Press "Enter" to skip to content

Günlük 4l ekim’18

***Diziler başladı, ufak tefek cinayetlere devam, biraz değişmiş, hızı kesilmiş gibi şimdilerde, bakalım eski çizgisini devam ettirebilecek mi, yasak elmada biraz konu tıkanıklığı başladı gibi, neyse ki hatunlar güzel, hala kurtarıyor oradan, gülperi başlamış, çok igrenç bir dizi, bir deli rüzgarın cafcafı çok ama içi boş geldi bana, bir yere varmayacak gibi görünüyor, koca koca yalanlar da çok kötü değil, şöyle böyle, izlenebilir kıvamda, daha başlayacak diziler de var, bir litre gözyaşı başlayacakmış mesela, tabi ki izlemeyeceğim, göz yaşlarımı daha lazım olan şeyler için saklamayı tercih ederim, çok ağlamak isteyen varsa izlesin, ben izlemem, yasak elmadaki hizmetçi ufak tefek cinayetlerde banka memuresi olarak çıkınca biraz kafam karışmıyor değil, yasak elma hatunları, özellikle kısacık boylu güzel kız çok güzel giyiniyor, bu sabah avm gezdim ben de, hiç onun, onların giydiği kalite ve güzellikte giysi göremedim, pahalı, ucuz bütün mağazaları gezdim halbuki, hiç öyle bir şeye rastlamadım, orada mı güzel görünüyorlar gözüme acaba, sanmıyorum, o parçalar avm mağazalarında yok gördüğüm kadarıyla, zaten kalite diye bir şey yok, hiç kalmamış, dökülüyor bütün giysiler adilikten, zaten alıcısı da yok, mağazalar bomboş, yapay, suni, sentetik, polyester, akrilik ne ararsanız var ama yün ve pamuktan eser yok ne pahalı ne de ucuz mağazalarda, en klası viskon, onu da ben almam, massimo dutti, ipekyol, network, hm, zara, m&s ve diğer bütün mağazalara baktım, yok öyle şeyler, aval değilim ya o kadar, bütün bu mağazalar naylonu kakalayacak avanak bekliyorlar her sabah kapılarını açıp, kadınların her yanları ortada naylon giymekten, o naylon taytlar, kıç çizgisi, kilot çizgisi, her şey ortada, iğrenç, ve hiç güzel görünmüyor gözüme, ha onunla çıkmışsın sokağa ha kilotla, bir farkı yok, onları, o naylonları giyeceğime alırım bir kot, onu giyerim, hiç değilse sağlıklı, hiç değilse pamuklu, hiç değilse ayıbını örtüyor, hm de bir anne şortlar var dedi, erişkin kızı çok kısalar dedi ve geçip gittiler almadan, bizi olduğumuzdan başka, olduğumuzdan farklı olmaya doğru iteliyorlar, bize hissettirmeden, bütün kadın şortları öyle, bütün mağazalarda, bacakla sıfır çizgide, ben hiç kadın şortu almıyorum, almam, erkek reyonundan alıyorum, yıllardır, ve en azından beli de yüksek, varsın olsun erkek şortu, erkek gibi olayım, ortalıkta alaçık gezemeyeceğime göre, 70 kilomla, kızıma alıyorum ama, o giyebilir, 50 kilo ve bir yerinde bir fazlası yok, zahide yetişteki o ikiz kızlara tayt giydiriyorlar, 150 kilolar, her görüşte midem bulanıyor kızları, etek giydirin, örtün, görmek zorunda mıyız o çirkinliği, herkes tayt giyecek diye bir şart mı var, yakışan giysin, yakışmayan niye giysin, 50 kilo olan insanla 150 kilo olan insan arasında bir fark olmalı mutlaka, onu o aradaki 100 kiloyu yaparken düşüneceksin.

Kot diyince, eski bir kotum kalmış, en az yirmi yıllık var, ara ara kızım giyiyor şimdi, bana zaten olmaz, öyle kalın ki kumaşı, şimdiki kotlardan 3 tane çıkar kalınlığından, şimdiki kotlar bile mendil niyetine, mağazaların trendleri de değişmiş, her gelene hoş geldiniz deniyor artık, eskiden de vardıysa da bu denli değildi, bugün her girdiğim mağazada hoş geldiniz dendi, yunus emreye dönmüşler, kim olursan ol yine gel halindeler, kriz bu boyutta olunca, zaten yapacak başka işleri de yok, bomboş oturuyorlar, bir musibet bin nasihatten iyidir, arada musibet te lazım demek ki, insanları kendine getirmek için, hem alıcı hem verici açısından, ne oldum dememek gereken bir dünyadayız sonuçta hepimiz, her şeyin alaşağı olması bir anlık, an meselesi, kaygan zeminde paten yapmayı bilenler için sorun yok, sorun bilmeyenlerde, onlar da öğrenirler nasıl olsa, geçen kış oğluma nike eşofman altı almıştım, pamuklu, bir dünya para vererek, iki kere yıkandıysa yıkanmıştır, kıpkırmızı olmuş rengi, normalde siyahtı, hm de anons yapılıyordu, eskimiş giysilerinizi getirin on lira indirim yapalım diye, eskiler pamuk ve yün tabi, işleyip yeniden kullanacaklar, eskilerinize iyi bakın, yerine gelenler eskilerin yerini tutmayacak, evde giydiğim bir eski bluzüm var, kapşönü vardı kestim, boyun kısmı kesik, kısa olduğu için de beli açılıyordu, baktım kalın bel lastiği iki kat, demin içten kestim ve uzadı, şimdi altı da kesik, ama belim ısındı en azından, pırtı pırtı olana kadar giymeye devam, çünkü pamuklu, pamuklu bulamayacağıma göre piyasada, bulsam da bu kalitede ve kalınlıkta olmayacak, giymeye devam, şu anda giydiğim eşofmanın paçaları da kesik, pamuklu bulabilince erkek reyonundan almıştım. uzundu, kestim, mutfakta bir şeyler yıkarken, yani meyve, sebze, kolları suya girip ıslananların kollarını da keserim, yine ıslanırsa yine keserim, ıslanmayacak boya gelene dek, ev modasında bir numarayım, çok ta tın, beni korusun, ısıtsın, rahat ettirsin, yok başka bir derdim, beğenmeyen beyoğluna gitsin.

Bu da kendime iyi taktik aslında, onu da beğenmedim, bunu da beğenmedim diye diye pılı pırtıya para vermemiş oluyorum işte, fena mı, hep verdik te ne oldu, o da boş iş, ayrıca gerçekten de beğenilecek pek bir şey yok piyasada, alsam verdiğim paraya acırım yani, o kadar batık ve batak durumda avm piyasası.

Kış hazırlığı olarak camların etrafını yine dolandım, bostik marka soğuk silikonla, diğer markalar çok daha kötü kokuyor, bu da kötü de, kötünün iyisi, piyasada bulamadım, internetten sipariş verdim, ustalar hep o markayı kullanıyorlar, bayağı bir fark etti yine evin ısısı, mutfakta oturduğum yerde arkamdan, arkamdaki pencereden gelen soğuk hava kesilmiş mesela, her sene yapıyorum, yine bakıyorum atladığım yerler olmuş, her sene yeni yerler buluyorum silikonlanacak, banyolardaki havalandırma pencerelerinin etrafında açıklıklar vardı, onları kapattım, havalandırma penceresini istediğinizde kapatabiliyorsunuz ama o delikler daima açık kalıyorlar, evdeki bütün pencerelerin alt çizgilerinin üstünden geçtim, işe yaramış gibi görünüyor, soğuklar başlayınca daha iyi anlarız artık, ne kadar korunaklı o kadar iyi, elektiriğe, doğalgaza yine zam gelmiş zaten, doğalgaza yüzde otuz zam gelmiş, geçen sene 300 liralık yakıyorduysak bu sene 400 liralık yakacağız yani, 600 liralık yakıyorduysak ta 800 lira ödeyeceğiz aynı miktarda yaktığımız gaza, kış sıkı geçecek gibi görünüyor.

 ***Bir, iki hafta önce yaşın kaç programında uşak eşme’de uzaylıların taşlanması bahsi geçti, ben hatırlamadım, unutmuşum, dün aklıma geldi, baktım, kırmızı ayaklı, elips gözlü, parlak giysili uzaylılar görülmüş, ayrı ayrı kişiler tarafından, 3 ayrı kişi ayrı yerlerde, 2001’de, taşla kovalamışlar, uzaylı da taş atmış ve yükselerek uzaklaşmış, bu tip bir olay 2008’de yine yaşanmış eşmede, eşmede altın madeni varmış, onun için geliyorlar denmiş, bugün de istanbulda üç adet ışıklı cisim görülmüş, gündüz vakti, videosu da var, genellikle deprem öncesi göründükleri de söylenir, gölcük depreminden önce de o bölgede görülmüştüler, istanbul bu ara riskli olabilir deprem açısından, geleceksen gel gayrı kırmızı ayaklı uzaylı kardaş, bak buralar çok karışık, ona göre gel.

***Bir doktorun mide kelepçe ameliyatı yaptığı 3 hastası ölmüş, konu meclise taşınmış, zahide yetişte son zamanlarda bir kadın var, o da ameliyatla zayıflamış, bayağı bir fazla derisi var, alınacak, çok kötü görünüyor deriler, yine bugün çağla şikelde yine ameliyatla zayıflayan bir kadın çıktı, onun da deri fazlası var, yarın alınacakmış derileri, önceki zayıflamasında spor ve diyetle kilo versiği için deri sarkması olmamış, her ikisinde de aynı oranda kilo vermiş olmasına rağmen, ama bu defa olmuş, birdenbire verilen kiloda ani boşalma olduğu için vücut, yani deri kendini toparlayamıyordur, ameliyat sonrası besin çeşidi kısıtlamasına gidildiğini söyledi, madem besin kısıtlamasına gidiliyor diyetle ver kiloyu o zaman, ameliyat olmaya ne gerek var.

***Bu sabah 10.30’da ahlatlıbel civarında şehir yönüne giderken yol daraltıldı, ilerde yol bahçıvanlarını görünce yine çiçek dikmek için yolu daraltıyorlar diye hayıflandım ancak bahçıvanlar her zamankinden çok daha kalabalıktı ve daha çok hareket halindeydiler, önce kavga falan var sandım, biraz daha yaklaşınca anladık ki yerde yatan biri var, bir kadın bahçıvan, yaşlıca, birinci şeriti geçmiş, ikinci şeritin başlangıç kısmında boyluboyunca yatıyor, kafasında kan var, tam o esnada ambulans geldi, biz geçip gittik, bu kimbilir kaçıncı bahçıvan vakası, üç kuruş para uğruna bir dolu insanı salıyorlar yol kenarına, can pazarı, çok mu lazım yol ortasına çiçek ekip dikmek, ekip dikmek, ekip dikmek, olmasa ne oluyor o çiçekler, hayatlarımızdan ne eksiliyor, ne anlıyorlar bundan anlayamadım bir türlü, yaparsın çim, uzayınca kesersin olur biter, onca insanı yol ortasına salmak nedir, vuranın da bir suçu yok belki, kadın ikinci şeritte düşmüş yere, ama al başına bela, bir insana zarar verdiğine mi yansın o adam veya kadın yoksa adli olarak suçlanmasına mı, ha amaç o insanlara iş  sağlamak ise katarsın üretime, bir fabrika mı açarsın, gerçek bir iş mi üretirsin bilemem, ama vardır onun da bir çözümü, çözüm bu olmamalı, bir dolu kadını yol ortasında çalıştırmak, sabah sabah bütün moralim bozuldu, bunlar nasıl insanlar, insan yamyamları.

Gazi hastanesine gidiyorduk, rutin kontrol için, kızımın, 3-4 ayda bir gidiyoruz, bir ilerleme, gerileme olmamış kızımda, ilaçlarını aynı şekilde kullanmaya devam edecek, gerileme olmadığı sürece sorun yok, yediklerine dikkat ediyoruz zaten biliyorsunuz, kendi de en az benim kadar dikkatli bu konuda, 16 yılın kirliliği bir yılda tamamaen düzelecek değil ancak elbet bir gün düzelecek, denize gittik, öğlen saatinde bol bol güneşlendik, bronzlaştı da kızım, ama d vitamini yükselmemiş, aynı yerde duruyor, 18, almıyor d vitaminini vücudu, çok insanda olduğu gibi, orada da bozuldu moralim, gittiğimiz çocuk endokrin katı, çocuk nörolojisi de orada, o katta, moral bozmak için birebir, her cinsten çocuk, spastik mi istersin diyabetli mi, hepsi var, ve hepsi çocuk, çoğunda kalın camlı gözlükler var, ileri derecde uzağı görememe, şekeri dünyadan kazımak lazım, başka çaresi yok bu işin, oraya gelenlerin yüzde doksanının geliş nedeni şeker, belkide nörolojiye gelenlerin de büyük bir kısmının, dünya mı gittikçe küçülüyor yoksa bizler mi gittikçe yakınlaşıyoruz bilemiyorum ama aynı apartmanda oturduğum bir kadın da çocuğuyla oradaydı, tanışmıyoruz, sadece göz aşinalığım var kadın ve çocuğuna, apartman 30 daireli ve her birini tanımak gibi bir isteğim yok doğrusu, sen incekten yola çık, aynı apartmandan, gazi hastanesine aynı gün aynı saatte git, tesadüf değil sıklık meselesi, o kadar sıklaştı endokrine gidiş gelişler, ki biz en son 4 ay önce gittik, çocuğu bayağı bir kilolu kadının, 13-15 yaşlarında erkek çocuğu, çember gittikçe daralıyor, hepimiz için.

Hal böyle olunca, d viramini hali, günlük, anlık şeker iniş çıkışları değil de gürkan kubilayın bahsettiği hücrenin toksinle kaplı olması bahsi öne çıkıyor, uzun süreli bir etkileşim olduğundan yola çıkarak, yediğimiz o yaramaz ve şımarık şeyler bizi uzun, uzun zamanlar etkisi altına alıyorlar bu demek oluyor ki, d vitaminini almamızı sağlayan kanallarımızı bile tıkadıklarına göre daha neler yapıyorlardır bize kim bilir.

***Bu ara melih gökçek, mustafa tuna atışması gündemde, melih gökçekin bir tweeti var ki bu sözleri mustafa tuna ya değil direkt erdoğana söylemiş, tweet şu, “son sözüm musafa tunaya, buraya kadar yazdıklarım sadece nefsi müdafa, inan partime zarar vermeyeceğime inansam seni insan yüzüne çıkamaz hale getiririm, söyle adamlarına davamıza daha çok zarar vermesinler” bu tweet dün atılmıştı, bugün barış ilan edilmiş, tweetteki adamlarına lafı tweetin kime söylendiğini ayan etmeye yeter zaten, mustafa tunanın adamları bir şey yapmıyor, yapan mustafa tuna, mustafa tuna da erdoğanın adamı olduğuna göre sözün muhatabı ortada, erdoğan, ve söz oldukça ağır bir söz, ucu bana da dokunmayacak olsa senin ipini çekerim diyor açıkça erdoğana, seni insan yüzüne çıkamaz hale getiririm az buz yutulur bir laf değil, davamız dediğinde ise mustafa tuna ile ortak bir davaları olduğunu düşünmüyorum, yine bu sözün muhatabı da erdoğan, ve bu tehdit üzerine, erdoğana yaptığı bu tehdit üzerine bugün mustafa tuna geri adım atıyor, mustafa tunanın adamları değil geri adım atan, mustafa tunanın ta kendisi, erdoğann adamı olarak, şeytan ayrıntıda gizli.

Pislik bu denli ortaya saçılmış, yayılmış durumda ve biz seyirci halindeyiz bütün bu pisliğe. o sözün aslı insan yüzüne çıkamamak değil insan içine çıkamamak, veya insan yüzüne bakamamak olabilir, melih gökçek cehaletinden dolayı bu sözü böyle değiştirmiş, her iki anlam ve durumda da çok büyük ve iddialı bir söz, melih gökçek erdoğan hakkında neler biliyor olabilir acaba, bu kadar önemli olan, bayağı bir bir şey bildiği belli, hepsi birbirinin pisliğini örtüyor ki bütün pislikler ortaya saçılmasın, ama bir başlasa ya alimallah ortalığı bok götürür, gibi görünüyor en azından, melih, melih, melih, çek şu adamın ipini melih, mert ol, adam ol, hayatında bir kere olsun bir adamlık yap, yoksa hep yavşak olarak hatırlayacağız seni, bak bu kaçıncı atışman, ankarayı parsel parsel fetöye sattı dediler senin için gıkın çıkmadı, yuttun, şimdi ankaparkı o yedi diyorlar, belediye gelirlerini cebine indirdi diyorlar, bunu da yutacak mısın, karizman sıfır melih başgan, yerlerde sürünüyor, adın çıkacağına canın çıksın, senin adın hırsıza çıktı bir kere, bir daha düzelmez, böyle giderse elbette, çıkıp konuşmazsan, sen boş ver partiyi, davayı, zartı zurtu, kendi kimliğini, kişiliğini kurtar, tabi yiyorsa, söyledikleri doğru değilse, söylediklerinin doğru olduğunu sen de biliyorsun ben de, tabi ki hırsızsın, ama benim bilmeyip senin bildiğin bir şey var, onların da hırsız oldukları, çık ve bunu söyle, onlar da hırsız de, tabi yiyorsa, buna cesaretin varsa, sen artık gözümüzde bir hırsızsın, ama erdoğan değil, sen hırsız damgasını yedin, ama erdoğan tertemizim diye geziyor, dava da neymiş, sen onurunu kurtar onurunu, hiç değilse eşitle durumu, o da hırsız de, biz de diyelim hırsız ama hiç değilse adammış diye, bu durumda hem hırsızsın hem de adam değilsin be melih, bu sana yakışır mı, hiç yakışık alır mı melih, çoluk çocuk bile senden hırsız diye bahsediyor, market çalışanı genç çocuk bana kara paralarının yolu kesilince makromarketi kapattı dedi senin için, madara oldun melih, bilmeyen yok hırsız olduğunu, ben bile bilmiyordum bu kadarını o çocuk demeden önce, laf dolaşıyor melih, durmamacasına, ve lafın yönünü, yanını değiştirmek senin elinde, melih, melih, melih, vatanı kurtaran melih, tarihe böyle geçecek adın, inan olsun, kurtar bizi melih, melih, melih, melih, sen bun yap, ankaranın adını melih gökçek bile yaparız, bak sana söz, bunu sen bile yapamazsın, yapamazdım, yeter ki o adamın adını silelim tarihten, senin adın başımız gözümüz üstüne, bir numaralı kahramanımız olursun, bunu bir düşün e mi, yoksa o üçüncü havalimanına adını koyacak, recep tayyip erdoğan havalimanı, ve daha kim bilir nerelere, onun adına üniversite bile var, senin neyin var melih, paralarından başka, birde hırsız adından başka, onun adına karşılık senin adın, ankaranın adı melih gökçek olacak, ki hiç unutmayalım hırsızı, puştu, pezevengi, bak bu iyi bir pazarlık, bunu bir düşün melih, melih, melih, melih, vatan kurtaran melih.

Mustafa Tuna’nın yaptığı da iş değil, belediye seçimlerine aylar kala çıkmış kendi partisinden olan bir adama hırsız diyor, o kirliydi ben temizim diyor, sanki başka partidendi melih gökçek, kendi partisiyle rekabet ediyor, işte bu kadar ebleh, bu kadar aptallar, hep dediğim gibi, nah alırsınız ankarayı bir daha, rüyanızda görürsünüz ancak, herkes biliyor artık hepinizin hırsız olduğunu, baştan ayağa hepinizin, istanbulu da alamazlar artık, alamayacaklar, büyük şehirlerdeki kan kayıpları aşikar, ancak  seçim hırsızlıklarına chp nin işbirliği etmesiyle alırlar, bu mümkün tabi, geçen seçimde, başkanlık seçiminde olduğu gibi, önce seçime hülle karıştırdılar, mhp ile ortaklık kurarak, bu hareket yasal mıydı, değil miydi hiç kimse sorgulamadı, bence yasal değildi ve o seçimin iptalini gerektirirdi, bu bildiğim kadarıyla cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir olay, iki ayrı partinin birlik olup seçime girmesi, öyleyse niye iki partisiniz, birinizden biriniz lağv etsin kendini, birleşin, öyle girin seçime, bunu bile yapmayıp seçime hile karıştırdılar ve chp bütün bunlara seyirci kaldı, seyirci kalmakla kalmayıp bazı illerde oylar çalındı deyip bunu demekle kaldı, yani üçlü ittifakla başarıldı başkanlık seçimi, akp, mhp, chp ittifakıyla, chp nin bundan böyleki görevi bizi oyalamak, kandırmak, etkisiz kılmaktır, başkaca bir görevi yoktur, amerikadan aldığı ültimatom budur ve onun gereğini yerine getirmektedir chp, başka bir fonksiyonu yoktur, kalmamıştır, kalabalıkları susturmaktır görevi, bizi chp değil olsa olsa melih başgan kurtarır, adını ankaraya vereceğiz melih, melih gökçek, puştluğun, basiretsizliğin, aşağılık olmanın adı olarak, diğerini de yanna ekleyerek tabi, recep tayyip erdoğan, unutma bunu, senin adın lekeli, onunki temiz mi kalsın melih, bunu içine nasıl sindireceksin melih, hadi be melih, insan parasıyla değil adıyla yaşar, bak bir ayağın çukurda, adını artık temizleyemezsin belki, ama onun da adını kirletmek senin elinde.

Sonuç olarak o saygın, eski bb, şimdi başkan, tertemiz, pürüpak bir adam, sen ise hırsız, adını hırsıza çıkardı, bunu göremiyor musun melih, her bir yandan adamlarını salıyor üstüne, sonra da bir köşeden kıs kıs gülüyor, biliyorsun böyle olduğunu, bir sıfır o önde anlayacağın, sana böyle izah edersem eminim daha iyi anlarsın, futbol diliyle yani, sıfır olan sensin, bir olan ise o, kalene iyi bir gol attı, hırsızlık golü, hadi göreyim seni melih, temizle alnındaki bu pisliği, temizleyemezsin belki ama ona da aynısını yapıştırabilirsin, bu da bir şey, hadi melih, ortala, ve goollll, bekliyoruzzzz, dört gözle, canı gönülden, seninleyiz melih, senin tarafındayız, sen o golü at yeter ki, sana horsız diyen ibne, benden sana garanti aha buradan.

***Bu kriz başladı beri. yani yaklaşık 2-3 aydır en baş haberimizin ne olduğunun farkındasınızdır, mhp af çıksın dedi, akp affa karşı çıktı, biraz masal değiştirseler bari, her gün de aynı şeyi dinlemek bıkkınlık getiriyor insana, yaratıcılık kısımları körelmiş demek ki, ya da hiç yokmuş, yaratıcılık sıfır, her gün aynı haberi baş haber yaptırdıklarına göre.

***Türkiye’de on bin diyaliz hastası varmış, yani ileri derecede böbrek hastası, aile dört kişiden oluşuyor desek 40 bin kişi bu melanetten direkt etki altında, hısım, akrabasını katarsak yüzbinlerce kişi bu hastalıktan etkileniyor, hiç az bir rakam değil, bu hastalığın sebeplerinden biri şeker hastalığı diğeri ise tansiyonmuş, yani şekere ve tuza dikkat çekiyor diyaliz hastalığı, yani yine şeker, yine şeker, her yerde, her biçimde karşımıza çıkan şeker, kazıyacağız dibini bu memleketten şekerin, başka çaresi yok, 12-8 in üstü yüksek tansiyon sayılıyormuş.

***Mide kanseri, midede kramp tarzında ağrı, yanma, dolgunluk hissi, şişkinlik, geğirme, yutmada güçlük, devamlıysa ve kişi 45 yaş üzerindeyse mide kanseri belirtileridir, endoskopiyle bakılmalıdır, yemek sonrası aşırı bir dolgunluk hissi, sanki oraya bir taş oturmuş gibi bir his, beklenmedik bulantılar ve kusmalar, kilo kaybı, hepsi belirtileridir, acı yemek mide kanseri yapmaz, mangal etinden, ızgaradan, yani yanmış etten uzak durmak gerekiyor, fazla tuzdan kaçınmak gerekiyor, c vitamini ve e vitamini iyi gelir, şekerden, tatlıdan uzak durmak gerekiyor, tuzlu balıklar, konserveler kanser yapıcıdır, bir, zararlı olduğunu bildiğimiz maddelerden, yani yiyeceklerden uzak duracağız, iki, sigaradan, üç, kilo almaktan uzak duracağız ve hareket edeceğiz, mide kanseri pankreas kanserinden sonra ikinci sırada geliyor ölümcül olması sırasında, az yiyelim, kilo almayalım, dr. serdar yol

***Kalbe zararlı yiyecekler şeker, fazla hayvansal gıda, transyağlar, erişkin bir insan için bir yumurta günlük protein gereksinimi için yeterlidir, fazlası kansere yol açar, kalbe yararlı olanlar yeşiller, kırmızılar, sarılardır, brokoli, nar, zerdeçal, soğan, sarımsak gibi, bu dünkü çağla şikel programından, doktorun adını unuttum, kalp doktoru, diyacağsınız ki niya, bu hastalık hastası durum, çok iyi hissetmiyorum kendimi, bir yerde bir hırtlık var ve ben onu doktor kapılarında sürünmeden, mr, endoskopi vs. eziyetlerine katlanmadan çözebilmek derdindeyim, hastane fobim var, doktor özürlüyüm, arayan bulurmuş, bulurum belki diye, kendim için yani, ama geçen yıl daha fenaydım, kahveyi bırakmadan önce, bir anda yorgunluktan kesiliveriyor ve olduğum yerde çakılıp kalıyordum, ta ki bir su içip biraz da dinlenene kadar, çay veya kahve içtiğim günler yattığımda saatlerce uyuyamıyordum, gerçi şimdi içsem yine aynı şey olur, hiç sekmez, gecenin bir yarısı tak diye uyanıp yine saatlerce uyuyamıyordum, gündüz de sersem sepelek geziyordum, tam uykuya geçeceğim esnada, uykuya dalarken sıçrıyordum, sıçrayarak uyanıyordum, neredeyse her gece, beyin doktoru osman tanık bunu şu şekilde anlattı, beyinde iki doku arasındaki iletişim, bağ koptuğunda olurmuş bu durum, ve genellikle uyku sırasında görülürmüş, gündüz ani irkilmeler, seğirmeler, hatta epilepsi, yani sara da bu nedenle oluşurmuş, sadece kahveyi keserek bütün bu olumsuzlukları sıfırladım, gece uykusuzluklarım, ani sıçramalarım bitti, bitmiş, düşünebiliyor musunuz neler değişmiş hayatımda, size niye kahve, şeker deyip durduğumun en basit izahı bu, bunlar, şimdi onlar yok, öyle değilim ama yine de var bir şeyler, en başta da insülin direnci, mide kanserinde anlatılan şişkinlik vs. var bir şeyler, hatırlayınca eskiyi bugünüme şükür dedim içimden, bir kahve neler yapmış bana, ki o kadar eski de değil, sadece bir yıl öncesi, laf lafı açıyor, o karabasanlar, onlar da şeker, kahve kaynaklı, bende de oldu zamanında ara ara, özellikle gündüz uykularımda ve doğum sonrası zamanlarda, şekerin bolca yendiği, yükseldiği zamanlarda yani, nelerden neler çıkıyor hiç belli değil, keyifleneyim diye şeker, kahve tüketiyorsunuz, ve o ikisi bütün keyfinizin içine ediyor, bu durumda sara da bile onlar etkili bence.

***O kalp doktoru 8 saat beslenip 16 saat aç kalma formülünü anlattı, bunu anlatan başkaları da var, sağlıklı olduğunu, osman müftüoğlu da söylüyor, sabah onda kahvaltı ettiniz diyelim, akşam altıya kadar yiyorsunuz, sonrasında yemiyorsunuz, 16 saat mide dinleniyor, bir nevi oruç, orucun gündüz değil de gece olanı, ben hiç oruç tutmadım bu arada, yani şimdiye kadar,  tutamazmışım gibi geliyor, pek denedim sayılmaz, ama bunu deneyeceğim, mide kanserini anlatan doktor da demişti az yiyin diye, ye, ye, ye yemenin sonu yok, bir yerde bırakmak, azaltmak gerek, mide de dinlenmek istiyor belki, eğer söylendiği gibi mide kanseri, ülseri, gastriti gibi arızaları yoksa tabi, her şey insanlar için sonuçta ve hiçbirimiz ayrıcalıklı değiliz sağlık konusunda, dün öyle yaptım, 8 saat yedim, bir süre devam edeceğim, şimdi uyandım, uyanalı iki saat oldu  ve hiç açlık hissim yok mesela, akşam yemediğim halde, şimdi formalite icabı yiyeceğim, hep olduğu gibi, az yiyip çok yaşayarak daha çok yemek mi, çok yiyip az yaşayarak daha az yemek mi, seçim kişiye ait elbette, ben birinci seçenekten yana kullacağım hakkımı bundan böyle, yiyebildiklerime, yiyebildiğim kadarına şükrederek, ve mideme teşekkür ederek, bu zamana kadar bana bu izni, bu hizmeti verdiği için, çok uzun zaman yemezsen de safra kesesi taşı oluşurmuş, dünkü sağlık dersi buydu çağla şikeldeki, ne yapsan, ne yapmasan bir bela var, ne işe kaldık.

***Dikkat dikkat, enflasyonu açıklıyorum, marketlerde 50 kuruşa satılan 500 ml lik küçük su artık bir liraya satılmakta, bu durumda enflasyon yüzde yüzdür, şu hesabın bile içinden çıkamadılar ya, ben ne diyeyim onlara, matematik özürlüler.

***Adi orospu çocukları, durmak yok milletin anasına, orasına koymaya devam, devam ediyorlar, trafik cezalarına yüzde yüz on sekiz zam yapıyorlarmış, normalde her yılbaşı yapılırdı zam, bu yıl şimdi yapılıyor, paraya fena halde sıkışmışlar, beter olsunlar inşallah, enflasyona göre ayar yapıyor olmalılar, ben demiştim enflasyon yüzde yüz diye, bak iyi bilmişim, sonunda onlar da hesabı tutturmuş olmalılar, işlerine gelince tutturuyorlar anlaşılan hesabı, kırmızı ışık, telefonla konuşmak, emniyet kemeri takmama cezaları 108 liradan 235 liraya, geçen gün benim de yediğim 500 liralık hız cezası bin liraya yükseliyormuş, ne yapacağız, kontakları kapatıp toplu taşıma bineceğiz, gerçi toplu taşımda da yine onlar kazanacak, sizin aklınıza gelen başka bir fikir var mı, benim yok, ve böyle olacak, başka uçarı kaçarı yok, bunu istiyorlar bizden, biz de yapacağız demek ki, bunlara bir ders vermek lazım, yoksa bu böyle olmayacak, oğluma geçen gün telefondan gelmişti, şimdi yine emniyet kemerinden geldi, haftada bir geliyor anasını satayım, neyse ki 108 lira, 235 olunca ne bok yiyeceğiz, her hafta, oh ne ala, ne hikmetse kanal d nin haberinde her kime sorsalar, sürücülere, daha çok olsun, 235 lira olan ceza 500 lira olsun dediler, millet afyona başladı herhalde, kafayı yiye yiye, ya da kanal d dekilerin kafası afyonlu, ikisinden biri, bence kanal d dekilerin kafası daha çok afyonlu, belli i eleme yapmışlar, ya da millet korkudan ağzını açmıyor.

***Sakatatlardan yapılan kedi mamalarının yapı itibarıyla benzeri boncukları sabah kahvaltıda çocuklara veriyoruz, içine süt koyarak, dengelidir, vitaminden zengindir, hiçbir şey söylemiyorum, kesinlikle öyle, ama çocuk bir kere alışırsa normal tereyağı, bal, kaymak falan yemez artık, onu bilin, onu bonus olarak üstüne verin, yine verin, canı çekiyorsa yesin, ben öyle onlara karşı bir insan değilim, sürmeliklere karşı da, niye karşı olayım ki,  sürmelik o şeyler baktığınız zaman o kadar da kötü durmuyor, ama ben sadece bununla çocuk beslerim derseniz yanılırsınız, olmaz, … krem karameli düşünün, altı yumurtayı bir litre sütün içinde eritiyoruz, ondan sonra vanilya, şeker, oldu sana krem karamel, aslında çok basit bir tatlı ama çok keyifli bir tatlı, yapmanızı öneririm, sadece şey, dibini o şekerle tutturma meselesi iş çıkartır size, kuruduğu zaman çıkartmak zor çünkü onu oradan, bekletmeniz lazım biraz suyla biraz erisin diye, ama çok keyiflidir, baklava da çok keyiflidir, şahane bir şeydir, iyisini bulun ve kararında yiyin, evde iyi olmuyor, o profesyonel bir iş, ECNEBİ yavuz dizdar, aynı zamanda orospu çocuğu.

Herkes, bütün doktorlar şekerden uzak durun derken bir tanesi çıkıp şeker reklamı yapıyorsa alenen, bir programda bir değil birkaç kere, cuma günkü çağla şikelde, o orospu çocuğu değil de nedir.

Halihazırda sağlık, yavuz dizdar nisan’2012 başlıklı bir sayfam var, ona baktım, yavuz dizdarın söylediklerini yazmışım, 2012 yılında, ilk parladığı, cilalandığı zamanlar, kanıtlar benden, şöyle demiş yavuz dizdar, “Mısır şurubundan yapılan balın kilosu 2 liraya mal edilebiliyormuş. Mısır şurubu çok ucuz. Meşrubat ve bisküvilerde mısır şurubu kullanılıyor. Colalar; hazır bisküvi ve kekler yenmemeli, mısır şurubunun kanser, diyabet yapabileceğine dair araştırma ve kanıtlar var. Kuru mama yiyen ev hayvanlarında bile artık kanser problemi var. Kanser hücreleri şekerle besleniyor; o yüzden saf şekerden uzak durulmalı. Meyve çok fazla olmamak şartıyla yenilebilir.”

Bu nasıl bir değişim yavuz dizdardaki, 6 yılda, güvenilir olana kadar doğruları, güvenilir olduktan sonra ise yanlışları mı söylüyor, hangi kahvaltılık corn flakes ve fındık kreması firmasıyla anlaşma yaptı acaba, ülkerledir, banka hesaplarına, olmadı evindeki ayakkabı kutularına bir bakmak lazım, oradan anlaşılır mesele, sözü sakatattan alıp corn flakese, fındık kremasına getirmek için konuşmanın öncesinde epey kafa patlatmış olmalı, sonuçta nereden nereye, sakatattan kedi mamasına, kedi mamasından corn flakese, oradan da fındık kremasına, bayağı dolambaçlı bir yol izlemiş, kimi kandırıyor, satılık doktor, ya da ecnebi, ya yahudidir soyu ya rum ya da ermeni, ya da akp-ülker-cargill iti, başka ne olacak, daha önce de yazmıştım zaten ecnebi diye, yakın zamanlarda, şu geçtiğimiz bir ay içinde, yine geçenlerde dinlediğimde şekerin kanser hücrelerini beslediğine dair kesin bir kanıt yok demişti, bu nasıl bir değişim, 180 derece, var bunda bir iş, bir orospu çocukluğu.

Baktım, ağustos ayında şöyle yazmışım yavuz dizdar hakkında, “yavuz dizdar, ki onkoloji, yani kanser doktoru, “günde 3-4 kahve içebilirsiniz, hatta onu şekerli de içebilirsiniz, şekerle ilgili kanıtlanmış bir şey yok ortada” diyor, kahve ve şekerle ilgili olarak, yavuz dizdarın tipini hepimiz biliyoruz artık, beyaz tenli, orta boyda, hoş yüzlü, güleç bir adam, ilk zamanlardaki sıkılganlığını da attı üstünden, hoş bir adama dönüştü, googlea yavuz dizdar yazsanız ilk çıkan şey evli mi, bekar mı oluyor, neyse, bu konumuzun dışı, burada vurgulamak istediğim şey yavuz dizdar pekte türk tipli bir adam değil, soyu, sopu nereden geliyor acaba” demişim, şimdikinden çok farklı olmayarak, adamdaki evrilme epeydir başlamış yani, yeni değil, aylardır sürüyor bu şeker kışkırtması demek ki, her gün başka bir kanalda çıktığı düşünülürse ülkerin corn flakes, fındık kreması satışı patlama yapmıştır, daha 3-5 yıl önce elini ayağını nereye koyacağını şaşırıyordu tv de, şimdi bizi yanlış yola iteleyecek aklınca, şaşkaloz, pis pısırık, yere bakandan korkacaksın diye boşuna denmemiş, bir denenmişliği var demek ki bu işin, seni beni bilmez ne idüğü belirsiz pislik serseri, çocuklarımız hastalıktan kırılıyor o bahsettiğin, öne sürdüğün şeker yüzünden, doktorum ayağına bizi uçuruma itecek aklınca, adam ibne olunca insan canı, çocuk canı ona ne gam ne keder, ne tasa, ona ne, ibne işte, başkaca ne beklenir ki bir ibneden, buradaki ibne küfür olarak değil gerçek anlamda kullanılmıştır, kırk, ellisine kadar evlenmeyen, bize çaya, kahveye gelmiş gibi tv den krem karamel tarifi veren adam başka ne olacak, erkek değil ya, ibne işte.

Haksızsam söyleyin yavuz dizdar hakkında, biraz sert oldu ama o da bunu hak etti sonuç olarak.

***Şeker tadında kıyak diye bir video paylaşmış biri facebookta, akit tv videosu, akit fetö sanırım, düşmanımın düşmanı dostum olmaz ama olur icabında, kısa süreliğine de olsa, bilmediğimiz bir şey yok gerçi videoda, şeker kurumunun kapatılışını anlatıyor, ama hatırlamak lazım, ve hiç unutmamak, bu yüzden izlenebilir, https://youtu.be/Vv3JwpJ0ahA

Hep söyledim, yine söyliycem, yine söyliycem, ben bıkmayacağım söylemekten, siz bıkabilirsiniz, benim için sorun yok, nasıl olsa sesiniz, soluğunuz çıkmıyor oradan, ben tam gaz devam. 

 

Bütün yeni çağ hastalıklarının ardında bu malum şeker var, nişasta bazlı şeker, ilk etki alanı hormonlar,

östrojen, kadınlık hormonu, bu sebepten adet düzensizlikleri ve bozuklukları artmış durumda, kadınlarda erkek tipi saç kaybı artmış durumda, örnek duygu sarışın, birce akalay vs. ve miyomlar, erkeksilik, örnek yine duygu sarışın ve birce akalay, östrojen gittiğinde geride ne kalıyor, testesteron,

tiroid hormonu, vücudun ana dengesini sağlıyor ve nbş etkisi ile bertaraf oluyor, kalp ritmi artıyor, el, ayak titriyor, terliyor, gözler pörtlüyor vs.

çocukların, gençlerin çoğunda uzağı görememe problemi var, gözlük kullanıyorlar, fazla şeker alımı yüzünden, şeker göz sinirlerini harab ediyor, bütün sinirleri harap ettiği gibi,

karaciğer fonksiyonlarını yerine getiremez oluyor şekerin hızına ve etkisine ulaşabilmek için, iflas ediyor, sivilceler baş gösteriyor, ergenlerde,

diğer bir etki alanı beyin, zekayı vuruyor, en aşağı dereceye indiriyor, zeka geriliyor, beyin ve vücut arasındaki iletişimi koparıyor, acıyı hissetmiyoruz, dokunma duyusunu sıfırlıyor, bu dokunma duyusu alanının içine doğal olarak cinsellik te giriyor, kadın için de, erkek için de, acıyı, bıçak kesiği acısını dahi hissetmeyen bir vücut dokunmayı da hissedemez, beyin içi kopuklulara, iletişim kopukluklarına sebep oluyor, bu sebeple alzaymıra, seğirmelere, saraya sebep oluyor,

nbş nin üzerimizdeki etkisi çok büyük, şu anda ne hastalık varsa bilin ki altında nbş var, bunda başı obezite çekiyor, ve üvey kardeşi kahve ve çikolata, hepsinden uzak durun, durdurun, zekayı ve sinirleri etkikeyen iki ana etmen, hayatı altüst eden, ikisinden de uzak durun, ve yine unutmayın normal şeker de onlardan çok hırlı değil, tatlılardan da uzak durun, hepsinden uzak durun, topyekun, şekerden aldığı fazla fazla enerjiyi ne yapacağını bilemeyen vücut bunu çocuklarda haylazlık ve yaramazlıkla, büyüklerde öfke nöbetleriyle atıyor, sinirliyseniz veya sinirliyse etrafınızdaki birileri bilin ki bu şekerden, her tür şekereden, nbş veya değil.

biz doğduğumuzda bunlar mı vardı, hadi biz doğmadan önce diyelim de daha gerçekçi olsun, var mıydı, varsa kaç evde vardı, bir düşünün, vitesi geriye alın ve hatırlayın, bunları ara ara birbirimize hatırlatmamız gerekiyor ki unutmayalım, ve ona göre kendimize çeki düzen verelim, ve hatta hatta meyveye, bala, pekmeze dahi dikkatli ve sınırlı yaklaşmak gerekiyor, çünkü karaciğerin şekeri işleme kapasitesi oldukça sınırlı, bu limiti aştığınızda işler karışıyor vücutta, ve bunların hepsi bizi hareketsiz, tepkisiz, uyurgezer modda yaratıklara dönüştürür, dönüştürüyor, düşünme becerimizi elimizden alır, alıyor, bunlardan ne kadar çok arınır ve uzak durursak kendi bildiğimiz, esas var olduğumuz insanlara dönüşmemiz çok daha olası,

yoksa, yoksa gitti gider ali bey, hepimizin yolu ali-zaymır, çok yakında, hepimizin bir ilerki adımında ulaşacağı yer orası olacak, ali-zaymır, ondan bir önceki aşama ise şeker hastalığı, bütün türkiye şeker hastalığından inim inim inliyor, kime sorsanız şeker hastası, altmış yaş üzeri şeker ilacı kullanmayan yok gibi, iki kişinin birinde insülin direnci var, her yaştan, tesadüf mü bu, şeker hastalığının ve alzaymır doktorlarının bu hastalıklar hakkındaki ilk söyledikleri şey şeker, bu seferki bu şeker sizin de kulağınıza küpe olur umarım, yoksa bir sonraki durakta kollarını açmış ali-zaymır bizi bekliyor olacak, kucaklamak için,

hani birbirimizi hala, hiç değilse beş, on yıl daha fazla tanıyalım, unutmayalım diye bütün bu anlattıklarım, bizim için yani, anlayana, şeker bize bir akp-amerika komplosu, oyunu, bunu görmemek için ahmak olmak gerek, akp, ülker, cargill işbirliği, en iyi türk ölü türk’tür, den en iyi türk hasta türk’türe geçiş yapmış bulunmaktayız, hiç değilse ilaç şirketlerine yarar düşüncesiyle,

komplo büyük, hafsalanız aldı mı, alıyor mu bilmiyorum ama hepimiz bu komplonun piyonları durumundayız, o iğrenç şekerleri yediğimiz sürece, bu komplonun, oyunun dışına çıkmanın bir yolu var, şeker yememek, bu bu kadar zor olmamalı,

ben bir yıldan uzun zamandır bu şekilde yaşıyorum, şekersiz, kahvesiz, çikolatasız, dondurmasız, ve diğer benzeri şeylersiz, ve hayatımda hiçbir eksilme olmadı, hatta artıları oldu bana, bana ve bize, birbirinize ve kendinize sunmayın o pislik şekerli şeyleri ve kahveleri.

Hücreler nbş ve benzeri toksik maddelerle kalplı olduklarında hücreye ne besin, vitamin, ne de d viramini geçişi oluyor, güneşlensek d vitamini alamıyoruz, yiyip içsek bize gereken vitaminleri alamıyoruz, çünkü hücrelerimizin üstü toksik madde ile kaplı, besinler ve d vitamini hücrenin içine giremiyorlar, bir an önce o toksik kirlilikten kurtulunması gerekiyor, hepimizin, bunun için elbirliği yapmalıyız, ben size ulaştırdıysam bu bilgiyi siz de kendi sevdiklerinize ulaştırmalı, yaymalısınız,

herkes on kişiye ulaşsa ortada nbş diye bir tehlike kalmaz zaten, yazı burada, istediğiniz gibi kesin, biçin, doğrayın, kendi yazınız gibi, yeter ki ulaştırın, hepimiz için iş işten daha çok geçmeden önce, çocuklarımız daha çok endokrin kapılarına düşmeden önce, nbş ile hasta edip sonra ilaçla dengede tutup yaşatıyorlar ve biz de bize bunu yaptıkları için onlara minnet duyuyoruz, bu mu hayattan bütün beklentiniz, kendiniz için, çocuğunuz için sevdikleriniz, hatta sevmedikleriniz için, herkesin bunu, bunları bilmeye hakkı var, kendini ve etrafındakileri korumak adına, öncelikle annelerin.

Konu dağılır gibi oldu bir oradan bir buradan olunca, toparlamaya çalışayım, şeker ve nbş, her ikisi de, çocuklukta yaramazlık, haylazlık, dikkat eksikliği ve hareket bozukluğu yapar, ergenlikte erkeklerde sivilce kızlarda sivilce ve östrojen kaynaklı bozukluklara sebep olur, her iki cinste de her yaşta tiroid bozukluklarına, sinirsel bozukluklara, zeka kayıplarına, kas kaybına sebep olur, yaşlılıkta ise alzaymıra dönüşür bu bozukluklar, alzaymır sinirlilik ve unutkanlık demek oluyor bu arada, her yaşta, her çağda etkililer yani, demem o ki insan sağlığına zararlıdırlar.

Susma, sustukça sıra sana gelecek, uyuma, uyudukça da sıra sana geliyor, unutma, unuturma, ayık kal, yoksa dünyanın dönüyor olmasına sen de ayak uydurursun, azıcık tansiyon bile yeter bunun için. 

anamız dinimiz ağlıyor milletçe doktor doktor gezmekten, doktor dinlemekten, her kanalda doktor çıkıyor, Allahın her günü, üç, beş doktor var böyle belli başlı, o kanal senin bu kanal benim geziyorlar, işi gücü bırakmış olmalılar çünkü her gün tv deler, herkes doktor filozofu oldu koca türkiyede, ama bür yere varılmıyor nedense, çünkü biri öyle söylüyor biri böyle, bir ağız birliği olmadığı için de hep aynı yerde saymaya devam ediyor bu millet, bu şeker illetinden kurtulmadığı sürece de bu böyle olmaya devam edecek, ve şekerin hastalıklarının yanı sıra doktor doktor dinlemekten kafayı sıyıracağız. 

***Şimdi de yeni bir zıpçıktı türemiş, zahide yetişte çıkıyor sık sık, genç bir doktor, günde 100 gram şeker yenebilirmiş, bir kesme şeker 4 gram şekermiş, bir elma 5 gram şekermiş, buna göre hesaplanabilirmiş, neyse, bari hiç değilse krem karamel, fındık kreması, baklava yiyin demiyor bu, ama böylesi bir tazyik var bu aralar şekere karşı oluşturulan, şeker yiyin tazyiği, o çaya şeker koyun derken bunu millet dondurma yiyin diye de algılayabilir mesela, hatta bu yetmezmiş gibi vücudun şekere ihtiyacı olduğunu da söylüyor, ama bu vücuda lazım olan şekerin ekmekten, meyveden ve diğer karbonhidratlardan da sağlanabildiği konusuna girmiyor, direkt şekeri öneriyor, yine şüpheli bir durum var bana kalırsa bunun da ardında, para kasaları, ayakkabı kutuları falan filan meselesi, kan kaybediyor galiba şekerciler, zarar ediyorlar, ülker yapılandırma isteyeli çok oldu mesela, 5-6 ay olmuştur, yani konkordato demek olmalı bu, onun için salıyorlar bu sahte satılık doktorları piyasaya, günde 100 gram şeker yediğinde bu sadece ayda 3 kilo şeker, yılda 36 kilo şeker demek, beş yıldakini varın siz hesaplayın gayri, hadi hespladım, 180 kilo, bir insanın üç katı ağırlık, sadece beş yılda yediği şeker miktarı, o da sınırda, lafta sınırda, be saf şeker kısmı, bu 36 kilo şeker yılda vücutta kaç kilo yağa tekabül eder acaba, beş, on, yirmi, ben bir kilosuna bile fitim, sonra işin yoksa dön dolaş ter at o bir kiloyu vereceğim diye, ki buna yürüyüş deniyor literatürde, montof inekleri gibi dolanıyoruz erkekli kadınlı yürüyüş parkurlarını, ve bir yere varmıyor ne o parkur ne de biz, olduğumuz yerde sayıyoruz kilo olarak, yeter ki o bir kilo yağ vücudumdan gitsin ben ömrüm boyu ağzıma şeker sürmemeye razıyım, sürmüyorum da zaten, sürsem zehir gibi gelir bana bundan sonra herhalde, az meyve, günde maksimum iki elma ayarında, bazen o kadar bile değil, sabah  azıcık azıcık bal, vişne reçeli, tahinin hatırına tahin pekmez, başka hiç yok, sıfır, o çarkın dönmesine, daha fazla dönmesine aracı olmayacağım, akp, ülker, cargill çarkının, zaten olmuyorum, bir yıldır sıfır, ne bir adet dondurma yedim ne de çikolata, ne bir kahve içtim, ne de başka bir zehir şekerli, onlar benden çok uzak artık, ayrı dünyalardayız.

Benden bu kadar, bu doktor muhabbeti beni bile sıktı, artık izlemeyeceğim ve yazmayacağım, anlayana sivrisinek, şekeri yazarım, o bitmez bende, bu ara çok sık ve fazla izledim bu doktorları, tansiyonum yükseldi, arada diziler de izlenince çok gelmiş olmalı bana, ufak tefek cinayetler, yasak elma, ve biraz hızlıca kocan kadar konuş ve bir deli rüzgar, hepsi hafif, insanı yormayan, üzmeyen diziler, hatta endorfin yükseltici bile denilebilirler, öyle sıkıya gelemem, ağlamalı mağlamalı bana yaramaz, hiç tansiyon nedir bilmezdim, baş dönmesi, kendini kötü hissetmeymiş, öğrendim, dünden beri, dün oldu, dün baktığımda 14’tü tansiyonum, bugün iyi, böylece ara veriyorum doktor hafiyeliklerime, anlayan anladı, anlamayana yapabileceğim bir şey kalmamış demektir zaten bu, bu gece orucundan da olmuş olabilir, az yiyorum, alışkın değil vücudum, neyse, alışır, sorun yok.

Son olarak diyorum ki, bu oturumun sonu yani, bende oturumlar bitmez, bilirsiniz,  o şehir hastaneleri, o hastanelere giden duble yollar başım gözüm sadakasına yapılmıyorlar, sırf bu tezgahı sürdürebilmek için, amerikanın emri ile yapılıyorlar, biz nbş ile hastalananları iyi halde tutabilmek için, iyileştirebilmek demiyorum farkındaysanız, iyi halde tutabilmek diyorum, bu ikisi farklı şeyler, iyileştiğinizde doktora ve ilaca bir daha gereksinim duymuyorsunuz ama iyi tutulduğunuzda o ilaca hep ihtiyacınız var, ve hep ihtiyacınız olacak, aradaki ayrım önemli.

Ha, korkuyorum diyorsanız korkunun ecele faydası yok, hiç olmamış zaten, Atatürk, ismet inönü ve dedelerimiz, ninelerimiz eğer korkmuş olsalardı biz bu günleri de göremezdik, ölümse eğer korktuğunuz o da ölüm bu da ölüm, nbş de öldürüyor, başka bir şey mi yapıyor sanıyorsunuz yoksa siz, siz öğrendiniz kurtuldunuz diyelim, komşunuzun komşusu öğrenmediği için acılar içinde kaldığında siz öğrenmiş olmanın mutluluğunu, hazzını yaşabileceğinizi mi sanıyorsunuz, nasıl ölüm hepimizeyse kurtuluş ta hepimize, bir grup aptalın eline düştük diye hayatlarımızdan mı vaz geçeceğiz, korkaklığınız bu boyutta mı, o zaman yazık size, ne diyebilirim ki, kaldı ki o aptalları bile kurtarmak bizim boynumuzun borcu, aptal oldukları için ölmeleri gerekmiyor, kimse hak etmiyor böylesi bir ölümü, o akp li aptallar bile, onlar da bu tezgahın içinde, sadece biz değil, benim ne şanda şöhrette gözüm var, ne de başka bir şeyde, olsaydı eğer on yıldır burada pinekliyor olmazdım zaten, kendi halimde, bir on yıl daha geçse benim için bir şey değişmeyecek, ben her türlü halimden memnunum, hayattan öyle büyük büyük beklentilerim yok, fazla yorulmayayım bana yeter, hayatta en çok korktuğum şey gereksiz yorgunluklar, beklentiler, buna bir şeylere zorlanmak ta dahil, kendi isteğim dışında tabi, ama bu sorumluluğu hissediyorum içimde, bildiğimin bilinmesi sorumluluğunu, siz  de bunu hissederseniz içinizde ortada konuşulacak bir şey kalmıyor zaten, çünkü siz de biliyorsunuz artık. en az benim bildiğim kadarını, bu bir hayat memat meselesi, milli hayat memat meselesi, farkındasınızdır umarım.

***müjdat gezen bir  müzikal hazırlamış, eskinin starlarını canlandıran, yeşilçamın, gördüklerimi beğenmedim, para işi belli, o insanların anılarına saygısızlık gibi geldi bana, zeki mürenin fatih ürekle ne alakası var, bir özellikleri dışında, hadi iki olsun, ikisi de şarkı söylüyor diye, zeki müren kim fatih ürek kim, tırnağı olamaz zeki mürenin, özellikle sesi, zaten sahnede zeki müren değil fatih ürek olarak duruyor, kendi lansmanının derdinde, çok derdiydi zeki müren, ölmüş gitmiş işte, ne kadar benzerse benzesin kimse türkan şoray olamaz, ne duruşu, ne bakışı, tam bir fiyasko bana kalırsa o müzikal denen şey, istediği kadar iddialı olsun, ayrıca hatırlamak istersek hepsinin geride bıraktıkları var, oturur izleriz, taklidine ne gerek var, ucuz taktiklerden biri daha işte, para amaçlı, o insanların anısına saygısızlık, ölü veya diri.

***İlk cumhurbaşkanımız Atatürk ordulara komuta etmiş, ilk hedefiniz akdenizdir, ileri, komutunu vermiş, son cumhurbaşkanımız da müftülerin efendisi, müftülere taktik veriyor, siz ortalığı boş bırakırsanız sizin sahteleriniz türer diyor, biri askerlerin komutanı diğeri müftülerin komutanı, hitap ettikleri ordu anlayışları bile farklı.

Bronson gitti, gözü kör olasıca, bir milleti soydu soğana çevirdi ve gitti, o paranın vurmadığı neresi kaldı ki, hepimizi, herkesi vırdu, fırsat bu fırsat anamızı belledi trump, bronsonun gidişi üzerine trump türkiye ile ilişkilerimiz eskisi gibi olacak demiş, olur tabi, hep senin borun öttüğü sürece, ne işi vardı ülkemde amerikan casusunun, bir milletin ahı, vebali o trumpun üstünde, yap, et, sonra düzelecekmiş, ne düzelecek, bu millet kaç yılda eski halini bulacak, belini doğrultacak belli bile değil, konkordatoların ardı arkası gelmiyor, son olarak yörsan konkordato ilan etmiş, yörsanın batması türkiyenin batması ile eşdeğerde, asıl konkordato ilan etmesi gereken türkiyenin ta kendisi, ölmüşüz de ağlayanımız yok.

Az önce oğlum trump ve tayyip türkiyeyi krize sokmak için bronson bahanesini kullandılar birlikte dedi, 22 yaşındaki bir çocuğun anladığını, gördüğünü anlamak bütün dünya için bu kadar zor olmamalı, böyle düşünüldüğünde ortada bir casusluk olayı falan da yok, sadece uydurmaca kaydırmaca bir olay yüzünden gümbürtüye gönderildik, küresel vampirlerin oyununa geldik yani yine, biz kaybettik, sahi kim kazandı, amerika, yani trump güven tazeledi, fors kazandı, aşk ilişkileri ile kaybettiği imajını düzeltme fırsatı buldu falan filan, bronson ajan ise niye bırakıldı, ajan değilse niye iki yıl tutuklu kaldı, bu iki sorunun cevabı yok, kaldı geriye cevapsız sorular. o başın kopsun inşallah trump, nursuz manyak, ve buna çanak tuttuysa eğer, ki görünen o, o erdoğanın da başı kopsun inşallah.

***”Herkes çok yorgun, herkes çok gergin, bir türlü öfkesini kontrol edemiyorlar, takıntılar çok artmış durumda, öfke kontrolü ciddi sorun, anksiyete artmış durumda, panik ataklar aynı şekilde,” diyen, acaba niye artmış bunlar, zahide yetişteki doktor aydın duygu kilonun enerji fazlasından olduğunu, bu enerji fazlasını yapan yiyeceklerin ise makarna, pilav, ekmek, meyve olduğunu, et, yumurta, yoğurt gibi gıdalarla birlikte yenmeleri durumunda kilo yapmayacağını söyledi, buraya kadar yanlış bir şey yok, ama eksik bir şey var, niye o enerji yapanların arasında şekerin adı dahi geçmiyor, bizler şeker yemiyor muyuz, birileri ağzınıza biber sürerim falan mı dedi doktorlara da şekeri ağızlarına dahi almıyorlar, yine izledim işte, alışkanlık olmuş, turp gibiyim, dün yürüyüş yaptım, bugün yüzdüm, kış gelmeden kapıştırmak gerek, hep tv olmaz tabi.

***Yine o doktorun söylediğine göre japonlar, italyanlar dünyanın en zayıf milletlerindenmiş, doktor şöyle yorumladı bu durumu, japonlar pilavı balıkla, yumurtayla, italyanlar ise makarnayı etle yiyorlarmış, bu yüzden zayıflarmış, ben başka bir yorum getireceğim buna, o ülkeler, ve hiçbir millet bizim kadar şeker tüketmiyor ve tüketmeye zorlanmıyorlar, biz alenen şeker tüketimine zorlanıyoruz, medya ve siyasi iktidar tarafından, japonlar ile italyanlardan farkımız bu işte, şeker dediğin boş enerji kapsülü, vücut ne kadarını eritebilir, tüketebilir, ne kadar haylazlık yaptırsa, sinirlendirse tüketemiyor ve yağa dönüştürüyor, oysa makarna, pilav ve meyvede durum farklı, onların extra faydaları var vücuda ve şekerin sağladığı kadar boş enerji, kalori vermiyorlar vücuda, o yüzden bizim yemememiz gereken makarna, pilav, meyve değil şeker, işin sırrı şekerde, orada doktorun söylemesi gereken şey bu, ama söylemiyorlar, merak ettiğim bilmediklerinden mi yoksa bile bile mi söylemedikleri, o da bu ülkede yaşıyor bende, benim gördüğümü göremediğini sanmıyorum ben, hedef saptırıyorlar, şaşırtıyorlar, zaten şekeri bir kez dahi bile ağzına almaması da bunun kanıtı değil mi, bu da satılık, satın alınmış, show tv nin kendisi satılık, satılmış, nerede kalmış doktorları, olsun o kadar, bazı doktorlara para ödüyor show tv, bazılarındansa para alıyor, bir gedikli estetik doktoru var mesela, samsunda da iş yapıyormuş, o kesin ödüyor, belli, insanları durduk yere hayvansal gıda bağımlısı yapacaklar yoktan yere, gelsin kolesterol, kilodan kaçarken kolesterol batağına saplanacağız, sabah akşam et mi yenir, böyk, vahşi hayvan mıyız biz, hiç canım çekmez o kadarını, ayrıca kilosu seksen lira, her türlü akla ve sağlığa zarar, o doktor extra geliri olmasa, sadece maaşla yaşıyor olsa her gün et yiyebilir mi, nah yer, yerse kirasını bile ödeyemez, peki nasıl tavsiye ediyor bunu insanlara, asla o kadar et yemem, sevmem, istediği kadar zayıflatacağını bileyim yine yemem, ben aslan mıyım.

Ayrıca daha geçenlerde yazdım, bir kalp doktorunun erişkin bir insan için günlük gerekli protein miktarının bir yumurta olduğunu söylediğini, bu durumda o her yemekte yenmesi gereken protein meselesi de çöpe gider. Ha, makarna, pilav, ekmek kilo yapar mı derseniz yapar ancak belli koşullar atında, herkese yapmaz, eğer şekerle insülin direnciniz geliştiyse pilavı, makarnayı da şeker olarak algılar vücut ve bu halde kilo yapar, yanında istersen beş kilo et ye, yediğin bir tabak pilav sana ertesi gün iki kilo ödem olarak döner, kendimden biliyorum bunu, çok oldu, veya çık çok fazla pilav, makarna, ekmekle beslenilmesi durumunda da aynı şey olur, uzun sürede yani, iki gün üstüste pilav yemekle olmaz bu iş, uzun zaman ister, o doktorun söylediği şey insülin direnci kazanmamaya yarar, insülin direnci zaten oluştuysa etkilemez, ki yanına meyve ve şekeri de eklemek gerek, tek başına karbonhidrat sorumlu tutulamaz insülin direncinden, dünyada şeker ve meyve olmasa tutulabilirdi elbette ama varlar ve yiyoruz, gördüğünüz gibi tıp masterımı, doktoramı tamamladım, siz şahitsiniz, şanlıurfa harran üniversitesi tıp fakültesine profesör olarak atanmayı bekliyorum artık, doğal olarak.

Şekerin handikapı bağımlılık yapıyor olması, insan belli bir süre sonra şuuraltı yaklaşıyor şekere, hissetmeden, yedikçe yiyor, yedikçe yiyor, sonu gelmiyor şekerin, bugün dondurma, yarın çikolata, öbür gün çay şekeri derken çekildikçe çekiliyorsunuz şekerin içine, sonra koca bir şekere dönüşüyor vücudunuz, paketlesen tam şeker görünümünde, yusyuvarlak, top gibi bir şey, yuvarlasan gider, çok var piyasada öylesi, özellikle gençlerde, ben de öyleydim, hala öyle sayılırım, yetmiş kiloyum, bir elli boyla, hiç az yemedim şekeri, çocuklarımın ellerinden alıyor, kapıyordum çikolataları, bir defada iki paket çikolata yiyordum, seksen gramlık olanlarından, doldu bile günlük kota, 100 gramdı ya, öyle demişti zıpçıktı doktor, nasıl da iştahla yiyırdum, bağımlılık bu işte, oradan biliyorum, başka nereden bileceğim, kişi kendinden bilir işi.

Yani şekeri az yemek diye bir şey yok, on gram yesen bu kısa zamanda 100 grama, sonra bir kiloya çıkar, şeker kendi kendini istetir, yedikçe daha fazlasını, daha fazlasını istersin, işte bu yüzden tümden terk etmek gerekiyor şekeri, tamamıyle hayatından ve aklından çıkarmak, yoksa tutamazsın kendini ve her bahaneyle, bir bahaneyle o şekerleri midene indirirken buluverirsin kendini, şekerin kırk türlü yüzü var, birinden birini yerken buluverirsin kendini, helva, çikolata, dondurma, çay şekeri, pasta, baklava gibi gibi çeşitli hallerde girer vücuduna, tümden bırakmak gerek şekeri, yoksa sizi ayartır, oynatır durur.ü, ve hep tetikte olmak gerek, beyninizin oyunlarına düşmemek için, o beyin sizi öyle bir oynatır ki şeker yediğinizi bile anlamazsınız, mesela meyveyle, veya başka bir şeyle, her türlü, bir türlü size şeker yedirtmenin bir yolunu bulduruverir beyin, şeker konusunda ilk korkulması, sakınılması gereken şey beyin, kendi beyniniz.

Yaz bitmedi, bitemiyor, havalar soğumak bilmedi bir türlü, e güzel tabi de güneşi de görmüyoruz, bir haftadır pis bir pus kapladı ankarayı, hava hep kapalı, istanbula döndük, istanbul her daim öyle, yaz, kış, serhanın evinin, ofisinin penceresinden görünüyor istanbul ve hep o pus var, yaz kış, ufak tefek cinayetlerdeki serhan, şu bizim serhan, hava kirliliği pus dediğin, başka ne olacak ki, sera etkisi dedikleri de buna benzer bir şey olmalı, bir şemsiye gibi örtüyor gökyüzünü ve gökle bağlantımızı kesiyor, şehirler kaldırmıyor onca insanı, egzozu, ısınmayı, kule kule göğe uzanan binaları, rüzgarı kesmeleri sebebiyle, neyse ki bizde hala istanbul kadar kötü değil durum, bizde bir haftadır var, ısınma başladı beri yani, sevinsek mi üzülsek mi bu duruma, üzülmeli tabi, nesine sevinicen, kötüden iyi olması iyi olduğu sonucunu getirmiyor, kocasının kötü olduğunu düşünen kadına kocanın içkisi yok, kumarı yok, daha ne istiyorsun demeye benziyor bu, içkisi yok, kumarı yok ama kötülüğü var, onu ne yapcaz, artılar eksileri götürür diye bir kaide yok hayatta, hep komik gelmiştir bana o söz, ona bakarsan benim de yok içkim kumarım, buna kocam seviniyor mu, azına boyun eğdirmenin bir yolu da bu gibi yaklaşımlar olmalı, istanbul ankara oldu karı koca ilişkisi, kafalar allak bullak.

esra albayrak, namı diğer erdoğanın kızı, beratın karısı oluyor, şöyle demiş, müslüman oranının 2050’de yüzde 20’lere ulaşması bekleniyor, bu avrupa için rahatsızlık sebebi, ben de ona karşılık olarak diyorum ki “ulaşmaktan kasıt doğurmak olmalı, hıristiyanlar akın akın müslümanlığa geçmediklerine göre, suriyelileri ve suriyeli doğuran ve doğanları da avrupa nüfusuna katmayı başardık nasıl olsa, beklenen gerçekleşecektir mutlaka” bu büyük istatistiki bilgiye ulaşmak için çok çabalamış mıdır acaba yoksa önüne geleni okumuş mudur, bana kalırsa önüne geleni okumuştur, onda o kafa ne gezer, sarımsak kafalı, diğer sarımsak kafalıların önüne koyduğunu tabi, avrupadaki müslüman nüfusu artınca ne bok olacak afedersiniz ama, çıkartma mı yapacağız avrupaya, on kişi olsan ne, yüz kişi olsan ne, cürmün kadar yer yakarsın, önemli olan kafa sayısı değil beyin hacmi, o da o müslüman dediklerinde yok, rahatsız olacağını düşündüğün avrupalılarda var ama, beyinsizler, fındık beyinliler, yok, olmadı bu, fındığa hakaret etmeyeyim durduk yere, fındığın da bir asaleti var kendince, konumuza uygun olsun hiç değilse, şekere bulanmış beyinliler, beyinleri şekerin içinde glu glu ediyor olmalı, ben bayağı bir eğleniyorum burada aslına bakılırsa, beyin koordinatlarım açılıyor, genişliyor, e daha ne olsun, ben yazmayayım da kim yazsın, bu da bir bağımlılık mı yoksa, ben bir düşüneyim bunun üstüne.  

***Adam akp nin önemli kalelerinin birinin yöneticisi, müdürü mü öyle bir şey, 5-6 katlı, geniş yüzölçümlü bir devlet dairesinin en üst yöneticisi, ve akp için kritik bir öneme sahip bu iş yeri, kadın, yani karısı, kapalı, oğlum 24 yaşında üniversite öğrencisi, site içinde, evin hemen yanında kafa kafaya tokuşmuşlar geçtiğimiz gün, aynı site içinde yakın oturuyormuşuz, kadının altındaki araba yüz binin üstünde, sıfırı üç yüz, son zamlarla, sıfır mı alınmış bilemem, oğlumun arabası da o değerde yaklaşık, yüz bin üzeri, arabalar aynı, aynı marka, aynı model ama yılları farklı olabilir, oğlumda 2-3 binlik hasar var, kadının arabası daha hasarlı, aslında hasar çok sayılmaz ama hava yastıkları açıldığı için perte çıkacakmış araba, gördüğü halde hiç frene basmadı dedi oğlum, kafa ne ile dolu kim bilir, arkada da çocuk varmış, akşam üzeri, kaza sonrası oğlum gidip iyi misiniz diye sormuş kadın cevap vermemiş, oğlum bir şey soracak olsa oğluma kocamla konuş diyormuş, daha koca moca yok ortada, kocası gelince kocasıyla konuşacak oğlum, oğlumla konuşmayı reddiyor yani, oğlumu erkek olarak görüyor olmalı, bana göre çocuk ya oğlum, kadın da kırk yaşlarında, bir süre sonra site güvenliği gelmiş, kadına iyi misiniz diye sormuş, kadın yine cevap vermemiş, güvenlikçi oğluma şokta mı diye sormuş, oğlum yok, yobaz da ondan demiş, sen kadının elinden kimliğini, kişiliğini, konuşma özgürlüğünü al, ki zaruri halde, sonra altına pahalı araba verip gerektiği yerde frene basmasını bekle, olacak iş mi, olursa işte bu kadar olur, paran olsa ne olur, olmasa ne olur, her yerin para olsa ne olur, o kadın kölen olduğu sürece, araba prangalı köle, akp zihniyeti kölesi, adın esra albayrak veya bir başkası, hepsi aynı durumda, köle, hepsi bir başkasının sesi, sahibinin sesi, eh böylesini idare etmesi daha kolay tabi, iş gören, işe yarayan ama konuşmayan kadın, bundan daha alası olur mu, olmaz, iyi taktik, din, iman palavrasına kadını susturup kendi borunu öttürmek, araba tabi ki adamın üstüne bu arada, kadının olacak değil ya.

Kazanın sebebine gelince orası V şeklinde bir yol ve ikisi de eğimli, iki araba da yokuş aşağı gidiyorlar ve V’nin ucunda çarpışıyorlar, çünkü o V boyunca, ki 3-5 metrelik bir mesafe, arabalar birbirine göremiyor, orta yerde anlamsız, gereksiz bir duvar var, neden yapıldığı belli bile olmayan, yukarı doğru yol alan bir duvar, oturduğun site toki sitesi olunca böyle anlamsızlıklar görmen çok mümkün, hep burun buruna geliyorduk zaten orada, sonunda kabak oğlumun başına patlamış, kazada sorumlu iki taraf ta değil, o duvar ve o duvarın icabına bakmak gerekecek, birinden biri bile birbirini görmezken onları ne ile suçlayacaksınız. *Kadın soldan gittiği için yüzde yüz suçlu çıkmış.

***”Memleketimizin şu anda en büyük sağlık problemi şeker hastalığı, şu anda şeker hastalığı türkiyede öyle hızla artıyor ki baş döndürücü bir yükselişte, bu hızla devam ederse önümüzdeki kırk sene içinde bu memleketteki herkes şeker hastası olacak maalesef, tip 2 diyabet beslenme ile alakalıdır, genetik değildir, kilolu olanların yanı sıra kötü beslenme zayıf olanları da şeker hastası yapar, şeker hastalığından korunmak için ne yapmalıyız, ekmek, meyve, bal, pekmez, tüm tatlılar, şekerler kesilmelidir, karbonhidratlar ve buğday içeren ürünleri tamamen kesmektir, bunlar yenmeye devam ederse diyabet ilerler, artar, diyalize girerler, ayakları kesilir, gözleri kör olur,  kalp damar hastası olurlar, her gün bir saat yürünmeli, zeytin yaprağı ve tarçından yapılmış çay iyi gelir, karaciğere enginar faydalıdır, zeytinyağı faydalıdır,” doktor ümit aktaş

ümit aktaş şeker diyor, tatlı diyor, eyvallah, ancak glutene o kadar dikkat çekiyor ki şeker ikinci plana düşüyor, şeker göz ardı oluyor, oysa bence bu işte tam tersi olarak glutene değil şekere dikkat çekilmesi gerek, hemde olabildiğince, glutenin suçluluğu muallakta, suçludur diyen de var demiyen de, ancak şekerinki şüphe götürmez bir gerçek, hal böyleyken ümit aktaş neden şekere dikkat çekmek yerine glutene dikkat çekmeyi tercih ediyor, var mı bunda da bir hafiyelik durum, bilemem, onu kendi biliyor, tamam şekeri söylüyor da niye ikincil kümeye düşürüyor, orası meçhul, bence glutenin, ekmeğin hiç suçu yok bu işte, over kistler ve adet düzensizlikleri için bir ön şeker hastalığıdır, insülinle alakalıdır, doğru beslenme ve hareketle geçer dedi, sezaryenler için doğum yapacak kadınlar normal doğumdan korkutuluyor, anne ve çocuk için en sağlıklı olan normal doğumdur dedi.

Sağlık konuşulacak, konuşacağız, başka çaresi yok.

***Dün akşam, 20 ekim cumartesi akşamı, diğer, küçük oğlumla kızılaydan dönüyoruz, hasarlı araba değil, o tamirde, diğer oğlumun arabası, saat sekize doğru, karanlık, yol boş, dolu değil, eskişehir yolunda tepe primeı biraz geçtikten sonra yanıbaşımızda bir korna çaldı, sol arkamızda, yerimizde hopladık, oğlum da kornaya bastı, ama yaptığımız bir şey yok, düz yolda gidiyoruz zaten, ne yapabiliriz ki, şeridin dışına çıkmış sanırım oğlum, en sağ şeritteyiz zaten, sol falan değil, 40 plakalı, koyu renkli, eski bir araba, içinde de iki ayı bozması var arabada, önümüze geçti, yavaş gidiyor, bizi yavaşlatıyor, biz de yavaş gittik, bir süre sonra sağ şeride geçti, yine yavaş, sağa selektör atıyor, herhalde bize, sağa çekin diye, o yavaş biz yavaş gidiyoruz, onlar biraz önde, sağda, biz biraz arkasında, selektöre devam , yol boyunca, etimesut ayrımından döndü gitti sonunda, köpek tarlasına dönmüş ortalık, alenen .ikecek adam aranıyorlar yollarda, bunu anlatmanın başka bir terimi yok, direkt bu mesele, bir fırsat, bahane çıksa da hani birini yakalasak indirsek diye, akp köpekleri, başka kim olacaklar, onlardan biliyoruz her şeyi, kimden bileceğiz başka, köpeklik onlara mahsus, her yerde havlayıp çemkiren onlar değil mi, baş köpekleri gibi, eskişehir yolunun bir tarafı çayyoluna açılıyorsa diper tarafı etimesuta açılıyor, türkiyenin bir tarafının o pislikler olması gibi, köpeğe ne kadar hoşt dersen o kadar üstüne gelir, ite bulaşacağına çalıyı dolaş hesabı yaşayacağız demek ki o köpeklerle, elbet bir gün gelecek sesleri kısılacak, kısacağız,, o gün gelene dek böyle.

Sen istediğin kadar şekerden kahveden arın, temizlen, sakinliği, sukuneti kazan, yanın  yören habire bunları yiyip içen manyaklarla, sinir hastalarıyla, delilerle dolu olduktan sonra senin çaban da boşa bir yerde, kurtulacaksak hep birlikte, yoksa karada, havada, denizde yaşam yok bize, yiyip içene zaten yok, dolaylı olarak ta yemeyip içmeyene de, eskiden olsa oğlum böyle bir durumda çıldırırdı sinirden, takışırdı, bağırıp çağırırdı, deliye dönerdi anında, değil sataşılmak kendi sataşırdı zaten çoğu zaman, az mı çektim arabada bu kahrı, sakin ol oğlum, yapma oğlum, ne fayda, duymazdı bile ne dediğimi, deli gibiydi aynı, arabaya bindiğinde canavar çıkardı içinden, ateş olmayan yerden duman çıkarırdı, durduk yere, bu defa en az benim kadar sakindi, onlar yoluna gidene kadar sukunetini korudu, hiç bulaşmadı, demek ki tek taraflı bile faydası var bu melanet şekerden, kahveden uzak durmanın, en azından kendi kendine zarar vermiyorsun, sinirlenerek, ve bir taraf sakin olduğunda diğer taraf ta çok fazla üsteleyemiyor, hatırlıyorsunuz değil mi, bundan tam bir yıl önce arabayı bir saat geç getirdim diye sinirinden bayılmıştı, gerçekten bayılmıştı yani, ve ondan sonra karar vermişti şeker va kahveden uzak durmaya, eğer bunun  da faydası olmazsa psikoloğa gitmeyi dahi kabul etmişti, gördüğünüz gibi faydası olmuş, hem de bayağı, ne büyük rahatlıkmış şekerden, kahveden uzak olmak ve yine öyle olan insanlarla yaşamak, bir yılda neler değişmiş hayatımızda, Allahım ömrüme ömür kattı, şükürler olsun.

Geri zekalı babası da öyleydi, günde minimum elli bardak çay içerdi üç şekerli, çarp günde 150 şeker, şeker bombası, çaykolik olduğunu, çayı sevdiğini sanırdı ama bildiğin şekerkolikti, şeker bağımlısıydı, bir kilo baklava getirse eve bir bakardık ki bitmiş, hepsini kendi yiyecek olduktan sonra eve niye getirir ki bir insan, git ne cehennemde yiyorsan ye, pis boğaz, kendi vicdanını ragatlatmak için, oturup bir kilo baklavayı tek başına yese kendi gözüne batacak, yine hepsini yiyor ama kendini kandırmış oluyor böylece, herkese aldım ayağına, çok dedim çay değil şeker bağımlısı olduğunu, o zamandan biliyordum sinirinin nedeninin bu olduğunu, anlamadı, dinlemedi, şimdi şekerli içmiyormuş çayını, şekeri 120’yi görünce, gözler de gitmiş bu arada, her sene numara yükseltiyor, gözlük numarası, bağımlı, ne kadar yemiyorum dese yiyordur mutlaka, ki tatlı yiyormuş hala, haberleri geliyor, ona afiyet olsun, bir deli kırk kapıya bela.

Büyük oğlum da öyle hala, hala yiyor o pislik şeyleri ve tabi ki sinirli, bir gün bırakır belki, umarım, söyleyince kızıyor, bakalım ne yapacağız onunla, keskin sirke küpüne zarar, yemiş bitirmiş meğerse bizi bu şeker, tatlı tatlı canımızı almış, yok olasıca.

Kızılayda örgü ipi aldım, kızıma kazak örüyorum, ipi bitmek üzereydi, alınacak kazak yok, hep akrilik, polyester, bari ben öreyim dedim, işi büyütüm anlayacağınız, geçen sene bereler, atkılar örmüştüm, bu sene kazaklarda sıra, bu bitince yine öreceğim, bir kazaklık ip daha aldım, aslında bu ördüğüm de bereydi, baktım bayağı bir büyğk olmuş, kafasında sallanıyor kızımın, tepe kısmını söküp uzattım, kazağa çevirdim ben de, birde yüz temizleme süngeri alacaktım kozmetikçiden, bulvarda karşılıklı iki gratis var. ikisi de ana baba günü, girsen adım atacak yer yok, ikisine de bir metre girdim, geri çıktım, girilecek gibi değil, adım atacak yer yok, yüzde elli indirim varmış, gordion tenhadır belki diyerek oraya gittim, kasa kuyruğu bütün mağazanın içini dolanmış, bekliyorlar, kasadan başlıyor, mağazanın bütün kenarını dolanarak kapıya kadar uzanıyor, ki saat sekizi geçmişti, oradan da çıktım, ne çok boş insan var, boş boş beklemeye bayılan.

Yağmur yağdı dün, ben kızılaydayken, bonellide oturup dinmesini bekledim, bugün hava temizlenmiştir belki dedim, yani bu sabah, şimdi yine aynı, görünmüyor şehir, hala yağmaya devam ediyor üstelik, yağmurdan mı acaba yoksa kirlilikten mi bilmiyorum bu kapalılık, zaten yağan yağmur da çamur olarak yağıyor, camlar anında çamur oluyor, arabanın, evlerin.

Gözümüz aydın. geçen gün yazdığım trafik cezaları yasalaşmış, bundan böyle en ufağı 235 lira cezaların, birde yayaya öncelik yasası çıkmış, yayaya yol vermeyen 500 lira ceza yiyecekmiş, para mühendislerine para bulmanın yollarını arattırıyor olmalı akp, geçenden üç, geçmeyenden dört akçe hesabı, beter olsun, isterse on bin olsun cezalar, bu aptal millete az bile bunlar, şeytan azapta gerek, bu yayaya yol verme hadisesini nasıl gerçekleştirecekler merak ediyorum doğrusu, mesela kızılayda, önüne gelen yola atar kendini, o trafik bir üç saat kilitlensin ben görürürüm yasalarını, yasayı nasıl kaldırdıklarını, oğlumun okulunda da öyle, geçen gün kızın biri kaldırımdan itibaren attı kendini yola, aceleyle, koşar adım, nasıl olsa durmak zorundayız, ona güveniyor sersem, durduk, bekledik, geçti, halbuki atmasa kendini yola biz geçtikten sonea hiç beklemeden rahatça geçerdi, ama hakkı var kızın ve sonuna kadar kullanacak o hakkı, bizde böyle bu iş, bana göre hiç mantıklı bir iş değil bu, yaya da olsam sürücü de olsam trafikte önceliğin araçta olmasından yana aklım, bir kere araba yakıtla çalışıyor, insan yakıt kullanmıyor, boşa israf, ikincisi ve daha önemlisi araba mı hızlı yoksa yaya mı, bekleme süresi arabanın yayadan daha uzun olduğuna göre mantıksız bir işlem, ama bunlarda mantık aramak ne mümkün tabi, o akıl onlarda olsa biz bu hallerde olmazdık değil mi, o yasayı işletemeyeceklar, bakın göreceksiniz, bizim millet avrupalı değil, atı atıverecek kendini yollara, ve kazalara sebebiyet verecek, araç kazalarına, zincirleme, kaldıracaklar, çok sürmez bu iş, hayır öyle bir mantık hatası var ki bu işte, sanırsın araba cansız bir madde, robotik bir şey, yaya canlı, arabadaki de insan, başka bir tür mü, belki arabada beş kişi var, yolda bir kişi, bu önceliği neye göre belirliyorsun, e paraya göre tabi, başka ne olacak, hasılat kaldırmayı planlıyorlar beş yüz, beş yüz, ama yüzlerine gözlerine bulaşacak, bir ay, bilemedin üç ay içinde biter bu iş, üç ayda epey para toplamaya niyetliler anlaşılan, cezaları arttırmak için bile yılbaşını bekleyemediklerine göre, dikkatli olun, herkese yol verin, bu piç devlete 500 lira vermekten iyidir.

Bu sayfanın başında, yani ekim başında bir deli rüzgar adlı dizi için dışı cafcaflı ama içi kof demiştim, dün finalini yaptı, yasak elma da foxta oynuyor ama ikinci sezonu, tuttu seyirciyi, demek ki millet te o kadar boş bakmıyor tv ye, aradığı bir şeyler, bir kıstasları var, o kadar da enayi sanmamalı, saymamalıyız demek ki bu milleti, buradan bu çıkıyor, o cezalar gelmeye başlasın kapılarına bir bakalım, göreceğiz belediye seçimlerinde kim hop oynayıp hop kalkıyor, kimlerin götleri fit fit atıyor.

***Hava soğumadı, sera etkisiyle ısınıyoruz, ama sabahları soğuk oluyor ev, daha kalorifer yakmıyoruz, dün sabah çorap, hırka giymemişim, baktım, burnum akıyor, giydim, geçti, akşam banyo edip kızımı almaya çıktım, ıslak kafayla, sardım, soğuk değildi, gece baktım yine akıyor burnum, gece 3-4 gibi bir bere geçirip kafama yattım, sabah baktım geçmiş, yine kızımı bırakıp yürüyüş yaptım bir saat, geldim, açık havada, hava açık değil gerçi ama lafın gelişi, hava hala kapalı, eskiden olsa bu başlangıçlar beni bir hafta yatırırdı, durduramazdım böyle kolaylıkla, bağışıklığım artmış, yine dün kuru fasulyenin yanına pilav yapmıştım, uzun zamandır yapmıyorum pilav, yedim, hem de bol keseden, sabah kilomda bir değişiklik olmadı, insülin direncim azalmış galiba, meyveyi de azalttım ya, onun etkisi olmalı, eskiden olsa bir tabak pilavın geri dönüşü bana ertesi gün, bir, iki kilo olarak olurdu, bu defa olmadı, işler yolunda olmalı.

***Kahve aşırı su kaybna neden olur, kalpte ritim bozuklukları yapar, edinburgh üniversitesinin araştırmasına göre günde 4-5 bardak içenlerde tansiyonu hızla yükseltir, baş ağrısı ve halsizlik yapar, doktor gürkan kubilay, ben demiştim diyecekler diye, ritim bozukluğu, tansiyon, baş ağrısı, halsizlik, su kaybı şakaya gelir şeyler mi, direkt ölüm kapısı, ve alenen sağlığı tehdit ediyor ve hala dört bardak, beş bardak oranları veriliyor, şaka gibi, bu nasıl bir oyundayız belli bile değil, dört bardaktan sonrası bunları yapıyor da dört bardaktan öncesi şifa mı veriyor, sonuçta biri de bir, bini de bir, biri kimini çok etkilerken bini birini etkilemeyebilir, bunu neye göre ayırıyoruz, ayırıyoruz da dört bardak için diyebiliyoruz, dilleri kopasıcalar, ben bir fincan içsem o gece kesinlikle uyku yok bana mesela, içmek zorunda mıyım dört bardağı, bir tutturmuşlar dört bardak diye, sanki insanlar, bütün insanlık anasının karnından kahveyle doğmuş, kahve içmeden, duramıyor, yapamıyorlar da dört bardak sınırı getiriliyor, burada durun deniyor, sanırsınız zorla zaptediyorlar insanları, içmeyin deseler dilleri kopacak sanki, arseniki az verirsen yavaş yavaş öldürür, çok verirsen bir defada öldürür, var mı bu anlamda kahvenin arsenikten farkı, yok, azar azar içip yavaş yavaş ölün demeye getiriyor olmalılar, ani ölümler dikkat çeker diye olmalı, mıçmışım kahvenin içine, bir yıldır içmedim işte, neremden ne eksildi, eksilmedi arttı, artık uyuyabiliyorum, yorgunluklarım, halsizliklerim azaldı, ağzıma sürmem bundan böyle, zaten hiç severek içmezdim, kötü bir tat, maksat yeşilik olsun, laf olsun torba dolsun, işte kurtuldum.

Nezle, grip durumu hafiften devam halinde, ama yatıramadı beni, ayakta atlatıyorum, ve oldukça iyiyim, ve çabuk geçecek gibi, bugün dolunay var, ay üç gündür lamba gibi parlıyor gökyüzünde, üç gün daha parlar, akşamları kızımı almaya gidip gelirken görüyorum, dün akşam dönerken birde tilki gördük, kazanın olduğu yere çöpler konuyor, çöpü karıştırıyordu, köpek gibi, önce kedi sandım, kediden çok az büyük, açık turuncu renkte ve bol tüylü, epey baktı bize, sonra uzaklaştı, çok güzel bir hayvan.

Geçen gün bir haber vardı, acı ama komik, suudi arabistanda babalarına uçan balon hediye etmişler, neredeyse bir oda dolusu uçan balona sandalye koyup babalarını oturtmuşlar, babaları ürdün dağlarında ölü olarak bulunmuş üç gün sonra, videosu da var, balonlarla uçan adam diyince çıkıyor.

***Doktor mehmet öz bugün çağla şikelde şu gece orucundan bahsetti, uyanınca tamamen acıkana kadar kahvaltı etmemek, gece de yeme işini erken keserek, normalde 16 saatte yenilenleri 10-12 saate sığdırarak ve açlık süresini uzatarak beslenmenin kilo vermeye yardımcı olduğunu söyledi, yani yediğiniz miktarı azaltmıyor sadece gün içinde yemek yediğiniz süreyi kısaltıyorsunuz. Vücut için en önemli şeyler su, yemek ve uykudur dedi.

***Bir tartışma varmış buna ben de katılayım, doktor sinan canan kadınlar hesap yapmayı bilmedikleri için mekanlarda aşçı olamıyor demiş, buna benzer bir sözü yakın zamanda alzaymır ile ilgili yazdığım çağla şikelde çıkan doktor osman tanık ta söyledi, kadınların gönlünü okşuyacak birkaç sözden sonra kadınların matematikte iyi olmadıklarını, ilk onda yer almadıklarını söyledi, hiç tepki toplamadı onun bu sözü, o sözü söylemek te sanat ister, sinan canan bunu bir adım ileri götürmüş ve yumuşatarak söylemediği için tepki almış, buna albert anştayn örneğiyle cevap verilebilir kolaylıkla, anştaynın ilk eşi  sınıf arkadaşıdır ve pek çok şeyde anştayna destek, hatta ön ayak olmuştur, sonra çocukları olur ve o kadın ev işlerinin içinde bunalıma girer, içinden çıkamaz ve sonunda ayrılırlar, belki anştaynla evlenmemiş olsa çoğu şeyde anştaynın yerine onun adı olacaktı, bunu bilemeyiz, ancak anştaynın pek çok şeyi karısından apardığı biliniyor, kızım bu yıl dersaneye gidiyor, lise son, sınav sonuç bilgileri bize aktarılıyor, matematikte en yüksek iki kişi var, biri kız biri erkek, üçüncü ve dördüncü de genelde bir kız bir erkek oluyor, onlardan biri de kızım oluyor bazen, üç ve dörtte, kadınların zekaları matematik anlamaya engel değil kanımca, ancak hayat süreçleri erkeklere göre daha meşakkatli, bir konuda ve bir çok konuda yoğunlaşmaları pek mümkün olamayabiliyor, anştaynın karısı örneğinde olduğu gibi, şimdi ben kızıma oğullarıma sağladığım aynı şartları sağlıyorum, kızdır diye ondan bir sorumluluk beklemiyor, abileri ile aynı derecede dinlenmesine, ders çalışmasına olanak sağlıyorum, ve başarısı iyi, ama yarın bir gün evlenirse, sorumlulukları artarsa bu başarıyı sürdürebilir mi, sürdürürse ne kadar sürdürür, orası meçhul, meçhul değil aslında belli, başarısı, performansı en az yüzde elli düşer ve bunun için kızımı veya o kadını kimse suçlayamaz, hadi bu sebepleri, bahaneleri de geçelim, velev ki matematik beceremiyoruz diyelim, biz iyiyiz, biz insaniyetliyiz, biz merhametliyiz, biz acımayı biliriz, biz sevmeyi biliriz, biz fedakarız, cefakarız, sinan canan kendi için bunları söyleyebilir mi, söylese kim inanır.

Dün oğlum bana şöyle dedi, sen yıllarca üstüne düşeni yapmışsın, ama babam üstüne düşeni yapmamış, evine getirmesi gereken parayı evine getirmemiş, erkeğin görevi nedir, evine para getirmek dedi, öyle birdenbire, laf nereden oraya geldi onu bile bilmiyorum, bu tamamen onun kendi görüşü, kendi bakış açısı oğlumun, sonuçta o da bizimle yaşadı bunları, yaşıyor, ben yıllarca hep onu sırtladım, bu doğru, eve bir ekmek getirme sorumluluğu bile yoktu, hiç olmadı, her şeyi ben kotardım, yeter ki o işine konsantre olsun, işinden kopmasın, birde evde sorumluluk almasın diye, ne oldu, sonuç fiyasko, o evini düşünmek yerine daha global olma yolunu seçti, bizde olması, kalması gereken paranın gitmediği, varmadığı yer kalmadı, ama ben üstüme düşeni yaptım ve bunu bilen ve bilmesi gereken biliyor demek ki, fiyasko miyasko, eğer ben de çalışıyor olsaydım ona bu çalışma ortamını sağlayabilir miydim, mümkün değil, bilmemiz gereken şu, birlikteyken güçlüyüz, ne kadın erkeksiz güçlü, ne erkek kadınsız güçlü, o zamanlarda benden aldığı enerjiyi, gücü bir başkasından alabilir mi, bundan böyle yani, hiç sanmıyorum, kim bu denli özverili olabilir bir erkek için, sadece çocuklarını, çocuklarının geleceğini düşünen bir kadından  başka, o da bir hayalmiş, geldi geçti, bir aile olmanın yarattığı sinerji sonsuz bir güç, sonuç, dünya kadınsız neye benzer varsın onu bir düşünsünler, belki akılları bu kadarına yetiyordur, yapamadığımız iki matematik hesabı olsun, bizim varlığımız yeter, ki öyle olduğunu da düşünmüyorum, bu tamamen şartlarla, kadının içinde bulunduğu şartlarla ilgili bir şey, ama aklımızın erkekten daha dağınık olduğu doğru olabilir, o da bir anda birçok işi yapabilmeye çalışmamızdandır diye düşünüyorum. Son sonuç, erkeği kaldıran, kalkındıran kadın olduğuna göre erkeğin başarısı sırf erkeğe ait değildir, her başarılı erkeğin arkasında bir kadın yatar sözünün gerçekliğini de bir kez daha onamış olduk böylece, dünya kadınların sırtında dönüyor, erkeği var eden, doğuran kadınken biz neyi tartışıyoruz, kadın her koşulda erkekten özel, her konuda erkekten üstün, erkekten üst ve yüce bir varlık, erkekler ister kabul etsin ster etmesin, kabul edemeyip çamur atmaları da bundan zaten, üstün olduğumuzu bildikleri için, doğursunlar da görelim, Allah kadını erkekten üst ve üstün yaratmış, nazik, narin ve yaratan, kadınlara halayık olarak ta erkekleri, güçlü olmalarından dolayı, damızlık olarak, ama erkekler uyanıklıklarıyla kadını kendi halayığı yapmayı başarmışlar, hadi birde buradan başlasın bakalım tartışma, tartışma dediğin öyle değil böyle olur.

*O mesele oğlumun bakış açısıyla bu şekilde, benim tarafımdan biraz daha farklı olay, onun bende haklılık payı olarak gördüğü şey aslında benim kurtuluş reçetem oldu, ondan paçayı sıyırdığım bu son 3-5 yıl içinde özellikle buna çok şükrettim, pek çok konuda olduğu gibi para konusunda da serseri olduğu için, eğer öyle olmasaydı ben bu bahaneyi kullanamaz ve ondan belkide asla kurtulamazdım, ya bana istenebilecek her şeyi sağlamış olsa ben ne yapardım, bir ömür onunla yaşamaya mahkum olurdum ve oğlumun neden olarak gördüğü bahanem de olmazdı, bundan 15-20 yıl önce şöyle düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum, 30-35 yaşlarında iken, bana gençken, üretkenken, bütün gün onun işini yaparken böyle davranan bir adam yaşlılığımda neler yapmaz kim bilir, çok yaşlanmadan, elim ayağım hala tutar iken ondan kurtulmam gerek, ve bunun için de param olmamalı, eğer olursa gevşer, unutur ve bunu gerçekleştiremeyebilirim, ben bunu düşündüğüm esnada olması gerekenden çok çok fazla param, paramız vardı, ve parasız kalmak nasıl bir şey olur bunu bile bilmiyordum, geçmişte biliyorduysam da o an için unutmuştum, öğrendim, Allah her şeyin hayırlısını versin, paranın da, o zaman ne düşündüysem onu yaptım, uyguladım, bedeli oldu elbette, ama onunla kalsaydım çok daha büyük bedeller öderdim, on lafının dokuzu yalan olan, sadece ben merkezli olan ilkel bir adamla bir hayat sürmek hiç iç açıcı bir şey değil, o zaman da değildi, ama ödettim de, bedelin tek hali para değil, o bir travmaydı benim için, hala öyle, hayat orada durdu benim için, onu aşıp yeniden  yaşamam, hayata dönmem, insanlara güvenmem çok zor, herkes acaba benim için, bugünüme şükür, o deliden kurtuldum ya, bu kadarı benim için yeterli, şeker delisi, genetik deli, hangisi bilemem ama her ikisi birden de olabilir tabi.

İstediklerimin olmuş olmasını isterim tabi de, üstüne birde onu alacaksam istemem, kalsın, ben böyle de mutluyum, hatta ben böyle daha mutluyum, uzamda tuttuğum yer sadece bir metrekare bile değilken 150 metrekare ev neyime yetmez, yetmiyor, mutluluğun metrekare cinsinden ölçümü yok, ispatlanamadı henüz, bir gün ispatlanır mı onu da bilemem, ama biraz zor gibi, benim mutluluğumun ölçüsü hiçbir zaman metrekare cinsinden hesaplanmayacak ama, bundan adım gibi eminim, altın dökeceğim başından aşağı dese dönüp bakarsam namussuzum, bilirim ki o altın bana değdiği an taşa dönüşür, benimle birlikte.

***Enflasyon yüzde yüz deniştim, inanmayanlarınız olmuştur belki diye bir kez daha üstünden geçeyim, geçen aya kadar 70-80 lira gelen elektirik faturası bu ay yüz elli lira gelmiş, bu da neye tekabül ediyor, yüzde yüze, bakalım ne zaman inanmayı öğreneceksiniz söylediklerime, hesap ortada işte, vay anasını be, bu kış sert geçecek demiştim ben size, daha önümüzdeki doğal gaz faturalarına bakacağız, Allahtan Allah bize acıyor, kış bugün yüzünü göstermeye başladı, henüz bir şey yakmaya başlamadık ama bugünden itibaren başlanacak gibi görünüyor. yine kaplı, kapalı hava, önümüz açık değil, dün ufak tefekte serhanın pencersinden istanbul çok daha beter haldeydi, sisler şehri gibi, ne ankara ne de istanbul yaşanacak şehirler değil artık, ama istanbul çok daha beter durumda, hava kirliliği açısından, onun için mi havaalanını şehirden iyice uzaklaştırdılar acaba acilen, görüş mesafesi yüzünden, oğluma bunu dedim, dalga geçti benimle, erkek işte, bakış açısını geniş tutmak lazım, belki doğru olmayabilir ama bu da bir olasılık, niye hor görüyor ki garibi, 29 ekimde açılıyormuş, adı belli değil, belli tabi, rte, aklınca Atatürk’ün adını silip kendi adını yaşatacak, sen kim Atatürk kim, ecnebi, yani gavur anlamında.

***”Tip 1 şeker doğumsaldır, genetiktir, anneden geçer, insülin üretmiyor, derhal insülin iğnesi olması gerek, genelde okulda bayılma ile başlar, ani bir şekilde, ömür boyu devam ediyor, tip 2 şeker insülini var ama kullanamıyor, yavaş başlar ve ilerler, doğru beslenme ile iyileşebilir, ama artık ara formlar oluştu. Öyle hastalar görüyoruz ki, 52 yaşında, hiç insülini yok, geçen sene başlamış şeker hastalığı, hastalığın kimyası değişti artık, 14, 15 yaşında tip 2 diyabetliler görüyoruz artık, normalde tip 2 diyabeti 30’lu, 40’lı yaşlarda görüyorduk, şimdi çocuk yaşlarda görüyoruz, hastalığın çehresi değişti artık, o yüzden bizim çocuklarımızı çok iyi beslememiz gerekiyor, ambalajlı hiçbir şeyi evden içeri sokmamamız lazım, yasak derseniz aksine alır, yasak koymayın, erişkin diyabetinde, tip 2 diyabette, yiyip içtiklerinize dikkat edeceksiniz, hareket edeceksiniz, göbekten kurtulucaksnz, her şeyi kendinize dert etmeyeceksiniz, şeker hastalığınn belirtileri, iştah artışı, tatlıya düşkünlük, yemekten sonra uyku hali, kronik yorgunluk, uyandığında yorgunluk, yorgun uyanma, ağız kokusu, gece uyanma, gece idrara kalkma, aşırı sinirlilik, gece terlemesi, ayak yanması, karın şişliği, yemeğin içindeki şeker miktarıyla orantılı olarak vücut insülin üretir, kandaki şekeri dengelemek için, şeker ve unlu mamul, insülin ihtiyaçtan fazla üretilirse bir saat sonra tekrar acıkırsınız, ve şekeriniz düşmeye başlar, bir uyku hali ortaya çıkar, insülin olmadığında şeker hücreye giremez ve kandaki şeker yüksek kalır, hücrenin enerji ihtiyacı karşılanmadığı için açlık sinyali gönderir ve yemeye devam edilir, aç karnına 126 in altında olmalı, tokluk şekeri birinci saat 160’ı, ikinci saat 140’ı aşmamalı, bu değerlerin üstü şeker hastalığıdır, üç aylık şeker ortalaması 5.7’nin üstüne çıkmışsa acilen önlem alınmalı, perhize ve egzersize başlanmalı, vücudunuzun ne kadar insülin ürettiğini ne kadarını kullanabildiğinizi öğrenmelisiniz, yüksek şeker sinir uçlarına ve damarlara hasar verir, ayaklarda uyuşma, yanma yapar, bacaklarda, ayaklarda incelme başlar, ayaklarda ufak siyah lekeler olur, uzuv kaybına kadar gidebilir, şeker ilaçları sadece yardımcı, şekerinizi kontrol edeceksiniz, şekeri normale çevireceksiniz, meyve ara öğünde ve az tüketilmeli, pirinç şekeri yükseltir, ay çekirdeği yenmemeli, yağlı olduğu için sizi şekerinizi kontrol etmekten uzaklaştırır, bir şeker hastası ilk olarak göbekten kurtulmalı, yağdan kaçınılmalı, kuru meyvelerden kaçınılmalı, doktor alper çelik, dut yaprağı, zeytin yaprağı, mersin murt yaprağı çayları şeker hastalığında faydalıdır, doktor …..

Dünya senin olsa ne, olmasa ne, böyle bir derdin olduktan sonra,  dünya şekersiz güzel, ister paran olsun ister olmasın, dünyayı senin için çirkinleştiren şey şeker, şekerle çok azdırmadığınız sürece, meyveyi de abartmadıysanız, ekmek, pirinç, makarna vs’nin çok etkili olacağını sanmıyorum ben, iş şekerde bitiyor, ikincil olarak ta meyve de, yalnız yağa da dikkatli olmak gerekirmiş, şimdi bütün bu bilgilerden sonra bende bu şekerle ilgili bir şeyler olduğu kesin, zaten karnım da bunu ele veriyor, doktora gitsem doktorun vereceği ilaç ta çok etkili olmayacağına göre, asıl işin kişide bittiğini bildiğimize göre, doktora gitmek te boşuna, şeker zaten yemiyorum, sıfır, meyveyi azalttım, ekşi mayalı ekmeğimi kimseye elletmem, yerim, o kadar da değil, pilava, pirince dikkat ederim, dikkat ediyordum zaten, birde bir öğünde çokça yiyip şekerimi yükseltmemeye, birde yürüyüş haftada üç gün, bana yeter de artar, bu kadarını yaptım yaptım, yeter, bu şekere çare bulmadığımız sürece hepimizin hayatı tehlikede, öncesinde de hayat kalitesi tabi, fazla salya da şeker göstergesi, meyveyi çok yediğim zamanlarda çoktu, şimdi biraz olsun dineldi, sadece kendim değil, başkalarından da gözlemledim bu salya, şeker meselesini, vücutta sıvı fazlalığından dolayı terlemeden de bahsetti doktor, salya da bunun gibi olmalı, balgam da şekerle ilintili, şu an penceremden bir kız çocuğu görüyorum, 7-8 yaşlarında, alnı çok geniş, daha önce bahsetmiştim, şeker, östrojen, kadınlarda erkek tipi kellik ilişkisinden, çok çoğaldı alnı açık kadınlar, önceleri fönden sanıyordum bunu, değilmiş, şeker, östrojen ilişkisiyle ilgiliymiş, hani demişti ya doktor ümit aktaş kırk yıl sonra herkes şeker hastası olacak diye, bu tarih bence çok çok daha yakın.

Baksak baktığımızı görmüyoruz, okusak okuduğumuzu anlamıyoruz, anlasak zaten iki dakika sonra unutuyoruz, biz neyi yaşıyoruz, niye yaşıyoruz, şekere banılmış robotlara döndük hepimiz, kızlar güzelliğe, giyime takmış durumda, erkekler bodye, çocuklar şekerlilere, hepsi takıntı halinde, hepimizin aklından şüphe duymak lazım, bu gidiş, gidişat nereye.

Bugün bir şeker reklamı gördüm, büyükler haribo yiyorlar ve çocuk gibi davranmaya ve konuşmaya başlıyorlar, aynen öyle işte, adığımız, almamız beklenen durum bu, hepimizin geri zekalı olması, reklamda bayağı bir gerçeği yansıtmışlar, rol modellerimiz bundan böyle onlar, gidişatımız o yöne zaten, geleceğin insan profili bu olacak, çok uzak değil, yakın bir geleceğin.

***İki yıl önce, kahve ve şekeri bu denli bırakmadan önce kendimi kötü hissedince sıcaklarda kan şekeri ve tansiyon aleti almıştım, tansiyona baktığım oldu bir iki kez ama kan şekerine bakamadım, parmağımı delmek zoruma gittiğinden, bir köşede duruyordu alındığından beri, durduğu yerden çıkardım, sabah aç karnına benim kan şekerim 110, oğlumun 100, kızımın 80, hedef tabi ki kızımın ölçüsü olacak, oğlumun beni makarna, pilav pişirmeye zorlamalarına da bir son vereceğim artık, aralıksız her gün benden bunları istiyor, yıllardır bu böyle, bıktım usandım, onu yemez, bunu yemez, mızmızın teki, bir şey bulamazsa ağzına göre bol kaşarlı ekmek yapar yer, sivilce yapmasa sabah akşam dışardan ister de sivilce yaptığı için artık isteyemiyor, yemeğin içindeki soğanı, biberi ayıklar durur masada, neymiş soğansız, bibersiz yapacakmışım yemekleri, oldu canım, sonra da zırlar durur kilo alamıyorum diye, yemiyorsa yemesin, veya ne yerse yesin, onun bağımlılığı yüzünden ben şeker hastası olacağım.

Babası geri zekalısı da öyleydi, makarna pişir, çorba pişir, çocukluklarını öyle geçirttirdi bana, aman çok para gitmesin, başkalarının götüne yama edecek paraları ki ona aferin desinler, biz aferin demiyoruz ya ona, kıçını da yalamıyoruz, yalayan çok nasıl olsa, bize makarna, çorba yeter, zaten desek te duyan yok, başkalarının dediği daha kıymetli, şimdi git yedir canının istediğine, hem de bana, bak bakalım yedirmeden yedireni bulabiliyor musun, var mıymış, Allahtır, bu günleri de gösterdi ya bana, düşmez kalkmaz bir Allah, öyle düşürürüm işte onun bunun eline, fazla götünü kaldırmaya gelmez hayat, ne kadar kalkarsa da o kadar sert olur düşüşü, varlıkta yokluk yaşattı bana, çocuklarıma, ekonomik adam, çok biliyor eknomiyi, şimdi say say dur paralarını, otur okşa, bak bakalım para okşanıyor mu, yeniyor mu diye, bir karşılığı olacaktı bunun elbet, yukarıda Allah var, “ben haklıymışım, o cahilmiş”, oğluna anlatıyor ancak, yeni mi anladın, düşünce ellerin kapısına öyle mi oldu canım, aptalım ya, acır affederim belki, ya tutarsa mayası çalıyor uzaktan uzağa, az mı affettim, defalarca, öyle ya benden aptalını, kafasına vurulanını nerede bulacak, ne yapsın adam, döne döne beni arıyor, niye çıkamıyor önüme, çıksa ya, çıkacak yüzü yok, gerçi yüz onda ne gezer, yüzsüz aşağılık, yüzü olsa yapar mıydı bunları bana, çocuklarına, eğer bunu yapmamış olsam, onu yüzüstü bırakmasam hayatım bir hiçti, ben bir hiçtim ve ilelebet hiç olarak kalacaktım, azap içinde ölecektim, o azaptan kurtulamamanın, kurtulamamış olmanın azabıyla, şimdi gözüm arkada gitmeyeceğim en azından, yaptıysa bana bunun karşılığını da aldı, verdim, havada bulut canım havada bulut, kendim için ömrümün sonuna kadar yüzünü dahi görmemekten daha ulvi, daha yüce isteğim yok, olmadı, olmayacak, insanın yok olduğu yerde köpekler kendini insan sanıyor.

Şimdi de oğlu, bağımlı, karbonhidrat bağımlısı, ver eti karbonhidratı yesin, başka bir şeye gerek yok, insan değil hayvan cinsi sanki, yedi bitirdi beni et, makarna, pilav diye diye, doğdu beri öyle, beyne besin gitmiyor, göndermiyor ki ne dediğimi, ne demek istediğimi anlayabilsin, indir kaldır makarna, pilav, ağzı diğer her şeye kapalı, o farklı şeyler yediğini zannediyor olmalı ama yediği hep karbonhidrat ve protein, sadece bunlarla insan yaşar mı, ne sabır yetiyor ne güç, biz böyle mi büyüdük Allah aşkına, evde ne pişerse o yenirdi, yok, beyefendi ne isterse o pişecek, makarna, pilav, hay senin beynine kara kediler işesin

Ay sabah sabah heyheylerim gelmiş yine, bugün 29 ekim, tatil, kızımla gezelim biraz, havam değişsin, belki kızılaya gideriz, belki bir avm ye, kızım uyansın bakarız artık, o nereyi üsterse, bana hepsi uyar, şu dersane yüzünden gezemez olduk kızımla, görüşemiyoruz bile, günde on saati dersanede geçiyor kızımın, önceleri diretecektim, on saat çok diye, baktım usulü bu, karışmadım artık, suyu yoluna bırakmalı bazan, hem bugünkü yürüyüşüm de bu şekilde olmuş olur, yürüyüşe devam, günün anlam ve önemini de gözden kaçırmayalım bu arada, 29 ekimden ayrıca yani, o şekerler bilinecek, sabah uyanınca ilk iş, en kısa sürede şeker ölçümü yapılacak, ki vakit geçtikçe düşüyor şeker, düşük sanılabiliyor, uyandıktan en geç yarım saat içinde, en yakın yerde, aile hekimi, olmadı eczane vs. öyle başıboş bırakmaya gelmiyor şekeri, ve ona göre bir yol haritası çizilecek, büyük, çoluk, çocuk herkesin, parmağa bir iğne batımı çok büyük bir olay değil, abartılacak bir şey değil, bir sinek ısırığı gibi bir şey, şeker hastaları sürekli yapıyorlar bunu, günde kaç kez, o duruma düşmemek için bugünden önlemini almak gerek, düştükten sonra zaten dönüşü şok zor, zaten acıyı da çok algıladığımız söylenemez hepimizin, yediğimiz şekerler sağ olsun, morfinman gibiyiz hepimiz.

**Ben de diyorum ne oldu bana sabah sabah, uranüs boğadan koça geri dönüyormuş kısa bir süreliğine, bu bir hafta boyunca boşlukta olacakmış ve bu nedenle ortalık karışık olacakmış, benden belli oluyor zaten bu, bir boğa olarak yakınen etkileniyor olmam normal bu durumdan.

Kanal d’de 4 kadın zamanı bitmiş, zaten en son ikiye düşmüşlerdi, ilk seda akgül gitti, niye gitti bilmiyorum, çok konuştuğundandır ellahim, ileri geri her şeye konuşursa öyle olur tabi, ellahim hiç kullandığım bir sözcük değil aslında, zırtapozluk olsun diye yazdım, ikinci olarak derya tuna gitti, gelişi ile gidişi arasında bayağı bir farkla gitti yalnız derya tuna, program ilk başladığında bayağı bir düşüktü yüzü, ne yaptıysalar iyi toparladılar, güzelleşip gitti yani, en çok ona yaradı yani program, hamile olan ve instagram meraklısı olan, adını bilemedim şimdi, zaten bir var bir yok, hem var hem yok gibiydi, ama sonuna kadar dayandı, bayrağı en sonuna kadar başarıyla taşıyan ise hande ataizi oldu, epeydir evde çok sıkılmış olmalı tv izlemekten, aynı benim gibi, tv’ye çıkmak iyi geldi ona ve hiç sıkılmadan bayrağı zirveye o taşıdı, o programın yerine dedikoducu iki kadına geçmişler, hiç işim olmaz, o eskidendi ya, medya maymunlarının ne yaptığını izlemek, şimdi sosyal medya var, sosyal medya, lise öğretmenim benim paylaşımımı beğeniyor, ben onun aile fotosunu beğeniyorum, geçinip gidiyoruz, ihtiyacımız yok artık o ünlülerin kimlerle alt alta üst üste olduklarını öğrenmemize, zaten her hafta değiştiriyorlar alt alta üst üste oldukları kişileri, örneğin bugün mustafa sandalın yeni sevgilisi konuktu, konu ise mustafa sandalın eski karısı aminanın sadetin saranla olan aşkı, ne sadettin saranmş bu da, hülya avşarla start aldı bizim için, sonra eczacı sevgilisinde karar kıldı, onunla evlendi diye biliyorum, o gün bugündür hatlar kopmuş bende, arada başka fırtınalar da yaşanmıştır elbette, para oynatırmış, öyle derler, doğru demek ki, geçenlerde bir haberi vardı, onuncu bağışını yapıyormuş, okullara spor salonu yapıp bağışlıyormuş, onların bu müthiş sexoloji hızlarına yetişemeyeceğimize göre biz sakin, huzurlu beğenilerimizi göndermeye devam edelim tanıdıklarımıza, eşe, dosta, birbirimize, starda nergis kumbasar başlamış programa, ne bileyim, ona da bir ısınamadım gitti, kadının bir günahı yok, benden olmalı, sesi cırtlak geliyor, kendi itici geliyor, benden, ondan değil, izlemem, çağla şikele alıştım, alişanla olan tarzı gibi değil foxta, daha çekilir bir sıfatta yani, ama alişan aynı alişan, koylü geldi koylü gidiyor, bi evlendiriveedik işte, o da bebelerin büyümesini beklermiş meğer, nerden bilelim, şimdik bebe büyütüvercekler bebeyle, reklamlarda çıkıyor onlar da, mobilya reklamında, mesela özcan deniz, içinden başka bir adam çıktı sanki, bildiğin karizmatik oldu herif, eski halini bilmesem ben bile beğeneceğim neredeyse, ama sahrap soysal, aman neyse yazmayayım bir şey, şom ağzım açıldı yine, hep bu uranüs yüzünden, izleyin kendiniz görün, bür şey yazsam ne onun yaşına yakışır ne benim yaşıma, bazen en iyisi susmak olmalı, şu kadarcığını söyleyeyim, laf aramızda haribogillere karışmış.

Hepsini geçip gelelim yine sağlık meselesine, çağla şikelde bugün, çıkmadım bu arada, belli oluyordur, üşendim, “embolileri hazırlayan bir zemin var, hipertansiyon, sigara ve şeker hastalığı başta gelir, şeker hastalığı damar sertliğine yol açarak damarları daraltır, kalpte kalp krizlerine, ritim bozukluklarına yol açar ve beyne pıhtı riski olağanüstü derecede çoğalır, şeker hastası inme açısından en riskli hastalardandır, hem kalp krizi hem de beyine atılan pıhtı ile inme riski açısından, şeker yenildiğinde vücutta yağa dönüşür, inme bir ileri yaş hastalığıdır, 60 yaş üzeri, ama maalesef günümüzde gençlerde risk artmakta, 30-55 yaş arası gençlerde inme riski artıyor, gençler yoğun sigara içiyorlar, sağlıksız besleniyorlar, kilo alıyorlar, stresle yaşıyorlar, gençlerin hali bitap, dolayısıyla gençlerde inme riski artıyor” doktor yakup krespi, belli ki yahudi, adından belli, ama bu bey bir ecnebi değil, her ecnebi ecnebi olur diye bir kaide yok demek ki, bu bir türk doktoru, olmayanları da biliyoruz, yavuz dizdar, tıfıl oğlan.

Aşk, entrika, dedikodu, intikam, sosyal hayat, sağlık, siyaset, ne ararsanız burada, bu siyah beyaz sayfalarda, gel vatandaş gel, ayın sonu gelmiş yine, ne çabuk, kaldı kasım aralık, of of böyle yar, bu yıl da kaldık bekar, şarkı söylüyordum canım, yoksa ben on beş yıldır müzmin bekar, hem bekarlık sultanlık, benden ala sultan mı olur, evli olup ele eşek olmaktansa bekar olup kendine eşek olmak yeğdir, hayat felsefem bu, değişeceğini de hiç sanmıyorum, daha oğullar evlenecek, elleri ekmek tutacak, ev bark olacak, arkasından kızım, bende iş çok, ömür biter iş bitmez.

***Havalimanının adı istanbul olmuş, sır gibi saklayacak ne vardı bunda, tabelaları bile önceden yerleştirildiğine göre adı belliymiş zaten, rte olacak diye bize dokuz doğurtuyor bile bile, tırsmıştır rte koymaktan, üstüne Atatürk’ün adını silip, dünyada örneği var mı acaba şehriyle aynı adı taşıyan havalimanının, bilmiyorum, ama bence saçma, nereye gidiyorsun, istanbula, havalimanına mı, istanbula mı, esenboğa derseniz nereye  gittiğiniz bellidir, ankara havalimanını ifade eder, ama istanbul havalimanından bahsetmek için sadece istanbul denümeniz yeterli gelmez, istanbul havalimanına demeniz gerekir, işi uzatıyor yani, Atatürke gidiyorum deseniz bile bellidir bu, sabiha gökçene de, ama istanbul öyle değil. Bir beğendiremedik gitti ankaramızı krala, varsa yoksa istanbul, saraylar yaptı ankaraya yine olmadı, yine olmadı, ne yapsak ta beğendirsek ankarayı bilemedim.

Ankaranın üstü bu sabah kapkaraydı, kirlilik siyaha dönmüş, geçen haftalarda duman rengiydi, bu sabah siyaha yakın, nefes almaya çekinir oldum artık. Dünya kış saati uygulamasına geçmiş bulunuyor, biz yine karanlıklarda başlayacağız güne.

***”Obezite ameliyatları kötü olarak gösterilmeye çalışılıyor, bu kesinlikle doğru değil, gerekli olan insanlara operasyon mutlaka önerilmeli, şu an türkiyenin yüzde otuzu obez, bu 25 milyon insan demek, vki otuzun üstünde olan, iki buçuk milyon insan da da vki kırkın üstünde, yani operasyona ihtiyacı var, hareketsizlik, stresli yaşam, ve abur cubur yeme alışkanlığı yüzünden gelişiyor obezite, patates kızartmaları ve şekeri yüksek kalorili gazlı içecekler obeziteden sorumlu, her taraf fast food dolu”, doktor emin ersoy, tabi ameliyattan önce insanlara bunlardan uzak durmayı öğretmek gerekiyor, önce eğitim, olmuyorsa ameliyat sayın emin ersoy bey, patates çuvalı değil o kestikleriniz, insan.

Bir savaşın ardından bu savaştan en çok nasiplenen kimlerdir, ben sorup ben cevaplıycam, tabi ki leş kargaları, bol bol et çıkar onlara, ölü eti, herifçioğlu kafadan kesmeyi planlamış bile iki buçuk milyon insanı, bunların bin kişisi kendi elinden çıksa fena para mı, bir milyonluk bir villa ile yirmi milyonluk bir villada oturmanın farkı onun için de benim için de büyük bir adım, şerefsiz.

Nasıl bir gaflet ve delalet içinde olduğumuzun benim kadar siz de farkındasınızdır sanırım, bu kaçıncı doktor, bu kaçıncı şekerle kesişim, bütün yollar şekere çıkıyor ve çıkıp bunu söyleyen, anlatan bir insan oğlu insan yok, çünkü hepsi hayvan oğlu hayvan, bu milletin üçte biri obez, bu demek oluyor ki her evde obez var, ve bir kişi çıkıp demiyor ki durun, siz ne yapıyorsunuz diye, imza günleri, kuyrukları gırla gidiyor, mutlu mutlu pozlar veriliyor, yalandan, o yanınızda poz verdiklerinizin hepsi şeker tehdidi altında yaşıyor ve bunu görmezden gelerek mutluluk pozları veriyorsunuz, iki yüzlü sahtekarlar, üstelik bütün bunları bile bile, sahtekarın katmerlisisiniz, hepiniz, daha başka şeyler de söyleyebilirim bu konuda ancak terbiyem bugünlük bu kadarına el veriyor, iki yüzlü sahtekarlar.

Sahte mustafa kemalciler, mustafa kemal yaşıyor olsa hepinizin suratlarınıza tükürürdü bir bir, paranın mustafa kemalcileri, altı sıfırcı mustafa kemalciler, mustafa kemal kendi kendini anlatıyor zaten, onun anlatılmaya değil onu  anlaşılmaya ihtiyacı var, onu anlayamamış biri ne cüretle onu anlatmaya kalkışıyor, işte mustafa kemalin kendini anlatışı, 

Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar, evet, bu doğrudur. Benim arzu edip de yapamayacağım bir şey yoktur. Çünkü ben zorâki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Bence diktatörlük, diğerlerini râm edendir. Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim.[1]

Ben istese idim derhâl askerî bir diktatörlük kurardım ve memleketi öyle idâreye kalkışırdım. Fakat ben istedim ki, milletim için modern bir devlet kurayım.[2]

Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.[3]

Benim adım ‘çok içer’ diye çıkmıştır. Filhakîka ben, öteden beri içerim. Fakat istediğim zaman bunu keserim; karıştırmam. İçki, sâdece benim keyfim içindir. İçki yüzünden vazîfemi bir an geri bıraktığımı hatırlamıyorum. Daha gençken, manevralara çıkılmadan önce, muhabbete dalarak sabaha yakın zamanlara kadar içsek bile ben, bazen uyumadan saatinde vazîfem başına gider ve görülecek işi bir dakika geri bırakmazdım. İçki ve vazife, iki ayrı şeydir. Birbirine dokunacak yerde vazifeyi elbette keyfe tercih etmeli, içkiyi behemehâl kesmeli.[4]

Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.

Çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiç birini yapamazdım.[5]

Çocukluğumdan beri bir tabiatım vardır, oturduğum evde ne ana, ne kızkardeş, ne ahbapla bulunmaktan hoşlanmam. Ben, yalnız ve bağımsız olmayı, çocukluktan kurtulduğum günlerden başlayarak daima tercih etmiş ve sürekli olarak öyle yaşamışımdır. Tuhaf bir halim daha var: Ne ana -babam çok erken ölmüş-, ne kardeş, ne de en yakın akrabamın, kendi tutum ve düşüncelerine göre, bana şu veya bu tavsiye ve nasihatta bulunmasına tahammülüm yoktu.[6]

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının ‘Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın’ diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.

Eğer mustafa kemal yaşıyor olsaydı, şu an, milletinin kılıçla, tüfekle, topla, dondurarak ölmek yerine şekerle öldürüldüğünü görse üstüne düşeni yapmaktan bir saniye dahi geri durmaz, gerekeni yapardı, bizim sahte mustafa kemalciler anca seyrediyorlar milletlerinin öldürülüşünü, siz kim mustafa kemalcilik kim, siz değil mustafa kemal mustafa kemalci bile olamazsınız, ne demişti mustafa kemal, anlamayanlar için bir daha tekrarlayalım, “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir” ….”O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!”…. “bir Anadolu çocuğunun iki damla gözyaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir” Bu kadarcık bir Atatürk dersi meseleyi daha iyi anlamanıza yardımcı olmuştur umarım, anlama kanallarınız ne kadar açık bilemiyorum tabi.

Mustafa kemal, keşke içmeseymiş o içkileri, sağlıkla geçireceği bir on, yirmi yıl daha bize neler katardı kimbilir, kendi hakkında yazdıklarını okurken bu geçti içimden, başına geleceğin erken ölüm olduğunu bilse içmezdi belki, ama biz biliyoruz başımıza geleceği, şekeri yiyip içmeye devam ettğim sürece, ve bile bile o yola doğru sürükleniyoruz, ve kimsenin dur demeye niyeti yok anlaşılan, Allaha emanet yaşıyoruz hepimiz, çoluk çocuk, her boydan insan, sonra onlarla gülücüklü pozlar veriyorlar, altı sıfırın hatırına, bak kimlere yaradın mustafa kemal, bir avuç orospu çocuğuna.

57 yaşında ölmüş Atatürk, ben 52 yaşındayım, benden sadece 5 yıl daha fazla yaşamış, 57 yıl ömür ne ki, hiç, ben daha ömrümün baharında hisediyorum kendimi bu yaşta, ne yaşadım ki, sabah kalktım iş yaptım, akşam yattım, ne yaşadım, hiçbir şey, o ise neleri sığdırmış o 57 yıla, bir 20 yılı daha olsa neler olurmuş, olabilirmiş, yazık olmuş atama ve bizlere, kızımın tiroidi ile şekere karşı uyanmasam ben de Atamın yolundan gider, erken ölürdüm belli ki, hiç iyi değildim, hala çok iyi değilim, geriye kazanmaya çalışıyorum şekerle kaybettiklerimi.

O yazıyı okurken atamla çok benzeştiğimi fark ettim, evde yalnız olmayı, yalnız kalmayı severim, başkalarından nasihat almayı hiç sevmem, milletimi, türklüğümü, memleketimi severim, çocukken ben de iki kuruşum olsa gider kitap alır okurmuşum, diktatör ve insafsız da değilim, yoksa ben Atamın reenkarnesi miyim, renkarnasyon diye bir olay var ve ben bunun doğruluğuna inanıyorum, Atatürk’ün reenkarnesi olmam biraz abartı olmuş olabilir ancak olsa hoş olurdu yani, ölümünden 28 yıl sonra atam bende vücut bulmuş olabilir mi acaba, düşüncesi bile hoş, renkarnasyonda kadın, erkek diye bir ayrım yok, kaldı ki Atatürk kadın ruhundan anlayan bir erkek, ben de biraz erkek gibiyimdir zaten, ortada buluşmuş olabiliriz pekala😀

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *