***İzmit, Balıkesir, Eskişehir, Konya, Ankara, Malatya ve Erzurum?da Amerika?nın nükleer silah depoları varmış. İncirlik üssü, İzmir üssü, Şile, Konya, Balıkesir, Ankara, Muğla, Amasya, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır, Eskişehir, İzmir, İzmit, Sivas, İskenderun, Ordu, Rize, Van, Mardin üsleri ile bütün Türkiye kuşatılmış durumda. Ankara?daki Nükleer depo Mürted?miş; üs ise Ahlatlıbel?de; birde Elmadağ?da üs varmış Ankara?da. Ankara, Ahlatlıbel?dekine tesadüfen yaklaşmıştım bir keresinde; beni geri dönmem için bir uyardılar; ne olduğunu anlayamadım ama hissetmiştim oralarda kirli işler döndüğünü bana verilen tepkiden; U çekmek için yola girmemle şiddetle uyarıldım; birde Esenboğa yolunda öyle şaibeli bir yer daha var; yine gitmemle gelmemin bir olduğu; uyarıldığım için. Bir zamanlar; bundan 15-20 yıl önce Balgat?ta; şehir merkezinde vardı bir Amerikan üssü; kapatıldı; askeriyeye devredildi; birde Gölbaşı?na 40 kilometre uzaklıkta vardı; o da askeriyeye devredildi; şimdiki adı bayrak garnizonu; gitmiştim bir kaç kez; askeriye olduktan sonra elbette; gezinti niyetiyle; ama Balgat?takine Amerikan üssü iken gitmiştim; 20-25 yıl önce; bir arkadaşım orada öğretmendi; oldukça sıkı tutuluyordu giriş çıkışlar. Atatürk barajının suları Suriye üzerinden İsrail?e taşınacakmış; Dicle ile Fırat?ın kendisine kavuşmadan önce suyuna kavuşmak istiyor olmalılar. ABD Suriye?ye müdahale için bir koalisyon kurmuş; bu koalisyonda ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye ve Ürdün varmış; adı ?haçlı ittifakı?; 2 hıristiyan, 1 yahudi ve 2 müslüman ilkeden oluşan bir ?haçlı ittifakı?; 2 müslüman ülke müslüman dünyasına karşı; biri de biz; Türkiye; ne esef ve utanç verici bir durum. ?Yeni?; ?yenilenmiş? İmam Hatiplerimizden kötü kokular yükselmeye başlamış; kayıtlar falan değil; içerik açısından; dinlerarası diyalog adı altında çocuklara diğer dinler tanıtılmaya ve sevimli gösterilmeye çalışılıyormuş; ?Kabe?de Tevrat?ın bozulmamış nüshası olduğu? söyleniyormuş; Kabe?de Tevrat?ın ne işi ola ki? Din bilgisi kitabında ?4 büyük kutsak kitap? deniyor ve bütün kitaplar birbiri ile eşit tutuluyor; Kelime-i tevhit ?Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh? şeklinde değil ?lâ ilâhe illallah? şeklinde öğretiliyormuş; Muhammed demeye gerek kalmamış artık yani. Medeniyetler ittifakı açılımı için MEB dahil 8 bakanlık görevlendirilmiş; imam hatiplerde dinler tarihi dersine rahip ve hahamlar davet edilecekmiş. Milli güvenlik dersine giren askerler battı gözlerine; engellediler; şimdi rahipleri, hahamları derse sokmaya yelteniyorlar; utanmazlar. ?Ilımlı islam?ın bir adım ötesi hıristiyanlık; ne güzel bir fikir değil mi? Suriye için de düşünülen tasarı bu imiş; Esad sonrasında ?ılımlı islam?a çekmek Suriye?yi; önce ?ılımlılaştıracaksınız?; boynuzlarını törpüleyeceksiniz yani; bir sonraki aşamada ise hıristiyanlaştıracaksınız; Vatikan ?Biz, dinlerarası diyalog çalışmalarını Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için başlattık? derken AKP?nin Milli Eğitim Bakanlığı ?dinlerarası diyalog insani bir faaliyettir? diyormuş; daha çok müslümanlaşacağız derken hıristiyanlığın çukuruna düşeceğiz galiba. ***Bu dünyaya bir 21 Aralık şart oldu; topyekun temizlik gerek; insanoğlunun yani bizlerin bu kötülükler furyasını temizlemesi artık çok zor görünüyor; umarım 21 Aralık doğrudur; yok olma anlamında değil elbette; ve dünya için birşeyler değişir. O kadar herşey birbirine girdi ki insan aklı ile içinden çıkmak olanaksızlaştı. Bilgi kirliliği; insan kirliliği; siyasi kirlilik had safhada; ”oynatmaya az kaldı; doktorum nerede” şarkısında dendiği gibi; ))) Bir üst mertebeye geçiş; boyut değişim zamanı diyorlar 21 Aralık için; benim temennimde bu yönde; umarım olur; doğrudur. Bu karışıklıktan herkes kendi namına nemalanma peşinde; her devrin uyanıkları vardır; sağ sol zamanı büyük devrimciler; büyük sağcılar vardı; 12 Eylül oldu; süt dökmüş kuzuya döndüler; o insanlar onlar değildi sanki artık; rüzgara göre kendine yön verenler; bayrağını rüzgarın istikametinde tutanlar; o dönem her eve bir silah girdi; silah satışlarında patlama yaşandı yani; ansiklopedi satışı savaşları oldu; evlerde bütün vitrinleri okunmayan ansiklopediler doldurdu; yanı sıra klasikler; fono çolgınlığı yaşandı; bir türlü öğrenilemeyen ingilizceler adına; sonrasında amvay, avon, herbal life, tupperware gibi satış şekilleri çıktı piyasaya; bir inanç sağlayarak insanları kendine köle etme ve bu kölelere gerekli, gereksiz satış yapma sistemi; onlar da iyi kazandı; kazanmadı değil; futbolu da bu uyanıklıklar silsilesine dahil edebiliriz aslında; futbol her dönemin uyanıklığı ama; bir kaçı bir topun peşinde koşuyor; yüzlercesi onun hakkında konuşuyor; milyonlarcası ise onları; top koşturanları ve top koşturanlar hakkında konuşanları izliyor; yine burada kazananlar top koşturan ve o top koşturan hakkında konuşanlar; o milyonların parası sayesinde elbette. Bu dönemin uyanıkları da kendini kişisel gelişimci adı altında tanıtanlar. Hatta sağ sol döneminin önde gelenlerinden birinin yeni jenerasyondan bir yakın akrabası kişisel gelişimci; uyanıklık kalıtsal olabiliyor demek ki! Yine o dönemin deli fişeklerinin yeniden atılım yaptıklarına şahit oluyoruz birer, ikişer; 30 yıl sonra yeniden; 30 yıl neden bir şey söylemediler ki; ”cep delik; cepken delik”; ondan. ”Nerede o eski günler”; şarkısını söyleseler daha iyi olur kanımca; elbette eski paralı günler şeklinde; eskiye özlem duyuyor olmalılar; bana hiç inandırıcı gelmiyorlar çünkü; o zaman kandırdıklarının torunlarını kandırmak peşindeler olsa olsa. Kişisel gelişimciyim diyerek yoga, meditasyon, çekim yasası, zart, zurt ile bu dünyada iken öbür dünyada yaşıyor gibi yaşadığına bulduğun safları inandırmak; dilin dönüyorsa 1,2 allı pullu söz söylemek; evirip çevirip bir daha, bir daha, bir daha söylemek, birilerinden kopyalayıp kendine yapıştırmak; şakşaklayanlarını çoğaltmak ve bu arada keseyi bir güzel doldurmak; dünyalığını tamamlamak; kitap satışları, seminerler, bireysel hizmetler; ama asıl mesele sağ olsun inananlar; yani o inananların parası; amaç para, para, para. Bunların peşinde koşanlar ise; ki hedef kitle zaten zenginler; paralılar; iyice kafayı sıyırmış durumdalar; kafaları iyice karışmış durumda; tutunacak bir dalı dahi olmayan insanlar; bir bakıyorsunuz; villada; sefa içinde yaşıyorlar; ağızlarından yoga, meditasyon, çekim yasasından başka bir şey düşmez olmuş; hangisine daha çok inandırıldıysalar onu elbette; dini, imanı unutup yatıp kalkıp onu telaffuz eder olmuşlar. Nereden biliyorsun diye soracak olursanız; her gün sıkı bir şekilde yayınlanan yemek programlarını izliyorum; insan tahlili amacı ile değil elbette; tarifleri yazıyorum; orada gözüme çarpmaktan öte batıyor; yoga, meditasyon için evlerinde yer bile ayırmışlar bir çoğu; ipnotize olmuş gibi başka bir şeyden bahsetmeyenler bile var aralarında; bunları bilmek; biliyor olmak bir üst mertebe zaten biliyorsunuz. 2 fazladan kelime öğrenen kendini yaşam koçu; olabilirse ”guru” ilan ediyor; ast üst ilişkisi biçiminde yayıldıkça yayılıyor bu yaşam koçluğu meselesi. Her biri bir öncekinin; yaşam koçluğunu öğrendiği kişinin astı ama kendi de altındakilerin bir yaşam koçu sonuç olarak; onun; yaşam koçunun yanında yer almak kendisini yaşam koçluğu mertebesine ulaştırmaya yetiyor çünkü; profesör, doçent, araştırma görevlisi veya general, albay, yarbay, teğmen gibi derecelendiriyorlar kendilerini; kimsenin kendilerine bir paye vermesine ihtiyaç görmeden; kendi payelerini kendileri takıyorlar; güzel sözlere birbirinden güzel yorumlar; harika, muhteşem, inanılmaz vs; vs. Bir zamanların; hatta şimdinin resimden anlamayanlarının; ki resimden anlayanlar kimlerdir bilemiyorum; ”birader” diye söze başlamaları ve gerisini saçma sapan laflarla getirmeleri gibi. O resmi veya yazıyı beğenip yorum yapabiliyorsan sen o yazıyı anlayabilenler mertebesindesin; o yazının üstünlüğü ile sende yüceliyorsun gibi; ”ben neymişim be abi” silsilesi; ben bile saçmalamaya başladım baksanıza; ))) Gittikçe de yayılıyor üstelik bu silsile; tehlikeli bir biçimde; her türden insanı avucuna almış durumda; eğitimli, eğitimsiz; bilen bilmeyen; anlayan anlamayan aynı sözleri tekrar eder hale gelmiş durumda; birer papağan gibi; özellikle kadınlar üzerinde etkili bu eğilimler. Erkekler hep materyalist; para ile ilişkili bir dünyayı yaşadıklarından ve hazırcı yaşadıklarından bu gibi şeylere pek prim vermiyorlar. Hayat öyle çok alanda köşeye sıkıştırıyor ki kadınları; kaçacak bir delik arıyorlar mecburiyetten. Kadınların her geçen gün ”et parçası” olarak görülme grafiği yükseliyor; ve bu grafiği yükseltmeye hevesli kadınların sayısı ise gittikçe artıyor; eğitim, bilgi, görgü değil görüntü, görüntü, görüntü öne geçiriliyor kadınlar için. Kadının değeri eti; bacak boyu ve neresini ne kadar gösterdiği ile ölçülüyor; saçı uzun aklı kısaya dönüştürülüyorlar; düşünemeyen, üretemeyen, sadece yatakta işlevselliği olan bir hazır yiyici; bunlar hiç olumlu gelişmeler değil toplumumuz adına; bir toplumsal çöküş, köhnemeyi yaşıyoruz hep birlikte. Abarttığımı düşünüyorsanız açın o sözümona ”moda”’ programlarını ve görün kadınların; geriden gelen kadın neslinin acınası halini; her gün televizyonlardalar; o yeterli gelmezse evlenme programlarına da göz atabilirsiniz. Çok bakmayın; vaktinize yazık. O da olmadı diyelim; kim milyoner olmak ister’e bile bakabilirsiniz; ne acıdır ki! Kadın neslindeki bu geri gidiş; gerileme erkek neslinin işine geliyor elbette. Kadın ne kadar erkeğe muhtaç olursa kadınları istedikleri gibi oynatmaları o kadar kolay olur; o yüzden. Yatakta, evde, yolda, izde; her şekilde. Vurmak, dövmek, öldürmek; biliyorsunuz son günlerde moda bu. Hatta köstek bile oluyorlar kadınlara bu sebeple. Son günlerde yaşananlar düşünülürse; üstteğmen Nazlıgül’ün intiharı; 8 yıl mesleğinden uzaklaştırılan hakim Arzu Özpınar’ın işine geri dönmek için verdiği hukuk savaşı; ve daha neler, neler. Peşini bırakmayan şefinden kurtulmak için işinden ayrılan kadının erkekler tarafından baskı görüşünü ”Aynı zihniyetteler bir çoğu. Birbirlerini kollayacaklar elbet” demesi. Ayrıntılarıyla okumak isterseniz hepsi Ayşe Arman’ın köşesinde var. Geçen gün eski bir arkadaşım paylaşmış; ”kendimi kolayca ve rahatlıkla ifade ediyorum . .. Zihnim açık , düşüncelerim net … Kendi doğrularımı söylüyor , gerçek kendimi anlatıyorum … Huzurluyum.çünkü ben benim”; hiç bu işlerle ilintisi olmayan bir arkadaşım; onun bile kafasını çelmiş; yemeye başlamışlar; her boş buldukları temiz kafaya m.çıyorlar; ben o sözlerin kaç türlü versiyonlarını duydum, dinledim; bir bilse aklı şaşar; gülüp geçtim elbette yazdıklarına. Kulaktan kulağa oynar gibi; her düştüğü ağızda başka şekiller alıyor aynı sözler. Bir başka arkadaşım en son gördüğümde bunları defter tutup yazıyordu; bildiğiniz defter; sayfalarca. Bu bana şunu hatırlattı; bundan yaklaşık 15 yıl önce bir Bülent Hanım vardı; aşağı yukarı bin sayfalık kitabın 2000 yılına kadar elle yazıldığı takdirde ”kurtulunacağını” iddia ediyordu ve pek çok insan buna inanıp o kitabı yazdı; buna şahidim; 2000 yılını geçeli neredeyse 13 yıl oldu; hala görünürde bir felaket yok. Görünen o ki; 21 Aralık hepimiz için şart oldu; ”oynatmaya az kaldı; doktorum nerede”; top yekun halinde üstelik. Bu gidişe bir dur demek lazım. ***Kızımın elinde din dersi kitabını görünce aklıma geldi; bir karıştırayım dedim; 6. sınıf kitabı; 1. ünitenin adı ”peygamberlere ve ilahi kitaplara inanç”; konu başlıkları ise ”peygamber ve peygamberlere iman”; ”ilahi kitap ve kitaplara iman”; aynı ünite içinde; ”bütün peygamberler aynı amaca hizmet etmiştir sözünün anlamını araştırınız”; ”peygamberlere inanmak Allah’a imanın gereğidir”; (bu kısım 5 yıl önceki din dersi kitabında yok);”ilk peygamber Hz. Adem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar her topluma peygamber gönderilmiştir”; (5 yıl önceki kitapta ”her topluma” ibaresi yok); yani demek istiyorlar ki; Hz. Muhammed diğerlerinden farksız; sıradan bir peygamberdir; olayı sıradanlaştırıyorlar; dilleri kopasıcalar; daha bitmedi; ”müslümanlar tüm peygamberlere ve onlara indirilenlere inanırlar; bir ayette; Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız yazıyor”. Bakara suresinin 4. ayeti şöyleymiş; ”onlar sana indirilene de senden önce indirilene de inanırlar; ahirete de kesin olarak inanırlar”. Evet, 4 kitaba inanırız ama o kitaplardan kuranın bizim kitabımız olduğuna da inanırız; bundan neden bahsedilmiyor; sorun burada. Devam ediyor;”dört ilahi kitap vardır; Tevrat Hz. Musa’ya; Zebur Hz. Davut’a; İncil Hz. İsa’ya; Kuran-ı Kerim de Hz. Muhammed’e indirilmiştir; Allah tarafından gönderilen bütün bu vahiyler arasında öz itibarıyle bir fark yoktur”. Ben 11-12 yaşında bir çocuk olsam bütün bu anlatılanlardan sonra aklımda kalan tek şey kuran’ın bizim için diğer kitaplardan bir farkı olmadığı olur; zaten söylenmek istenende bu. 3. ünitenin adı ”son peygamber Hz. Muhammed’‘; yani özetle söylenmek istenen o ki biz müslümanların bir dolu peygamberi var ve bunların sonuncusu Hz. Muhammed; lanet olasıca müşrikler. Bir yaşıma girdim; daha neler göreceğiz bu delilerin elinden Allah bilir; senelerce kuranı okuyup anlamamıza engel oldular şimdi ise diğer kitapları okutup benimsetecekler zorla. 2007 ve 2012 basımı 6. sınıf din dersi kitaplarının yazarları birebir aynı ancak içerikte değişikler görülüyor. 2007 baskısında ünite 4 ”Kuran ve yorumu”; konu başlıkları ”İslam dininin temel kaynağı kuran”; ”Kuranın insan Allah; insan insan; insan evren; Allah evren ilişkisi”. İçerikte ise ”bizler İslam dininin temel kaynağı olarak Kuran’ı dikkate almalıyız” yazısı var. 2012 baskısında ise ”Kuran ve yorumu” konu başlığının altında ”Kuranda inanç, ibadet ve ahlak” konuları işlenmiş; başlık aynı içerik bambaşka; konunun içi boşaltılmış; 2007 kitabındaki gibi kuranı tanıtan, açıklayan, sevdiren bir bölüm değil bu bölümler; ki o bile yetersiz. ***Sümela Manastırı 88 yıl aradan sonra Ağustos 2010’da; Akdamar kilisesi 95 yıl aradan sonra ekim 2010’da; Diyarbakır Ermeni kilisesi ise 3o yıl aradan sonra Ekim2011’de ibadete açıldı; hepsi son 2,3 yıl içinde; bunların cami üstüne cami açmaları ne kadar inandırıcı geliyor size? Yeşilköy’e ise süryani kilisesi yapılması için karar çıkmış İstanbul büyükşehir belediyesinden; yeni; Aralık 2012’de. Yürütülen misyonerlik çalışmaları konusunda uyaran kişiler ise bir şekilde engelleniyormuş. Din kitaplarındaki düzenleme ve değiştirmeler ile aynı paralelde ilerliyor bütün bunlar.%50 oy çokluğu olunca; mecliste çoğunluğu sağlayınca ?güç benimdir? diyorlar; ondan sonra affedici olmak; herşey unutuluyor; tahammülsüzlük başlıyor. AKP?liler biz değiştik imajıyla geldiler; bunların aslında öyle düşünmediği; bir geriye gidişin başladığı hemen seçimlerden sonra belli olmaya başladı; ikinci seçim sonrasında değişiklikler başlamıştı. Muhteşem yüzyıl konusunda ?yargı üstüne düşeni yapacaktır? demesi bir çağrıdır; ayıpta bir çağrıdır. Başbakan sinirleniyor; sinirlendiğinde ise bir başbakanda olması gereken sağduyusunu, sabrını yitiriyor; o zaman çok yanlış şeyler söylüyor. Birinci seçimden ikinci seçime dek ısrarla bazı şeylerden kaçtılar; yeterince sağlam değildi galiba oturdukları yer; bir atasözü vardır; ?bir kıçıma yer edeyim; gör sana neler edeyim? gibi; sonra sonra bazı şeyler yapılmaya başlandı; Çamlıca?ya; Taksim?e cami yapılsın ama eskinin kopyaları olarak değil; ilim adamlarına; mimarlara, mühendislere danışılsın; artık tam ve mutlak hakim oldukları için kimseye birşey danıştıkları yok. Ben hiç korkmadım; korksam kabare yapmazdım; para kazanmak; yaşamak için çalışmak zorundayım. Kürt meselesi yeni bir mesele değil; Osmalıdan beri var. Oraya medeniyet ve olanaklar götürülmeliydi; ?götürülmedi?; dış etkilerin lütfen bilincinde olalım. Traji komik oyunlarda yer alıyor; kurban oluyoruz. Ermeni meselesi, kürt meselesi; en çok sergilenen oyun kürt meselesi; silah tüccarlığı diye birşey var. Para kazanıyorlar. Bunlar AKP öncesinden başlıyor. İlim adamları, din adamları dinlenmeli ve tek başına padişahlık taslanmamalı. Zeki Alasya; 6 Aralık; Aykırı Sorular.
Doğrudan beynimize saldırıyorlar, farkında değiliz. Tüm değerler siliniyor, beynimiz biçimlendiriliyor, bilgisayarımıza yeni programlar yükleniyor. Bizi biz yapan değerler elden giderken habersiz seyrediyoruz. Beş duyumuz ve zihnimiz gizlice ele geçiriliyor. Sonuçta algımız giderek değişiyor, dünyayı artık bu pencereden görüyoruz. Bizi yanıltarak irademizi ele geçirmeye çalışan bu karanlık savaş uyutuyor, aldatıyor ve tüm değerlerimizi yok ediyor. Görmemiz istenenleri görüyor, yapmamız istenenleri yapıyor, sinsi bir savaşın kurbanı oluyoruz. Yaşamsal sorunlarda bile beyinler donmuş, insanlar boş boş bakıyor. Her çeşit zihinsel aldatma sonucu dostu düşman, düşmanı da dost görmeye başlıyor, kendimizden bile şüpheye düşüyoruz. Sanki zaman tünelinde aklımız ve dimağımız kayboluyor. Akıl tutulması işte bu! Bilinçaltına gönderilen sinyallerle körpe beyinler yıkanıyor, geleceğin küresel robotları hazırlanıyor. İnsan ve toplumun yaşam tarzını kurgulamanın en kestirme yolu bu.
İnsan beynini ve yaşam tarzını kurgulayan kültürel salgın, sessiz ve derinden bulaşıyor. İnsan beynine en yoğun bilgi girişinin olduğu ortamlar; eğitim kurumları, medya, internet ve eğlence mekanları bu salgının yayılma yerleri. Çünkü bu virüs eğitim, öğretim ve medya yoluyla zihinlere kolayca nüfuz ediyor. Öncelikle aydın, sanatçı, toplum önderleri ve bilim adamları seçiliyor. Stratejik beyinlerin sessiz ve derinden ele geçirilmesi, her çeşit işgalden daha kolay ve etkili bir yöntem. Doç. Dr. Kemal Yeşilçimen; 3. savaş; zihinsel soykırım.
Be First to Comment