni bir moda var, bir tür insan avı, önce 4 erkek arabaya doluşuyorlar, ardından etrafı rahatsız edecek biçimde sesli ve hak ihlalli kullanıyorlar arabayı, sıkıştırıyor, taciz ediyorlar, hatta bilerek çarpıyorlar, çarpmasalar bile karşılık verenin veya gözlerine kestirdiklerinin önünü kesip 4 kişi birden iniyor, dayılanıp efeleniyorlar, bildiğiniz insan avı, hani şu bazen filmlerde görülen cinsten, yollar gözü dönmüş delilerle doldu, yaşanan toplumsal travmalar, kural tanımazlık, balık baştan kokar misali bütün topluma hızla yayılıyor, ne canımızın garantisi var ne malımızın, eğer bu toplumsal çöküntüler, isteyen istediğini yapıyor, yapanın yanına kar kalıyor imajı bir an önce temizlenmez ise nereye doğru gittiğimiz meçhul.

Bu olay bu bir hafta içinde oğlumun başına iki kez geldi, bakara’nın sallandığı, milyarların sıfırlandığı şekilde yönetilen bir ülkede ahlaki çöküntünün her alana yayılmasına engel olamazsınız, magandaların, adileşmenin, çirkefleşmenin, bayağılığın hala yüzde 41 oy aldığı bir ülkede magandalaşmayı engelleyemezsiniz, hangi iyi örnekleri önüne koyacaksınız ki magandalaşmasınlar ayrıca, tek kuvvetin para olarak algılandığı, dinin, imanın bile ancak göstermelik olarak yaşandığı, artık, bu ülkede.

Dün eskişehir yolunun Ankara istikametinde ilerlerken, tam Ankara kapısının, West gate’lerin orada önüme biçimsiz bir kamyonet düştü, üstü açık, tarım makinaları gibi bir şeyler var, dışına sarkıyor, arkasına da orta boy bir tanker bağlamış, ayrı tekerli, süt tankeri gibi, orta şeritte gidiyor, sağ şeritteki belediye otobüsünü iteleyerek yolun dışına çıkardı, sonra hiç bir şey olmamış gibi yoluna devam etti, otobüs zor kurtardı kendini, eğer yol ile yol çizgisinin dışında seviye farkı olsaydı zaten gitmişti, çünkü sağ tarafı tümüyle yolun dışına çıktı, emin olun kasıtlı olarak yapıldı, başka türlü mümkün değil zaten, sol şeritte araç yoktu, demin yazdıklarım ile bu yazdığım çok farklı şeyler değil aslında, içimizdeki çürümeyi, insanlıktan uzaklaşmayı anlatmak için.

Yine geçtiğimiz ay oğlum üç arkadaşıyla Bolu dağında yine bir büyük araç tarafından sıkıştırılmış, önden, arkadan yapışık bir şekilde gitmiş, eğlenmiş belli ki, sonunda kenara çekip geçip gitmesini beklemişler, 4 kişi olmalarına rağmen, çünkü neye, kime göre 1 kişi veya 4 kişi, bu anlattıklarım ne ise İstanbul’da dolabı açtığında su şişeleri devrilen, ki kasıt yok, tahrik yok, ortalığı kızıştıracak herhangi bir unsur yokken, İrlandalı-Kuveytli adama yapılanlar, atılan meydan dayağı da o, toplu bir fıttırma haline geçiş yapmış bulunmaktayız ne yazık ki, nedenleri belli, balık baştan kokuyor.

***Şimdi aynı konuyu biraz daha deşeceğim, yine geçen hafta oldu anlatacağım şey, 3-5 gün önce, olanlardan, doğruluğundan emin olamadığım için yazmadım, bu defa 21 yaşında olan büyük oğlumun başına gelmiş, küçük oğlum da 19 yaşında, ne olaylı aileyiz, büyük oğlum her yaz eski okul arkadaşlarıyla eski mahallemizdeki bir parkta vakit geçirir, gece geç saatlere kadar muhabbet ederler, yıllardır bu böyle, eskiden olmazdı, şimdi belki bir bira içiyorlar yanısıra, geçen gece iki arkadaşmışlar, gece 1,2 gibi, 25 yaşlarında iki genç gelmiş, “biz sivil polisiz, gidin buradan” demişler, arabalarına binmiş gidecekken ikisini de durdurmuşlar, arabalarınızı arayacağız demişler, oğlum kimlik istemiş, itelemişler, kimlik bakmışlar, üstlerini ve arabaları aramışlar, arabaların anahtarlarını da alıp gitmişler, oğlum o zaman anlamış soyulduklarını, peşlerinden koşmuş ama arabayı yakalayamamış, arabalarının anahtarlarını zaten almışlar, cüzdanı, cüzdanındaki epeyce parası ve iphone 5 i gitmiş, arkadaşının cüzdanı ve telefonu cebinde olduğu için alamamışlar, gece beni aradığında saat 3 gibiydi, arabasının yedek anahtarını istedi arkadaşının telefonuyla, karakolda buluştuk, günlerdir karakoldan çıkamaz oldu, ifadeler, sorgular, sen mi yaptırdınlar, ne kullanıyorsunlar, her yere vardı iş, sorguluyorlar, zanlı, eşkal fotoğraflarına bakılıyor, kimlik bulundu, bulunmadı derken devamlı oradalar şimdi, arkadaşıyla, az önce uğradım yanlarına, karakolda nöbet bekliyorlar, diğer arkadaşlarıda karakol dışında bekliyorlar, eğlence çıktı hepsine, önceleri şüphelendim, ne kadarı gerçek diye ama anlaşılan o ki tamamiyle gerçek, çift taraflı sorgulama yaptım bende;)) Yukarıda ne demek istediğim şimdi daha iyi anlaşılmıştır belki, Allah sonumuzu hayır etsin.

Hani anlatıyorum böyle üçüncü bir kişiyi anlatır gibi ama öyle değil elbette, içim eziliyor, büzülüyor, şekilden şekile giriyor, bende onunla birlikte şekilden şekile geçiyorum.

Aslında bir gün bile show tv nin haberlerini izleseniz bı türden haberlerle dolu, dün vardı mesela, adam bankadan seksen bin çekmiş, içerdeki, bankada bekleyen adam dışardaki adamlara haber vermiş, arbedede paranın 20 bini yerlere saçılmış, 60 binini alıp gitmişler, paranın sahibi ve çalışanı bıçaklanmış, hep başkalarının başına geldiğini düşündüğümüz için bize çok uzakmış gibi geliyor ama değil işte.

***Onca olan bitenin, karmaşanın altından yine dolunay çıktı, dün gece, 29 ağustostaki dolunay, twitburç şöyle demiş bu dolunay için;

“bu dolunay, zorlayıcı zamanların başlayacağını bizlere vurguluyor… Mücadeleci bir süreç bizi bekliyor, hiçbir şeyin tekdüzeliğe hapsolmadığını öğreneceğiz! Gündem konusu olarak da ruhsal zorlama ve bıkkınlık konularının ele alınacağını söyleyebilirim. İnsanların zalimliklerini, nasıl bir anda vazgeçtiklerini göreceğiz ve onların gerçek yüzleriyle yüzleşeceğiz. Depresif bir ruh haline bürünebileceğimiz, kimseyle konuşmak istemeyeceğimiz ve kendi kabuğumuza çekileceğimiz zamanlar bizi bekliyor. Eşler ve sevgililer arasında büyük patlamalara ve kırılmalara şahit olabiliriz. Bu süreçte hemen hemen herkes keskin kopuşlar ve bitişler yaşayacaktır.

Çevremizde, özellikle gençler arasında hayattan zevk almama, yılgınlık gibi ruh halleri gözlemlenebilir. Bu döngüde birbirimize vereceğimiz destek her şeyden daha önemli olacak diyebilirim. Eğer sabrı olmayan ruhlardan olursak ağır travmalar geçireceğimiz günlerden kaçınamayabiliriz. Unutmayın ki; sabır öyle bir iptir ki sen kopacak sanırsın o gittikçe güçlenir. Neptün’ün diğer keskin yüzünü hissedeceğimiz bu Dolunay, bilinçaltımızda gizli kalmış tüm korkularımızın baş göstereceğini bize işaret ediyor. Bu döngüde bir anda ortaya çıkan hastalıklar ve salgınlar gibi konularla deneyimlenebilir, kötü tecrübelere tabi tutulabiliriz. Bu döngü kimin ne düşündüğüne, ne söylemeye çalıştığına daha fazla kafa yoracağımız bir döngü olacak. Daha iddialı konuşmak gerekirse gökyüzünün en gösterişli Dolunay’ına şahit olacağız. Hiç ummadığımız insanların, belki de en yakınlarımızın acı gerçeklerine şahit olacağız ve yüzleşmekten kaçtığımız her korkumuzla karşı karşıya ve baş başa kalacağız diyebilirim. Olumsuz bir ruh halinin hâkim olacağı bu günlerde kariyerimize de fazla odaklanamayabiliriz. Bu kasvetli ruh hallerinden nasıl kurtulabiliriz diye soracak olursanız size basit bir cevap vereyim; Dolunay’ın etkilerini bilirsek nasıl davranmamız gerektiğini hesaplar, ona göre gardımızı alırız. Unutmayın ki; farkında olmaya başladığımız her şeyin önlemini önceden alırız. Bu etkileri anlatmamın en büyük nedeni tam da budur işte…Bu Dolunay bizim hayatlarımıza zorlayıcı etkide bulunduğu gibi ülkemiz içinde belli başlı olayların başlangıcını ve bitişlerini de işaret ediyor.
Ülkemiz için sert bir süreç olabilir. Toplumsal olayların birey olarak bizi çok etkileyeceği bu süreçte kindar konuşmalara, nefret söylemlerine şahit olabiliriz. Eş zamanlı su ile sınavlarımız da baş gösterebilir. Suyu temsil eden birçok doğa olayına maruz kalabiliriz. Bunun yanı sıra dünyada birçok intihar eylemleri de belirebilir. İnsanların bilinçli olarak birbirini kırdığını, zalim duyguların hepsini gün yüzüne çıkartacağını vurgulayan sert bir dolunaya gebeyiz. Dolunay bizi oldukça zorlayacak, kendi içimizde kaybolmamıza neden olacak ve “artık yeter, halim kalmadı” laflarını bize sık sık tekrar ettirecek diyebilirim. Zaman zaman ağlama nöbetleri geçirecek kadar boğulduğunuzu, kendinize acımaya başladığınızı hissedebilirsiniz. Sevdiğiniz tarafından, aileniz tarafından yok sayıldığınızı düşünmenizin nedeni ne yazık ki Dolunay’ın etkilerinden kaynaklı olacak! Yine bu süreçte güven duygularımız ölebilir. Çevremizdeki hemen hemen herkesten şüphelenebilir, kuruntulu davranışlar sergileyebiliriz. Neyse ki diğer gezegenler bizi içimizde gizlenen kör kuyulara atmayacak! Mars ise kâbuslarımızın gerçeklere çok yakın olduğunu destekleyen Neptün Retro’suna adeta meydan okuyacak. Güneş, kaygılı Başak burcunda… Bu da demektir ki mevsim artık kendi içinde bir sona hazırlanıyor… Bize ışık tutacak konular yine detaylar ve geçmiş olacaktır.

Biraz uzun oldu ama önemli, ve etkileri gün gibi aşikar. Dün gece, tam dolunay vakti kızım bana sarılarak ağladı mesela, ortada bir şey yokken, üstte yazdığı gibi, “şu an gerçekleşen dolunay ruhumuzu sıkıştırıyor” demiş o esnada twitburç, hemde ne sıkıştırma, beni de etkiledi.

***Oynat bakalım, gak guk kızımın favori programları, dün bana da bir video izletti, genç odasına giriyor, yerlerde cd kapakları, içlerinde cd yok, duvarda bir yazı var, artık oyun yok, hayata dön babında, genç “baba sen ne yaptın” diyerek dışarı fırlıyor, baba bahçede çim biçme makinesinde oturuyor, önünde koca bir cd yığını, baba “belki bundan sonra bir iş yaparsın” diyor oğluna, oğulsa “ben oyunla ilgili bir iş yapacağım” diyor, oğlan kurtarmak için cd lere yaklaşınca babası makineyi çalıştırıyor ve cd lerin üstünden geçiyor, hepsi paramparça oluyor, oğlan ne yapacağını bilemez bir halde deliye dönüyor, sonunda kaskatı kesilip başını yukarı kaldırıyor ve uluyor, bunu gören küçük oğlum “oğlan kendini oyunda yaşıyor sanıyor” dedi, bizim evde bağımlı büyük oğlumdur, artık eskisi gibi değil, mi bilmiyorum aslında, bu arada videodaki oğlanın gözlük camları oldukça kalın.

Demek ki sadece benim yaram değil cd oyunları, dünya üzerinde pek çok örneğim var, benden daha keskin üstelik, adam tek hamlede çözmüş meseleyi, her eve bir çim biçme makinesi kampanyası başlatmak lazım.

Googlea komik videolar cd çim biçme yazdım çıktı, kırmızı tişörtlü bir çocuk var. Birde Koreli kızın hayır demesi videosu var, çok tatlı.

***Yürümeye başlamıştım ya, hala devam ediyorum, 15 günü geçti, bu sefer ucunu bırakmayacak gibiyim, ilk turlarda yarım saatte aldığım yolu şimdi on dakikada alıyorum, bir saat yerine yirmi dakika yürüyorum, veya yine istediğim kadar ancak şimdiki yirmi dakikalık yürüyüşüm ilk başlardaki bir saati karşılıyor, hatta daha hızlı olduğu için çok daha fazlasını, 3-5 kere yürüdükten sonra hızlandım, bu konudaki en büyük avantajım sigara içmemem sanırım, her gün değil, iki günde bir yürüyorum, aradaki bir gün kasların toparlanması, dinlenmesi için gerekli, bazen üçüncü güne de sarkabiliyor yürüyüşüm. Ama hep kendi ritmimde yürüyorum, zorlamadan, ne hızda yürüyebiliyorsam o hızda, gününe göre değişebiliyor çünkü, ve saati günün ısı durumuna göre değişiyor, gecede olabiliyor, gündüzde, ne sıcak ne de soğukken yani.

***İki gündür oğlumla benim midelerimiz telef, kırk yılın başı dışardan bir şey yedik, yine olan oldu, Balgat’ta közzade diye bir yerde köfte pilav yedik, yemez olaydık, büyük ihtimalle pilav beklemiş, hatta daha büyük ihtimalle pilavdan iç pilava dönüştürülmüştü, kızım pilavı beğenmediği için yememiş, onda bir sorun yok, hani biz hep bulgur daha çabuk bozulur diye biliriz ya, öyle değilmiş, pirinçte kurtçuklar varmış ve oda sıcaklığında aktive olurlarmış, bu sıcak zamanlarda daha bir riskli pilav yemek, maddi açıdan ışık hızında yükselen ve bunu cümbürcemaat lokantavari cemiyet hayatına daha sık girerek perçinleyen dindar ve kindar camiamızın nadide lokantalarından biriydi, alt katında mescit varmış, rastgele girdik, ne bilelim, insanın karnı aç olunca gözü de görmüyor, gerçi ben doyunca da görmemişim, oğlum söyledi, tuvalete indiğinde namaz kılanları görmüş, hani bende kapalı kadınları gördüm de üstünde durmadım, çıkarken oğlum söyleyince baktım, hepsi kapalıydı, demek ki lokantaya girerken ayaklarımıza bir destur dememiz gerek, alt kat kontrolü,  müşteri portföyü kontrolü, sonra ha bismillah yemek.

İki cins pilav mı vardı acaba lokantada, kapalılar için yeni pişmiş pilav, açıklar için beklemiş, iç pilava dönüştürülmüş pilav, dindar ve kindarlar ya, oradan hareketle canım, yoksa benlik bir şey yok yani, beni şüphecilikle suçlamayın durduk yere;)))

***Yıllar sonra ilk defa markette güzel, gerçekten kırmızı renkte kırmızı biber buldum, Rusya domates ve biberleri geri göndermiş, ondan olmalı, yoksa bize düşmezdi, bizim markettekiler olsa olsa nokta nokta pas atmış gibi bozuk renkli olur, biz ona layığız çünkü, doğru söylüyorum, en az 2-3 yıldır o görüntüde kırmızı biber gelmedi marketlere, iyileri, güzelleri ihraç ediliyor, oteller alıyor, kalan çürük çarıkları da biz yiyoruz, hemde daha pahalıya, havuçta öyle, kum havucu vardı, şimdi adı bile kalmadı, ne tadı var ne tuzu, daha 1-2 yıl öncesine kadar ısıra ısıra yediğimiz havucu şimdi ne ben yiyorum ne de çocuklarım yiyor, tadı kalmadı, rendesi dahi yenmiyor, ama yememiz de gerek, bir dolu faydası, eksikliği halinde de zararı var, göz, cilt vs.alıyorum çöpe gidiyor, alıyorum çöpe gidiyor, çaresini buldum, salatalık ve havuçları soymadan dilimliyorum, ince dilimler, yağ ve limonluyorum, tatlanınca biraz olsun yeniyor.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *