Press "Enter" to skip to content

Günlük 4j ağustos’18

***Yaklaşan güneş tutuıması keyifsizlik, tatsızlık veriyormuş bugünlerde, ben de öyleyim bu ara, içim sıkılıyor, eve sığamıyorum, dışarı çıkmak istemiyorum, ne yapacağımı, ne edeceğimi şaşırdım, tam ben bir şeyleri yaşamaya başlıyorum, bir bakıyorum twitburç tam karşılığını paylaşıyor o an yaşadıklarımın, tesadüf olmadığı kesin, sizin de bu ara canınız sıkkınsa geçici olduğunu bilin diye yazıyorum, ben bildim siz de bilin, güneş tutulması 11 ağustosta, ama etkileri bir hafta öncesinde daha belirgin oluyor, on gün önceki ay tutulmasında da bir hafta, on gün öncesinde hissetmiştim etkilerini, vakit yaklaştıkça hafiflemişti, bir ben bu kadar etkilenmiyorumdur, hepimiz etkileniyoruz ama kimilerimiz farkında neler olduğunun, siz de farkında olun, 3 tutulma peşpeşe yerlere serecek bizi, şu vişneyi de az yesem iyi olacak, hem kilo aldım hem de sanırım o da sinirlerimi tetikliyor, şekerin, fazla şekerin birinci marifeti o zaten, sinir sistemini alabora etmek, her kahvaltıda masaya konacak, her gün yenecek, içilecek diye bir zorunluluk yok, ara ara yemek lazım, ilaç niyetine, alışkın da değil vücut bu denli şekere, normal bir sonuç, kendimi alamıyorum can sıkıntısından, neyse ki geçecek, geçici.

***Sabah oğlumu havaalanına bıraktım, polonya, sırbistan falan gezecekmiş, yine, geçen yıl yine bu zaman havaalanına giderkn yolda yarı uykulu gibiydi, kendinden çok zihni uyuyordu, arabayı o kullandı giderken ama ben her an tetikteydim, bugün de o kullandı ama baktın zihni berrak ve açık, uyumuyor, şu geçen zamanda uyguladığımız temiz beslenme planı karaciğeriyle beraber zihnini de açmış, hala enginar hapı içiyor zaten, bırakmadı, bu seferki tatili daha iyi geçecekmiş gibi, ne yersen o’sun, bunu artık öğreneceğiz, yediğin her şey aynı zamanlı olarak her bir organına etki ediyor, karaciğere, göze, beyne, parmağına, hatta tırnağına bile, insan bedeni tıbbın ayırdığı gibi ayrı ayrı bölümlerden oluşmuyor, bir bütün, ve o bütünün her parçası her yapılan yanlış veya doğrudan nasibini alıyor, yani göz doktoru, o doktoru, bu doktoru diye ayırdığınızda bütünü görme şansını kaçırıyorsunuz biraz da olsa, oysa ki insan bedeni bir bütün.

Bunun için çok ta bir şey yapmadık aslına bakılırsa, aşağı yukarı aynı hayat düzenimiz devam ediyor, sadece bir yiyilmeyecekler listesi yaptık kendimiz için, dondurma, kahve, çikolata, her tür şeker, bütün bu değişimi buna borçluyuz, sadece oğlum değil kızım için de aynı şeyler geçerli, şimdiye kadar bir türlü aklını veremediği derslerine şimdi tümüyle kanalize olmuş durumda, pürdikkat derslerine verdi kendini, ki bu yıl üniversite sınavına girecek, tam zamanında yani, bu geçen yıl imkansızdı, şimdi arkadaşlarına bakıyor ve eski halini onlarda görüyor, bir türlü kafasını toparlayamayan, kendini derslerine veremeyen ve soru çözümlerinde bir türlü başarılı olamayan arkadaşlarına, eğitümsel başarının sırrı da ne yiyip ne yemediklerinizden geçiyor, hayattaki her tür başarının aslında, iyi, olumlu bir insan olabilme başarısının anahtarı da bu, ne yiyip içtiğin, ne yersen osun, ne yiyorsunuz ve ne yemiyorsunuz, bunun ayrımını, çizgilerini iyice belirlemeniz lazım, geleceğiniz için, geleceğimiz için, hepimiz için.

İncekte oturuyorum, anadolu bulvarı, çevre yolundan gittik havaalanına, 50 km buradan havaalanı, dönüşte baktım anadolu bulvarı aşırı dolu, girilecek gibi değil, yaklaşık 2 km kuyruk var girişte, belkide 1 km, ama hiç az değildi yani, saat sabah 8, tam trafik saati, çevre yolundan biraz daha ilerledim, şehir merkezi yazan yerden girdim, o giriş bomboş, bir ben girdim, göksuparka çıktı yolumuz, orada kahvaltı ettik kızımla, kimse yoktu, erken olduğundan olabilir, binalar çevirmiş olduğu gibi etrafını göksu parkının, yakında adını göksutaş parkı yapsalar daha yerinde olur, ve aralıklı da değil binalar, bitişik, tam bir duvar gibi, biraz daha dolarsa yaprak kıpırdamaz orada, hiç hoşuma gitmedi o görüntü, neredeyse parkın içine girmişler koca koca inşaatlar, kızımı dersanesine bırakıp evime geri geldim, şimdi akşamdan kalan bulaşıklar toplanacak, çamaşırlar toplanıp yerleşecek, iş çok, yine, yine, yine, ama ev süpürme derdinden kurtuldum, o iş bitti, yazmıştım belki, hatırlamıyorum, yazdıysam da tekrar olur, yaklaşık 3-4 aydır hiç elektirik süpürgesiyle ev süpürmedim, sağ kolumda, bilek ve dirsek arası, sabit bir ağrı vardı yıllardır, devamlı süpürge tutmaktan, ütü yapmaktan, taşımaktan, 5 kişinin yiyip içtiğini ben taşıdım tek başıma yıllar boyu, vs. o bile geçti, irobot 980 aldım. o benim yerime süpürüyor, bayağı bir rahat ettirdi beni, ev olurken bütün makinalar düşünülor da bir robot süpürge düşünülmüyor nedense, büyük rahatlık, sadece içini temizliyorum her süpürüşünde, o kadar, gerisini o hallediyor, birde temizleyceği alanı topluyorum. geri kalan iş onun, madem ki bu dört duvar evlere tıkıldık o evlerin işinin altından kalkabilmenin kolay yolarını da arayacağız, cam silici de aldım ama o süpürge kadar başarılı çıkmadı, belki daha iyisini almalıydım ama cam yer gibi değil, parça parça ve her koşulda uğraştırır gibi görünüyor.

Bugün derya baykalda doktor gökhan bilmem ne omurga kireçlenmesini, ameliyatını anlattı, önce ayak takılması, sürtmesi ile başlarmış, sonra idrar, sonra gaita kaçırma ile, en son bel omurgası yerinden oynar ve felç olurmuş insan, yüzme ve pilatesle güçlendirilmeliymiş bel kasları, elektirik süpürgesi tutmak gibi eğilerek yapılan işler sebep olurmuş hu kireçlenmeye, her süpürme, silme işleminden sonra belimizin ağrıması, tutulması boşa değilmiş demek ki, robot süpürge benim temizlediğimdn çok daha iyi temizliyor üstelik, iki saatte tertemiz ediyor evi, biraz gürültüsü var, normal elektirik süpürgesi sesi kadar, o kadar, başka bir meşakkati yok, üstümden para dökülse evimde çalışan birini istemem, temizlik vs. için, varlığından bile rahatsız olurum, evimde kafama göre yaşamalıyım, ister iş yaparım, ister yatarım, kendi keyfime, kafama göre, pisse benim pisim, temizse benim temizim, benim pisim bile elin temizinden her halükarda temizdir, ama temizlik makinesine verilen paraya da hiç acımam, canım paradan çok daha kıymetli, her zaman.

Para diyince aklıma geldi, geçen gün büyük oğluma “baban fazla faiz ödememek için 120 bin liralık krediyi kapatacak, bunun içinse senin arabayı rehin gösterip yeni bir kredi çekecekmiş, arabanı rehin vermek istiyor musun diye sordum, hiçbir olumsuz imada bulunmadan, yoo, istemiyorum, niye isteyeyim, hem ben arabamı satacağım, ama ona satacağımı da söylemeyin çünkü arabayı sattığımın parasını da ister benden” dedi, öyle babaya böyle oğul, olmak gerekiyor demek ki, çocuğumun bu denli gözü yılmış babasından, daha geçtiğimiz aralıkta taylanda gitti, o zamana dek borçtan bahseden yok, döndü 200 bin kredi borcu varmış, onca borcun varsa tayland da ne işin vardı madem, paranın nereye gittiği de belli değil, aarar yok, ödeme yok, ama borç var, ama derdi bizim, ödemem var, borcum var demek için bahane, ne zaman bitmiş ki şimdi bitsin, bitse de bitmez, kendine biter de bize bitmez, yavşak yine yavşak, yine yavşak, bir ben değilim demek ki yavşak olduğunu düşünen, böyle dile gelmese de o söylenenden bu mana çıkıyor, hani uzağımda olunca unutmuşum bir nebze de olsa yavşaklığını, ama yakınındakiler hatırlamama vesile oluyor işte, bir o biliyor yiyip içmeyi, yaşamayı, biz ne biliriz, kapa eve, sesi çıkmasın, bul şimdi, bulduklarının gör hayrını, onlar sana yakışır, sen de onlara, domuz dölü, Allahın sevdiği kuluymuşum, ondan kurtuldum ya, bundan sonrası bana kaydırak. Havaalanına giderken sordum küçük oğluma sordum, hani ben memnunum da yeni hayatımdan, o da memnun mu acaba diye, çok umrumdaymış gibi memnun olup olmaması, laf olsun torba dolsun işte, zafer turları, bu kadar olsun oh’lanayım ama değil mi, düşmez kalkmaz bir Allah, bir gün sen beni, öbür gün ben seni, şimdi dursun dursun dizlerine vursun, ben ne yaptım diye.

***Düşünün ki etrafımız oğlumun, kızımın eski hali, eski kocamın her zamanki hali gibi insanlarla dolu, son günlerde çok oluyor, bilmem sizin de dikkatinizi çekti mi, linç olayı, biri bir başkası için sapık, hırsız vb bir şey demeye görsün, bir anda bir kalabalık çıkıyor ortaya ve eşek sudan gelinceye kadar dayak yiyor adam, ya sakat kalıyor adam, ya ambulansta can veriyor, ya da hastanede, peşpeşe çok çıktı bu ara, hep dikkatimi çekiyor, hatta dün yine vardı, bir taksi şoförü, hırsız demişler adam için, hurra, bacak, kol, kaburga, her yeri kırılmış adamın, her yeri alçıda, bizi bu şekere gark eden, teşvik eden, gözümüze gözümüze sokan mason, yahudi, israil, amerika işbirliği mi acaba, yani şeytanın bu dünyadaki vekilleri, haçlı seferlerini bu şekilde mi sürdürüyorlar, müslümanları kırmanın, yok etmenin yolunu bu şekilde mi bulmuşlar yoksa, merak ediyorum, bir baksam iyi olacak aslında, yabancı tv lerde de bu denli şeker reklamı yapılıyor mu diye.

O kalabalık sonra nereye gidiyor, evlerine, evlerde şiddete devam, her türlü, yanımız yöremiz manyak doldu.

***Yaşın kaç diye bir yarışma başlamış, on dakika baktım, yaşı ararken ipuçları veriyorlar, kıbrıs harekatı, çernobil faciası, o olayın yılını bilseler yaşı da bilecekler, ama ne yazık ki bilen yok, bir 74, diğeri 86, öyle eski tarihler falan da değil ama bilmiyorlar, cehalet almış başını yürümüş durumda, kafalar şekerle dolu, almıyor başka bir şeyi.

***derya baykalda ığdırda aç, susuz bırakılıp öldürülen küçük kız anlatılıyordu her gün, leyla, sonra konu değişti, beykozda 2 gün boyunca en az 15 kişi tarafından tecavüz edilen 12 yaşındaki kız çocuğu anlatılmaya başlanmıştı ki yeniden diğer küçük kız anlatılmaya başlandı, ya bir yerlerden bir emir geldi ya da pislik o kadar büyük ki ortalığa yaymaya çekindiler, bir şeyler oldu yani. Belki de ölmüştür çocuk, fakirin çocuğu bedava nasıl olsa.

Bu doktorların kafası çok karışık, geçenlerde gürkan kubilay günde 6 öğün yiyin demişti, şeker kontrolü için, ben de yazmıştım ya, bugün de ahmet rasim küçükusta günde 6 öğün yemek yenir mi, 2 öğün yeter dedi, gel de çık işin içinden, artık bir gün 6 bir gün 2 öğün yer ortayı buluruz bizde, aman, kime ne, canınız ne zaman, ne kadar isterse o kadar yiyin olsun bitsin.

Bu konuda osman müftüoğlu da 2 öğün diyor, canan karatayın derin bilgilerine erişemedim öğün sayısı konusundaki ancak benim naçizane görüşümü soracak olursanız şekerden uzak durulan öğünler ve öğün araları insülini tetiklemeyeceği ve açlık hissi uyandırmayacağı için, ve bu durumda şeker dengesi de bozulmayacağı için vücut kendinin ne kadar yemek isteyip istemediğine karar verecektir, bu da iki veya üç üğündür kanımca, yeter ki siz şekerden uzak durmayı becerebilin, mesele kaç öğün yediğin değil ne yediğin, kaç öğün yediğini, yiyeceğini belirleyen şey de zaten ne yediğin, hal böyle olunca da bırakın ne kadar yiyeceğinize, ne aralıklarla yiyeceğinize metabolizmanız karar versin, bütün hocaları dinleyerek hocaların hocası mertebesine ulaşmışımdır artık, mutlaka, ahmet rasim küçükusta yüzmeyi önerdi ama havuzu önermedi, temizlik kimyasalları yüzünden, madem ki yüzmek yararlı burada bir yarar zarar dengesi kurulabilir mesela,  herkes denize her an ulaşamadığına göre ve havuz daha ulaşılabilir olduğuna göre, ve yüzmek yararlı bir aktivite olduğuna göre bazı zararları da görmezden gelinebilir bence, bu kadar katı ve değişmez yaklaşmamak gerekiyor meselelere, öyle bir çırpıda kestirip atmamak gerek, onca havuz insanlar gitmesin diye yapılıyor olamaz değil mi, biraz daha geniş düşünmek lazım konuşurken, kısıtlamalarda biraz ölçüyü kaçırdıkları kanaatindeyim, söyledikleri şeyler Allahın kelamı değil elbette, her dediklerini yapacak, uygulayacak değiliz ama onlar da biraz düşünerek konuşmalılar, onca havuz boş beklesin, çürüsün diye yapılmıyor, biraz hadlerini aşıyorlar gibi, hiç değilse milli servete saygı duy, bir olurunu bul, haftada bir de, ayda bir de, ama bir şey de, bu kadar insan da mal değil değil mi, o havuzları yaptıklarına göre.

***osman müftüoğlu şeker zehirdir diyor, doğru, iyi, güzel, ama tatlı yiyeceğiz tabi de diyor, siz ne anlıyorsunuz bundan, zehiri yiyin diyor, doktor olan adam zehiri yiyin der mi hiç, bundan sadece bir yıl önce, bir yıl öncesine kadar sınıfının en başarısızları arasında yer alan kızım şimdi, doğru beslenilen bir yılın ardından, şekersiz ve kahvesiz, dersanesinde ilk onda yer alıyor, bu ne sihir ne keramet, çocuklarımızın, bizim beyinlerimizi oyuyor o şeker denen şey, löppedenek yapıyor, içini boşaltıyor, ve kahve de, uzak durun, uzak durun, uzak durun, çevrenizdekileri, çocuklarınızı uzak tutun, uzak tutun, uzak tutun. osman müftüoğlu kahve de için diyor zaten, günde 4 bardak, mason mu acaba, olamaz mı, olabilir tabi, neden olmasın, kimin ne olduğunu nereden bilebiliriz, bizim hayrımıza mı yoksa şerimize mi çalıştığını da bilemediğimiz gibi, ahmet rasim küçükusta olabilir mi mason, yüzmek yararlı ama havuza girmeyin dediğine göre, neden olmasın, olabilir, benim bu konuda bunca yaygara yapmama rağmen, 1 yıldır, susanlar, konuşmayanlar olabilirler mi mason, neden olmasın, olabilirler tabi, anlayacağınız iyi tezgaha getiriliyoruz.

Örnek çok, bundan bir yıl önce, sadece bir yıl, geçtiğimiz yaz, oğlum yurt dışına gideceği zaman birlikte gidelim dediğimde ben seninle gitmem diye açıkça tepkisini dile getiren oğlum, ki bu senden hoşlanmıyorum manasında da söylenmiş bir söz, ki şimdi yine yurt dışında, kızıma bir dahakine annemle gidelim demiş, ve en çok annemi özledim de demiş, ben aynı ben, o aynı o, ama aradan geçen sürecin ne olduğu, nasıl geçtiği önemli olan, yediklerinden çok yemedikleriyle karaciğerindeki pislikler çözüldükçe içinde biriken pislikleri de çözülüyor oğlumun, biz biz değiliz, o pislikleri yediğimiz sürece, olduğumuzdan, gerçekte olmamız gerekenden çok çok daha farklı kişileriz, hadi kendimize gelelim, onları yemeyerek, bir yıl dediğiniz ne ki, su gibi akıp geçer, bir yılda nereden nereye geldik bakın, sizinle de bir yıl sonra bambaşka insanlar olarak konuşalım birbirimizle, belki bana olan bakış açınız bile değişir sizin de, beni bir ikah, bir kraliçe olarak ilan edebilirsiniz mesela belki o gelecekteki halinizle, bunu kim bilebilir, siz aslında siz bile değilsiniz, yani bu halinizle, şekere bandırılmış, kahveye batırılmış halinizle, kara büyü bu, şeker ve kahve, silkinin, arının ve kendinize gelin, cehennemden, ki kendi yarattığınız cehennemden, cennete geçiş yapın, bu bu kadar zor mu, sadece yediğiniz içtiğiniz iki şeyden fedakarlık ederek, onları yiyip içmeyerek bütün bir hayatınızı değiştirmek, size vaad ettiğim şeyler inanın bunlara değer, sakin, geniş, olabildiğince geniş ve ferah bir kişilik, ve daha bir sürü artıları olan bir hayat, seka, algılama kapasitesi, sapasağlam sinirler, vs. inanın buna fersah fersah değer.ü, yepyeni, bambaşka bir hayata adım atın, kendiniz için, etrafınız için, sevdikleriniz için, ve sevmedikleriniz için, belkide o sevmedikleriniz bile sevdiklerinizdir aslında, bunu test edin bence, test edin ve görün, gerçekte sevdikleriniz miymiş sevmedikleriniz miymiş diye.

Dünya gidiyor aya, biz kalmışız yaya, marketin kitap kısmında bir kitap ilişti gözüme, üstünde aylarca amazonda bir numara oldu diye yazıyor, adı akıllı bağırsak, kaçımız aldı, okudu, okuyunca yazacağım, türkiyede kaç sattı acaba o kitap, market raflarına kadar düşmüş olduğuna göre elde kalmış olmalı, şimdiye dek söylediklerime yakın şeyler olduklarını sanıyorum kitapta yazılanların.

***Dolar dün aldı başını gitti, uçuşta, bir günde 1 lira arttı, 5’ten 6’nın üstüne çıktı, düşünün ki bankada on bin doları olanın parası bir günde on bin lira değer kazanıp 50 bin liradan 60 bin liraya fırladı, bir günde, tl si olanında 60 binden 50 bine düştü, yine bir günde, bunlar korkunç rakamlar, otomotive, arabalara, ve aslında her şeye yansıması çok daha korkunç olacakmış gibi görünüyor, arabaya bin lira zam gelse, dolardan ötürü, bunun tüketiciye yansıması beş bin lira oluyormuş, ötv ve kdv den dolayı, son bir haftada dolarda yüzde elli civarında artış olduğuna göre, 100 bin liralık bir arabanın artışı da 50 bin lira olacak, ötv kdv ile o 50 bin lira 250 bin liraya vuracak, 100 bin artı 250 bin eşittir 350 bin lira, yani 100 bin liralık arabayı 350 bin liraya alacağız, vay anam vay, bu demektir ki o ötv ve kdv ler bir daha gözden geçirilecek, bu sadece arabaya olan yansıması, bunun benzini var, doğal gazı var, daha neleri neleri var, bınun birde yiyecek içecek kısmı var ki işte asıl o belimizi büker, yandığımızın resmidir bu dolar artışı, hapı yuttuk ki ne yuttuk, milli milli diye diye vara vara milli felakete vardık, zırdeli trump yaptı yapacağını, bizim deli de deliyi görünce sopasını nereye saklayacağını şaşırıyor, siz kim ülke, devlet yönetmek kim takunyacılar, aldınız mı boyunuzun ölçüsünü, işi ehline bırakın da yoluna girsin her şey, zararın neresinden dönersen kar. Gerçi ortada işin ehli de yok ta, onu da başka bir oturumda konuşuruz bilahare.

***Oğlum döndü, 1 hafta yetmiş, giderken 1500 liraya 250 euro almış, 150 eırosu kalmış, şimdi 150 euro 1200 lira ediyor,hadi çözün bakalım bilmeceyi, bu nasıl olmuş olabilir, mintaxla değil tabi, ne sihirdir ne keramet, ortada var bir marifet, böyle bir komedi olsa olsa bizde olur, ve olmuş, dönüşte lufthansa dan almış uçak biletini, ucuz diye, thy tavan yapmış dolar ve euronun yükselişiyle, internetten çek in yaptırıp yaptırmadığını sormadan git yüz lira yatır gel demişler, sonradan çek in yaptırdığına dair kağıdı gösterince önceden göstermeliydiniz demişler, dolandırıcılığı lufthansa da öğrenmiş belli ki, orada da hava kuruydu ama cildim kurumadı dedi oğlum, kızılırmak suyu yüzünden kaşım kaşım kaşınıyoruz, çocuklarımız cilt doktorlarının kapılarını aşındırıyor kuruluk ve sivilce yüzünden, çükün düşsün inşallah ibne melih gökçek, soyu bozuk, soyun sopun kurusun inşallah.

Allah senin bin belanı versin erdoğan diyeceğim de, hani bunu hak ettiği pek çok yönü de var da, fetöyü desteklemesi, zamanında yani, gerisi, bronson, papaz meselesi çorap söküğü ancak mesele bunu  çok dışında elbette, israil, amerika kafaya koymuş bir kere her ne yollaolursa olsun güneydoğuya el koymayı, baktılar pkk geri bastı, kendileri girdiler direkt devreye, başı kopasıca trump, deli trump.

Çelik ihracatımızın sadece yüzde onu amerikaya imiş, bayağı bir çelik ihracatımız var demek ki, ben bu eve taşındığımda indüksiyonlu ocak aldığım için yeni tencereler almak zorunda kaldım, önce fissler marka aldım, pek iyi çıkmadı, ince, yeterince kalın değil, daha iyisi de varmış fisslerin ama bana kötüsü denk gelmiş, o da çok iyi değil, ondan istediğimi bulamayınca jumbodan aldım, kapakları çok kalın, makinede başıma bela oluyor, ve yüksek ısıda yıkanmadığında veya zamanla içi kararıyor, elde yıkamak gerekiyor, ovmak yani, ondan da memnun kalmadım, ki jumbo artık çinde üretiliyor dediler, son olarak, bugünlerde, berghoff marka belçika malı tencere aldım, ondan memnun kalacakmışım gibi görünüyor şimdilik, dünyaya çelik veren biz, milletine bir çelik tencere sunamayan yine biz, birde bu bereketli topraklar üzerinde oturmasak nice olur halimiz diye düşünmeden edemiyor insan. Yine aldanmışım galiba, bu sefer de alman malı swiling marka trncereler güzel göründü gözüme, onlar da bir başka zamana artık, şimdilik bana bu kadar tencere yeter, bir hayli oldu zaten.

***İki deli biraraya gelmemeliydi, bir hacivat karagöz, iyi polis kötü polis oyunu oynanıyor gibi geliyor bana, sonrasında koy vergileri sırtımıza, olan yine garibana oluyor, yüzde yüz kırk vergi geldi diye saç boyatmaktan vaz mı geçecek insanlar, veya jeepe binmekten, hadi jeep lüks diyelim, bir dolu zaruri ihtiyaç var amerikadan aldığımız, en başta telefon, olan şu, yüzde yüz kırk zamla alacağız artık telefonlarımızı, ve diğer zervevatı, amerikalı sözcü kadın dalga geçiyor bakalım sözde mi kalacak bu blöfler diye, sen ne dersen de insanlar satın almaya devam edecekler demeye getiriyor, bekleyelim görelim oyunun sonunu, elbet durulacak sular, ama hiç bu kadar madara olduğumuz bir dönem olmamıştı, yerlere serdi bizi pislik serseri, onur, itibar diye bir şeyimiz kalmadı, derdi yastık altı paraları olmalı, bu kaçıncı isteyiş, her bahaneyle istiyor, daha ne kadar isteyecekse, dilenci, başkan kılıklı dilenci, canımızı almaya niyetli anlaşılan, başkan olana kadar emekliye para dağıt, başkan olunca ellerinde ne varsa iste, güzel iş, bu fox habere de bir hal oldu, iki, üç gündür iktidar yanlısı haber yapıyor, sadece iki, üç gindür ama, öncesinde normaldi her şey, bir yerlerden tırtıklanmış olmalı. 

***Bugün deryalı günlerde, show tv de, 17.45 yer alan reklam kuşağının sıralaması, elektronik mağazası, banka, buzdolabı, oyuncak, coca cola, giysi mağazası, coca cola, ayakkabı, dondurma, nescafe, elektronik mağazası, paketli şekerli gıda, gazoz, tatil, giysi mağazası, tavuk restoranı, krem, gazoz, çocuk giysi mağazası, kahveli market reklamı, çocuk giysi mağazası, fanta, dondurma, telefon, dondurma, deodorant, giysi mağazası, coca cola, market, coca cola, buzdolabı, meyve suyu, tavuk restorantı, su filtresi, coca cola, pırlanta, krem, elektronik mağazası, şimdi sayayım, 38 reklam var, yine sayayım, bunun 15 tanesi zararlı, şekerli gıdalar, neredeyse yarıya yakını, akılı bağırsak kitabını okuyorum ya, orada adam şöyle diyor, bağırsak problemi olan fakirlerin yanında çok bulundum gibi bir sözü var, bağırsk problemi ve fakirlik birbirleriyle eşleştiriliyor yalnız bizdeki çok daha farklı, fakirlikte de var elbete ancak bizdeki daha çok beyin yıkama yöntemi ile, bı reklamları gözümüze gözümüze sokarak, afrikada, dünyanın pek çok yerinde insanlar gıda bulamaken bizler paramızı gıda oömayan şeylere harcıyor, üstüne bir de hastalık kapıyoruz, buna derler ahmaklık, gıda ile devamlı, devamlı dopamin seviyemizi arttırarak her konuda tatminsiz ve doyumsuz yaratıklara dönüşüyoruz, gıdanın dışındaki şeylere de yansıyor bu dopamin bağımlılığı, mutlu olamama, bir yerlere sığamama, bir dalda, bir işte tutunamama vs, vs, hiç iyi yapmıyoruz yani, sadece biz değil çocuklarımız da öyle, bugün onu istiyorlar, cazip geliyor, yarın başka bir şeyi, ama o istediklerinin hiçbirinden bir gün boyunca bile mutlu olamıyorlar, hep akılları bir sonraki hamlede, bir sonraki hamlede takılı kalıyor, bir hamle birtmeden diğer hamlenin planlarına başlıyorlar, ama hiçbir hamlelerinden mutlu olamıyorlar, hep daha mutluluk, daha mutluluk, daha doğamin peşindeler, kimi yurtdışına gidiyor mutluluğu bulmak için, kimi kıbrısa okumaya, kimi o okulu beğenmedim bu okulu deneyeceğim demeye başlıyor, kimi amerikaya gitmek istiyor, hani bir yolunu bulsalar uzaya da gitmek isteyecekler de onun  yolu henüz açılmadı, kimi başka başka isteklerde bulunuyor, ama bu isteklerin ardı arkası gelmiyor bir türlü, hep hayal peşinde, hep hayal peşinde, bunun adı doyumsuzluk, bir türlü doymak bilmiyorlar, şekere, karbonhidrata olan iştahları gibi hayata istekleri de açık oluyor, yazık o çocuklara, tabi bizlere de, bunu ıslah etmenin tek yolu yediklerimizi ıslah etmekten, şekerle dopaminimizi, dopamin seviyemizi habire şahlandırmamaktan geçiyor, sakin bir şeker dengesi dingin bir hayat tarzı da getiriyor aynı zamanda insana.

***Kitapta söylenen şeyin özeti şu, ne kadar çok çeşitli sebze yerseniz bağırsak floranız da o denli çeşitlenir ve sağlıklı olursunuz. Sebze pahalı bir şey mi, değil, yani bizim ülkemiz için değil, bir dondurma parasına bir kilo sebze alabilirsiniz rahatlıkla, ve o sebzeden bir kişi değil 3-5 kişi doyar, ama beyinleri esir almak, satın almak bedava, paramızla rezil oluyoruz anlayacağınız, rezil rüsva ettiriyorlar bizi, bizde zengin de yiyor o zıkkımları, fakir de, değişen bir şey yok zengin fakir arasında, çünkü beyinlerimiz satın alınıyor.

Gupse Özay, yani deliha, hipo tiroid, haşimato olmuş, kızımın hastalığı hiper tiroiddi, yani onun bir önceki aşaması, önlem alınmadığıda, yanlış beslenmeye devam edildiğinde hipo tiroide döüşüyor ve şişmanlatıyor, hiper tiroid aşamasında ise zayıf oluyorsunuz, geneli böyle bu işin, hiper tiroid zayıf, hipo tiroid şişman, aklınızda böyle kalsın, gupse özay hastalığının kilo alıp vermek yüzünden geliştiğini sanmış, kilo almaya çalışırken yediği şekerliler tiroid dengesini bozmuş, işin bu yönünü algılayamamış, mesele kilo alıp vermesi değil, kilo alınır, verilir, ama kilo almak için neler yendiği mesele olan, yani şekerliler, her yaş grubunda var bu hastalık artık, yediklerimize önlem almadığımız sürece de olacak.

Canan Karatay şeker sigarayla aynı oranda zararlıdır da diyor, niye bunun altı çizilmiyor da hep ekmek yemeyin, meyve yemeyin öne çıkarılıyor, birileri algılarımızı test ediyor, algılarımızla oynuyor, canan karatayın şekerle ilgili söylediği şey hamilelere yapılan şeker testiyle sınırlı kalmış gibi algılatılıyor, hamileye zararlı da diğer insanlara zararlı değil mi.

Hani birbirimizi ve kendimizi normal sayıyor ve sanıyoruz ya, sanmayalım, saymayalım, normal değiliz, hiçbirimiz, bugün gupse özayda patladı bu anormallik, yarın bir başkasında patlayacak, sonu, ardı, arkadı gelmeyecek, eğer böyle giderse, bu gidişata bir dur demezsek elbette, al sana deliha, veremiyormuş aldığı kiloları artık, sinirleri bozulup ağlıyormuş, deliha olayım derken gerçek anlamda deliha olup çıkmış gupse özay, bakalım sizinki ne zamana patlayacak, yerseniz patlayacak.

Bizi şeker ve karbonhidrat bağımlısı yaptılar, yapmaya da devam ediyorlar, bir neslimiz çöpe atılıyor, olmadık hastalıklarla, aslında hastalık bile olmayan hastalıklarla boğuşuyor, farkındasınız değil mi, ben bu işin şeker kısmını aştım, kişisel olarak, çocuklarım da aştı, şeker meselesini, onda bir sorun yok, meyve yiyoruz ama, çok abartmadan da olsa, şimdi geldik işin karbonhidrat kısmına, işte orası biraz müşkül, ekmek ve makarna, ve pilav, hadi pilavı da hallederim, dolma olmadığı sürece, geriye kalıyor ekmek ve makarna, onun da bir hal çaresine bakacağım artık, boşu boşuna kafa patlatmıyorum bu meselelere sonuç olarak, kocaman bir karnım ve 100 cm civarı bel ölçüm var, ben de deliha 2, gerçi ben bu meselelere on yıldır kafa patlatıyorum, ana sayfamda bile doktor emin mindanın bu konuda söylediklerini yazmıştım bundan yıllar önce, yine aynı şeylerdi yazdıklarım, inşallah bir gün bana da yarayacaklar.

Bugün yine derya baykalda bir doktor klozette doğru oturuş şekli için dizlerin klozet hizasından daha yüksekte olması için ayak altına tabure, yükselti gibi bir şeyin konması gerektiğini söyledi.

Neşeli, mutlu, başarılı, özgüvenli bir kızım var artık, ki bunların hiçbiri bir yıl önceki özellikleri değildi, her geçen gün daha da serpiliyor, iyi hissediyor kendini kızım, ve hayatından şimdiye dek hiç olmadığı kadar memnun, okul başarısı iyi, daha düne kadar hiçbir yorumda bile bulunamazken bugün tıp okuyacağım diyor, okul seçimi konusunda ilk seçimi tıp oldu, son sınıfa gelince, oysa şimdiye kadar o kadar başarısızdı ki derslerinde herhangi bir tercih yapmakta bile çekiniyordu, arkadaşlarıyla mutlu, dengeli, özgüvenli, hepsi yiyip içtiklerinin sayesinde, tersinden bakarsak olaya aslında yiyip içmediklerinin sayesinde, gerçek mutluluk o yiyip içmediklerimizde saklı, her gün evden yemeğini götürüyor kızım, ve asla asla o boktan şeylerden yemiyor artık, ve kızımın eski halinde olan arkadaşları var, kötü beslenen ve kötü beslendiği için işleri yolunda gitmeyen, sağlığı, dersleri, özgüveni, kafa karışıklığı vs. O kitapta buna da değinmiş yazan kişi, bir kızdan bahsediyor, beyni bulanık diyor kız için, sağlık sorunları var diyor, kadınları, kadın cinsini çok daha olumsuz etkiliyor kötü beslenme.

Hani diyorum ya normal sanıyoruz, sayıyoruz diye, hangisi gerçek kızımın, bir yıl önceki bana zeka geriliği olan çocukların baktığı gibi bakan kızım mı yoksa şimdi zekadan gözleri parlayarak bakan kızım mı, bir yıl öncesine kadar her şeye parlayan, sinirlenen, sinirinden küplere binen oğlum mu yoksa şimdiki haliyşe sessiz, sakin duran çocuk mu, kendiniz, etrafınız ve çocuklarınız için de hangisini isteyeceğinize siz karar verin gayri.

Bizim en kral besinimiz ne, baklava, börek, mantı, un ve türevleri, bunlardan vazgeçtiğimiz gün en kral günümüz olacak, dondurma, çikolata, kahve bunlar zaten başa bela, baş belası, söylememe bile gerek yok.

***Bir musibet bin nasihatten iyidir derler, arada musibet te lazımmış demek ki, bu doların tavan yapması yurtdışı turlarını yurtiçine kaydırınca iç turizm patladı, hiç boş yer yok, biz de gidecektik, kaç gündür yer bakıyorum, turlardan, arkadaşlarımdan, her yer dolu, bugün çıkacağım yola, ya herrü ya merrü, neresi rast gelirse artık kısmetimize, iyi kötü fark etmez, biraz daha d vitamini depolamak lazım kış için, oh iyi olmuş yurtdışına gidemeyenlere de, demek ki o kadar yurtdışına giden varmış, iç turizm patladığına göre, buradan bu çıkıyor, yurtdışında ne varsa, hiç gözüm olmadı valla, cennet gibi ülkem varken, ne koyları bitiyor gez gez ülkemin ne de yarımadaları, hepsi birbirinden güzel, eyfeli görünce boynuzlarım mı uzayacak, hiç te gitmem, hiç te özenmiyorum.

***Beldibinden, göynükten, kirişten geçtik, oteller tıka basa dolu, yer yok, ama türklerle değil yabancılarla, o türk turizmi patlaması balonmuş, her yer yabancı dolu, oteller bize pahalı ve çok dolu, kalabalık gelince, ki bir tane boş yer bulduk, yıldızlı bile değil, kişi başı 300 tl dediler, yolumuza devam ettik ve akşam 9’da olympusa vardık, bir gecelik yer bulduk, sonra iki gece daha uzadı, sonra iki gece derken kalan gece sayılarımız da azalmaya başladı, dönüş vakti yaklaşıyor, kişi başı 100 liraya kaldık burada, kahvaltı ve akşam yemeği dahil, ve yemekler nefis, aile oteli ve anne yapıyor yemekleri, bizim eve götürmeyi çok isterdim o kadını, bizim evde öyle bir kadın yok, ne yapsam onun kadar becerikli ve yetenekli olamam, hele ki bundan sonra, olmayım zaten, salatalar enfes, mikrobiyomum arttı sayelerinde, e tabi kilom da, beyaz lahana, kırmızı lahana, marul, salatalık, domates, yeşil biber ve havuçtan oluşuyor, oradaki, beldibindeki bir kişi fiyatına 3 kişi kalıyoruz burada, ve doğası çok daha güzel, el değmemiş, yapılaşma da yok, yasak, sit alanı olduğundan, dım tıs ta yok, ve hep türk var, bu yönü daha güzel, ülkemde yabancı gibi kalmaktan sıkıldım artık, olympusta deniz tertemiz, ama sahili taş, ve tarihi yer olmasından ötürü, ki eski harabeler var, sahilinde, bildiğin eski yaşam alanı, bilet gişesinden itibaren 1,2 km yürüyüş mesafesi var, sahile, yürümek değil de o sıcakta yürümek iş, ama denizde hiç sıcaklık hissetmiyor insan, deniz rahat, orada sıcak sorunu yok, orası, olympus taş ve yürüyüş mesafesi olunca dün adrasana gittik, orada yürüyüş meafesi yok, sahili daha büyük ve kum çakıl karışımı, kızım da ben de yüzmeyi yeni öğrendik, deniz şimdi bizim için çok daha zevkli, denizde kolay kolay yorulmuyor insan, havuzda çok çabuk yoruluyorum halbuki, bugün dinlenmeye aldık büraz kendimizi, akşama doğru gideceğiz, tabi ki adrasana, yanıklar, acılar meselesi, akşamları barlar, içki yerleri doluyor, içen içene.

Dün gece birde yaşıtım karı koca arkadaşlarımla klaba gittik, kulüp değil klab, kendi değişimiyle söylenişi de değişmiş, klab, kemer de, o nasıl bir yerler öyle, anlatsam anlatabilir miyim acaba, gördüğümü siz de şekillendirebilir misiniz beyninizde, bir değil birkaç tane var birbirlerine yakın, bizim gittiğimizin yanında bir tane daha vardı, geçerken otobüsten de gördüm bir tane daha, kapıda iri kıyım siyah giyimli ayılar, sürüyle, mini minnacık şortlu ve ultra ultra topuklu kızlar, ve tabi ki hepsi twigy tipli, ve her tipten erkekler, kısa. uzun, şişman, göbekli, esmer, her çeşitten, bir değil, beş değil, yüzlerce genç kız bu şekilde, bu tarzda, tek tip, yerli yabancı, geneli yerli, ama yaşları bizden gençler kapıda kuyrukta bekliyorlar, üst aramasından sonra alınıyorlar içeri, içerde paralılar koltuklarda, ki adına loca deniyor, parasızlar yüksek, dar bir masanın başında ayakta dikilip demleniyorlar, sırf bu nedenle bile olsa öyle bir yere gitmem, ister paralı ister parasız sınıftan olayım, bu zamanda paralı parasız diye bir ayrımı kabul etmem, yani aynı mekanda, dım tıs dım tıstan kimsenin kimseyi duyması pek mümkün olmasa da konuşuyorlar bağır çağır, ne kadar desem, büyük bir alan, sinema salonu desem sinema solonları küçüldü, eskinin sinema salonları kadar diyeyim, karanlık, loş, mavi ışıklar dönüyor, sigaradan mı, içki kokusundan mı bilmiyorum boğazım yandı birkaç saat, ne sigara içtim ne içki tabi ki, neye uğradığımzı şaşırdığımızdan bir saat dişimizi sıkıp sonunda dışarı attık kendimizi, üçümüz de, birlikte geldiğimiz topluluğu ve daha önemlisi otobüsün gidiş saatini beklemek durumndaydık, olympos kemer arası 40 km, yakın bir açık hava kafede oturduk, biz çıktıktan iki saat sonra az ünlü biri geldi, kadın, derya uluğ muş adı, siyah , klas bir minibüsten inip hepsi arabadan inen bodyguard koridoruyla içeri alındı, ondan önce bir kız bayılmış, yerde yatıyordu, ben görmeden önce yüzüne su dökülmüş kendine gelmesi için belli ki, saçları, yüzü ıslaktı, ambulans alıp gitti, yanında kimi kimsesi yoktu kızın, devamlı polis var zaten, yaya, motorlu, saat 3 gibi bir patırtı koptu, polisler iki genci yere yatırıp bir güzel pataklayıp ters kelepçe taktılar, holivud da neymiş. kemer ona beş basar, bunun adına da eğlence diyorlar, işte orasını pek anlamadım, nesi eğlenceliydi oranın, yarı karanlıkta sosyalleşme mi orası, anlamadım, kadınlar, küçücük genç kızlar kendilerini et niyetine, yem niyetine ortaya sürüyorlar, ve ne uğruna sürdüklerini bile bilemeden, bedelini bile bilemeden, bir tuzağın içine çekiliyorlar, üstelik kendi ayaklarıyla, elbette para kazanalım, elbette hayatlarımız sürsün, ama başkasının kanından, canından, cesetleri üzerinden değil, hele ki küçücük kızların hiç değil, hani sevdiğimden değil de mehmet barlas şöyle demiş, amerika bir ülkeyle savaşmaya karar verdiğinde o ülkeye eşcinsel bombası atar, haklı bir söz, burada eşcinsel kelimesini çok daha gemiş boyutlu düşünebiliriz tabi, bugün rahmi aygün yazmış, sadettin tantan şöyle demiş, 

“Türkiye’nin bu tarihi kayıpları yazılacak. Toplumun ahlaki ve estetik değerlerinin yok edildiği, kimsenin birbirine güvenmediği, insanların özgürlük, bağımsızlık, aidiyet duygularının, tarih bilincinin yok edildiği dönem olarak anılacak. Kriz döneminde toplumu ayrıştırmak değil, bütünleştirmek gerekiyor. Böyle bir adımı da yok iktidarın…” umarım birleştirebiliyorsunuzdur bu anlatıklarımla söylenen bu sözleri, bu ortamda yaşayan, büyüyen ve bunlara bılaşmayan gençlere helal olsun, başka diyebileceğim bir şey yok, ve aklıma, aklımza, akıllarımza şükürler olsun.

***Kaldığım yerden devam, macera devam ediyor, o gün dinlenmeye almıştık kendimizi, saat 4’te adrasana gittik ki birde ne görelim, adrasan sahili tıklım tıklım dolu, denize girilecek gibi değil, dün, bir önceki gün öyle dolu değildi halbuki, bayramın üçüncü günü etler donduruculara yerleşince kendilerini denize atmış herkes, ve çok kirliydi deniz, yarım saat yüzmeye çabaladık, çıktık, beklediğimizi bulamadık, türk turistin olymposu tercihinin nedeni bu olmalı, adrasan sahilinin kalabalığı, olypusa giriş paralı olduğu için oraya akın olmuyor tabi, hem denizi taş, hem yürüme mesafesi var ama orayı tercih ediyor türk turistler, bu nedenle, ertesi gün için tekne turu ayarlanmıştı zaten, tekne ile sulu adanın etrafındaki koylarda tertemiz denizlere girdik bugün, yüzmeye doyamadım, çok güzeldi deniz, her bir koyda alttaki taşın rengine göre açık veya koyu bir renk alan haliyle, yukardan baktığınzda çok net bir şekilde görünüyor denizin altı, ve hatta yüzen bir su kaplumbağası bile gördük, koskocaman, çocuklarım görmüş, bana da gösterdi, yarın dönüyoruz, bu kadarı bize yetti. daha fazlası sıkar zaten, ama bir dahakine tekne turu şart, deniz eşittir tekne turu bundan böyle, 5 yıldızlı da neymiş, kıyıya git, gel yemek ye, kıyıya git gel yemek ye, 5 yıldızlu bu, tekne turu 15 yıldızlı, öyle diyon. böyle diyon, ….dinlemiyon, aradaki sözleri bilmiyorum, ve de tabi ki erik dalı gevrektir, amanın basmaya gelmez.

Yine bugün, o tekne turunda arkadaşımla kocası da bizimleydi, yüzüyoruz, arkadaşım tekneye giti, bir baktım tekneden bir kadın arkadaşımn kocasının yanına yanaşmış, bir elektriklenme var aralarında belli ki, ters ters baktım, kadının oralı olduğu bile yok, denizin içinde oturuyorlar, aralarında bir metre boşluk var, konuşmuyorlar, henüz o aşamaya geçilmemiş, oluruna bıraksam olmayacak, karışsam o da olmaz, ben de ortalarına girdim, başladım boş boş konuşmaya, oradan buradan, arkadaşımın kocasıyla, maksat aradaki bağı koparmak, dikkat dağıtmak, umduğunu bulamayınca defoldu gitti, bir sonraki koyda baktım üçü birarada yüzüyorlar, peşinden ayrılmaya niyeti yok adamın, kancayı takacak adama, üstelik karısınn yanında, dört gündür aynı turda birlikteler onlar, otobüste ve otelde, en paralı erkek olarak arkadaşımn kocasını gözüne kestirmiş, arkadaşımn kolundaki altınları görüyor elbette, aynısından o da istiyor, 30 yıl beraberce çekmişler ya o adamın kahrını, evli veya değil ne önemi var, hazır para yiyecek karı, kırklı yaşlarda, belkide otuz, ama vücut deforme gibi, çocuklu olmalı, yannda yok tabi, epey elden geçmiş, belli, öncesinde, o birkaç gün içinde birkaç tanesini elden geçirmiş, umduğunu bulamamış olmalı ki en salak olarak ta arkadaşımın kocasını bellemiş, iranlıymış, müzik çalmaya başladı, teknede üstte arkadaşımın kocasına bakarak dans etti, biz denizdeyiz, ben de arkadaşımın kocasının önünde dikildim engel olmak için görmesini, neyse ki arkadaşım o arada kocasına gözdağı verdi de o bakmayınca dans etmeyi kesti, bir sonraki koyda aşağı inmedi, ve görünmedi, tam kalkacağımız zaman indi, yanından geçermiş gibi yaparak bir omuz attım, arkadaşımla döküntü laflarını da yapıştırdık bir güzel suratına, dönüş yolunda kuyruğunu kstırıp bizden uzak durdu, döküntü olsa yine iyi, bildiğin orospu, öyle diyemedik te döküntü dedik, bu nasıl bir pislik zamana geldik, adamın karsının yannda adama sarkmak ta nedir. Malın varsa malını, canın varsa canını saklayıp sakınacaksın bu zamanda, zaman öyle bir zaman olmuş, iyi ki kocam mocam yok, hiç uğraşamam elin orospularıyla, işin yoksa birde onlarla muhatap ol, omuz at, terslen, elin derdi bile beni gerdi, azıcık aşım kaygısız başım.

Umursar mı döküntüyü, umursamaz, zaten döküntü, niye umursasın, o da biliyor döküntü olduğunu, bilmiyor mu, paraya odaklanmış aklı, biz döküntü dedik diye mi vaz geçecek paradan, geçmez, taktı bir kere kancayı, bırakmaz öyle kolay kolay peşini, vah arkadaşımın haline, bu ilk vaka değil gerçi, adam bakmasa kadın kuyruk sallar mı, sallamaz.

O teknede 30’lu yaşlarda genç erkekler de vardı, evli, ayrı bilemem, o kadar dikkat etmedim, karıları ayrı da oturuyor olabilir sonuçta, onlar 3 gündür beraberler de ben orada gördüm, birde gece klaba giderken, böyle içine kapanık, mücrim, donuk bir halleri vardı, hiçbir canlılık belirtisi göremedim adamlarda, herhalde en canlısı arkadaşımın kocasıydı ki iranlı karı ona taktı kafayı, her neyse, bir ruhsal çöküntü durumu var adamlarda, teknede, teknelerde menü fiksmiş, balık, makarna ve salata, yemek geldiğinde istisnasız herkes kola da içti, biz hariç, bu ruhsal iniş çıkışların sebebi de o içtikleri kolalar olmalı, ver insülini patlasın, bir insin bir çıksın.

***Döndük, işler beni bekler, by.

***Tekneler izmir marşıyla bitiriyor turunu, bütün adrasan sahili izmir marşıyla inliyor, antalya girişinde, burdur yolu üzerinde bir imam hatip lisesi var, üniversitelerde yok o yapı, çok büyük ve güzel bir bina, bir yandan dini pohpohluyorlar sanki, gözümüze görünen, sokulan o, diğer yandan öbür tarafa büyük bir laçkalık hakim, alabildiğine başsız, başıboş bırakılmış durumda, hangisi gerçek türkiye, antalya girişindeki imam hatip mi, kemerdeki klablar mı? Dindeki baskıyı göstererek insanları daha çok dinden, kendi kimliğinden uzaklaştırmak mı acaba niyetleri.

***2-3 aydır candy crush saga oynuyordum, sıkı bir şekilde, haftada ortalama 100 seviye atlıyordum, rekorum 136, haftada, facebook arkadaşlarımın arasında 50’yi geçen yokmuş, facebookla bağlanmaya başladıktan sonra gördüm, 979. seviyeyi oynarken, dün, bir emir geldi, bilmem ne oyununu indir diye, biraz direndim, baktım olmayacak indirdim, döndüm oyuna, aradan iki dakika geçti geçmedi, bir oyun daha indir mesajı geldi, indirmesine indirmeyeceğim de indirmeyince oyununa engel oluyor, oynatmıyor, baktım bu işin sonu yok indirdiğim oyunu ve candy crush sagayı sildim, oldu bitti, sen sağ ben selamet, candy crush saga oynayarak mı doğdum, yaşadım, oynamam olur biter, hiç öyle emirlere, sıkıştırılmalara gelemem, bu bahaneyle kurtuldum, sıkılmışım zaten oynamaktan, bu oyunun adını şekerden alması ve şekerle oynanıyor olması tesadüf mü acaba, yoksa insanları şekere daha çok bağımlı kılmak için mi, bayağı bir müşterisi varmış, ben ilk defa oynadım, 3-5 yıldır oynayanları var, hani demiştim ya kahveyi bıraktıktan sonra kulak çınlamam geçti diye, bugün doğrulanır gibi oldu o düşüncem, çikolata ve kahve baş dönmesi sebebiymiş, baş dönmesi de kulak kaynaklı olduğuna göre kulak çunlaması ile de bir bağlantısı olmalı, geçen yıllarda güneşte bronzlaşmıyor, sadece kızarıp acı çekiyordum, bu defa kızarmadım ve direkt bronzlaştım, hatta yine geçen senelerde koruyucu krem sürmediğim yerler pis bir siyah renk alıyordu, bu defa o da olmadı, temiz beslenme beni temize çekmiş anlaşılan, baş dönmesi bugün derya baykalda anlatıldı, oradayken benim de sabahları başım döndü, neden oldu bilemedim, toksik zehirlenme sebebiyle de olabilirmiş baş dönmesi, patates, balık kızartması yedik ondan mı, yoksa kullanılan tencerelerden mi bilemedim, tencereler aliminyumdu sanırım, o o kadar etkilemez de, hiç mi kullanmadık, onun etkisi yıllar içinde, ama kullanılan yağlardan olabilir, eğer yemeğe kızartmalardan kalan yağı kullanıyor idiyseler, bol bol kızartma yapılıyordu çünkü, lezzetli mezzetli, elinin yaptığı değil sonuçta, elin yaptığı, şimdi yok baş dönmem, araba hızından da olabilirmiş, ama öyle olsa şimdi de olması lazım, birde döndük sonuçta.

Kahve ve çikolatanın baş dönmesine sebep olduğunu söyleyen doktor bir kbb ci, adı dilaver bilmem ne, esmer, tıknaz, çirkince bir adamcağız, bildiğimiz klasik türk tipi erkek, yavuz dizdar, ki onkoloji, yani kanser doktoru, günde 3-4 kahve içebilirsiniz, hatta onu şekerli de içebilirsiniz, kanıtlanmış bir şey yok ortada diyor, kahve ve şekerle ilgili olarak, yavuz dizdarın tipini hepimiz biliyoruz artık, beyaz tenli, orta boyda, hoş yüzlü, güleç bir adam, ilk zamanlardaki sıkılganlığını da attı üstünden, hoş bir adama dönüştü, googlea yavuz dizdar yazsanız ilk çıkan şey evli mi, bekar mı oluyor, neyse, bu konumuzun dışı, burada vurgulamak istediğim şey yavuz dizdar pekte türk tipli bir adam değil, soyu, sopu nereden geliyor acaba, bunun altında, bu sözümün altında ne çapanoğlu yattığını anlayacak kadar zeki olduğunuzu sanıyorum, hala beni okumaya devam ettiğinize göre, öyle olmasa devam etmezdiniz di mi ama.

Ne sonuç çıkardık buradan, doktorlar ikiye ayrılır, kahve için ve içmeyin diyenler şeklinde, gerisini siz tamamlarsınız artık, doktorun biri günde 3-4 kahve için diğeri içmeyin diyorsa bunda bir iş var, çözmemiz gereken o işin ne olduğudur.

Bu seferki dolunayla aranız nasıl, fena silkeliyor ortalığı, aklınza ve kendinize sıkı sıkıya mukayyet olmayı umutmayın, gerçi dündü dolunay, geçti ancak etkileri 1 hafta daha sürecekmiş diyorlar, neptünyenmiş bu dolunay, yani içe kapanık, karanlık, kötücül, bağımlılıkların öne çoktığı bir dolunay, depresif ve manyakların yüzeye çıkma zamanı yani, bugün markete giderken boş kavşakta kırmızıda geçtim, orada her zaman geçiyorum öyle, her zaman boş o kavşak, evime yakın, bir araç vardı, onunla da aramda epey bir mesafe var, bana korna çaldı, tınlamadım, yoluma gittim, az sonra sağa döneceğim, o arkamdan düz gidecek. yine bastı kornaya, pezevenk, kaşınıyor, dolunay kaşıntısı, durdum, var gücünle bastım kornaya, öyle basılmaz böyle basılır der gibi, gençten bir adam, ben durunca geri geri geldi, gördüm, bana ettiği küfürün, ki bir kadına edilebilecek en dümdüz küfrü etti, aynısından ben de ona geri gönderdim, fazlasını da, cebine aldı küfürleri yoluna gitti, çatlak, dokundu herhalde bomboş kavşakta kendi öküz gibi beklerken benim keyifli keyifli geçişim kırmızıda, sanki trafik polisi başıma, sana ne, geçerim. geçmem, sana bir engelim var mı, yok, kaşınyor işte, dolunay kaşıntısı bunun adı, manyakların, delilerin ortaya çıkış zamanı, dikkatli olun, ben olmuyorum gerçi, hodri meydan, gelecekleri varsa görecekleri de var, yan bakana yan çakarım, bir kadından duyup duyabileceği en asortik küfürleri duydu sayemde, evde bulamamış aradığını yollarda arıyor galiba, açtıracak şimdi bayramlık ağzımı, ibne, aldı dersini, siz merak etmeyin, yanına bırakır mıyım hiç, deli deliyi görünce sopasını saklar hem, bastı gitti öylece.

Kurallara sadık vatandaş bana da öğretecek kurallara uymayı, aynı şeyi bir erkek sürücü yapmış olsa geçip gider yanından, kuzu kuzu, ilişmez, ama yapan kadın sürücü olunca onun kadınlığına küfretmek için bahane, sataşacak karı aramaya düşmüş yollara, orospu çocuğu. Aramızda bir yol mesafesi aralık var, iki, üç şeritli yol mesafesi üstelik, bir şerit olsa ne olacak, o yeni hareket ediyor yeşilde, ben kırmızıda geçiyorum, benim ona hiçbir ilişirliğim yokken, hiç tanımadığı bir kadına, ki belki annesi yaşında bile olabilirim, olsam ne yazar, olmasam ne yazar, sana bilmem ne yapayım diye bağıran bir adam orospu çocuğudur, hiç kusura bakmasın onu böyle yetiştiren anası da orospudur, eğer benim oğlum da aynı şeyi yapıyorsa yolda izde bana da orospu denmesinde hiçbir mahsur görmem, niye hömkürdü, benden cevap aldığı için, durmasam, cevap vermesem, ‘kadın gibi’ yoluma gitsem bir sorun olmayacak, alışmışlar ya kapı ardına pısmamıza, öyle birde veririm ki cevabını, beni kimse tutamaz orada, ben bile.

***Gitmeden önce patates vermiştim fırına, ortasına kaşar peyniri koyup yiyor çocuklarım, bir tanesini de ben yedim, şeker gibi, bildiğin şeker atmışlar içine sanki, yenecek gibi değil, tiksindim yerken, dün yine patates alacaktım, duraksadım, üçer, beşer tane aldım, ne olur ne olmaz diyerek, bir deneyeyim hangi marketteki normalse onu alırım diye, suriyeden gelen patatesler mi acaba şekerli olanlar, mısır için böyle bir seçenek bile yok ne yazık ki, dönüşte haşlanmış mısır satıyorlardı, canımız çekti, yedik, ama şekerli, tarlalarını gördüm, çok sık ekilmiş mısırlar, bereketi ondan olmalı şeker mısırının, o bölgede, akdenizde hiç tarla domatesi yokmuş, geçen yılları bilemem ama bu yıl yok, hep sera domatesi yedik orada, arılı, hatta salçalarını bile mayısta yaparlarmış, kış seraları kalkarken, tuta hastalığı tarlada ürünü bitirdi dediler, bir tür kelebekmiş galiba, neye sarılsa bitiriyormuş, zeytini, her şeyi.

Candy crush saga oynarken daha mı iyiydi sizce, daha az yazıyordum hiç değilse, vaktim olmuyordu oyun oynamaktan, neyse, 3 ay yarı tatil yapmış oldunuz candy crush saga sayesinde diye bakalım olaya hiç değilse, iyi tarafından görmek lazım, her şeyi değil ama çoğu şeyi.

***Dün yine bir candida doktoru vardı derya baykalda, sabah uyanır uyanmaz su dolu bardağa tükürün, tükürük üstte kalıyorsa candidanız azdır, dibe çöküyorsa candidanız çoktur dedi, bu arada candida bağırsaklarımızda yaşayan ve şekerle beslenen mantar, kötü bakteri oluyor, bu sabah yaptım, olduğu gibi dibe çöktü, eskiden de yapmıştım bunu, yine öyleydi, bende bayağı bir var, biliyorum zaten, çünkü geceleri çok salyam oluyor, bazen gündüz de, ağızda su birikmesi şeklinde, salya da, bu ağızda su birikmesi de candida, şeker fazlalığı belirtisi, ben şeker yemiyorum, hiç, bu durumda geriye kalıyor meyve seçeneği, meyveyi yiyorum, durdurulamaz bir şekilde, akıllı bağırsak kitabında michael mosley neyi çok yiyorsanız ondan vazgeçin diyor, eğer şişkinliğiniz ve sıkıntınız varsa tabi, bu tatile gidişimizde meyve bulacak bir ortamımız olmadı, gündüz acele bir şeyler yiyorduk, akşam sadece yemek çıkıyordu, kahvaltıda da sadece karpuz vardı, 5 gün boyunca meyve bulamadım yani, şişkinliğim azaldı, rahatladım, geldim yine meyve elimin altında, git gel yiyorum, şişkinliğim yeniden arttı, tamamen asla vaz geçmem meyveden, çünkü seviyorum meyveyi, ama azaltmam gerekecek sanırım, bütün gün yememeliyim en azından, şişip kalıyor, yemek bile yiyemiyorum bu yüzden, meyve de alkole dönüşüyor vücutta, ben bir alkoliğim yani.

Şimdi belki diyeceksiniz canan karataya söylenmiştin diye, meyve için, ama onunki keskin viraj, meyve yemeyin demek keskin viraj, öyle bir şey yok, sırf canan karatay meyve yemeyin dediği için kavunu, karpuzu öylece tarlada mı bırakacağız, yok öyle bür şey, saçmalık, benim durumum çok yediğim için, yoksa meyve yenecek, o meyvenin posasına da ihtiyaç var sonuçta, içerdiği vitamine de, denge, dünkü doktor kabızlık için kayısı, incir önerirken meyve asla yenmeyecek diye bir şey yok ta dedi, hiç yenmeyecek diye bir şey yok, bu meyveye ettikleri lafın onda birini şekere de etseler her şey çok başka olacak zaten, ağızlarında meyve var, on kere şeker bir kere meyve diyecekleri yerde on kere meyve bir kere şeker diyorlar, desenize baklava, pasta yemeyin, bunlar sizi öldürür diye, insanlar hominigırtlak baklava ve pastaya gömülmüş durumda, o adım başı açılan pastaneler, kafeler ne satıyor, pasta, kimseye dokunmasınlar ki kimse de onlara dokunmasın, hesap bu olmalı, meyvenin sahibi yok ama pastanın, baklavanın sahibi çok, iki laf etse canan karataya laf çakıyor baklavacılar, işimiz azalıyor diye, tutmuşlar meyvenin ucundan, meyvenin zararı varsa hiç değilse yararı da var, bağırsakları çalıştırır, besler, baklavanın, pastanın kime ne yararı var, cümle alem kana kana kola içiyor, şapırdata şapırdata dondurma yiyor, tv reklamları cola ve dondurma reklamları ile inim inim inliyor, bunlar tutturmuşlar meyve yemeyin diye, ben mi akıldan kıtım onlar mı acaba, osman müftüoğlu ne diyor, şeker zehirdir diyor, bu güzel, ama sonrasında dönüp ne diyor, tatlı yiyeceğiz tabi, yemeden olmaz diyor, e az önce şeker zehirdir dedin, bu nasıl oluyor, zehir mi yiyin diyorsun bize, o da pek türke benzemiyor zaten, bir ecnebi havası var adamın, ayıracağız artık, kim ecnebi, kim türk.

***Bir vatsap grubundayım, velilerden oluşan, 100 kişi var grupta, bu sayıya çocuklar da dahi olunca yarısı falan erişkin diye düşünün, oluşturulduğunda bir veli 10 ağustos günü şöyle dedi, huzurla dolu, aklın ve bilimin üstün olduğu bir gelecek diliyorum tüm çocuklarımıza, zihinleri açık olsun, peşinden biri amin inşallah, biri yürekten katılıyorum, biri amin, bir diğeri yine amin diyince gaza geldim ve dedim ki amin diyerek yani diyoruz ki Atatürkçü ve cumhuriyetçi günlerimiz daha çooook ola, dolar da hem 6 lira olmuşken😀dedim, o aminlerin içtenlikle söylendiğini sanarak, büyük ihtimalle değillermiş, ben destek mesajları sanmıştım halbuki, taciz mesajlarıymış o amin’ler, mesajı atmamın ardından ilk mesajı yazan kadın ya öyle mi mesajları attı, dolar için, cevap vermedim, diyen gitti, yok, benim mesajımdan on dakika sonra biri sayın veliler özel görüşmelerimizi özelden yaparsak hepimiz için daha sağlıklı olacaktır, hassasiyetinize teşekkürler yazdı, ardından biri katılıyorum, bu çocuklarımız için açılmış bir grup diye yazdı, bir başkası burası sınav sonucu açıklama grubu diye kuruldu biliyorum diye yazdı, yazdığım şey orta yere güm diye düştü anlayacağınız, grup kurucusu hoca da “farklı konularda” paylaşımda bulunulmaması uyarısını yaptı, o gün öyle geçti, bayramda hayırlı bayramlar ve iyi bayramlar, mutlu bayramlar çarpışmaları yaşandı, ben dahil okmadım artık olaya, ve bugün 30 ağustos, iki video paylaşıldı Atatürkçü, bizim arızalardan ses seda yok, macron demiş ki orası Atatürk türkiyesi değil artık, sen öyle san macron, biz daha ölmedik, ölmeyeceğiz de.

***Kelin ilacı başına, benim ilaç ta mideye iniyor şu an, tarifini size de yazayım, hep bencillik olmaz, nereye kadar değil mi, hani derseniz ki git oyuna yeniden başla, bıktık usandık senden, boynum kıldan ince, ben yazayım da tarifi, görüşlerinizi daha sonra alırım bilahare, şimdi pırasa da var piyasada kabak ta, yapmanın tam zamanı, zaten pırasalar taze, ince ince, uzunlamasına bölün ve doğrayın, yağla kapağı kapalı çok kısık ısıda pişirin, arada karıştırın, tencere soğuyunca rendelenmiş kabak, havuç, patates, hepsi eşit oranlarda olabilir, veya havuç ve patatesi biraz az tutun, diğerlerinin yarısı kadar mesela, ben öyle yaptım, iki yumurta, yağ, bir kaşık yulaf kepeği, yulaf ezmesi değil kepeği, isterseniz ezmesi de olur, ben koymadım, bir dahakine koyarım belki, bir kaşık chia tohumu, tuz, karabiber, toz zerdeçal, kimyon, pul biber, karıştırın, kağıt serilmiş tepsiye yayıp fırında 180’de yarım saat pişirin, kışın da kabaksız pişiririz olur biter, mısır unu da olur aslında da, yine bir kaşık, ama mısırlar malumumuz şekerli, doğal bulursanız olur, ama zor bulmak, onun yerine bir kaşık tam buğday unu da konabilir, hani biraz tutsun, çok cıvık olmasın diye.

Size bir ilaç daha, maydanozun, semizotunun atılacak saplarını, yıkayıp tabi, salatalığın kabuklarını, yarım limonun suyunu ve kabuğunu, on dakika kaynattım, soğuttum, bakalım içebilecek miyim, içemezsen suyla sulandırır içerim, şifa niyetine, dünkü doktor söylemişti bunu, derya baykaldaki, birde azıcık rendelenmiş zencefil koyun demişti, alınca koyarım onu da artık bir dahaki sefere. maydanozu, semizotunu ben ekledim tarife, on dal da taze nane varmış tarifinde, onu bir değerlendirmeden geçirmem lazım, nane sever miyim sevmez miyim o tatta mesela, bir düşüneyim onu, taze nane testesteronu etkilermiş, kuru naneyi bilmiyorum, e bize de lazım icabında testesteron, belli olmuyor mu, şoför melahat mıydı nebahat mıydı, yolların efendisi, neyse, neyse, kısa kestim, hem daha 8 bin bile olmamış bu sayfa, ay sonu da geldi, normalde ortalama on bin kelime yazıyorum her ay, bu ay az olmuş, hep o oyunn yüzünden, benden mahrum kalmışsınız, arayı kapatırız artık eylülde. Şimdi gideyim bir makarna yapayım, yavuz dizdarın makarnasını, ecnebi yavuz dizdarın, şimdi birde onu yazamam, belki başka sefere, neyse, acıdım, yazayım, unuturum sonra falan, üstümde kalmasın, iki kilo domates, soğan, sarımsak, yeşil biber iyice pişirilir, içine makarna atılır, pişirilir, böyle verdi tarifi, ben de deneyeceğim şimdi, birazda peynir atarım pişmeye yakın olur biter, domates iki kilo çok mu olur acaba, bakalım ne çıkacak ortaya.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *