Press "Enter" to skip to content

Gündem 2f Mayıs’14

***Türkiye?deki 5 yıldızlı 267 otelin 186?sı Antalya?daymış; Kemer; Göynük?teydim; geçtiğimiz hafta; yaklaşık 600 odalı bir otelde; yani minimum 1200-1500 kişi barındıran bir otel; tek oda boş yer yoktu ve müşterilerinin tamamına yakını Rus?tu; soğuk Rusya?dan kaçmak için gelmiş olmalılar Antalya?ya; nisan sonu; mayıs başında; onları Antalya?ya çeken şey güneş ve deniz; yoksa deniz Rusya?da da var; ama Karadeniz; yani soğuk bir deniz ve iklim; yaklaşık 40 yıl önce Çernobil?i yaşayan Ruslar Mersin?e nükleer santral yapıldığında Antalya?ya gelmeye devam ederler mi acaba; hiç sanmıyorum; Fukuşima etrafında deniz turizmi devam ediyor mudur sizce; onu da sanmıyorum. Fukuşima?dan sonra Japonya bütün nükleer santrallerini durdurmuş; 3 yıl boyunca; dışarıdan doğal gaz ve kömür almış; kaza sonrası tesisin çevresindeki 20 km?lik alan tahliye edilip insansızlaştırılmış; şimdi dönmelerine izin verilmiş ancak insanlar dönmek istemiyorlarmış.
Rusların Mersin?e nükleer santral yapıldığında Antalya?ya gelmekten vazgeçtiklerinde neler olabileceğini çok etraflıca olmasa da şöyle bir hatırlatayım; kaba hatlarıyla; öncelikle yeni yapılacak olan otel inşaatlarının önü kesilmiş olacak ve bu ilk etapta inşaat malzemesi üreticilerini ve inşaat şirketlerini etkileyecek; sonrası ise çorap söküğü; buzdolabı üreticileri; fön makinesi üreticileri, çelik kasa üreticileri, mobilyacılar, televizyon üreticileri, telefon üreticileri, halı üreticileri, mutfak malzemesi üreticileri, çatal, bıçak, tabak, bardak üreticileri bundan etkilenecek; halihazırda var olan oteller içinse oraya ürün satan; ürün veren meyve, sebze üreticileri, un üreticileri, şeker üreticileri, et şirketleri, çay, kahve üreticileri, her türlü içecek üreticileri; temizlik ürünleri üreticileri, temizlik kağıdı üreticileri, su üreticileri, her otelde 200; 300 kişilik çalışan; hava alanları ve çalışanları; hava yolu şirketleri; tur şirketleri, taksiciler; dolayısıyla benzin, mazot satışı ve devletin bunlardan aldığı yüklü vergi; otobüs, taksi gibi araçların yenilenmesi, yenilerinin alımı ve yine devletin bu araba alım satımından aldığı yüklü vergi; gelen turistin satın aldığı deri, altın ve giyim eşyasının satıcı ve üreticileri ve hatta atık yağ toplayıcıları bile bundan etkilenecek.
5 dakikanın içinde iki tane atık yağ toplayıcı araba gördüm; vızır vızır geziyorlar Göynük sokaklarında; olduğu 3-5 kelli felli otel var orada; yoksa küçücük, sessiz, boş bile denebilecek bir yer; kalabalık otellerin içinde; dışarı yansımıyor pek. 5 yıldızlı 186 otel ve çarpı bu zararlar göz önüne alınırsa nükleer santralin bize maliyeti oldukça pahalıya patlayacak. Orada; o otellerde yapılan tüketimin haddi, hesabı yok; ve elbette bu devlete, millete girdisi. Akp hükumeti bu töhmetin altına girebilecek mi; böyle bir durum olursa; Ruslar ve diğer Avrupa ülkeleri o otellere gelmekten vazgeçerlerse bunu bu millete nasıl açıklayacak; nasıl hesabını verecek?
?Pergeli Eyfel Kulesi?nin merkezine koyun? diyerek mi; bu hesaba çocuklar bile güler; bir ülke bakanından beklenecek bir açıklama; bir çıkarım değil bu; bu örnek yanlış bir örnek; hiçbir şekilde Paris turisti ile Antalya turisti karşılaştırılamaz; saten kumaş ile penye kumaşı karşılaştırmak gibi bir şey bu; birbirleriyle hiç mi hiç alakası yok; insanlar; yani turist oraya Antalya?yı görmek, gezmek için değil denizini, güneşini kullanmak için gidiyor; Paris?e ise Paris?i görmeye; güneş, deniz, havuz üçlüsü olmadığında yapılacak ne var ki Antalya?da; ye, iç, yat, odada sıkıl?dan başka; hava soğuyup yağmur başlayınca bir gün daha fazla durmak gelmedi içimden; güneş olsa daha da kalmaya niyetliydim halbuki; hal böyleyken Paris ve Antalya turistini aynı kefeye koyup tartamazsınız; o ikisi çok farklı şeyler; Paris?e giden turist etraftaki nükleer santrallerin suyunun soğutulduğu denize girmiyor; Paris?e gidip geri dönüyor; nükleer etki birincil olarak hava yolu ile değil su yolu ile yayılıyor; kuşlardan çok balıkları etkiliyor mesela; ve insanlar bunun bilincinde; bakan bunu bilse de, bilmese de bu böyle.
Ki Çernobil?den sonra Türkiye?de en çok etkilenen yerin Hopa olduğunu da biz biliyoruz; Rusya?ya en yakın yer olması sebebiyle; her ne kadar hava yoluyla etkili değil desem de gerçek bu kadar çarpıcı; Çernobil ile Hopa arasında binlerce km mesafe olmasına rağmen üstelik. Orada insanlar hala kanserden ölüyor; Hopa?ya bir onkoloji hastanesi kurulması isteniyor; Trabzon?a gidip gelmekten bıkmış hastalar; 40 yıl oldu ve Çernobil?in izleri hala silinmiş değil o bölgede; hal böyleyken neyin nükleer santralinden bahsediyor bu bakan ve bağlı olduğu akpliler.
*** Kaldı ki zaten  nisan ayında günlüğü 90 lira gibi bir rakama ayakta durmaya çalışıyorlar; günlüğü 90 liraya kâr mı edilir; alacakları en ufak darbe o otelleri yerle bir etmeye yeterde artar bile. Bütün dünya bilinmezde; bir biz değil ki; hiç kimsenin; hiçbir ülke insanının ?yarında gelirim? demek gibi bir lüksü yok şu an için.
***Fuatavni şunları söylemiş başbakan hakkında; ?11 yıllık icraatlarda günden güne geriye gidilmesi, politika değişikliği, eski gömleğin yeniden giyilmesi, devleti ele geçirme düşüncesi, kendini dünya lideri ve İslam Halifesi sanması. Herkes dürüst bilmesine rağmen en büyük yolsuzluklara bulaşması, aşırı egosu. Türkiye?yi kutuplaştırması, Gezi dâhil haklı her eylemi kendini devirmeye yönelik adım olarak görüp aşırı paronoyaklaşması, kimseye saygısının kalmaması, etrafındakilere en galiz küfürler savurması. Kim demiş içeridekiler mutlu diye. Ben menfaati için her rezalete boyun eğmeyi mutluluk görenlerden değilim? Yetti mi??
Bu söyledikleri hepimizin uzak, yakın mesafeden onaylayabileceği sözler. Ki o yakın mesafeden söylüyormuş bu sözleri. 
***Erdoğan ?her türlü musibete hazırlıklı olmalıyız? demiş; biz bir musibetle 12 yıldır yaşıyoruz; zaten alışkınız! Musibetin başı kendisi. Hangi yüzle cumhurbaşkanlığı için kendini düşünüyor bilmem; yüzsüzlükle elbette; yüzüne tükürsen yağmur yağdı deyip yüzünü sıvazlıyor; ar, edep denen bir şey yok adamda; dolandırıcılık, her türlü hırsızlık, sıfırlama yöntemleri onda; cumhurbaşkanı olacakmış; çaldıkları az gelmiş anlaşılan; biraz daha çalacak.
***Meslek liseleri de dahil; bütün liselere giriş için sınav yeterliliği istenmiş; istenmeyen tek okul olarak imam hatip liseleri kalmış; ihl istemeyen için tek çare açık lise; yani liseyi dışarıdan bitirmek. Baktılar ihl?lerde kaliteyi yükseltemiyoruz; başarılı öğrenciyi ihl?ye çekemiyoruz; bari geri kalanlarla sayıyı yükseltelim dediler anlaşılan. Geleceğin akp?lilerinin yetişeceği yer orası çünkü; orta zekalılar yönetime sahip çıkacaklar; şimdi olduğu gibi; Hüseyin Çelik?in dünkü konuşmasına bak; nasıl bir zekada olduğunu anla; ?chp ve mhp?den bir çatı cumhurbaşkanı çıkmaz; olsa olsa birbirlerine tencere, kapak olurlarmış?; lafa bak, zekayı anla. Ayarı mahalle karısı ayarında; bunlardan hükumet adamı olsa ne olur; olmasa ne olur; üfürükten tayyare hepsi. Hepsi öyle; hangisi değil ki! En başta da baş moruk. Rezil ettiler bizi dünyaya; bütün dünya bizi o geri zekalılar gibi biliyor artık. Amerika?nın arkalarına niye destek olduğu çok açık değil mi; o yarım zekaları ile parmaklarında istedikleri gibi oynatabilmek için.
Olursa eğer; gelmiş geçmiş en utanmaz, arlanmaz cumhurbaşkanı olarak anılmaya değer. Cumhurbaşkanı seçilirse; kendi dediği gibi ?karara uymak zorundayız ama bu karara saygı duymuyorum?. Rezaletin son perdesi. Umalım da rüyasında görmüş olsun.
Ama bu işi ilginç kılan onların zeka özürlü oluşlarına rağmen iş başında oluşları değil, biz normal zekadakilerin seyirci durumunda kalışı. Onca eğitimli, akıllı insanın bu aptallık furyası karşısında eli kolu bağlı kalışı.
***Neyse ki ara sıra çıkış yapanlar oluyor; son çıkış yine Metin Feyzioğlu’ndan; danıştay konuşması sırasında Erdoğan sözünü kesip “böyle bir edepsizlik olmaz ki” demiş; Metin Feyzioğlu da “Edepsizlik yapan ben değilim sayın Başbakan” diye cevap vermiş; edepsizlik yapmakta kimin usta olduğunu iyi biliyoruz.
Bu sırada başbakanın yanında oturan Abdullah Gül gülüyor; Necdet Özel gülüyor; yan taraftaki Kemal Kılıçdaroğlu gülüyor; ilginç; kimse kaale almıyor artık herhalde Erdoğan’ı. Veya hepsi sinir yatıştırıcı ilaç kullanıyorlar; başka bir açıklaması yok; veya gelmeden iki tek atmış ta olabilirler; bilemem; ama biri bağırırken yanındakiler gülmez benim bildiğim. Cumhurbaşkanı olma hırsı öyle gözünü kör etmiş ki, önüne çıkan her hedefi parçalayıp yok etme güdüsü hakim olmuş bünyesine; yazık; o sinir ve tahammülsüzlükle ondan ne başbakan olur ne de cumhurbaşkanı; bundan sonrasını sinirlerinin kaldırmayacağı çok açık. Eleştirilmeyi içine sindiremiyor; göze alamıyorsan o tahtlarda ne işin var? Hiç kimse tam, mükemmel ve eleştirilemez değildir; eleştirilemez olan biri vardı; Hitler; adı bile lanetlendi.
***Yılmaz Özdil bugün “savaştadır Türkiye; ihanetle, kinle, cehaletle savaşta” demiş.
***Türkiye’de toplam 478 hes varmış; 534 tane daha yapılması planlanıyormuş; bu 534’ün 160’ı inşaat aşamasındaymış; Maraş’ta 33; Trabzon’da 31, Giresun’da 26, Adana’da 21, Sivas’ta 18’miş; Trabzon’da 12 tanesi inşaat halinde olmak üzere 42 tane daha hes yapılması planlanıyormuş. Her yıl %7,5 oranında enerji ihtiyacı artıyormuş. Dışarıdan satın alınan enerji miktarı %80’miş; yani iç ihtiyacın sadece %20’sini biz karşılayabiliyormuşuz; dışarıdan alınan enerjinin içinde elbette doğal gaz da var. Türkiye’de üretilen elektriğin %44’ü doğal gaz santrallerinden; yani yine dış kaynaklı; %15’i barajlardan, %10’u akarsulu hes’lerden, (ki burada bizi ilgilendiren bu); %25’i ise termik santrallerden sağlanıyormuş. Yani yarısı bizim üretimimiz; var olan onca hes ve termik santrale rağmen; üstelik ihtiyacın sadece %20’sini karşılayabilirken; bu hesaba göre var olan barajların, hes’lerin ve termik santrallerin toplamı ihtiyacın %10’unu karşılayabiliyor; sadece akarsulu hes’ler olarak düşünürsek %2’si; yuvarlak hesap 500 hes var desek; 500 daha yapılması planlananla birlikte karşılayabileceği oran %4; bu oran yapılan onca doğa tahribatına, masrafa, yöre insanlarını karşılarına almaya değer mi?
Bilgi kaynağı; cnn türk; hayatın tanığı programı.
Bu hes’lere aktarılan kaynaklar neden doğal gaz ve petrol aramalarına aktarılmıyor; önümüz, arkamız, sağımız, solumuzdan doğal gaz ve petrol fışkırıyor; bir bizde mi yok? Dünya enerjiyi yeraltı kaynaklarından alırken biz niye yer üstünü tahrip etmekle uğraşıyoruz? Türkiye bir deprem ülkesi; olabilecek bir depremde o hes’ler zarar görür ve suları boşalırsa oluşacak selin sorumlusu kim olur; doğal afet mi sayılır? Hes’lerle tutulan su yeraltı sularının azalmasına; obrukların oluşmasına daha çok yol açmaz mı? Konya’daki obrukların sayısı her geçen gün artıyor; yarın bir gün o obruğun Ankara’nın orta yerini yutmayacağı ne malum? Doğa ile oyun oynanmaz; siz ondan alırsanız o sizden çok daha fazlasını alır; bunu öğrenemediler bir türlü. Doğanın dengesi diye bir şey var sonuç olarak.
Kaldı ki o hesler nasıl bir gazulet, çirkin bir şey; anlatamam size; Artvin’in bütün çehresini değiştirdi; bir şantiyeye, bir inşaat alanına dönüştürdü; bir daha düzelmemek üzere; Karadeniz bölgesini sardıkça sarıyor o çirkinlik; Türkiye’nin bütünü sardığında doğal güzellik diye bir şey kalamayacak ne yazık ki. Madem ki bu kadar enerjiye bağımlıyız, ihtiyacımız var; “odanızda yanan fazladan ışığı söndürün” diye bir uyarı neden yapılmıyor; böyle bir uyarıyı duyan, gören, bilen var mı; herhangi bir yerde; yok; israf; enerji israfı hiç göze batmıyor ama olan yine bize oluyor; bizim doğamızdan gidiyor giden.
Rüzgar tribünlerini hiç mi hiç göze batmıyor; hatta bulundukları ortama güzellik katıyorlar bile denebilir; güneş enerjisi santralleri deseniz öyle; çirkinlik katacak hiçbir yanı yok; 1 adet hes yapılacak fiyata binlerce rüzgar tribünü veya güneş enerji santrali kurulabilir; ancak bunlar desteklenmiyor; hes yapacak şirkete devlet % 80 kredi veriyor; doğal olarak ta eğilim o yönde gidiyor; aynı kredi temiz kaynaklar için verilse bambaşka olur her şey. Tamamen devlet politikasıyla ilgili bir şey yani. Nerede kredi vermek; sınırlama bile getiriyor temiz kaynakların kullanımında devlet; geçen yıl gittiğim otelin sahilinde güneş enerji santrali vardı; hatırladığım kadarıyla ihtiyacının %30, 40’ını karşılayabilecek büyüklükte kurmalarına izin verilmiş; gerisini devletten almak zorunluymuş; bırakın hepsini karşılayacak kadar kursun kendi arazisine; izni bile yok yani; oysa Amerika’da şubat ayında açılan ivanpah güneş enerji santrali 392 megawatt elektrik üretecek; 140 bin eve elektrik sağlayacakmış.  
Bunları yazdıktan sonra baktım; haber; 6 mayıs tarihli; http://www.yenicaggazetesi.com.tr/dunyanin-en-buyuk-gunes-santrali-konyada-kurulacak-97022h.htm “Enerji Bakanı Taner Yıldız, Konya?da 3 bin megawatt güce sahip dünyanın en büyük güneş enerjisi santralinin kurulacağını açıkladı”; neyse; zararın neresinden dönerseniz kardır; aslında zorunlu kaldıkları için; 1 ay kadar önce açıklamıştı kuraklık nedeniyle hes’lerden yeterli verim alınamadığını; alternatif enerji yollarının deneneceğine dair; buna da şükür; müjde elbette; başlarını taşlara vura vura anladılar; daha da anlayacaklar. 
Bu demektir ki yapılması planlanan 300’den fazla hes’in yapılması gerçekleşmeyebilir; oh ne ala; sevindim vallahi. Bunca lafa gerek yokmuş; kalmamış. Sonuçta yöre insanları da kaygılıydı hes yapımlarından; güneş enerji santrallerine ve rüzgar tribünlerine kimsenin bir itirazı yok çünkü doğayı tahrip etmiyorlar ve insanların ellerinden sularını, doğalarını almıyorlar. Devlet-yöre halkı çekişmeleri de bu sayede son bulacak.
Rize Andon’da yurttaş Kazım Delal  ineğini satarak hes’e dava açmış; direniyorlar; Rize ikizdere’de 2 metre eninde akan; çok büyük akıntısı olmayan dereye 78 km boyunca 26 hes yapılması planlanıyormuş; insanlar orada da karşı; 5’i bitmiş; 1’i inşaat halinde; hepsi yapıldığında 3 km’de bir hes olacakmış; doğa katliamının böylesi görülmemiş şey; Tarsus; Boğazpınar’da insanlar yapılmış olan hes’e karşı; suları bitmiş; toprak verimsizleşmiş; ikinci bir hes kurulmaması için direniyorlar; kalan sularını kaptırmamak adına; burada “hes yapma boşuna, yıkacağız başına” şarkısın söyleten kişiye 13,5 yıl ceza istenmiş; Manavgat, Ahmetler’de 1 metre eninde bir su var; akıntısı bile yok; durağan bir su; 5 musluk açsan zaten o kadar akıntı olur; hes yapılacakmış; şirket güvenliği ve jandarma ile çatışılmış; silah sıkılmış; gaz sıkılmış; insanlar darp edilmiş; kadınlar ön saflarda yer almış; taş atmışlar; yaralanmışlar; çadırlarda nöbet bekliyorlarmış; gece gündüz; 20-30 kişi. Kaynak; cnn Türk; hayatın tanığı programı.
Ne gereği var insanlara bunca eziyetin? İnsanların hiç mi hakları yok; bu yaşadıkları topraklar üstünde; hiç mi talepleri olmayacak; önlerine her konana boyun eğmek zorundalar mı? Akp kendini su düşmanı, doğa düşmanı; ağaç düşmanı; orman düşmanı; hatta milletinin düşmanı görüntüsünden asla kurtaramayacak; bundan böyle ne yaparsa yapsın.
***Mersin’de Gezi Parkı direnişi sırasında polisin 40 santimetreden ağzına biber gazı sıkmasının ardından dil kökü kanserine yakalanan Mehmet İstif ölmüş; akp kendi milletinin düşmanı; daha kısa ve öz nasıl anlatılabilir ki; bir insan ölmüş işte; daha ne olsun! 
***Dün Kütahya, Soma’da bir maden kazası yaşandı; şu ana kadar ölü sayısı 238; öğlen saatlerinde başbakan konuşma yaptı ve ona bir gazeteci “bu ölümlerin sorumlusunun kim olduğunu” sordu; başbakanın çok sakin; hiç kızmadan verdiği yanıt şöyle; (sinir yatıştırıcı ilacın bugün almayı unutmamış anlaşılan) “İngiltere?de geçmişe gidiyorum, 1862 bu madende göçük 204 kişi ölmüş. 1866 361 kişi ölmüş İngiltere. İngiltere?de 1894 patlama 290. Fransa?ya geliyorum 1906 dünya tarihinin en ölümlü ikinci kazası 1099. Daha yakın dönemlere geleyim diyorum, Japonya 1914?de 687. Çin 1942, gaz ve kömür karışmanın neden olduğu sayılıyor ölüm sayısı 1549. Değerli arkadaşlar yine Çin?de 1960 metan gazı patlaması 684. Ve Japonya?da 1963?te yine kömür tozu patlaması 458. Hindistan 375. 1975?te metan gazı alev aldı, maden çatısı çöktü ve 372. Bakın Amerika. Teknolojisiyle her şeyiyle. 1907’de 361. Bu ocakların bu noktada bu tür kazaları sürekli olan şeyler.”
Verdiği tarihlere dikkat!!! En yakını 40 yıl öncesi! 40 yıllık bir ara süreklilik arz etmez; bu yazıyı hazırlayıp onun önüne koyanı çok merak ettim doğrusu; çok, çok mükemmel hazırlanmış; başbakanı bir o kadar daha rezil etmek için birebir; insan çıkıp ta o örnekleri vermeye utanır; üstelik bunları söyleyen bu ülkenin başbakanı; biz hangi zamanda yaşıyoruz; dünya hangi zamanda; belli oluyor; bu vesileyle sorumlunun kim olduğu da ortada; kendisi. 
Çok geçmişe gitme; bugüne gel; bugüne; bakalım şimdilerde neler oluyor o saydığın ülkelerde; ölü, yaralı sayısı kaç; onları anlat bize. İnsan belkide normal konuşmuş olsa hiç sinir olmayacakken bu konuşmanın ardından sinir oluyor; ne demektir bu ülke başbakanının ortada 200’ü aşkın bir ölü varken çıkıp ta “Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında, fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok” demesi; gaddarlığın, duygusuzluğun bu kadarı biraz fazla değil mi; sevginin; insanlığın; insan olmanın dilinde böylesi bir dil yok; hiç kullanılmadı; kullanılamaz. Bu konuşma baştan aşağı ölülere; o ölülerin sahiplerine saygısızlık; artı acımasızlık; onlar daha defnedilmiş bile değillerken böyle bir konuşma yapmak hiç mi hiç yakışık almamış. Çık de ki; “üzüldüm; acınız acımdır; birlikte çekelim o acıyı; birlikte avunalım; birlikte ağlayalım”; başbakan olarak onları koruyamadın; hiç değilse insan olarak üstüne düşeni yap; yok; o da yok!
Sen kimsin, o insanlar kim; senden çok mu farklılar Allah aşkına; şansın yaver gitmeseydi baban gibi liman çalışanı olup bir kazaya kurban gitmiş olman çok olasıydı; çok mu farklı ve üstünsün o ölen insanlardan? Çaldığın dolarlar seni onlardan farklı mı kılıyor sanıyorsun? Kendini niye ötekileştirip insanların oklarının daha fazla kendine yönelmesine neden oluyorsun; anlamıyorum.
Sen oraya akp başkanı sıfatıyla değil, T. C. Başbakanı sıfatıyla gittin; sar, sarmala insanları; yaralarına tuz, biber ekmek yerine merhem ol; vermen gereken bir hesap var ise de bunu defin işlemlerinin sonrasına bırak; bırak insanların acıları içlerinde biraz soğusun; acelen ne; o hesabı zaten vereceksin.
***Aynı günün gecesi; sayı 274 oldu; bizim sayı olarak verdiğimizin her biri bir can; bir canın parçası; ve o canların yürekleri dağlanıyor; kanıyor. 
***Ertesi gün öğlen; sayı 282; Cüneyt Özdemir Soma’da; “282’yi sayı gibi söylüyoruz ama bunların hepsi bir can, can yakıyor” diyor; “bu işin fıtratı bu; kazalar olur; dendikçe öfke daha çok büyüyor burada” diyor; benim yazdıklarımı okumuş olma olasılığı sıfır olduğuna göre nasıl olup ta aynı şeyleri söylüyoruz; ben onun söylediklerini bir gün önce yazdım; çünkü aklın yolu bir; görünen köy kılavuz istemez ki!
Ölümün öfkesinin nasıl bir şey olduğunu biliyorum; çünkü yaşadım; Allah’tan gelen bir ölümde bile bir sorumlu, bir  suçlu arıyor; bulmaya çalışıyor beyin; ve öfkesini oraya yönlendiriyor; kaldı ki Allah’tan gelmeyen böyle bir ölümde ve toplu ölümlerde öfke nöbetlerinin olması çok normal; başbakanın yakınındaki bir ismin o insanlardan birini tekmelemiş olması o öfkenin artmasından başka bir şeye yaramaz; özellikle de başbakana; iş çığrından çıkar; amacın dışına taşar; çok, çok farklı şeyler gelişebilir; orada yapılması gereken şey anlayış, anlayış, anlayış ve sükunet; başka bir şey değil; acısı olmayanların acısı olanlara anlayışı; gereken bu.
Orada bir “fıtratına da, sana da” denirse; ki bunu çoktan hak etti; dışarıdaki ölü sayısı içeridekini aşar; ateşle oynuyor yine akp; yani Erdoğan.
***O madeni 20 yıl devlet işletmiş; sonrasında özelleştirilmiş; o dönemde tek bir ölü çıkmamış o madenden. 
***Sağ kurtulan bir madenci “Bizim çalıştığımız vardiyada 700’den fazla işçi olduğunu biliyoruz. Patlamanın ardından 200 kişi çıktıysa 500 kişi aşağıda kaldı. Şu anda açıklanan rakamları inandırıcı bulmuyorum” demiş.
Babasız kalan çocuklar; kocasız kalan kadınlar, oğulsuz kalan ana, babalar; oğlunun canlı çıktığına (yanında ağlayan annelere bakıp) sevinemeyen anneler; kederli yüzler; son durum bundan ibaret.
 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *