Press "Enter" to skip to content

Gündem 1oo Mart’13

***Ortalığın halinden az buçuk haberdarız ama cezaevlerinin ve hukuk uygulamalarının son hali ile ilgili bilgi CHP milletvekili Veli Ağbaba’dan Aykırı Sorular’da geldi. “Bağırsakları poşette olan bir kadın; bağırsak kanseri bir kadın Bakıköy cezaevinde tutuluyomuş; akli dengesi de yerinde olmadığı için yatağa bağlı olarak; eski rektör Fatih Hilmioğlu kendi başına yürüyemiyor; bir gardiyan yardımıyla yürüyebiliyor; ağır depresyon durumunda; “cezaevi şartlarında ölür” diye 7 adet raporu var; cezaevinden çıkarılmıyor. Ergenekon’da tahliye isteyen bir hakim başka bir göreve atandı; yargı siyasallaştırıldı. Pozantı cezaevindeki çocuklara taciz ve tecavüz vakalarından sonra oradaki görevliler; müdürler terfi almış; iki kişi ise hapse konmuş; biri bunu haber yapan gazeteci, diğeriyse bu olayı adalet bakanlığına bildiren kişi. Gazeteci devletin mahremiyetini ortaya sermekten ceza almış; olayı ortaya çıkaran ise “bir örgütün emriyle yaptı” bahanesiyle cezaevine atılmış. Olayın Adalet bakanlığına bildirilmesi ve haber yapılması arasına geçen 8 aylık süre içinde hiçbir işlem yapılmamış; görmezden gelinmiş. Osmaniye cezaevinde mahkumlara günlük traş olma zorunluluğu getirilmiş; traş olmayanlara görüş, telefon yasağı geliyormuş; cezaevlerinde işkence ve dayak devam ediyor; İzmir; Şakran cezaevinde mahkum kadınlar erkek gardiyanlar tarafından çırılçıplak soydurularak oyuk aramasına tabi tutuluyormuş; erkeklerde de aynı şekilde makat araması yapılıyormuş; bu 1980’de değil; 2013 yılında yaşanan bir olay. F tipi cezaevlerinin tümünde çıplak arama var. 2000-2012 arasında 2200 insan cezaevlerinde ölmüş.
Dünyada en çok siyasi tutuklunun; terör suçlusunun olduğu yer Türkiye; dünyadaki 37 bin terör suçlusunun üçte biri bizim ülkemizde. Bizim analarımız daha fazla terörist doğurmuyor; niye böyle oluyor; 10 bine yakın halk tarafından seçilmiş belediye başkanı, milletvekili, belediye meclis üyeleri cezaevinde; türlü gerekçelerle; yine sendikacılar, avukatlar, bilim adamları, öğrenciler cezaevinde. 1 Mayıs’ı, 8 Mart’ı kutlayan, eylem yapan, gurup yorum bileti satan kişi, öğrenci tutuklanıyor; bunu haber yapan gazeteci tutuklanıyor; bu ikisini savunduğu için avukat tutuklanıyor. Bu sayı böyle oluşuyor.” Memleketimden cezaevi manzaraları şu an için böyle imiş; bir ileri, iki geri. 
Fatih Hilmioğlu’nun içeri atılma nedeninin rektörü olduğu üniversitede türbana izin vermemesi olduğunu biliyorsunuz değil mi; tek neden, gerekçe bu. Bu nasıl bir kin ve nefret beslemekse; hep kendi sorar ya; asıl ona sorulmalı bu; “bu nasıl bir kin ve nefret” diye. Oğlumun okuduğu lisede din dersi öğretmeni artık derslere türbanla giriyormuş; çok önemli şey; sen derse örtülü girsen ne olacak, örtüsüz girmesen ne olacak; dünya yerinden mi oynayacak; küçük dünyalarında kendilerini evrenin merkezinde gören küçük kafalar. Örtüsüz girsen olsa olsa o bez parçası ile her gün uğraşmak zorunda kalmazsın; kafan gibi bir nebze olsun beynin de açık olur belki ama belli ki bunu bile anlayamayacak kadar beynin ufalanmış, yıkanmış; anlaşılan senin için yapılabilecek bir şey yok; sen örtmeye devam et. Hatta istersen örtülü bile görünme ortalıkta; namahrem ya; yok ol, kendini öldür; yok et; çok daha büyük sevaba girersin; bak erkekler sana yanlışlıkla da olsa bakabildikleri için günaha girerler yoksa. Gözleri kayabilir; çarşafın altından bile fantaziler üretebilirler; biliyorsun; yazık değil mi onlara?
Doğan her kız çocuğunu da öldürün; gözünüz görmez böylece; durduk yere kadın görüp günaha girmemiş olursunuz. Doğuran anneleri de bir gün öldüğünde soyunuz biter; herkes kurtulur böylece günaha girmekten; çözüm önerim nasıl ama.

Allah’ın tek emri örtünme ya onu yerine getirebilmek için yırtınıyorlar. Her işleri dört dörtlük; ehli müslimler; her işi yoluna koymuşlar; bir örtü kalmış. Göstermelik dindarlar. Allah “iyi olun, iyi insan olun, eza etmeyin” de diyor sık sık kuranda; hangisi yerine getiriyor bunu; Fatih Hilmioğlu’nun halinden belli. İşlerine gelince Kuran; işlerine gelmeyince kurmayan. Zalimler.
Yaşar Nuri hocanın dediğine göre Hüseyin Atay hoca “namaz zurnanın son deliğidir” diyormuş; namaz zurnanın son deliği ise baş örtmek zurnanın kaçıncı deliğidir sizce? Bu sözü söyleyenler 2 büyük din hocası fark ettiyseniz. Ben söylemiyorum. “Din sadece bir kaç rekat yatıp kalkmak değildir; kurandan aldıkları 4 rekat namaza hapsolmuşsa o kişinin nasibi o kadardır” diyor Yaşar Nuri hoca; anlayana elbette; anlamayana davul zurna az; hocanın dediği gibi nasibi kadar yani.
***Cumhuriyet tarihimizin en büyük talanının yapıldığı günleri yaşıyoruz hep birlikte; doğal kaynaklarımız, yeraltı zenginliklerimiz AKP’nin gönlünün dilediğine peşkeş çekiliyor; önce madenlerimiz satıldı, özelleştirildi; yerli, yabancı ayırımı bile yapılmadan; ardından B2 arazileri satışa sunuldu; şimdi ise ormanlar ve milli parklarda petrol aranması için kanun meclisten geçmiş; sessiz, sedasız; böyle işler zaten pek bir sessiz sedasız hallediliyor. Haberlerde bile yok; alt yazıda geçti. Her yer hallolmuş; bütün Türkiye didik didik aranmış gibi petrol için şimdi canım ormanlara, milli parklarımıza gözlerini dikmişler; gözü çıkasıcalar. Petrol arıyoruz diyerek daha neler arayacakları; neler çıkaracakları da meçhul. Şu anda maden işletenlerin neler çıkardığı hakkında kimin ne bilgisi var; aynen öyle olacak. Amerika, İsrail parsayı paylaşacak; bizede işçiliği, ameleliği düşecek madenlerde çalışan işçilerimiz sayesinde; o kadar. Donumuza kadar sattı AKP; hala da satmaya devam ediyor ve hala “ben iyi adamım, ben iyi partiyim” yalanını söylemeye devam ediyor. 
Bazı salaklarda bu yalana inanmaya devam ediyor; önce Acun çıktı bu salaklık konusunda piyasaya; “AKP’ye oy veriyorum” dedi; der, der, Acun bu; önüne gelene göbek atmak zorunda; ardından Halil Ergün; ardından Kaya Çilingiroğlu; AKP yandaşı olduklarını açıkladılar. Nur Sürer geçen gün Aykırı sorular’da Arınç’tan hoşlandığını ve Akp’ye yakın olduğunu söyledi; çözülme başladı yani bir bir; bükemediğin eli öpeceksin mantığı; sıra bize gelmeden sıramızı savalımda geri kalan düşünsün; her devirde çıkar böyleleri; 12 Eylülde çıkmadı mı? “Aman canım sende; düşündüğün şeye bak; onlarda kim; adam mı; iktidar yalakaları işte” diyebilirsiniz benim gibi elbette; ancak bu yalakalara dün gece biri daha eklendi; Aykırı sorular’da; ilginç bir isim; adı Fatoş Güney; nedir, neyin nesidir, kimin fesidir pek bilinmeyen; Yılmaz Güney adı arkasında kendini saklayarak şimdiye dek bir köşede sesi soluğu çıkmayan Fatoş Güney bile iktidar yalakalığına soyunmuş. Bir yandan kürdistanı verdiğimizde elimizin güçleneceğini söylüyor; vermezsek çok kan kaybedeceğimizi; diğer yandan Akp’de yer alabileceğini; düşüneceğini; CHP’ye ise asla girmeyeceğini söylüyor; bir insanın her beraber olduğu veya evlendiği onu sırtlayabilecek, taşıyabilecek yapıda olacak diye bir şart yok; olamazda; bir ilişkinin bir yatak dekoru; detayından ileri gidip gitmediğini kim bilebilir; o kişiden başka; Yılmaz Güney eşittir Fatoş Güney değil; öncelikle bu algının kırılması gerek; televizyonlara çıkıp konuşuyorsa kendi adına konuşsun; Yılmaz Güney’in devamı, ardılı olarak değil; şımarık bir zengin kızı bir Yılmaz Güney’i olsa olsa bu kadar alaşağı edebilir. Fatoş Güney, Yılmaz Güney temsilciliğinden bir zahmet azledilsin, bundan böyle sadece kendi ile ilgili konuşsun; mezardaki cevap hakkı bile olmayan bir adam hakkında değil. “AKP’yi düşünücem” diyen birinin Yılmaz Güney ile ne gibi bir ilgisi, alakası olabilir; akıl alır gibi değil. Bütün bu satılık …lara cevap yine Aykırı sorularda çıkan Haluk Koç’un ağzından cevap vereyim; “12 Eylüldeki Evren beyle ne farkı var? “Asmayalım da besleyelim mi” diyen mantıktan bugün “yargıya talimat verdim” diyen mantığa geldik. 12 Eylülde sıkı yönetim mahkemesi; DGM’ler; şimdi özel yetkili mahkemeler; hiçbir şey değişmedi; 12 Eylülde Kenan Evren; şimdi Recep Tayyip Erdoğan.”
Haluk Koç’un bir gün öncesinde Hüseyin Çelik vardı Aykırı sorularda; Enver Aysever damardan girerek 1,2 yıkama yağlamadan sonra asıl sorularına geçiş yaptı; yüreklice; ilk muhabbeti görünce bir iş çıkmayacağını düşündüm ama öyle olmadı; programının hakkını verdi Enver Aysever; “barış süreci, Amerika, İsrail, mavi marmara ilişkisinde bir bit yeniği mi var; küresel bir oyun oynanıyor; bizde burda gümbürtüye mi gidiyoruz” diye sordu ve bu ” İsrail’in özrü bir başarıdır ve bu başarıya kulp bulmaktır” olarak cevaplandı. “Türkiye’de İsrail oluşumu gibi bir kürt bağımsız devleti oluşturulacağı iddiası var; bunun da Suriye ve İran’a karşı bir cephe olacağı ve Türkiye’nin bu kan gölüne dönüşecek yerde mehmetçiği feda edileceği söyleniyor dünyada; ortadoğuda yeni bir harita oluşacak deniyor; Türkiye mehmetçiğin kanını feda edecek mi” sorusuna “biz saf mıyız; biz mehmetçiğin kanı üzerinden pazarlık yapmayız; amerika bizim İsrail’le aramızı bulmaya çalışıyor sadece; ikimizle de dost”; diye cevap verdi Hüseyin Çelik; Enver Aysever ise “Amerika ile biz dost muyuz yoksa Amerika bizi kandırıyor mu? Esad Suriye halkını katlediyor da Amerika ortadoğu halklarını katletmiyor mu” sorusuna “biz Amerika’yı da eleştirdik” cevabını verdi; nedense biz hiç duymadık bu eleştiriyi; “van minut” dediler de duymadık mı; bizi iyi aptal yerine koyuyorlar bunlar.
Amerika İran’a saldırısa kimin yanında olacağımız sorusu cevaplanmadı; “bilinmez; belli olmazmış”; mesaj alındı; anladık yani kimin yanında olacağımızı. “Kısa bir süre önce bdplilerin ihracı, öcalanın idamı konuşulurken ne olduda çözüm sürecine girildi; bu bir başkanlık sistemi pazarlığı mı” soruldu; barış için yapıldığı şeklinde cevaplandı. “Eski genel kurmay başkanı müebbet hapisle yargılanıyor; öcalan ise neredeyse siyaset yapar hale geldi” sorusu o iki kişinin karşılaştırılamayacağı; İlker Başbuğ’un hala bir sanık olduğu; mahkum olmadığı için cevaplanmadı; herkes yargılanabilmeli diye geçiştirildi. “Öl de ölelim, vur de vuralım” ve Bahçeli hakkında ise başkalarının çocuklarının kanı üzerinden siyaset yapmasın; 12 eyül öncesine mi döndürmek istiyor ortalığı gibisinden laflar etti. 
Mehmetçiğin kanı üzerinden pazarlık yapılmıyor idiyse eğer başbakan niye 29 mart günü “Güçlü bir Türkiye eyalet sisteminden korkmamalıdır. Eyalet sistemi tarihimizde vardır. Osmanlı Kürdistan, Lazistan demiş bizim bunu dememiz gerekmiyor” demiştir; danışıklı dövüş bunların hepsi. 21 Martta yine aykırı sorularda çıkan hukuk profesörü Niyazi Öktem’e göre “kuzey Irak özerk devleti, kuzey suriye özerk devleti ve güneydoğudaki özerk devletin Ankara merkezli olması tercih edilecek; bir konfederasyon veya federasyon ortaya çıkacak; Ankara merkezli olursa Türkiye toprakları genişleyecek; muhtemelen bu bir Amerikan projesi; bu Amerikanın da bizimde menfaatimize; Türkiye Suriye’de rejimi değiştirmeye oynuyor; Suruye’yi kendi toprakları içine sokmak; Irak’ta öyle; Türkiye çok büyüyor; çok güçleniyor; Amerikanın desteğide var arkasında; pekala gerçekçi diyebiliriz buna; Çin uzak tehlike; Rusya yakın tehlike ama istemesede razı olacaktır; çünkü karşı koyacak gücü yok; federasyon kaçınılmaz; bu çağın gereği; insan hakları; Türk milliyetçiliği hortlamadı son dönemlerde; görüyorsunuz; çok güzel alıştırıyorlar; hükümet alıştırıyor; başkanlık rejimini istiyor; böyle bir federasyon rejimine gidildiğinde tartışmak zorunlu başkanlığı; başkanlık sisteminin sakıncası otoriterleşebilmesi”; müneccim değil Niyazi Öktem; bu ortamda bizimle birlikte yaşayan biri. Ah Atatürk Ah; sen olsaydın da görseydin bu elim günleri!
Amerika hala Irak’ın yaralarını sarmaya çalışırken; Irak gazilerinin ve Amerikan halkının sağlık güvencesi bile olmadığından Dr. Öz programlarına çıkıp ağlarlarken; doktora bile gidemezlerken Amerika bizim için mi savaştı Irak’ta; bu yalana kim inanır? Kendi çıkarı olmayacak olsa ne işi vardı Irak’ta. Kendi kendimizi kandırıyormuşuz gibi geliyor bana; Amerikan vatandaşının hali ortada iken bunu bize bağış için yaptığını kim söyleyebilir? Kelin ilacı olsa başına sürer; bize mi verecek? Amerika’nın hali bizden daha perişan; bakmayın eski fiyakasıyla caka sattığına; 3 kişiden birinin sağlık sigortası yok Amerika’da. Onbinlerce insan tedavi edilmiş Dr. Öz’ün bedava sağlık kuruluşlarında; eyalet eyalet gezmişler; her gittikleri yerde onbinlerce insan kapılarda sıralanmış; sabahın erken saatlerinden itibaren; kimi kandırıyorlar?
“Ben özerkliğimi kazanacak kadar direnecek ve kazanacak olduktan sonra ne diye Ankara’nın himayesi altında kalayım; kendi kendimi yönetmeyi bilmiyor muyum” demeyecekler mi o 3 kürt özerk bölgesi; bu gibi işlere bulaşmak bize hayır değil şer getirir; bizim toprağımız bize yeter de artar; ne kimsenin bir dirhem toprağına ihtiyacımız var; ne de kimseye bir dirhem toprak vermeye. Bir güneydoğunun kürtleri bu kadar iş açıyorsa başımıza Irak ve Suriye kürtleri de üstüne eklenince nasıl baş etmeyi düşünüyorlar? Suriye ile Irak’ı kendi topraklarımıza katmanın yolunun mehmetçiği orada kırmak olduğu belli değil mi? Hani mehmetçiği koruyorlardı? Bu işin sonu yaş; hiç tekin değil; çok tehlikeli sularda yüzüyor R.T.E; hiç farkında değil; bu işin sonu sadece onu değil bizi bile bitirir. Ne diyor Niyazi Öktem; “çok güzel alıştırıyorlar”; ya birde alışamazlarsa; onunda hesabını yapıyorlar mı; Bahçeli verirse gazı milliyetçilere bu işin sonu nereye varır akılları kesiyor mu? Ortalık kan gölüne döner. 
Gültan Kışanak Bahçeli’nin “onun da zamanı gelecek” sözü için;   ”Bu, çok sorumsuz, kışkırtıcı beyandır. Bu beyanın derhal düzeltilmesi, gençlerin sükunete, barışa davet edilmesi gerekiyor.. Gençler birbirini mi vursun? Bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı’nı sorumluluğa davet ediyoruz. Kimse tarihsel sorumluluktan muaf değildir. Herkes yaptıklarıyla, söyledikleriyle tarih karşısında sorumlu olacaktır” demiş;))); ne komik değil mi? Sanki yıllardır askerlerimizi vuran onlar değil de benim; nasılda tertemiz oldular anında; şimdi vurma-vurulma tehdidinin arkasına saklanıyorlar; siz ne yaparak geldiniz bulunduğunuz o noktaya? 
 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *