Press "Enter" to skip to content

Günlük 3g Haziran’16

Alın size yepyeni bir sayfa, bakalım bu ay neler yazılacak bu sayfaya, bilemem, kim bilebilir ki?

Ama genel hatları belli tabi, küfür, bela okuma, dümdüz gitme, internette bulunmayan her şey var, gel vatandaş gel, bizde böyle;))))

Ya bu Ankara sapığı fena oldu, adımız çıktı, hemde odtü’lü, karizma yerlerde, galatasaray lisesi, general çocuğu, ne ararsan var çocukta, iki gündür onu izliyorum, en başından beri, babana bile güvenme devrindeyiz demek ki, manyağa bak sen, psikopat, 3 yıl saklanmış, saklamış kendini, o iki sevgili öldürüldüğü dönem asker çocuklarının peşpeşe trafik kazalarında öldüğü döneme yakın bir dönemdi, yine öyle oldu sanmıştım, değilmiş, öldürülen asker çocuğu olunca, sapık hala aramızda, 

***Gerçek adı Atalay Filiz, İstanbul, Tuzla’da kendini Furkan Altın olarak tanıtmış, bir çay baçesinde çalışmış, oradan tanıyanlar anlatıyor, birine bir bilgisayar oyunu geliştirdiğini, bunu insanların oynadığını, insanlarla oynadığını, insanların elendiğini söylemiş, bir müşteri limon istemiş, bütün limon getirmiş, onun kesilip getirilmesi gerektiğini düşünemiyor, çünkü kafası yeterince dolu, müşteri bu defa bıçak isteyince satır getirmiş, başka bir gün iki bıçak istenmiş, mutfağın en büyük iki bıçağını getirmiş, çünkü onun dünyasında satırlara, büyük bıçaklara yer var, küçük bıçaklarla işi olmaz, anlaşılan o ki şu an hepimiz büyük bir bilgisayar oyununun içindeyiz, Atalay’la, Furkan’la bir bilgisayar oyunu oynuyoruz, bir bilgisayar oyununda ne kadar öldürürsen o kadar kazanırsın, ama bu oyunu biz bilmiyoruz, Atalay biliyor, Atalay daha kimleri eleyebilecek bakalım?

Bilgisayar bağımlılığı sayfalarını yazarken anlatmak istediğim buydu işte, ne oğlumu ne de kendimi afişe etmekti, anlayabilen olduysa, nereye doğru gittiğimizi göstermekti, matematikte tüme varım, tümden gelim vardır ya, ben tüme varım yöntemini kullanmıştım, oğlumun ileri hali Atalay, zamanının ne kadarını oyunla geçiriyordu acaba, büyürken ve sonrasında yani, ne güzelde uslu uslu oturuyorlar bilgisayar başında değil mi, ekmek istemiyorlar, su istemiyorlar, oynasınlar yeter, anne babalar memnun, çocuklar memnun.

İzmir’de kamera görüntüleri çıktı, 2 haziran perşembe günü, 2-3 gündür İzmir’deymiş, İzmirlileri korkulu rüyalar saracak, Yunanistan’a geçmeyi planlıyor olmalı. *Bugün cumartesi, bir hafta oldu olay olalı, hala yakalanmadı, kuş uçtu giti kafesinden, en son Çeşme’deydi.

*Kaçırdık göz göre göre, sürek avı, on gün oldu, yok piyasada, sırra kadem bastı, bugün pazartesi.

***Artık gerçeğin farkındaydım, ne istediğimi biliyordum, yanılsamalara yer yoktu artık, başarılı bir fahişe zavallı bir azizeden daha iyiydi, bütün kadınlar yalanların, dolanların kurbanıydı, erkekler kadınları aldatır, aldandıkları için de onları cezalandırır, aşağılar, evlenmeye zorlar , sonra da ömür boyu hizmetçiliğe, küfürlere ya da dayağa mahkum ederlerdi, en az aldatılan kadının fahişe olduğunu kavramıştım artık, evliliğin kadınların en zalim şekilde acı çekmesine dayalı bir sistem olduğunu anlamıştım, ….İbrahim’in aslında bana aşık olmadığını, her gece sırf para ödememek için bana geldiğini anladım,…. Mesleğimin erkekler tarafından icat edildiğini, dünyayı erkeklerin ellerinde tuttuklarını biliyordum, erkeklerin kadınların bedenlerini satmaya zorladıklarını, en az para ödenen bedenin de eşlerinin bedeni olduğunu biliyordum, bütün kadınlar öyle ya da böyle fahişeydiler, ben akıllı olduğumdan köle eş olmak yerine özgür bir fahişe olmayı yeğlemiştim, bedenimi verdiğimde en yüksek fiyatı istiyordum, herkesin bir fiyatı vardır ve her mesleğe bir ücret ödenir, meslek ne kadar saygınsa ücreti de o kadar yüksek olur, onur ve üne gerek duyarsam bankadan para çekmem yeterli olur, … Hiçbir kadın suçlu olamaz, suçlu olmak için erkek olmak gerekir.” firdevs, sıfır noktasındaki kadın, neval el seddavi, Mısır, 1973

30 yıl önce aldığım kitaplardan biri, o zaman da okumuşumdur mutlaka, ama şimdi okuyuşum, anlayışım daha bir başka, kadının, Firdevs’in söylediği pek çok şeye katılıyorum, ki gerçek bir hayat hikayesi, Firdevs bunları anlatırken ben 7 yaşındaymışım, pezevengini öldürdüğü için idam edilmeden önce anlatmış bunları bir gazeteciye, aradan geçen onca zaman çok şeyi değiştirmemiş kadınların hayatında, evdeki kadın hizmetçi ve fahişe, dışardaki kadın zaten fahişe, parasını ikisine yetebilecek şekilde denkleştirmek te bir erkek yeteneği.

Ne diyordu iki kafadarımız bu konuda, “yapamayan beceriksizdir” o iki kafadarın diğerinin kuyruğu fena sıkışmış durumda, ev arayanın, yemin billahlar ediyor, komploymuş, montajmış, öyle olduğunu ispatlayacakmış, maymun gözünü açtı, istediğini söyle bından böyle, unutulur mu bu sözler, “para ne işe yarar, sevişebiliyor musun, çalış çalış geleceksin 60,70 yaşına, sonra, zengin olursan zaten yapıcan, para var…. koyim, …..miyoz, yiyemiyoz, ne yapıcam ben parayı, olan parayı değerlendirsem bu para bana ömrüm boyu yeter, fazla bile gelir, o zaman niye kendimi beş yıl, on yıl daha buraya, iş yerine kitleyim ki, neyi bekleyeceğim, ben bu yaşımın, enerjimin avantajlarını kullanmak istiyorum, sevgilisiz kalırsan kafayı yersin, hele bu yaşta, masaj salonunda öpemiyosun, …..miyosun, anlatabiliyor muyum, sevgili şart, bu yakınlarda bir ev bulursak, aman yengeye bir şey söyleme, laf gider, başıma iş açma”  karşısındaki bir emlakçı ve eşler tanışıyor.

Karısı ise diyor ki, “bana bu kadar cimri iken başkalarına verebileceğini düşünemedim” mesele zaten o, sana fazla veririse onlara kalmaz, o yüzden sana olabildiğince sıkmalı ki, kadının bu dediğine karşılık adam ne diyordu, “olan parayı değerlendirsem bu para bana ömrüm boyu yeter, fazla bile gelir” ikisi birbirinden oldukça farklı şeyler söylüyorlar, adam param çok, kadın param yok diyor, aynı evin içinde yaşıyor bu insanlar, biri evin kadını diğeri o evin erkeği, ne kadar adaletli bir paylaşım var değil mi, kadın fakir adam zengin, aradığı ev satılık ve 200 bin civarında arıyor, büyük olasılıkla kendi adına değil bir kadın adına alacak, kimse garsoniyeri kendi adına satın alma riskini göze almaz çünkü karısı tapudan bakabilir, ve o adresin bilinmesi bir erkeğin işine gelmez, karısı ve çocuklarıyla oturdukları evin değeri olsun olsun 300 bin, 200 binlik ev alıyor, kendi keyfine, ne demişti Firdevs, “en az para ödenen bedenin eşlerin bedeni olduğunu bildiğini” ve “hiçbir kadın suçlu olamaz, suçlu olmak için erkek olmak gerekir” nur içinde yatsın, zulüm çeken, erkekler tarafından zulüm çektirilen bütün kadınlar gibi.

Bu ay da oturaklı, tumturaklı şeyler yazacakmışım demek ki, dün bilmiyordum neler yazacağımı halbuki, bugün 2 haziran, dakika bir, gol birden fazla, ben bunları yeni öğrenmedim, şimdi denk geldi yazdım, o zaman da biliyordum, iki kafadardan bahsettiğim zaman.

Fark ettiniz mi adam hep ben diyor, biz, ailem, çocuklarım diye bir şey yok, benim param, benim hayatım, hani biz hep biz diye bakarız ya her şeye, o ben diyor, o senin bütün gün ne yaptığını bilmez, kapı, cam mı silmişsin, paspas mı çekmişsin, çokta umuru olmaz, bir defada 5 saat ütü yapmış, iş yapmaktan günlerce banyo yapacak vakit, güç bulamamışsın mesela, sorun değil, o zaten vazifen, sense onun parasını bilmezsin, kime ne dağıtıp nasıl savurduğunu, çok adaletli bir dağılım, şimdi tehdide dönmüş iş, ceremesini çekersin diyormuş, kendi kuyruğu sıkışınca viyaklıyor, bir adamla aynı yola baş koyuyor, ona kadınlık, hizmetçilik ediyorsunuz,  25 yıl, o 25 yılın sonunda adam size sen hizmetçiliğimi yapmaya devam edeceksin, bende orada burada gönlümü eğlendirmeye devam edeceğim diyerek sizi parayla, parasız bırakmakla tehdit ediyor, hangisi daha ağır gelir, 25 yıl boyunca eşeklik etmiş olmanız mı yoksa 25 yılın sonunda tehdide uğruyor olmanız mı, kendimden pay biçince bana birincisi ağır geliyor, onca gözü kör bir eşek oluşum, yoksa bir başkasının şerefsiz bir it oğlu it, veya doğrudan söylemek gerekirse pezevenk çocuğu çıkmış olması beni ırgalamaz, ben bana bakarım, ona buna değil. Tehdit ediyor çünkü boşanma gerçekleşirse pisliği, serseriliği ayyuka çıkacak, bilmeyen kalmayacak, hemde rahatından olacak, böyle işler iyi, eşeği ahıra bağlamış keyfine bakıyor.

Hiçbir kadın bir erkeği abad etmek için doğup, büyüyüp yaşamıyor, herkes kendi tekamülü, kendi hayatı için doğuyor dünyaya, erkeğin paraziti, bitişik ikizi olarak değil, böyle sanan erkekler de bir gün, er veya geç böyle olmadığını anlıyorlar, veya anlayacaklar, her bir kişinin gözü, ağzı, eli kendi için yaratılmış, bir başkasının gözünü, ağzını, elini doyurmak veya doldurmak için değil.

Son paragrafı çerçeveletip asacağım, hayat düsturum olarak, yaşadığım 50 yılın düsturu olarak, sizde yapabilirsiniz aynısını. Ve kesinlikle Firdevs’in dediği gibi en ucuza giden kadın evli kadınlar, ve aslında hepimiz bir fahişeyiz.

***Dün yine zibidi bir estetik doktoru Zahide Yetiş’te karın germe ameliyatını anlatıyordu, öyle bir anlatışı var ki sanırsınız terziye ceket biçtiriyorsunuz, o kadar basit yani, hani doktoru anlıyorum bir yere kadar, para kazanıyor, diğer bir deyişle başkalarının kanından beslenen bir parazit, ne kadar keserse kesesi o kadar büyüyor, Zahide Yetiş’i anlamlandıramıyorum, hani birde sorsa, zor bir ameliyat mıdır, iyileşme süreci nedir, gerçekten anlattığınız kadar basit mi bu iş, vs, vs, demek ki cahil, görgüsüz ve öngörüsüz, terziden ceket biçtirmeye benzemediğine her bahse varım, maskaralar.

***Aslanım Recep Akdağ, eski ve yeni sağlık bakanı, geri gelir gelmez sezaryene çomak soktu, şöyle demiş, “Suni bir algı ile entelektüel ortam oluşturup ihtiyaç yokken doğum yapacak bir kadını ameliyat ederek çocuğunu tabi yoldan doğurmasını engellemek bana göre bir insanlık suçudur. Malpraktis dediğimiz kötü hekimlik uygulamasıdır. Bundan birilerinin çıkarı var. Kamu hastanelerinde sezaryen oranları yüzde 35’lerde iken özel hastanelerde sezaryen oranları yüzde 65’lerde. Bu size bir şeyler söylemiyor mu? İhtiyaç olduğunda sezaryen kaçınılmaz bir gerekliliktir ve elbette yapılmalıdır. İhtiyaç yokken sezaryen yapılması kötü hekimlik uygulamasıdır. Yerine göre para kazanma hırsından, yerine göre hamile kadının yanlış yönledirilmesinden, yerine göre de orada işlerin bir an önce bitirilme arzusundan kaynaklanıyor. Doğum yapan hanımlar bilirler, ilk doğum uzun sürer. Sağlık kuruluşu için de oradaki ekip için de hamile kadını ameliyathaneye alıp narkoz verip karnını yarıp bebeğini çıkarmak çok pratik görünüyor. Bu çok yanlış bir uygulama. Açıkçası bu işi yapanların zihniyeti açısından en hafifi ile istismardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Sağlık Bakanı olarak buna gücüm yettiğince müsaade etmeyeceğim.” Ayrıca sezaryen oranı iskandinav ülkelerinde %15-20 iken bizde bu oran %50’nin üstündeymiş, sigara konusunda da Avrupadan önde gidiyormuşuz.

Ben bu sigara konusunu anlamıyorum, en cahilin ağzında da sigara var, emzik gibi, en bilgilinin de, en fakirin ağzında da var en zenginin de, ortak bir dil mi oluşturmuş oluyoruz bu durumda sigara ile, saçmalık,hayatta yaşanabilecek en büyük saçmalık sigara içmek bana göre, bir yandan sağlıklı kalmaya, sağlıklı yaşamaya çaba gösteriyorsun, ki yaşamak için sağlıklı olmak gerek, diğer yandan sigara içerek bu mecbur olduğun sağlığa en büyük sekteyi sen vuruyorsun, bir başkası bile değil, kendin, garip, bir adet bile sigara içmedim, ağzımı dahi sürmedim, ne gereği var ki sigara içmenin, sigara içmek nasıl bir kafa onu bile anlayabilmiş değilim, kendine, varlığına ihanetten başka bir şey değil. Onca işin gücün arasında ona ayıracak zaman bulamazdım zaten.

***Eğer kendiliğimden daha erken uyanmadıysam sabah sekizde alarmla uyanıyorum, ama genelde kendiliğimden uyanıyorum, daha erken saatte, mutfakta akşamdan kalan bulaşıkları toparlayıp, ki illa ki az, çok bir şeyler kalmış oluyor, makineye yerleştiriyorum, her gün en az bir kere dolup boşalıyor, bazen günde iki kez çalıştığı bile oluyor, mutfak üst yüzeylerini, masayı, tezgahı silip, mutfak lavabosunu kaynar su ile temizliyorum, ardından kahvaltıyı hazırlıyorum, çocuklarım okullarına gidiyor, yaklaşık her gün bir makine çamaşır yıkanıyor, yıkıyor, asıyor, ütüleyip katlayıp kaldırıyorum, 4 kişinin çamaşırı, yaklaşık haftada bir çarçafları değiştiriyorum, 4 yatak, gerekliyse bütün yatağı temizliyorum, 3-5 günde bir veya haftada bir evi süpürüyorum, bazen sadece süpürüp bırakıyor, bazen de siliyorum, yine en az haftada bir olmak üzere iki banyo ve tuvaleti temizliyorum, camlar kirlendiğinde camları siliyorum, 2,3 ayda bir, yine daha az sıklıkta perdeleri yıkıyorum, yılda 1,2 kez, balkon kirlendiğinde balkonu yıkıyorum, duvar silinmesi gerekliyse duvarı siliyorum, matkap çalıştırılacaksa matkap çalıştırıyorum, dikiş dikilecekse dikiş dikiyorum, mutfak alışverişini çoğunlukla kendim yapmaya gayret ediyorum, benim yaptığım daha bana uygun oluyor, evimde meyve ve sebzeyi eksik etmiyorum, devamlı onları yıkıyor, her an yiyebilecekleri şekilde hazır bekletiyorum, elbette yemek te yapıyorum, ben yaparsam yiyoruz, ben yapmazsam havaya bakıyoruz, çünkü benden başka yapacak kimse yok, yapamadığım, yetişemediğim, yemek yapmaya gücümün kalmadığı zamanlar da çok oldu, hala oluyor, veya sadece makarnaya talim ettiğimiz günler, genellikle evi temizlediğim günlere denk geliyor bu günler, ve ben bunları şimdi değil 25 senedir yapıyorum, büyük oğlum 22 yaşında, bir Allahın kulundan beş kuruşluk yardım görmeden, bu şimdi yaptığım işler, geçmişte bu işlere birde 3 küçük çocuğun peşinde gezmekte ekleniyordu, onları okula götürüp getirmekte benim vazifemdi, ve hatta onlarla birlikte işe gitmek, ki birkaç yılım öyle geçti, ki o serseriyi, o serserinin yükünü bütün bu söylemlerimin dışında tutuyorum, hatırlamama, hatırlatmama bile gerek yok, Allahıma şükürler olsun.

Ve bütün bunlara rağmen çocuklarıma sevgi, sabır gösteriyorum, her birine ayrı ayrı, hoş tutuyorum, kimseyi kırmadan, incitmeden, onlara dikkat etmeye çalışıyorum, kimi zaman bıkıyorum, sıkılıyorum, yılıyorum, yoruluyorum, istemiyorum ama sonra yeniden toparlanıp devam ediyorum, ki çoğu zaman gücüm yetmediği halde, aşırı yorulduğum halde, çünkü aslına bakılırsa bütün bu şeylerin hepsini yapabilecek kadar sağlıklı değilim, neyim var onu bile bilmiyorum, çabuk yoruluyorum, veya aslında normal yoruluyorum ama öyle çok şey var ki yapmam gereken bir türlü yapılacaklara yetişemiyorum, bu söylediklerimi yapmama lüksüm bir gün bile olmadı, ben 22 yıldır hasta olmadım, hasta oldum belki ama hasta olma hakkına sahip olmadım, bugün de ateşim var, benden paso demedim, dedim mi, demedim, belki şimdi biraz biraz diyorum, bugünde seriyim işleri, boşver diye, 3 küçük çocukla bunu diyemezdim, demedim zaten.

Yorgunluktan banyo yapmayı bir sonraki güne devrettiğim, hatta peşpeşe günlerce devrettiğim günlerin sayısı hiç az değil, belki ömrümün yarısı böyle geçti, pislikten kokacak, saçlarımın yağdan köpürmediği, birkaç şampuandan sonra köpürebildiği raddeye gelene dek, evdeki işler benden, benim banyomdan daha önemliydi çünkü, hala öyle, benim cephemde değişen çok bir şey yok, hala banyoya girecek gücü bulamayıp ertesi günlere devrettiğim günleri yaşıyorum, eksik olan zaman değil güç, çünkü yaşadığım hayat benim gücümün çok ötesinde, gün benden çok alacaklı, öde öde bitmiyor güne olan borcum, her gün bir yenisi ekleniyor yapılacak işler listesine, yap boz gibi, ben yaptıkça o bozuluyor, şu labirentteki o fare gibiyim, ne yana gitsem bir çıkış yolu bulamayan, bulabileceğimi de hiç sanmıyorum, bu hayat böyle geçer, geçeceği kadar geçmiş zaten, sabahları veya gece tuvalete uyandığımda hep sendeleyerek gittim, yorgunluktan, hep yorgun uyudum, yorgun uyandım, şöyle dinç kalktığım bir gün dahi olmadı, eskiden çok daha öyleydi tabi, yorgunluğum hep sonraki, sonraki günlere devretti, ayda on bin harcadığımda oldu, daha fazlasını veya çok daha azını da, ama hayat tempom hiç değişmedi, bir arı gibi durmadan çalışmak zorunda bırakıldım, çocuklarımın başı bir işe sıkıştığında yine ben olurum yanlarında, doktor işi, araba arızası, okul işi, gerektiğinde götür getiri vs. ki genellikle kendi işlerini kendilerini görürler, benim halimi, perişanlığımı bildikleri için, ben bütün bunları yaşarken Allahtan tek dileğim oldu, elden ayaktan düşmemek, yapabilecek gücümün olması, aslına bakılırsa gönüllü bir neferim, isteyerek yapıyorum, bana bunu yaptıran ne, sevgi, çocuklarıma karşı duyduğum sevgi, her şey için Allahıma şükürler olsun, bende peygamber sabrı mı var, hani bazen bakıyorum da sabırsızlara, azıcık zora gelemeyenlere, olur olmaz şeye kükreyenlere bunları diyesim geliyor, bir ölçüştür bakalım hayatını ve hayatımı, genele vur yani, beni bir ayna diye gör kendine, o aynaya bak ve kendinle mukayese et, sonuç olarak tabi ki otur kalk Allaha şükret, bir şey daha diyeceğim, affına sığınarak, rahatlık mı batıyor?

Herkes kendi hayatını hayatların en kötüsü, kendini ise insanların en mağduru olarak görüyor, ben böyle gördüğüm için yazmadım bunu, tam aksine görmediğimi göstermek için yazdım, fark ettiyseniz Allah şükrettim orada, her zaman ederim, derdi olmayan dert olmayanı dert sanıyor, ilk tanıştığım komşum, hep dert yanar, öyle oldu, böyle oldu, kendini kaptırmış bir dert denizine, çıkamıyor, dert yanacak bir durumu mu var, yok, çocuklarına kul köle olan bir kocası var, bendeki onun onda biri kadar babalığının farkında olsaydı hala bu evde olurdu, değildi, gönderdim, üstü açık uyuyan çocuğunun yanından geçen ve her seferinde üstünü örtmeyen adamdan ne baba olur,  ne de koca, merhametsiz insandan kimseye fayda gelmez, ki çocuğuna bile merhametsiz, kadın diline dolamış bir kere sakız gibi, neyse, öğreteceğim elbet, şükretmesini.

***Oğlumun en yakın arkadaşı ailesiyle birlikte Amerika’ya yerleşiyormuş, aileden çok sülalesiyle, varlıklılar, burada olan ne varsa satıp savıp oradan birkaç küçük işletme satın almışlar, gidiyorlarmış, bir daha geri dönmemecesine, bir süre önce Soner Yalçın yazmıştı, Kıvanç Tatlıtuğ’un ve birinin daha sülalesinin Amerika’ya göç ettiklerini, sebepleriyle birlikte, o kadarı aklımda kalmamış, bir daha da açıp bakamam şimdi, ama bu furya ilginç, göç furyası yani, bu ülkeyi yaşanacak bir yer olacak yerden çıkardıkları malum, hepimizi oynatmaya az kaldı, doktorum nerde, moduna soktukları doğru ancak vatanını terk edip gitmek akıllar ötesi, hiç hoş bir gelişme değil, hepimiz için.

***Sürek avı devam ediyor, Atalay Filiz için, neredeyse 15 gündür bütün Türkiye onun peşinde, ne oldu, bulundu mu vs. ailesi de bu sürek avını izliyor, her ne olursa olsun, kedi katili, insan katili, mutlaka içlerinde bir ateş yanıyordur, yanmaz mı, evlat, depodaki eşyalarının arasında cinayet filmleri de varmış, gençliğinde kuzuların sessizliğindeki adamın, hannibalın görüntüsünün yanında çekilmiş bir fotosu var mesela, kadını bir bezle bıçaklamış, bezi bastırarak, duvarlara kan sıçramasın diyeymiş, kedilerle epey bir alıştırma yapmış olmalı, mahalledeki bir kedinin tasması evinde bulundu, ayrıca kendi yemesi için beş kuruş harcamazken kedilere ciğer alıyormuş, sürekli, ve çevredeki kediler azalmışlar, Ankara ölümlerinin sonrasında terk ettiği arabasında kazma kürek bulunmuş, sistemli bir seri katile dönüşmüş durumda yani, bu durumda ailesi için dövünecek halimiz yok elbette.

***Epeydir film izlemiyorum, bu eve geleli beri, ki 6 ay oldu, öncesinde de pek izlemiyordum, dün bir tane bakayım dedim, erkekler, kadınlar, çocuklarmış adı, internet, cep telefonu bağımlılığını konu alıyor, cinsellik, ayrışma, uzaklaşma gibi sonuçlarını da elbette, ünlü ouyncular var filmde ama film sıkıcı, konusu gibi, dünyanın gidişatı ile birlikte filmlerde tükenmişlik sendromuna girmişler, gidişatımız hiç iyi görünmüyor, elbette Amerika bunları bizden önce görüyor, bizden daha önce yaşadığı için, durum, durumumuz, durumlarımız hiç iç açıcı değil, bu neslin yok oluşu bilgisayarlardan olacak gibi görünüyor bana, at nala gittiğimiz bir yokoluş, felaketler süreci. Atalay’ı harman edip ortalığa deli diye salan ne, o bilgisayarlar.  

***Bu sabah dün facebookta veznecilerde öldürülen 11 kişiden iki kadın polisin fotoğrafını görüp paylaşamadığımı fark ettim, geri dönüp, bulup paylaştım, nasıl güzeller, güzel olmasalar da bir şey fark etmez gerçi, ruhlarıyla, gönülleriyle de güzeller, hani polisi uzaklaştırdılar ya bizden, paylaşmamışım, elim varmamış, veya o an aklıma gelmemiş, ama öyle değil tabi ki, o köpeklere karşı hepimiz biriz, facebook sayfamda herhangi bir hdp paylaşımı yapanı anında engelliyorum, arkadaşlıktan silmiyor, paylaşımlarını engelliyorum, bu sayede sayfam tertemiz, öyle köpeklere yer yok benim sayfamda, … Çilem Doğan’ı görür görmez paylaştım, 100 bizdense 1 onlardan, hodri meydan, meydan savaşına döndü, dönüyor bu iş, kadın erkek savaşı yeni bir levela atladı, öldürme levelına, öl öldür levelı, …. ülkedeki anarşinin, terörün sorumlusu kimdir, bununla baş edemeyen, başarısız olan iktidardır, iki kere iki dört, şehit cenazelerinde Kılıçdaroğlu’na yumurta atılıyor, önüne mermi konuyor, Kılıçdaroğlu hangi ilişkisi ile buna maruz görülüyor, hdp li midir, iktidar mıdır, hiçbiri değil, maksat kafa karıştırmak, hedef şaşırtmak, hedef saptırmak, çamur at izi kalsın taktiği, köpekler, …. yarım akıllı cumhurbaşkanı doğurmayan kadınlara yarım kadın demiş, deli delidir, ne derse yeridir, sertifikalı deli zaten, Soner Yalçın sık sık yazıyor deli olduğunu, …. biri bir fotoğraf beğenmişti, facebookta, camide çekinmişler, uzun padişah giysileriyle, namazımızı kıldık hamdolsun gibi şeyler de yazmış, bu da başka bir level atlama biçimimiz, camide selfi, ama geriye doğru, sünnet çocuklarımız zaten artık padişah giysili, sünnete gelen kızlar ise hürrem, kösem, çalgı çengi takımı ise elbette ki mehteran takımı, ne günlere geldik derdik eskiden, şimdi ne günlere döndük dememiz gereken günler yaşıyoruz, yarım aklıyla bizi aptal etti yarım akıllı. … Bugün böyle, kısa kısa, birikmiş te, ondan.

Amerika’da 13 yaşındaki kızı marketten kaçırmaya çalışan sapığın videosunu izlediniz mi, ava çıkmış herif, kızını kurtarmak için asılan anneyi ve kızı birlikte sürüklüyor yerlerde, hani bir arabanın yanında olsalar ya, mesele anlık, çektiği gibi götürür kızı, bul bulabilirsen. Kırmızı başlıklı kızlar artık kurttan değil insan kurdundan korkmalı,….kırgın çiçeklerde oynayan bir genç 6 ayda 50 kilo vermiş, günde 1 saat yürümüş, spor yapmış, patates, pilav, makarna yememiş, protein yemiş, ameliyatsız diye de eklemişler habere, moda ya, mide ameliyatı, nasıl modaysa.

Canan Karatay’a göre ise akşamları geç saatte yememek ve öğlen saatine yakın güneşlenmek gerekliymiş, güneş ışıkları dik inerken, 20 dakika, şimdiki genel kanı bu, öğlen güneşi, sabah ve akşam güneşi kanser yapıyormuş, kazlar yandı yanacağı kadar, şimdi çevirin!

***Okullarda yoklamada burda denir, bende burdayım ama yazacak bir şey yok.

***Atalay Filiz İzmir’de yakalandı, dün, pazar günü, 15 gün sonra, tv’ler bir işe yarıyormuş, müge anlıyı izlemezdim, bir işlevliği ve işlerliği varmış programın, son günlerde dağda bayırda yaşıyormuş, bindiği dolmuşun şoförü haber vermiş, seri katil diye yakalandı, seri katil mi değil mi sorusuna cevaplar aranıyor, bilirkişi fikirleri açıklanıyor, ama beklenmeyen bir sonuç daha var, gittiği her yerde ünlü ve sevilen, popüler bir adam muamelesi görüyor, bir kahraman gibi, ünlü olmak iyi bir şey ya, nakil aracında, hastanede, emniyette boş yakalayan selfi çektirmiş, hatta biri tebrik bile etmiş, 3 yıldır yakalanmamayı başardığı için, yakında bu iş Yılmaz Özdil’in “Türkiye seninle gurur duyuyor”una dönecek korkarım.

Bugün ortalık kaynayacak tv’lerde, haber üstüne haber, dinleriz madem, meraktayım doğrusu, neler olmuş acaba?

***Çokta bir şey anlatmadı, şimdilik, olga yı, eski sevgilisini ben öldürmedim diyormuş, göktuğ ve elena yı beni olga yı öldürmekle suçladıkları için öldürdüm demiş, fatma öğretmeni ise evinde eşyalarını karıştırıp atalay olduğunu öğrendiği için öldürmüş, kedilere kadar uzamamış bahis, daha arkası gelir bence.

Bilinen son iki suçu, iki suçu da kabul etmediği birinci suçunu örtmeye yönelik, sevgilisi olga yı öldürmesi yani, göktuğ la elena olga yı öldürdü diye şüphelenince onları öldürmüş, fatma hocayı ise atalay olduğunu öğrendiği için, yine birinci ve ikinci suçu ortaya çıkacak diye, ilki hataymış, ikinci ve üçüncü suçlar onları örtmeye yönelik, kendince kendini koruyor, olga kim bilir ne biliyordu hakkında, tehdit mi etti, Fransa’daki okulu bitiremediğini ailene söylerim diyerek, veya odtü de master yapmadığını söyleyerek, mesela, hep örtmeye çalışıyor ya, o defa da başka bir şeyleri örtmeye çalışmış olmalı, ufacık suçlardan büsbüyük suçlara doğru yol almış atalay ın hayatı, hep üstlerini örtmeye çalışırken daha büyük hatalar yapmış, başarılı bir babanın başarısız bir oğlu olmak kolay iş değil, üstelik üst rütbeli bir asker, zor bir hayatı olmuş olmalı atalay ın, çok üst beklentili, aslında bir kader kurbanı, içinde doğduğu ailenin statüsünün kurbanı, hiç bu gözle bakıp düşünmüş müydünüz atalaya, bana bunları çağrıştırdı hayatı, çünkü nereye gitse hakkında söylenen tek şey var, efendi ve saygılı, Tuzla’da, karakolda, herkes aynı şeyi söylüyor, ailesinden efendi olma terbiyesini almış ama adam öldürüp öldürmeme konusunda bir terbiyeye sahip değil, veya bir kızgınlık hali ile de olmuş olabilir, olga yani, o kadarını bilemem.

O bilgisayar oyunları fazlasıyla ürkek ve korkak yapıyor insanları, eğer çok oynanırsa, normalde verilecek tepkinin çok daha üstünde tepki veriyorlar en ufak şeylere bile, her an kendini koruma içgüdüsü ile geziyorlar, çünkü bütün gün saldırı ve savunma halinde yaşıyorlar ve bu psikolojiden gğnlük hayatta da sıyrılmaları mümkün değil, gününün çoğunu vurdu kırdı savaş şeklinde geçiren bir insanın hayattaki en ufak bir hamleye vereceği en doğal tepki bu, ya öl ya öldür var çünkü onlar için, elbette ki öldürecek, amaç hayatta kalmak değil mi? Oğlum oyun oynarken arkadan yanaşmaya korkardım, aniden irkilirdi çünkü, yani bu sonuç çok çok normal. Bu paragrafı hiç hafife almayın, çok doğru bir tesbittir, benim tarafımdan kabul görmüş ve onaylanmış olarak.

Çilem Doğan olayını duyduğumda niye kaçıp gitmeyi seçmemişte öldürmüş diye geçirdim içinden, sonra kendi geçmişime gittim, benim de kaçıp gitmektense öldürme planları yaptığım günler aklıma geldi, çok yaptım, nedense ancak öldürerek kurtulabileceğinizi sanıyorsunuz öyle bir durumda iken, kaçıp gitmek aklınıza gelmiyor, hayat size başka bir hayat seçeneği sunmadığında böyle oluyor olmalı, kenara sıkışmış olma psikolojisi ile, ben bile unutmuşum böyle olduğunu, çilem in ve atalay ın, belkide çoğu ölümlerin ortak noktası budur.

Aramızda kalmasındaki Jess Molho, çilem doğan olayını konuşurlarken oğluna kızıyla aynı eşitliği sağlayacağını, kızı eve saat 11 de geliyorsa oğlunun da aynı saatte geleceğini sağlayacağını söyledi, öyle bir oğlan çocuğu bulursa bana da yollasın, çok iyi olur, hatta kız çocuğu da, anasının babasının geliş gidiş saatlerini ayarlamaya kalkmasın da çocuk, kendi geliş gidiş saati ona kalmış, ne demek istediğimi çok değil, 5,6 yıl sonra anlar, çocuğunun eve sağ salim geldiğine, gelişine şükretmenin nasıl bir şey olduğunu, saat, teferruat, canı sağ olsun da bildiği, istediği gibi yaşasın, mutlu olsun, mesele o, dünya bildiğimiz dünya değil, bir başka hızda dönüyor artık, tamperemanı mı arttı bilemiyorum ki!

Evlat bu, eloğlu değil ki tepeni attırırsa yallah kapıya koyasın, birde arkasından kemeni çalasın, o da yetmedi beter olsun dersin, evlat atılmıyor, satılmıyor, iyisi de senin, kötüsü de, can parçası, o ateşe düşse senin yüreğin dağlanır, bir başkasının değil, öyle üçü beşten atmaya benzemez o iş, bekara karı boşamak kolay, sen git evliye sor, başımdan atana dek ömrüm gitti, şu anki ömrümün tam yarısı, 25 yıl, çünkü evlenmeden bile kurtulmam gerektiğini fark etmiştim, neyse ki ölmeden elinden kurtuldum, adam sadece silahla öldürülmüyor, çok çeşitli yolları var, şimdi kendi gebersin. Kendini çok akıllı sanıyordu, şimdi o aklıyla başbaşa kaldı.

*Meg Ryan yüzüne dolgu yaptırmış, onu gösterdiler, aramızda kalmasında, şebeğe dönmüş, insandan başka her şeye veya, korkunç olmuş.

***Yakında köy var, madem yakın oradan bir şeyler alayım dedim, tavuk ve yumurta aldım, günlük, tavukta bir gram yağ yok, o iyi bir şey gerçi, alışmışız market tavuğuna, bir garip geldi, ki organik tavuk alıyorum zaten, yani organik yazıyor, organiklik sürecini bilemem, yumurtanın sarısı lop lop duruyor, şişkin, o nasıl bir yumurta, pişiresim, yiyesim gelmiyor, bir daha alsam mı almasam mı bilmedim, kafam karıştı, yapışkan bir marketim var, paketli peynir alıyordum, çeçil, açık olanını uzattı, yerel, yöresel cart, curt, onu aldım, birde sepet peyniri aldım, yine açık, yiyorum, bir yandan da içim almıyor, acaba nasıl imal edilmiş, ne katılmış, eski peynirlerin eritilmesinden mi imal edilmiş, peynir mi yiyorum yıksa bir plastik türevi mi, bir daha yapışacak olursa o herif alacak benden hakkını, bu kaçıncı aldanışım, aldatışı, ne yiyip içeceğimi şaşırdım, markettekine güvenemem, köyden aldığıma güvenemem, ne olacak benim bu halim, ben mi çok pimpirikliyim yoksa dünya mı çok puşt, bilemiyorum. Dünya puşt bana kalırsa.

***Bu kısım kadınlarla ilgili, ama çok isteyen okuyabilir tabi, aramızda kalmasında söylediler, Zerrin Tekindor saçını kuaförde boyatmıyor, kendi boyuyormuş, 8-8.1-8.13 ile, bilen biliyor bu numaraları, ne oranda karıştırıldığını söylemediler, neyse, Zerrin Tekindor’un ayda bir kere kuaföre verecek fazladan 100-200 lirası vardır herhalde, peki neden kuaföre gitmiyor da kendi boyuyor saçını, ben hangi sebeplerden gitmiyor, gitmek istemiyorsam o gibi sebeplerden olmalı, ben kendi sebeplerimi yazayım, siz oradan çıkarımda bulunun, sen şu rengi istersin, o istediği rengi dayatır sana, ister beğen ister beğenme, o seni senden daha iyi bilir, sen ne biliyorsun ki ne istediğini, sonuçta saçın daima onun dayattığı renk olur, sen amonyaksız, zararsız bir boya kullanılsın istersin saçında, üstüne fazladan para vererek, ama arkada nelerin karıştırıldığını bilemezsin boyana, o yetmezmiş gibi yok cilaydı, yok keratindi gibi kimyasallara maruz bırakılırsın boyadan sonra, kimyasaldan, kokusundan boğulduğunu hissedecek kadar, kaşla göz arası, senin duyarlılığın, hassasiyetin onun duyarlılığını gerektirmez nasıl olsa, sen işsin, kafasın, kellesin, parasın onun için, kendin içinse insan, o acımaz derse bil ki acımaz, ama kafa derin cayır cayır yanar o başka, acımaz, sen ondan iyi mi bilicen, işin ustası olan o, hele ki kuaföre sık gelme gitme gibi bir alışkanlığın yok ise yandın, bir kuaför enayisi değilsen yani, seni adamdan bile saymaz, fön müşterisi olmayan ayda yılda bir gelen müşteridir ki, ne karın doyurur ne göz, seni önce bir sorar, soruşturur, bir sarrafın altını tartışı gibi, mesele olan sadece paran değildir ölçülen, kendisine o paradan ne kadarını ayırdığın, ayıracağındır, ilerki günlerde, aldığı cevaplara göre hemen para puanını verir, sonuçta her türlü aşağılama ve hakarete maruz kalabilirsin, bir boyanın süresi bir, bir buçuk saat sürüyor, bu demek oluyor ki o süre boyunca o kuaförün boş konuşmalarına, kasılmalarına, kendini dünyanın merkezinde gören büyüklenmelerine katlanacaksın, en büyük kuaför o’dur zaten, var mı ondan büyüğü, kadın olduğunu, daha dümdüz bir deyimi ile bir altta kalan olduğunu her fırsatta hissettirmesi de cabası, dolaylı veya dolaysız, yaşın, kimliğin, eğitimin, geçmişin, paran, statün, neyin varsa her şeyin yok sayılarak aşağılanmayı göze alacaksın, kadın kadındır, her neye sahip olursa olsun, çünkü ne yaparsan yap evindekine yapabildiğini sana da yapabileceği düşüncesini kafasından silip atman mümkün değil, yaşı kaç olursa olsun, senin yarı yaşında bile olsa bu böyle, evdekini aşağılayabiliyor, horlayabiliyorsa bunu sana da yapabilir, senin bir farkın mı var ondan, biçim olarak onda ne varsa sende de o var değil mi, bitmiştir, hele ki bu akp devriminden sonra daha bir azıtmış durumdalar, kırolara gün doğdu akp sayesinde, akp devrimi eşittir kıro devrimi, Allah belalarını versin hepsinin, akp lilerin ve kıroların, kıro eşittir akp zaten.

Kuaförlerin içten içe anlayamadığım bir nefretleri var kadınlara karşı, onlardan para kazanmak, önlerinde eğiliyor, hizmet ediyor durumunda olmak güçlerine gidiyor sanırım, ve her fırsatta bunun hıncını yine kadınlardan çıkarıyorlar, bu bir meslek hastalığı, yüzde doksan beş böyle, kesin oran, topunun psikolojik tedavi görmesi lazım, kuaförler toplu psikoterapisi uygulanmalı.

İşte ben bu ve bu gibi sebeplerden dolayı sevmiyorum kuaföre gitmeyi, Zerrin Tekindor’un sebepleri birebir bunlardır diyemem tabi, bunlar benimkiler, birkaç gün önce gittim, acaip doluyum ve acaip sinir etti beni, pislik serseri, hepsi değilse de yüzde doksan beşi böyle, meredeyse her gidişimde niye dövmedim ki diyorum kendime, her gün adam dövermişim gibi, çarp ağzına otursun, şerefsiz, kuaföre gitmek bana azap, işkence, ağdamı da kendim yapıyorum, bildim bileli, Allah beni o kuaför salonlarında süründürmesin, işkence, her türlü alet edevatım var ağda için, en az on yıldır, yeşil kartuşlar, depilisima marka, kartuş ısıtıcıları, ikili veya üçlü olabilir, peşpeşe ısınmasını beklememek için, genel vücut için, parmaklara buşatırarak çekme yolu ile de kullanılabilir, hassas bölgelere, üstünde titanyum yazan konserve kaptaki pembe renkli ağda ve ısıtma kazanı, yüz, koltuk altı vs için, ve diğer gerekenler, tahta spatula, rulo ağda bezi, pudra, uygulamadan önce kullanmak için, başka da bir şeye gerek yok, ana maddelerini bir kere alıyorsunuz, ki çok çok ucuz, ısıtma kazanını 20 liraya aldım mesela, sonrasında bir tüm vücut ağdanın maliyeti size olsun olsun on lira, evinizin konforu, temizliği ve diğer olumsuzluklara maruz kalmamakta fazlası, kızıma doğuma giderken acilen gittiğim ağdacı kadının acı acı ter kokusu hala burnumdan gitmiş değil, zor dayanmıştım sonuna dek, bundan on beş yıl önce, bu sürede kızım bile büyüdü, o da kullanıyor, niye kalsın onun bunun eline çocuğum, kendimi bırakmıyorum da kızımı mı bırakacağım, kuaför toptancılarında, olmadı parfümerilerde bile gereken her şey var, vardır, arayan bulur, kendi işini kendin  gör, ite köpeğe maskara olacağına.

Ne kadar az gidersek o kadar azalacaklar, gitsin harfiyat kamyonu şoförü olsunlar, hiç değilse bir erkek gibi yaşarlar, kimliksiz kalmalarından iyidir, o işte biz parayı döndürdükçe bir çığ gibi çoğalmaya devam edecekler, biz besliyoruz onları, ve şoför olurlarsa gerçekten, gerçek anlamda bir işe yararlar.

*Funda Özkalyoncu da manikür pedikürünü kendi yapıyormuş, parasından kaçındığından değildir herhalde. Kazanıyorsun diye, paran var diye onun bunun önüne dökmenin bir alemi yok zaten, kendin yapsan da aynı zamanı harcıyorsun, bir başkası yapsa da, o para için çalıştığına göre o para için çalıştığın zaman dilimini götürüp bir başkasına veriyorsun.

***Çözüm sürecini bize dayatan, akilleri başımıza saran, açılım süreci diye diye hdp ye, pkk ya laf söyletmeyen, Habur’da beyaz jeeplerle pkk ağırlayan, Oslo’da pkk ile görüşen kim, akp, chp liler ne yapmış, pkk lıları hapishanede ziyaret etmiş, insanlık adına, ki o gitti denen chp milletvekillerinin hepsi yıllardır cezaevi ziyaretlerini sürdürüyorlar, biliyorum, Veli Ağbaba mesela, diğerlerinin adı aklımda değil, pozantı senin silivri benim bütün cezaevlerini geziyorlar, suçlu kim, chp, ne güzel bir dünya, fişekledikçe fişekliyor akp, kendi puştluğunun, namertliğinin üstünü örtmek için, ne pislik mahluklar bunlar.

Aysel Tuğluk çıktı dün haberlerde, 3 yıl önceki fotosunu yanına koysanız şaşarsınız, neredeyse tanıyamayacaktım, popi olmuş, gerilladan popiliğe terfi etmiş, sevsinler senin popiliğini. Arada kaldılar, tipsiz kalsalar olmuyor, dışında kalıyorlar toplumun, zaten apodan emir gelmiş ya, karılar üst başı düzeltsin diye.

***Bugün karne günü, bizde artık karne alan bir kızım kaldı, saat onda verilecekmiş karne, siperli şapkasını, güneş kremini, kredi kartını, birde otobüs kartını çantasına attı, süslendi püslendi gitti, gitti dediysem ben götürdüm sabah, okula bıraktım, oradan nereye isterlerse giderler, çok uzak olmamak kaydıyla, bu ilk otobüs macerası olacak, kendi başına, ama arkadaşlarıyla, şimdiye dek hep biz götürüp getirdik, abileri ve ben, sabah kızlarla birbirlerini görünce hemen sarılıştılar, öpüştüler, bi keyif  bi keyif, bütün gün arazi, dün de öyleydi, sabah çıktı akşam geldi, sabahtan akşama su savaşı yapmışlar, hava sıcak olunca su savaşı iyi gelmiş, üst baş batmış tabi, su lekesi olsa iyi, bir dolu leke, çıkar inşallah, daha yeni aldım şortunu, oturduğu yer batmış, hayat ona güzel, o, onlar keyifliyse bil ki bir annenin keyfi de odur.

Aradım, yine korku filmine girmişler, geçen seferki türktü, bu seferki yabancıymış, işi ilerletmişler, cadılar, geçenki filmde, alameti kıyamette illüminati işleri varmış, islam dini ve illüminati ilişkilendirilmeye çalışılıyormuş.

***Gün geçmiyor ki yeni bir vaka gelişmesin, atalay meselesi kapandı, şimdi gündemde Kemal Doğulu var, işte benim stilimde sıklıkla izlemiştim, tanıyorum, yani programdan, oturduğu apartmanın merdiveninden düşmüş diyorlar, bir buçuk saat baygın kalmış ve bu sürede kan da kaybetmiş, ama altında başka şeyler de var, işte benim stilimden sonra bunalıma girmiş, maddi sıkıntı içindeymiş, bir hastanede yatarak psikolojik tedavi görmüş, falan filan, birileri suçlanıyor, ona kötülük yapıldı deniyor, yakında ortaya çıkar tam olarak neler olduğu. 

***”Atatürk’e “Kefere (kafir) Kemal” demişti. “Su Üzerinde Yürümek” diye bir yazı yazıyor. Humeyni’ye methiyeler diziyor. Atatürk’e kafir diyor. 4 Mart 1996’da YÖK başkanı sıfatımla hakkında Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundum. Ayrıca üniversitede Türk bayrağını indirmiş bir adamdır. İfadesinde “İroni yaptım” dedi. Öylelikle kurtuldu. İstediği televizyonda yüzleşmeye hazırım. O CHP’de olduğu sürece CHP’ye oy vermeyeceğim.” bunlar eski yök başkanı Kemal Gürüz’ün Mehmet Bekaroğlu hakkındaki sözleri, bu ara şahlanmış ta chp de, hatırlamakta fayda var diye düşündüm.

***İndüksiyonlu ocağı alırken eski tencerelerle de çalışır dediler, her tencere çalışmıyor, altında mıknatısı olması gerekiyor, benim tencereler çalışmadı, 20-25 yıllık tencereler çalışmadı, 10 yıl önce aldığım tencereler çalıştı sadece, çarşıdaki hesap eve uymadı, kaldım 3 tencereye, indir kaldır onları kullanıyorum, geçen hafta armadaya baktım, altını üstüne getirdim, alınır cinsinden tencere yok, birde delikli hepsi, deliği olan tencere ne işe yarar, ben susuz pişiririm genelde yemeği, kendi tadında, o yüzden bana yaramaz, 20 yıllık tencerelerim onlardan çok daha güzel, eskileri atıp yenileri alsam elim varmaz atmaya, çünkü eskiler yenilerin yanında çok daha kaliteli, alamadım, elim varmadı almaya, tam o esnada tanıdık birine rastladım, kızılayda coşkun billuriyeye bak dedi, bugün gittim, armadanın yarı fiyatına ve çok daha kaliteli tencereler buldum, ama eski tencerelerimin yarı ağırlığındalar, ne arasan var, kocaman bir züccaciye, İzmir caddesindeki ayakkabı dünyasının tam bitişiği, alt kata iniliyor, 35 yıldır oradalarmış, aslında 1960’lardan beri varmış, bulvardan buraya taşınmış, zamanında biliyorduysam da unutmuşum, benim gibi arayıpta bulamadığınız şeyler varsa bakabilirsiniz, çokta ilgililer, avm esnafı gibi değiller, yani soğuk ve burnu havada, minnetsiz değiller, alırsan alırsın, almazsan almazsın demiyorlar yani duruş ve davranışlarıyla, robotumsu, eski tarz babacan esnaflar. Ne kadar soğuk ve suratsız olursan o kadar klassın trend ya, trendleri batsın, kimse kimseyle iki kelime konuşmuyor, ne oluyors, robot muyuz ayol.

Birde necatibey caddesinde kebap 49’da yemek yedim, oldukça iyiydi, yine yolum düşerse o tarafa yine uğrarım, eti çok kaliteli, ne varsa eski işletmelerde var, yakınında, sezenler sokakta iki tane aspava var, onlardan çok daha iyikebap 49, birde…birde, birde derken bu laf bitmez, havaalanına yolum düştü, bir yere gidip gelmedim, sadece havaalanına gittim, küçük su 5 lira, havaalanı fiyatıymış, uzay üssü sanki, eskortlar, kodamanlar yollarda vızır vızır, biri gidiyor biri geliyor, yol boyu adım başı polis otosu, hiç yoksa 50  tane gördük herhalde, c.b, b.b. ve diğer ulemanın hepsi mobil oldu, globalleştiler, bir yerlerinde durdukları yok, hiç gitmezlerse İstanbul’dalar, tayyo nun kalbi İstanbul’da kaldı, İstanbul oldu su yolu, havaalanı yolunun öyle olması pek normal. Neyse, uykum geldi, saat 03, benim gibi bir uykucu için çok çok geç bir saat, benim uyku saatim çok daha erken normalde, 9-10 gibi, erken yatarım erken kalkarım, çocukken vardı, bilirsiniz.

*En son tantitontiden mavi saplı bıçaklar almıştım, birkaç yıl önce, tescoma marka, kötü çıktılar, tantitontinin, essenin, bernardonun hepsinin malı kötü zaten, bütün avm züccaciyesinin, coşkun billuriyeden viktorinox marka küçük bıçaklar aldım, iki tane, kırmızı saplı, biri kçük bir ondan biraz büyük, mükemmel kesiyorlar, soğanlar, domatesler incecik, küçücük kesiliyor, marifet bende değil bıçaktaymış, yani marifetsizlik, çok beğendim, tanesi 20 lira.

***Ben yemeyeceğim el yiyecek, ben almayacağım ele verecek, olur, anan güzel mi canım, babanın eşeği vardı burada, serseri, hala kızıp sinirleniyorum, niye sinirlenmeyeyim, öyle içime yer ettirmiş ki korkuyu tencereyi alırken bile korkuyla aldım, biri bir şey diyecekmiş gibi geliyor, neyse bir kızan falan olmadı, alma, harcama, ne yapacaksın,… beyinsiz, beyin özürlü, kafama huni diye geçirip gezecek değilim ya, yemek yapacağım, sende zıkkımlanacaksın, şimdi zıkkımı ye, yine onun parasını harcıyorum üstelik, böylesi daha güzel, dırdırsuz, hemde eskisinden çok daha fazla, beni eğip bükmesi kolaydı da çocuklarına yapamıyor bunu, me de olsa kanları bir, hakkından gelmesini biliyorlar, söke söke alıyorlar, boşa doğurup büyütmemişim onları neyse ki, sefam olsun.

Geçen yıl bu zamanlar bir yorgan alıp almamak için benimle hırtlık çıkarıyordu, o zamandan bu yana bana bir ev ve o eve gereken her eşyayı aldı, bir yorgan için neleri yaktı, bir yorgan değil tabi mesele olan, akılsız çatlak, o yetmedi birde şutlandı, az tamah çok zarar getirirmiş, hayat bu işte, ne ekersen onu biçersin. Mal da yalan mülk te yalan gel biraz da sen oyalan emme mal da canın yongası. Yokken yok, varken yine yok, babanın özel eşeği miyim ben senin, eşek gibi çalışacağım, yıkanmaktan eskimiş, incelmiş 20 yıllık yorganda yatacağım, o da ona buna para yağdıracak, tomar tomar, 5 tane daha kocam var da onlar mı alacak yorganı, dengesiz serseri, ömrümü yedi itliğiyle, defol git.

Ben bunlar için 25 sene boyunca o pisliğin sıçtığı tuvaleti temizledim, boklu donlarını, kokmuş çoraplarını yıkadım, sapsarı atletlerini ağarttım, yuttuğum, soluduğum çamaşır suyunun, deterjanın, temizlik maddesinin haddi hesabı yok, kadının emeğinin karşılığı yok, gözüne dizine dursun inşallah, bir kuruşluk hakkımı helal etmiyorum, yedirdikleri her kimse, hepsinin ve kendinin burnundan fitil fitil dökülsün inşallah.

Ne demişti Firdevs, “en ucuza giden eşlerdir”, Firdevs’i unutmayacağız, unutturmayacağız.

Böyle bir manyakla 3 çocuk büyütmek benden başkasının harcı değildir herhalde, babalar gününün anlam ve önemine uygun bir yazı oldu sanırım. Bunca yıl hem annelik hem babalık yaptığımdan ötürü hem anneler gününde hemde babalar gününde konuşma hakkını görüyorum kendimde, çünkü 3 çocuğumun hem annesi hem babasıyım, doğdukları günden beri. Ne kadar ezer, yok sayar, kimliğini, kişiliğini tahrip edip parçalara ayırırsan daha çok susar, sana daha çok itaat eder elbette, ama gün olur da bir gözü açılırsa vay önünde duranın haline. 

Oğlum bugün sınava girdi, lise ders notlarının sınava etkisiyle ilgili yine bir gelişme yok, boşa konuşup duruyorlar ancak.

***Haftasonu geçti, Kemal Doğulu’nun bahsi geçmiyor, üstü örtüldü, meselesi olan Hande Yener’miş, öyle olunca Kemal Doğulu unutuldu, eşelesen kokusu çıkacak, iyisi mi ört üstünü, büyük balık küçük balığı yutar. Bence kazadan çok saldırı olma ihtimali var, çünkü bir gün önce burada laf çoka çıkıp konuşmuş, Hande Yener’e kırgın olmadığını söylemiş, bu bile yetmiştir belki birilerini harekete geçirmek için, nasıl olsa çıkacak ortaya.

***Aldığım fissler marka tencereyle bugün dolma içi kavurdum, içi çizik çizik olmuş, belliydi zaten adi olduğu, ince olduğunu söylemiştim ama bu kadarı bir garip, tenekeden bozma, 20 yıllık tencerelerimde öyle bir tane bile çizik yok. Eski tencerelerim jumboydu, bilseydim böyle olacağını yine jumbo alırdım, ama fiyatı neredeyse iki katı, ona aldandım zaten, ayrıca delikliydi, ne yapayım delikli tencereyi, şimdiki jumbolar iyi mi sanki onu da bilemem, tanesine 200 lira verdim, yazık olmuş parama, ancak artan yemekleri koymaya yarar, pişirmeye değil. Vallahi bana kötü mal satan yandı, yazarım, bulan okur, fissler öyle, fissler böyle, gördük ne olduğunu, adinin alası. Gitti 800 liram, böyle avunayım hiç değilse, ses etmeyin, bende biliyorum, az çok kaç kişinin okuduğunu, siz yetersiniz, boşverin gerisini;))) kaybeden onlar. Biri fissler yazar da çıkarsa diye dedim yani, o da zor tabi, ben bakmıyorum da kim bakacak? Gerçi bakan bakıyor. Dur bir bakayım çıkacak mı, geliyorum, baktım, çok zor.

***Yürüyüş bandında yürümekten ötürü oluşan diz ağrılarım ancak geçti, tamamen geçmesini bekledim, iki gündür dışarda yürüyorum, bir saat, umarım tekrarlamaz, bu uzun mola bana fazladan 3 kiloya mal oldu, bir daha da yürüyüş bandında yürümek gibi bir niyetim yok, zemin sert, hızlanmak için sizde sert basınca olan dizlere oluyor, Deniz Akkaya her sabah 5’te yürüyormuş, dışarda, onun da bir bildiği olmalı yürüyüş bandında yürümediğine göre.

***Bu yeni neslin kadınları ne çabuk gönüllerini avutuyor, bir ayrılıyorlar, boşanıyorlar, bir bakıyorsun 3 gün sonra yanında başka biri, İrem Derici boşanalı 3 ay olmadı, olmamıştır, şimdi Selami Şahin’in oğluyla beraber, kapıda mı bekliyor bu erkekler, boşansın da birlikte olalım diye, bu konuda en hızlı olansa Ceyda Düvenci, hızına yetişmek imkansız, kaç kere evlendi, sevgilisi oldu, ben bile karıştırdım, ve hepsi birbirinden çok farklı kişilikler, kaan girgin, engin akgün, ismail hacaloğlu, ve son olarak bülent şakrak, arada atladıklarım da vardır mutlaka, bir günlerini boşa geçirmiyorlar anlaşılan, ne biliyim, bu genel bir durum, sadece ona buna özgü de değil, Ceyda Düvenci sadece bir örnek,  eskiden erkeklerdi böyle hızlı olan, şimdi olay değişti anlaşılan, vur tekmeyi geç ötekine, sutyen değiştirir gibi sevgili değiştiriyorlar, hepsi birbirine pişti durumunda, artık yazılmaz oldu pişti haberleri, o kadar çok ki, kim, kiminle nerede birbirine karıştı, bence iyi, bir sakıncası yok, hep erkekler mi yapacak zamparalığı?

Bu medyatikler evlilik, ilişki konusunda birbirleriyle adeta köşe kapmaca oynuyorlar, ceyda düvencinin şimdiki eşi bülent şakrakın eski karısı ezgi borak, ezgi borakın bir sonraki kocası ata demirer, ondan da ayrılmış, izini sürsen bu liste kim bilir nerelere gider, mesela Cem Yılmaz, medyatikler dünyasının ilişkiler konusundaki en hızlısı, cebindeki parayla bağlantılı olarak  olmalı, saymaya kalksam epey bir ünlü isim var onunla geçmişi olan, sema şimşek, meltem hakarar, esra sururi, demet şener, zeynep tümerdem, lal dedeoğlu, deniz barut, yaprak özdemiroğlu, cansu dere, ahu yağtu, ayşe hatun önal, dilara gönder, liste bayağı bir kabarık, bir düzine, bunlar bilinenler, akılda kalanlar, hani olsa harem de kurar da, trend bu değil işte, o listedeki her bir ismin ilişkileri ortaya dökülse kaç kesişme yaşanır kim bilir, pişti durumları yani, ceyda düvenciyi epey bir solladı, listeye bakınca sanırsınız manken sapığı, ama mesele başka tabi, güzeller mankenler arasından çıkıyor, kendi seçmek için uğraşmamış oluyor, kestir gözüne, tamamdır, adam zevk adamı, ne demişti kafadarlarımız, para ne işe yarar, sevişebiliyor musun, e para da bol, ne yapsın adamcağız, sakla, biriktir nereye kadar, hiç değilse dağıtayım da ona buna hayrım olsun diye düşünüyor olmalı, bu dönem, yani yaşadığımız çağ ileride nasıl adlandırılacak acaba, insanın bedenini keşfi ve cinsel zevklerin her şeyin üstünde tutulmya başlandığı dönemin başlangıcı olarak mı, bir keşif, bir devrim olduğu kesin de, hayır mı şer mi bunu bizden sonrakiler yorumlayacak, binaların ve zinaların kıyameti çağrıştırdığı geldi aklıma, ne diyorlardı kıyamet zamanı için, bina bina üstüne, zina zina üstüne, ikisi de gerçekleşiyor şu anda, aman aman, tövbe tövbe;)))

Edebiyatta, sanatta akımlar vardır, romantizmden realizme geçiş yapılır, bizde de aşkizmden seksizme geçiş oldu, boşver aşkı, aşk ta neymiş, var bende bir vücut, var sende bir vücut, du yu andırstend mi, yaşasın seks, yeni trend bu. İlkel zamana geri dönüş yapıyormuşuz gibi bir his uyandırıyor mu sizde de bu durum, bana öyle gibi geliyor, insan olmaktan çıkıp hayvanileşiyormuşuz gibi geliyor, sevginin, aşkın, bağlılığın olmadığı ilişki biçimi bana, düşüncelerime ters, ama sevginin, aşkın ne olduğunu da bilmiyor yeni nesil, bahsettiğim kuşaktan çok daha genç olanlar, 20’li yaşlar, evcilik oynar gibi ilişkileri, gelişmemiş beyinlerin kendilerine olan bencilce aşkı, önce kendilerine aşık oluyorlar, sonra birilerini bu aşklarına katıyorlar, kendilerini kutsuyorlar, karşısındaki kendini kutsamayı reddederse anında bir sonrakine geçiş yapıyorlar, aşk bu değil ki, aşk içe işleyen rüzgardır, aşk kendini unutmak, sıfırlamak, yok saymaktır, onda yaşamaktır, onunla yaşamaktır, kendini her halinle ona vermektir, bir tapınma halidir, bir dünyadan geçme, dünyayı unutma halidir, bunu yeni neslin yaşaması güç, çünkü hep benmerkezciler. Robotizmin kuralları her yerde geçerli, ilişkilerde de.

***Bugün çarşamba, Kemal Doğulu’dan hala ses seda yok, öldü mü kaldı mı, bahsi bile geçmiyor, ölüm sessizliği var ortalıkta, bakalım neler olacak.

***Asena vurulmuştu, hatırlarsınız, vücudunu hala tam olarak kullanamıyormuş, dans olarak, renkli sayfaların sunucusu şöyle dedi, “Asena 2003 yılında İbrahim Tatlıses’le ilişkisini bitirme kararı almıştı, hatta ibo showdan ayrılmak için bir ihtarname göndermişti, bu olay sonrasında bu tatsız mevzuyu yaşadı” öküz öldü ortaklık bitti, kurt kocadı artık kuzulara maskara, bir zamanlar söylenemeyenler artık söylenmeye, dillendirilmeye çalışılıyor, ucundan kenarından söylenmeye çalışılsa da, çünkü şimdiye dek bu kadarı bile söylenemiyordu, Asena, Derya Tuna, ayaklarından vuruldular, İbrahim Tatlıses’le ilişkisi olan iki kadın, Asena’yı kendini terk ettiği için, ben bitti demeden bitmez, Derya Tuna’yı onu takmayıp transparan bir bluzle gazinoya çıkacağı esnada vurdurdu, elbette İbrahim Tatlıses yaptırdı bu vurulmaları, üstelik Derya Tuna çocuğunun annesi, ama üstü örtüldü, unutuldu, kadere bak ki kendi de kurşunlara hedef oldu, ama kafadan, onlardan daha beter acılar çekti, etme bulma dünyası, ilk vurulduğunda tanıdığım biri “değme, ölmesin de sürünsün, görsün” demişti, dediği gibi oldu, neleri gördü, hastane koridorunda eski karıları, çocukları birbirine girdi, dünya aleme maskara oldular, son olarak İzzet Yıldızhan “şarkı okuyabileceğine inanmıyorum, bence artık şarkı okuyamayacak” demiş, ölmedi, gördü, ona, buna nasıl maskara olduğunu.

***Yaşar Nuri Öztürk’ü kaybetmişiz, başımız sağ olsun, söylenecek çok şey var elbette hakkında, hepimize ayrı ayrı dokunmuşluğu var, dinin onlara ait olmadığını gösterdi bize, hatta onlara değil bize ait olduğunu, bu bile ona rahmet okumamız için yeterli.

Programlarını hiç kaçırmadan izlemiştim, hatta yazdım, sayfalarımda var, ben onun normal bir yoldan öldüğünü hiç sanmıyorum, bir gün bir programda marketten aldığı bir yiyeceğin midesini bozduğunu söylemişti, kötülüğün kollarının ne kadar uzayabileceğini biz bile tahmin edemeyiz.

***Oğlumun arkadaşı sülalesiyle Amerika’ya göç ediyor demiştim ya, oğlum da onlarla birlikte gitmek istiyor, gidecekmiş, orada okuyacakmış ünversiteyi, orada daha çok branşlaşıldığı için daha kolaymış okullar, kazanmak zaten kolay,  burada istediği bölümleri kazanması biraz uzak bir ihtimal, ilk 10, 20 bine girmesi gerek, okul notundan zaten 4 bin aşağıdan başlıyor, sonrasında da her okul notu yüksek olan bir üstüne çıkıyor, sınavda ne kadar yaptığının çok bir önemi kalmıyor, senden az yapanlar okul notu sebebiyle daha yukarılara çıkıyor, kötü bir bölümde okuyup ömrüm boyunca 2 bin liraya çalışmak istemiyorum diyor, sıradan bölümlerde okuyup okullarını bitiren arkadaşlarım 2 bin liraya iş bulamıyor diyor, o da kendince haklı, orada mühendislik okuyacak, burada da istediği o, ben onları kınadım, şimdi benim başımda, çok dağınıktır, savruktur, sorumluluk nedir bilmez, oralarda kendi başına yapamaz gibi geliyor bana, 3 arkadaş birlikte kalacaklarmış, 4 yıldır arkadaşlar, iyi arkadaşları, o çocuğun ailesi 70 km uzakta yaşayacakmış, bilmiyorum ki ne etmeli, kafam karıştı, git desem bir dert gitme desem bir dert, dünyanın bir ucu, giderse bir daha döneceği şüpheli, onlar kalıcı gidiyor, oğlum da onca yıl onlarla yaşadıktan sonra onları bırakıpta geri dönmez bence, onun gitmek istediği açıkça belli. Amerikan rüyası bir bir yutacak hepimizi görünen o ki. Neyden çok sakınırsan o gelirmiş başına, Amerika diye diye başıma geldi.

Sınav sonucu belli olsun konuşuruz, diyerek savdım başımdan, sınav sonucuna kadar kafam rahat olur en azından, o arada biraz da durulmuş olur mesele, o okul puanı meselesini çıkaranın başı kopsun inşallah, düzeltmeyip üstüne yatanların beş bin kere başı kopsun, çocuğumun geleceği ile oynuyorlar, ne garip ki Kemal Gürüz’ün parmağı varmış o işte, ilk yapılışında, hangi kafaya uyularak yapıldıysa. Diyelim ki beş bininci olabilecekken oğlum belki on beş bininci, belki yirmi beş bininci oluyor, belki de elli beş bininci, bu kadar etkili. 

Uzatmalı bir kız arkadaşı var, bir dargın bir barışık, birkaç yıldır, inşallah kız yapışır da gidemez bir yere, verdim gitti oğlumu o kıza, ne yapayım, elimden gelen bu, hayırlısı için dua etmek. 

*Küçük oğlum gidecek misin diye sormuş, annem izin verirse giderim demiş. A benim deli oğlum, kel oğlum, keleş oğlum, tam bir keloğlan, şaşkın, bir o yana vurur bir bu yana aklı, bende keloğlanın şaşkın anası. Çorabını alıp kirli kovasına atmayı bilmez, Amerika’ya gidecekmiş, oraya gidince yaparmış, öyle diyor.

***Kilosu, arabaları ve sevgililerinden konuşulmayı sevmezmiş Cem Yılmaz, hepsi parasını çağrıştırdığından olmasın sakın, arabalarından bir tanesinin fiyatı 650 binmiş te, tl mi, euro mu, dolar mı kaçırdım, bana göre hepsi çok fazla nasıl olsa, başında 650 olunca benim için çok fark etmiyor. Gizli aşk bu, söyleyemem derdimi hiç kimseye hiç onun durumuna uygun bir şarkı değil mesela, öyle şarkılarda duygulanacak bir adam olmadığı besbelli, bul karayı al parayı, ver parayı al karıyı,  o söylese söylese bunu şarkılaştırıp söyler, rap tarzında, nihavent, hicaz ona uymaz, bir sonradan görmeler takımı oluştu ve kadına her türlü davranılabilir imajını örsledikçe örslüyorlar, paraya tapanlar.

Ne iğrenç örnekler oluşturuyoruz gençlerimize, anneleriniz bile aslında bir orospudur, benim param için benimle yatıyor diyoruz, neler oluyor bize, 40 yılda “senin annen bir melekti yavrum”dan bugünlere geldik, dün bir diziye baktım, yüksek sosyete, sırf bu düşünce üzerine konulmuş konu, başka bir kadından çocuk peydahlayan adam karısını boşanırsa parasız bırakmakla tehdit ediyor, aynen bizim kafadar gibi, kim kafasına sokuyor bunları kafadarın, yine o diziler. Cinsel devrim demiştim ya yaşadığımız bu dönem için, aslında tam olarak doğru değil, paranın tanrı olduğu dönem desek daha yerinde olur, paraya tapanların dönemi.

İbrahim Tatlıses kadınlarını vurdurduğunda kadına şiddet, kadın cinayetleri bu boyutta değildi, her gün kadınlar öldürülmüyordu, yok denecek kadar azdı, ne oldu, örnek teşkil etti, Urfa’nın sonradan görme gavurdan dönme miçosu örnek oldu bütün diğer miçolara, çünkü ne yargılandı ne de ceza aldı, devletçe korundu, kimlere ne paralar vererek susturduysa, para vermedikleri de korkularından sustu, şerrinden korkarak, eski karılarına bunu yapabilecek tıynette bir deli herkese her şeyi yapabilirdi çünkü, o bir seri vurdurucuydu ve hepimiz sustuk, kimse çıkıp tek bir laf edemedi, hepimiz biliyorduk ve hepimiz sustuk, şerrinden korktuk, şimdi kendi derdine düştüğü için uğraşmıyor onunla bununla, bu fırsattan istifade içini döküyor İzzet Yıldızhan, Asena, sunucular, ve hatta ben bile, unutmadım, unutturmayacağım diyor Asena, içinde kin var, öfke var sonuçta, çünkü adalet yerine gelmedi, o adalet yerine gelmeli, İbrahim Tatlıses yargılanmalı, o kadınları vurdurduğu için, ki o örnek teşkil ettiği köpeklere örnek teşkil etsin, diğer anlamda.

Yüksek sosyetedeki Engin Öztürk tamamen bir Mete Horozoğlu taklidi, her hareketi, mimiği ile Mete Horozoğlu’nu taklit ediyor, benziyor diyemiycem çünkü bu bir benzerlik değil bir taklit, epeyce izlemiş ve çalışmış üstünde. Ben Mete Horozoğlunu Mete Horozoğlunda görmeyi seviyorum ama, o ona yakışıyor, ona özgü hareketler çünkü, iğreti durmuş bir başkasında.

Bayan baş rol oyuncusunu baş rol için yeterli bulmadım, fizik ve oyunculuk olarak, en hatevay’e olan benzerliği onu baş role taşımaz, taşımaya yetmez, soğuk, al benisi yok, yanındaki kız da aynı şekilde öyle, ikisi de yeterli değiller, Zuhal Olcay daha bir baş rol olmuş sanki, Zuhal Olcay, Hakkı Ergök diziyi kurtarmaya yetmemiş, zaten oradayım ama değilim gibiler dizide, konu mankeni, hani parası olmasa benim burada ne işim var der gibiler, sıkılmışlardır yıllardır aynı terane, e, ekmek parası hatırına çekiyor olmalılar artık, senaryo kötü, sıradan, renksiz, sınıf farkına el atmaya çalışılmış sanki, hiç becerememişler, acemice olmuş, nerede var öyle çalışanını baş üstünde tutan, taşıyan, hepsinin evlerinde var zaten, Türk filmlerinde vardı, şimdi modası geçti, bir defa izledim, bir daha izlemem, zamanıma değmez.

O dizi şimdilik meselenin başlangıcını anlatıyor, birde devamı var o başlangıcın, bizde yaşandığı gibi mesela, kızına ararsan para veririm, gelirsen para veririm rüşvetleri teklif ediyor şimdi, çok acıyorum haline, hatırlayalım bir o adamı, “ben bu yaşıma kadar yemedim, onlar da benim yaşıma gelince yerler” diyen bir adamdı bir zamanlar, içe oturan o sözler unutulmaz, unutulmaz, daha da devamı gelecek elbette, bu kadarla kalmayacak, iki bacak arasında geçmiyormuş demek ki hayat, gün olup sana muhtaç olana muhtaç olmak ta var hayatta, o filmin devamı var, gelecek, izleyeceğiz hep birlikte, o dizideki gibi değil tabi aslında gerçek hayatta yaşananlar, kadınların da hukuk önünde hakları var, ve söke söke alıyorlar, bizim kafadar kuyruğunu kıstırdı karısının götünde geziyor mesela, metresinin “dün gece nerdeydin” diye haykırışı karısına intikal etmiş durumda, yersen diyor karısı, gittiği yere kadar, gitmedi yarısı benim biliyor nasıl olsa, sıkıysa kıstırmasın kuyruğunu, veya şu an Coşkun Sabah meselesinde olduğu gibi, 10 yıl önce bir ev satın almış, bundan karısının haberi yok ve o evde hanım arkadaşlarını ağırlıyormuş, ne ala memleket, yüzde ellisine tedbir konmuş malın, evde, malda gözü var diyormuş coşkun sabah karısı için, kendi gözü neredeymiş?

***Yeter dizisindeki baş rol oyuncusunun ne konuştuğunu anlayabilen var mı, erkek baş rol, izlemiyorum ama geçerken biraz kulak kabarttım, bir kelimesini bile anlayamadım, ne konuştuğu anlaşılmayan bir dizi niye izlenir?

***Uf bu ne sıcak, bayram tatilinde karadeniz turu yapacağız, on gün, çocuklarımla, oğlumun yaz okulu var, başka boşluğumuz yok, kim ne yapsın egeyi, akdenizi, en güzeli karadeniz, bu havalarda yani, bütün gün klima başını mı bekleyeceğim, yeterince bekledim geçtiğimiz yazlar, çocuklarımı da razı ettim, ben zaten oralıyım, direkt değil oyalanarak gideceğiz, il il gezerek, bir hedef noktamız yok, nereyi bulursak orada konaklayacağız, biraz memleket havası alayım, çok oldu gitmeyeli, gerçi iki yıl önce kızımla Trabzon’a gitmiştik, onu saymazsak.

Kırmızı çakılda yürüyüş yapıyorum her gün, kızımla, akşam üstü, bir haftadır, kırmızı toprak değil ama, kırmızı çakıl, çok daha hareketli ve kaygan oluyor kırmızı toprağa göre, kırmızı toprak sertleşiyor ama çakıl hep oynar şekilde kalıyor, bı yüzden de dizleri zorlamıyor, birkaç kere elektirik telinde baykuş gördük, bizi görünce viiiyk yapıyor, başını hızla 45 derece aşağı indirip kaldırıyor, resmen bizimle iletişim kuruyor, çok yaklaşmayın diye bize kızıyor, karşılıklı viiiykleşiyoruz, sonra kaçıp gidiyor, gittiği yere baktık, çatı, çatıda 3-5 tane daha var, ben ilk defa gördüm herhelde, gördüysem de unutmuşum, bir güvercinle neredeyse aynı boyutta, büyük değil yani, ama dik duran dikdörtgen gibi bir vücudu var, boynu ince değil.

***Hava sıcak, bir yerlerde durulmuyor, dün bende bütün gün avm gezdim, serin serin, her gün evde olmak sıkıyor insanı, can birazda gezmek istiyor, kızım ve bir arkadaşımla gezdik, kızım en iyi arkadaşım zaten, arabada açıyor bana sevdiğim şarkıları, genellikle Türk filmi şarkıları, sadece sen filminden “sonuna kadar geldim aşkın”, şarkının sonuna geldiğinizde Belçim Bilgin ve İbrahim Çelikkol birbirlerine “sen benim nefesimsin, sen de benim nefesimsin” diyorlar, en çocuksu ve saf ses tonları ile,  ki Şebnem Keskin söylüyor ve müthiş söylüyor, çok güzel bir sesi var, başka işlerde de imzası var mı acaba, bir ara bakmalıyım, unutursam fısıldanın tüm şarkıları, arada bir de “adın bile sahte senin” demiyor mu, yürekten vuruyor, tekrardan geri gidiyorsun filme, kendime iyi bak’tan “yalan söyleme bana, gözlerin anlatıyor her şeyi” en beğendiğim Türk filmi, manga açıyor, atena açıyor, koka kola şeyk şeyk şeyk açıyor, o benden çok daha iyi biliyor benim sevdiğim şarkıları, ben unutuyorum hangilerini sevdiğimi, o unutmuyor, evde açmıyor ama, niyeyse? Evde kendi keyfine bakıyor, kendi şarkılarını dinliyor.

***Coşkun billuriyeden alışveriş etmek için bir neden daha buldum, dikmendeki ali hasan çoşkun kız meslek lisesi onların bağışıymış, telefonunu arıyordum, ona rastladım, sadece arsası trilyonlar ediyordur, çünkü çok büyük, çok rahat 4 apartman sığar, helal olsun adamlara, bir billuriye dükkanından kocaman bir okul bağışlamışlar. Bu millete bir hayır vermeyenlere hayır vermemek lazım. Daha da önemlisi facebookta sayfası var, orada törenden birkaç foto paylaşılmış, fotolarda rte var, “dönemin başbakanı” olarak adı geçiyor, yani ismi cismi yok, tanımasak bilemeyeceğiz kim olduğunu, eh, bizim için hep dönemin başbakanı, cumhurbaşkanı olarak kalacak nasıl olsa, adını sileceğiz hafızalarınızdan bir gün, inşallah, atv ve show tv nin iftar programlarını görüyorsunuzdur, din hocaları ile yapılan, kalabalık her geçen gün daha da artıyor, bol bol kadınlar konuşuyor, evet, kapalılar ancak her halleri ile benden daha fingirdekler, bu zamanda, bunca yol almışken geri dönüş öyle zor ki, herkes için.

***Oh be, yağmur yağdı, sonunda.

***Kemal Doğulu iyileşmiş, gözlerden uzak dinlenecekmiş bir süre, ne olup bittiği konusunda bir bilgi yok, o aldığım yemek kitabı, kaybolan lezzetler, o da fos çıktı, bir tane bile tarif bulamadım içinde, çorbaların hepsi yoğurt ve yeşil mercimek çorbalarının türevleri, hiç beklediğim gibi değişik bir şey yok, bugün iftara oğlumun arkadaşları gelecek, 3 arkadaşı, iş çok, dünden beri çalışıyorum, dün zeytinyağlı biber dolma ve şekerpare yaptım, bugünse düğün çorbası, fırında büyük köfte, fırında etli patlıcan, pilav ve çoban salata yapacağım, kızım yemeklerimi beğeniyormuş, öyle diyor, hepsinin tariflerini yazmışımdır bir yerlerde aslında ama ben bile arasam zor buluyorum artık, orası da çok karıştı.

***Operasyon başarıyla tamamlandı, üstüne birde avm ye gidildi, alışveriş yapıldı, gelindi, onlar yemeklerini yerken, fişek gibiyim, benim bu hastayım, yoruluyorum numaraları galiba spikolojik, yanlış yazmadım, spikolojik, şimdi keyifli keyifli okey oynuyorlar balkonda, baki kalan bir hoş sada bu dünyada, başka bir şey kalmıyor, sadece mutluluk anları, yaşam mutlulukların, mutlu anların toplamı. 

***Geçen hafta havaalanına gitmiştim, hatırlarsınız, her yer polis doluydu diye de yazmıştım, polis otosu, bu doğru, yol boyu 50 tane vardı, gece yarısı olmasına rağmen, saat 1,2 gibi, lakin hiçbir arama yapılmadan gittik havaalanına, otoparka hiç sorgusuz sualsiz park ettim, garip gelmişti, her avm ye girişte güvenlik araması yapılıyor ama havaalanları boş bırakılıyordu, yani araba girişlerini kast ediyorum, yoksa kişi girişleri zaten x rayden yapılıyor, avm lerde arabaların altına ve bagajlara bakılıyor, neticesi dün ortaya çıkmış, İstanbul Atatürk havalimanında bomba patlamış, 36 ölü, yüzlerce yaralı, yazık olmuş, sebebi güvenlik ihmali. Onlara edilebilecek ne bir söz, ne bir küfür ne bir bela var, onlar bunların hepsinin üstünde bir muameleyi hak ediyorlar, kökleri kazınasıcalar, aşağılık pislikler.

Bu kadar güvenlik, bu kadar ihtimam, apışıp kalıyorlar, adam keleşi çıkarıp ortalığı tarıyor, ardından kendini patlatıyor, orada onu bir öldüren yok.

Yine de demeden edemeyeceğim, terörü yapanların, yönetenlerin, alkış tutanların, ateşine körükle gidenlerin Allah belalarını verir inşallah, topunun, istisnasız hepsinin. Öyle yılışıklar var bazı, gözüme çarpan, tipten de yılışık zaten, tutup paralayasım geliyor, para için analarını satarlar bunlar, nerede memleketlerini satmak, gerçi anaları satılsalar sorun değil, kendileri de o yoldan doğmuş, iş yapıyorlar akıllarınca, o terör odaklarının adını kullanarak, kendilerine amblem yaparak, yaptığı işe adını  koymuş sünepe, arkadan fişekleyiciler, birde yılışık paylaşımları var,  buradaki olayı yabancı basından duyuyormuşuz, kih kih mi ediyor, kıs kıs mı gülüyor belli değil, ama anası belli, çünkü orospu çocuğu, beter olursun inşallah, ve onları beğenenlere ne demeli bilemem, körle yatan şaşı kalkarmış, itle yatan da köpek kalkar, vatan satan şabanlar.

Bu düzenden karınlarını doyurup nasipleniyorlar, o işten o işe koşuyorlar, keyiflerine diyecek yok, benden daha keyifleri yerinde, birde üstüne bu düzeni bozmaya çalışıyorlar, yemek yediği kaba oturup sıçanlar, sittirin gidin bakalım başka yerde beş para ediyor musunuz, sünepeler, kuzey Irak’a gidin orada yapın maskaralığınızı, dilenci diye önünüze para atan çıkacak mı bakalım, sünepe köpekler. Saray soytarıları var da apo soytarıları niye olmasın, her boynunu uzatan bir veya birkaç soytarı edinme hakkına sahip elbette, sen de haklısın, Hitler in bile soytarıları olmuşken apo nun niye olmasın, elinde kan varmış, bebek katiliymiş, insan katiliymiş, fark etmez, soytarı soytarıdır, aldığı paraya bakar.

***Kimin yaptığı ne fark eder ki, bugün ışid yarın pkk, bugün pkk yarın ışid, hepsi aynı yolun yolcusu, köpekler, başı bozuk köpekler, nasıl bir zihniyet, nasıl bir kafa kendini bile bile ölüme götürür ki, hani anlamaya çalışıyorum, aklım almıyor, sen 3 ay bir evin içinde kendini öldürmeye hazırlık yap, üstelik bir değil üç kişi birden, toplu olarak çıldırmış olmak gerek, veya dendiği gibi cesaret hapı veya uyuşturucu falan kullanıyor olmalılar, bunlar olmasa nasıl bir beyin yıkama insanı ölüme kadar götürebilir, öleceğini bile bile kendi ayaklarınla gitmek, pkk dan kaçan, teslim olanlar anlatıyor ya, yaşadıklarını, tecavüz edildiklerini, yoksa başka kaçış, çıkış yolu bulamadıkları için öyle yaşamaktansa bu yolla ölümü mü seçiyorlar, yoksa akıl alır gibi değil, ben kendime iğne batıramam, değil öldürmek.

Üstüme mi alınmalıyım, bilemedim, adım songül, yarası olan gocunurmuş, benim kast ettiğim belli bir kişi, bir sünepe, bir arsız, kendini biliyor, bilmiyor bilemem, ama herkes kendine bir pay çıkarabilir tabi bundan, pay çıkarmak serbest. pkk yı da, ışid i de besleyen, palazlandıran kim, akp, yani dolayısıyla Amerika, bunu görmek için yakın ve uzak gözlükleriniz yeterli gelmiyorsa bir büyüteç kullanmanızı öneririm, gerçi bu bana düşer mi bilemem, bana sıra gelene kadar daha birçok önerebilecek kişi vardır etrafınızda eminim, gözünüzü yeteri kadar açık tutmanız yeterli, hepimizi çukura itelemeden önce.

Bizim kadar dibi oynak bir ülke daha var mı yeryüzünde, yok, kim dost kim düşman, nasıl bir oyunun içindeyiz bu bile belli değil, oyuncular kim, tayyip mi, feto mu bu oyuna dahil olan, yoksa her ikisi birlikte mi, Kılıçdaroğlu mu yoksa Baykal mı, Muharrem İnce mi, veya Bahçeli mi, Meral Akşener mi, yoksa Sinan Oğan mı, listeyi  uzatacak olursak Bekir Coşkun mu, Yılmaz Özdil mi, Emin Çölaşan mı, ben bu saydığım her ismin o oyunun içinde olabileceğini düşünüyorum mesela, bilerek veya bilmeyerek, farkında olarak veya olmayarak, sadece onlar değil, artık benim için hiç kimse tam anlamıyla güvenilir değil, hep bir kuşku içerisindeyim, kimler satılık kimler değil, bilmiyorum, şu da değildir kesinlikle diyebileceğim bir kişi bile yok, tek inanabileceğim Atatürk, o da yok.

*Doğru söylediğine inandığım, güvendiğim biri varmış, paylaşımını görünce hatırladım, sayın Özer Ozankaya, onun tavrında, tarzında, değerinde pek çok insan olduğuna da inanıyorum, herkes kaçıp gidip yok olmadı ya! Ottan bitmedik sonuçta, gördüğümüz, bildiğimiz onlarca, yüzlerce insan oldu. Herkes satılık değildir.

*Ben bir kadınım ve bir kız çocuğu annesiyim, bir erkek için olduğundan çok daha önemli benim için cumhuriyet ışığının altında yaşamak, ben ne kadar özgürdüysem, özgür yaşadıysam kızımın da en az o kadar özgür yaşaması gerek, yoksa ben ben olmaz, kapı arkasında kalırdım, ki çokta kalmadığım söylenemez, bu dünya ne zaman temiz olur biliyor musunuz, Firdevs’ler olmadığında, hiçbir kadın, evli veya değil, bir erkekle parası için birlikte olmadığında, imkansız, değil mi, bence de, o kadınların günahı o erkeklerin boynunda, her daim.

***Hayat devam ediyor, önümüz bayram, yolculuk var, avm ye alışverişe gittim, yine sıkılamışlar güvenliği, geçen hafta gittiğimde bakmamışlardı bagaja, bu defa baktılar, yakında yine bırakırlar, alınacak bir tane bir şey yok, her şey adilikten dökülüyor, waikikiye, benettona, gapa uğramayalı yıllar yıllar oldu, onlardan yediğim kazığın haddi hesabı yok, mavi ye gidiyordum, o da bozmuş, tüy hafifliğinde her şey, bir kere yıkasan gider, ne var ne yok görünür, şeffaf giyime doğru gidiyorlar anlaşılan, Serenay Sarıkaya ile Kerem Bürsin’e kesenin ağzını açtıkça kaliteden kısıyorlar, coton da zaten kötü, nike, adidas olduğu gibi naylon satıyor, network, fabrika, tüzün, park bravo, hepsini geç, geriye kala kala massimo dutti ve tomy hilfilger kalıyor, massimo dutti daha kaliteli ama tomy hilfilger daha pahalı, üstler 100, altlar 200 civarında, massimo da onun biraz altı, üstler 70-80, altlar 150, her bir parçaya 100, 200 lira vermekte yürek istiyor, gerektiği kadarını almaya kalksan birkaç bin liraya zor çıkarsın, 4 kişi, bir ben değilim ki, adam başı 5 parça giysi alsan iki bin lira, bir şey alamadım bugün vesselam, baktım baktım döndüm, eşeoğlueşekten o kadar para çıkmaz, yığıyordur şimdi o, on on, bilirim ben onu, başına yansın paraları, yola daha çok lazım hem, indirimi bekleyeceğim, nasıl olsa düşecek yakında, bayram dönüşü, yüzde 50 düşse kar kardır, acelem ne.

 

 

 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *