Press "Enter" to skip to content

Günlük 1r Haziran’13

***Dün kızılayda bir halk otobüsünün arkasına düştüm; nefes alınacak gibi değil egzozundan çıkan duman sayesinde. Biz 2 yılda bir muayenemizi yaptırmadığımızda ceza kesen; hatta arabayı bağlayan; çeken polis bizi görüyor da o halk otobüslerinden çıkan gazı görmüyor mu? Üstelik her gün kızılayın ortasında cirit atıyorlarken.
***Demir tava ve tencereler çok moda ya son günlerde; alzaymıra etkisi olabilirmiş; tam alacaktım; iyi ki almamışım; Dr. öz sayfasında yazdım ayrıntısını. En iyisi yemek piştikten sonra  artanı dolaba koymak için ısıtılabilir kapaklı seramik kaplar kullanmak; yemekleri dolapta çelik olsun olmasın metal tencerede saklamak sakıncalı bence. Yazın çelik tava, tencerede pişirdiğim yumurtaların altı biraz bekleyince değişiyor; grileşiyor; metalin rengini alıyor; ortamdaki yüksek ısıdan dolayı; bazen dolaptan alıp ısıttığım yemekte metal kokusu, tadı alıyorum; ne kadar beklerse o kadar zararlı olmalı.
***”En nefret ettiğiniz insanı düşünün; cenazesine gitmeyi mi tercih edersiniz yoksa onun sizin cenazenize gelmesini mi? Bu bile sizi kendinize iyi bakmaya teşvik etmezse ne eder bilmem.” Bu sözler New York belediye başkanı Bloomberg’e ait. 2002’de göreve gelince sigarayı bar ve lokantalarda yasaklamış; 2006’da lokantalardaki trans yağları hedef almış; 2008’de lokantaların kalori miktarlarını ilan etme şartı koşmuş; 2009’da tuzu azaltmak için milli girişim başlatmış; son olarak ta Coca cola ve pepsi colaya savaş açmış; kullanımına kısıtlamalar getirmiş; yasaklanmasını teklif etmiş; büyük adam vesselam. 
***Enerji içeceği kaynaklı belirtilerle acile gelen çocuklarda asabilik, yüksek nabız ve yüksek tansiyon var. İçlerinde enerji içeceğindeki şeker miktarını kestiremeyen şeker hastası çocuklarda vardı. Sara hastalarında nöbetlerin tetiklendiğini gördüm. Kalp ritmi tehlikeli bir hal alan kalp hastası çocuklar gördüm. Amerika’da zehir merkezlerine gelen ihbarların yarısı enerji içeceği kaynaklı; bu başvuruların yarısı ise 6 yaşından küçük çocuklarda görüldü. Kafein ve diğer uyarıcılar içermektedir.” Amerikalı bir doktor.
***Ben öğrenciyken sınıfımda Urfa?lı bir erkek arkadaş vardı; sınıf olsun olsun 15-20 kişi; bir öğretmenim her fırsatta onu aşağılar; ezer; onunla dalga geçerdi. Bense her kime yapılacak olursa olsun böyle bir hakareti hazmetmez; o arkadaşı korur; öğretmene karşı çıkardım. Bunun üzerine öğretmen bana taktı kafayı; öyle olduğunu bildiğim için sınavına iyi çalışarak girdim; önümde oturan Kars?lı bir arkadaş tümüyle benden kopya çekti; kağıdıma bakarak geçti; ben kaldım; kalmakla olsa yine iyi; o dersi 1. sınıftan aldığım için okuldan atıldım. Tek ders sınavı olduğunu bilerek yaz sonunda okula girdim; öğretmenin etekleri tutuştu beni görünce; ?öyle bir sınav yok? diyerek birlikte dekanlığa gittik; hep birlikte bana ?öyle bir sınav yok? dediler; çıktım; daha sonra öğrendim ki öyle bir sınav varmış aslında; okula dilekçe verdim; elimde bir kağıt olmadığı için; şifahen söylendiği için kabul etmediler; okuldan atılmam tescillendi. 2 yıl sonra af çıktı; geri geldim okula; o öğretmen yeni sınıfıma beni ?2 yıl sürttü geldi? diyerek tanıttı. Artık susmam gerektiğini öğrenmiştim; sustum. Sürtmüştüm gerçekten de; yurtlarda; eve dönemezdim; dönmedim; yarı aç, parasız, pulsuz. O 2 arkadaş okulu bitip gitmişlerdi bile. Sonra bende bitirdim o okulu; sırf inattan; yapacak başka bir şeyde yoktu zaten; iteleye, kakalaya; hiç istemeden 2,3 yıl daha gittim; geldim; mutsuz bir şekilde; o adam tarafından bir kez daha her an okuldan atılma korkusu ile.
Aradan yaklaşık 25-30 yıl geçti; facebookta o iki arkadaş, arkadaşım oldu; Urfa?lı olan olmuş akp?li; bense tam tersi; gezi?den sonraki paylaşımlarımdan hoşlanmamış olacak ki beni silmiş arkadaşlarından; bende onun paylaşımlarından hoşlanmamıştım gerçi; sayfamda Erdoğan?ı öven biri çekilir şey değil; 20 gün önce; haziranın 5?inde silmiş beni; bende susturdum diye sevinmiştim oysa yeni bir şey paylaşmayınca; fark etmemişim bile; dağ dağa küsmüş, dağın haberi olmamış misali; boşa giden o 2 yıl ve sonrasında yaşadıklarım bir hiç içinmiş; ne salakmışım.
O öğretmen; öğretmenim demek istemiyorum; hala; gezi olaylarının ardından bu yazıyı paylaşmış; ?Gezi Hareketi?nin sağladığı en önemli kazanç; kendinden olmayanları kabullenme, hatta sahiplenme konusunda yarattığı algıdır?Bu yeni bir sayfadır?Bu yeni sayfayı, ülkemizin gençlerine borçluyuz?Asıl çoğunluk onlar?Çağlayarak geliyorlar??; gençleri severmiş demek ki; ben pek öyle olduğunu düşünmesem de; hayat ne garip; kiminle nerede, nasıl, ne şekilde karşılaşacağın hiç belli değil. 
***Önce gezi olayları; sonra gezi derken pek ihmal ettim günlüğümü; günlüğüme geri döneyim artık; gezideydim; önce Mersin?de; sonra Antalya?da; Akdeniz oyunları için gittim; son iki gününde oradaydım; kapanışa kalmadım; ak?panış günü ayrıldım; yanlış yazdım galiba; neyse öyle kalsın; klavyenin oyunu; benim bir suçum, günahım yok;))) mehter takımını hiç çekemem; asabım bozuluyor; hani gündemde olduğu için falan söylemiyorum; cidden asabım bozuluyor;)))
Gittiğim ilk gün 400m yarışı vardı; Yavuz Can iyi bir 400 metreci ancak orada yarışanlar Yavuz Can?dan daha iyi çıktılar; 6. oldu; sağlık olsun. İkinci gün kadınlar ve erkekler 4x400m yarışları vardı; benim favori yarışım; kadınlarda hezimete uğradık desem abartı olmaz açık ara farkla 3. olduk; ancak ikinci olan Fas takımın yarışçıları kendi arkalarından çıkan bizim Türk yarışçıların önünü kesti; bilerek çarptılar; ben iki kere yaptıklarını açıkça gördüm; neyse ki onlardan biri kulvar hatası yapmış; çizgiye basmış olmalı; diskalifiye olmuşlar; canıma değsin; hükmen ikinci olduk.
Erkekler 4×400 yarışı inanılmazdı; onu bir kez daha yaşamak için 20 defa daha gidebilirim Mersin?e; 4 400?cü de kıyasıya yarıştılar; yapabileceklerinin en iyisini yaparak; aslanlar; Mehmet Güzel, Buğrahan Kocabeyoğlu, Halit Kılıç ve Yavuz Can; son olarak yarışan Yavuz Can?ın öndekilerle arayı kapatışıyla yankılanan ses ve coşku hala kulaklarımda; beni irkiltmek için yetiyor da artıyor bile; Türk olmak; türklük duygusu; hiçbir milletin böylesine coşku ile vatan sevgisi ile dolu olduğuna inanasım gelmiyor bir türlü; Yavuz Can finale yaklaşırken nasıl bağırdığımı hatırlamıyorum bile; oradaki bütün Türkler gibi. Birinci olan İtalyan takımı ile aralarındaki fark bir saniye bile değilmiş; İtalya 3.04; Türkiye 3.05; Yunanistan 3.07 ile bitirmişler; inanılmaz bir yarıştı.
Mersin için önerebileceklerim; kerebiçi tatmayı denemeyin bile; biz yiyemedik; yolunuz Mersin?e düşerse Sabah lokantasına uğramayı ihmal etmeyin; forum yakınındaki dönercisine değil ama; çarşıdaki lokantasına; koca Ankara?da bir Sabah lokantası ayarında lokanta yok; kalmadı; hatta yoktu da; yemekler enfes; ve inanılmaz ucuz; Ankara?ya göre elbette;  3 kişi 40-50 liraya tıka basa doyuyorsunuz.  
Ankara?da dışarıda doymaya kalksanız yarı aç kalkıyorsunuz masadan; o paranın iki katını ödeseniz bile; daha geçen gün başıma geldi; Osmanpaşa?da köşebaşı diye bir lokanta; 83 lira hesap geldi; 3 garnitür yoksunu çöp şiş 20?şerden 60 lira; 9 lira cuver; (getirilen 3 ufak lahmacun, lavaş ve 4 bardak su imiş); 7 lira 3 kaşıklık domates salatası; ki adına gavur dağı salatası diyorlar; 7 lira yine 3 kaşıklık sarı renkte yeşillik salatası; ki adı toros salatasıymış; çöpe benzediği için yiyemedik; iki salata adını peş peşe söylemiş; bende getirin demişim; uyanık ya;  garsona ?nasıl olsa bir daha gelmeyeceğiz? diyerek kalktım masadan; bilsinler her gelenin keklik olmadığını.
Her gün her köşeye tatlıcı, hamburgerci, pizzacı, mantıcı açılıyor Ankara?da; böööyk; kolay kârın yolunu bulmuşlar.
Dönelim Mersin?e; 52 kata çıkın ufacık binaları seyreyleyin; bir garip görünüyorlar kuş bakışı; cüce evleri gibi; orada binanı adı 52 kat; kime sorsanız gösterir; zaten görmemek mümkün değil; heyula gibi. 52 katın giriş kapısından ters yöne yürürseniz; ki orası tek yön;  2, 3 sokak geçince ulaşıyorsunuz sabah lokantasına. Bir şey daha diyeyim mi; Mersin?e gittiniz diye tantuni yemek zorunda değilsiniz; bana kalırsa yemeyin bile; ama illa yiyecekseniz yine forum yanındaki yaprak tantuni?de yiyin.
Mersin garip bir şehir; şehirlerin bile ayrı bir karakteri olduğunu Mersin?de fark ettim; Meksika, Hindistan karışımı bir şehir Mersin; bana oralardaymışım gibi hissettirdi kendimi; o trafiğin telaşı; karmaşa; bambaşka bir yer. Çarşıda; 52 katın önünde küçücük bir kavşağı 3 polisin hararetle yönettiğini görmek olağan dışı bir şey Ankara?dan gelen biri için; kornalar bir an için olsun susmuyor çarşıda; hafta içi; hafta sonu ses yok; insanlar, motosikletler yeşil, kırmızı bakmadan arabaların önüne atılıyor; benim için yaşanması zor bir şehir gibi geldi. Ufuk çizgisini göremiyorsunuz Mersin?de; devamlı bir sis bulutu var havada; özellikle akşamları neredeyse göz gözü görmeyecek hale getiriyor ortalığı bu sis. Ve yapış yapış oluyor orada olduğunuz sürece bütün vücudunuz; berbat bir his; kimseye dokunulmaya gelmez. Tirübünde otururken kolum kızımın koluna değiyordu arada bir; vıcık, vıcık; ayğğğ.
Mersin?in en çarpıcı yanlarından biri erkekleri; bön bön bakıyorlar gördükleri kadına; öküz trene bakar gibi; kadın kesme biçimleri çok ortadan; mertçe; hiç gizli, saklıları yok; siz baktıklarını görseniz bile çevirmiyorlar bakışlarını; hatta daha ısrarlı bakıyorlar;))) sanırım araç kullanan kadında yok Mersin?de; kaldığımız o 2,3 gün boyunca görmedik en azından; araba kullanan kadın görünce daha bir bön bön bakıyorlar; çok eğlendik Mersin?de; bakan bakana; yaşlı, genç, kadın, erkek; ve elbette özellikle erkek; önceleri niye bakıyorlar diye tedirgin olduk; sonra alıştık; hatta güler olduk; Rita Hayworth?un 40 yıl önceki hali gibi hissettirdiler bana kendimi; onlara müteşekkirim;))); körelmiş; hatta pas tutmuş kadınlık gururum okşandı;))) Oldukça zengin bir şehir halbuki Mersin; binalar lükslükte Ankara?yı geçer; ama o zenginlik kadın yaşamına yansımamış; lüks olan veya olmayan evlerini bekliyor olmalılar;((    
Mersin?de işimiz bitince büyük oğlumla vedalaşıp düştük yola; orada buluşmuştuk zaten onunla; küçük oğlum 17, kızım 12 yaşında; Mersin?den Antalya?ya geçicez; ne var şunun şurasında; iki komşu il diyerek; aman Allah?ım; o nasıl bir yol; dön, dön bitmek bilmedi; topyekun virajdan oluşuyor olmalı; yol boyunca gördüğünüz dağlar, yol, uçurum ve çok aşağıda kalan deniz; azami hızsa 30;))). Ankara?dan Mersin?e 5 saatte geldim; onca yol yapımına ve çoğu yerde tek sıra yol vermelerine rağmen; Mersin?den Alanya?ya; Antalya bile değil; 8-9 saatte vardım; o yolun öyle olduğunu bilip o yoldan gidenlerin hiç aklı yok; bildiğim; gittiğim en zor yoldu. Yol bittiğinde haşatım çıkmıştı. Sayısını tam olarak hatırlamıyorum ama 3-5 tane tünel yapılıyor; hatta neredeyse bitmişler ancak o yolu yeterince rahatlatabileceklerini hiç sanmam; o yol adam olmaz bana kalırsa; topyekun araç geçişine kapatılmalı; vallahi öyle; yani ilçeler arası geçiş için kullanılabilirler elbette ama Mersin Antalya arası için o yol çekilir gibi değil.
Bir yandan gidiyor bir yandan da bakıyoruz; kalacak, güneşlenecek bir yer bulur muyuz diye; Silifke?ye kadar olan yolda bir şey olmadığını biliyorum; 2 yıl önce gitmiştim; Taşucu?nda ve daha ilerisinde yine bir yere rastlamadık; Pinepark diye bir tatil köyüne rastlayınca durup baktık; bize gecelik 500 liralık bir hesap çıkardılar; deniz 400m aşağıda; yokuş; in, çık, işime gelmedi; zaten eski bir yerleşim; dökülüyor; yola devam; Anamur için umutluyduk; yorgunluktan o an için algılarım da kör olmuş olabilir; pek bir yer göremedim; rıhtıma doğru gittik; hotel, moteller vardı; yine yola devam kararı aldım; almaz olaydım; yine yol berbat; git, git bitmiyor; pişman oldum Anamur?dan daha ileri gittiğime; ?iyi kötü bir yerde kalmalıydım; hata ettim? dedim kendi kendime.
Önümüze çıkan ilk yerleşim yeri olan Gazipaşa?da durdum artık; benzin aldık; benzinciye yer sorduk; öğretmen evi ve deniz kenarında kapalıların yeri var dedi; öğretmen evi yer yok çekti; yapacak bir şey yok; o kapalıların denilen yere gittik; adı grand akça otelmiş; 4 yıldızlıymış; çangır çangır bir müzik; havuzda oynaşan çocukların sesi; ve elbette kapalılar; önünde yol var; deniz yolu geçince; 380 tl dediler bir gece için; karanlık olmak üzere; ?yemek yiyecek misiniz? diye sordular; indirim yapacaklardı galiba; 380 lira vereceğim ve aç mı yatacağım; beyinleri o kadar; yapacak bir şey yine yok; zaten o gürültünün içinde hayatta kalmam; laf olsun diye sordum; birazda bacaklarımız açılsın; kütük gibi olmadan; yine yola düştüm mecburen; oradan itibaren yol iyi; 10-15 dakika sonra Alanya?ya varınca cennete düşmüş gibi hissettik kendimizi; her yer otel dolu; ışıl ışıl; müzikler güzel.
Sorgun?da geceliği 560 liraya yeni açılmış bir otelde kaldık; tatil için 2 türlü seçenek var; iyi para verip kısa kalmak ve zamanı iyi değerlendirmek; az para verip uzun kalmak ve zamanı ve olanakları iyi değerlendirememek; ben birinci seçeneği tercih ediyorum her zaman için. Benim tatil anlayışıma göre 3-4 gün az; 5-6 gün yeterli; 7. günden sonrası sıkıcı; her şey birbirini tekrarlamaya başlayınca sıkılıp kaçasım geliyor. Nitekim 5 gece kalıp döndük; yetti de arttı bile; son günü istemeden kaldık diyebilirim. Giyecekler kirleniyor; çamaşırlar bitiyor, her gün deniz yorucu oluyor; yemekler hep aynı gelmeye başlıyor derken gitme zili çalıyor benim için; evim evim güzel evim. 
O otelin ilk Türk müşterileri bizmişiz; çalışanlar bizi bağırlarına bastı;;))) Kendi aralarında istedikleri gibi konuşmaya; bağrışmaya alışmışlar; İngilizler nasıl olsa anlamıyor diye; biz gelince biraz rahatları bozuldu; 2 ay önce açılmış otel; pırıl pırıl; sadece İngilizler var; nasıl sessiz; konuşmaya ürker gibiler İngilizler; çıtları çıkmıyor; çocuklarının bile sesi çıkmıyor; anlayamadım; nasıl insanlar; müzik sesi bile duyulmayacak kadar; oh ne güzel. İngilizlerde obezite gibi bir problem yok; ne büyük ne de çocuklarda; sadece bir tane obez gördüm; çocuklar hatta bildiğin cılız; çelimsiz cinsinden. Yaşlı kadınların bile bel kıvrımları düzgün; karınları hiç yok; östrojenli tavuk ve yumurta yemiyor olmalılar bizim gibi. Ve hiçbiri sigara içmiyorlardı; orada kaldığımız 5 gün süresince binlerce İngilizle karşılaştık; gidenler, yerine yeni gelenler dahil; sigara içen sadece 1 kişi gördük; ilginç değil mi? Bir 3. dünya ülkesi olduğumuz sigara kullanımı konusunda da ortada.
Kaslı erkek çok; film seti gibi ortalık; dövmeli erkekte çok; kolları boydan boya dövme; ilk bakışta giyinik sanıyorsunuz; bir bakıyorsunuz kollar dövme. Akşam yemeklerine pırıl pırıl; şıkır şıkır geliyorlar mutlaka; seramoni gibi. Erkekleri de çok düzgün giyiniyor ve bakımlılar; hiçbiri palas pandıras ve bakımsız değil; giydikleri her şey yeni; gelmeden tatil alışverişi yapıldığı belli; ve giysileri bizimkilerden kat kat kaliteli; ne giyseler yakışıyor çünkü giysileri kaliteli; bizde tonla para verseniz o kalitede giysi bulmanız olanaksız. Side?ye gidip alışveriş edenlerde çok. Arı gibi geziyorlar akşamları; biz gevreyip yatarken; bir akşam gittim; Side dolup taşıyor turistle. Taksi, dolmuş; ne bulurlarsa atlayıp Side?ye gidiyorlar; çok alışkınlar gezmeye; bir yerle yetinmiyorlar. Sevecen ve candanlar birde; İngiliz inceliğinden ödün vermeden sevgi alışverişi bol; İngilizlerle kalmak hoştu doğrusu; çok sevdik birbirimizi; çok hoşlarına gitti içlerinde bir Türkün olması; devamlı kızıma, bana sevecen bakışlar fırlattılar; sevgi dil gerektirmiyor; sevginin dili sonsuz; son 2 gün Türkler gelmeye başladı; gürültü; bağrışan, çağrışanlar arttı. Bir İngiliz edası ile bakış attım çocuklarını car car çağıran Türk annelerine;))); ne oluyoruz dercesine;))))
Sorgun’un denizi çok çabuk derinleşiyor; o gibi denizlerde deniz topu ile yüzmek tehlikeli; kızım yüzme bilmiyor; yüzmeyi değil su kuşu gibi durmayı seviyor denizde; yüzme konusunda bile tembel; hem öğrenmiyor hemde denizden korkmuyor; illa derine gidecek; bende iyi yüzücü sayılmam; oğlum yokken kızım topla sürüklenmiş; dalga sürüklemiş; top elinden kaymış; yakınındaydım; elinden yakaladım. Ardından neyse ki bende çıkabildim; o korku fenaydı. Etrafta benden başka kimse yoktu; İngilizlerin hemen hepsi havuzu tercih ediyorlar; denize gelenler ise bol bol güneşleniyorlar; deniz umurlarında değil; güneşe hasretler; deniz bize teslim; arada soğumak için bi girip çıkıyorlar; tavuk gibi; hepsi bu.
Dönüşte Burdur; Afyon üzerinden geldim; Manavgat; Akseki, Konya yolu da çok dönemeçli; keskin virajlı; çok dolaş; selametle ulaş; parola bu. Burdur yoluna girmeden 3-5 km önce birde Denizli, Ankara yolu çıkıyor karşınıza Manavgat yönünden Antalya’ya giderken; o yol pek iyi değil; otoban değil; tercih etmemekte fayda var.
Aslına bakarsanız araba ile yola çıkmamakta fayda var; en kolayı bir otobüse binip gitmek; hiç o zahmeti çektiğinize değmez.
Gelince hayıflandım; “onca yolu gittim; bir nar ekşisi almadan döndüm” diye; burada aldıklarım hiç iyi değil; oğluma söyledim; AOÇ mağazasında varmış; gitti aldı; hayıflanmama gerek kalmadı. Domates salatasına çok yakışıyor nar ekşisi. Soyulmuş, doğranmış domates; ince dilimlenmiş soğan; zeytinyağı ve nar ekşisi; en mükemmel salata; belki bazen yeşil biber; bazende doğranmış mor lahana.
Var mı elimin, evimin yemeği gibisi; nereye giderseniz gidin yok; altın sırmalısına da gitseniz aynı; sizin pişirdiğinizin yerini tutmuyor hiçbiri. Dışarıda yemek hiç akıl işi değil. Hem yeterince beslenemiyorsunuzda; ucuza mal ettikleri için gözünüzün önüne dayıyorlar patates kızartmasını; pilavı, makarnayı; iki ondan, üç bundan derken sağlıklı şeyler yemeye yer kalmıyor zaten; kendi kazançlarını düşünüyorlar sonuç olarak; sizin sağlıklı beslenip beslenmenizi değil; özellikle çocuk büfelerinin hali içler acısı; bol sosis, pankek, makarna, dondurulmuş patatesten patates kızartması.
 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *