Press "Enter" to skip to content

Günlük 3d Mart’16

***Apartmanda köpek savaşları başlamış bile, beni beklememişler, ilk komşum uğradı, o anlattı, ben duymadım, veya henüz taşınmamışken olmuş olabilir, 1,2 ay önce asansörde çocuğu, ki 6 yaşında, köpekten ürkünce köpekle asansörde olmaktan hoşlanmadığını söylemiş, köpeğin sahibi yaşlı kadın bir dolu laftan sonra “benim köpeğim senin çocuğundan temizdir” demiş, öl mü öldür mü noktası burası, bu köpek sahiplerinde bir çatlaklık meselesi söz konusu, zaten çatlak olmasalar köpek bakmazlar, bir kurtla aynı evde yaşanır mı yoksa, söylediği lafa baksanıza, kadında altında kalmamış o lafın elbette, “sen ne aşağılık bir kadınsın, sen köpekle benim çocuğumu bir mi tutuyorsun” diyerek ve haklı olarak gereğini yapmış, zor ayırmışlar.
6 yaşındaki çocuğa söylediği sözden belli köpek sevenlerin ne kadar insan sevdiği, hiç gözünü kırpmadan çocuk döven ruh hastaları var mesela, ama hayvan seviyorlar, çok normal tabi bu, adı üstünde, çünkü ruh hastası.
Demiştim, apartman hayatında köpeğe yer yok diye, 14 katlı apartman, bir gün rastlamazsan diğer gün rastlayacaksın asansörde, kaçışı var mı, yok, sen rahatsız olmuyorsan bir başkası oluyor. Şenlik başlamış bile, acele dahil olmalıyım, o filmin devamı gelir demiştim ben size, köpek işini bitirirken uzaklaşıyorlar ki kimse bir laf etmesin, ama edecek biri var, tabi ki ben, evimin önünde, çimle bezeli manzaramda daha fazla köpek boku görmek istemiyorum. Her köpek getiren pisliğini bırakırsa ne olur o çimlerin hali? Görmek zorunda mıyım her baktığımda? Senin canın köpek bakmak istiyor olabilir ama benim canım da camdan bakınca çimlerde köpek boku görmek istemiyor, veya bütün gün car car car havlayan köpek sesini duymak istemiyor olabilir, ne olacak bu iş?
3 gün önce de polis çağrılmış, yani polis gelmiş, sanırım yine köpeklik bir vaka olmuş, 4. kat karışmış, o katta oturuyor o köpeği olan kadın, tam bir çatlak, daha taşınmadan gördüm, ne çatlak olduğunu, köpeği olduğunu bilmeden, öğrenirim ayrıntısını, yazarım.
***chp li bir m.v. Erdoğan için kürsüde “psikolojik tedavi görmesi lazım” demiş, meclis birbirine girmiş, iki gün oturumlara katılmama cezası vermişler, bir ben görmüyorum demek ki durumunun aciliyetini ve vehametini. Artık sesi az çıkıyor olabilir, bu sadece taktik, değişen bir şey yok, kafa aynı kafa. Sözcü’nün dünkü, 1 mart, manşeti “bizde seni tanımıyoruz, saygı da duymuyoruz” muş.
***Bilim öğreniyoruz, başı kapalı biyoloji öğretmenine her gittiği sınıfta sorulan ilk soru “ilk hücre nasıl oluştu” hacanın cevabı, “onu da Allah yarattı, bunu da bilin yani”, ders anlatıyor, “mitokondri hücre içinde enerji üretir, gözde mitokondri çoktur, bu yüzden gözde çok enerji oluşur, bu yüzden gözden nazar değer”.
 ***Düşündüm, yazacak bir şey yok, hala cam kazımaya, temizlemeye devam ediyorum, bitiremedim gitti, birde günlük hayatın işleri derken bir gün diğerini kovalıyor, bazen kahrederek, bazen küfrederek, birine yani, değişen bir şey yok, ama hayat her koşulda çok daha güzel, eskisine kıyasla yani, sinir olmam için bir neden yok, kafam rahat, ne yapmış, nereye gitmiş, niye gelmemiş soruları beynimi yemiyor, bildiğine gitsin, benden uzak olduktan sonra bana ne, parasını ye keyfine bak, böylesi çok daha iyi, benim için, emeklilik hayatı bu olsa gerek, ama çok arayacak beni, mumla, umarım arasın da, ben ettim sen etme dediğinde ona verilecek cevabım hazır, başka kapıya, derse yani, demezse zaten başka kapıda, beni hiç ırgalamaz, yine parasını yer keyfime bakarım, emekliyim, evli kalsak hiç emekli olamayacaktım, o yatmaya ben çalışmaya devam edecektik, bu iş iyi oldu, bir çırpıda kurtulmuş oldum, ben kahrettikçe “Allah adamı öyle şaşırtır, işte böylece kurtuldun, onu unut, ört üstünü, düşünme bile, kafanı yorduğuna değmez” diyor annem, haklı.
Dün, cuma günü, okul çıkışı kızım arkadaşının evine gitti, bir başka arkadaşı, birlikte ders çalıştılar, anne baba çalışıyorlar, baba yemek yapmış, ızgara, dönüşte ben aldım, pek keyifliydi, arabada şöyle dedi, “annesi sadece masayı hazırladı, başka bir şey yapmadı, yemekten sonrada birlikte televizyon izlediler, evi de kadın temizliyor, annesi hiç yorulmuyor, sense her işe koşturuyorsun, çalışan o ama sen çok daha fazla yoruluyorsun, çünkü onlar evdeki işi paylaşıyorlar, eğer bu kadar yorulmamış olsan şimdi belki daha sağlıklı olurdun, babalar her şeyle ilgileniyor, çocuklarıyla şakalaşıyorlar, konuşuyorlar, her arkadaşımın babası öyle, öncekini istisna sanmıştım, bu da öyle, birde benim babama bak” melek kızım benim, beni düşünmüş, etrafına bakınıyor ve dünyayı tanıdıkça o dünyada beni, benim yerimi görüyor, kızılayda gezerken bile durup iyi olup olmadığımı, yorulup yorulmadığımı soruyor, daha 14 yaşında, dediği gibi çok sağlıklı değilim, çabuk yoruluyorum, onca yılın yorgunluğundan olsa gerek, geçer belki, umudum o yönde, eskisine göre daha iyiyim ama, bir iyiye gidiş var sonuçta, umut var, bir benim pencerem yok ki, çocuklarımın da kendilerine göre pencereleri, bir bakış açıları var kendi yaşadıklarına, yaşadıklarımıza, bir serseri hepimizi alabora etti, bencilliğinden gözü çocuklarını bile görmedi, şimdiden sonra kendi o alaboranın içinde kalsın inşallah.
Hani hep ben anlatıyorum da, bu sefer birde kızım anlattı size, onun gözünden de görün, konuşulmayan, şakalaşılmayan bir çocuk olarak büyüdüğünü, var ama yok bir babası olmanın ezikliğini, ben kaybettim, bulan sevinir mi, dövünür mü bilemem, ona kalmış, hayrını görsün, benden uzak istediğine yakın olsun, başka bir dileğim yok.
Bu konudaki son sözlerim bunlar olacak, farklı bir gelişme olmadıkça, kızımın sözleri, daha fazla üstüne bir şey eklenmeye mahal bırakmıyorlar zaten, bütün özet o sözlerin içinde saklı, bu konuyu daha fazla deşip kendimi daha fazla yaralamamın bir anlamı yok, gereği de, elbette gel gitler olacak, kısa kısa geri dönüşler, ama ben bundan böyle onlara kulak asmayacak ve yoluma kaldığım yerden devam edeceğim, 25 yıl önceki ben olarak, ben o meseleyi kapattım.
***Bence, yani bana göre paranın, çok az olmamak koşuluyla, çok olanı değil az olanı makbul, çok paran olursa çok yiyecek alır mutfaktan çıkamazsın, yıka, yerleştir, pişir dur, dün akşama kadar yemek yapmakla uğraştım, bu onun ani geri dönüşümü bana, çok giyecek alırsan çamaşır makinesi, çamaşır asacağı, ütü, elbise dolabı arasında mekik dokur durursun, yıka, kurut, ütüle, yerleştir, bir labirentte gibi dolanıp durursun, ki benim şu anki hayatım öyle sayılır, 4 kişinin çamaşırı ile, son 20 yıllık hayatım daha doğrusu, bir pantolonun olsa mı daha çok işin olur, yüz pantolonun olsa mı, iş eşittir benim için hayat, yaşanacak zamandan çalınan zaman demek, çünkü işle geçen zamanı yaşanmamış saymak gerek.
Hani teşvik ediyorlar ya işte benim stilim tarzı programlar alışverişi, inanın hiç gözüm yok, al, al nereye kadar, ben olanlardan bıkmışım, dünyayı mı dolduracağız, sanki kırk odalı evlerde yaşıyoruz da, kırkıncı odayı dolduralım, kırk odalı masallar geldi aklıma, acaba kırkıncı odada ne vardı, öğrenemedik gitti, masal denince de o “her güne bir masal” kitabı aklıma geldi, hala kitapçılarda var, geçen gün gözüme takıldı, sakın ola almayın, taşınırken attım, berbat bir masal kitabı, masalları çok kötü, bütün bunları söyleyince aklıma Aşkım Kapışmak geldi, kadın beyninin bir lafı alıp başka binbir şeye dönüştürünümünü anlatmıştı, onu hatırladım, saç fırçası, saç fırçasından saç teli, saç telinden nerelere, hüngür hüngür  gibi, yine uçtum, devam edeyim.
Kızımla benim için beş kapılı dolap aldım, bu hafta, üç kapısı kızımın, iki kapısı benim oldu, düzenleyene kadar iflahım kesildi, iki gün uğraştım, tıka basa doldu, ama arasan giyecek bir şey bulamazsın, yüzde doksanı giyilmiyor, ama her bir parçası para, o marka alınınca bu markanın forsu aşağı düşüyor, giyilmiyor, azıcık paçası, bacak kısmı bol olanlar asla giyilmiyor, ne oğlum giyiyor ne de kızım giyiyor, eski modaymış, sene başında kızıma okul pantolonu aldım, sömestrede yine aldım, onun bacak kısımları bolmuş, aldırana kadar başımın etini yedi, bende almayacağım diye inat ettim ama ne çare aldım, ikisi de siyah pantolon bana göre, bir anlayabilsem dertlerini, duran, sadece dolap bekleyen onlarca pantolonun sebebi oymuş, bacak kısmı bolluğu, bollluğu bile değil, azıcık genişliği, ah, ah, biz hiç yaşamamışız, dün anasının karnından doğanlar bugün moda ikonu, biz yerimizde sayalım, her yeni alınan yüzde on giyiliyor, o yüzde doksan her geçen gün bir çığ gibi büyüyor ve eşekliği bana kalıyor, ve kızıma dedim, “bu dolaptakiler hakkıyla giyilene kadar sana giyecek almak yok”, tabi laf, kızım istiyorum diyince yelkenlerim suya iner, kızım beni suya götürür susuz getirir, ama, uzun lafın kısası, yani buraya nereden geldim, kocanın yokluğu dolayısıyla paranın yokluğu, yokluğu değil de azlığı diyelim, çünkü yokluğu biraz iddialı olur, o kadarına gelemem, bana çok koymaz, çok parayı da çok parasızlığı da çok gördüm, hem en altta hem en üstte çok yaşadım, ama çok huzuru hiç görmedim, gördüysem şimdi ve bundan sonra göreceğim, bana lazım olan şey daha çok para değil daha çok huzur, para bana can mı verecek, can vermeyi geçin canımdan, zamanımdan çalıyor, canımdan kıymetli bir şey yok hayatta, para benim uşağım olsun, ben paranın değil.
Yukarıda yazdığım ve iş yapmaktan kalan yaşanacak zaman olarak belirttiğim şey ise alışveriş için avm gezmek, başka ne yapıyoruz ki yaşayıpta, ne hayat ama, hep aynı şeyin ucunda dönüp duran, ama buna cidden mümkün mertebe bir fren sistemi gerek, dolabımdakiler eskimedikçe, lime lime olmadıkça atmayacağım, her aldığım şeyle daha çok dolacağını bile bile de çok fazla almam, yani umarım öyle olur, alışveriş kumarbazı gibi oluyoruz bir müddet sonra, alışveriş hırsı gözümüzü bürüyor adeta bir kumarbaz gibi.
İşte benim stilimi izlemem demiştim ama izledim, Bahar’ın kurbanı oldum, “biz ne ara böyle olduk” u anlamaya çalışırken onu psikolojik olarak çözümlemeye çok kafa yordum ama  işin içinden çıkamadım, çok karmaşık bir yapı, benim devrelerimi attırır onu çözümlemek, her neyse, orada bir kız var, her ay yirmi bin liralık alışveriş ettiğini söyleyen, her ay yirmi bin liralık alışveriş etsen nereye koyarsın, o alışverişin gezmesi, işi mi biter, etiketlerini sökmek bile iş, bırak ya, boş iş, hani birde giydiklerine bakıyorum, yazık olmuş o yirmi bin liralara, veya önceki programda bir defada 200 bin liralık alışveriş eden vardı, akıllı işi değil. 10-15 bin liralık elbiseler, çantalar, hepsi kafayı sıyırmışlar.
Bir banyo hatırladım, birinin banyosu, yedek, ikinci banyo, tepeye kadar atılacak giysi doluydu, bir banyo dolusu tepeleme giysi, iki kıza ait, o beyinler nasıl bir güdüleme ile iteleniyor ki aldırdıkça aldırıyor?
Yok vallahi züğürt tesellesi değil, hayat tecrübesi diyelim, hiç ama hiç gereği yok bir şeyleri bu kadar abartmanın, kıdemli kalacakmışçasına, bırakıp gideceğiz işte eninde sonunda, bırakana kadar da vücudumuz bizi bırakacak, kilo alarak şekil değiştirecek, ne anlamı var ki bu denli abartmanın, her gün değişik giysen ne olacak, boynuzların mı çıkacak, şekilciliğin bu kadar abartılması bence boşuna, bence o program da boşuna ama boşluktan izliyorum işte, sadece görüntüsüne göre yorumlanan insanlar, garip.
Ama her koşulda o uydurmaca evlilik programlarından iyidir, saçmalığın daniskası evlilik programlarında yaşanıyor, çok ayıp, milleti bile bile uyuttukları için, özellikle kanal d ye hiç yakıştırmıyorum, acunun tv 8 inde yeni başlamıştı, Songül Karlı ile evlilik programı, kaldırıldı, gereksiz iş, darısı diğerlerine, acun uyanık, baktı astarı yüzünden pahalı, caydı. En çok tv 8 izliyorum, aramızda kalsın, işte benim stilim, o kadar, başka yok, birde haber, kanal d, o bile çok zamanmış gibi geliyor bana.
Vallahi market alışverişini bile yeri geliyor alabileceğime, parama göre değil hazırlayabileceğime, yapıp ortaya koyabileceğime göre yapıyorum, alıp çürütecek değilim, yapabilecek gibiysem ne ala, yapamayacaksam marketin önünden bile geçmiyorum, para asla canımdan kıymetli değil, motorlu taşıt değilim, gün geliyor canım yemek yapmak istemeyebiliyor, gün geliyor yemek yapmaya vaktim kalmayabiliyor, gün geliyor peynirli makarna veya domatesli yumurta modunda oluyorum, gün geliyor çok daha fazlasını yapıyorum, bir iş mutfak değil ki, ne bileyim işte, gün dediğin gelip geçiyor, delmesin de geçsin, sorun yok.
Ispanak, taze fasulye en çok yaptığım ve en çok sevdiğim yemekler, taze fasulye şu an 17 lira, hayatta almam, bir aya kalmaz 5 liraya düşer, zorum ne, hem tadı da yoktur şimdi, riskliler gurubunda henüz, iyi olmayan fasulye asla yenmez, üç bağ ıspanağı ayıklayıp yıkamak, pişirmek benim için en az iki saat, tek tek saplarını ayıkladığım, yaklaşık on kere temiz suya bastırıp yıkadığım, kurutucuda kuruttuğum düşünülürse bu doğal bir sonuç, ama bitişi bir öğün, akşam bitti bile.
Yaz yaklaştı, mart başı, yakında bezelye, asma yaprağı çıkar, bu demek oluyor ki dondurucuyu boşaltma zamanı, taşınma telaşından dolaptakiler öylece kaldı, bezelyeler bitti de, bir iki pişirimlik barbunya ve koyduğum bütün yapraklar duruyor, barbunya pek rağbet  görmüyor, yaprak çok yer tutuyor, bu yıl bezelyeyi çok koyacağım için yaprağa çok yer kalmayacak sanırım, geçen seneden alıp poşetiyle öylece koyduğum yapraklar taze gibi durmuş, yıkanınca sarılacak hale geliyor, dün ıspanağı yıkadığım suyla evyeyi tıkayarak yıkadım, bakındım en büyük evye varmış yıkama kabı olarak, donmuş halde suyun içine koydum, hemen çözüldü, on kere değilse de en az beş kere yıkadım, yaprak asla dışarda yenecek bir şey değil, ama az da olsa yiyoruz, çok iyi yıkanması gerek, birbirine yapışık durdukları için, elimle tek tek açtım yıkarken, bu sene çok, çok, çok bezelye koyacağım, bezelye çıkınca işim çok olacak, kasa kasa, ayıklanınca azalıyor zaten, kışın en severek yedikleri yemek etli bezelye, etli barbunya onun kadar yenmiyor, yaprağı ilk çıktığında alın, daha ince ve lezzetli oluyor, ama ufak olmayacak kadar da bekleyin, ucuzlayacak diye beklemeyin yani, fasulye gibi çok pahalı çıkmaz zaten, ay çenem düştü, bence diye başlayınca sonunu bulamıyorum, ki yine bence diye başlamışım lafa, bir oturuşta bir dolu laf, yeter diyip kalkıyorum, işim gücüm var ayol, daha yapraklar sarılacak, yıkandı, beni bekliyorlar, hadi eyvallah, yarın yine bir ara uğrarım, bakalım sepetten yazacak bir şeyler çıkar mı, bende bu çene olduktan sonra çıkar, çıkar. Yemek sayfalarında bir dolu tarif var.
***”Bir sevmek bin defa ölmek demekmiş, bin defa ölüpte hiç ölmemekmiş”, üç hürel’den dinleyin, orjinal haliyle, “çalkala çalkala” yı mı yoksa onu mu dinlemek istediğinize siz karar verin, mutfakta şarkıyla iş yapmak daha randımanlı oluyor, gerçi açmak benim aklıma gelmez, o işlere bazen kızım bakıyor, ama şarkı söylerim, bir arabada birde mutfakta, arabada olunca oğlum hemen radyoyu açar, nedense;)) şarkılar aklıma gelmez, içimden gelir, genelde sanat müziği olur, bugün birde “ağlaya ağlaya kalmadı gözlerimde yaş” geçti içimden, nereden aklıma geldiyse, ne güzel diziydi öyle bir geçer zaman ki, kızımla andık, iki kardeşin aynı kıza olan aşkı, aşklar, zenginlik, fakirlik, siyaset, ne ararsan vardı, bir daha öyle bir dizi çekilemeyecek galiba, hiç dizi izlemiyorum, ondan beri, hepsi birbirinden kötü, saçmalıklar komedyası, çocuklarım da izlemiyor, gençler genel olarak zaten yabancı dizileri izliyorlar, bizimkilerde arap ülkeleri dizilerimizi alıyor diye seviniyorlar, kendi milletinin gençliği izlemiyor haberleri yok.
Önüzdeki yıllarda en trend iş göz doktorluğu olacak, kehanet değil, gerçek, oğlum telefonuna bir karış mesafeden bakıyor artık, söylesen anlamaz, anlatsan dinlemez, ama göz doktorlarına ihtiyacın artacağı kesin.
***O dövme yaptırmış olanların işte benim stilime alınmamaları gerek, gençlere kötü örnek teşkil ediyorlar, her aklı kaçığı adam diye bir yerlere oturtursanız sonumuz nereye varacak böyle, önce yeşimde vardı, hadi o genç, şimdi gelmiş 30’unun üstünde kadın, bir kolu boydan boya dövme, bana göre hiç yakışmıyor ve orada olması hiç yakışık almıyor, kadınlı erkekli hepimiz karayip korsanı mı olacağız?
O 2 bin lira harcadığını söylediğim Zeynep bana çok itici ve çirkin geliyordu, sadece bana değil öyleydi, yay biçiminde olan kaşlarının şeklini değiştirdi, kaldırttı ve inanılmaz güzel oldu, sadece kaş farkı ile, inanılmaz gerçekten, şu anda stilimin en güzel yüzlü kızı o. Hep en düşük puanlar alıyordu, şimdi en yüksek puanları alıyor, sadece kaş farkı ile, 7 numaralı çizim kalemi, yani kurşun kalem kaş kalemi olarak çok uygun, numara azaldıkça renk azalıyor, 5 numaralı çizim kalemi daha açık renk mesela.
***İran’da Babek Zencani için idam kararı çıkmış, devleti zarara uğratmaktan, iş ortağı Rıza Zarrab bizde baş üstünde taşınıyor, devleti zarara uğratmaya devam ediyor olmalı, birileri kazanıyor ya, devlat zarar etse bir şey olmaz, devlet malı deniz, ortalık domuz sürüsü.
***Üniversite sınavları öncesi her yıl konuşuluyor, yine haberlerde geçti, okul puanlarının sınav sonucuna haksız etkisi, özel okullarda, temel liselerde notlar bilerek yüksek tutuluyor ve yapay bir haksızlık havuzu oluşturuluyor, bu yıl oğlum tekrardan girecek sınava, bölüm değiştirmek için, tamı tamına doğru yapsa bile en fazla 4 bininci olabiliyor, çünkü okul puanı düşük, 4 bin kişilik bir fark üniversite sınavları için açık ara bir fark, çok iyi bölümlerin çoğu zaten 4 binden aşağısını almıyor, 4 binde bitiriyor alımları, bu haksızlık her yıl konuşuluyor ve her yıl konuşulduğuyla kalıyor, parayla iltimas geçiliyor, devlet eliyle, daha en başından 1-0 başlatıyorlar hayata, başarılılar başarısız, başarısızlar başarılı yapılıyor, işlerine geliyor çünkü kendi çocukları da o başarısız başarılıların içinde, bize sonucu ne, yerini hak etmeyen, o yeri dolduracak vasfa aslında sahip olmayan bir dolu insan, ve boşa harcanan üstün zekalar, başarılılar kötü bölümlerde, başarısızlarsa hiç hak etmedikleri halde iyi bölümlerde, bunun bir an önce durdurulması, değiştirilmesi lazım, çünkü her geçen gün insanda nitelik kaybımız çoğalıyor.
Birazda bunlardan bahsetsek nasıl olur, akp nin yanlış ve yanlı uygulamalarından, hep siyaset değil ya hayat, bu da siyasetin çok dışında değil zaten, bir akp filmi ve senaryosu, onca gencin hakkı yeniyor, okul puanı bu denli etkili ve etken olacaksa üniversite sınavı neden yapılıyor, üniversite sınavlarının geçerliliğini ve üztünlüğünü ve ayrıca dokunulmazlığını zedelediler, bilerek ve isteyerek, kimse çıkıp bir laf etmiyor, dokunulmazlıkları mı var, neden susuyor herkes, aynı şeylere takılı kalıp, hayat tek boyutlu değil, bir sürü katmanı var ve bence bu en önemlilerinden biri, hak yenmesi bir yana dursun her geçen gün ülkemin yeni yetişen üst kesiminin insanlarının kalitesi, zekası aşağı çekiliyor, yok mu buna karşı duracak, gündeme getirecek bir babayiğit, bir haber yapılmakla iş bitmiyor ki, çünkü yıllardır bir yere varılamıyor, oğlum 4 yıl önce sınava girdiğinde de bu sorunla karşı karşıya kaldı, şimdi de aynı, değişen bir şey yok, tek oğlum değil ki mesele, bana bunu yazdırtan oğlumun durumu değil, bütünümüz tehlike altındayız, ve bütünümüzün çocukları, benim için asıl mesele oğlum değil, hepimiz, yani bizler, bizlerin geleceği, gelecek nesli. Geleceğimizle, ülkemizin geleceği ile oynanıyor, bunu göremiyor musunuz? Bir aptallar ülkesine çevrilmeye çalışılıyoruz, bu akp den çok amerika nın oyunu bana kalırsa, para ile cezbederek elimizden aldığı zekiler yetmedi, elimizdekinin hepsini yok etmeye çalışıyor, korktukları tek şey zeka çünkü, akp li odunlarla keyifleri yerinde nasıl olsa, bizi yine bizimle vuruyor, bizi bizim silahımızla, çocuklarınızla, toplum olarak idiotlaştırılmaya çalışılıyoruz. Lütfen, bu defa ben rica ediyorum, bu vatan, bu vatanın evlatları sizleri de ilgilendiriyorsa elbette, bir el atın, ki geleceğimiz daha fazla çöpe gitmesin.
Nüfus planlamasının soyumuzu kurutmak için yapıldığını söylüyor ya, bu okul puanının üniversite sınavlarında bu denli etkili olmasının da cehaleti, aptallığı, az zekalıları körükleyip öne sürmek için yapıldığını da ben söylüyorum.
***Yeni komşucumla yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor, o bana kahvaltıya, ben ona kahvaltıya derken günler gelip geçiyor, arada da tatlı oğlunu mıncıklıyor, sevip oynuyorum, hani şu bir pisliğin “köpekten pis” dediği çıcuk, çok sevimli ve akıllı, cin gibi, maşallah, bugün komşumun canı sıkkındı, birilerine canı sıkılmış, buna eş, dost, hısım, akraba da dahil olmak üzere “herkesten her şeyi beklemeyi ve hiç kimseden hiçbir şey beklememeyi öğrendiğin gün gerçek anlamda özgür olunduğunu” söyledim, bir caps mi yaptım ne, o 35 yaşında, bende o yaştayken bilmiyordum bunu, en azından bu kadarını, öğrenir elbet, söylemekle, duymakla öğrenilmiyor, yaşanınca anca dank ediyor, ben o özgürlüğe çoktan ulaştım, dünya yansa bana dokunmaz, çünkü ben o dünyanın dışındayım artık, kendi dünyam hariç, 4 kişilik, çocuklarım ve ben, o kadarı yeterli, tam denge.
***Bekir Coşkun “Çok şeyimizi aldılar elimizden… Duygularımızı yitirdik… Arkadaşım imam ile anılarımız kaldı sadece…” demiş bugün, 30 yıllık bir arkadaşım var, öğrenci yurdunda aynı odayı paylaşmıştık, kapalıydı, hala kapalı, inanca saygılıyım, kaldı ki benim için önce insan gelir, hala görüşüyoruz ara ara, öğretmenlik yapıyor, bir kızı var, kızımla yaşıt, kızım bayılıyor kızına, çok seviyor, kapanmaktan, okulunda kapanan birilerinden konu açıldı ve “o da yakında kapanır” dedim, önce üzüldü, bir süre sonra o güzel kızıl saçlarının kapanacağına hayıflandı, saçlarının kapanmasına değil kızıl saçlarının kapanacak olmasına daha çok üzülmüştü, o an içimden “belkide bu ilişikiyi daha ileriye götürmemek, sonlandırmak gerek” diye düşündüm, 30 yıldır ilk kez, kılıçlar artık o kadar keskin ki, 30 yıl önce ve 30 yıl süresince benim ona gösterdiğim hoşgörüyü, veya birbirimize gösterdiğimiz hoşgörüyü o artık bana göstermek istemiyor olabilirdi, gelişen bu şartlar altında, nisa suresinin ışıkları hizasına geçirilecekmişiz ya, hazretleri öyle buyurmuşlar.
Bu imamın daha önce de yazıldığı gözümden kaçmış değil.
***Dün, cumartesi günü kızım bowling oynamaya gitmiş, akp körlere bowling turnuvası düzenlemiş orada, körlerle alay mı ediyorlar?
***Aynen nasıl işlerine gelirse öyle, vatanını ve vatan evladını seven yok demek ki, benden başka, iki oğlum da girdi sınava, biri hazırlanarak diğeri öylesine, öylesine girenle ben de gittim sınav okuluna, onu bırakıp devam ettim, işime baktım, çıkış saatinde döndüğümde bütün anne babalar ayakta bekliyorlardı çocuklarını, 2 saat 40 dakika boyunca, yol boyu sınav yapılan bütün okulların önleri ana baba günüydü, hemde cidden ana baba, çıkışta çocuklarıyla sevgiyle, takdirle birleşen gözler, geçmiş olsunlar, tabi bunlar daha çok ilk kez girenler için, yaşanan bütün bu debdebe, meşakkat o sınav için, sonuç ne, bütün bu çabaya, 12 yıllık zorlu hazırlanma dönemine rağmen birilerinin parmağını bile oynatmadan 4 bin kişi öne geçebilmesi, bu cidden büyük bir haksızlık. Ama totalde bakılınca aslında bu ülkeye yapılan bir haksızlık, geleceğimizin ehil olmayanlara, yerini hak etmeyenlere teslim edilmesi, neyse, benim söyleyeceğim bu kadar, anlayana, benim oğlum her koşulda paçayı yırtar, çünkü zaten başarılı, ama ne yaparsa yapsın 4 binin ötesine geçemez elbette, çünkü öyle bir şansı yok, benim anlatmak istediğim şey başka, ama anlayan yok, o zaman da öyleymiş demek ki üniversiteye giriş.
***Yine bomba, yine Ankara, kuduruk köpekler ortalığı kana bulamadan rahat edemiyorlar, yine yayın yasağı, bu yayın yasakları ne işe yarıyor, ne amaçla yapılıyor bir anlamadım gitti, bu bombalar niye patlıyor, ne istiyorlar yoldan geçen sıradan insanlardan, git bir hedef belirle, orayı hallet, git tayyibi patlat, yaptığına değsin, sıradan insanla işin ne, dershanesine giden gelen çocuktan ne istiyorsun, normal bir hafta sonu olsa, o gün üniversite sınavı olmamış olsa çok daha fazla olurdu sayı, dershaneye gidenlerden. Dün iki kez geçtim oradan, sınava gidiş ve dönüşte, sen, ben meselesi değil bu, kimin kıçında ne zaman patlayacağı hiç belli değil.
Güvende falan değiliz, hani facebookta güvendeyim ifadesi yer alıyor ya, bu köpekler kudurdukça kimse güvendeyim demesin, bugün ona yarın bana, rus ruleti oynuyorlar bizimle, dün bende iki kez oradan geçtim, her gün hepimiz geçiyoruz, sizce güvende miyiz, bunu yapıyorlar çünkü anaları orospu, kendileri orospu çocuğu, yapanlar her kimse.
***Soru, 10 ekime sevinenler kendilerini bu bombalardan sorumlu hissediyorlar mı, cevap, 10 ekim, adı sözde barış mitingi olan savaş çığırtkanlığı mitinginde hangi esnada patlamıştır bomba, “bu meydan kanlı meydan” naraları atılırken, sonrasındaki patlamalarda ölümler belli bir sınıfı, insanı kapsıyor mu, hayır, nasıl olur da ikisi aynı kefeye konur, karşılaştırılır, biri elma biri armut bunların, bu nasıl bir beyin kortexidir, oldukça karışmış, velev ki 10 ekimde ölenler için yeterince üzülünmemiş olsun, geçmiş gerekçelere dayanılarak, böyle bir empati kurulunamaz zaten, çünkü kimse katillerini destekleyenleri desteklemek durumunda değil, beyin korteksi karışıklar dışında, bu Ankara’da ardı ardına patlayan bombaları haklı mı çıkarır, “siz bize üzülmediniz bizde sizi böyle patlatırız” demek mi bu, amaç ne sence, o yoldan geçen ve hiçbir sorumluluğu olmayan insanların öldürülmesinin amacı ne, sen haklı mı görüyorsun bunu, ben her bomba patladığında çocuklarımı arıyorum birer birer, çünkü çocuklarım kendi başlarına gezebilecek çağdalar, ateş düştüğü yeri yakıyor, senin çocukların da kendi başına gezebilecek çağa geldiklerinde böyle sosyal medya kahramanlığı yapabilecek misin bakalım, yoksa ilk işin çocuklarını aramak mı olacak, sen o bombayı patlatana mı üzülüyorsun yoksa o bombada ölenlere mi? Ne sorumluluğu, git Allah aşkına, bir sorumlu varsa o ortada, hainlik, kalleşlik, orospu çocukluğu, başka bir sorumlu yok, ben görmüyorum, insan elbette insan, ölüm her canlı için ölüm, ama canına kast edenin ölümü mü kutsal senin için yoksa senin ölümün mü, bu kadarlık cevabı bulabilirsin sanırım.
Hayır, anlayamadığım “katilime üzülecek kadar insan mıyım” sorusunun insanlara dayatılacak kadar kafaların karıştırılmış olmasını aklım almıyor, bu nasıl bir puşt savaşı, önce öldürüyorlar, sonra kendileri ölünce “bize niye üzülmediniz” diye yine öldürüyorlar, bu savaştan öte aynı zamanda bir psikolojik savaş, akıllarımızla oynuyorlar, oynatmayacağız elbette, bu bir savaş ve bu savaşta ben o orospu çocuklarının karşısındaki tarafta yer alıyorum, öldükleri için oh’lanabilirim, sevinebilirim, çünkü onlar ben öldüğümde, beni öldürdüklerinde seviniyor ve oh’lanıyorlar, sevinmek ve oh’lanmak için beni öldürüyorlar, bu mesele bu kadar basit. Kaldı ki sen de bu soruyu sorarak aslında bir nevi oh olsun demiş olmuyor musun?
Asıl soru şu, sen bu karışık kafanla onlara destek vererek, yaptıklarını bir anlamda onaylayarak, kah hdp ye oy vererek, kah pkk-hdp nin yaptıklarına suskun kalarak, suskun kalmak bir yana onların tarafını tutarak, onlar lehine kalemşörlük yaparak bu bombaların patlamasından kendini sorumlu tutuyor musun, ellerindeki kanları görebiliyor musun, bu cevabı ara o soruyu sormak yerine, o bombalarda patlayanlar, organları parçalara ayrılan, organları dna eşleşmesi ile birleştirilen insanlardan biri veya birileri gerçek anlamda yakınların olsaydı bunları yine bu denli rahatlıkla yazabilir miydin? Bir yıkama yağlama gerekiyor kafana sanırım. Sen 30 yıl öncesinde kalmışsın gibi geliyor bana ama mesele bambaşka, uzaktan yakından alakası yok. Ha, bu sorunun bendeki en kısa ve net cevabı çok daha kısa ve farklıdır, bir imtiyaz tanıyarak uzun uzadıya anlattım, umarım anlayabilmişsindir.
Bu son paragraftaki sözlerimi o büyük, büyük, büyük, çok, çok büyük, burnunun büyüklüğünden etrafı göremeyen sayın ve hazretleri köşe yazarlarımız da üstlerine alınabilirler, hangi biri merasim sokaktaki patlamadan sonra “Allah belanı versin hdp-pkk” dedi, diyebildi, korkaklar sürüsü, ödlekler sürüsü, meeee mi möööö mü, hangisini seçmeli acaba haklarında? Bu ülke sizin aklınıza kalmışsa işimiz iş.
Ne şiş yansın ne kebap, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın, yarın bekliyorum ortaya karışıklarınızı, korkaklar, sizden daha fazlasının beklenmeyeceği ortada, siz o işi bırakın oturun evde ev temizleyin, süpürgemi size memnuniyetle ödünç veririm, ortalık temizlenir hiç değilse, ancak onu becerirsiniz.
Benim bile söyleyebildiğim kadarını söyleyebilecek yüreğiniz yoksa çekin gidin, boşa yer işgal edip insanların umutlarını söndürmeyin hiç değilse, vazifeniz milletin gazını almak mı, millete ayar çekmek mi, hepsi ağız birliği etmiş gibi tek laf etmiyorlar hdp ye, maaşlarınızı kimden alıyorsunuz, asıl, gerçek patronunuz kim, apo, obama, tayyip, hangisi, defolun gidin, evde kendi bitlerinizi ayıklayın, size o yakışır.
***Görünen o ki, bundan böyle çocuklarımın eve dönebildikleri her gün için Allaha şükretmem gerekecek, o çocuk yaştaki onca ölümün ardından, Allah hepsinin belasını versin, pkk’lısının, hdp’lisinin, akp’lisinin, sebep olan her kimlerse hepsinin. Hafta sonu duraklarda kim bekler, dershane çocuklarından başka, bakanlar mı durakta bekleyecek, derdiniz neydi çocuklarla, orospu çocukları.
Her patlamadan sonra aynı sözler, aynı yüzler, Kılıçdaroğlu, “üstümüze düşen ne varsa yapmaya hazırız” hep aynı söz, ama nedense her seferinde üstlerine düşen bir şey olmuyor işte, hdp kınıyor, kimi kınıyorsa, bir numaralı timsah, suçlular aranıyor, zanlılar aranıyor, bulunan ne, sıfır, merasim sokak netleştirildi mi, yooo, ortada kaldı, Amerika bile alay etti, inanmıyorum dedi, 10 ekim netleşti mi, hayır, bu da aynı olacak, onu yakaladık, bunu aradık, şu kadar gözaltı, sonuç ne, sıfır, hepsi hikaye, ölenler öldüğü ile kalacak yine, lanet olsun.
***Her zaman gittiğim markete gittim, yüzler tanıdık ama ifadeler, bakışlar değişmiş, donuklaşmış, belli ki kaygılılar, endişeliler, olanlardan çok olabileceklerden, herkesi derinden sarstı bu iş, ve nerelere varacağı da hiç belli değil, Allah sonumuzu hayretsin, idam geri gelecek, başka yolu yordamı yok, onlar öldürecek biz seyir mi edeceğiz, kudurmuş köpeklere keklik niyetine av mı olacağız?
Madem ki siviller ölüyor, öldürülebiliyor bu karşılıklı olur, bomba nasıl patlatılırmış çok kolaylıkla öğretilebilir. Ah akp ah, hep onun başının altından çıktı bu işler, besle kargayı büyüsün, hep Amerika sardı bu köpekleri başımıza, açılım sürecini, çözüm sürecini dayattı akp ye, o arada itler palazlandılar, köpekten insan mı olur, olmaz, köpek gibi üredikleri için insan kaynağı sorunları da yok, 22 yaşındaymış canlı bomba, canı çıkasıca cani.
***Bugün çarşamba, bomba pazar günü patlamıştı, Bekir Coşkun “başkanlığınız batsın” demiş, bombacı belli, pkk lı olduğu belli, yaşı belli, adı belli, sülalesi bile belli, ama o başkanlıktan dem vuruyor, anlayamıyor herhalde meseleyi, kafa basmıyor belli ki, miyadını doldurmuş, anlaşılan maaşını apo dan alıyor, tayyip ten almadığı belli, Yilmaz Özdil “durmak yok gömmeye devam” demiş, muhalif ama sadece akp ye muhalif, pkk ya tek laf yok, belli ki o da maaşını apo dan alıyor, Emin Çölaşan iyi, kötü dememiş ama pkk dan bahsetmiş, Necati Doğru “PKK’yı yalnız sanma. Arkasındakine bak.” diyerek akp’yi işaret etmiş, yanlış politikalar sonucunda pkk yı beslediğini söylemiş, Soner Yalçın “Biliyorum, herkes kaygılı… Görüyorum, herkes ümitsiz… Ortada büyük bir katliam var ve haklı olarak herkes sorumluyu arıyor. Sorumlular belli: Katliam yapan PKK. Katliamı önleyemeyen AKP. Fakat. Bu tespiti yapmak halk olarak hepimizin sorumluluğumuzu hafifletmez. Evet, biz de sorumluyuz. Demek yeteri kadar yazmamışız… Demek yeteri kadar konuşmamışız… Demek yeteri kadar mücadele etmemişiz……” “Terörle mücadele akılsız yapılamaz… Terörle mücadele halksız yapılamaz… Türk ve Kürt olarak hepimiz teröre karşı büyük bir seferberlik hareketine başlamalıyız. Başka Türkiye yok… Ne Türk ne Kürt artık ölecek tek bir insanımız yok…” demiş, söylenmesi gereken bu işte, başka söze gerek yok.
***Bu bir özgürlükçü hareket’miş gibi yutturulmaya çalışılıyor ya, yalan, külliyen yalan, bir takım ahmakları tuzaklarına düşürüyorlar sadece, bu ülke tayyibin babasının malı, babasının çiftliği değil ya, nasıl geldiyse elbet gidecek bir gün, yerine koyduklarınıza bakın, daha gelmeden çocuklarımızı öldürüyorlar, kişi ayrımı gözetmeden, onlar gelse daha mı güvende olacağız, aklınızı başınıza alın, başınızda akıl varsa.
Bu iş danışıklı dövüş, Amerika akp ve hdp-pkk yı kafa kafaya vurduruyor ki bizi batırıp arada kendi nasiplensin, pkk nın bu denli güçlenmesine destek veren, arka çıkan kim, Amerika ve akp, ikisi bir olup dayamadılar mı bize önce açılım sonra çözüm sürecini, ordunun elini kolunu bağlayan kimdi, akp, Gezi’de bir park için ortalık savaş alanına çevrildi de, Diyarbakır’da pkk lılara nevruz için sahneler, ses sistemleri kurdurulmadı mı, biz de seyretmedik mi hepsini, kim yaptı bunları, akp, ikisi ortak, ikisi danışıklı dövüş içinde, biri iyi polis diğeri kötü polisi oynuyor bizi kandırmak için, her yaptıkları dalavere, mecliste akp bir şey geçirmek isteyince ilk yardımına koşan hep hdp oldu, bu da mı yanlış, niye bir akp liye, bir hdp liye bir şey olmuyor da olan sıradan insana oluyor, onlar çelik yelekle mi geziyorlar, pkk da tonlarca bomba var da bir tane dürbünlü silah mı yok, açın gözünüzü, açın gözünüzü, bu kirli bir oyun, oyuna gelmeyin.
Ölenlerden Destina Peri’nin akrabası genç diyor ya, “türk ve kürt halklarının faşistliği yerin dibine batsın, hiçbiri bir genç kız hayatı etmez” diye, aynen öyle, faşizminiz yerin dibine batsın.
***Ülkeyi tayyibe kaptırmayalım derken ülke göz göre göre elimizden gidecek, yapmayın, etmeyin kardeşler, ülkeyi tayyibin elinden almanın tek yolu pkk ya teslim etmek değil, demokratik yollardan ve seçimlerden geçmek, kürt devrimi bizim devrimimiz değil, hiçbir zaman da olmayacak, bu sadece bizim için düşünülmüş bir tuzak, ne yapmaya çalışıyorsunuz, hep birlikte ege denizine gömülmemizi mi istiyorsunuz, aynen Suriyeliler gibi, kendinize gelin, sonunda kan gölüne dönmesin bu iş, herkes yerini, tarafını netleştirsin ki son pişmanlıkları yaşamayalım, ülkemi ne tayyibe ne de pkk ya kaptırmak gibi bir niyetim var, ya sizin? İkisine de karşı durabilecek, dikleşebilecek gücüm var çünkü, ya sizin, pes etmeyin, bir yürüsek arkamızdan gelecek çok sayıda insan var, ne tayyibin müritlerine ne de pkk nın itlerine, seri katiller ordusuna benzemeyen yüz binlerce nitelikli insan, kalpleri, gönülleri bizimle olan, eğer ki bu treni kaçırırsak zaten gelecek nesillerden hiçbir şey beklemeyin, bizdeki, bizim çağımızdaki o cumhuriyet ülküsünü, ateşini onlardan hiç beklemeyin, bu ülkenin bitmesine fırsat vermeyin.
Akillerden farkınızı koyun ortaya, bizler güdülecek koyunlar değiliz, akiller bunu bize dayatırken karşı durmuyor muyduk, şimdi ne oldu bize, akiller akıllarımızı başımızdan mı aldı? Akil mi oldunuz başıma, Hüseyin Yayman, Mithat Sancar, Murat Belge ve diğer akiller gibi satılık mısınız, üç kuruşa, üç kuruşa vatan satan mısınız, derdiniz ne, kafayı mı yediniz.
Şu bir iki yıllık süreçte değişen ne oldu, akilleri yuhlarken siz nasıl akil konumuna düştünüz? Korku mu, boyun eğme mi, korkunun ecele faydası yok, hiç olmamış. Yoksa timsah, bukalemun karışımı selahattin demirtaşın yalanlarına mı inandınız, işine geldimi pkk lı, gelmedimi hdp li, bugünlerde hdp li mesela, çünkü dokunulmazlıkların kalkması mevzubahis, pkk ile uğraşmıyor, hdp ile uğraşıyormuşuz, öyle diyor, hdp ile pkk çok farklı ya, bombaları sözde kınıyor, vahşettir, dehşettir diyor ama diğer 3 parti ile birleşip kınamıyor, kendi öyle derken kendi milletvekilleri katliamı gerçekleştiren canlı bombaları kahraman ilan ediyorlar, bir dediği diğerini tutmayan bu bukalemuna mı inanıyorsunuz, inanıyorsanız çok safsınız demektir bu, bu söylediklerimde hata, yanlış payı var mı, yok, varsa söyleyin, öyleyse mesele ne, bu tuzağa düşmenizin sebebi ne?
7 haziran seçimlerinde önce zafer sarhoşluğuyla ödünç oylara teşekkür edip kandilin kulağını çekmesiyle “bizim bir tabanımız var” diyen o değil miydi, buna bukalemun denmez de ne denir, bir dahaki sefere sizi sattığında hangi yüzle bakacaksınız yüzümüze, veya biz sizin yüzünüze bakacak mıyız adam diye.
***Bugün cuma, beşinci gün, patlamanın beşinci günü, hala bir diğer patlama daha gerçekleşmedi, her an bekliyoruz, milletçe, caddeler, avm’ler, köprüler boşaltılıyor, caddeler, avm’ler, köprüler zaten boş, gerekmedikçe kimse oralara gitmiyor, dün oğlum cepa’ya uğramış, bomboşmuş, karşıdan konuşulanlar tek tek duyuluyormuş, insan sesi uğultusu falan yok yani, seslensen yankı bile yapar belki, nereye kadar böyle gidecekse, esnafın işini bitirecekler bir kez daha, bakkallar bitti şimdi sıra avm’lerde, insanlar alışveriş te mi yapamayacak, birilerinin bir yerlerine batıyor demek ki rahatlık, bir yerden sonra avm gezmek bile sıkıcı geliyor olmalı, her gün baklava yiyen baklavadan bıkarmış, o misal, ekmeğimizin üç kuruşluk tadı var, onu da elimizden almadan rahat edemeyecekler gafiller, ege denizinde cansız bedenle sörf yapmayı diliyor olmalılar, avm gezmek yerine, bizim yıllarca Yunanlılara dediğimiz gibi onlar da bize diyecekler, “Türkleri denize döktük” diye, Bekir Coşkun beş gündür her gün birilerine maniler söylüyor, ağıtlar yakıyor, besteler yapıyor ama kaleminden bir kez olsun pkk adı çıkmıyor, helal olsun apo’ya, büyük adammış, paraya boğuyor olmalı.
***12 eylül sonrası cezaevinde yatan ve anılarını yazan Rahmi Dede’nin tutkun adlı kitabından bir işkence sahnesini alıntılamıştım, geçen aydı sanırım, diğer kitabını okuyorum, balımıza tuz attılar, cezaevi hayatını anlatıyor ağırlıklı olarak, bir gün bir faşistle birbirlerine kelepçelenirler, elleri birbirine kelepçeli halde beden bedene kavga ederler, kavgadan sonra kitabın baş kişisi Aydın öğretmen kendine çıkışan teğmene şöyle der, “sizin yaptığınız işin sonucunun böyle olacağı zaten belliydi, darbe yapmak için toplumu ayrıştırdınız, birbirine karşı kurdunuz, sonra süngünün gücüyle “akan kanı ancak biz durdururuz” diyerek yönetime el koydunuz, bu güzel yurdun insanlarını tutukevlerine koydunuz”.
Tarih tekerrürden ibaret, tarih ibret alınmak için var, 36 yıl olmuş 12 eylülden beri, şimdi yeni bir tuzak, yeni bir düzenekle karşı karşıyayız, ama bu seferki oyun çok daha büyük, toptan gümletilmemizi hedefliyor, sol’un kafası karıştırılarak, kimi tayyipten kurtulma sevdasına, kimi devrim hayalleri sevdasına kaptırılarak saf dışı bırakılıyorlar, daha doğrusu akılları saf dışı bırakılıyor, yine istedikleri gibi at oynatacaklar, uyanık olup gözümüzü açmazsak eğer, asker, ordu zaten yok, vur patlasın, çal oynasın, köpeklere şenlik var, her zamanki gibi, sonumuz Suriyelilerin hali olacak, bütün korkum bu.
***Ben o yorumu Rahmi Dede’nin o zaman değilde kitabını yazarken yaptığı kanısındayım, o zaman hangimiz bu gerçeğin farkına, ayırdına varabilirdik ki, çok, çok sonra anladık aslında nasıl büyük bir oyuna getirildiğimizi, tıpkı Rahmi Dede gibi, kurban edildik, şimdi de nasıl bir tuzağa, tuzaklara düşürüldüğümüzü, düşürülmeye çalışıldığımızı anlayamamamız çok normal, ama hiç değilse geçmişten bir şeyler, dersler çıkarmalıyız, bunun için onca yıl okumadık mı, bu devlet en ücra yerlere bile okul götürmedi mi, bu kadarını bile göremeyeceksek niye gittik geldik o okulllara?
Bu tuzakların neden hazırlandığına, neden olduğuna, olabileceğine gelince geçen gün bir şey görüp paylaştım facebokta, ne olduğunu aynen yazayım, “pr. dr. Engin Arık “ben ve ekibim Türkiye’de çok muazzam bir toryum rezervi keşfettik, bu maden Türkiye’nin iç ve dış borçlarını 350 kere ödeyebilir” dedikten kısa bir süre sonra 30 kasım 2007’de Isparta’da düşen uçakta tüm ekibiyle birlikte öldü ya da öldürüldü, rahmetle anıyoruz” diye bir yazı, alın size koca bir sebep, maden, para, ve dolar dolar işaretleri, araştırılsa, üstüne kafa yorulsa daha başka bir dolu sebep vardır mutlaka, ama bu bile yeterli bir sebep bizi helak etmek, yok etmek için, dünya ulusları için bu çocuk oyuncağı, bizi yok etmek yani, adım adım hamlelerini ben görüyorum en azından, bize mi bırakacaklar, biz aşağılık müslümanlara onca parayı, o parayı almak onların elbette hakkı, onların penceresinden bakıldığında bu böyle, böyle düşündüklerine adım gibi eminim, her hakkı kendilerinde görüyorlar çünkü, üstünler ya bizden, şu son davutoğlunun avrupayla anlaşması mesela, bizim mülteci olarak almayı kabul ettiğimiz her Suriyeli için Avrupa bizden bir Suriyeli mülteci alacak, bunun karşılığı olarak bize para ve avrupaya vize verecekmiş, bir Suriyeliye karşı bir Suriyeli ise yapılan pazarlık niye Avrupa direkt kendisi almıyor da üstüne bize para ödüyor, aptal mı avrupa, çünkü seçili karpuzları alacak bizden, eğitimli Suriyelileri, işine yarayacak olanları, eğitimsiz olanlar da bize kalacak, pazarlık bunun üzerine kurulu, nitelikli, işe yarar insan pazarlığı, Avrupa’nın bize layık gördüğü konum bu, artıkçılık, biz artıkçıyız Avrupanın gözünde ve bu hiçbir zaman değişmeyecek, biz artıkçı değiliz demediğimiz sürece, çünkü davutoğlu o artıkçılığı seve seve, sevine sevine kabul ediyor. Tabi bu görünen, bizim bildiğimiz anlaşma, daha başka şeyler olup olmadığını da bilemeyiz.
Üf, sıkıldım, bir haftadır aynı şeyler etrafında dönüp duruyorum, çok yordum kafamı bu işlere, daha yazmayacağım, yani bunu, kendimi durdurabilirsem tabi, anlayan anlamıştır, anlamak istiyorsa, diye umuyorum, neyse günlük hayata geçiş yapayım biraz, bugün müydü, dündü herhalde, yine telefon dolandırıcıları aradı, karakoldan arıyormuş, adımı sordu, adımı bilmiyorsan beni niye arıyorsun dedim, ardından direkt Urfa Diyarbakır hattı mı diye sordum, sinyali anında çaktı, ısrar etmedi, önceden aradıklarında hala kandırmaya çalışıyorlardı, demek ki uyananlar çoğalmış, bastı küfürü, bende bastım ona küfürü, karşılıklı küfürleştik, kapattım, bu ülkede çıkan hırtlıkların hep sorumlusu Urfa, Diyarbakır hattı zaten, o hatta bir bokluk var, kanları bozuk, hep ev telefonunu arıyorlar, aklınızda olsun. beni bu üçüncü arayışları, üç ayda, uzmanı oldum. İşte benim stilimi izleyeceğim, kafayı dağıtmalı, by.
***Tam dün yetti dedim, bugün yine patlamış, istiklal caddesinde, şimdilik 5 kişi, beşinci adamdan sayımaz, çünkü canlı bomba, gebersin köpek, istiklal caddesi için az bir sayı, inşallah o kadardır gerçekten, ben hiç inanmıyorum söylenen bu sayılara zaten, ne kızılaya ne de merasim sokağa, yapanların, yaptıranların Allah müstehaklarını versin inşallah.
Kılıçdaroğlu ve Bahçeli gibi iki beceriksizi iş başında tutmaya devam ederek bütün umutlarımızı aldılar elimizden, ne solda ümit var ne de sağda, iki ucu boklu değeneğe kaldık, akp ve hdp, seç birini diye dayatıyorlar bize şimdi, onu seçersen öbüründen, öbürünü seçersen ondan kurtulacaksın, hangisinden kurtulmanın öncelikli olduğunu sen seç, seçeneksiz, alternatifsiz olduğumuzu biliyorlar nasıl olsa, ikisi de boklu, nasıl seçeceğiz birini, bir kesime göre biri kötünün iyisi, diğer kesime göre diğeri, ama aslında ikisi de iyi değil, ikisi de tuzağın birer tarafı, onu da seçsen tuzağa düşeceksin, bunu da, şimdi bu oyunun içindeyiz işte, e şıkkı, hiçbiri, en isabetli seçim o, hiçbirinden ne köy olur ne kasaba, o meclisi toptan boşaltıp yerine yeni birilerini koymak lazım, işe yaramazlar ordusu.
***Bugün pazar, bombalar patlayacak diyorlar, cepa, kentparkta, her yerde, Allahım fırsat vermesin, bauhaustan alacaklarım var, ne zaman gidilebilecekse, bugün gidemeyeceğim ortada, dün gideyim dedim oğlum izin vermedi, bugün hiç göndermez, oralarda çalışanların canı yok mu, oturup bombayı bekleyecekler, gelen giden de yok, ne boktan iş, Numan Kurtulmuş akşam haberlerde “ülkemiz güzel bir sınav veriyor” diyordu, halimizi beğenmiş, beğenilmeyecek gibi değil, ama kendi halleri daha güzel, bu meclise girenler çok itinayla seçiliyorlar olmalı, bu durumun nesi güzel, zor de, başka bir şey de, kastettiği ile ağzından çıkan bambaşka, Türkçe konuşmasını bile bilmiyorlar.
kpss den 90 üzeri alamayan meclise alınmasın, belki bir işe yarar, hiç değilse Türkçe’den. Yemini bile okutamıyorlar doğru dürüst, bende neler diyorum, hayal.
Madem ki sivillere indirgendi bu iş, madem ki siviller de öldürülebiliyor, üstelik rasgele, yarın nevruz, Diyarbakır’da kutlanacak, kendileri korkmayacak mı o alana gitmeye, kendileri patır patır öldürürken bir şey olmadığına göre, ki onlar sivil bile değil, sayılmaz, ölüm hep bize mi usta.
Akşam oldu, bir patlama haberi yok, hapsolduk evlere hepimiz, çıkış yasak. Ankara, İstanbul, hayat durdu. Biz sokağa çıkamıyoruz, güvende olmadığımız için, ama onlar nevruz kutlamak için sokağa çıkmak bir yana toplanabiliyorlar, adaletin, kolluk kuvetlerinin kimleri koruduğu, korunanların kim olduğu ortada, bizler onlar için tehdit oluşturmuyoruz ama onlar bizler için tehdit oluşturuyor, ne adalet. Bu devlet kimi korumakla mükellef, katilleri mi, insanları mı?
Dünyada iki cins insan var, biri köpek yanı çok gelişmiş köpek insanlar, birde insan insanlar, bunlar köpek insan cinsi, devamlı hırlayan, saldıran, zarar veren. Çocuklukta çok haşır neşir etmemek gerek kedi, köpekle, sonra bir ömür boyu kedi, köpek gibi hırlıyorlar.
Hani derler ya, köpek sahibine benzer diye, bu doğru bir söz, ama tam aksi olarak, çünkü zaman içinde köpek sahibine değil sahibi köpeğe benzemeye başlıyor, körle yatan şaşı kalkar misali, köpekleşmek diye bir terim bile var mesela, köpeğe benzemek manasında, köpek tabiatını almak.
***Diyarbakır’da hdp-pkklılar kutlamışlar nevruzlarını, ferah, refah içerisinde, 5 bin polis güvenliği sağlamış, bitimine doğru polisi taşlamışlar, köpek bunlar işte, başka ne denir bunu yapana. Bizler günlerdir evlerden çıkamadık, çarşı pazar gezemedik, göt korkusuna, onlar meydanlarda zılgıt atıyorlar, oh ne ala memleket. Geçen senenin beşte biriymiş kalabalık, geçen sene bir milyonmuş, demek ki onlar da korkabiliyorlar. 
Özer Ozankaya facebookta şu yazıyı paylamış, ‘Bütün Türk dünyasının ve Orta Doğu coğrafyasının 5000 yıllık ortak değeri olan Nevruz Bayramını, sanki Kürt Bayramı imiş gibi propaganda etmek bile, PKK ve destekçilerinin “YALANI ZORBALIKLA DAYATARAK” ulusumuzu ve yurdumuzu parçalayıp yıkmak hainliğinin kanıtıdır. Nevruz, 80 milyon Türkiye halkının birlik ve dayanışma kültürünün bir öğesi olarak değerlendirilmelidir. AKP YÖNETİCİLERİ de PKK gibi bunu yapacak kafada değil. BU iki ATATÜRK CUMHURİYETİ DÜŞMANIna ulus, yurt ve devletimizin varlığı ve geleceği emanet edilemez. CHP YÖNETİMİ BU ÜZÜNTÜ VERİCİ GERÇEĞİ KAMUOYUNA MAL EDEREK SÖZ KONUSU İKİ KÖTÜCÜL ATATÜRK CUMHURİYETİ DÜŞMANINI ETKİSİZ KILMALIDIR.’
Günlerdir yazdıklarımın özeti gibi, aklın yolu bir. O chp için benden daha umutlu diye düşünmüştüm yazıyı okuyunca, yapılan bir yoruma cevap olarak ‘ CHP yönetiminin de “Atatürk Türkiyesi karşıtları”ndan arınması için yine elbirliği ve kararlılıkla sürekli mücadele edilmelidir.’ demek ki o ve başkaları da aynı kaygıyı paylaşıyorlar. Özer Ozankaya’nın düşünceleri, fikirleri benim için beş bin köşe yazarının değerinde, inancımız bir, yolumuz bir. 33 senedir, tanır, bilirim, o zaman ne söylüyorsa, söylediyse hala aynı şeyleri söylüyor, bir o yana, bir bu yana dönmüyor, başkaları gibi.
İçinde bulunduğumuz bu yanlış içinde yanlışları benimsememek, karşı çıkmak, mesele bu. Mesela yıllardır yırtınıyorum burada, hitit ayaş diye, niye bir kişi bile gündeme getirmiyor, taşımıyor, haberdar olduklarından adım gibi eminim, Ankara’nın göbeğinde en az 5 yıldır insanlar hitit ayaş tarafından taciz ediliyor, aşağılanıyor, ve göz göre dolandırılıyorlar, herkes seyrediyor, bunun bir nedeni olmalı, yüzlerce yorum var hitit ayaş sayfalarında, hiç mi kimsenin dikkatini çekmiyor, bunda bir iş var, demek ki sağcısı, solcu görünen sağcısı hitit ayaşı koruyor ve tek laf etmiyor, üniversite sınavlarına okul puanının etkisi, niye dile getirilmiyor, bu onları oldukları gibi kabullenmiş olmak mı, kabullendilerse eğer orada ne bekliyorlar, işleri bizi mi oyalamak, artık inancım kalmadı dürüst olduklarına, reşit sen söyle sen işit, her gün aynı şeyleri söyleyip durmak, papağan gibi.
Bir gündem belirleme kabiliyetleri bile yok, gündemi o, onlar belirliyor, bunlarda üzerine konuşuyorlar, nerede kaldı sizin farkınız, aklınız, ayrıcalığınız, kurban nasıl olsa biz, bizler, bizler ve bizlerin çocukları, çok mu umurları, bu iş buraya kadar varıyor, havanda su dövüyorlar, başka bir iş yaptıkları yok.
***Bauhausa gideceğim demiştim, dün akşam gittim, haftada bir uğruyorum desem yeridir, ustalardan kim kaldı, bir ben, cepa da bauhaus ta boştu, bayağı boştu, çalışanları bile izne göndermişler bana kalırsa, yaz geliyor, balkonlar sık sık yıkanacak, kovayla taşımaktansa hortum almıştım, baktım ortalık yere dağılıverdi, kalabalık ediyor, onu asmak için aparat aldım, tuvalete asmak için, banyoya köşe rafları aldım, onlar takılacak, oğlum geliyor akşam yediden sonra, okul çıkışı kursa gidiyor, diğer oğlum o işlere bakmaz, evlenince benim gibi karısı yapacak, Allahtan yakışıklı yoksa üç güne kapıya koyar karısı, hem beceriksiz hem de dağınıktır, hemde nasıl, kim bekler hafta sonunu, ortalık toparlanmalı, eski bir usta olarak, kötü kişi adamı usta da yaparmış, çalıştırdım matkabı, hepsini taktım, iki banyoya köşe rafı ve hortum aparatı, bugünkü mesaim bu.
Birde balkon demirine tutturulan çamaşır asacağı almıştım, vidalı, onu da yine balkon demirine ama içeri doğru yerleştirdim, üstten bir pislik gelmesi, yağmurdan ıslanması tehlikesi kalmadı, biraz balkonu daralttı, olsun, hem işi bitince aşağı döndürüyorum, yok gibi oluyor, balkon demiri yuvarlak, dönebiliyor, dış tarafa da dönüyor, çok işlevli, ama dışarda rüzgar havalandırıyor, iç kısım daha iyi, çamaşır kurutma işi her şeyden önemli, dert oluyor başıma, bir oğlum su kuşu, her gün banyo yapıyor, her gün çamaşır makinesi kesin çalışıyor, en büyük derdim de onları kurutmak, yıkamaktan daha büyük dert. O çamaşırlıklar da iyi ama böylesi daha pratik oldu, indir, kaldır yok, as gitsin. İki kapı arkası askısıyla da merdiveni balkon demirlerine sabitledim, böylece ayak altından kalktı, kanca gibi kullandım askıları, bende çare bitmez.
Buraya taşındık beri elimden ustalık işleri düşmüyor, kaç kutu silikon kullandım, usta oldum, parkelere, parke açıklıklarına, yerine göre hava, yerine göre su sızan yerlere, ustayım  usta! Her iş elimden gelir yani, on parmağımda on beş marifet;)))
Elbise dolaplarının kapı içlerine ikili askılar taktım, çantaları, hırkaları asıyorum, pantolonlar normal askıda, gömlekler, etekler, elbiseler kemer askısında, gömleklerin askı biriti olması lazım tabi, dolabın çekmeceli tarafı kızımda kalınca benim çorap çamaşırlar birbirine girdi, evdeki sebzeliğin sepet raflarını yerleştirdim, metal, yine bauhaustan aldığım, iki kat olarak yerleştirdim, üst kat daha ince, ikili dört raf-çekmecem oldu, o raflardan yine alacağım, sebzelik için, sebzeliğin 4 rafı eksik kaldı, zaten 5 raflı.
Bir komşu daha edindim, davlumbazdan gelen yemek kokularından şikayetçi, davlumbazın borusunu sıkı sıkı sardırmış, bir türlü olmamış, öyle diyor, koku borudan sızmıyor, direkt davlumbazdan geliyor, filtrelerinden, davlumbazla boruyu ayırıp deliği tıkayacak, öyle dedi, bence de en doğrusu o, evinin içinde onun bunun yemek kokusunu çekmektense, ben en başından uyanıklık ettim davlumbaz almamakla.
Çekmecede kaşıklık yoktu, her çekişte zelzele oluyor çekmecede, birbirlerine giriyorlar, almak için baktım, aralıkları neredeyse kendi genişliği kadar, almadım, kaydırmaz serdim, şimdi zelzeleden etkilenmiyor, sabit duruyorlar.
***Üniversite sınav sonuçları açıklanmış, oğlum 34 bine girmiş.
Çok kolay yapılıyor, hazırlanıyor sorular, son beş, altı yıldır bu böyle, öncesinde öyle değildi, zor sorularla gerçek anlamda eleniyordu çocuklar, bütün sorular kolay olunca üstlerde yığılma çok oluyor, kim gerçekten başarılı, başarısız anlaşılamıyor, bu sistemde başarılı olabilmek için hem zeki hem inek hemde ezberci olmak gerekiyor, zeki olmak tek başına yetmiyor, sorular kolay olduğu için geneli yapabiliyor, belirleyici olan olarak sosyal soruları kalıyor, iki sosyal sorusu eşittir bir matematik sorusu çünkü, üst klasmanda da tek sorular bile beş, on bin kişi attırabildiği için gerçekle hayal birbirine karışıyor, yani zeki, inek artı ezberciler çıtayı sıyırıyor, hatta zeki olandan çok ezberciler kazanıyor diyebilirim, 10, 20 sosyal sorusunu yapamayan bir mf öğrencisi kendinden beş tane eksik matematik sorusu yapan bir öğrenciden başarısız sayılıyor, bir mf öğrencisi için söylüyorum bunları, oğlum mf öğrencisi çünkü, hiç sağlıklı sonuçlara varılamıyor, ün. sınavları asla bir ölçüt ve belirleyici değil artık, bir matematik öğrencisinin neyine felsefe sorusu, bilse ne olacak bilmese ne olacak, sunsalar iki seçenek, ya türkçe ya sosyal diye, ama öyle değil, ikinci sınav öyle ama birincisi zaten sonuca yüzde kırk etkili, birde üstüne okul puanları ekleniyor, başlar ayak ayaklar baş oluyor, sonrasında da aslında baş olmayan ayaklar başımıza baş oluyor, onun için bu ülkenin beli bir türlü doğrulmuyor, mesele de bu zaten, bunu yazmaktan kastım o, bir türlü tek yöne tam olarak kanalize olmayı öğrenemedik, komple bir insan olma düsturu uğruna çocuklarımızı, geleceğimizi çar çur ediyoruz, marematiği biliyorsa bırakta matematiği bilsin doya doya, matematiği bilmek her yiğidin harcı değil sonuçta, ne istiyorsun felsefe ile kafasını karıştırarak? Felsefeyi de diğer geri kalanlar bilsin, topyekun, çok mu elzem? Ortalıkta felsefe yapandan çok ne var, açar bir site, yazar, yazar, durur, bırakın da matematik yapanlar istedikleri yerlere yerleşsin.
***Diğer oğlum okul çıkışı dil kursuna gidiyor, kızımı o getiriyordu normalde, artık getiremeyecek, getiremiyor, kızımın okulu yürüme mesafesi yarım saat, soğuk, yağışlı olmadığı sürece yürüyebilir, otobüs oradan iki saatte bir geçiyor, binemez, tek başına taksiye bindirmem, etraf iki ayaklı köpek dolu, servis şoförleri artık malumumuz, çok gerekirse ben taksiye binip alıp getiriyorum, ama zaten her gün taksiye para verecek kadar param da yok, haftalık 300 lira olan market paramın üçte birini taksiye veremem, git-geri dön, bir seferde 15-20 lira.
Biri 120 bine araba almış kendine ama bende öyle bir para yok, özgürlüğünün şerefine olmalı, demezsem çatlarım, ne isimle adlandırdığımı zaten biliyorsunuz, bir daha yazmama gerek yok, görüşümde değişen bir şey yok yani, 10 yıldır zırnık para yoktu etrafta, lafta, 3 ayda paralar saçılıverdi ortalığa, yoktu da birdenbire hasıl oldu, ama ben 4 aydır küçük tüpte yemek pişirmeye devam ediyorum, çünkü fırın ve ocağa verilecek 2500 lira yok, yok işte, nasıl versin, bitmiş gitmiş, nasıl bir insan arkadaşına “çocuklarıma araba benim de” der, araba alıyorum diye arattırır, sonra ruhsatından arabanın babalarının olduğu anlaşılır, ama yalanını birlikte hala devam ettirirler, kasko çok tutacağı içinmiş, arabayı satar parayı harcarmış, onun içinmiş, yalan üstüne yalan, 120 binlik arabayı kim kimin üstüne yapar, ölse ben arabayı senindi diyerek geri mi vereceğim sahibine, çok bekler, yalan işte, bildiğin yalan, kullanmadığı zamanlarda arkadaşına bırakır, göstermelik olarak, çocuklarına, 40-50 bin liralık arabaları olan genç çocuklarına habersiz araba almasından, yalan söylemesinden çok arabayı kendilerine değil de arkadaşına bırakıyor olması koyar, çünkü arabaya içleri akar, çünkü it gibi korkuyor benden, hışmıma uğramaktan korkuyor, korksun tabi, korksun zaten, elbette korkacak, ben korkulacak kadınım, canım isterse, ama bunun için şu an onunla muhatap olma modunda hiç değilim, ben alışkınım onun yalanlarına, kazıklarına, adiliklerine, 25 yıldır, hasta ruhlu, hastalıklı, normal değil ki, deli, alışkın olmayan ve tanımayan çocuklarım, şimdiye kadar asıl muhatap olma durumunda olan bendim çünkü, şimdi öyle değil, kendini tanıtıyor işte yavaştan yavaştan, bırakayım da biraz daha göstersin gerçek yüzünü çocuklarına, ben nasıl soğuduysam onlar da benim gibi soğusunlar ondan, ben yapmıyorum, o yapıyor, ben sadece izliyor, izletiyorum, benim bir suçum, günahım yok bunda, yapanın suçu günahı, ben ancak sıyrılıyorum üstümdeki benliğinden, karabasanından, aman aman, ne gör şeytanı ne oku ihlası, Allah sorsun ondan hakkımı, hakkımızı, ama dilerim Allahtan yaptıkları yanına kalmasın, bir kere daha burnundan getirsin yeter zaten, hayat adamın burnundan nasıl getirilirmiş anlasın, benden değil Allahından bulsun, Allah canına sorsun, kafa yorduğuma değmez, geçmiş gitmiş benim için, ölü, belki toptan çıkarırım acısını bir gün, belli mi olur benim işim, beş para etmeyenin on paralık arabası olunca değeri yedi buçuk paraya mı çıkar, çıkmaz, ben çok gördüm onun paralarını, çok iyi bilirim, başına yansın, 10 yıl önce de 50 bin liralık araba aldığında 100 liraya çaydanlık aldım diye dövmüştü beni, evet, aynen öyle, bir çaydanlık için, sen nasıl para harcarsın diye, deli, zırdeli, boşverin, ben boşverdim, neyse, geçti, bitti, eyvallah, Allahıma hamdolsun., bırakalımda paraları ile mutlu, mesut yaşasın.
Kızım o yolu yürüse ortalık dört ayaklı köpek dolu, bunlar gerçek köpekler, diğerleri hariç beş altı köpek var hep birlikte gezen, birbirinin aynı ve hepsi hayvan gibi, hangi beyni bozuk çatlak hayvan beslediyse bu kadar, her geçen arabaya saldırıyorlar, it gibiler it oğlu itler, nerede yürümek, arabada korkuyor insan, şehirde merkezler hariç ortalık köpeklere tahsis edilmiş durumda, kimse yürüyemiyor ki korkudan, köpek saldırır korkusundan, yollar sadece arabalar için, yürüyen var mı, yok, belediye var mı, köpekler sokaklarda olduğuna göre belediye de yok, köyler bile bu açıdan daha güvenli, köylerde köpek varsa sahipli, evinin kapısında, sahibinin denetiminde, ortalıkta başı bozuk köpek yok hiç değilse, geçen yıllarda, bir, iki yıl önce ün. sınavı için oğlunu getiren bir İranlı adamı öldürmüşlerdi, etimesut civarındaydı sanırım, ondan daha sonra geçen yıl Eskişehir’de genç bir kadını da öldürdüler, 35 yaşında, iki ayaklı itten kork, dört ayaklı itten kork, ne olacaksa bu böyle, bu durumda iş yine başa düşüyor, tabana kuvvet, çıkıp getireceğim kızımı, başka çaresi yok, kızım koşar kaçar da benim işim zor, nasıl koşayım, koşamam ki, ben giderim gümbürtüye, kızımda beni bırakıp kaçmaz zaten, gittik ikimiz birden, aile faciası, bundan sonra yazmazsam bilin ki köpeklerdendir, şakası bile iğrenç, o köpekleri, itleri yere göğe sığdıramayanlar var ya, Allah akıl, ihsan eylesin onlara, vitamin takviyesi yerine akıl takviyesi alsınlar.
İnternette köpek kovalayan, kaçıran bir alet varmış, onu alacak oğlum, öyle olursa kızım kendi gelebilir, her gün aynı saatte çıkmak hiç işime gelmiyor ne yalan söyleyeyim, belkide ömrüm öyle geçtiği için, geçen gün gittiğim komşunun küçük kızının okulu 200 metre ötede, yürüsen 10 dakika, sabah kocası ve oğlu çıktıktan sonra kendi bırakıyormuş, her sabah aynı evden 3 araba çıkıyor yani, ne baba ne oğul “biz bırakalım, boşuna çıkma” bile demiyorlar yani, tamam, araba var, anladık ta, can var mı, o kadınınki de can, verdim fiti tabi, bu nasıl bir bencillik, acımasızlık ve adam kullanma? Adamı anladık ta, ya çocuğu, ilginç.
Aynan yoksa komşuna bak derler, baktırdım aynama, burada anlatıyorum da onlara anlatmam mı, bilsinler, bilin, kimseye canı gönülden bağlanacak kadar emrine amade olunmayacağını, kör ve köle olmamak gerektiğini, hep bir “acaba” payı bırakılması gerektiğini, kimsenin bir diğerinin eşi, ruh eşi, zartı zurtu olmadığını, ortak hayatı paylaşmanın kendi hayatını yaşamayı unutmak olmadığını, her koşulda iki ayrı birey olduğunuzu ve hep uyumluluk, boyun eğme yerine çatışmaların olması gerekliliğini vs. vs. Son pişmanlıklar giden zamanı geri getirmiyor çünkü.
Aynı enayiliği sanki ben yapmamışım gibi ona buna akıl vermekte bana has olmalı, yıllarca o çıktı, ben çıktım arkasından çocuklarımla, kızımın gittiği okulu bile bilmiyordu, iki yıl sonra nedense bir gün götürmesi gerektiğinde, okulun nerede diye sormuş, onun işi var, erkenden gidip çalışsın, fedakar kadın, dükkan sakin oluyormuş sabahları, rahat çalışıyormuş, öyle diyor bana, meğerse, al sana fedakarlık, madalyam bu işte, yazdıklarım.
***Bütün bu akış devam ederken, yeni araba meselesi, büyük oğlum, ki 22 yaşında, babasından para istemiş, öğrenci ve babasından harçlık almak durumunda, kimden isteyecek, 50 lira göndermiş, ki bir öncekini uzun bir zaman önce göndermiş olmasına rağmen, on gün önce, bana gerek kalmayacak galiba artık, padişahları tahtından kim indirir, kendi oğulları, beni otlattı da, senelerce, sıkıysa oğullarını otlatsın bundan böyle, bende onları bu günler için büyüttüm zaten, gözümüz üstünde, para nasıl yenir, yedirilirmiş öğrenecek, herkesin öğrenme süreci farklı farklı, ona ad olarak ne söylediğimi hatırlıyorsunuz değil mi?
Hep istediği özgürlüktü sanırsam, bundan sonra özgür, her gün 3,5 kez boşalan karnını doyuracak, ki yemek ve emekle doluyor, her gün kirlenen sırtındakileri, etrafını temizleyecek, ki her gün yapılıyor, ben hep özgürdüm o anlamda şimdiye dek, birazda o tatsın özgürlüğü bakalım nasılmış özgürlük, yüreğim nasıl yağ bağlıyor bilemezsiniz, hem parasını yiyor hemde işini yapmak bir yana yüzünü bile görmüyorum, para az veya çok, çok fark etmiyor benim için, onunla beraberken de genelde bu şartlar altında yaşatıyordu zaten, hatta çok daha altında, bugünüm düğün bayram, ödemeleri var, markette neymiş, başka zaman gidilirmiş, başka zaman, başka bir zaman gelir inşallah, dört barabelliyle gezermiş gibi dolu olurdu cepleri halbuki, her zaman, ama bana nasıl eziyet etsin, büyük adam, al sana büyük adam, pis serseri, mahlukat, insana benzemeyen, insanlıktan nasip almamış yaratık.
Hayat hep “keyiften” ibaret olsa iyi de, öyle değil işte!
***Amerika, Amerikan üslerinde çalışanların ailelerini güvenlik gerekçesiyle geri çağırmış, pek iyiye alamet değil gibi, arkası kanlı olmaz inşallah.
***Magazinin de sıkı takipçisiyim, Levent Kırca borçlu öldü diyorlar, 300-400 bin, Oya Başar’la ayrılırlarken yalı bırakmış, Oya Başar orada yaşıyormuş, zenginin borçlusu böyle oluyor demek ki, eh, olacak o kadar, o yalı milyonlar ediyordur, ama artık Oya Başar’ın elbette, ama bir olacak o kadar, o kadar parayı kazandırmış, ki 10 yıl önce boşanırlarken eşit olarak paylaşmışlar parayı, onlar için demiyorum, genel olarak söylüyorum, para hak edenin mi etmeyenin mi cebinde anlayamıyorum bazen, çok karmaşık bir yapı, çok daha fazlasını hak edenler, edebilecekler varken kimlerde var, olanda fazlasıyla var, olmayanda hiç yok, arası yok, hiç adaletli bir yapı değil paranın durumu, bunu düzenleyen Allahsa hiç adil değil, hikmetinden sual olunmaz ama bu mesele gerçekten karışık, beceremiyor.
Kayahan’ın mirası konusunda kızı Beste’yi haklı buldum, miras hak, sonuçta baba mirası, İpek Açar aç gözlülük yapıyor, bir yıl olmuş Kayahan öleli, kızı beste tek kuruş alamamış şimdiye dek, İpek Açar 800 bin liralık ortak hesaptan ölümünden 15 gün önce 400, ölümünden hemen sonra da 200 bin çekmiş, 200 bin kalmış, bestelerinden gelen paradan da vermiyormuş, çok ayıp yaptığı, birde eski yardımcılarını konuşturuyor kızı Beste ye karşı, hiç hoş değil. Adam çirkefin Allahı, tam bir kapı köpeği, işinin adamı, acaip sinir oldum, Beste’ye “hastaneye kaç kere geldin, mezarına gidiyor musun” diye aşağılık sorular soruyor, tam bir pislik, senin o soruyu sormak ne haddine, diyebilse o miras benim daha çok hakkım diyecek, diyor zaten, babasıyla küskün olabilir, kırgın, kavgalı olabilir, babası mirasından reddetmiş değil, ve o babası, sana orada iki kişi konuşurken üçüncü kişiye düşen şey düşer, İpek Açar’ın bu evliliği para için yapıp yürüttüğü ve nasıl paragöz bir insan olduğu da böylece anlaşılmış oldu, zaten bilmiyor değildik, kızının yaşındaydı sonuçta, hep aklımda bir soru işareti vardı bu evlilikle ilgili, artık yok, tam aksi de olabilirdi, olmaz demiyorum, ama değilmiş, “sen her şeyimsin” değilmiş yani mesele, para her şeyim’miş, o gencecik kızları hiç utanmadan alanlar da arkalarından bu lafları işitmeye hazırlıklı olsunlar, sen gittikten sonra arkandan ne konuşulduğu da önemli.
 
 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *