Press "Enter" to skip to content

Günlük 2p Nisan’15

***Kanlı ay tutulması dündü, söylendiği gibi oldukça kanlı geçti, Ankara?da otobüs 10 metreden uçtu, FB otobüsüne ateş açıldı, şoför yaralı, bir dizi oyuncusu babasını 32 yerinden bıçaklayıp voğazını kesmiş, ?içimden bir ses babanı öldür, yanımıza öyle gel, dedi? demiş, istanbul, izmir uçağı kuş sürüsünün içine girmiş, çok sayıda kuş çarptığı için uçak geri dönmek zorunda kalmış, kanlı geçmiş yani.

***Sadri Alışık öleli 20 yıl olmuş, her sene haberlerde tekrarlanıyor haber olarak, yaşadığı dönemde Ayhan Işık ondan çok daha yakışıklı ve ünlüydü ancak ne kerametse Ayhan Işık unutuldu, Sadri Alışık unutulamadı, unutulacak olursa ardında kalanlar neye tutunup iş yapacaklar, onun için unutturmuyorlar, mesele o.

Ölen her ünlüyü 20 sene boyunca anacak olsak yas tutmadığımız gün kalmaz, her haberde o var, büyük olay, Allah yerinde rahat ettirsin, ne yapalım yani, boş yere kafa şişirmece, Atatürk mü bu, nedir yani?

***Ekranların en cici dizisi olarak paramparçayı izliyorum, sadece dünkü bölümde gelişen şiddet içeriklerini anlatacağım size; oğlan araba yarışı yapıp kaza atlattı, anne kızına yolda sataşan iki delikanlıdan birinin kafasında yolun kenarında duran içki şişesini patlattı, karakola gelen baba o iki oğlanı iyi bir korkuttu, elle müdahale ile, diğer kız önüne gelene sataşıyor, dalaşıyor, kavga çıkarıyor, bölümün sonunda da diğer kızı kıskandığı için onun at bindiği tesisi yaktı.

Bugün bütün sol siyasi köşe yazarları fb otobüsüne saldırıyı yazmışlar, oturup bir dizinin bir bölümünü anlatsalar yeterli olurdu, niye boşuna kafa patlatıyorlar ki, bütün neden ortada, fitile ateşi veriyorlar, sonrada patlayınca patladı diyorlar, ne olmasını bekliyorlar ki?

***Bazı hayati bilgileri tekrar tekrar tekrarlamak gerektiğini düşünüyorum, hiç bir gıda çok fazla yenilmemeli, çok fazla protein, çok fazla karbonhidrat, çok fazla şeker, meyve, çok fazla olarak yiyilebilecek tek gıda sebzeler, salatalar, ne kadar yerseniz yiyin size bir zarar vermiyorlar, eti, proteini ele alalım, ilerisi trigliserid, kötü kolesterol yüksekliği, tansiyon ve bunların getirdiği sonuçlar, kalp krizi, felç vs. ekmek ve şeker ikilisi birinci dereceden kilo sebebi, kilo da yine o hastalıkların veya başka türlü hastalıkların sebebi, fazla meyve kan sulandırıyor, kan sulandırıcılar aspirin, nar, limon, portakal, vişne, kiraz, belkide meyvelerin geneli, çünkü hepsi sonuç olarak meyve asitleri içeriyorlar, asitte kanı sulandırıyor, sınırsız ve çok oranda yenmemeli, özellikle çocuklara daha çok dikkat edilmeli bu konuda çünkü onların kan oranları büyüklere oranla daha az olduğu için daha çok ve çabuk sulanabiliyorlar ve bu burun kanamalarına sebebiyet verebiliyor, çocuğunuzun veya sizin burnu içtiği limonataya, yediği vişne reçeline, nara, portakala bağlı olarak kanayabilir, hiçbir gıdayı sık tekrarlarla yememek gerekiyor, salatayı çok yiyorsanız onun bile limon oranını dengelemelisiniz.

Farzı misal, ben geçen markete gittiğimde meyve olarak sadece iki tane armut aldım, 4 kişiye iki armut, 4 gün oldu ve hala tezgahta duruyor, yenmedi bile, oysa eskiden olsa her meyve çeşidinden birer kasa alıp gelirdim eve, anında silinip süpürülürdü, şaka yapmıyorum, gerçekten öyleydi, 10 kilodan fazla karpuzun yarısını bir oturuşta bitirirdik, 4 kişi, üçü çocuk, şimdi çocuk değiller ama çocuk oldukları zamanda öyleydi, gerçi karpuz çıkınca çok değişen bir şey olur mu bilmiyorum ama artık daha dikkatli ve temkinli yenmesi gerektiğini biliyorum en azından, sonuçta alan benim ve satın alma aralıklarını ayarlayabilirim, her gün şekerli bir meyve yenecek diye bir şey yok, markete bir sonraki gidişimde yine 2,3 ayva veya belki elma alırım, şimdi aldıklarım daha makul ve orta yollu yiyecekler, havuç, salatalık, domates, içi kırmızı turp, yeşillikler, can boğazdan hem geliyor, hem gidiyor, dikkatli olun.

Çocuklarım küçükken bahçemde vişne ağacım vardı, her yaz reçel yapar ve bütün yaz, kış yerdik, küçük oğlumun ara ara burnu kanardı ve ben bunun yediğimiz vişne reçeli yüzünden olduğunu bilemezdim, nereden biliyim, yine kızım küçükken narı çok severdi, işi gücü nar yemekti, ayıklar ayıklar koyardım önüne yesin diye, nereden bilebilirdim kızımın burnunu sık sık kanatan sebebin o olduğunu, sık burnu kanayan bir çocuk gelişme geriliği yaşıyor, o yüzden her şeye dikkat etmek lazım.

Burun kanamasında burnu üstünü değil tam ucunu sıkmak gerekiyor, bu konuda hepimiz yanlış bilgiye sahibiz, tam ucu, ve enseye buz koymak gerekli, yaralanmalara bağlı kanamalarda ise bir tampon, bez ile üstüne bastırmak, kanın bir damlası öyle kıymetli ki vücut için, özellikle çocuk bünyesinde, tıbbi müdahaleler için bile kan verirken beş kere düşünün öyle verin.

Bunları daha öncede yazdım, okumuş olabilirsiniz büyük ihtimalle ancak her ay yazılabilecek kadar önemli olduklarını düşünüyorum, canımız olmadığında hiç bir şeyimiz yok, o içki, sigara içenleri ise hiç aklım almıyorhayat, can bu kadar değersiz mi? Bir insan ne emeklerle büyüyor. Gelinde bana sorun.

Şu an 80 yaşının üstünde olan bir bayan yaşamış bunu, çocukken bademciklerini aldırmak için Bolu?dan İstanbul?a gitmişler, bunu kanı sulandıracağı için kiraz, vişne vakti gelmeden gerçekleştirmişler, hatta çekerek koparılmış bademcikler ve uzun müddet kanamış, bu gibi bilgiler nesilden nesile aktarılmış olsa, ki bu kan sulanma meselesi demek ki 1940?larda bile biliniyormuş, benim gibi acemi anneler çocuklarının beslenmesine daha çok itina edebilirler, iyi niyetlerinin kötü sonuçlara varabileceğini bilirlerdi, işte bu nedenle sık sık yazılmalı, okunmalı diyorum, bu bilgiyi kendinizde saklamayın, duyan duymayana anlatsın ki kime ne zaman nerede işe yarayacağını asla bilemezsiniz. Hatta doğumu yaklaşmış, hamile kadınların bile bu bilgiye çok ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum, bana kalırsa özellikle hamileliklerinin son aylarında bu saydıklarımdan kaçınmalılar, ciddi anlamda kan kaybına bile neden olabilir yoksa bu durum.

***Artık her şeyi dümdüz anlatmanın zamanı geldi sanırım, bölük pörçük sizinde kafanız karıştı, 24 yaşındaydım, içten gelen dürtülerim bir an önce evlenip anne olmak istediğimi söylüyordu, hikayeye başlar gibi oldu ama gerçekten uzun bir hikaye, bana tatlı tatlı bakan bir genç vardı, oldukça da yakışıklı, bende karşılıksız bırakmıyordum bakışlarını, başlatan ben değildim kesinlikle, ama bir çift sert bakış beni kendime getirmeye yetti, o an için onunla birlikte olan kız, ki sonrasında ayrılmışlar, başka biriyle evlenmiş, bilseydim öyle olacağını vaz geçmezdim ondan, o bakışların farkına varmış ve bana dikmişti gözlerini, hiç öyle tatlı tatlı dağildi üstelik, iki kişinin arasına girmeye hakkım olmadığını düşünerek indirdim bakışlarımı, hem zaten o gerçekten çok yakışıklıydı, bende çirkin değildim ama ben bu konuda rekabeti kaldıracak bir yapıda değildim, insan kendini bilmez mi, hayat zehir olurdu bana, yinede o bakışların güzelliği kalbimde saklı, tatlı bir anı.

Tam o sırada karşıma çıktı kocam, ortalama bir erkek, tam bana göre yani, kıskanmam için çok nedenim olmayacaktı, rakipsiz yaşayacaktım, risksiz, hep yakışıklı olana vurur sanmayın piyangoyu, benimki de öyle bir akıl işte, şimdiki aklım olsa riski göze alır, hoşlandığım çocuğu seçerdim, öyle olmadı, ben kadere inanırım, demek ki alnıma yazılan oymuş, güvenilir bir izlenim bırakmıştı bende, çok düşünmeden, çokta tanımadan evlendim, birkaç ay içinde, aşık olmamıştım belki ama zaman içinde kocamı da sevdim, ilk yıllar çok parasızlık çektik, pazara gidip eli boş döndüğümüz çok oldu, eşyamız yoktu, yatağımız bile yoktu, tahtaların üstüne yatak koyarak yatmıştık ilk yıllar, çok dert etmedik parasızlığı, çocuklarımız oldu, evin, çocukların her türlü işini ben üstlendim, çünkü gerçekten çok çalışıyordu, işi onu gerektiriyordu, ihmal de ediyor muydu, belki biraz, birazda bol kazandığı paranın şımarıklığı yapışmıştı üstüne, pohpohlanıyordu çevresi tarafından, para bol olunca kıç yalayanda o oranda çok oluyor, parasız günlerimizde dönüp bakmayanlar baş köşeye yerleştiler, biri o yandan çekiyordu, öbürü bu yandan, sonuçta ben sadece evde çocuklarını büyüten bir kadın olup çıkmıştım, ancak onlara yetişebiliyordum, onu korumam, denetlemem, ne yapıp yapmadığını bilmem imkansızdı, bir yerden sonra herkes kendi aklına emanet, beni aldattı mı, hayır, yani sanmıyorum, ama eve geliş gidiş saatleri uzadı, hala çok emin değilim ama kendi gibi laklakçılarla vakit geçiriyordu büyük olasılıkla, çocuklar bir başına zaten beni zorlamaya yetiyordu, bende bol para harcıyarak çıkarıyordum hırsımı ondan, bir avm?ye giriş-çıkışım arasında 3-5 bin lira oynuyordu, o zamanlar para harcama konusunda Türkiye kadınlar rekorunu kırmışımdır, kesin, derken hayat hep böyle gidecek değil ya, bir gün paranın suyu kesildi, elde yok, avuçta yok, nasıl olsa hep öyle gelecek diye üç kuruş bile koymamışız bir kenara, olsa ne olacak, ödenecek borçlar var, o sülalesini doyurmuş, bense avm?leri, yine kaldık parasız, ama bizi çok sıkmıyor, kısıtlamıyor, çocuklarımız 10, 12 ve 5 yaşlarında.

Yine o sırada sözde akrabadan 3 kız var, bilemem, ben sadece gözümün gördüğüne inanırım, yeri gelir ona bile inanmam, onlarla sıkı fıkı, onlara gidip geliyor, kıskancım, elimde değil, 1,2,3 uyardım, değişen birşey yok, büyük bir olasılıkla ortada bir şeyde yok ama ben kabullenemiyorum böyle bir şeyi, ben nasıl 3 erkekle fingirdeyemezsem o da bana bunu yapamazdı, bir yandan sülaleye dağıtım da devam ediyor, alan gidiyor, öyle 3,5 değil, milyar milyar gidiyor, dolarlar, eurolar havada uçuşuyor, şu dayısının oğlu, şu bibisinin oğluna kadar varmıştı iş, hepsi aç, hepsi çıplak, bir o kadar da aç gözlü, ne karınlarını doyurabilirsiniz ne de gözlerini, ona buna ev almış, dükkan açmış, bunlar benim sonradan öğrendiklerim, bilmediğim neler var Allah biliyor, bense evde önüme konulana razı saf saf çocuklarımı büyütüyorum, çoğu zamanda çocuklarımla birlikte aç bırakılarak, aynen dediğim gibi, aç, hatta daha fazla aç kalmamak için kendime usuleten bir dükkan açtırıyor ve 3 çocuğumla o dükkana gidip geliyorum, 3-4 yıl boyunca, para var ama bize yok, nasıl bir işse, beyin özürlü, o dağıtmaya para mı dayanır, içeri girdi, borçlandı, ben evde durmaksızın çalışıyorum, o rahat çalışabilsin diye çocuklarıma hem anne, hem babalık yapıyorum, zaten havası bin beş yüz, cebi dolu ya, beni taslayacak, o işinde öyle yoğun çalışıyor, paralar hazır yiyicilere gidiyor, nereden biliyorum, o son 6 ay çocuklarımı birbirlerine teslim edip onunla işe gittim, her şey gözümün önünde cereyan etti, zaten biliyordum öyle olduğunu, kocam kafasına vur, ekmeğini al cinsinden “adamına göre ahmak” bir adam, aslında uyanık yani, kendince, Serenad’da zeka ile kurnazlığın ters oranda geliştiği söyleniyordu, tipik bir örneği, söyleyince, böyle yapma, sonu kötü olacak deyince ben kötü oluyorum, kavga ediyoruz, zaten sinir küpü, bütün gün hepsi üç şekerli olmak üzere en az elli çay içiyor, minimum 30; iki fırtta, gittiği her kapıda, 150 şekeri ekleyin bakalım vücuda her gün, neler oluyor, tatlılar da cabası, telefonları yerlere fırlatmalar, köpürmeler, “yetti artık, ne halin varsa gör” dedim ve köşeme çekildim.

Ondan sonraki 7 yıl boyunca aynı evin içinde tek kelime konuşmadan yaşadık, her şey unutuldu, o bir yaşam biçimi oldu, o eve geldi, gitti, ben surat asmaya devam ettim, yüzüne bile bakmadım, öyle olunca bize olan parayı iyice kıstı, olmadığından mı bilmiyorum, diğer beslediklerine o kadar kıstı mı en azından, o kadar yok muydu acaba, sanmıyorum, ama çocuklarımla yıllarca açlık sınırında yaşadığımızı biliyorum, açlık sınırı derken buna daha çok açıklık getireyim, 2,3 yıl boyunca çocuklarıma bir defa bile köfte yapıp yediremedim, şimdi daha iyi anlaşılmıştır ne demek istediğim sanırım, 3 kilo et parası ile 1 hafta geçiriyorduk, diş fırçası, diş macunu, deterjanı, her şey o paranın içinde, o parayla et alınamazdı, işin kötüsü az parayla nasıl yaşanır, ne yenir onu da bilmiyorum, eskiden biliyorduysam da unutmuşum, çocuklarım da bilmiyor, alışmışım her şeyi iyisinden kullanmaya, ucuz nedir, nasıl alınır bilmiyorum, alternatiflerini oluşturamıyorum kafamda, şimdi çok iyi biliyorum, çok bunaldım, üzüldüm, yıprandım, ama yinede beni en çok bunaltan hep olduğu gibi ilgisizlik, sevgisizlik oldu, dönüp iki kelime etmiş, gönlümü almış olsa belki bu kadar uzamayacaktı, etmedi, bende inat ettim, o sessizliği beni değil onları tercih ettiği anlamına geliyordu ki, bu da beni deli etmeye yetiyordu, 7 yılın sonunda 6 ay önce bir punduna getirip taşındım ve onu oturduğumuz evde bıraktım, geldi, 7 yıl konuşmadan eve gelip giden adam benimle konuştu, meğerse konuşmayı biliyormuş, beni ikna etmeye çalıştı, taşındığım eve gelmek için, kabul etmedim, o 6 ay içinde devamlı gelme dilekleri geldi oğullarım aracılığıyla, onu alırım, bunu alırımlar bana sökmedi, soğutmuştum içimi, 7 yıl uzun bir süre, soğumak için yeterli, önceki kırgınlıklarda var zaten, şartlanmıştı beynim, ben iyiydim, o kötü; gerçi öyle zaten;))) Şimdiye dek, önceden yazdığım her kelimenin de arkasındayım, ne bir eksik, ne bir fazla, olduğu gibi anlattığım her şey.

Ta ki burun kanamaları başlayana dek, son 15 gündür ara ara burnu kanıyormuş, şiddetli kanamalar, her oturuşta 2-3 kilo portakal yerse olacağı o, kanlı ay tutulmasının olduğu gün oğlumla İstanbul?daydılar, burnu kanayınca geri gelmişler, diğer oğlum olanları ve onları almaya gideceğini söyleyince eve getirmesini söyledim, o halde iken daha fazla yalnız kalmasını istemedim, o kadarda gaddar değilim, o da benim için aynı şeyi yapardı, daha fazlasını da, yapıyor da, bu sürede birilerine kapılanmış olsa canıma minnette, yok öyle bir şey,  her daim çocuklarının peşinde, birlikte yemek yiyor, avm gezip alışveriş ediyorlar, baba olduğunu hatırladı diycem de, hiç öyle şeyler yapmadı ki şimdiye dek, nasıl hatırlasın, biz onun parasıyla onun yerine de çok gezdik ama, çokta hakkını yemiyeyim, neyse ihale yine bana kaldı, en azından bir süreliğine kalır diye düşündüm, 3-5 gün, ben kendimden eminim, 7 yıl sıfır iletişimle yaşamıştık aynı evde, 2500 gün, başka 100, 200 günlük küslüklerimizde olmuştu, 3-5 günden ne çıkardı ki, öyle değilmiş, hem hasta, hem onca yaşanmışlık var, içim dayanmadı, hiç böyle olacağını düşünmemiştim, ömrümün yarısı onunla geçmiş, onun yolunu gözlemişim, aklın reddetse bedenin, dokuların hatırlıyor o sevgiyi, yakınlığı, yani sözün kısası artık evde, 3-4 gündür, hayatından memnun, hemde nasıl, burnu kanadığı için seviniyor bile olmalı, halinden öyle anlaşılıyor yani, bende memnunum, onsuz bir yanım hep eksikmiş sanki, içimdeki sertlik, katılık yerini yumuşamaya bıraktı, sadece dokunarak üstelik, hasta bir adama sadece dokunabilirsiniz, bir eşin yaşattığı duyguyu kimse, hiçbir sevgi yaşatmıyor, 25 yıldan sonra anlaşmak için ne dokunmaya ihtiyacınız kalıyor ne de konuşmaya, o beni özlemiş bende onu, gerisi boş, hikaye, geçmişe mazi derler, alın size bir hikaye.

O dersini almış gibi görünüyor, ilgisizliğin, ?var ama yok? olmanın, olmamanın, yalnız bırakılmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmiş, orada bir sorun çıkacak gibi görünmüyor, bakalım ben dersimi almış mıyım, göreceğiz. Bu saatten sonra kimseye ne bir söz veririm ne de bir vaatte bulunurum, kendime bile, deli delidir, ne yaparsa yeridir modundayım, gör beni göreyim seni, hayatın kıstası bu kadar basit, sadece para anlamında almayın bu sözü, para da içinde elbette, her türlü alışveriş, duygu, ilgi, düşünce vs. kendini çekmemi istiyorsa o da beni çekecek, hoş tutulmak istiyorsa o da beni hoş tutacak, yok öyle 3 kuruşa 5 köfte, eski sersem değilim artık, o köprünün altından çok sular geçti, hemde ne serin, soğuk duş etkisiyle, kimsenin gözünün yaşına bakmam, önce benim gözümün yaşı, severim, sevmişim o ayrı, yeri geldiğinde sevdiğimi içime gömmeyi de bilirim, sev beni seveyim seni, parola bu, ve beni seviyorsan bunu bana göster, bileyim, her zaman, her daim. El kıymetliyse git ele göster, hem bana hem ona gösteremezsin, su testisi su yolunda kırılır.

Paramparça adlı dizinin son bölümünü birlikte izledik, o önceden hiç izlememiş, sonuna doğru baktım hiçbir şey anlamamış, sadece bakmış, anlasam ne olacak ki dedi, aramızdaki fark buydu belkide, ben ayrıntılara takılırken o yüzeysel yaşıyor olabilirdi, kim bilir?

Saat 5.5; uyku arası molası, hoca ezanı bitirdi, kalkmaya son iki saat kalmış, uyusam mı ki?

***Onu kendine, hatalarına rağmen itmemeli, korumalıymışım, aklı yetmeyen bir çocuğu tehlikeden korur gibi, bunu yapmadım, kıskançlık, bana itaatsizliği, bana bunu nasıl yapar düşüncesi gözümü kör etmiş, her ne olursa olsun onu ne kadar sevdiğimi, bana olan sevgisini bana unutturmuş, olan kime oldu, yine bize, 3. kişiler paramızı yiyip keyiflerine baktılar, hepsi bizden daha sağlıklı, sırım gibi, bizimse yıllarımız, sağlığımız gitmiş, ikimizin de, 10 yılımız gitmiş, geriye ne kalıp kalmadığı ise belli bile değil, 3 orospu, bir adamın ailesiyle olması gereken zamanı çalan, onu ayartan orospudur benim nazarımda, orospu olsun olmasın, orospuluk bir türlü değil ki, hayatımızı alt üst etti. Evli adamı kek yaptım diye mesaj atıp evine çağırmakta neyin nesi, ben biliyor muyum o evde neler döndüğünü? Git koca bul kendine, ona pişir, onunla uğraş, elin kocası ile işin ne? Nasiplenecek ya! Orospuluk bedava. Orospuluk çok daha şereflidir onların yaptıklarının yanında, hiç değilse neyi ne için yaptıkları belli.

Üçünü toplasan kesip attığım tırnak etmez ama onu gel bana anlat, derdim onlar değil ki, takılmışım plak gibi, bunu bana nasıl yapar. Sorulacak soruların başında şu geliyor, “buna değdi mi?” bakalım ne cevap verecek?

Hiçbirine helal etmiyorum hakkımı, o zamanda etmedim, yine etmem, çocuklarım onların yüzünden aç kaldı senelerce, Allah hastanelerde yemeyi nasip etsin hepsine. Hasta düştü, hangisinin kapısına gidebildi, hiçbirinin, yine bana mum oldu. Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü. Ona evimi açmış olmam koşulsuz şartsız onu kabul ettiğimi göstermiyor, bugün açtıysam yarın kapatabilirim, bu tamamıyla ona bağlı, diğerleri ne kadar suçluysa kocam onların misliyle fazla suçlu, ben onun yerinde olsam oturur bir düşünürüm, kendime saklayıp çocuklarımdan esirgediğimi Allah burnumdan mı getirdi diye, bunun için daha gelişmiş bir beyne sahip olması gerek elbette. Allah’ın parmağı yok ki gözüne soksun, yapabilecekleri belli. Allah biliyor içimden geçeni, kuldan niye saklayayım. Söyleyene değil, söyletene bak! Bunları yüzüne de söylerim, söyleyeceğimde, hele bir iyi olsun, o yüzden yazmakta bir sakınca görmüyorum. Ben her halükarda söyleyeceğim bunu yüzüne, ister yutar, ister gargara yapar, kendine kalmış. Bu saatten sonra kimse benden birilerine acımamı, merhamet göstermemi beklemesin, bendeki rezervler tükendi.

Bu kadar uzun zaman geçtiğini fark etmemişim bile, aklımda olan sonsuza kadardı zaten, o kadar kapatmıştım kalbimi ona, yine iyi anıma denk geldi, onu bekliyordu zaten pusuda, kırılmış, yorgun, bana bir daha alışmaya korkar gibi bir hali var, tereddütte, gelir gider aklıma güvenmiyor, eh, haksız sayılmaz, geçer elbet, unutulur, ilacı zaman, o iyi olsun yeter, gerisi kolay, hallederim;))) Yeter ki bam telime dokunmasın, bam telim neymiş, kıskançlık. Pire için yorgan, niye yakılmasın ki, ben yakarım. Ucunda ölüm var deseler fark etmez. Övünmek gibi olmasın, azıcık deliyimdir. Bazen öyle, bazen böyle yazıyorum, farklı zamanlardaki ruh halimden, aralara giriyor sözcükler. Kayıp 10 yılın hazmı kolay değil.

***Kocacığım ve kızımla pazar gezmesi yaptık, abiler kendi hayında, dersleri var, arkadaşları var, birini bırakıp diğerini buldukları kız arkadaşları var, bize ayıracak zamanları yok, yıllardan sonra ilk defa onun kullandığı arabaya bindim, garip geldi, bir yabancı gibi, evde yabancılık çekmiyorum da dışarda garip geliyor, o da öyle, pek dışarıda görüşmediğimizden olmalı, önce çiftlikte döner yedik, sonra kentparkta film izledik, bu birlikte izlediğimiz sanırım ikinci film, ilki 25 yıl önceydi;))) Arada atladığım var mı bilmiyorum ama olsa hatırlarım. O bizimle pek takılmazdı, meşgul adam, ben onu 8 yıl meşgule atınca hep meşgul olmanın ne olduğunu anlamış olmalı, 8 yıl kafi gelmiş gibi görünüyor, yoksa çocuklarımla hep izledik. Türk filmleri ilgimi çekmez, aslında daha çok severim ama ne çıkıp çıkmayacağına güvenemem, 2 saatimi riske atamam, evde olunca 5. dakikada kapatıyorum nasıl olsa, hızlı ve öfkeli de bana yaramaz, Adam Sandler’ın şans ayağıma geldi’yi izledik, komedidir diye, o da komedi çıkmadı, adamın, yani Adam’ın komedi yapmayacağı tutmuş şansımıza, asık suratlı bir Adam izledik. Ekmek, patlamış mısır, dondurma derken bütün enerjim düşmüştü eve geldiğimde, sızıp kalmışım, her zamanki gibi gecenin bir yarısı hortladım, birazdan yine uyurum, artık onları, şeker ve karbonhidratı neredeyse hiç yemediğim için vücudumdaki farkı daha iyi fark ediyorum, onları bırakalı beri enerjim çok yükseldi, hiç düşüp kalmıyorum yorgunluktan artık, istediğiniz her şeyi yiyin, istediğiniz kadar, ama yanısıra şeker ve karbonhidrat yemeyin, çok şey değişiyor, Canan Karatay çok haklı bu konuda.

Paulo Coelho’nun Simyacı adlı kitabında adam aradığını bulmak için yollara düşer, bir sürü badireler atlatır, sonunda bakar ki aradığı şey aslında başladığı yerdedir, ama onu bulabilmesi için oralara gidip onları yaşaması gerekmektedir, bizimkide ona döndü, döndük dolaştık yine birbirimizi bulduk, şimdilik hiçbir şey konuşulmuş, bir anlaşmaya varılmış değil, hala hasta muamelesi görüyor benim tarafımdan, üstüne gitmiyorum, ama eskisi gibi ele verince sevap, bana verince günah yaparsa iş değişir, neyse, yinede Allah bozmasın diyelim. Ha, olacak olursa ne olur önü sonu, olay sürüncemede kalmaz, netleşir, artık peşimden meeee’leşemez, sen yoluna, ben yoluma, bu konudaki haklılığımı bir kez daha görmüş olurum, son kez yani. Eğer bu iş dikiş tutmayacaksa daha fazla yalama yaptırmanın bir gereği yok. Göz göre göre kendime işkence ettirecek değilim, daha fazla, yeterince etti zaten geçmişte.

Ben nezle olursam ona da bulaşacağını bilecek, ister istemez, dip dibe yaşadığımıza göre bunun kaçışı yok, bilmiyorduysa öğrenecek, öğrenmenin yaşı yok. Mutlulukta, mutsuzlukta hastalık gibi bulaşıcı, birinden bir diğerine geçiyor, hep ben mutlu olayım dersen mutlu olunmuyor, mutluluk yalnız başına mümkün değil, insana mutluluk veren kendi değil etrafındakiler, kendi mutluluğun ölçüsünde onların da mutlu olması gerek ki o mutluluğu alabilesin, yoksa işin zor, bunu 8 yılda öğrenmiş olabilirdi ancak dediğim gibi pek zeki değil, öğrenmediyse, öğrenirse ne ala, öğrenmezse kendi bilir. Bu sefer düştüğü yerden bende kaldırmam, kalkabiliyorsa kalksın. Hep bana, Rab bana dersen kendinle başbaşa kalırsın. Şimdiye kadar yaptıysa da bundan sonra yapamayacak, en azından bana, buna izin vermeyeceğim.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *