Press "Enter" to skip to content

Aşk, Aşk 1 Mart’10

?Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, amor? diye tanımlanıyor aşk Türkçe sözlükte. Yavan ve eksik ama en azından doğru bir tanım. Zaten tarifi yok ki aşkın. Tarif edilemez ki aşk, yaşanır. Olsa, olsa bir parça ipucu verilebilir. Nedir, neler hissettirir, vs. Ama yaşanmadığı sürece tarifle asla, asla anlaşılamaz.
Şimdilerde bir kavram karmaşası yaşıyor aşk. Aşkın karşılıklı bir çekim olduğu, seks olduğu sanılıyor. Öyle değil işte. Gör, iste, yat, kalk, bunun adı aşk. Bunun adı aşk değil. Bunun adı cinsel istek. Herhangi bir hayvanda da gözlemleyebileceğimiz cinsel dürtü. Aşk belki de insanı hayvandan ayıran en güzel ve en yaşanası özellik.
Aşk inanın ki bu kadar basit değil. Aşk, o güzel şarkılardaki gibi aniden insanı vuran, yerlere çalan, bir çarpılma, bir deprem, bedenin binlerce kilometre altından hissedilen birkaç bin volt şiddetinde yüksek akım. Tanrının insana bahşettiği en büyük mutluluk. İnsanın yaşayabileceği duygusal hazzın en tepe noktası.  Bu, insan hayatında her gün olmuyor, her gördüğünle de olmuyor. Senin dışında, sende gelişen bir duygu aşk. ?Engel olsam? desen olamazsın, ?dozunu arttırsam? desen arttıramazsın, tartısı yok, ölçeği yok aşkın. Başına buyruk, özgür, alabildiğine aşk. ?Şuna âşık olayım? desen, hiç olamazsın. Ismarlama değil, sipariş kabul etmiyor aşk. Güzelliği de burada zaten. Kendi gizemiyle yaşanması, yaşayabilene, tadabilene, hissedebilene! Ne mutlu âşık olabilene!
Ve ne mutlu bana. Şükürler olsun kadın olarak yaratıldığım güne. Bence Tanrı aşkı kadınlar için indirmiş yeryüzüne. Ve yazık erkeklere, bizimle aynı oranda aşkın duygusal hazzına ulaşamadıkları için. Aşka âşıktır kadın. Gece gündüz aşkla yaşar, aşkla solur aşık olduğunda gün 24 saat. Eli işinde, aklı aşkındadır kadının. Siz aşkından kendinden geçen, yataklara düşen bir erkek tanıdınız mı? Kadın için aşkı her şeyden önce gelir. Ama aşkını dile getiremez, getirmesine müsaade edilmez. Ne gariptir ki, aşk konusunda yazan şairlerin, yazarların büyük bir çoğunluğu, hatta geneli neredeyse hepsi erkek. Aşk şarkılarının bestecileri ve söz yazarları da. Sizce kadınların erkeklerden duyguları mı eksik yoksa yaratıcılıkları mı? Sanırım neden kadınların engellenmişlikleri, bastırılmışlıkları. Hangi kadın çıkıp ta ?Ben aşık oldum, bu şiiri, bu kitabı yazdım, bu şarkıyı yaptım?, Diyebilme cesaretine, hakkına ve özgürlüğüne sahip veya sahipti? Ve ben bu hakka ne kadar sahibim?
Ben ilk kez 15 yaşında tattım aşkı. Bu defa 42 yaşında. Araya sıkışanlar sadece ilişki, aşk değil. Hani şu demin bahsettiğim, aşk sanılanlardan. 15 yaş aşkı ile 42 yaş aşkı çok farklı tabi. İlkinde ne olduğunu, neler olduğunu, ne için ve neyi istediğini bile bilmiyorsun, ikincisindeyse, ne istediğinin ve neler olduğunun, farkındasın.
İlk aşkımı yağmurdan kaçarken tanıdım. Aynı okulda iki üst sınıfta, 11. sınıftaydı. Daha önce hiç görmemiştim. Masum, güzel bir yüzü vardı. Tabi ki gözlerine vuruldum. Kız gibi utangaç, saygılıydı. Yağmurdan sığındığımız yerde, sebebini anlayamadığım ama tahmin edebildiğim bir heyecan, bir nabız atışı artışı hissettim onu görür görmez. Sadece gözlerimizle konuşup anlaştık onunla. O senenin sonuna kadar her teneffüs birbirimizi gördük, heyecanlandık, kalplerimiz küt küt attı ama hiç konuşmadık bile, konuşamadık. Sonra o yoluna, ben yoluma. Annesi bir iki işittirdi  ?Alayım seni oğluma?, Duymadım, yoluma gittim. Bana göre değildi, ilk gördüğünle evlen, bir ömrü çürüt.
O zamandan hissetmiştim geleceğimin alengirlini. Sıradan bir yaşam tatmin etmezdi beni. Çizgi dışıydım hep. Sürünün dışında, sürüye yakın. Diğer yanımda da kurt sürüsü. Ben bıçağın keskin ucunda. O tarafa, olmadı, hop bu tarafa! Maceralı, eğlenceli. Farklı ve kendine özgü. Böyle olmaktan hoşnuttum. Kendi içimde fırtınalar estiren, ama asla dile getirilmeyen ufaklı tefekli aşklar hissettim ilk aşkımın sonrasında. Platonik, iç dünyamın aşkları.
15 yaşındayken o iki kelime konuşamayan genç kız, şimdi 2. aşkında tutkulu bir âşık. Oldukça büyük bir değişim. Hep yakın hissettim aşka, ilişkiye kendimi. Erkeklerden kaçmadım, hiçbir zaman. Bir çekim hissettiysem birlikte oldum, çekilmediysem, hissetmediysem yaklaşmadım, yaklaştırmadım. Âşık olanlar, sevenler, sevdiklerim, beğendiklerim oldu. Ama ölçüm hep ?insan? oldu. Ünü, şanı, şöhreti, sahip oldukları değil, sadece kendisi. Asla parası değil.
Üniversiteye başladığım ilk yıl, bir üst sınıftaki bir genç bana dut gibi âşık oldu. Ben âşık değildim ama çıkıyorduk. Güzel yeşil gözlü iyi bir çocuktu. Onunla sadece öpüştük. O zaman böyle değildi ki! Yatakta tanışmıyordu insanlar. Saygı vardı birlikte olunulan kadına. Tek merkezli değildi ilişkiler. Hayatınızı, mutluluğunuzu, bütün zamanınızı paylaşıyordunuz birlikte olduğunuz kişiyle, yatağınızı değil. Ufak, ufak yakınlaşmalarda, tadı, tuzu, biberi oluyordu bu birlikteliğin. Şimdi değil ilişkiler, aşklar bile tatsız, tuzsuz, neşesiz. İyi ki o zaman yaşamışım aşklarımı.
O kadar âşıktı ki bana. Kendimi hala borçlu hissediyorum O?na karşı. Aynı şekilde karşılık veremediğim, O?nu terk ettiğim için. Çok yalvardı, onu terk etmemem için. 17 yaşındaydım ve hala kararlıydım ilk gördüğümle ömrümü çürütmemeye. Görecek günlerim vardı daha.
O zamandan bu zamana aşka olan inanç azalmış gördüğüm kadarıyla. İnsanlar tereddüt ediyor aşkı yaşamak, âşık olmak için. Biri birine yaklaşınca altında art niyet arıyor, ‘Yok canım, ben mi?’ falan oluyorlar. ?Âşık oldum, âşık olmanın art niyeti mi olur? Gel aşkımızı yaşayalım.? Bile diyemiyorsunuz. Uzak, çekingen ve tereddütlü insanlar. ?Almayım, kalsın? diyorlar, inanılır gibi değil.
Bütün değerlerimizi kaybettik, Amerikan filmlerini izleye, izleye. Aşkı unutturdular bize ucuz aşk filmleriyle. Aşkın dokunulmazlığını yok ettiler. O kadar çok önümüze getirdiler ki, sıradanlaştırdılar aşkı. Duyguyu kaldırdığınızda aradan nedir aşk? İki bedenin birleşmesi. Birbirine âşık olmayan iki oyuncu aşkı ne kadar anlatabilir? İki aşığın arasındaki iletişimi, kıpırtıyı, iç gıcıklanmasını, arzuyu, isteği, şehveti, kalp çarpıntısını, gözden göze akan enerjiyi, çekim gücünü. Sayelerinde aşk anlamını yitirdi. Çocuklarımızın kafası karmakarışık. Bizimkilerinde. Suyu çıktı ilişkilerin. ?Filmlerde yaşanan başka, bizim değerlerimiz, gerçek aşk bambaşka? Bile diyemiyoruz çocuklarımıza. Arada kalıyor yeni büyüyen gençlik. Pek çok hata yaparak.
Ardından 3?5 beraberliğim oldu, kayda değen, değmeyen. Yalnız bir tanesinden çok hoşlandım. Masmavi gözleri, iri, şehvetli, öpülesi dudakları vardı. Geçen gün gördüm fotoğrafını, o dudaklar sönmüş, yok olmuş. İyi ki bolca öpmüşüm o zaman. Farklı bir şehirde öğrenciydi. Birkaç kez görüştük onunla. Ah?ımın ve aklımın kaldığı tek erkek, doyasıya göremediğim için. Sarı saçlarına beyazlar düşmüş, gözlerindeki ateş sönmüş, bambaşka biri. Benim hoşlandığım, fidan gibi bir çocuktu. Bu koca bir adam. İstemem, almayım kalsın. Ben değişmemişim gibi. Gerçi şimdi verseler o fidanı da almam.
Demek ki her şey zamanında ve yerinde güzel. Doğru ve güzel olan anı yaşamak, andan tat almak. Hissettiğin gibi ve coşkuyla.
Şu an âşık olduğum kişide yaşıma uygun bir adam ama benim için yeni bir adam, yeni bir coşku, yeni bir heyecan. Zamanında ve yerinde güzel olan. İlgimi çeken ne gözlerinin rengi, ne dudakları, ne de saçları. Bir bütün halinde hoşlanıyorum ondan. Ayrıntılara takılmıyor gözüm. İçim onu çekiyor, ona akıyorum için, için. Varlığı beni mutlu ediyor, yanında olmaktan, ?ah bir olabilsem? onu düşünmekten hoşlanıyorum.
O zemberek, ben bir akrep, bir yelkovan, dolanıp duruyorum etrafında. Kör kelebeğin ateşe olan aşkı gibi. Ölümüne sevda. Her şey onu hatırlatıyor, unutmaya çalışıyor, unutamıyorum. Aklımdan çıkarmaya, belki unuturum diye yerine birilerini koymaya çalışıyorum, olmuyor, kimse tutmuyor yerini.  Gözlerim onu arıyor yolda, izde, her yerde. Kalbim onu özlüyor. ?Şurada çıkıverse karşıma? diyorum. Ya da şurada. Şurada, şurada, şurada. Her köşe başında. Evden çıkarken, bir yere giderken hep O?na rastlamayı ümit ediyorum. Bir arkadaşıma giderken bile. O, arkadaşımı tanırmış gibi. O?da orada olsa diyorum, beni tanısa, anlasa. Bi anlasa.
Yanımda hep O. Gözlerim dalıyor hülyalı, hülyalı. Yakalanmamaya çalışıyorum, bilmeyen, anlamayan gözlere. Yüzümde gülücükler sonsuz, görmemesi gerekenlerden saklanması gereken. Onu öperken yakalıyorum kendimi, günde sayısız kez. Hiç öpemedim, öptürmedi, öpmek istiyorum. Dudakları ince kalın hiç fark etmez. İnce miydi? Hatırlamıyorum. Önemli de değil. Ben onu istiyorum. Bütün varlığını, bütün varlığımla.
Kıskançlık aşkın tadı, tuzu, biberi. Kıskançlık duyulmayan aşk, aşk değil bence. O?nun yanına yaklaşan, kuyruksallayan her dişi sineği bir arı olup sokmak istemek. Sevgilinize her kırıtışında ağzını cart diye yırtmak için inanılmaz bir istek duymak ama yapamamak. Önüne geçip, ?Hop, sırada ben varım.? Diyebilmeyi ölesiye istemek. O?nun senden daha çirkin, daha vasıfsız olmasını istemek, içindeki acıyı soğutmak için. Hele birde senden güzelse, ölümlerden ölüm beğen kıskançlıktan. Kıskançlık sonrasında sevgiliye buz gibi soğumak. Eriyik halindeki kalbini buza dönüştürmek. Tekrar ısınıp eriyeceği süreyi kalbine tanıyarak. Aşık olan kalp katılaşamıyor ki! Birde bakıyorsun eriyivermiş. Kıskandı diye seven sevdiğinden vaz mı geçer?
Bir gün birini kıskanmamam O?ndan vazgeçtiğim anlamına geliyor benim için. Seven kıskanır. Seven sevdiğini paylaşamaz. Sevmenin doğasına aykırı sevdiğini kıskanmamak. Aşkın barometresi kıskançlık. Sevdiğim beni kıskanmalı ve ben sevdiğimi kıskanmalıyım. Kıskanmıyorsam anlarım ki o aşk benim için bitmiştir ya da hiç başlamamıştır.
Yanımda bir erkek sinek gördüğünde sadece bakışları yetmeli bana olan kıskançlığını, içinde kopan fırtınayı anlayabilmem için. Kendime gelip toparlanmalı, apar topar uzaklaşmalıyım o erkek sinekten, Onunla hiçbir şey yaşamadığımı, yaşayamayacağımı sevgilime anlatabilmek için. Sevgilimin içini rahat ettirebilmek için. ?Ben sadece seninim? Demek için. Aşk ve kıskançlık karşılıklı olmalı.  
Aşkın ?Karşılıksız olduğunda? belki de en iyi özelliği ise belli bir süre ile sınırlı olması. Derdi veren Allah, tez elden dermanını da vermiş. Zaten vaktinden uzun sürse, adam toz duman olur. Uçar gider, duçar olur. Baki kalan ne var ki?
AŞK! Ne güçlü bir sözcük! Ne sihirli bir sözcük! Zikredildiği her yeri yeşertiyor, canlandırıyor.
AŞK! Gerçekten, ne güçlü bir sözcük! Ne sihirli bir sözcük! Zikredildiği her yeri yeşertiyor, canlandırıyor.
Teşekkürler AŞK! İçim çok rahat. Kalbim bir kuş gibi hafif ve özgür. Ve gerçekten çok şanslıyım. Bu mutluluğu tadabildiğim için.
AŞK! Ne güçlü bir sözcük! Ne sihirli bir sözcük! Zikredildiği her yeri yeşertiyor, canlandırıyor. Beni de yeşertti, canlandırdı, yüceltti. Teşekkürler AŞK!
Ve en büyük aşk, aşkların ötesi Allah aşkı.
Siz onu bıraksanız, unutsanız, vazgeçsenizde o sizi asla yalnız bırakmıyor. O sizden asla vaz geçmiyor. Ta ki siz onu hatırlayana dek bekliyor. Bir köşede, bir yerde mutlaka sizi bekliyor. O?ndan kaçmanız imkansız. Sahip olduğunuz tek gerçek sevgili. 
Sizi sadece var olduğunuzdan ötürü karşılıksız sevip bekleyen, sizi asla terk etmeyen, ona döneceğiniz, onu hatırlayacağınız günü umutla bekleyen tek sevgili.
Var olan tek gerçek, yaşadığımız dünya olsa idi, hayat çekilmez olurdu. Erme yaşı, 40 yaş üstü imiş. Sanırım benim vadem dolmuş!
 
Aşk; Üzerine Ağustos’12
Şevval Sam; aşk; Montaigne; ?aşk üremek için bir aldatmacadır? der. Bilmem ne kadar doğru. Bundan 20-25 yıl öncesine kadar aşklar vardı; romantizm vardı; dünya yeni bir evrim sürecine girdi ve bütün kavramlar şekil değiştiriyor. Yeni nesilde bunu görebiliyoruz. Ben sevmenin sevilmekten daha büyük bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum; aşk benim için daha çok sevmek galiba. Tabi sevildiği zaman o aşkın tadına doyum olmuyor ama insanın beklentilerinden, mülkiyet duygusundan, egolarından sıyrılarak sevmeyi becermesi için bunun üzerine bayağı bir kafa patlatması gerekiyor. 30 yaşından sonra daha çok kendi aşkımla ilgilenmeye başladım. Sevmek için onun sevmesine ihtiyaç duymadım. Kendi kendime sevmenin tadın çıkardım. Biri tarafından sevilmek büyük bir hediye ama bazen insanlar bu durumdan; kendilerine âşık olunmasından şımarıyorlar ve asla gitmeyecekmiş gibi onun sınırlarını zorluyorlar. Bir dayanıklılık testinden geçiriyorlar; sonra karşısındaki insan ?gidiyorum? dediğinde de ?bir dakika; hani sen beni seviyordun? diyorlar.;))) Panik başlıyor ve o zamanda onlar aşık oluyor. Böyle bir şeyde var. Egolardan, mülkiyet duygusundan kurtulunduğunda aşkın tadının daha iyi çıkarılabildiğine inanıyorum. Hiçbir şey bizim değil ki o kişide bizim olsun. Bu beden bile bizim değil. Bedenle işbirliği yapmamız gerek. Bedenin ayrı bir beyni var. Hastalıklarda beden bir şeye tepki gösteriyor. Çok hızlı yaşıyoruz. Bazı şeyleri düşünmeye vakit bulamıyoruz. Bu bedenle bazı şeyleri halletmek üzere buradayız. Onlar üzerine düşünmediğimiz ve çalışmadığımız zaman; nasıl ağrı vücudun sigortasıysa hastalıklarda bir şeylerin isyanı? ?Aşkta ve yemek yapmada riske girmekten kaçınmayın? derler;))) İnşallah yeni nesil aşka bol vakit bulabilir.
Hatice Aslan; aşk: aşk benim için zaman, zaman değişen bir duygu. Belli bir tipim yok mesela; her iki eşimin de tipleri birbirinden farklı. Kendimi çok seviyorum bir kere; öyle bir korumacı yanım var. Bir şeyin üstüne çok gitmem. Kendimi dinlerim; ruhumu dinlerim; ne oluyor; ne bitiyor; iyi misin; mutlu musun; toplumun koyduğu kurallar beni çok ilgilendirmiyor açıkçası. Kendime göre doğrularım var. Tedirgin edici bir şeyler varsa da bir an önce kaçarım oradan; kaçacak bahanemde çoktur. Kadınlar aşk için acı çekmeyi seviyorlar. Âşık olmak istiyorlar çünkü. Âşık olmak ne demek bilmiyoruz ki! Ben herhalde henüz âşık olmadım. Beraber olmak istediğim, yan yana olmak istediğim insanlar oldu ama tarif edilen aşkı yaşamadım. Erken anne olduğum için kendimi çok kaptırmama durumuna gitmiş olabilirim.
Serra Yılmaz; aşk; her kişinin aşk tarifi farklı bir şey. Hepimizin o konuda algılaması farklı. Bana sanki aşık olmak göze almakmış gibi geliyor. Bir başka insanı göze almak. Çünkü bir başka insanı göze almak çok kolay bir şey değil. O kadar giderekten birde biz kendi başımıza yaşamaya ve var etmeye alışıyoruz ki ötekini olduğu gibi kabul etmek lafta çok kolay; her zaman çok kolay değil. Mesela kendi evladınızın bile yaptığı şeyler batabiliyor insana. Bazen çok ufak detaylara; iki defa burnunu çekmesine bile sinir olabilirsiniz. Son dönemde kadınların statüsündeki değişikliklerin bir miktar aşkı da değiştirdiğini ; aşkı değiştirmekle kalmayıp erkekleri de biraz sepesersem ettiğini düşünüyorum. Küçük düşürücü değil mi size maddi olarak ihtiyacı olan biriyle yaşamayı seçmek…/ Bence paylaşmayı sürdürmek çok önemli. Beraberliklerin yıllara dayanabilmesi için iletişimin; yani paylaşımın devam etmesi çok önemli. Çünkü suskunluklar hep genelde yanlış anlaşılmalara ve oradan da bir takım burulmalara, kırılmalara yol açabiliyor…/ Yaşla birlikte âşık olma kapasitesinde bir azalma olmadığını; sahiplenme duygusunda azalma olduğu için üzülme kapasitesinde azalma olduğunu düşünüyorum. Sahiplenme gibi bir talebin olmadığı zaman; beklentilerin çok daha az olduğu zaman ister istemez böyle gençlik zamanındaki gibi şiddetli yaşanan şeylerden; kendini perişan etmeler, duvardan duvara atmalardan kurtuluyorsun. Onun için ben belirli bir yaştan sonraki aşkın daha da keyifli olduğunu düşünüyorum…/ Aşk en güçlü yaşam enerjisi. Türkiye’de annelikle aşıklık bağdaştırılmıyor. Kadınlar kocalarına çocuktan sonra sevgili muamelesi yapmıyorlar. Çocuk ön plana çıkıyor. Bende bunu anlamıyorum. Çocuğun ön plana çıktığı; emzirildiği dönem dışında anne kimliğine bürünmenin insanı hayattan vaz geçirmesini katiyyen anlayamıyorum…/ Değerler olmak değil görünmek üzerine kurulu olunca şımarık erkekler yanlarında ne kadar genç ve güzel kadın gezdirirlerse o kadar ‘erkek’ oluyorlar…/ Çiftler çok fazla birlikte zaman geçirmeyi bilmiyorlar. Konuşmuyorlar ve olmadık şeylerden kavga çıkıyor. En başından beri birbirlerinden bıkkınlar. Doğal olan birlikte yapmak herşeyi. Bizde öyle değil.
Mustafa Uğurlu; aşk; Erkeklerin katı kalıpları var; sonuçta o kalıpları yırtıp kadınlarla engin bir denizde bir yolculuğa çıkması sağlıklı sonuçlar vermez. Başına her türlü şey gelebilir. Kadının hayal dünyasını karşılayabilmek ya da onun yarattığı bir yelpazeye kendini adapte edebilmek şansını biraz erkek zor bulur. Yeni yılda; 2009?da gerçek aşkı tekrar tatmak istiyorum. Aşkın acısı hoşuma gidiyor. Çok ızdıraplı bir şey aşk. Asosyalim; çok yere gitmem; yanımda hayatımı paylaştığım biri olduğunda bütün dünyayı unuturum. 1 yıl, 2 yıl sonra arkadaşlarımla bıraktığım yerde buluşurum. Biraz uzun bir ara veriyorum ama? Bu şartlar altında insanın aşka konsantre olması da çok zor. Hiçbir şey doğru gitmiyor; çok can sıkıcı bir şey. Dünyada da öyle. Gündüz yas; gece gezme oldu hayat.
Hale Soygazi; aşk; aşk duygusunun insana göre değiştiğine inanmıyorum çünkü aşk insanın kendisinin ürettiği bir şey. Objeye, nesneye bağlı bir şey değil; hani ?aşkın gözü kördür? derler ya; öyle birine aşık olursun ki mantık falan aramak beyhude; sonra ; aşk bittikten sonra ?ben bunu nasıl yapmışım; nasıl aşık olmuşum? dersin; onun için; aşk duygusunu insan kendi ürettiği ve kendine mal ettiği için dünkü, bugünkü aşk arasında hiçbir fark yok bence. Bu duygu tek; değişmez. Ama bugün bunu bilerek yaşıyorum işte; aradaki fark o. Bunu bilmek için büyüyorsun; çok fazla;)))
Derya Alabora; aşk; e, tabi ki uzun süre neyi o kadar yaşasan ölmeye mahkûm bir şey aşk ama araya zamanlar giriyor, bir yerlere gidiliyor; zamanla yapılan iş bir hayranlık uyandırıyor ve bir şeyler tekrar çıkmaya başlıyor. Birlikte olduğun insana yaptığı işi; yaratıcılığı sebebiyle tekrar âşık olabiliyorsun. Geriye dönüşler yaşanabiliyor. Aşkla çok doğru orantılı bir şey hayranlık. Aşkta özgür alanlar olmalı; sıkıcı olmaya başlıyor bir süre sonra.
Donatella Piatti; aşk; aşk bu yaştada benim için çok önemli. Türkiye’de 35 yaşından büyük kadına işi bitmiş gözüyle bakıyorlar. Bunu kadına hissettiriyorlar. Bu her yerde var ama burası biraz daha fazla. İtalya’da bilgili bir kadın güzel bir kadından daha çok ilgi çekiyor. Bütün Türk erkeklerini deneme şansım olmadı ama sonunda özüme döndüm;))) Şimdiki erkek arkadaşım bana devamlı vaktimin geçtiğini hatırlatmıyor. Babaanne olmamı bile gururla karşıladı…/ Çiftler yanlız kalmıyorlar; hep arkadaşlarla. Burası hala kadın kadınla eğleniyor; erkek erkekle. Bu beni delirtiyor. Kadına tahammül ediliyor.Kadın şirin bir süs, kapris yapar zaten; tahammül edeceksin; bilmem ne, bilmem ne. Halbuki bu bizde böyle değil. Zaten herşey birlikte yapılıyor. Yoksa niçin evleniyorsun ki?
Hatice Aslan; eğitim; ?Mutlu musun? tamam o zaman; yoluna devam et. Kendi hırslarımızı yansıtmayalım çocuklara; eziyet etmeyelim. Hiç öyle çabalamaya gerek yok. Okumuyorsa çok fazla zorlamamak; okuyorsa yol açmak; hayırlısı neyse o. Vardır bir yeteneği; onu araştırmak lazım. Neye çok meyilliyse onun üzerine gitmek gerekiyor. Eğer yaşamaksa amaç; çok zorlamamak lazım.
Serra Yılmaz; eğitim;Çocuklarımızın netice itibariyle yüzlerinde tebessüm olması bence yeterli. Çok fazla ne yaptıkları, illa bir şey olacak diye bir iddiamız nasıl olsa. Herkes bir biçimde kendi yolunu bulmakla yükümlü. Biz ne yaparsak yapalım onlar kendi yolunu buluyorlar. Hayat çok kısa; ne olacağını bilmiyoruz ve çocukları bu nedenden ötürü mutsuz etmenin çok manasız olduğunu düşünüyorum. O kısa hayatta… /Anne baba olmak baskıcı olmayı değil ama sınır koyucu olmayı gerektiriyor. Sınır koyulmayan çocuklar kendilerini güvende de hissetmedikleri için sürekli olarak o sınırı talep ettiklerinden seni hep zorluyorlar; o sınırı koy bana; koy bana diye. Dolayısıyla kural koyucu olmak illaki gerekiyor. Buna çok inanıyorum ben.
Coşkun Aral; hayat; cehaleti aldık götürüyoruz. İnsanların kendi dünyaları dışında başka dünyalarında var olduğunu; inanca saygı gösterilmesi; çalışma, üretme gereği; bütün bunlardan uzağız. Yakında birbirimizin kafalarını koparacağız. Ne yazık ki bununla beslenen bir kesim var; bizim en çok şikâyet ettiğimiz; medya. Çok raiting alıyoruz diye ne kadar cehaleti pompalayan program varsa prime timeda onlar yayınlanıyor. Onu kavrayan kafalarımızı da uyuşturmuş vaziyetteler. Uyarıcı ve uyuşturucu dozları arttırıyoruz; ?bu halk bunu istiyor? diye. Dünyayla ilişkisi sadece ve sadece televizyon ekranı olan bir toplumla da bu oluyor ne yazık ki! Dünyada televizyon başında en çok vakit öldüren toplum biziz. Denetimsizlik var, denetleyen kurumlarında bu işten anlamamaları söz konusu. Türkiye işsizliğin olmaması gerektiği bir ülke. Çoban olmak yerine oyuncu olmayı tercih ediyor insanlar.
Prof. Dr. Bekir Karlığa; din; kesinlikle Kuran-ı Kerim bedene işkence yapmayı yasakladığı gibi peygamber ?bedeninin de senin üzerinde hakkı vardır; onu ödeyeceksin? der. Bedenin dinlenmesi gerekiyorsa dinleneceksin; bedenini bile, bile tehlikeye atamazsın. Bedene işkence yaparak yükselmeyi İslamiyet ortadan kaldırmıştır. Korkaklıkla cesaretin orta noktası ideal ortayı temsil eder. Ne bedene işkence yapılarak, ne kan akıtılarak ne hayvan kesilerek ne başkasına saldırarak tanrıya ulaşılamaz.
 
gel derim gelmezsin,
gelmem gel dersin,
sen nasıl bir şeysin.
 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *