Press "Enter" to skip to content

Günlük 1g Eylül’12

*Sol-alt-yan dişlerimin yanyana  üçünün birden alt kısımları kahverengileşti; oyuldu; hassasiyet oluşmaya başlayınca doktora gittim; sert ve yanlış fırçalanmaktan diş etlerim çekilmiş; ortaya çıkan diş dipleri; yani kökler aşınmış; minesi yok olmuş; Doktor beklememizi önerdi; ben dolgu yapılması konusunda ısrar ettim; üç dolgu yapıldı. Demek ki beklense düzelme olasılığı da var aslında. Ağızdan nefes alıp almadığımı sordu birde.  Demek ki ağızdan nefes almak dişler içinde zararlı. Diş fırçasını üstten alıp alt diş etlerime çarptırıyordum; artık ağzımı açarak fırçalıyorum; alt diş etlerime çarpmaması için. Altı fırçalarkende üst diş etlerime değmemesi için aynı şekilde ağzım açık fırçalıyorum. Fırçanın diş etlerine ters yönden gelmemesi gerek yani. Pembeden beyaza şeklinde; beyazdan pembeye olmamalı. * 1 aydır dikkatli fırçalamaya başlayalı beri diş etlerimdeki sıkıntılar yok oldu. Öyle dakikalarca fırçalamanın bir gereği yokmuş; dişi aşındırmak; diş etlerini geri çekmekten başka. Bir diş macunu diş etinizi yakıyor ise; yani asitliyse dişinizi de aşındırırır; hassas diye belirtilen diş macunlarından kullanmak gerek. 
*Dün 5 apartmanlık; olsun, olsun 50 metrelik bir mesafede arabamın anahtarını düşürdüm; yarım saat sonra geldim; aradım, taradım; ?gördüm? diyen her çocuğun peşinden sokak, sokak koştum; ?bulursanız para vericem? dedim; yok. Bütün esnafı dolaştım; tanış çıktım; her görüşte sordular; ‘buldun mu’ diye; adamların başına dert oldum. Şeytan aldı götürdü; sattı; getirmedi. Yer yarıldı içine girdi sanki; ne işlerine yarar ki arabası olmayan bir anahtar; bulduysan bırak oradaki esnafa; git. İki otobüslük mesafe ile oğlum evden yedek anahtarı getirdi ama kullanılmadığı için olsa gerek arabayı çalıştırmadı. Çalıştırmadığını biliyordum zaten. Çekici geldi; servise çekildi araba. Anahtarı sabah  saat 10?da kaybettim; servise vardığımızda saat 4 olmuştu; 6 saat sokaklarda sürünmüşüm; yoruldum; acıktım; susadım; bittim.
Servistekilerin gözünü doyurmaya yetmedi anahtarı düzeltip elime tutuşturmak; para bekliyorlar malum. Birbirleriyle bakışlarıyla anlaşıp -öncesinde de sözel olarak anlaşmışlardır- anahtarı düzeltip vermek yerine yeni bir anahtar vermeyi teklif ettiler. Anladım ki sigorta şirketine kazık atmaya ortak olmadığım takdirde bana arabayı vermeyeceklerdi; yorulmuştum; sigortacımı arayıp bir kez daha sormak; danışmak aklıma gelmedi;  oradan arabasız gitmeyi de gözüm yemedi; kabul ettim; hasarsızlık indirimimin de yanması pahasına. Denize düşen neye sarılmıyor ki?
Evrakları düzenlemeye giderken biri arabanın orada kalacağını; vermeyeceklerini söyleyince şiddetle itiraz ettim; oradan arabasız gitmeye dayanamazdım artık; diğeri ?ben hallederim; anahtarı çalışır hale getiririm? dedi. Yani yeni anahtarı almasam arabayı vermeye niyetleri yoktu gerçektende. Kadın buldular mı sıkıştırıyorlar hemen. Evraklar tamamlandı; arabam çalıştı; çıktım. Birkaç gün sonra yeni anahtarı almak için gideceğim; yani bana yedek anahtarım yokmuş; anahtarsız gelmişim muamelesi yaptılar. Ama arabayı alıp çıktım; o ayrı mesele. Anahtar deyip geçmeyin; 1 anatar 500-600 liraymış. Çürümüş; kokuşmuşluğumuzun kokusu bir kez daha burnumun ucunu sızlattı. On sene tek anahtarla idare etmiştim; yedek anahtarı hiçkullanmadan; bir on sene de idare ederdim yedek anahtarla ama beni çok düşündüklerinden bana yeni bir anahtar hediye ettiler!
Araba servisinde duvarlara yazı asmışlar; parfüm kullanmış insanların oraya girmemesine dair. Parfüm yeni yapılmış araba boyasını patlatıyormuş. Bize neler yapıyor Allah bilir. 
*İnsanı çökerten, yaşlandıran, çirkinleştiren tek şey mutsuzluk. Mutsuz eden; aldatan; onunla bununla gününü gün eden keyfinden güller açıyor; arkasından debelenip karalar bağlayanda dert üstüne dert alıyor; bütün hayatı heba oluyor. İnceldiği yerden bırakmak gerekiyor bir ilişkiyi; hele ki size zarar vermişse; veriyorsa. Bunları niçin mi söyledim; adını yazmıyacağım; medyatik bir ilişkinin kadın kurbanındaki değişimi görünce aklıma geldi; öyle değişmiş ki; tanınacak gibi değil. Yıllardır yaşadığı üzüntülerin izlerini artık bütün görüntüsünde taşıyor; değmez; yazık. Hayat devam ediyor sonuçta; onunla veya onsuz; devam da etmeli.
Olmadık kişilere olmadık payeler yükleyip beklentilerimizi karşılamasını bekliyor; karşılanmayıncada büyük hüsranlar yaşıyoruz. Belki o adamın kapasitesi o kadar; oradan ileri götürme becerisi yok; senin kadar dirayetli değil. Sen o değilsin; o sen değil; kendinden beklediklerini bir başkasından beklemek; kendinmiş gibi görmek zaten başlıbaşına bir hata. Tutturmak; istediğinde ısrarlı olmak niye; gitmek isteyeni  bırak gitsin; Allah yolunu açık etsin. Bir ilişkiye saplanıp kalmak bizim bütün kadınların sorunu. Geç ve yeni bir sahife aç kendine. Dünyada kadın kıtlığı olmadığı gibi adam kıtlığıda yok.
*Vitamin haplarının çeşitli zararları varmış; doktor önerisi olmadan kullanılmamalıymışlar; şimdiye kadar kullanın dediler; şimdi de kullanmayın; ne söyleyeceklerine bir karar verseler iyi olacak. Fazla antibiyotik kullanımı da çok yaygın bir hastalığa sebep oluyormuş; hastalığın adını hatırlayamadım ama Amerika’da çok yaygınmış bu hastalık; s harfi ile başlıyordu yanılmıyorsam; show haberde görmüştüm.
*Lise çağındaki genç çocuklar arasında yeni bir moda var; vücut geliştirme. Lise1, lise 2. sınıfta; gelişme çağındaki çocuklar vücut geliştirme uğruna kendilerini zorluyorlar; oğlum dahil. Her fırsatta odasına çekiliyor lastiklerle; ağırlıklarla kas geliştiriyor. Neden bu kadar yaptığını sorduğumda sınıftaki herkesin yaptığını söyledi. Hatta bunun için spor salonuna gidenler bile varmış.
*Arkadaşının üstüne pilav atarken öğretmeni tarafından görülen lise öğrencisi okuldan ceza alınca ‘anne babama ne derim’ diyerek okulun 4. katından kendini camdan beton zemine atmış. Hala bu kadar despot, çocuğuna yakın olmayan anne babalar kaldı mı gerçekten? Hani eskiden vardı; biliyoruz ama şimdi; hala olması ilginç. Gerçi babası güvenlik birimlerinin birinden emekliymiş; genellememek gerek ama etkisi vardır elbette. Ya okula; o öğretmene ne demeli? Eminim pişmandır yaptığından ama artık çok geç. Ufacık bir şakalaşmanın açtığı işe bak. ‘Pamuk ipliği ile bağlı olmak’ denen şey bu işte; daha ne olsun.
*Evde; özellikle mutfakta ayıklama yaptım; plastik ayıklaması. Bütün plastik eşyayı çöpe attım. Plastik kaplar, cam kapların kapakları, sürahi kapakları, cam kavanozların plastik sıkıştırıcılar; aklınıza plastik olarak ne gelirse. Sürahilerin üstünü küçük cam tabaklarla kapattım. Altı ve kapağı cam olan saklama kapları aldım; onları kullanıyorum kahvaltılık için. Mutfağımda artık sadece cam, porselen ve çelik eşya var; gerisi tümdem çöpe gitti. İyi bir sütçü buldum; yoğurdumu da kendim yapıyorum artık. Kala kala pet su şişeleri kaldı. Cam damacanada sular satılmaya başladı; içtiğim marka suyun cam damacanası çıktığında; illa ki çıkacak; suyumu da oradan alacağım.
Şimdilik plastiğe dokunma oranım azaldı en azından. Bir sapları plastik olan yeni aldığım bıçakları atmaya kıyamadım; onların yerine de plastik içermeyen bıçaklar almam gerek. Umarım bundan böyle yine yanılıpta plastik içeren bir şey almam kendime ve evime. Plastik olarak kirli çamaşır kovası, çamaşır sepeti, klozet kapağı, mouse, klavye gibi günlük kullanılanlar kaldı. Onlar için de çareler ürettiğimde onlardan da kurtulacağım. BPA’sız bir hayat için değer. Tabi buna şimdi birde fitalat eklendi; o da kanser sebebiymiş; plastiği yumuşatmak için kullanılıyormuş; ‘ne kadar az plastik o kadar sağlık’; yeni hayat kampanyamız bu. Bir de ‘bin düşün, bir al’. Bu parola satın alacağımız herşey için geçerli olmalı; almak değil amaç; işe yarayanı ve sağlıklı olanı almak. Sağlığımız ve paramız çöpe gidiyor çünkü sonuç olarak.
Evlerdeki asıl sinsi tehlike mutfaklarımızın her köşesini işgal eden küçük ev aletleri. Robotlar, mikserler, ketıllar, soğuk buhar makineleri, yumurta pişirciler vs. Bunların hepsi veya bazı aksamları plastikten mamul. Onları da temizledim evden büyük bir ölçüde. Köşe bucağa bakmayalı ev tefal mezarlığına dönmüş. Çok kalitesiz ve dayanıksız tefaller. Bir işe yaramadı ve yaramayacak olan soğuk buhar makinesini, toplamda on kez kullanamadan bozulan el blenderını attım. Tamamen plastikten mamul yine tefal ketılı çok önce atmıştım zaten. Dünyanın parasını verip satın alıyorsunuz; bir camdan yapmaya bile imtina ediyorlar. Camın maliyeti çok yüksekmiş gibi. Şerefsizlikten başka birşey değil. Bundan 20 yıl önce aldığım moulinex robotun tüm plastik aksamı sararmış durumda. Çelik parçalayıcılarda bir sorun yok, çalışıyorda ama aldığımda beyazdı; şimdi sapsarı.
Geçen gün ablam için sandalye satın aldık; oturma yerleri plastikti; hiç aklıma gelmedi plastik olduğu ve zarar verebileceği. Alışverişin cazibesine kapılınca siliniveriyor aklınızdan herşey; bildiğinizi de bilmez hale geliyorsunuz. Çok dikkatli ve tetikte olamak lazım bu konuda.
Prizler, fişler, kordonlar, elektirik süpürgeler düşündükçe neler çıkıyor; dipsiz bir kuyu gibi; her yanımızı sarmış plastik eşyalar.
*Bu seneyi mısır yiyemeden geçirdik. Aldığım bütün mısırlar şeker gibi çıktı. Tekrardan mısır yiyebileceğimiz günler geri gelir inşallah. Hele geçen gün büyük bir markette karadeniz, doğal tohum yazan mısır vardı; süt gibi; sonunda buldum diye bolca satın aldım; hepsi şeker mısırı çıktı. Birde aldatıyorlar tüketiciyi; ayıp, utanma diye birşey kalmadı. Çöpe gitti elbette. Kavun alırsın; tadından yenmez; çöpe gider; karpuz alırsın bozuk çıkar, hepsi gitti babanın kesesinden. Bu marketçilik karlı iş; tüketicilik ise zararlı. Satın aldığın şeyin riski sana ait; kavunu, karpuzu, pişmiş mısırı kucaklayıp geri götürecek halin yoksa elbette.

Antalya?da 5 yıl önce eşi Mevlüt Ünlü?nün, zorla ters ilişkiye girdiği ve tüfek namlusu temizlemeye yarayan ?harbi? ile de tecavüz ettiği 31 yaşındaki Saniye Ünlü, tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Eşinin harbiyle cinsel saldırısına uğrayan ve bağırsaklarının delindiği belirlenen Saniye Ünlü, 4 kez büyük ameliyat geçirmiş ve hızla zayıflayarak 30 kiloya kadar düşmüştü. Geçen perşembe gecesi aniden rahatsızlanan ve yakınları tarafından hastaneye götürülen Ünlü, aynı gece bağırsaklarında oluşan iltihap nedeniyle ameliyata alındı. Bir kız çocuğu annesi Saniye Ünlü, ameliyatın ardından tedavi gördüğü yoğun bakım ünitesinde bugün saat 15.30 sıralarında yaşamını yitirdi.

Bu 9 Ekim’12 tarihli bir haber. Bu haberi okuyupta tüyleri diken diken olmayacak bir kadın yoktur sanırım. Benim uzun süre kendime gelemediğim kesin. Cinsellik kisvesi altında kadınlar her türlü işkenceye maruz kalıyor ve birer birer ölüyorlar gencecik yaşlarında. Kadınlar erkeklerin rakı mezesi olmaya devam ediyorlar ne yazık ki! O adama verilecek tek ceza var bana kalırsa; penisini kesip köpeklere yedirmek. Hapis falan az gelir öylesi bir sapığa.
Kolon kanserinin bu denli artış göstermesinin ardında yatan neden de bu mudur acaba? Büyük olasılıkla evet; başka ne olacak ki? Bağırsağın yapısının nasıl ince ve narin olduğunu bilirsiniz; en azından sucuklardan. Dinimizde de yasak bu tür bir ilişki; altında yatan bir neden olmalı elbette.
*Bir kadın köşe yazarı meme kanseri olasılığı için 3 ayda bir ultrasona giriyor; her yıl mamografi çektiriyor ve her ay elle muayene ediyormuş memesini. Bu yetmezmiş gibi DNA’sına bakılması için tükrük verip Amerika’ya göndertmiş; uzun ve stresli bir bekleyişin ardından temiz çıkmış; ilerde meme kanseri olma olasılığı düşükmüş; onun adına sevindim.
Olmayan bir meme kanseri olasılığı için bu kadar hastanelerle haşır neşirse bütün bedeni için ne kadar vaktini harcadığını hesap etmek pek zor olmaz. Bütün ömrünü ölme korkusu ile doktor peşinde geçirecek ve ona önlemler almaya harcayacak olduktan sonra yaşamanın ne anlamı var? Evham, korku ve şüpheler içinde geçirilen bir hayatın ne tadı olur ki! Birine kırk gün deli dersen deli olurmuş; hani şu çekim yasasında dendiği gibi; her gün hastalığı, ölümü aklına getiren bir insanda önü sonu o hastalığı değilde bu hastalığı o veya bu biçimde kendine çekecektir. Çekim yasası;)))
Birde işin şu kasap meselesi yanı var. Hani yağı bol bulmuş ya; o kasap canım; kim olacak;)))) Ölümsüzlüğü satın alabileceğini sananların sayısı çoğaldı. Öyle olsa Sakıp Sabancı, Vehbi Koç gitmezdi; ikisi de gitti malum.
Birileri kazanacak ki birileride o birilerinin kazandığından kazanacak; bu işler böyle yürüyor; yayıyorsunuz bir fısıltı gazetesini; ondan ona; ondan ona; kulaktaaan kulağaaa; gelsin paracıklar. Neymiş; olasılığınız düşükmüş; o tetkikin Amerika’ya gerçekten gidip gitmediğinin veya gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin garantisinin yüzdesi ne? 10 yıl sonra kim öle kim kala; kim soracak ki hesabını?
Yeter! yeter!
Öleceksek ölelim.
Hadi vur kendini şaraba,
Kedere ve aşka vur.
Daha içelim, daha içelim..
Demiş ‘İspanyol Meyhanesi’ adlı şiirinde Ümit Yaşar Oğuzcan. Veya Nazım Hikmet’in ‘Davet’ adlı şiirinde dediği gibi;
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…
Kasım?12
Yalan dünya?dan bahsederken Nilüfer abla söylemişti; ?çok fazla ağız, şive var; izlemek istemiyorum? diye; gerçekten öyle. Bu dönem bende izlemiyorum yalan dünya?yı; o kadar çok şeye girip çıkıyorlar ki kafam kaldırmaz oldu; yorulduğumu hissediyorum her bölüm bitiminde; tipler iyice iticileşmiş zaten. Zaten haftada iki dizi fazla geliyor bana; birinden birini seçmem gerek; haftada iki dizi yorucu oluyor; öyle bir geçer zaman ki? yi de iteleyerek izliyorum; öylesine sündürüyorlar ki konuyu; kayıttan hızlı izlemiyor olsam izlemem; 1 saatte bitiriyorum 3 saatlik diziyi; ne yapayım; o kadar sabırlı değilim; olmamda gerekmiyor zaten. Hele şu son iki haftadır hepsini izlesem sıkıntıdan doğum yapardım. Geçen hafta Aydın?ı öldürecek olanın kabusları, hayalleri; bu hafta Aydın?ın cenazesi; bayıldım; bayılacağım; hala sabrediyorum; bakalım nereye kadar? Aralık?12; Neyse ki imdadıma Arif yetişti; o biraz olsun hız ve anlam katacak gibi görünüyor diziye.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *