Press "Enter" to skip to content

Günlük 2m Ocak’15

***Mutlu yıllar!
***Zeynep Turan boğa burçları 2015?te geçmişe sünger çekecek demiş, iyi olur! Ayrıca evde huzur olacakmış, bu çok normal.
***Yılbaşının ertesi günü millet AVM?lerde ?son umut? izliyor, bugün kaç kişi kendini etiketlenmiş Facebook?ta, ne izlerim, ne de giderim, ne Yılmaz Erdoğan?ı ne de Cem Yılmaz?ı beğeniyorum çünkü, ikisi de antipatik ve soğuk geliyorlar bana, o bir yana işin ticaretine çalıştırıyorlar kafalarını, bundan karsız çıktıklarıma söylenemez hani, zengin sınıfına girdiler bile, tüccar olup çıktılar, ceplerindeki bol paranın soğukluğu yüzlerine yapıştı, siz parası bol olup yüzü sıcak olan birini gördünüz mü? Russell Crove bile onların servetine bakarak anladı ki bu millette para çok, bu söz ?bu millette enayi çok? şeklinde de yazılabilir çok rahatlıkla, Türkiye?ye yanaştı, nasıl olmasın, her hafta omnlarca ipe sapa gelmez film çıkıyor piyasaya ve hepsi iş yapıyor, yapıyor ki ardı arkası kesilmiyor filmlerin, Russell Crove ve Amerikan sineması çıkmazdayken Türk sineması en şaşalı günlerini yaşıyor, millet Türk sinemasını yeni keşfetti, bu siyasi, ekonomik şartlarda başka şekilde gülünemediği için sinemalara koşuyorlar, sinemacılarda işin hinliğini kapmış durumdalar, koy deliha?yı, deliha?ları, gelsin paralar.
Bu film Russell Crove?un son umudu olmalı gerçektede! Burada bile gala düzenlediğine göre.

Birileri çalışıp kazanır, birileri de çalışıp kazananın kazandığını kazanır, hemde fersah fersah fazlasıyla, dünya uyanıkların dünyası.
***Yılbaşının hemen ertesinde indirimler başlamış, %50; 2 ocakta, tıklım tıklım insan doluydu kentpark, cepa, öğleden sonra ben çıkarken otoparka giriş kuyruğu oluşmuştu izdihamdan.
Gizli topuklu ayakkabılardan giyen çok var, mağazalarda da çok, ayakta hiç güzel durmuyor, aynen keçi ayağı gibi, topuklu giyip topuklu eziyeti çekeceksem eğer ayağımdaki ayakkabının topuklu olarak görünmesini isterim, hiç değilse ayağıma yakışır, giydiğimde değer, hem topuklu eziyeti çekip hem düz ayakkabı giymiş görünmenin esprisini anlayamadım doğrusu. Düz ayakkabı giyildiğinde popo yukarda durmaz, düz durur, hem düz ayakkabı giymiş gibi görünüp hemde popo kalkık olunca bir garip görünüyor, beyin aradaki ilişkiyi algılayamıyor.
Şu tayt giyenlere de bir sınırlama getirilmeli, giyebilecekler, giyemeyecekler olarak, bana kalsa topyekun yasak koyarım, yakışmıyor, popo çizgisine kadar her şey ortada, giyinmişle çıplak arası bir durum, o ne öyle, birazda edep bilinmeli, kızımın hiç bir yerinde bir gram fazlası yok, ona dahi giydirmem, şort giyebilir, istediği boyda, ama tayt giydirmem. Gerçi şimdi giyilen pantolonlarında tayttan bir farkı yok, öyle bir pantolonu da giydirmem.
Bu kadına ne oldu da her gün gezer oldu diye düşünüyor olabilirsiniz, bir ay önce küçük oğlum ehliyet aldı, artık kızımla beraber okula gidip geliyorlar, benim 15 senedir yaptığım işi oğlum devraldı yani, benimde dışarı çıkmak için daha çok zamanım ve halim olur oldu. Sağlığım da daha iyi eskisine nazaran, geçen yıl bu zamanlar, yani yılbaşında, merdiven inip çıkmakta zorlandığımı hatırlıyorum, şimdi çok daha iyiyim o zamana göre, ne oldu pek anlamış değilim ama iletim hatlarımda bir sorun oluşmuş olmalı, arıza yaptım.
Yetersiz, düzensiz beslenme sebebiyle düşük şekerle yaşıyormuşum, gerçi ne ölçtürdüm ne de doktora gittim, kendi teşhisimi kendim koydum, oradan buradan duyduklarımla, etkisi hala tam olarak geçmiş değil, yemek düzenine dikkat etmem gerekiyor ancak böyle bir disipline de alışkın değilim, rastgele yaşamayı daha çok seviyorum, dalıyorum, bir bakıyorum yine saatlerce bir şey yememişim, ağzımda su miktarının artışı ile Anlıyorum bu gecikmeyi, gece özellikle daha da artıyor, geceleri yemeye başlamam gerekecek, ihmalkarlık yani, kendimle başa çıkmam gerekiyor, bakalım, uğraşıyorum.
***Şimdiye dek yaptığım keklerin en güzelini yaptım, (3 yumurta, 1 bardak süt,yarım bardak veya 1 bardak şeker, un, kabartma tozu, karbonat, vanilya yarım bardak veya 1 bardak yağ) normal kek yapar gibi hazırlanır, ne katı ne sıvı olacak şekilde, üçte bir bardak kaynar su konup karıştırılıyor, biraz sıvı oluyor, ortası delikli kek kalıbında pişirin, ben kalıbın kelepçesini bulamadım, taşınmanın artçı etkileri hala devam ediyor, zaten onun kağıtlanması zor, çocuklarımın eski çelik suluğunu bir yuvarlak çelik kapı kağıtlayıp ortasına koydum, devrilmemesi içinde kızımın deniz kenarından toplayıp getirdiği birkaç taşı koydum, oldu delikli kek kalıbı.
Tarifi olsa da yesek programında gördüm, menşeini belirteyim.

Umarım yapmadınız o tarifi, ben dün peşpeşe 3 tane yaptım, sonradan fark ettim ki hiçbiri kabarmamış, çok bozuldum, geçen gün yaptığım gerçekten güzeldi oysa ki, yukardaki tarif düzeltildi, hep birlikte karıştırılan tarif iyi değilmiş. Isınmış fırına koymak ve yüksek ısıda pişirmek iyi sonuç veriyor, 190′ civarı, kabardıktan sonra 170’e alınmalı. Bir bıçağı birkaç yerine batırın, kuru çıkıyorsa, kek yapışıp gelmiyorsa iyi pişmiştir.

***Hülya Koçyiğit?in kızı, ki 45 yaşında, Gülşah Alkoçlar da meme kanseriymiş, bir anne sağlam, kız meme kanseri vakası daha.   Kaç Yaşından itibaren saçını boylamıştır acaba?

***379 köyün toprağında kanserojen madde bulunmuş, köyler boşaltılabilirmiş, inansak mı, yine ne hinlik peşindeler kim bilir, ya talan ederler, ya ağaçları kırparak maden sahası açarlar, bunlardan doğru iş beklenmez.

***18 bin kadın 6’şar aylık tekrarlanabilir süreyle, kadın sığınma evlerinde yaşıyormuş, bu kadınlar yalnız değiller elbette, yanlarında çocukları da var, 1,2,3,4……….,18 BBBİİİİİNNN; bu nasıl bir rakam, demek ki üstü örtülüyor bunca yaşananın, bu rakam demek oluyor ki şu an Türkiye’de 18 bin evde şiddete varan eğilimler yaşanmış ve yaşanmaya da devam ediyor, bir devlet yetkilisi bunu övünerek, büyük bir başarı olduğu şeklinde söyledi, bunun övünülecek değil utanılacak yanı daha ağır basıyor, bu bir övünç değil utanç skalası, bu rakam bana Türkiye’de evlilik kurumunun iflas ettiğini anlatıyor, başka bir şeyi değil, yeni yetme erkekler evlenecek kız bulamıyorlar, kızlar evliliği reddediyor, master yapacağım vb. bahanelerle, anasına bakan kendi geleceğini onda görüyor, bir ipe sapa gelmeze saçını süpürge etmek, sonrada biri çıkıp 3 çocuk yapın, 5 çocuk yapın öğüdü veriyor, çok bekler.

***Herkese sorulur, bana da sorulurdu lisedeyken, “Büyüyünce ne olacaksın”o zamanki idealim hukuk okumaktı, haksızlıklara karşı durmak için, altında yatan neden buydu çünkü ben orta sondayken 12 Eylül olmuş ve ailece büyük bir darbe almıştık, 12 eylül hayatta en çok sevdiğim insan olan abimi çekip almıştı elimden, geçtiğimiz yılda tümüyle aldı, insanlara “hukuk okuyacağım” derken biliyordum ki aslında ben bir gün yazacaktım, ne olacağı, nasıl olacağı hakkında bir fikrim yoktu ama yazacaktım ve bundan adım gibi emindim, ama bunu insanlara söylemiyordum, bu benim kişisel sırrımdı, yazabilmem için belli bir olgunluğa, yaşanmışlıklara ihtiyacım olduğunu düşünüyor, bunun için 25, 26 yaşına gelmem gerek diyordum, yine içimden elbette, o yaşın üstüne bir 20 yıl daha koyduktan sonra yazdım, öyle kolay birikmiyormuş yazılacaklar, yaşadıklarımı yaşarken aklımda hep bu vardı, bunları geniş kitlelere aktarabilecek bir yol bulmak, bu ne oyun yazarlığı, ne senaryo yazarlığı, ne de başka bir yol ile gerçekleşebilirdi, çok daha yaygın bir sistemde yazmalıydım yaşadıklarımı, tüm gerçekliği ile, görülsün, bilinsin, ibret alınsın diye, sonra internet çıktı karşıma, çok geniş kitlelere ulaştığımı sanmıyorum, üstelik ulaşacağımı da, ama amacım doğrultusunda yaşadığımı yazdığım için her koşulda bu beni mutlu etmeye yetiyor, belkide insanlar dertli bir kadını okumak dahi istemiyorlardır, saygı duyarım, belki başka bir hayatı yaşıyor olsam, evlilik seçimimi farklı bir kişiyle gerçekleştirmiş olsam, ki olabilirdi, bende okumak istemiyor olabilirdim bu dertli yazıları. Çok mu dertli yazıyorum?

Hukuk okumadım, puanım yetmedi, ama görüp duyduğum haksızlıkları, yanlışlıkları burada yazıyor olmaktan hoşnutum, kim ne derse, ne düşünürse düşünsün, dünyaya meydan okuyorum buradan, yiğitse çıksın karşıma.

Çocuklarım bazen Kemal Sunal izliyorlar, önceleri kızıyordum, sonra bıraktım kızmayı, ben onu izleyerek yeterince gülüp eğlenmiştim zamanında, onları niye engelliyorum diye, aynı filmi 5 kez izlemedikleri sürece karışmıyorum, geçen gün korkusuz korkak vardı, Kemal Sunal’a tahliller sonucu yakında öleceksin derler, ölüm korkusu duvarını aşar ve korkusuz bir hal alır, herkese meydan okur, ona benzettim kendimi, insan en dibini görünce daha dibinden korkmamayı da öğreniyor bir yandan.

Gece saat 2, pazartesiyi salıya bağlayan gece, 5 i, 6 sı, uyandım, uyuyamadım, yazıyorum, oğlumun biri geceleri uyuyamaz, bende aksi gibi her tıkırtıya uyanırım, bu gece de güme gitti uykum, dışarısı bembeyaz, kar yağmaya devam ediyor, önümüzdeki 2,3 gün gündüz -10′ olacakmış, Allahtan hayırlısı.

***Kızak kayan çocuklar, yokuş çıkamayan, geri geri kayan arabalar, birde arkadan çekişli arabaların ters yönde, geri geri kullanılışı gündüzün manzaraları, okullar 2 gün kapanacakmış, çarşamba ve perşembe.

***Fiat araba reklamında adam arabadan iniyor, gömleğinin kolunu sıvıyor, altından bütün kolunu kaplayan bir dövme çıkıyor, kocaman bir kırmızı balık ve morumsu mavi bir şeytan yüzü, orada insanlara şeytanı hatırlatmanın veya dövme ile araba reklamını özdeşleştirmenin ne alakası var, beyinlerimize kazıyorlar alttan alta, lazerle dövme silenlerin işinde artış varmış, 6 veya 9 seansta siliniyormuş, bu da en az 1 yıl demek.

***Yine meteoroloji abartıyordur diye düşünmüştüm, öyle değilmiş, bu seferki gerçekten soğuk, hemde bildiğin Sibirya soğuğu, neredeyse 1 hafta oldu, havada bir düzelme işareti yok, bu gidişle uzun zaman düzeleceği yok, kiminle konuşsam son ayarda yakıp ısınamadıklarını, bu yüzden ya battaniyelerle salonda ya da mutfakta oturduklarını söylüyor, Ankara Ankara olalı böyle kış görmedi herhalde, gerçi bundan 30 yıl öncede bu kadar soğuktu, kar da vardı, ama epey zamandır bu kadar soğumamıştı.

Benim evim iyi ısınıyor, mis gibi, 22-23 ‘, soğuk başlayalı beri kafamı evin dışına çıkarmadım, neme lazım, hasta falan olmak istemiyorum, oğlum alıp getiriyor, bende pişiriyorum, o zaten çıkıyor, okula, spora, kar, çamur dinledikleri yok, tut, tutabilirsen, bendeki keyif ağada yok;)))

Besle evladını, büyüsün, gün gelir o da seni besler. Son 10 yılı kesin, 10-15 yıldır benden başka markete giden olmadığı için, çocuklarımla beraber gitmenin dışında, 3 günden fazla markete gitmediğim zaman aralığı olmadığı için garibime gidiyor, birinin benim yerime çocuklarımı okuluna  götürüp getirmesi, alışverişi yapması, eve kadar getirmesi, bunlar hiç alışkın olmadığım şeyler, çünkü 1 tane ekmek dahi getiren olmadı, yıllarca 15 parçaya bölünerek yaşadıktan sonra birkaç parça haline dönüşmekte zor, bana garip geliyor, Allah’ıma şükürler olsun, insansızlık içinde kendime insanlar büyütmüşüm.

Bir can hangi birine yetsin, var ama yok, yok ama var, hem var hem yok, işi var kendi yok, Almancı aslında ama bedeni, işi burada, almancı karısı olsam daha iyiydi, abra kadabra, şimdide ben yok! Candan ötesi hiç yok.

Zeynep Turan bu hafta boğalara “gör gününü” den “iyi ki bitti” ye dönüşeceğini söylemiş, ne biliyor bu kadın aklımdan geçenleri?

***Dün oğlumu aradığımda basket maçındaydı, çıktığında telefonunu bulamamış, aramış, cevapta verilmemiş, ya düşürdü ya da çarpıldı, kalabalıklar bazen bu işe yarıyor ne yazık ki! Saat 4 te baktım yatağında oturuyor, canı sıkılmış kaybettiğine belli ki, zaten gece uyuyamaz, bu sefer daha beter olmuş, kendi sağ salim gelsin de, bir telefonu eksik gelsin, canı sağ olsun oğlumun, aslan parçam benim.

***Bugün 12 Ocak, 12 günde en az 12 kadın giriş yapmış yazılarıma, “38 hafta sezaryen” diyerek, hepsinin kafasında soru işaretleri var elbette, umarım yazdıklarımı okuyup o gidişe dur diyebiliyorlardır, kadın kıyımı devam ediyor, bile isteye, sebepsiz yere yapıyorlarsa, yani para için, o ameliyatları doktorlar, Allah onların da kollarını, kanatlarını kırsın inşallah, o kadınların yaşadıkları acının kat kat fazlasını yaşatsın, ki 38 haftanın nedeni hep sebepsiz yeredir. Allah hiçbir kadına doğumun günü, saati hakkında randevu vermez ancak doktorlar daha üst bir makam oldukları için verebiliyorlar, elleri, kolları kırılsın, kanatları aşağı düşsün inşallah.

Onca insan okudu yazdıklarımı, 5 yıl olmuş ben bunları yazalı, hiç mi bir sezaryenci doktora rast gelmedi, o beddualar ağırlarına gitmedi mi, çıt yok, ört üstünü uyusun, paranın kaynağı kesilmesin yeter.

***Foxtaki unutma beni adlı dizi ne kadar ayarı bozuk bir dizi, günlerdir her geliş geçişte görüyorum, aynı sahne, aynı kavgalar, bir kadın iki adam kavgası, uzattıkça uzatıyorlar, sinir bozucu. Bizim yaşam biçimimiz içinde yeri var mı iki erkeğin bir kadın için süreğen kapışmaları, saçmalık, hadi birde kısa kesseler, başka konu yok dizide, o diziyi yapanlar ortada, o diziyi izleyenleri çok merak ediyorum.

Paramparça’da da öyle, durduk yere dram yaratmak için insanları sırf fakir diye aşağılayıp hakaret ediyorlar, utanç verici. Fakirlik değil utanç verici olan, fakirliğin böyle aşağılanması. Fakirin zengin, zenginin fakir olması çok kolay, zor olan insanın insan olması. İnsan değerini fakir veya zengin oluşundan değil insanlığından alır. Bir hırsız, talancı veya yağmacı da zengin olabilir, veya it gibi çalışan bir insan, ama bu onun ne olduğunu değiştirmez.

***Can yerinden vurmuş oğullarımı, ikisinin de arabasını yenilemeyi teklif etmiş, eve gelmek karşılığında elbette, baktı benden geçiş yok, çocuklarımı kullanacak, oğullarım süt dökmüş kedi gibi şimdi, tek istedikleri şey, yeni bir araba, biri 21, diğeri 19 yaşında, başka ne isterler ki, ve bu durumda engel benim, kaleyi içten fethediyor yani, top kaleye takıldı, kıymetim varmış demek ki, bunu aynı evde yaşarken göstermiş olsaymış keşke, daha farklı olabilirdi, belki, şu anki huzurumu hiçbir şeye değişmem, ben değişmem de çocuklarımın şu anki durumu kritik, beni bildikleri için yinede ses çıkarmıyorlar ama.

Nerede kalmış, niye gelmemiş, artık hiç bana dert değil, istediği yerde istediği süreyle kalabilir, çünkü benim evimde yaşamıyor, gelmesine de ihtiyacım yok, çünkü artık 3 küçük çocuğum yok, 3 yetişkin insan var evimde, onlar küçükken beni hep yalnız bıraktı, şimdide ben yalnız olmak istiyorum, o günlere geri dönmek gibi bir niyetim yok, minimumda da olsa yaşamımı sürdürebildiğim sürece benim için bir sorun yok, o kadar gözüm yılmış, içim soğumuş yani, yoksa kim daha bol paraya hayır der ki, parayla saadet olmadığını benim kadar bilen kişi sayısı azdır, tecrübeyle elbette, paranın bile para etmediği bir nokta var hayatta ve ben o noktadayım, Allah’ım dayanma, direnme, karşı durabilme gücü ver, buraya kadar getirip buradan geri dönmeme izin verme, beni tekrardan o fırsatçının bin beş yüz yüzlünün eline düşürme, amin.

***Bu sabah karşılıklı fırçalaştık kızımla, “beni bu pantolonla okula gönderiyorsun ya” dedi bana;)) bu pantolon dediği alınalı 6 aydan fazla olduğu halde bol kesimli olduğu için bir defa bile giymediği siyah kadife bir pantolon, ben almıştım, alırkende o istememişti, okulda kar var diye gri veya siyah pantolon giyebilirsiniz demişler, dün gri pantolon giydi, süslü bulunmuş, bugün gidip pantolon alacakmışız, bende o pantolonu giymesi için zorladım doğal olarak ve bana verdiği cevap bu oldu, kızım 8. sınıfta, kendi öğrencilik günlerim geldi aklıma o böyle söyleyince, 1 tane pantolonum vardı, 2 değil, yeşil, asker yeşili, yıkanır, yine o giyilirdi, başka yoktu çünkü, cebi kopuk, çokta umurumda değildi, ortaokulda değil üniversitedeydim üstelik, ve kızım şu an benim o zamanki halimden daha gelişkin, biri ortaokul biri üniversite, şu an giyebildiği en az 10 pantolon var dolabında, bir günden bir güne “beni bu pantolonla okula gönderiyorsun ya” demek aklıma gelmemişti hiç kimseye. Aferin kızıma, hakkını arasın öyle:)) Bana karşı değil ama:))

***Ünlü dizilerin senaristi ve en küçüğü 3 yaşında 3 çocuk annesi olan 37 yaşındaki kadın meme kanseri olmuş, çocuklarını emzirmiş, kendi çok çalışmasına ve kendine vakit ayıramamasına bağlıyor bu kanseri, para kazandıkça aslında daha çok paranın esiri olunduğunu söylüyor, artık kendine vakit ayıracakmış.

***Televizyonları evlenme programları, evlenme programlarını ise iranlılar bastı, baktılar paranın yahşisi Türkiye’de, orasını burasını düzelttirip Türkiye’ye koşuyorlar, hepsi botokslu, dövme kaşlı, kaynak saçlı, lensli ve bolca makyajlı, Türk erkeğinin kalbine giden yolun yemekten değil boş güzellikten olduğunu keşfetmişler, koşa koşa gelmişler, neredeyse hepsi de boşanmış ve çocuklu, evlenecekleri erkek çocuklarına da bakacak, baş koşulları o, Esra Erol’a gelen bir tanesi en klas erkek Hakan’ı, yıllardır elde edilemeyen erkek olan Hakan’ı, Hakan’ın deyimiyle “bileğini masaya vurarak” bileğinin hakkıyla aldı. Şimdi bir İran’lı daha var, bol bol talip toplayan, bir tanede Seda Sayan’da var, Haleh, elmacık kemikleri botoksla elma kadar olmuş, sanırsınız yüzünde yanak yerine iki koca elma var, dudakları da pörtlemiş, Arap bacı, gelmeden hemen önce yaptırmış olmalı, botoksun etkisi 6 ay, etkisi geçmeden paralı bir koca bulması lazım, bir daha yaptıracak parası olur mu, olmaz mı belli olmaz, bir inerse o botokslar neneme döner.

Bizimkilerinde hepsi paspal paspal, onca fön, makyaj boşa, iranlılar salınıyor, bizimkiler süklüm püklüm, eh, olacağı o, kaptırın bakalım Türk erkeklerini iranlılara:))

Televizyonlar artık belli yüzlerin değil bütün yüzlerin emrine amade, çeşit çeşit yüz, tat, neşe; ve üstelik maliyeti çok daha ucuz olmalı, en büyük rekabet bu tarz benimde şu aralar, nur topu gibi iki tane bu tarz benim’imiz var, bu tarzlar hepimizin, hepsi uzman, hepsi profesyonel, hepsi bilmiş, hepsi klas; ne kadar ulaşılmazlar; kızıma yeni başlayan bu tarz benimde de bir tane yabancı gelin olduğunu söyledim, “kesin bir tanede yumuşak vardır” dedi, olmaz mı, bir mi desem, iki mi desem, üçe çıksam mı bilemedim, dövmelerde çok tarz, bende anlarım bu işlerden, neme lazım! Hayır yani, o kadar da çirkin bir çocuk değil, niye o kadar çok dövme yaptırma gereği duymuş ki, içinde çok boşluk var demek ki, metastaz yaparak beynine de aksetmiş olmalı bu boşluklar.

Bugünlük bu kadar gırgır bana yeter, gırgırı ele alma zamanı, temizlik zamanı canım, gırgır dediğim o!

Bu arada o söylediklerimin hiç birinin bağımlısı değilim, gelip geçerken göz atıyorum ancak, insancıkların nelerle iştigal ettiklerini görmek için, bu tarz benim sayesinde ne “tarz” kızlar yetiştirdiğimizi de görmüş olduk, oyna deyince oynayan, çal deyince çalan, pilli bebekler.

***”Kaderimin yazıldığı gün” dün akşam reytinglerde birinciymiş, yazık, yazık, o insanların beyinlerine yazık.

***1,2 gün önce Dr. Öz, Facebook’ta miyomu olan bir kadınla çekilmiş bir fotoğrafını yayınlamıştı, büyük bir karın, şişik üst kollar, büyük bir popo, şişik bir yüz, genel bir şişmanlık değil, belli bölgeler, miyomun genel karakteristiği olmalı, bende de aynı bölgeler aynı şekilde çünkü, miyomu olup fotoğrafın altına yorum yapan kadınlar karbonhidrat ve şekerden uzak durarak miyomu durdurduklarını söylüyorlar, çiğ sebze, salataya daha çok yer veriyorlarmış beslenmelerinde, o bilinen besin piramidinin en alt sırasına çiğ sebze, salatayı, en üstüne ise karbonhidrat ve şekeri koymamız gerekiyor sanırım. Özellikle havuç, ki mevsimin sebzesi, bolca yenmeli, salata şeklinden çok öylece, doğal hali ile, soyulmamış, rende, bıçak değmemiş hali ile. Böylelikle insanlar sadece miyomundan değil, miyom olmaktan da korunurlar.

Yemek alışkanlığımız dışarıya yöneldikçe daha çok karbonhidrata yönlendiriliyoruz, pizzalar, pideler, ekmek arası dönerler, hamburger ve patates kızartmaları, püreleri, hepsi bize bol miktarda karbonhidrat yüklüyor, ucuz malzeme, bol kar sebebiyle, bu tuzaklardan uzaklaşmamız gerek. Birileri çok kazanırken bizler sağlığımızdan oluyoruz, çare evde pişen halis muhlis ev yemekleri.

Benim karbonhidrat bağımlılığının nedeni dışardan yenilen yemekler değildi elbette, zorunluluktandı, sünger çektim ya ayrıntısına girmiyorum, ama gerçektende miyom öncesinde karbonhidrata zorunlu bırakılmıştım, ben ve çocuklarım, birkaç yıl, sonrasında da devam etti bu. Şimdi bile makarna, pilav yediğimin ertesi günü bitkin, halsiz oluyorum.

Ona ne yapsam az gelir,  elimdekini kendime eza, ona ödül olarak önüne sunmayacağım, kendim için değilse bile çocuklarımın hakkı için. Adam iyiliksever, bir çocukları mı var, hala onu diyor bana, “onlara da bakacağım”; taş kesilir inşallah, o iyiliksevenleriyle beraber.

Karbonhidrat ve şekerin bir başka handikapı da düşük şeker, şeker hastalığının ön aşaması denebilir buna, halsizlik, baş dönmesi, ağızda sululuk belirtileri, kulak çınlaması, dudaklarda uyuşma, karıncalanma, idrar azlığı, ödem, su tutma, özellikle alt baldırlarda içi dolu bir şişkinlik hissi, sert bir balon gibi, hadi buna top diyelim, ki bende bu belirtiler şu an mevcut, ne yediğime dikkat etmediğimde yani, veya yemediğimde, çaresi karbonhidrat, şeker, kahve, çikolatadan uzak durup sebze ve protein ağırlıklı beslenmek, bizde yanlış bir algı var, proteini etle bir tutuyoruz, halbuki peynir, yoğurt, yumurta, bakliyatların hepsi protein içeriyor. Dışarda beslendiğimiz sürece yanlış beslenmeye mahkûmuz, en güzeli kendi alacaklarını kendin belirleyip yine kendinin hazırlaması, bir kalıp beyaz peynir veya bir pizza, hamburger, seçim sizin.

Yoksa vücut önünüze koyulan yemeğin iştahınızı nasıl kabarttığı ile ilgili değil, sonuçta ona ne verdiğiniz, ne gönderdiğinizle ilgili, ayağınıza kaç liralık ayakkabı giydiğinizde ilgilendirmiyor onu, yüzünüze sürdüğünüz kremin kaç lira olduğu da, düz, basit, sıradan yaşıyor, ne aldım, ne verdim, onu biliyor sadece. O öyle olduğuna göre önemli olan onun öncelikleri, gerisi fasa fiso.

Düzensiz ve kötü beslenen her yaştan düşük şekerle yaşayanlar var aramızda, düşük şeker bir hastalık değil bir durum, o anki beslenme biçiminizden kaynaklanan ve gençlerde çok var. Birde zayıflamak için az yemeye çalışıyorlar, bu daha da arttırıyor.

Bakliyat, bakliyat deyip geçilecek gibi değil artık, iki gün önce kuru fasulye aldım, kilosu 10 lira, şeker fasulyenin kilosu 20 liraydı, nohutta 5-10 lira arası, fakirin yemeğiydi bir zamanlar, Allah insanlara kolaylık versin. Ama bildiğim en iyi bağırsak boşaltıcı yiyecek, ne kadar sık yenmeye çalışılırsa o kadar iyi.

***2015, dünyada bakliyat yılı ilan edilmiş, benimle aynı fikirdeler. Makarna ve pilavı mutfaklardaki tahtlarından indirmek gerek.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *