Press "Enter" to skip to content

Günlük 3a Aralık’15

***Buldum evimi, tam istediğim gibi, hemde ertesi gün, 3+1, yeni, sıfır ve 300 bin tl, site içinde, tesisleri var, buradan biraz daha uzak, incekte, arabayla 15 dakika uzaklıkta buraya, önemli değil, elin eski evlerine 500 bin vermekten iyidir. Çatlak karı bana demişti ya, “ayyy, incekte bulaaaamazsınız o fiyata” diye, alasını buldum, onun sattığından bile daha iyisini, belki iyisi olmayabilir ama fiyat kıyaslandığında çok daha iyisi, onlar 850 bindi çünkü.
Bu zamanda ev dediğin site içinde olmalı, yalnızlaşmaya karşı, hepimiz hızla yalnızlaştırılıyoruz çünkü, ortak kulanım alanları olmalı, parklar, spor alanları, cafeler, marketler, beş kişi selam vermezse bir kişi selam verir elbet, herkes angut değil ya, yoksa insanlar evlerinde yalnızlığa terk ediliyorlar, benim bir yıldır olduğum gibi, sevinçle taşunacağım bu evden, onların olsun lüks ahırları, möööler, duvarlar insanla konuşmuyor, özellikle çocuklar ve yaşlılar için site yaşamı şart, yaşıtları ile tanışıp vakit geçirebilmeleri için, ve benim gibi trafikten bıkmış, uzağa gitmeye üşenenler için, “insan insanın ağusunu alır”derdi bir komşum, insan insana muhtaç, bir tatlı dil, bir güler yüze, her şeysiz yaşanabilir ama o olmadan yaşanmaz.
***Az önce ev telefonum çaldı, telefondaki erkek komiser olduğunu, ismimi sordu, ismimi neden vereyim dedim, bir şeyler zırvaladı, verdim, ismimi bilse ne olacak, Diyarbakır’da yakalanan bir pkklının üstünde kimliğimin ve banka hesaplarımın bulunuduğunu söyledi, banka hesabım yok ki kadının üstünden çıksın, şebeke misin dedim, anında kapattı. Harıl harıl çalışıyorlar anlaşılan. Yakalanması için uğraşabilirdim aslında ama bunun için mecalim yok, uğraşamam.
***Bizim çatlak bizimle yaşayacakmış, bir odayı ona verirmişiz, girip çıktığını görmezmişiz bile, görmeyeceksem niye geleceksin ki, elim mi kaşınıyor fazladan iş yapmak için, ayrıca görmeyeyim de, çaktırmadan kendini bana baktırtacak, alışkın ya, hizmetçi değişikliği istemiyor anlaşılan, ona baktığım bana yetti de arttı bile, başka kapıya canım, başka kapıya. Arsız dediğim kadar var yani. Keyfine bakıp ben bilmediğim, emin olmadığım için bizimle rahat rahat yaşamış ya, ona olağan geliyor olmalı yaptıkları, ama benim için olağan dışı, artık biliyorum, ne malın gözü olduğunu, kusuruma bakmasın, bilmeden bile yeterince işkence çektim, birde bile bile mi çekeveğim, çok bekler. Ben yapacağım kadar iş yaptım, işe doydum, Allah doymayanları doyursun. Ben oda sayısını bir tane arttırdım diye seviniyorum, onu da ona mı kaptırayım, bu halde bile kızım ve ben aynı odada uyuyacağız, oğullarımın odaları ayrılacak, şimdi oturduğum ev 2+1
Hem ne münasebetle aynı evde yaşayacağız ki, karısı da olmadığıma göre, bakıcısı, hizmetçisi miyim ben onun, alırım ben seni, çok beklersin.
Önümüzdeki bir hafta iş çok, hem bu ev hem o ev yoluna koyulacak, bir hafta süresince, orası temizlenecek, inşaat pisliği, burası temiz teslim edilecek, işim çok velhasılı.
Devlet ne muhteşem para kazanıyor bu tapu işlerinden, 300 bin liralık bir evin tapu masrafı yaklaşık on bin.
***Taşımakta zorlanınca tartıp baktım, tam üç buçuk kilo geldi, üç buçuk kilo parayı, ki üç yüz bine tekabül ediyor, adamın birine verdim gitti, ama aklım da onunla gitti, on yıl önceki ben olsam o parayı bir avm’de bitirmem üç gün sürmezdi, demek ki akıl dişlerim çıkmış;))) adama verdim gitti, tüh, tüh, tüh!
Yarın temizlik var, kolları sıvama zamanı, ellerin pırtık pırtık olma zamanı, bugün tapu, elektirik, su başvuruları tamamlandı, çok dolandık, birde incek işlemleri Gölbaşı’nda yapılıyor, bir ev alıncaya kadar göbeğini çatlatıyorlar adamın, neyse, dert böyle olsun, fazla dırlanmayayım, yarın da iş zamanı, haftaya kar geliyormuş, elimizi çabuk tutmakta fayda var, ne kadar hızlı o kadar iyi, en fazla 3,4 gün içinde taşınırsak çok iyi olacak, bir kira daha ödemekten de kurtarırız böylece, bin beş yüz artı diğer masraflarla yaklaşık iki bin fena para değil, zaten dolardan beş, on bin gömüldük, daha fazla zarar etmeyelim bari, ne ettiysek oğluma beğendiremedik, 300 binden 3 bin faiz alırmış, bin liraya da kirada otururmuş, matematikçi olunca böyle detaylı hesaplanıyor demek ki, bizimki bu kadar işte;))) olmam, milli piyango yılbaşında 55 milyon veriyormuş, o nasıl bir paradır, taşımak için tır lazım, kaba bir hesapla o paraya üç kilo desek 55 milyon 550 kilo eder, neyse o kadar da çok değilmiş, yani tırla taşınacak kadar, bir ton bile değil, kamyonet yeter;)))
Aslına bakılırsa ben de çok emin değilim iyi bir iş yapıp yapmadığıma, cumartesi ev aramaya diye çıktım, perşembe tapuyu aldım, biraz fazla hızlı oldu, umarım pişman olmam.
***Hayatta paylaşmayacağım iki şey var, biri param, ki bunu iznim dahilinde paylaşabilirim, ikincisi birlikte yaşadığım kişi, bunu kati surette paylaşmam, hele ki bile bile asla, o bu iki affedilmez hatayı da yaptı, kapıma kul köle olmayanın kapısına kul köle olmam, asla, onun defterini dürdüm ben, o hala anlamamış olabilir ama anlayacak, daha yeni dank etmeye başladı kafasına herhalde piç gibi ortada kaldığı, daha çoook anlayacak, bu ne ki, az bulur az yerim ama kendimi yemem, yedirmem, çok para ve çok iş yerine az para ve az işi tercih ederim, o çok parayı harcayacak zamanım, gücüm kuvvetim olmadıktan sonra çok parayı neyleyeyim, az para ve az işle keyfime bakarım ondan iyi, öyle çok iş yaptım ki şimdiye dek, bana yetti de arttı, ki bu durumda o garanti, evimi aldım, emeklim olacak, ondan da öyle ya da böyle her koşulda para gelecek, aptal mıyım birde onun işini üstleneyim, kime yaptırıyorsa yaptırsın, çok umurumdu, bulunmaz hint kumaşı sanıyor kendini herhalde, benden geçti o iş, canıma, çocuklarıma yetişmişim de iş ona yetişmeye kalmış, o kadar yaptım ki ona yeter de artar, o bilmiyorsa Allah biliyor, Allahından bulsun.
***45 yaşında bir adam daha halı saha maçı yaparken ölmüş, tabi ki kalp lrizinden, bu sayının kaça çıkması bekleniyor bu halı sahaların kapatılması, yasaklanması için.
***Pazar günü taşındım, bugün çarşamba, çok zor bu iş, taşınma işi, canım çıktı, üstümden silindit geçmiş gibi yorgunum, viledalar ve ben, oldukça sıkı fıkı olduk bu aralar, viledalar çünkü bir değil iki vileda, birinci aşama ve ikinci aşama viledaları, ne demek istedim, birinci aşama viledası ile ilk, yoğun kirler alınıyor, ikinci aşama viledası ile ince temizlik yapılıyor, bütün dolaplar, kapılar, camlar viledayla temizlendi, elle temizlemekten çok daha pratik. Ustalar, işçiler, ev yol geçen hanı gibi, biri giriyor biri çıkıyor, kar kışa yakalanmayayım diye aceleyle taşınnca, 3 günde, ki bugün adamakıllı kar yağdı, akıllılık etmişim, şofben, korniş, avizeler taşındıktan sonra takıldı, kırığı, çıkığı derken giren çıkan belli değil, temizle, bir saat sonra yine aynı, üç adam birden dalıyorlar ayakkabı ile, baş edilir gibi değil temizlik işi.
İlk karşılaştığım apartman mensubu bana hoşgeldin dedi, oh be, yurdum insanı, çıt kırılmışı, sonradan görmüşü, görmemişi, sosyetesi batsın, bana seni gerek seni, davlumbaz taktırmadım, önce oturduğum evde hem insan sesi geliyordu hemde yemek kokuları, hiç riske edemem, orada çok sinir olmuştum o işe, açar camı havalandırırım, bir dolaplık yer artmış oldu böylece, fırın ankastre yerini de kullanmadım, bir dolap yeri daha arttı, normal altlı üstlü elektirikli fırın alacağım, ayrı bir yere koyarım, yazık değil mi tezgaha, kestirecekmişim, hiçte kestirmem, 3 tane, yani 30 adet battal boy çöp poşeti evin vırtını, zırtını toparlamaya yetti, bizde ufak tefek çok, giysi ve kitap, onları toparlamak iş. Taşıyan adamlar bile pes etti, ufak tefekten, her taşınmamızda böyle defler. Bir daha uzun zaman taşınmam inşallah, çok yorucu.
***Sitede davlumbaz kokuları şikayetleri başlamış bile, ben demiştim öyle olacağını, daha apartman yaşamının inceliklerine hazır değil inşaatlar, daha ileride düzelir belki. Küvete duşakabin de taktırmayacağım, arası 3 ay geçmeden araları küfleniyor, bin liraymış bir duşa kabin, detaylı sormadım ama öyle, küflenmese sorun değilde küfleniyor kıyısı köşesi, banyo perdesinin nesi eksik, eskirse yenisini al, at.
***Pazar sabahı bütün evi patates kızartması kokusu sardı, banyo havalandırmasından geldi koku, orayı tıkasan buradan geliyor, yapacak bir şey yok.
Davlumbaz baca deliğine tuvalet kağıdı rulosu koydum, boşluk kalan yerlere pamıuk sıkıştırdım, sonrada deliği kalın bantla bantladım, bundan böyle oradan uğultu şeklinde insan ve tv sesi ve yemek kokusu gelmeyecek, oh be.
***Naçar kaldım, taşınalı bir hafta olmasına rağmen hdmi kablosu ortalıkta görünmediği için tv yok, telefonda adresi algılayamadıkları ve türk telekoma henüz ulaşamadığım için ev telefonu ve dolayısıyla internet yok, taşındıktan iki gün sonra şofben monte edilmesine rağmen vermeleri gereken numarayı dün, cumartesi verdikleri için doğalgaza hala gidemedim, sıcak su yok, Allahtan kettle var, çay, kahve ve dökme banyo suyu için acil ihtiyaç, fırının elektiriklisi miydi, şu markası mıydı, şu fiyata olanı mıydı derken hala fırın ve ocak yok, neyse ki fırını ve ocağı olan yerler, lokantalar var, ev yeterince ısınmıyor, pencere pervazlarının kenarlarında açıklıklar varmış, oğlum soğuk silikonla doldurdu oraları, nisbeten şimdi daha iyi ısı, bir eve girildiğinde ilk bakılması gereken yer pencere kenarları, tamirat tadilat işleri, usta giriş çıkışları hala devam, kabarmış parkeler, kapanmayan petekler, su kaçıran lavabolar, küvetler elden geçiyor, perişanları oynuyorum, yorulmaktan yorulmuş haldeyim, yinede burnumdan kıl aldırmıyorum, dün öğlen çıktım, gecenin bir yarısı döndüm, eğlendim geldim, işse iş, yetti be. Dün akşam için birkaç yerden davet vardı, dernekler, kuruluşlar hepsi aynı güne sözleşmiş gibi, bende birini seçtim, gözüme en iyi geleni, yedik, içtik, oynadık.
***Son durumumu göz önüne alırsak insan hayatı ikiye ayrılıyor, birincisi satın almaktan haz aldığı zaman, ikincisi o satın aldıklarını atmak, kurtulmaktan haz aldığı zaman, her iki dönemde kendi içinde mutlu ediyor insanı, neler atmadım ki günlerdir, birikmiş bir hayat, daha doğrusu hayatlar, oğlumun tarihi eser olarak biriktirdiği bütün lise ve öncesi defterleri, fotokopiler, ders notları, tabi ki o bilmiyor, bende diyorum bu eşya niye taşı taşı bitmiyor, değirmene taş taşıyormuşuz da haberimiz yokmuş, tarihten kalma çocuk, bilim, moda, kadın, elişi, yemek, seyahat, astroloji dergileri.
Açılımları şöyle, bilim çocuk, bilim teknik, cosmopolitan, elele, hülya, dishy, zodiac, house beautiful, home art, naviga, voyager, travel leisure, chi, formsante, dr. Kuşhan’la diyet, yemek ve elişileri yazmaya gerek yok, zayıflama kitapları, güzellik kitapları, sağlıklı yaşam kitapları, masal kitapları, çocuk kitapları, 30 yıl öncesinin ders kitapları, inkılap tarihi, dil bilgisi, ne ararsan var, ayıkla ayıkla bitmedi, bir ton para, şimdi hepsi çöpte, o dergileri doğru dürüst okumamışım bile, alıp alıp bir köşeye atmışım belli ki, içlerinde makyaj testerları vardı, onları bile görüp almamışım, öylece kalmış, ayıklanmış haliyle 120 ye 200 baza tepeleme kitap dolu, hala, şu an kullanılanlar, ders kitapları hariç, onları da eleyeceğim, öyle bırakmak yok artık, ona değmiş buna değmemiş yöntemiyle, kitap görmekten nefret eder hale geldim, nereye el atsam kitap, eşşek gibi taşı oraya taşı buraya, yetti canıma, kızım kitap alacağım dediğinde saçlarım diken diken oluyor, o haldeyim artık.
Diğer bir baza da kullanılmayan giysi dolu, kitaplardan sonra onlara da el atarım inşallah, ama onların işi daha uzun, tamirlikler var, geçen akşam iki yanımda yaşlı kadınlar vardı, bende çok genç değilim de bana göre yaşlı yani, ikisinin de kulağı duymuyor, bütün gece birinin dediğini diğerine ilettim, kulaktan kulağa oynadık, ikiside birbirine zıtlaşıyor, inatlaşıyor, çok komikti durum ve durumum, onlardan biri dedi, yaşlandıkça insanlar eşyalarını atamıyor diye, ben yaşlanmadan atayım da kurtulayım bir kısmından hiç değilse, bunu taşunmadan yapmak gerekirmiş ama şimdi yapabildiysem o da iyi.
On gündür dünyadan bihaberim, ne var ne yok, neler olup bitiyor, biraz da siz bana yazın, hep ben mi yazacağım;))) bugün doğalgaz aboneliği için fotokopi çektirmeye girdiğim bakkal aynı zamanda tüpçüymüş, diğer yaşlı kadın servis geciktiği için mızıklanınca saraydaki “senkronize” servisi söyledim, Rusya gazı keserse başına yıkarlar o sarayı dedi benim bildiğim bu kadar, Rusya doğalgazı kesecek diye seviniyordu, keserse donduğumuzun resmidir, neyse ki yeni evimde soba bacası var, oradan kurtarırım paçayı, soba bulursak tabi, anında karaborsaya düşer, 12 aralıkta kıyamet kopacak dediklerinde soba almıştım, benim kadar evhamlısı az bulunur, o da gitti elden, kim gezdirecek oradan oraya.
Ne para gidiyor şu aboneliklere, doğalgaz 180, sadece şofben olduğu için, kombi olsa daha fazlaymış, su 280, elektirik 400, en azı telefon, 24, neyse ki kapattırdıklarının da bir kısmını alıyorsun, suya 280 yatırdım, 40 lira iade aldım, bir şey değil, birbirini karşılamıyor bile, sadece aç kapadan bile köşeyi dönüyor devlet, gerçi elektirik özelleşti artık, elektiriği henüz geri almadım, kapattıktan bir hafta sonra veriyorlarmış, borcunu düşmek için, 400 lira yatırmıştım geçen sene, 190 ı teminatmış, 210 u yine onların cebine, her koşulda kumarhane kazanıyor, taşınmak nasıl bir angarya, inanılır gibi değil, oradan oraya, oradan oraya, bu defa hep çocuklarım gezdirdi beni, yoksa hiç uğraşacak halim yoktu, hiç değilse park yeri aramadım, taşınmaktan çok şu bürokrasi işleri yoruyor adamı, birini kapattır, diğerini açtır, peh.
***Dergiler 2006 yılından kalma, atmadan bir göz attım, bazı isimleri unutulmuşlara gömmüşüz, Aydan Şener, Güzide Duran, Defne Joy Foster, Şahnaz Çakıralp, Gamze Özçelik, ben uzun zamandır duymuyorum isimlerini. Güzide Duran manken, İlker İnanoğlu’nun sevgilisiydi, en son Amerika’da mankenlik yapacağı konuşuluyordu, bir daha duymadım, Şahnaz Çakıralp göz doktoru ile olan olaylı evliliğinin ardından o da kayıplara karıştı, Defne erken bırakıp gitti bizleri, Aydan Şener köşesine çekildi galiba, birazda nostalji;)))
Kemal Doğulu o zaman da ünlüymüş, kuaför olarak, ben yeni tanıdım, işte benim stilimde, on yıl önce botoksun yanlış uygulamalarından, kötü durduğundan bahsetmiş, şimdi kendi üst dudağı da o durumda, arap bacının dudağı gibi, Ahu Türkpençe’nin “şöhreti” kısa sürdü, pek beğenirdim kendisini.
***Tv’ler oldu kerhane, bütün gün hangi kanalı açsanız karı alıp satıyorlar, hele ki kanal d’deki, adını randevuevi koysalar tam olur, işin ilginci o evlenme programlarının hiçbirinde evlenen falan yok, kafa ütülemekten başka bir şey yaptıkları yok, 10 gündür tv yoktu, dün biraz baktım, Seda Sayana, bir adım ilerleme, değişme yok, hep aynı isimler, aynı kişiler, dönüp dönüp birbirlerine namzet oluyorlar, hep üçlemeler var, iki kadın bir erkek, iki erkek bir kadın üçlemeleri, dram, dram, dram, iki ay önce çiğdem, özer, hanife üçlemesi vardı, şimdi çiğdem, hanife ve başka bir adam üçlemesi var, bunun gibi bir dolu üçleme, hepsi mizansen, ben inanmıyorum artık oraya gelenlerin evlenme niyetiyle orada olduklarına, yüzde doksanı geçen seneden beri oradalar, boy göstermeye mi geliyorlar oraya, hepsi yalan, kandırmaca, milleti aptal yerine koyuyorlar iyice. Onlardan daha aptalı trt birde olan, köylü güzelleri, yani köylü zillileri, saçmalık yaratmakta üstlerine yok.
***Canan Karatay tv’deydi, ekmek, şeker, meyve ve hatta balı kötüledi, o kadar da keskin olmak biraz zor beslenmede, bir ara denemiştim, vücuttaki fazla su gidiyor, 5 kilo civarında, sonra yeniden yemeye başladığınızda yine geri geliyor o su, değişen bir şey olmuyor yani, ömür boyu o diyetle yaşamak imkansız gibi bir şey, hepsi neysede meyvesiz hayatta yaşayamam, ayrıca daha önce de dediğim gibi bizim bir kan şekeri meselemiz var, belli miktarda şekere ihtiyacımız var, birde kaya tuzunu övdü, bence yanlış, bir zaman himalaya tuzu kullanmıştım, oğlumun krampları arttı tuz eksikliğinden, ayrıca devamlı kaya tuzu kullanıldığında tuz eksikliğinden dolayı ateş yükselmesi gibi bulgular olabiliyor, bunları daha önce de yazdığımı biliyorum elbette ancak onlar söylemeye devam ettikleri sürece bende yazmaya devam edeceğim, biz doğru bildiğimizden şaşmayalım yeter, akılın fazlası da fazla.
Onu ye, bunu yeme, ağzımızda tat bırakmadılar, hiç umurum değil artık, istediğimi yiyip içiyorum, bol şekerli çaylar, beyaz ekmek, hepsi serbest, şimdiye dek yemedim de ne oldu, onları yemeyerek bir yere varılacak olsaydı ben varırdım, en az son on yıldır mahrum yaşadım bunlardan, o değil birde düşük şeker olmuşum, sanırım, çünkü şimdi çok daha iyiyim, halsiz kalıyormuşum, hepsi kafa ütülemece. Kimse oturup beş kilo baklava yemiyor zaten, ama belli sınırlar içinde vücuda her şey lazım, buna ekmek, şeker de dahil, eğer yemezsen vücut istiyor ve bir şekilde yiyorsun zaten, bu seferde abur cubura yönelinildiği için glikoz şurubu olarak genellikle, iyisi mi bildiğin şekerden aşırıya kaçmadan kullanmak. Şekersiz yaşarken markete her gidişimde canım çikolata çekiyordu, şimdi aklıma bile gelmiyor, farzı misal.
***15 gün oldu, bitiremedim işi, bitecekmiş gibi de görünmüyor, hem gündelik iş hem artıdan iş olunca ilerlemiyor tabi, bir yanı yapıyorsun öbür yan kalıyor, Esra Erol doğurup gelmiş bile programa, hayret ettim, daha bir ay olmadı doğuma gideli, teşbihte hata olmaz, böylelerine it canlı derler bizde, akarken doldur taktiği, onların işleri kendiliğinden bitiyor anlaşılan, öyle olduktan sonra benim de biter de, bir başkasının yaptığına bir güvenebilsem, kimse benim yaptığım gibi yapamaz, hayatta;))
Hayır yani, doldur doldur nereye kadar, ben bildim bileli dolduruyor, dolmuştur zaten dolacağı kadar köşe bucak, 3 ay da yan gel yat, mezara mı götürücen, sonuçta oraya gideceğinizi unutuyorlar her nedense, hırs, hırs, hırs, nereye kadar, bak bana, ne kıyıda var, ne köşede, ama larc, larc, larc, dünya adamı, sallamışım, dünya malı dünya için, götüren var mı?
*Baktım, 25 gün olmuş doğum yapalı, üstelik sezaryenle. Zavallı. Modern köle, eskiden tarlada doğururmuş ya kadınlar, ne farkı var, sadece sezaryen olduğu için hastanede doğuruyor o kadar, köle aynı köle, kadın çalışsa da köle, çalışmasa da köle, parası olsa da olmasa da köle, o kader hiç değişmiyor, analık hissi uğruna köle. Dolaylı, dolaysız, aleni, örtülü, zorunlu, gönüllü, haberdar veya halinden haberdar değil, ama sonuçta köle, evde, mutfakta, masada, yatakta, çocuğuna, kocasına köle, insanın cebinde parasının olup olmaması kölelik durumunu değiştirmiyor ki, sen farkında değilsen o parayı ve kendini nasıl yöneteceğini yine kölesin.
Yığ, yığ, elin oğlu sana aferin der, bir gün, şimdi değil, para basıyorsun ya, o yüzden, çok mu gaddarım, ne yapayım, şartlar öyleydi;)))
Kösem sultana 5 dakika baktım, yine ibne koymuşlar, ibnesiz olmuyor diziler nedense, kuaför rolünde, adı da fırıldak mı ne, onun gibi bir şey, bir o değil, bir sürü ibne var o dizide, hani gerçeği böyle diyebilirler elbette, atalarımızın ibne olduğunu, desinler bakalım, bu kadar göze sokmaları şart mı, konu yok kızın saçının yapılışını izletiyorlar millete. peh. Osmanlı’daki her sanatı biliyorduk, Osmanlı’da saç yapma sanatını da öğrenmiş olduk, son teknoloji, saça kaynak bile yapıyorlar, helal olsun valla, ama ne kadar gerçek anlayamadım, saç kaynağının tarihinin o kadar gerilere gittiğini pek sanmıyorum, düzleştirici var, maşa var, ne ararsan var, fön makinesi yoktu bir tek;)))
***Aziz Sancar aldığı nobel ödülünü sigaranın dna üzerindeki etkilerini onarmak üzerine yaptığı çalışmalarla almış, “sigara içmemek daha iyi bir çözüm” diyor, bence de!
***Spirtüel dünyaya çok uzak değilim, düşüncelerime ters değil, ara ara yazıyorum zaten, ve yaşanan, yaşadığım her şeyin bir nedeni var diye düşünüyorum, mesela o dergiler, on yıl öncesinden bugüne taşındılarsa bu benim için olmalı ve bir anlamı olmalı, o dergilerden biri de chi, spirtüel bir dergi, tek sayısını almışım, orada şöyle yazıyor, “eşzamanlılık, bir anlam ifade etmeyen fakat bir nedene de bağlı olmayan tesadüfi olaylar” bunu Sydney Omar’ın astroloji kitabından da hatırlıyorum zaten, dergiyi okumadan 2-3 gün önce mutfak eşyaları mağazasından kelebek şekilli kurabiye kalıbı aldım, bir başkası alınca dikkatimi çekti, kasada 3 çerçeveden birini seçmesi için yardım isteyen bayana kelebekli olanı almasını tavsiye ettim, yine aynı gün arkadaşım yaptığı resmi gösterdi, çakıl taşları üzerinde mavi bir kelebek, aynı gün üç kez üstüste olunca dikkatimi çekti elbette, aklımın bir köşesinde hep var eşzamanlılık, dergiyi okuduğumda emin oldum, kelebek bana bir işaretti, bir kelebek gibi özgür olmam gerektiği veya aslında olduğum konusunda.
Aynı dergideki bir yazı başlığı şöyle; “özgürlük kolay, zor olduğuna dair düşünceyi bırakabilirseniz” BK Jayanti diye biri tarafından yazılmış, kısaca beyni, kendini özgür bırakmayı söylüyor yazı, yani bana, geçmişi sil, unut, yok et ve yeniden yaşamaya başla, çünkü hayat senin içinde akıp gidiyor diyor, çünkü bunu yapamıyorum, bütün gün, günlerim lanet okumak, beddua etmekle geçiyor, elimde değil, aklım dönüp dolanıyor ve aynı noktaya kilitleniyor, adiliğin bu kadarını hazmettiremiyorum kendime, sanki bana neyse, adi olan ben değilim ki, bunu yazarken bile hala suçluyorum, lanet okumaya devam ediyorum, görüyorsunuz, unutmam gerek, nasıl becereceksem, resetlenmeliyim, canı cehenneme diyebilmem gerek, hala lanet okuyorum, taş olsa çatlar, sağlam çıktı, de giden yıllarıma acıyorum, giden yıllarıma acırken yine yıllarım gitmeye devam ediyor, elbet olacak bir çaresi, şu evdeki işler bir bitsin de kendimi evin dışına atayım en iyisi, yoksa bu böyle olmayacak.
I Ching’den de bahsetmiştim, yine hatırlatayım, 64 sayısının altında herhangi bir sayı sıklıkla karşınıza çıkıyorsa bunun bir karşılığı var, mesela bana son birkaç yıldır 49 çıkıyordu, 49 değişim, devrim demekti, son yıllarda beni o umut yaşattı, bu son 3-5 aydır 47 oldu, 47 parasız bırakılma imiş, dikkatli olmam gerektiği konusunda I Ching beni uyardı, bende daha dikkat ettim, yine yapmıştır yapacağını, kör olasıca, lanet okumaya devam. Çocuklarımın, benim başımın gözümün sadakası olsun, ondan kurtuldum ya, helal etmem o ayrı mesele.
Eğer yaptıysa, ki yüzde yüz yapmıştır, aşağılık serseri, ve yapmaya devam edecekse, ki edecek, o 24 yaşındaki incecik ellerimle yaptığım, parasızlık yüzünden sefer taslarına doldurup doldurup götürdüğü yemekler ve 25 yıl boyunca onun için yaptıklarım burnundan fitil fitil gelsin inşallah, bir geldi, bir dahası da var, Allahın adaleti diye bir şey var, sen unut bakalım, bakalım Allah ta unutmuş mu? Sen Allahı unuttun diye Allah ta seni unutur mu sandın, sen “çocukların da senin olsun” dedin diye Allah çocuklarını kaydından sildi mi sandın. Evet, böyle dedi bana, üstelik kızımın yanında, üç beş ay önce, sinirden böğüre böğüre, Allah müstehakını versin inşallah, şimdi arasın da bulsun çocuklarımı, köpek. Ha, ne oldu, ben de dürdüm defterini, kendi idam fermanını kendi imzaladı. Hayat sadece bugünden ibaret değil, bir geçmişi ve işin iyisi ve kötüsü, ki kişiye göre değişir, bir geleceği var, dileğim Allah herkese hak ettiğini versin, buna bende dahil. Alma mazlumun ah’ını, çıkar aheste aheste.
Hayatta rastlanabilecek en iğrenç insan oydu, o da geldi bana rastladı galiba, kendi pisliğinde boğulasıca. Çocuk dedikleri de ikisi, oğullarım özel üniversitede tam burslu fen bilimleri okuyor, biri, yani kızım anadolu lisesinde, onun gibi köpeğe ne lazımdı böyle çocuklar, pislik, eee, onlara verdiği üç beş kuruşu onlara vereceğine gidip karılara verse daha çok keyiflenir, onun bile hesabını yapıyordur o köpek, binlerce kez Allah belasını versin.
Tesadüf sandığımız şeyler aslında tesadüf değil, çoğu şey belli, I ching yani, o kadar tesadüf oluyor ki tesadüf olduğuna inanmak güç, hayatta da öyle, çoğu şey belli, ve her şeyin bir sebebi var.
***Kösem sultandaki yabancı kızın boynu ne kadar ileri doğru, cep telefonu ile çok uğraşmış anlaşılan, deve boynu gibi, ve cidden hiç güzel değil, Hülya Avşar’ın yüzünü de fotoshoplamaya başlamışlar, veya filtreliyorlar, yüzünü hareket ettirmemeye gayret ediyor, artık saydam ve düzgün bir yüzü var, ne mutlu ona. Başkası konuşurken Hülya Avşar’ı, Hülya Avşar konuşurken başkasını gösteriyorlar, veya konuşurken uzaktan çekiyorlar, yüzü durağan, hareketsiz bir halde veriliyor hep, sinema, dizi boyutunda yepyeni bir adım, sırf Hülya Avşar çirkin görünmesin diye.
***Zodiac dergisi 2006 yılında 6 baskı yapıp bitmiş, ben son iki dergisini almışım, astroloji dergisi, Ümmü Gülsüm diye bir kahinden bahsediliyor, söylediklerine göre 2013’te AB’ye tam üye olacakmışız, aydınlar tarafından kurulacak yeni bir parti iki seçim sonra iktidara gelecekmiş, gibi gibi bir sürü yanılgı var, çuvallamış, böyle şeyleri aradan zaman geçince okumak en iyisi, komik oluyor.
Elimdeki ilk sayıda Ahu Türkpençe ile söyleşi var, şöyle diyor, “ilişkiye başlarken bir insanı hangi özellikleriyle seviyorsan sınrasında da aynı özellikleriyle sevmen gerekiyor, karşı taraf da böyle davranırsa o zaman o ilişki yürür” oldukça iyimser bir yaklaşım, o zamanki yaşına istinaden, gerçi pek hafife alınmamalı, fizik okumuş, yani zeki bir kız, ikinci dergide Nilüfer’in bir söyleşisi var, o da şöyle diyor, “eğer taraflardan bir kolaya kaçıyorsa diğer taraf mutsuz olacağından ilişkide huzur kalmaz, insan yaşadığı aşka ve sevgiye saygılı olmalı” çok daha akılcı, tutarlı, elbette o da yaşına ve tecrübesine istinaden, Soner Arıca “kariyer cazibeyi çağrıştırır hale geldi, yaşandığı iddia edilen aşklar inandırıcı değil artık” demiş, kariyerden parayı kast ediyor elbette, haksız sayılmaz, sonra ele alınan konu ruhun eşini araması, bendeki düşünce “bundan sonra arasa ne olur, aramasa ne olur”, geçiniz, bir sonraki konu, burçların aşktan ne beklediği, bendeki düşünce “önemli olan ne beklediğin değil, ne bulduğun” bunu da geçiniz, bir soneaki konu yine eş ruhlar, üfff, okumanın da tadı kalmamış deyip dergiyi kapamak en iyisi;)))
Ne saçma sapan şeylerle milletin kafasını şişiriyorlar, eş ruhmuş, kim uydurduysa, eşi bulmuş eş ruhu kalmış, saçmalık. Bana kimse inandıramaz artık o saçmalıkları, hayat bir al gülüm ver gülüm mesrlesi, aşk mı, güleyim bari, cinsel çekim, beğeni, hoşlanma evet ama aşk sanki biraz fantazi, eş ruh fantazi ötesi.
Kadını köle etmek için başka tutar dalları ne ki, aşk de, meşk, de, ruh eşi de, kandır, yoksa evliliğin kadına getirisi ne, ele eşeklik, kölelikten başka, taşı babam taşı, nereye kadar?
Abartıyor muyum, örnekleyeyim, çok yeni yaşandı, yaşanıyor, ve ben en başından beri biliyorum, çalışan bir bayan, devlet memuru, mutfak alışverişini marketten yapıyormuş, uyarılmış, kimin tarafından olacak, elbette kocası tarafından, pazardan alışveriş yapılması konusunda, söylediği söz şu, “bir sen mi çalışıyorsun” 8 yıldır kullandığı telefonunu değiştirmek istiyor, kocasından onay çıkmadığı için alamıyor, üst baş meselesine zaten hiç girmeyelim, artık gerisini siz anlayın, maaşı yaklaşık 3 bin, kocası da bir o kadar kazanıyor, maaşını kocasının eline veren kadınlardan sadece biri, kocasının evdeki görevi yaparsa alışveriş, ki kadın yapıyor ve papara yiyor, ve çöpü dökmek, 22 yıldır evliler, iki de çocukları var, geri kalan bütün iş kadının sırtında, oturduğunda laf işitiyor, bu örnek yeterli geldi mi, kadının nasıl bir köle olarak kullanıldığı konusunda, adam hem kadının parasını yiyor, hemde kadını yiyor, çiğ çiğ.
Hani bu anlattıklarım bile değil kadının zoruna giden, bunları kanıksamış, üstlenmiş, zoruna giden devamlı kaynana tarafından kocasının kumanda ile yönetilip oraya gidin, buraya gidin diye kocasının kendini peşine sürüklemesi, akraba ziyaretlerine, oradan kopmuş hatlar.
Al bir karı, bedavaya, iki bilezik takarsan o bile aslında senindir nasıl olsa, emanettr yani, ki ona bile gerek yok, iki alla bir pulla yeter, kadından saf, temiz yaratık mı var, ömür boyu sömür, ümüğüne kadar, her türlü, eti onun kemiği kadının, kalırsa. İlk bir iki yıl allayıp pullarsın kendini, göstermezsin gerçek yüzünü, çocuk da olduktan sonra sıkıştırısın köşeye, çocukla, işle, para tehdidi ile, bir yere kıpırdayamaz artık, bil ki senin kölendir, karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyebilirsin artık.
Öyle çok iş yapardım ki, geceleri uyandığımda yalpalayarak giderdim tuvalete, yine sesim çıkmazdı, şimdi yaşıtlarımdan çok daha yorgun bir vücudum var mesela, kendini Allah sanıyordu başımda, şimdi görsün Allahı, cehenneme kadar yolu var, ben ne yaptıysam çocuklarım için yaptım, onun için değil, bugün olsa yine aynısını yaparım, dereyi geçene kadar ayı dayıdır, şimdi bulsun beni, bulabiliyorsa, ben çocuklarımın bir gün nasıl olsa büyüyeceklerini biliyordum ama o bu kazığı yiyeceğini bilmiyordu, farkımız işte burada, ben hep o hesapla yaşadım, şimdiden sonra mı, baş ağır kulak sağır, bulduğumu yerim, bulmadığımı görmem geçerim, bir daha erkeğe kölelik mi, Allah yazdıysa bozsun belki büyük bir laf ama o kadar, benim olan bana yeter, olmayanda zaten gözüm yok, Allah isteyene nasip etsin, benim gözüm yok, öyle bıkmışım ki, gırtlağıma kadar, para için, iki pılı pırtı için kimseye kölelik etmem, eksik olsun o iki pılı pırtı ama canım sağ olsun, bu saatten sonra ne ben kimseyi çekerim ne de kimse beni çeker, adama dünyayı zindan ederim, kimseye verilecek bir şeyim yok, kalmadı, bir canım var o da bana lazım, kimseyle uğraşmam.
Yine gevezeliğim tuttu, yazayım da içimde kalmasın bari, yoksa dürter durur beni, aklımda olanı yazmadıkça o aklımdan gitmiyor, nasıl işse, ne zaman yazsam o vakit siliniyor, geçenlerde, on gün kadar önce yalnız çıktım evden, alttan bir ses geliyor, duymazlıktan geleyim dedim, bayağı bir ses var, bilkent yolu odtü kapısındaki ışıklarda indim baktım, boylu boyunca uzanan kalın, sert bir plastik kırılmış, yere sürtüyor, geri gitsem uzak, bauhausa gidiyorum, döner miyim, dönmem, devam ettim, sürte sürte, alışveriş bitti, aklım başıma geldi, baktım iki beyamca arabalarıyla uğraşıyorlar, yardım istedim, ettiler sağ olsunlar, parçayı çakıyla kestiler, muhabbetsiz olur mu, “nerede oturuyorsun, yani bu halde nereye kadar gideceksin diye soruyor, adresimi soracak değil, incekte, ben de, ha komşuyuz demek, orada iki tane villam var….” varsa var, bana ne, sağ olasın bey amca, sana villalarınla mutluluklar, senin villan sana, benim üç oda salonum bana hayırlı olsun, iyi işler olsun, bu tv’ler iyice edepsiz etti milleti, anahtar sallayan sallayana.
Belkide laf olsun diye anlatmıştır, bilemem ki, hissi kablel vukum o kadar gelişkin değil, ama ortam böyle olunca akla gelen ilk şey o oluyor, üç gün önce çiftlikte döner sırası bekliyorum, yine bir bey amaca geldi, dönerciye anlatıyor, “Didim’de oturuyorum, orada evim var” diye lafa girince tam evlenme programlık diye geçti aklımdan, ne yapayım, beynimize kazıdılar bu işi, ay o incekteki evin, yani villanın camı, penceresi, perdesi, halısının işi biter mi, ben üç oda salonu anca birbirine kavuşturuyorum, bir gün bu yanı yaparsam ertesi gün diğer yanı yapıyor, anca baş ediyorum, birde yemek yaparsam gün bitiyor zaten, hiç mi dinlenmeyeyim, iş yapmaya mı geldim ben bu dünyaya, fıttırırım herhalde, istemem amcam istemeeeem. 
Hizmetçi masalı mı, o masalın birde efendi kısmı var ki, gündüzün yanına birde gece mesaisi getirir ki, istemem amcam istemem, hem efendiyim hem hizmetçi, kendimin hizmetçisi ve efendisi, gece gündüz. Canı istemez, kadın tutmam der, kabak yine benim başıma patlar, bende bu şans varken işimi şansa bırakamam, dertsiz başıma dert mi alayım ayol! Benim keyfim yerinde, salla başını, salla başını, maaş, muaş yok.
Bu arada hepimiz zan altındayız, bu evlenme programları sayesinde, satılık kumaş gibi görülür olduk ki bu hiç hoş değil, önüne gelen erkeğin hakkımda, hakkımızda satın alınabilir olarak düşünmesi hiç hoş değil, eğer o amaçla söyleniyorsa o sözler bu bana hakarettir, bu programları bir silkeleyip kendine getirmek lazım.
Hayır, biz böyle bir toplum muyuz, birbirimizle bel altı düşünmeden konuşamayacak kadar basit olan, bir kadın bir erkekten yardım isteyemeyecek mi, istediğinde hakarete uğrayıp pişman mı edilecek, ne ayıp, bizi bu hale getirmeye çalışıyorlar, beceriyorlar da. Bana ne senin evinden, varsa karın, kızanın sevinsin, vardır elbet, hiç değilse çocukları vardır.
Ha, gerektiğinde boynunu sıkacağım bir boğaz da var nasılsa, bu kadarla benden paçayı kurtaracağını sandığını hiç sanmıyorum, ki kurtaramayacak, ben çalıştım o herkese yedirdi, şimdi onlar çalışacak ben yiyeceğim, bakalım nasıl oluyormuş hazır para yemek, birde ben göreyim, kısasa kısas, hele bir vermesin ona dünyayı dar ederim, nesi var nesi yok başına yıkarım, babasının evinden getirdiği bir çatalı yok, her şey benimle ve benim sayemde oldu, kıçındaki donu bile bana borçlu, o yiyecek ben bakacak mıyım, söke söke alırım, enayilik buraya kadardı, bundan sonra yok, ona varsa bana da var, bana yoksa ona da yok, yıkarım başına, bir çekiç bile yeri geldiğinde çok iyi iş görür, kırar dökerim iş yerini, yapabiliyorsa yapsın iş, hiç şakam yok, onca sene onun sırtını orospulara yedirsin, beni, çocuklarımı aç bıraksın diye sıvazlamadım, “bak bu füme peynir, bundan da ye, beni gören de karıya her hizmeti yapıyor diyecek” kayıtlar bende, silinmedi, daha neler neler var, dökerim ortaya, isimli adresli, hiç unurum değil sonrası, demek ki neymiş, bir dahaki seferin olabilmesi için kadına iyi davranmak gerekirmiş, kadın da insanmış, para her şey değilmiş, hem para veriyor hemde üstüne yalvarıyor, telefon üstüne telefonlar ediyor, zavallıcık, çok accıdım haline, herkesin bunu bir öğrenme yaşı var işte, daha çoook yalvaracak onun bunun kapısında. benim intikamımı bile o kadınlar alacak, herkes ben mi, karşılıksız itaat etsin, dilerim sürüm sürüm sürünsün peşlerinde, onca yıl o yan gelip yattı ben dört dolandım, yanına bırakacağımı sanırsa çok yanılır, bu oyunun kaç perdesinin daha olduğu hiç belli değil, yapsın da göreyim, hiç şakam yoktur, nereye varırsa varır, kim mezara kim hapse gider orasını Allah bilir, canı isterse yapsın, ne kimsenin hakkını yerim ne de göz göre göre kimseye hakkımı yediririm, bu işin aritmetiği bu kadar basit, Allah ya ona verir ya bana, şimdiye kadar sustum, şimdi susma sırası onda, yok öyle üç kuruşa beş köfte, deliyim gözü kara deliyim, yakarım Roma’yı da yakarım.
Benim  kaybedecek hiçbir şeyim yok, ve intikamdan başka tutunduğum tek dal yok, bir canım var, o da bu yola feda olsun, bir çocuğum iki yaşında, diğer çocuğumu iki aylık emzirirken eve yiyecek al dediğimde bana süt içiyorsun ya diyen, aç karnına çocuğunu emzirten adama, o orospu çocuğuna o füme peynirleri burnundan getirmek boynumun borcu, kendim için değilse o küçücük çocuklarımın hakkı için, ona havada karada rahat yok benden, sonuçlarını göreceğiz hep birlikte, sevinen, kına yakan, katkılarından dolayı kendine plaket takanlar olacaktır elbette, hepsi tarafımdan Allaha havale, o bilir işini.
Bildiğin kaşınacağım, kaşısın diye önüne çıkacağım, dünyadaki tek it o değil ya, bende itim, yeri geldiğinde, yaptım, ettim, yanıma kar kaldı dedirttirmeyeceğim ona, o nasıl burnumdan getirdiyse bana hayatı bende ona getirteceğim, boyun eğecek, eyvallah çekecek, karşı çıkacak, hangisini yaparsa yapsın ben varım, sonuna kadar, bu intikamı almadan kara toprağa girmeyeceğim, kendimin ve çocuklarımın intikamını, illellah dedirtene kadar, buna derler ikinci raund. İte it olduğunu söyleyeceksin ki it olduğunu bilsin, ben söylemezsem nerden bilecek it, it olduğunu?
Hiçbir şey diyemezsem, ki derim, o beni iyi bilir, “çocuklarına ve bana vermeyip ona buna verdiklerini Allah burnundan bir kere daha getirsin inşallah” ta mı diyemem, öyle birde derim ki, köpür köpür köpürsün sinirden.
***Bugün veli toplantısına gittim, kızımın, sınıf pislik içindeydi, yiyip yiyip ambalajlarını yerlere atmışlar, 9. sınıf öğrencileri, öğretmenler de, anne babalar da çocuklardan şikayetçi, biz bu çocukları bu kadar egosu yüksek yetiştiriyoruz, acaba onlar bu yüksek egoları ile çıcuklarına bizim onlara olduğumuz kadar hoşgörülü olabilecekler mi? Hiç zannetmiyorum. Bana kalırsa hiç iyi etmiyoruz.
***Geçtik benim eski kitaplara, milattan önce son yüzyılda yaşamış filozof Cicero’nun bir kitabı kalmış elimde, adı ödevler, Cicero aynı zamanda bir devlet adamı, Sezar’a karşı olanlardan, Bürütüs gibi, Sezar, Aristo zamanında yaşamış, o kitabı yazdığı sıralarda 21 yaşında olan oğlu Marcus biraz hayta, serseri imiş, ona hitaben yazmış, bir ahlak dersi kitabı gibi, 40 sayfa, büyük boy dolu dolu bir kitap, Cicero ahlaka çok değer verir, bütün kötülüklerin ahlak yokluğundan olduğunu söylermiş, şimdi bunu niye yazdım, bağlıyacağım, sabredin.
Gittim ya okula, her yer pislik içindeydi, bu çocukların ahlakı bile isteye çökertiliyor, ne öğretmene, ne ana babaya saygı var, bir desen bin işitiyorsun, sınıfın haylazının annesi gelmiş meydan okumaya, “burası devlet okulu, beğenmiyorsanız özel okula gönderin çocuklarınızı” diyor, kendi de bir öğretmen üstelik, öğretmenler bir tanesine bir şey söylediklerinde sınıf birlik olup karşı duruyorlarmış öğretmene, anne ise herkese meydan okuyor, öğretmenler dahil, çocuğunu savunuyor, çocuğunun ahlaksızlığının kaynağı ortada, biraz karışık anlattım, siz toparlayın kafanızda, demem o ki çocuklarımız bile isteye yozluğa, yobazlığa, ahlaksızlığa iteleniyor, isteyen istediği gibi giyiniyor okullarda, daracık pantolonlarla göt, göbek ortada, saç, baş her renkten, mavi, kırmızı, ne renk ararsan var, özgür gençlik, ayıp, edep, utanma, arlanma diye bir şey yok, bilmiyorlar, evde söylesen ne olur, etraftaki bütün örnekler birbirini ayartıyor, senin söylediğin devede kulak, konuş dur, hani milli, milli diyor ya, bu milli bir taktik, milli yok edilme taktiği, bir milleti nasıl yok edersiniz, Cicero’nun da dediği gibi ahlaksızlaştırarak.Az gitmiş, uz gitmiş iki bin yılda bir arpa boyu yol gidememişiz. Dindar görünerek dinsizliği yerleştiriyorlar okullara, devlete, millete bağlılık diyerek bütün bağlarımızı koparıyorlar, Amerikalılar okullarında ülkeye bağlılık yemini ederken Amerika’nın emri ile bizim okullarımızda andımız kaldırıldı.
***Kaleyi içten fethediyor, bizi bizimle vuracak, çocuklarımızla, önce klonlara ayırdı çocukları, kendi müritlerinin çocuklarını imam hatiplerde koruma altına aldı, bizim çocuklara da edepsizliği dayadı, şimdiye kadar görülmemiş şey liselerdeki şu anki serbestlik, dış görünüş ve hareket serbestliği anlamında, bizden daha mı yenilikçi debu kadar serbest bıraktı liseleri, amaç belli, çocuklarımızı küçük yaşta fuhuşun içine itelemek, edepsizlik had safhada, kızlar biseksüelliklerini açıklıyor, bir değil, iki değil, kaç tanesi, erkekler ibneliğinden gocunmuyor, kız çocuğu kız kıza öpüştüğünü söylemekten çekinmiyor, kız erkek öpüşmeleri zaten olağan sayılıyor bu durumda, dedikodular almış başını gidiyor, ki bunlar sadece 9 ve 10. sınıflar, üst sınıflar yok, 15, 16 yaşında çocuklar, böyle tutucu bir parti tarafından yönetilen bir ülkenin liselerinin bu hale gelmiş, getirilmiş olması başka ne ile açıklanır?
Okulda bu denli kudurtulan çocukların eve gelip munis bir kedi gibi davranmasını bekleyebilir misiniz, istediğiniz kadar terbiye verin, mümkün değil, amaçta bu zaten, bizi çökertmek. Bu ne adi, aşağılık bir zihniyet, şeytanın aklına gelmez, demek ki şeytandan da beter.
***Günler oldu, sis kalkmadı, ben hep evde olduğum için incek farkı sanıyordum, her yerde varmış, dün bauhausa gittim, ayakkabılığa raf kestirdim, malum, benim tamir işleri, her gittiğim evde olur, 4 kişinin ayağının ayakkabısını bir dolaba sığdırmak müşkül iş, palto asılan yerlere raf koydum, ancak öyle yeterli geliyor, paltolara da başka bir çözüm yolu bulmalıyım.
Hadi sis neyse, ağaçlar, metaller bir garip, kar yağmadı, yerlerde hiç kar yok, ağaçlar ve metal çitler, tel örgüler kar kaplı, akşam dönerken korku filmi gibiydi ortalık, karanlık, sis, karlı ağaçlar;))) Ankara dondu kaldı. Putin gazabını yollamış olmalı, Sibirya’dan. Siber saldırı var zaten, üstüne birde Sibirya saldırısı;)))
***Dünyada yaşanan krizler her yeri olduğu gibi sinemayı da etkiliyor, maliyeti düşürmek için habire astronot filmleri çekiyorlar, izlemiyorum tabi, eskiden izlediğim on filmden biri iyi çıkıyorduysa şimdi yüz filmden biri iyi çıkıyor, dün izledim bir film, aşk uğruna, suite francaise, bir aşk filmi, yapacak başka bir işiniz olmadığında izlemenizi öneririm. Hani bu ara öyle çok kötü film izledim ki, belkide yeterince iyi değildir ve bana öyle gelmiştir ama kötü olmadığı kesin.2. dünya savaşı sırasında yaşanmış ama kavuşulamamış bir aşkın hikayesi, kızı annesinin hatıralarından derlemiş, özellikle son ayrılış anından sonraki sözler çok güzel, ama burada yazarsam tadı kaçar filmin, izlerseniz diye, o yüzden yazmıyorum, evet, aşklar yalan, ama filmlerdeki aşklar güzel, siz hiç kavuşulan bir aşkın veya devamının kitabını okudunuz veya filmini izlediniz mi, hayır, çünkü yok, hep kavuşulamayan aşklar güzel ve ulaşılamaz olan.
Belkide filmler güzeldir de kötü olan digitürktür, bilemiyorum ki, kapattırdım, türkceli açtırdım, onun da film kanalları var, bakıcaz bakalım. Birde onda 12 saat geri gitme özelliği var, her kanal için, tv açık olsun veya olmasın, bu durumda kayda bile gerek yok, 12 saat içinde aç izle, ne güzel kaçırıyordum çoğu şeyi, şimdi kaçırmak için mazeretim bile olmayacak, çok kötü, aynı anda izlenecek film seçeneği de çok, her film kanalında 5,6 tane, 12 saat geriye gidince tabi, bulduk işi. Birde digitürk kutuları çok eski, tamirden çıkanları ondan ona veriyorlar, vın vın ötüyor, gitti de kurtuldum sesinden, evde gereksiz seslerden çok rahatsız oluyorum.
***Bilkent’e dağ başı diyordum, incek tam dağ başı, buradan öteye ev yok, 200-300 metre sağda birkaç gökdelen inşaatı var, gerisi ful tarla, Ankara’nın dış sınırlarından biri, şu an için, ilerde dolar, o zaman bende beynam, haymana fark etmez, sessiz neresini bulursam oraya kaçarım, bir dolu blok var sitede, sanırsınız bir kişi yaşamıyor, çıt yok, o kadar sessiz ki, tam benlik, önceki evimde yerler laminanttı, silip süpürüyordum, ertesi gün yine her taraf toz içinde, sil baştan, bir yıl boyunca neredeyse her gün temizlik yaptım, iflahım kesildi temizlik yapmaktan, burada yerler ahşap parke, bekliyorum toz olacak diye, olmuyor, bakıyorum tozlanacağı yok ben süpürüyorum, 3,5 gün sonra, o kadar fark ediyor, gerçi orası koyu renkliydi, yerler yani, burası açık renkli ama mesele o değil çünkü sehpalar falan da tozlanmıyor, doğal ve suni malzeme farkı.
***İşte benim stilim eski mankenlerle devam edecekmiş, peh, izlemem sanırım, onun güzelliği kızların profesyonel olmayışındaydı zaten, doğallığında, kasım kasım kasılan karılar, tadı kaçar öyle olursa, zannımca.
Benim kalbimdeki kraliçe Nihal’di, en çok o çaba göstermişti yarışma için, giysileriyle, şirinliğiyle de, Ayşenur’dan çok daha başarılıydı, hepsinden. Bana göre ilk 1,2,3 Nihal, Ayşenur, Özden’di, Çiğdem’in üçüncü olmasına şaşırmıştım, bugün kaçırdığım dans bölümünü izleyince anladım niye olduğunu, taşındığım haftalarda kaçırmışım, müthiş seksi bir dans etmiş, oyları nereden aldığı anlaşıldı böylece.
Çiğdem 36 yaşındaymış, daha da büyük olabilir yaşı bence, ama 20’liklere tur bindirmiş dansıyla, üf, üf, çok fena. Aboooo, başımıza taş yağacak taş, kız Allah seni ne etmeye, birde utanıyorum diyor, Allahtan utanıyor, utanmasa başımıza kayalar düşer herhal. https://www.youtube.com/watch?v=jEWEhuDQ1FI
***7 rakamının kerametinden bahsetmiş bugün Zeynep Turan, yani twitburç, bende bu kurtuluş için 7 yıl beklemiştim, üztelik ne kadar bekleyeceğimi bilerek, kızım 1.25 boyundayken 1.60 boyunda olduğunda kurtulacağımın rüyasını görmüştüm, ve o zaman içinde de yazacağımın, 7’nin kerametine inanıyorum.
Yarın yılbaşı, iyi yıllar.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *