Press "Enter" to skip to content

Günlük 1m Şubat’13

***Uzun zamandır çocuklarım için pamuklu eşofman türü şeyler bulmakta zorlanıyorum. Eskiden nike?ta bulurdum; şimdi de var ama tek, tük; aynı renk ve modelden 3 tane alacak halim yok; zaten gri, siyah dışında renkte yok; içimiz dışımız gri oldu pamukluyu nike’ta bulduk diye; ?hafif giy, hafif ol? ilkesini benimsemişler artık; dry fit; ki iyi pamuklu giymeye nike ile alışmıştım; biz pamuklu giyip üşümediğimizde onların cepleri ısınmıyor çünkü naylon, polyester malzemeyi çok daha ucuza mal edip çok daha fazla kar ediyorlar. Biz ne kadar üşürsek onların cepleri o kadar ısınıyor yani. Hal böyle olunca Ankara kazan ben kepçe olabilecek bütün avm?leri sırayla dolanıyor, bir bir elekten geçiriyorum.
Yine bir avm dönüşü bugün yolum AOÇ?ye yeni  yapılan köprüye düştü; İstanbul yolu yönünden giriş yaptım; (amacım çiflikte döner ekmek yemek; avm?lerin kötü yemeklerini yemektense dönüşte çiftliğe gitmeyi tercih ettim eski alışkanlıkla; Ankara?da dışarıda karın doyurmak bir mesele; Mehmet Yaşin İstanbul?dan; İzmir?den ne güzel tarihi lokantalar gösteriyor; İstanbul?da bir hamburgerin bile envai lezzette çeşidi var; bir programı sırf  hamburgercilere ayırdı; o kadar yani; Ankara?ya gelse çekim yapacak lokanta bulamaz; bildik lahmacuncu, dönerci, köfteciden bir adım ileri gidemedi Ankara lokantacılığı; sığ ve sıradan); köprünün ilk girişinde U dönüşünü andıracak kadar keskin bir viraj; biraz hızlı girseniz ve sağınız solunuz dolu olacak olsa kaza kaçınılmaz gibi bir şey; yavaşladığım halde yanımda yöremde araba olsa kesin vurmuştum çünkü öylece savruldum; köprü bir inşaat dehası üstü alameti farikası.
Neyse; köprüyü geçtik, 2 levha var; birinde Konya yolu yazıyor; diğerinde gazi mahallesi; Konya yoluna girmenin beni dönercilerin olduğu yerden uzaklaştıracağını düşünerek (çünkü tam karşımda dönerciler, görebiliyorum) gazi mahallesi yazan yere girdim; alta doğru; baktım dönerciler tarafına geçiş yok; başka bir yerden yine köprüye çıkarak karşıya geçtim; ilk uygun yerden U çektim ve ilk geçtiğimiz viraj ve köprüden geçerek yine o levhaların olduğu ayrıma geldim; ne tarafa gideceği konusunda tereddüt eden benden başka sürücülerde vardı kaşakta; bu sefer ikinci seçenek olan Konya yolu tarafına devam ettim; 100 metre sonra bir tabela ve tek araçlık bir yol çıktı karşımıza; AOÇ yazıyor levhada; yola girdim ve dönercilerin olduğu yere ulaştım.
Bir önceki ayrıma konmuş olsaydı AOÇ tabelası bu denli dolanmak zorunda kalmayacaktım. İlk levhaların olduğu yerden; köprüyü geçince yol verilmiş olsa bulunması çok, çok kolay olacak ama nedense verilmemiş; dönercileri görebiliyorsunuz olduğunuz yerden ama nereden ulaşabileceğiniz bir bilmece. Dönerciyle konuştuk bunu; ?burayı bitirmeye çalışıyorlar? dedi; ?kendi adamları ele geçirdiğinde koyacaklar tabelaları? dedi; vardır bir bildiği. Görünen köy kılavuz istemiyor zaten. Kim bilir belki haşmetmaab başkanlık sarayının yakınlarında öyle basit, sıradan yemek yerleri istemiyordur; oralar ona Atatürk?ten miras; biliyorsunuz ya!  
Hava iyi diye yollar bir dolu; bir dolu; bir çıkan pişman, bir çıkan; yollar adım adım ilerledi bütün gün; ne olacak bu trafiğin hali; her geçen gün daha beter oluyor; özellikle çukurambar caddesi (M. Yazıcıoğlu caddesi) bir felaket; gidiş ve dönüş; her iki yönde de; 18?ini dolduran araba alıyor altına; yollarda değişen birşey yok. Yol tarifi benden;))) gidiş ve dönüşlerinizde yolunuzu çiftliğe rast getirin Ankaralılar; yoksa çiftlik elden gitti gider. Üstelik eti diğer Ankara dönercilerinden çok daha lezzetli; ya da orada olmaktan dolayı daha lezzetli geliyor; neyse, sonuç değişmiyor; lezzet iyi; önemli olan aldığınız tat değil mi zaten!
Oğlum Eylül ayında doldurdu 18’ini; sürücü kursuna gideceğim dedi; gitti; Ocak ayında aldı ehliyetini; bu ayda aldı-aldırdı arabasını; benim en ufak bir yönlendirmem olmadı bu konuda; hatta son hamlede işin farkına varıp durdurmaya bile çalıştım trafik tehlikeli, küçüksün, acele etme diye; nafile; o herşeyi kafasında planlamış; bir bir uyguladı; bizde onun yaşında iken bu kadar açıkgöz ve kendi için istemeyi; diretmeyi bilen olsaydık keşke; bu yeni nesil bambaşka. Şimdiden benden iyi kullanıyor arabayı; hiçte korkusu yok ama ben o araba kullanırken onun yanında oturabileceğimi hiç sanmıyorum; nasıl bir cesaret anlamıyorum; onun yerine benim ödüm patlıyor.
***Tekin Akmansoy öldü; Allah rahmet eylesin; Leman Çidamlı?dan sadece 55 gün sonra; kadının ölümü erkeği de peşinden sürüklüyor ama erkeğin ölümü kadına hayat veriyor. Kocaları ölen kadınlar uzun yıllar yaşamaya devam ediyorlar; belkide hayat yükleri azaldığından olsa gerek; erkeklerse kendi yüklerini bile taşımayı bilmedikleri için karıları öldüğünde tez elden ölüme teslim oluyorlar. Bu bilimsel bir saptama değil elbette ama gördüğümüz örnekler hep bunu vurguluyor.
***Büyürken kendim için iyi şeyler hissetmiyordum. Ama şimdi bunun farkındayım ve keşke o zamanlar kendime daha iyi davransaydım diyorum. Hepimizin kafasında kötü şeyler söyleyen bir ses vardır. Kendimize herkesten çok daha kötü davranabiliyoruz çünkü. En azından benim için öyleydi. Ama kafamdaki o sesi değiştirmeye başladım artık. Göbeğimden hoşnut değildim mesela. Gençken zayıflamak için enerji hapları içtim; kokain aldım; vücuduma yapmamam gereken şeyler yaptım. Bunlar vücudumu mahvetti. Kendime hiç iyi davranmıyordum. Bu duygusal olarak ta mahvediyor insanı. Kendine kötü davrandıkça korkunç bir döngüye kapılıyorsun. İyi davranılmayı hak etmiyorum deyip daha da kötü davranıyorsun kendine. Artık öyle biri olmadığım için seviniyorum. Bunu hak ettiğimi düşündüğüm için kendime o kadar kötü davranıyordum. İyi biri olmadığım için iyi bir şeyi hak etmediğimi düşünüyordum. O yaşta neden kafamda öyle bir ses vardı bilmiyorum. 40?lı yaşlarda boşandım; önce çok kilo aldım çünkü çok sinirliydim. Bir sürü iş ve bir sürü insanı idare etmeye çalışıyordum. Mutsuzluğumu yiyerek gidermeye çalışıyordum. 77 kiloya kadar çıkmıştım. 1.62 boyla bu benim için çok fazlaydı; taşıyamıyordum. Çok zor bir durumdaydım; hayatımdaki her şey zordu. Hiçbir şeyi doğru yapamıyorum gibi geliyordu bana. Sıkıntımı yiyerek atıyordum. Kilo aldığınızda bunu kendinize inkar edebiliyorsunuz.  
Kilo vermeye başladığımdan beri şekerleri, cipsleri ağzıma koymadım. Kendime güvenmiyorum gibi geliyor. Bugüne kadar yemedim; ?ne gerek var? diyorum. Bir ömür boyu yetecek kadar yemişimdir zaten. Şekerler bir kasede başucumda dururdu ve kitap okurken, tv seyrederken şuursuzca yerdim. Şimdi görünce üzülüyorum. Çok lezizlerdi ve onları o kadar çok yedim ki şimdi yemeye tahammülüm yok. Duygularımı bastırmaya çalışıyordum. Hissetmek istemiyordum; beni rahatsız eden duygulardı onlar. Üzüldüysem, sinirlendiysem, stresliysem, hatta mutluysam yiyeceklere saldırıyordum çünkü hissettiklerim beni huzursuz ediyordu. Şimdi o huzursuzluğu hissedip yiyecekle bastırmadığım zaman kendimi çok daha iyi hissediyorum çünkü kendim için iyi bir şey yapmış oluyorum. Kötü bir şey yapmamış oluyorum yani. Arasıra hislerimi bastırmak için yiyecekleri kullanma alışkanlığım geri geliyor ama en azından ne zaman duracağımı biliyorum. 20 kilo aldıktan sonra durmaya çalışmıyorum yani.
Oğluma tavsiye vermediğimi düşündüğü zamanlarda tavsiye veririm; karşıma alıp konuşmam yani. Başka bir şeyden konuşurken yaparım bunu. Kendine iyi davranmak, kafandaki o kötü sesi değiştirmek, mutlu olmayı seçmek bana verilen en iyi tavsiyeler. Her zaman seçim hakkımız vardır. Kötü bir gün geçiriyorsak mutsuz olabiliriz ama bunun üstesinden kendimizi kötü hissettirecek bir şekilde gelmemeyi seçebiliriz. Çok güçlü bir duygu bu; insanı mahvedebilir; beyin çok etkili bir organ. Kendinize iyi davranın. Her sabah yataktan tek düşünceyle kalkıyorum; kalkmadan, gözlerimi açmadan; ?tanrım; bana verdiğin güzel hayat için teşekkür ederim; minnettarım? diyorum. O gün nasıl biri olmak istiyorsam söylüyorum ve öyle oluyorum. Kendime iyi davranıyorum, kendimi affediyorum; minnettarım. Zayıfım diyorum ve buna inanıyorum; formdayım diyorum ve buna inanıyorum. Valerie Bertinelli; oyuncu; 18 kilo vermiş; 52 yaşında ve çok genç, güzel görünen bir kadın.
***Sağlıksız beslenme için “değiştirilmesi çok kolay” demekten mutluluk duyuyorum. Daha önce bana şu anda yediklerimden keyif alacağımı söyleseydiniz size inanmazdım. Şu anda bunlara; şekerli ve paketli gıdalara; kolalara, biralara, bisküvilere; yani tatlı ve tuzlu içeren işlenmiş bütün gıdalara  bakıyorum ve aklımdan geçen şu; “bu; bunlar az kalsın beni öldürüyordu”;eski çekicilikleri kalmadı artık benim için. Yaşadığım kalp krizi büyük bir uyanma işareti. 40 yıl daha; 90 yaşına kadar yaşayacak kadar sağlıklı olmak için ne yapmak gerekir; bunu istemelisiniz; önemli olan bu; ve ben istiyorum. Çünkü ölüme yaklaşmak kadar insana yaşamayı isteten bir şey yok. Rosie O’Donell; oyuncu; kilolu; kalp krizi geçirdikten sonra.   
***Oğlum perşembe günü yurtdışına gidecek; pasaportu ptt kargo ile gelecekmiş; arkadaşının pasaportu geçen perşembe eline geçmiş; pazartesi oldu; bizimkinden ses, soluk yok; dün; pazartesi sabahı gittim ptt’ye; “dağıtımda” diyip bana bir telefon numarası verdiler; ararım cevap veren yok; döndüm; adres istedim; “bilmiyorum” dediler; postanede çalışıyor ve posta işleme merkezini bilmiyor; güvenlikçiden bir numara daha aldım; o numara başka bir numara verdi; o numara adres verdi; posta işleme merkezini; gittim; kapıdaki güvenlikçiye bahsettim; camekandaki kadına yönlendirdi; “dağıtımda; evinize gidin bekleyin” dedi kadın; “ya ben buradayken geldiyseler” dedim; “akşam servisleri de var; gidin bekleyin” dedi; başından savmaya çalışıyor; iş çıkmasın kendilerine; ben bu pasaportu almam gerek diye dayatınca bilgilerimin olduğu bir kağıt verdi ve beni güvenlikçilere yönlendirdi; güvenlikçi kağıdı alıp gitti; baktım; 20-30 kişi var bekleyen benim gibi; birinin uçağı ertesi gün kalkacakmış; 15-20 dakika sonra bir adam geldi; 2 isim söyledi; onlar aldı ve gittiler; geri herkes beklemeye devam; kapının ağzında; iskemle koymuşlar girişe; orada oturuluyor; oradan öteye geçmek yok; irtibatı sağlayan 3-5 güvenlikçi var; pasaportları arayıp bulan, getiren ise bir kişi; adam tam giderken oğlumun adını söyleyebildim; aradan yarım saat geçti; adam görünürde yok; artık bende güvenlikçileri sıkıştırmaya başladım; adam nerede diye; 1,2 gitti geldiler adamın yanına güvenlikçiler; “adam gelmiyor” dediler; ne demekse; sonunda adam geldi; bir benimki elinde; yarım saatte bir onu bulabilmiş; aldım; çıktım; geri kalan herkes beklemeye devam; saat 5’e geliyordu zaten; alıp alamadıkları meçhul. 1 saatten fazla bekletildim o soğuk yerde; kapı önünde. Pasaporta nereden baş vuruluyor ise oradan direkt dağıtımı yapılsa; bizde gitsek alsak; insanlar günlerce evlerinde beklemeye mahkum edilmeseler; nasıl olur; kime söylemeli bunu? “Dağıtımda; akşam getirirler; evde bekleyin” denilen pasaport orada çıktı; ne garip!    

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *