Press "Enter" to skip to content

Günlük 1u Eylül’13

*** Histeri (isteri); vikipediye göre; psişik ve motor bozukluklar, özellikle duygusal reaksiyonlarda taşkınlık, ani sinirlenme, hareket bozuklukları, geçici kişilik değişimi ve günlük hafıza kaybı, çeşitli sistemlere ait psikosomatik şikayetlerle belirgin psikonevroz bozukluk. Histerektominin anlamı ise ameliyatla rahmin alınması; bu adın nereden geldiği pek çok kez aklıma takılmıştı ve bir cevap aramamıştım; arasam da bulamazmışım zaten; ilişkilendirmek öyle zor ki; cevabı bir filmde karşıma çıktı.
Hipokrat kadının cinsel doyumsuzluğunun histeriye yol açtığını düşünmüş ve tedavi olarak histerik olduğu düşünülen kadınların genital bölgelerine tazyikli su püskürtülerek orgazm olmalarını sağlarmış. Zamanla bu düşünce geliştirilmiş ve Hysteria filminde olanlar gerçeğe dayanıyor ise; ki öyledir; 1950?lere kadar modern diye bildiğimiz İngiltere?de histerik kadınların doktor muayenehanelerinde elle orgazm olmaları sağlanmış; film İngiltere?de geçiyor; İngiltere?de varsa diğer ?modern? ülkelerde de olması olası. Histeri teşhisi konan bir kadın suç işlemişse tımarhaneye yatırılıyor; tımarhaneye yatırılmadan histerektomi ameliyatı yapılıyormuş; yani rahmi alınıyormuş; histerik kadını iyileştirmek için.
Kadınların tarih boyunca ne işkencelerden geçerek bu suskunluğuna eriştiğini anlamak çok zor olmamalı; sesi fazla çıkan kadının rahmini alıp tımarhaneye tıkmışlar; inanılır gibi değil. Dünyaya vahşeti yayanlar erkekler iken ve erkeklik organı dışta olduğu için kesilmeye daha uygunken erkeklerin erkeklik organı kesilmemiş; bu vahşete kadınlar alet edilmiş; bundan 60 yıl öncesindeki ameliyat şartlarını bir düşünün; yaşanacak acıyı; korkunç; kadınlar susmasında kimler sussun. Ve bunu yapan ülke bize barbar diyen İngiltere; hipokratla M.Ö 400?lerden günümüze; 1950?lere kadar gelmiş; yaklaşık 2400 yıl boyunca kadınlar bu vahşeti yaşamış. Sesi çıkanın sesi kısılmış; sus, otur ve evini temizlemeye; hizmetçiliğe devam et; o dilin yerinden kopsaydı da konuşamasaydın Hipokrat; zaten yeminini bile tırıslayan kalmadı; sen ?önce zarar verme? demiştin; şimdi ise ?önce para? diyorlar; boşa konuşmuşsun; kadınlara çektirdiklerinde artısı; cehennemde yanmaya devam et.
Ki tarih kadının değil erkeğin cinsel doyumsuzluğuna fazlasıyla şahit; hipokrat bu günleri göremedi elbette; görseydi bu tanısından anında vazgeçerdi.
Demek onun içindir ki kadınlar cinselliğini bastırarak; gözden ırak yaşamaya devam ediyor; cinsellik erkeklere hür; kadınlara yasak; peki erkekler kimlerle yaşıyor bu cinselliklerini; eşcinsellik yayılmasında ne olsun; başın kopsun senin hipokrat; hayrından çok şerrin olmuş dünyaya; yobaz kafalı yaratık.
Her iddiasına varım; hipokrat eşcinsel olmalı; yoksa kadına karşı bu tavrının; bu nefretinin bir açıklaması olmalı. Şimdiye kadar biz müslüman ülkelerdeki kadınların ezilmişliklerinin nedenini biliyor ve batıdaki kadının ezilmişliğine bir anlam veremiyordum; kafamdaki sorular cevabını bulmuş oldu. Meğerse en az bizim kadar işkencelerden geçmişler ?uygar? dünyanın kadınları da!
O film; Hysteria filmi de bir o kadar iğrenç ve sapkın; ne kadar tarihe ve gerçeklere dayandırılırsa dayandırılsın; umurumda değil; umarım digitürk bu her iki filmi de yayınlamaktan vazgeçer.
***Ceyda Düvenci müthiş kilo vermiş; umutsuz ev kadınından dönüşerek güzel bir kadın görünümüne tekrar kavuşmuş. Fırtınalı aşk hayatı ile birlikte tombiklikten incecikliğe dönüş yapmış. Diyetin yanı sıra haftada 3 gün pilates yapıyor ve ayda 6 kez sıkılaştırıcı masaj yaptırıyormuş.
*** ?Stilettolu (yüksek topuk) Anne ve Made in Barcelona Bebek? adlı kitabın yazarı ve  ?Stilettolu Anne? blogunun sahibi 33 yaşındaki Güneş Sayın Kalyoncu?nun topuklu ayakkabısı yürüyen merdivene takılmış; merdivenlerden yuvarlanmış ve kaburga kırıklarının iç organlara hasar vermesi sonucu 3 saat içinde ölmüş; 9. 9. 2013 günü; Topuklu ayakkabı sevgisi hayatına mal olmuş; kaderin cilvesi; demek ki topuklu ayakkabılar konusunda da daha dikkatli olmamız gerekiyor; satın alırken; giyerken vs. Ve aslında çokta ısrarlı olmamak gerek topuklu ayakkabı giymek konusunda. 
Bloguna baktım biraz; o blog durdu artık; ilerleyemeyecek; 1,2 sayfadan sonra okumak sıkıcı geldi; ?benim yazdıklarımı okuyanlarda sıkılıyor mudur? diye aklımdan geçmedi değil; bir dolu laf salatası;)))) Yani benimki;)))
***Azıcık yüz buldu mu insanlar kendini seni yönetebilir; sana emir verebilir, istediğini uygulatabilir konumunda görmeye başlıyorlar; buna izin vermeyin; hiçbir yerde ve hiç kimseye; bu sözüm sadece doktorlar için değil; örneklemem gerekirse bitmez tükenmez derdim sezaryen kalıntısı karnım için masaj yaptırıyorum; geçen senede yaptırmıştım; Ceyda Düvenci gazı ile tekrar başladım; parayla; bedava değil sonuç olarak; masajı yapan bu ikinci gidişimde bana zart, zurt emirler vermeye başladı; şu gün geleceksin; şu saatte geleceksin; geç kalmayacaksın; ben 5 günde bir gitmeyi planlıyorum kendi adıma; zamanım, vücut dayanıklılığım ve hatta param ona uygun; ki bu en düşük neden; o ise kendi adına beni 2 günde bir getirtmeye çalışıyor çünkü 2 günde bir gelirsem benden daha çok para koparmış olacak mesela ve ona karşı direniyorum. Onun dediği değil benim dediğim oluyor elbette; 5 günde bir gidiyorum. İki kez gittim henüz; ikinci gidişimde baktım nezaket kuralları ortadan kalkmış; uzandım, bekliyorum; dolapta yağ arıyor; 5 dakika geçince sıkıldım kalktım; yatmadan ve kalkınca saate bakmıştım; kapının yanında dolap; harıl harıl yağlar arasından benim adımın yazdığı yağı arıyor; kafamı uzattım; ?bulamadın mı? gibi bir şey söyledim; bana emrivaki ?siz uzanın, ben geliyorum? dedi; uzanmadım; bekledim; yine tekrarladı söylediğini; umursamazlıktan geldim; ne zamanki odaya geldi o zaman uzandım; ne demek istediğimi anladı elbette; yani demek istediğim o ki hayatınızın ipleri sizin elinizde olmalı; her ne koşulda olursa olsun. Başkalarının sizi yönetmesine izin vermeyin; sizi yöneten kendi aklınız olsun. Ben orada kızıp çıkabilirdim de; çıkmadım ama ona da baş eğmedim. O kim ki ona baş eğeceğim? Oraya bir daha gitmediğim sürece hiçbir şekilde karşıma çıkmayacak; benim için hiçbir şekilde özel olmayacak biri. Başını verenin başı kopuyor; bu böyle bir devir.
İşim bitti; kızımla çıktık; kızım da yanımdaydı; beni girişte bekledi; ısrar etti ve hemen yakındaki lokantaya girdik; girişten itibaren hoşgeldinler, buyrunlar; izzet-i ikramlar; bardağındaki su biter bitmez ahenkli bir şekilde su doldurmalar; telefonun düşünce senden önce koşmalar; böylelerini görünce aklımdan hep şu geçer; ?birde evinde görmek lazım; kendi karısına nasıl davrandığını? gerçi onlarınki iş icabı ama birde iş icabı olmayıp öyle davrananlarda karşıma çıkıyor zaman zaman; yalancı mutluluk oyununun oynandığı koca bir alan; paranın satın aldığı ?geçici ve sahte? mutluluk; önce direndim oyuna katılmamak için; sonra oyuna bende katıldım; güldüm, şakalalaştım; ederi, karşılığı yaklaşık yüz lira olan sahte bir mutluluk oyunu; iş çıkış saatiydi; 10-15 dakika daha yürüdük; yanımızdan evlerden temizlikten çıkan kadınlar yürüyerek geçti; bizimle aynı yönde ilerlediler; yorgun savaşçılar; paranın hükmettiği bir yalancı dünya.  
***Amerika?da yarım litreden büyük kola ve gazozların satışı yasaklanmış; bir, bir buçuk ve 2 litre kolalar artık satılmıyormuş; çok fazla tüketilmesini engellemek için; bize ne zaman sıra gelir ki? 
***Porno film piyasası batacak; digitürk sayesinde; benden söylemesi; babasının oğlu ve Hysteria filminden sonra Lola Versus; şimdi gel de gör beni adlı filmde hiç yoksa 10 kez porno film görüntülerini aratmayacak görüntüler vardı. Her şey alenen; ortada; gizli, saklı bir şey yok; kalmadı Amerika?nın sayesinde. Bu filmleri 10 yaşında çocuklar bile izliyor; nereden bileceksiniz her zaman gülmek için çocuklarınızla birlikte izlediğiniz Adam Sandler?ın bir porno film çektiğini; bilemiyorsunuz ve tuzağa düşürülüyorsunuz. Bu sahneleri izlemek 10 yaşında bir çocuğa neler katar, neler götürür; bunu düşünen var mı? Bu filmlerdeki genel pisleşme, çökme, aşağılık olma durumu digitürk?ten değil Amerika?dan kaynaklanıyor sanırım. Ama digitürkün de daha iyi elemesi; elden geçirmesi gerekir, yapmıyor nedense. Amerika dünyanın toplumsal kirliliğini arttırmak için elinden geleni yapıyor filmleri sayesinde. Kendi batmışlığını, kirliliğini hepimize bulaştırmaya çalışıyor. Umalım da kendi pisliklerinde daha çok boğulup yok olsunlar; bizde kurtulalım bu sayede.
Amerika?da müzik piyasası da batmış; yeni şarkı çıkmıyormuş piyasaya; çıkanlarsa kötü olduğu için hep eski şarkılar dinleniyormuş; hatta artık Jamaika şarkıları bile dinlenir olmuş; bu kızımdan aldığım bir bilgi; yoksa ben müzik piyasası ile ilgili değilim o kadar; sadece dinlerim. Amerika ekonomik olarak battıkça bizi toplumsal; ahlaki olarak batırmanın derdine düşmüş durumda.
New York?ta anne babasından izinsiz okuldan ertesi gün hapı alabilme yaşı 14?e düşmüş; ayrıca okullarda prezervatifte dağıtılıyormuş; yani artık o hale gelmiş ki iş o yaşta ilişkiyi önlemek yerine olabilecek hamilelikleri önlemek yolunu seçmişler; durumları bu kadar vahim yani; Dr. Öz programında söylendi; bu durum Amerika?nın nasıl bir pisliğin içinde boğuştuğunu anlatmaya yeterde artar bile.
Rosie O?Donnell çıkmıştı bir Dr. Öz programına; yanında ?karısı? Michelle? ile; ikisi de kadın ama biri diğerinin karısı; nasıl oluyorsa? Sapıklar. Alenen tanıtılıyor birde; ?karısı? diye; böööyk; örnek teşkil edecek büyükler bu halde ise 14 yaşındakilerin durumunu çokta yadırgamamak lazım; o çocuklar ne kadar sapıtsa haklı. Büyüklerin akılları şeylerinin ucuna düşmüş dönüp duruyorken çocuklardan normal olmalarını beklemek garip zaten. Saymakla bitmez Amerika?nın bu türden sapıkları; bir Rosie O?Donnell ve Michelle değil ki! Ellen De Generes var; ve bir dolu adlarını dahi hatırlamak istemediklerim. Eş cinsellerin haklarını koruyorlar ya; modernler ya; geriden gelen gençliğin haklarını; kafa karışıklıklarını nasıl korumayı düşünüyorlar acaba? İşte yasaklar bunun için; gelecek nesilleri korumak için ama takan kim?
***?İnanç benim için zor durumları atlatmanıza yardım edecek daha büyük bir güce inanmaktır. İnançlı olursan istediğin olur; çocuğun iyileşir ve o yöne doğru gidersin. En iyi alışkanlığım süt ürünleri ve glüteni bırakmak oldu. Şişkinlikten kurtuldum; zihnim daha açık; enerjim çok ve kilo verdim.? Jenny McCarthy; oyuncu; otistik bir çocuk annesi; bununla ilgili bir kitabı varmış.
***Babasının oğlu, histeria, şimdi gelde gör beni, yanan aşk; iğrenç filmler. Digitürk’ün facebook sitesine  yazdım anlamadılar; bazıları hala yayınlanıyor; bende arayıp söyledim; tek tek film adlarını vererek; yayınlamasınlar; bu kadar basit bu.
***Şikayetimi de umursamadılar; yayınlamaya devam ediyorlar; bende rtük’e şikayet ettim; gerçi şu ara digitürkte tmsf’nin elinde; bir işe yarar mı şikayetim bilmem.
***Rtük şikayetim işe yaradı; artık o filmleri yayınlamıyorlar; yaşasın. Bundan sonra rastlarsam ilk işim rtüke şikayet etmek olacak. 
***Küçüktüm; ufacıktım; top oynadım, acıktım; akşam oldu dizildik; sabah oldu silindik; ben bir garip kuş idim, dalına konmuş idim; niçin bana kışt dedin; ben sen olmuş idim; asker oldum piyade; yar yandım aman; açsam içim soğur mu ki; insan vücudunun soğutma tertibatı gözyaşı mıdır; anlamsız, anlamsız, anlamsız; 19 eylül anlamsız.
***Ocak, şubat kış; ağustos, eylül yaz ölüm ayları; her iki şekilde de kalpler dayanmıyor; birinde soğuğa, diğerinde sıcağa. Kışın; o aylarda yazmıştım ölüp gidenlerin arkasından; şimdi yine aynı; peş peşe geliyor ölümler; Tuncel Kurtiz, Turgut Özakman ve sevdiklerimiz; hısım, dost, akraba; hepsinin mekanları cennet olsun inşallah. Ölümün en acısı ansızın; apansız vuranı; genç ölümü; 3 gün yutak borun kitleniyor; geçmez oluyor hiçbir şey; dilin ise 1 hafta; konuşmaz, görmez, anlamaz oluyorsun o ani darbe ile. Kimseye söyleyemiyorsun ölümü; öldüğünü; sanki sen söylediğinde; senin ağzından çıktığında asıl gerçekliğini kazanacakmış gibi geliyor insana; aradan 1 hafta geçip acın azalınca ancak çözülüyor dilin; söylüyorsun; söylediğin sözün ağırlığını kabullenerek. Acın ancak o ortak acıyı paylaşanların arasında yoğrulunca kayboluyor; başka türlü geçmesi mümkün değil; yara, yara ile örtülüyor; kapanıyor. 
Temmuz, Ağustos aylarında; o sıcak aylarda sıcak olan yerlere gitmek yerine serin dağlar, ormanlar tercih edilmeli; temmuz, ağustosta yerleşik Antalyalılar yaylaya çıkarken bizler Antalya’ya ve benzer yerlere gidiyoruz; çok yanlış; haziranda evet; eylülde de; ama temmuz ve ağustos yanlış bir tercih. Helede o sıcakta klimasız yaşam ölüme kesin davetiye. Bu yaz Trabzon’a gittiğimde Arabistanlılar akın etmişti oraya; kendilerine satın alacak yer arıyorlarmış; yerleşmek amacıyla; kiralık araba bulunamıyordu; o kadar çoktular yani; uçakla gelip orada araba kiralıyorlarmış; neden; bir bildikleri var elbette; sıcaktan ve zamansız; erken ölümden kaçmak için. Kışları soğuktan; yazları ise sıcaktan uzak durmanız dileği ile. 
***Bu Türkiye’ye yerleşilme meselesi Trabzon ile sınırlı değil elbette. Yerleşik yabancılar nedeniyle sadece Alanya’nın nüfusu iki katına çıkmış. Her yerde adım adım parselleşme var yabancılar tarafından Türkiye’de. Son olarak Suriyeliler geldi biliyorsunuz; ağırlıklı olarak İzmir’e yerleştirildiler; 100 bin Suriyeli var şu an İzmir’de; AKP’nin seçim yatırımı olduğu düşünülüyor; İzmir’i almak için yaptığı hamlelerden biri.
Sadece göç olarak değil yabancıların yerleşimi; ne zaman bir AVM’ye gitsem 3-5 tane; ayrı ayrı elbette; taze, genç anneler görüyorum yabancı uyruklu; büyük çoğunluğu Rus; dövme kaşlı, uzun boylu hoş kadınlar; yanlarında 3-5 yaşında çocukları ile; gelin Türk olsa evinde çile çekmesi reva görülür; yabancı olunca AVM’lerde şakır şakır para harcaması uygun görülüyor; halbuki her ikisininde kocaları Türk; yemeyenin malını yemeyi biliyorlar vesselam Rus kadınları.
Savaş yolu ile girilemeyen Türkiye’ye her koşulda girilmiş durumda şu an için. Savaş ile yapamadıklarını para ile, mültecilikle, evlilik yolu ile elde ediyorlar; ülkemiz an be an elden gidiyor; bizde seyrediyoruz.
Karşı dairemde bekar erkekler oturuyordu; çıktılar; yine eşyalı olarak kiraya verildi; emlakçının aldığı gün Libyalı; 3 küçük çocuklu bir aile tuttu; aynı gün yerleştiler; yerleşmek için markete gidip yiyecek alışverişi yapmaları yetti. Karı koca ingilizce biliyorlar; adam veterinermiş; 40’ına merdiven dayamış; “master yapacağım” diyor; hangi üniversite diye sordum; ODTÜ dedi; iyide ODTÜ’de veterinerlik bölümü yok; iş şaibeli anlayacağınız. İlk bir hafta bir otelde kalmışlar. Sokak aralarından geçerken bir dolu uzun etekli, sakallı adama rastlar oldum; oturdukları apartmanlardan çıkarken; bunlar ilk göçler; otelde kaldıklarına göre; şimdilik hoşgörülüyüz; yabancı, garip diye; daha arkası da gelecek; hısmı, akrabası; o zaman ne olacak? Bu hoşgörümüzü koruyabilecek miyiz? Hatta sonrasında; yerlerini sağlamlaştırdıktan sonra aynı hoşgörüyü onlardan görebilecek miyiz? Türkiye oldu yol geçen hanı.
Suriyeli sığınmacıların Gaziantep’e gelişinin ardından ev kiraları yükselmiş ve birçok öğrenci ev bulamıyormuş; bunun için yürüyüş yapılmış; alın size bir artçı etki; Türkiye daha nelere gebe hiç belli değil. Türkiye bu rezilliğin içine batalı şunun şurasında kaç yıl oldu; 3-5 yıl; yani AKP yönetiminden sonra; yani AKP yönetiminin dayatması ile; bu halimizin ve olacakların tek sorumlusu AKP’dir; ve elbette dolayısıyla ona engel olmayan bizleriz.
***Midesi kötüydü; bir seferinde “damacananın pompası kirlidir; ondan bozulmuştur midem” dedi; bir başka seferinde yine midesi kötüydü; “yola çıkmadan yemek yedik; iyi değilmiş; ama arkadaşımın midesi bozulmadı, benimki bozuldu” dedi; “peki” dedik; başka zamanlarda da midesinin bozulduğu olmuştur belki; bilmiyorum; son kez midesi kötü olduğunda; ki birkaç gündür kötüymüş; kusmuş; ardından gelmiş kalp krizi; kalp krizi mideye vurur, etkilermiş; mideden sanılırmış; bilemedik. Yüzlerce Dr. Öz programı izledim; bir bunu bile söylemediler;bir şey bildikleri yok demek ki!
50 yaşında; hayatı ti’ye alan; sağlıklı görünen ve öyle olduğunu söyleyen; gösteren bir adam; halbuki ne çok neden vardı bu sonuç için; geçmişle ilgili. Ve üstelik çok derin nefes alıp veriyordu; kilo da almıştı; göbeği şişmişti kilo almaktan çok; her “kendini fazla yormamasını” söylediğimde bana “ben iyiyim, yorulmam” derdi; ki yoruyordu fazlasıyla; tunçtan, çelikten sanıyordu kendini; meğerse değilmiş; yorulurmuş. Ne o kondurdu kendine; değil ölümü; hastalığı ne de biz. Ölümün düşüncesi bile ona çok uzaktı. Ölümünden 15 gün önce gördüm; sapasağlamdı; her zamanki gibi; ayrılırken sarıldım; kendine iyi bakmasını söyledim; “sende” dedi; her zamanki sevecen; abim tavrı ile; ona son sarılışım olduğunu nereden bilebilirdim. Bir melek olarak geldi ve gitti; benim tanıdığım tek melekti en azından. İyi ki geldi; iyi ki vardı; onsuz bir dünyada yaşamadığım için çok şanslıyım.
3 yaş büyük abimdi; doğduğum günden beri tek koruyucum; belkide tek gerçek, karşılıksız sevenim; yokluğuna nasıl alışılır hiç bilmiyorum. Kimi zaman yıllarca; kimi zaman; ki çoğu zaman; aylarca görüşmediğimiz oldu; ama biliyordum ki hep bir yerlerde vardı ve bana geri gelecekti; artık yok; olmayacak. Evden gittiğinde 15-16 yaşındaydı; lise 2. sınıf öğrencisi; o zaman çabuk büyümüştü çocuklar; 12 eylül öncesinde yani; boyu 1.70’i geçen adamdan sayılıyor; adam yerine konuyordu. 3-5 yıl dağda, şehirde kaçak olarak yaşadı; yakalandı; 10 yıl içeride yattı; işkence gördü; konuşmadı; kimseyi ele vermedi; konuşturamadılar; çoğu arkadaşı gibi; askıda asılı kalmaktan yıllarca kolları tutmamış; arkadaşları yemeğini yedirip tuvalete götürürlermiş. 20 yıllık kopukluktan sonra hayatı tanımakta zorlandı; kalan yıllarında debelenip durdu; hayat onu zorladı. O herkes için insaflı iken hayat onun için insaflı olmadı ne yazık ki! Ama o hep mutlu oldu; mutlu olmasını bildi; onca sıkıntısına rağmen. Hayalleri vardı; dünya için, Türkiye için; insanlık için; kendi için; hayalleriyle gitti; gerçekleştiremeden; belkide gerçekten hayaldiler; bilmiyorum; ama o hayalleriyle de mutluydu; varsın olsun.
En çok görüştüğümüz yıl bu yıl; geçtiğimiz yıl oldu; genellikle buradaydı; içi titrerdi çocuklarıma bakarken; onların fiziksel, ruhsal gelişimi; okul ve spor başarılarına bir dayı değilde babalarıymış gibi sevinirdi; “çabalarım onlar için; büyüyorlar” derdi; çocuklarımda aynı şekilde onu çok seviyorlardı; tıpkı benim gibi. O kadar bahsedermiş ki çocuklarımdan hiç tanışmadığımız ve uzun seyahatler yaptığı yakın arkadaşı cenazede çocuklarımı görerek onlar olduğunu tanımış; ki hepsi ayrı, ayrı yerlerdeydiler; büyük oğlumun yanında 5-6 arkadaşı vardı; ona rağmen; gerçi oğullarım benzerler dayılarına; bizim için yeri hep bir boşluk olarak kalacak. Çocuklarımı ve beni asla hiç kimse onun gibi sevmeyecek. 
Her ölenin arkasından söylenir ya iyi şeyler; bu hiç öyle değil; ben 1 ay öncede aynı şeyleri söylerdim onun için; 10 yıl öncede; hiç değişmedi; değişmeyecek; bildiğim, tanıdığım en tutarlı, en aklı başında, en pozitif insandı; benim için hep öyle kalacak. Bir daha hiç kimse için bu; böylesi sözler sarf etmeyeceğimden adım gibi eminim.
Yazmalı; yazmaya, bildiğini, gördüğünü söylemeye devam etmeli; abim için, çocuklarım için; çocuklarımın üstünde yaşayacağı dünya için. Yaşadıkları için; yaşadıklarımız için; yaşadıklarımızın boşlukta silinip gitmemesi için.
Ondan; onun varlığından duyulan tat, huzur ve neşe bir daha geri gelmeyecek. Yaptıklarımız ve yapmadıklarımız için bizi affet; seni seviyorum.
 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *