***Cook marka kesilmiş fırın kağıdı migrosta 6 lira 50 kuruş, çağdaşta 3 lira 95 kuruş, neyse ki isteyen istediği yerden almakta özgür.
***Yağmur yağdı, ortalık serinledi, bir hafta sonra yine aynı şekilde ısınacakmış;(((
***Çamaşır makinesinin deterjan koyulan kısmını ara ara temizlerim, epey olmuş temizlemeyeli, yer yer küflenmişti, söylemesi ayıptır bir köşesine kurt bile yerleşmiş, çıkartıp önce banyo cifiyle ve fırçayla temizledim, sonra çamaşır suyu püskürtüp bir daha fırçaladım, deterjan çekmecesini çıkarttığım hazneyi de aynı şekilde temizleyip pisliğini ıslak süngerle aldım, elim değmişken gider kapağını açıp orayı da aynı şekilde temizledim, ana temizlikleri yapıp ayrıntıları gözden kaçırabiliyoruz, iki saat uğraştım, çoğu kişi buraların da temizlenmesi gerektiğinden haberdar bile değil.
***Müzik var hala ama sesi kısık, açmıyorlar, oğlum en son olarak başbakanlığın sitesine şikayet etmiş, polisin müdahale etmediğine dair, ondan olmalı, neyse iyi oldu, sıcak bir yandan, ses bir yandan hiç çekilmiyordu, şimdi de inşaat gürültüsü var yine aynı mesafede, bütün gün tık tık tık sesi var, temel için kaya kırılıyor, ona yapacak bir şey yok elbette, dinlemekten başka, elbet bitecek. İnşaat sektörü ne kadar ilerlemiş, insan emeğine hiç gerek kalmamış neredeyse, herşey büyük aletlerlerle yürütülüyor, kırıcılar, kepçeler, vinçler işi bitiriyor, ve tabi onları onları bir götürüp bir getiren tırlar, ve birde kamyonlar.
***Adidasta fiyatı 140 lira olup “daha düşmez, outlete gider, orada da aynı fiyattan satılır” denen alt eşofman 100 liraya düşmüş, tekrar indirim olmuş yani, oğlum almış almak istediği eşofmanı.
***Kızım kruvasan yaptı, nefis olmuş, tarifi yemek ege sayfasında, kızım 14 yaşında, bir çocuk bile yapıyor, sizde yapabilirsiniz yani, ben mi, benim işim gücüm mutfak zaten, full time mutfaktayım, değilsem tarif yazıyorumdur, o kadar yani! Benim bugünkü menüm patlıcan beğendi, sadece beğendisi, ki yemek türk sayfasında var, patatesli kuzu kol, yemek pratik sayfasında var, ve sebzeli şehriye, yemek türk sayfasında var.
***O kadar dediysem o kadar da değil yani, kentparka gittim, güvenlik önlemleri arttırılmış, üst, çanta tarayıcı olmayan giriş kapılarına üst, çanta tarayıcı konmuş, metroya da yerleştirilmişmiş üst, çanta tarayıcılar, linense gittim, yatağa geçirilen cinsten lastikli alez, çarşaf aldım, geçen yıl english home dan almıştım, çok kötü çıktı, linensinkiler çok daha güzel, 50 kere daha aklıma gelse 50 kere daha yazacağım english home un kötü olduğunu, o kadar sinir oluyorum oradan aldığım ürünlere, kullandıkça yani, ne ütüye geliyor ne de bir şeye benziyorlar, kentparkta bir turda dolandım, çıktım.
Savaş olasılığı iç piyasayı sekteye uğratmış olmalı ki hiç görmediğim kadar indirim vardı, essede, linensde, çoğu firmada, esse deki indirimde aklım kaldı, bir dönüş yapmam lazım kısa zamanda, şimdi yazarken fark ettim, otoparkta ilk kez yer aramadım, boştu, dolanmadan rahatlıkla park ettim ki bu şimdiye kadar görülmüş şey değil, ama o an nedeninin bu olabileceğini hiç anlamadım, ama işime geldi yer aramamak, avm nin içi de öyle boştu, eskiye oranla elbette, birde her zaman girdiğim otopark kapısı kapatılmıştı, kapı sayısını azaltmışlar, güvenliği daha etkin sağlayabilmek için olmalı, ama ben kapıyı kapalı görünce çıkışından daldım, çok rahatlıkla girdim, güvenlik zaafiyeti var yani;))) benim yaptığımı her araba yapabilir, hiç aklıma gelmedi ki öyle şeyler, alışmışız dümdüz yaşamaya, bir teyakkuz hali ihtimali bizden çok uzakmış gibi, ama öyle değil galiba.
***Alezleri takmadan önce yatakları süpürdüm, evi mevi unutup en sık süpürmemiz gereken yer yataklar olmalı, nasıl bir pislik çıktığına inanamadım, süpürgem suya çekiyor ve alınan sonuç siyaha yakın, tortulu bir su, oldukça tortulu, üstelik daha 9 ay önce alınmış ve üstü örtülü, kapalı kullanılan yataklardan, pislik üretim merkezi gibiyiz her birimiz, kızımın dediğine ve derin bilgisine göre metrolardaki havanın %80’i insan derisiymiş, yatakta oğlumun alerjisini tetikleyen, hapşırtan da onlar olmalı demek ki.
Yazın sıcakta canınız sıkılmasın diye size iş üretiyorum işte, daha ne istiyorsunuz?
***Bir şey itiraf edeceğim, gerçi etmeye utanıyorum ama söyleyeceğim artık, ne derseniz diyin, bende her şey uluorta zaten, gizli saklı yok, kalmadı, söylüyorum, yataklardan çıkan pislik bütün evi temizlediğimde çıkan pislikten çok daha fazlaydı, gerçeğin bu kadarını yazmak istemedim, kıyısından, köşesinden dolandım ama sonunda kendimi tutamadım, ona göre davranın yataklarınıza.
Dün bir yerde bir mutfak lavabosu gördüm, bir iş yerinde, aman Allahım, bütün lavabo ve tezgahı yeşil, siyah arası küf kaplamış, ve o mutfakta her gün yemek yapılıyor, Allahım sen aklımı koru, hani bir çamaşır suyu bulsam boca edecektim de, kendimi zor tuttum.
***İstanbul üniversitesi ilaç deneme merkezi kurmuş, burada ilaç denenecek olan denekler orada yaşayacak ve denenecek ilaçları kullacaklar, bunun karşılığında da günlük 100-200 lira gibi bir ücret alacaklarmış, insanlarımız devlet eliyle kobay olarak kullanılacaklar, hadi özel girişim olsa neyse diyeceğim de, ki ilaç araştırma şirketleri bu işi Türkiye’de güle oynaya yapıyorlar zaten, yıllardır, önce milleti fakirleştir, sınra dünya tröstünün önüne sür, kobay olarak, düştüğümüz hale bir bakın, ilaç endüstrisinde dünyadaki payımız ne ki denekleri biz oluyoruz, ilaç endüstrisinin kaymağını yiyen olsa olsa Amerika’dır, Almanya’dır, bize, bizim insanımıza niye düşüyor ki bu iş, Amerikalılar, Almanlar yapsınlar o işi, yapmazlar elbette, hem biz varken ınlara yazık günah olur, öyle değil mi?
“Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum! Görüyorsun ya her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikâyet dinliyoruz… Her taraf derin bir yokluk, maddî, manevî bir perişanlık içinde… Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; maatteessüf memleketin hakiki durumu bu işte!… Bunda bizim günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden gafil, bir takım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hâle düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın… Büyük istidatlara malik olan zavallı halkımız ise, kendisine mukaddes akideler şeklinde telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş, kalmış…
Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misiniz?.. Halkımızın zihninde kökleştirilmiş olan, her şeyi başta bulunmadan beklemek itiyadı… İşte bu zihniyette; herkes büyük bir tevekkül ve rehavet içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden istiyor, benden bekliyor; fakat nihayet ben de bir insanım be birader, kutsî bir kuvvetim yoktur ki!..
Münasebet düştükçe daima tekrar ediyorum; bütün bu dertlerin, bütün bu ihtiyaçların giderilmesi, herşeyden evvel, pek başka şartlar altında yetişmiş; bilgili, geniş düşünceli, azim, feragat ve ihtisas sahibi adam meselesidir, sonra da zaman ve imkân meselesi… Bu itibarla evvelâ kafaları ve vicdanları köhne, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin; işlerinin ehli, idealist ve enerjik insanlardan mürekkep, muntazam, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet makinesi kuracaksın; sonra bu makine halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, maddî ve manevî her türlü istidat ve kaynaklarımızı faaliyete getirecek, işletecek, böylece memleket ileriye, refaha doğru yol alacak… Başka çaremiz yoktur, ileri milletler seviyesine erişmek işini; bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkânsızdır.
Biz şimdi o yol üzerindeyiz; kafileyi hedefe doğru yürütmek için, beşer takatinin üstünde, gayret sarfediyoruz; başka ne yapabiliriz ki?..”
Bundan 85 yıl önce böyle diyen, böyle konuşan bir önderin çocukları olarak düştüğümüz hal utanç verici, olsak olsak o ileri milletlerin çöplüğü olmuşuz, onların ilaç denekleri olarak. İstanbul üniversitesi en eski üniversitelerimizden, büyük bir olasılıkla Atatürk’ün zamanında kurulmuştur, bu amaçla mı kuruldu? Umarım bir protesto gelişir bu konuda.
***Yani böyle konuşan bir adamı sevmemek mümkün mü, ve böyle konuşmayanı sevmek, dilinden bal damlıyor, nasıl duygusal, nasıl sevgi dolu, nasıl insancıl, milletine, insanına karşı, taaa içte, derinlerde bir yerde sevgi ve sorumluluk hissediyor kendinde belli ki, seni seviyorum Atam, hele ki şimdi çok daha fazla, şimdiki donsuz domuzları gördükçe.
***tv 8 de rising star başlamış, sesler birbirinden kötü, on taneden bir tanesi ancak geçebiliyor barajı, ki hakkıyla geçen çok az, bana göre yani, birde seçilirken provalar yapıp iki elemeden geçmişler, nasıl bir elemeyse, oysa trt deki sıra sendenin sesleri çok iyiydi.
***Çocukların yaşına göre gereksinimler değişiyor, haliyle biriken eşyalar oluyor, bisikletler vs., her boydan bisiklet var evde, atılan, kırılanlar hariç 4 adet var şu an, atmaya kıyılmıyor, hepsi kıymetli, güzel eşyalar, oğlum onlardan kurtulmanın yolunu buldu, sahibinden de satışa çıkarıyor, satıyor da, 150 liraya satmış birini, “ben olsam satmazdım” demiş alan adam, demek ki kıymetini bilecek, çocuğunu seven iyi bir baba, hayrını görsün, hiç değilse kıymetini bilen birinin işine yarar, biz nasıl severek kullandıysak severek kullanacak birinin eline geçer, az mı indirdim, kaldırdım onları merdiven merdiven, dört tekerlekli kettler bisikletler, Türkiye’de bulunmuyormuş artık, o yüzden kıymetli yani, ilk açıldığı zamanlarda praktiker getirmişti, bundan 17 yıl önce, iki taneydi, biri atıldı, daha doğrusu mahallenin çocuklarına verdim, diğeri kalmış, ağır da, iki oğlan çocuğu, her sabah sürmeleri için indir, her akşam geri çıkar, çocuklarım gönüllerince eğlensinler diye, insanın da kıymeti bilinmeli elbette, bilene, bilmeyene boş, Allah sorsun hakkımı, yine salladım taşımı, ne olur ki, boş, hepsi boş, boşuna, çocuklarım hariç, önemli olan çocuklarım zaten, gerisini salla gitsin, o zaman da öyleydi, şimdi de öyle, değişen bir şey yok.
***Aslına bakarsanız iyi bir pazar oluşmuş sahibindende, alan memnun, satan memnun, satanın işine yaramıyor, para ediyor, alan ucuza alıyor, ayağına kadar gidiyor satanın, insanların ekonomisine katkı, her iki türlü de, bir tür milli dayanışma gibi, ilk el pazarını biraz sekteye uğratır, olsun, zaten fazla şişiniyorlar, devlete giden vergi de cabası, şimdi yazdım ona bile vergi koyarlar alimallah, korkulur bunlardan, bu durumda her şeyin ikinci el pazarı var artık. Öldüm fiyatıa gidiyor, bir zamanlar almışım, voit marka yere sabit ufak spor bisikleti, pedalı yani, en az 15 senedir peşimde sürünüyor, oradan oraya sokuyorum, oradan oraya, belli ki bir işime yarayacağı yok, 20 liraya verdi oğlum, hayrına vermek gibi bir şey, amaç birazda ziyan etmeyip yerini buldurmak, niye heba, heder olsun, milli servetimizden gidiyor çöpe atılsa, biraz daha kölesi oluyoruz tröstlerin.
***Yine gittim kentparka, essedeki indirim için, artık indirim mi bindirim mi bilemiyorum ama seramik tava, tencereye ihtiyacım vardı, patlıcan beğendi çeliklerde kararıyor, bakalım bunlarda da kararacak mı, kaşığı da tahta kullanacağım, patlıcan için, granit seramik aldım, o daha iyiymiş, 64 liraya, büyük tavalarım teflondu, yine granit seramik aldım, tanesi 35 lira, karşılaştırmadım ama çelikler daha pahalı olmalı, eskiden sanki daha pahalıydı her şey, şimdi seçenek daha çok gibi, malzeme metalden taşa geçiş yapınca ucuzlamış olmalı. Biraz uydur kaydıra benziyor, kaliteli değil, ama ancak kullanınca anlarım. Birde patates ezeceği aldım, tüm metal, siyah üzüm ezeceğim, tam zamanı, posasını da kaynatıp biraz şeker ekliyorum, şifa niyetine, eskisini alt kısmı plastik diye atmıştım, neleri atmamışım ki, sürahi kapakları, cam kapların kapakları, evde plastik olan her şey, plastik kaplar neyse de şimdi camların hiç birinin kapağı yok, ah kafa ah.
Dondurduğum bezelyeler bitti bile, bir pişirimlik kalmış, seneye çok daha fazla donduracağım, adeta taze gibiydiler, marketteki dondurulmuş bezelyeler lapa gibi oluyor halbuki, hiç yiyemiyoruz. Barbunya yemiyorlar, o yüzden dondurmuyorum, barbunyaya talep yok evde, ne yaz, ne kış. Etli pişirmeyi mi denesem, barbunya da etli pişmez benim bildiğim.
***Bodrum’da tatil yapan 10 yaşındaki erkek çocuğu havuzda su kaydırağında korkudan kalp krizi geçirmiş, geçen aylarda da MR a giren bir çocuk korkudan kalp krizi geçirmişti.
***Dün akşam haberlerde bir kaza gösterdi, bir ay önce olmuş, otomobile önce tır çarpıyor, yolun yanındaki beton bariyerlere çarpan otomobil fırıl fırıl dönerken bütün parçaları dışarı fırlıyor ve ardından son sürat gelen bir otomobil çarpıyor, son görüntü sadece koltukları kalan bir otomobil ve o otomobilden çıkan insanlar, üçü çocuk yedi kişiden ölen olmamış, inanılır gibi değil, öldürmeyen Allah öldürmüyor sözü doğrulanmış sanki.
***Evdeki sivrisinek kovalamacası sona erdi, oğlum internetten, hepsi buradadan, raket cızzz ve ufak prize takılan cızzzz almış, 22 liraya, akıllı adamın hali başka oluyor, Çin’de erkek sivrisinek üretip erkek sivrisineklerin dişi sivrisinekleri yok etmesi için çalışıyorlarmış, bizde öyle problemler yok nasıl olsa, bizde öyle problemler olmaz, ona sıra gelene kadar oooo, bir siyasi düğümü çözebilseler artık ona da razıyız. İstikrarsız bir zavallılar ordusu tarafından yönetilmeye çalışıldığımızı düşünmeye başladım yavaştan, hepsi birbirinden aciz, acuze, akp, mhp, chp, yazık olsun bu milletin onlara verdikleri oylara, daha doğrusu yazık bu millete.
***”Zamanın açığa vurmadığı sır yoktur” demiş bugün twitburç, yine sırrımın keşfine ermiş, üstelik şu an ve şu noktada olan, neler çıkıyor neler! Eşele dur, anlatırım, bir toparlansın.
***Rising starın jürisi hiç iyi kararlar veremiyor, çok iyileri eleyip kötüleri onaylıyorlar, müzik kulakları berbat, Fuat Güner hariç, onun verdiği kararlar hep doğru çıkıyor, yani bana göre, çünkü benimkiyle birebir aynı oluyor. Kendileri de bu eksikliklerinin farkında ki biri basmadan butona basmaya cesaret edemiyor veya günah benden gitsin hesabıyla son anda basıyorlar, nitekim kazanması gerekenler kaybediyor, kaybetmesi gerekenler kazanıyor.
***”Başarının sırrı nedir bilinmez ama başarısızlığın sırrı herkesi mutlu etmeye çalışmaktır” demiş bugün twitburç, bence de, herkesi mutlu etmeye çalışırsan hiçbirini mutlu edemezsin, bir seçim yapmak zorundasın, kiminle mutlu olmak istediğine dair, bunu yapamadığında, seçimsiz kaldığında seçilme hakkını da kaybetmiş olursun, sen onun için özel değilsen o da senin için özel değildir, olamaz.
***Bu akşam açtığım ilk film Julianne Moore’un yıldız haritası adlı filmiydi, her filmi gibi berbattı ve kapadım, 10. dakikada, ağza alınmayacak küfürleri dinlemek için izlemiyorum film, iğrençler, ikinci açtığım film Geoffrey Rush’un kitap hırsızı adlı filmiydi ve her filmi gibi iyiydi, severek izledim, bir iyi filmi bulabilmek için onlarca filmi eliyor ve bulduğumda, istediğim tadı aldıysam o film bana o elediklerimin hepsini unuturmaya yetiyor, Geoffrey Rush demek ki seçerek çekiyor yaptığı filmleri, kötü filme adını koyup lekelemiyor, helal olsun, ne mutlu yaptığı işin hakkını vererek yapabilene, para kazansın elbette, kazanmasın diyen yok, ama o paranın karşılığında da insanlara bir şeyler versin hiç değilse, en azından oyalayıcı, unutturucu, kendini içine alan bir iki saat, Julianne Moore gibi olmasın yani, küfür edebiyatı.
Adını lekelemek diyince aklıma geldi, öyle bir geçer zaman ki nin Wilma Elles’i bir gün diye bir film çekmiş, berbat ötesi, adına hiç yakışmamış, para için bu kadar da ayağa düşülmez ki canım, ayıp bir şey, bir daha onun olduğu bir şeyi izler miyim, asla. Öyleleri çok, özellikle bizim piyasada, bir günde parlayıp bir günde sönenler, yaşadıkları o bir günün ışıltısı ile bir an önce ceplerini doldurmaya çalışanlar.
***Facebookta bir yazı paylaşılmış, yorgo bilmem ne var ya, onun yazısı, arkasında duman bulutu bırakan uçakların dumanlarının insanlara zararlı olduğunu, hastalık üretmek amaçlı olduğunu ve bunun bilinçli olarak yapıldığını yazıyor, paylaşan arkadaşım o hastalıkların hepsinin kendinde de olduğunu yazmış, bende de var o hastalıkların hepsi, tesadüf değildir herhalde, büyük şehir hastalıkları, o uçaklar hep üstümüzde uçtuklarına göre, havaya alüminyum ve baryum bırakıyorlarmış ve hep söylenegeldiği gibi menşei İsrail’miş, illüminatiymiş, olmaz diye bir şey yok artık, her şey olabilir, üstümüzde ne oyunlar oynanıyor kim bilir.
Hastalıklar kulak çınlaması, kulak tıkanması, dikkat kopukluğu, tırnaklarda uzunlamasına çizgiler, kilo, zor uyuma, uykuda dişini gıcırdatma, göz altı morluğu, sıcak basması, yorgunluk, yakını görememe, kramp, karıncalanma, aşırı salya, şişmiş dil, ışığa, sese, kokuya hassasiyet vs.
***Bir iki ay önce taurusa gittiğimde bir vampir afişi gördüm ve görmekten rahatsız oldum, bugün yine gittim, hala duruyor o afiş, bir kaç yerde, danışmaya kaldırılması için bir not bıraktım, umarım işe yarar, sadece büyükler gitmiyor ki avm lere, çoluk çocuk beraber gidiliyor, benim artık küçük çocuğum yok ama olmaması o afişin sakıncalarını görmeme engel değil, ve sorumluluk almamama.
***Bir adamı yıllarca destekliyor, omuzluyor, taşıyorsunuz, sabrederek, hatta çile çekerek, farz edin ki 25 yıl, bir gün rahata ermenin düşü ile, umut olmadan yaşanır mı, yaşanmaz, sonunda o rahata ermenizi sağlayacak materyale ulaşıyorsunuz, birde bakıyorsunuz ki o materyalin sizden çok taliplisi ve sahibi var, ortak kullanımda, oluşumuna katkı verdiğiniz şeyin aslında gerçek düşmanınız olduğunu görüyorsunuz, işte benim içinde bulunduğum şu anki durum bu, yaman bir çelişki, çünkü o desteğinize rağmen sahip olunanın asıl, yani görünürde sahibi siz değilsiniz ve sahibi olan, daha doğrusu sahibi olduğunu sanan canının istediği ile paylaşmakta bir sakınca görmüyor, sizi, emeğinizi hiçe sayarak, size kalansa lanet etmek, lanet olsun, alana da, verene de.
Bu durumda bana düşen de rica etmek, kibarca, bir kez daha, def olup gitmesini. Aradan geçen zaman sadece haklılığımı teyit etmeye yaradı. Aradan geçen zamandaki teknolojik gelişme de elbette, ulaşılamayan bilgiler şimdi elinizin altında, aramasını bilene. Mağdur, terk edilmiş adamı oynuyordu ya çocuklarına, şimdi görelim bakalım nasılmış, her şey kanıtlı, ortada, ben gelmemesini söylemiştim ona, kendi zararlı çıktı bu durumda, gelmese, gözümün önünde bitmese kurcalamazdım orayı burayı, kendi istedi.
***500 ml’lik tariş zeytinyağının rafta kalan 1,2 adedinin fiyatı 30 lira, yeni, farklı şişelerde gelmiş, 700 ml 70 lira, yüzde yüz zam, ortalıkta yüzde yüz zam geldi gibi bir söylem var mı, yok, ister al ister alma, her gün bir yayın var tv lerde, kamu bilmem neyi yayınlıyor, balık yiyin diyorlar, haftada iki kez, balığın fiyatından haberleri yok galiba, 40-45 lira, bir adet limon bile olmuş bir lira, neyse bir liraya limonu alır olmayan balığın üstüne sıkarız artık.
Ayaş domatesi çıkmış, domatesin tadı gelmiş sonunda, meyveler hala çok pahalı, en ucuz üzüm, 3,5 lira, ezip üzüm suyu yapıyorum, siyah üzümden, yazmıştım, posasını da az suyla kaynatıp biraz şeker ve limon ekliyorum, ve gerekliyse su, şarap renginde oluyor, mis mis.
Yoksa siz hala cola, fanta, konsantre meyve suyu mu içiyorsunuz, yazık size;))))
***tv’yi açtım, show tv’de türk filmi var, genellikle olduğu gibi, 1970 yılı yapımı hayatım senindir adlı film, Hülya koçyiğit ve Ediz Hun oynuyorlar, aradan geçen 45 yıl hayatlarını, bakış açılarını gözler önüne sermiş, Ediz Hun chp m.v yapmış, Hülya Koçyiğit akp akilliği, artistliklerinden çok bu seçimleriyle anılacaklar bundan sonra, kanal değiştiriyorum, trt 1’de beni böyle sev adlı dizi var, yine bir akil, Lale Mansur, akilliğinin karşılığı olarak olmalı o rol, yazık.
Be First to Comment