Press "Enter" to skip to content

Gündem 1 Ekim’11

Kasım’10
 
Bu ülkede Atatürk?ü yıkarak olumlu bir şeyler yapabileceğini sananların, kendi küçük dünyaları içinde büyük bir yanılgı yaşadıklarına inanıyorum. Ahmet Taner KışlalıAdı şimdilik farklı. Bir süre sonra adı açık baş krizi olacak. İki kere iki dört. Görünen köy kılavuz istemez. Adım, adım Türkiye. Provaları izliyoruz hep birlikte.
Neden hep erkekler tartışıyor ki örtünmeyi? Örtünme bizim meselemiz. Örtüyü takacak olanda biziz, takmayacak olanda. Bu alanda mücadele vermesi gereken bizleriz. Hiçbirimizin sesi çıkmıyor. Bütün kadınlar seyirci konumunda. Anlamıyorum, neden? Neden kadınlar kendi hayatlarının üstüne pazarlıklar yapılmasına sessiz kalıyorlar? Bu kadar mı bastırıldık büyütülürken, yaşarken? Bu kadar mı zavallıyız?
Ben kendi adıma örtü takılacak günlerin gelmesini asla istemiyorum. Bu uğurda üstüme düşeni kaldırmaya hazırım. Kendim için, kızım için, kızlarımız için. Bir başkasının benim ne giyeceğim hakkında karar vermesini asla istemiyorum. Benim ne giyeceğimi bilecek kadar aklım başımda Allah’a şükür.
Allah adına, din adına bastırılmaya, kullanılmaya, yok sayılmaya daha ne kadar izin vereceğiz? Haklarımızın erkekler tarafından gasp edilmesine seyirci kalmaya devam mı edeceğiz? Tek suçumuz kadın olarak doğmak iken, dayağa, şiddete, hor görüye, aşağılanmaya devam mı edeceğiz? Bu mudur istediğimiz? Hak ettiğimiz bu mudur? Bu insanlık dışı davranışları hak etmek için ne yaptık? Her türlü pisliği örten, yok eden, dünyanın meşakkatini çeken biz, dayağı, aşağılanmayı hak edende biz! Bu nasıl iş?
Bize davranıldığı gibi davranılması için mi doğuruyoruz kızlarımızı? Kızınızın sizin yaşadığınız hayatı yaşamasına gönlünüz razı mı? Bir erkeğin şerrinden korunmak için diğer bir erkekten şefaat mi bekleyeceğiz? Yöneten, yasa koyan, uygulatan onlar, dayatılan biz.
Kendi hayatlarımıza, kızlarımızın hayatlarına sahip çıkmamızın zamanı geldi de geçiyor bile. Çok bile geç kaldık. Bu iğrenç döngüyü kıracak olan bizleriz. Kızlarımızın anaları. Biz. Kızlarımız için. Kendimiz için. Biz kendi hayatlarımıza sahip çıkmadığımız sürece, kabir azabını yaşamaya devam ettiğimiz sürece, bu gidişe bir dur demediğimiz sürece, kızlarımızda hayatlarına sahip çıkamayacaklar. Etliye, sütlüye karışmadan yaşamaya devam etmek niyetinde isek gün gelecek o et ve sütün içinde ya kızımız ya kendimiz boğulacağız. Yılan dokunuyor bize, hissedemiyor musunuz?
Kadınlar örtünmeli diyenler Kuran konusunda ilahiyat doçenti Bahriye Üçok kadar bilgililer mi? Açın, okuyun veya dinleyin Sayın Bahriye Üçok?un bundan 20 yıl önce türban hakkında söylediklerini. Kuran?da örtünün denmediğini savunuyor Bahriye Üçok. Buna ne buyrulur? Az gittik, uz gittik, bir arpa boyu yol gidemedik sevgili Bahriye Üçok. Sen gideli 20 yıldır yerimizde saymışız. Hala aynı yerdeyiz ne yazık ki! Yanlış bir cümle kurdum sanırım. Düzeltiyorum. Geri gittik. Artık kimse sizin gibi yüreklice kendini ortaya atıp örtünme hakkında konuşamıyor. Herkes korkutuldu, sindirildi.
Değil ama diyelim ki Kuran?da kadınlar örtünmeli diyor. Namaz kılın, sevap yapın, harama el uzatmayın, hak yemeyin, oruç tutun, malınızın 40?ta birini fakire verin benzeri bir sürü şeyde deniyor. Herkes bunların hepsini yerine getiriyor mu ki kadınların illa ki başlarını örtmeleri gerekiyor? O örtülerin içine sıkışıp kaldığımız sürece hayatlarımıza sahip çıkamayız. Kişiliğimizi, varlığımızı ortaya koyamayız. Örtmek isteyene örtmesin demiyorum. O örtülerin altında hakkını koruyamazsın diyorum. Annenden bir adım ileri gidemezsin. Dediğim bu.
Beni ilgilendiren kadının ne açığı, ne kapalısı, ne bikinilisi, ne peçelisi. Beni ilgilendiren kadının özgürlüğü, kölelikten kurtuluşu. Erkek hegemonyası altında ezilmeyişi. Gerisi boş iş.
Benim örtünmemem kimi, ne ilgilendirir? Bu beni ilgilendirir. Günahı da benim, sevabı da. Bu Allah?la benim aramdaki bir mesele. Tek günahım başımı kapamamak olsun! Hak yemediysem, kimseye zulmetmediysem, kötülük yapmadıysam, ben başımı kapamamamın hesabını havada karada veririm. Bütün günahım, başımı kapamamak olsun. Daha ne isterim Allah?tan. Hem Allah, günah işleyemezsiniz diye bir şart koşmamış ki! Ben affediciyim, bağışlayıcıyım demiş. Ben kulumu affederim demiş. Niye Allah öcü gibi gösterilmeye çalışılıyor anlamıyorum. Birilerinin işine geliyor olmalı.
Bunun hesabını Allah önünde verecek olan benim. Yasalarla ne alakası var? Dini yasalar ile dünyevi yasalar neden birbirine karıştırılmak isteniyor? Dünyevi yasalar ne karışır benim başımın açık oluşuna? O baş bana ait. Kimseyi ilgilendirmez, benden başka! Benim adıma atıp tutmayın. Bundan örtünme yanlılarına göre ne? Benim günahım ya da sevabım onları ne ilgilendirir? Allah vekâlet verip resul mü ilan etmiş onları? Dünyada benim adıma nizam, intizam sağlayın mı demiş? Yok, öyle bir şey. Kuran?da bile yok.
Kuran?a göre herkes kendi sevabından, kendi günahından mesul. Herkes kendi yaşam tarzını kendi belirler Kuran?a göre. Ve verilecek bir hesabı varsa günü geldiğinde bu hesabı verir. Dinde dayatma, zorlama yoktur. Kuran?da sık, sık der ki ?Allah istese hepinizi Müslüman yapardı, seçimi size bıraktı?. Allah?ın yapmadığını siz mi cebren yaptıracaksınız? Ne hakla? Siz hâşâ, Allah?ın üstünde bir güç müsünüz?
Hem örtünme taraftarları çok mu günahsız? Allah önünde verilecek hiç mi hesapları yok? Kendi günahlarıyla iştigal olsunlar! Allah önünde kendi verecekleri hesabı düşünsünler. Ya örtünenler, onlar günahsız mı? Sütten çıkmış ak kaşık mı onlar? Örtü altından iş çevirenler yok mu? Her örtünen gerçek Müslüman mı? Taktıkları örtü temizlemeye yetiyor mu kirliliklerini? Örtünmek beni bütün günahlarımdan arındıracak olsaydı bugün takardım ama yok öyle bir şey.
Yazık Ata?ma. Verdiği onca mücadeleye. Bir iki kendini bilmez yaptığı her şeyi alaşağı edecek ona yanıyorum. Puştluğun ilacı bulunamadı henüz? Başım bana ait, kimse örttüremez!

 
Ekim’11
 
Bugün Erciş?te, Van?da 7.2 büyüklüğünde deprem oldu. 99 depremiyle aynı görüntüler. 99?da çok ağlamıştım; bu sefer de ah, vah ettim ama hiç ağlamadım nedense. Betonlarımız çürükleştikçe betonlaşmaya mı başladık ne? Gün olmuyor ki kötü bir haber kapımızı çalmasın. PKK?lıların şehit ettiği 24 askerin üstünü daha yeni örttük; sadece 4 gün oldu, üstüne bir de bu haber.
İzliyorum olanı biteni; bütün haberlerde yapı stoku lafı geçiyor. Anlayabilene aşkolsun ne olduğunu. Binaların, evlerin adı olmuş yapı stoku. Yapı stoklarında yaşamış olduğumuzu da öğrenmiş olduk böylece:)) Biraz daha alengirli ve anlaşılmaz konuşulunca daha mı çarpıcı oluyor anlatılan? Şuna bina deseniz olmuyor mu? Buğday stokunu, çimento stokunu, demir stokunu biliyorduk ta yapı stokundan haberimiz yoktu. Türkçemiz zenginleşiyor, Türkçeyi bilmeyen ve kullanamayanlar sayesinde.
7.2?lik deprem ve binlerce bina yerle bir. Nerede, hangi ülkede var böyle bir görüntü? Utanç manzaralarıyla dolu her yer. İnşaat mühendisliği bölümlerimiz her yıl yüzlerce mezun veriyor. Bu okullarda ?inşattan nasıl çalınır? diye bir ders mi var acaba?
İnşaattan çalmanın candan çalmak olduğunu öğrenemedik bir türlü. %5, %10?luk kârlar için canlar ölüyor. Van?da yıkılan yurt binası 5 yıllıkmış:(((
??hem polise taş atıyorsunuz hem de yardım istiyorsunuz? demiş müge anlı depremle ilgili olarak. Hop dedik.
Saç, baş, makyaja ayırdığı zamanının onda birini anlama, idrak etme ve anladığını aktarmaya çalışmış olsa böyle olmazdı herhalde.
Ağzı var dili yok, görüntü var ses yok sunucularla bu kadar götürülür bu iş. Sözüm sadece Müge Anlı?ya değil, bir çoğuna. ?Süs bitkisi? olarak orada bulunsunlar, yazılanı okusunlar ama yorum ve yargıda bulunup kendi sözcüklerini kullanmasınlar. En iyisi bu.
?Ten fanidir can ölmez, ölenler geri gelmez / Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil??Yunus Emre
İçim yanıyor, depremden mi, depremden sonra sobalardan çıkan yangınlarından mı bilinmez. Yoksa neden öldüğünü bilmeyen, bilemeyecek olan, pisipisine ölen insanlara mı?
Dün saat 13?den beri ölü sayısı 279?da takıldı nedense. Depremin 44. saatindeyiz. Hiç ilerlemiyor. Yalan. Binlerce bina çökmüş, yok olmuş, sinek gibi ezilmiş insanlar birbirine bitişmiş tavanlarla tabanların arasında, ölü sayısı 279. Kimi kandırıyorlar? Gölcük?te 25 binden sonra teker teker saymaya başlamışlardı ya; tecrübeliler bu sefer; baştan temkinli gidiyorlar. İyide bizde tecrübeliyiz; bilmiyor muyuz olanın bitenin ne olduğunu. Ele güne rezil olmakta var işin içinde. Sanki yeterince anlatmıyor da birbirine bitişmiş tavanlar ve tabanlar yaşanan rezaleti, dramı.
Ne acıdır ki kurtarılamıyorlar; bütün çaba boşa. Kurtarılabilecek canlı insan yok; pestil olmuş binalarda canlı yok gibi. Gölcük?te, İzmit?te günlerce ?sesimi duyan var mı? sorusuna cevap alınıyordu, burada yok ne yazık ki! Sesi duyan yok!
Canlı çıkmıyor; yok; çünkü tavan tabana yapışık. Doğu batı sentezi değil bu; doğu batı farkı. Doğu batı arası inşaat farkı. Gölcük?te kurtarılan canlar burada kurtarılamıyor.
Hani suçluyoruz ya PKK?yı; durup bir düşünmek gerek, ?acaba haklılık payları var mı?? diye. ?Doğuya gerçekten üvey evlat muamelesi yapıyor muyuz?? diye. Gerçi Eskişehir?de olsa, Bursa?da olsa çok mu farklı olurdu. Oralarda da köyler aynı köy. Pek değişen bir şey yok ama şehirler farklı elbette.
Ölenlerin çoğunluğu kadınlar ve çocuklarmış. Pazar olduğu için; evde oldukları için, kadın oldukları için, çocuk oldukları için. Ruhları şad olsun.
Üç tane doğurun demekle iş bitmiyor demek ki! Doğanları yaşatmak asıl mesele. Japonlar 3 tane doğurmuyor belki ama 9 büyüklüğündeki depremlerden sağ salim, burunları kanamadan çıkıyorlar. Kerpiç kerpiç üstüne kurulunca binalar ve kafalar sonuç böyle oluyor işte.
?1. Gün meydan yaşanan deprem sebebiyle jeoloji mühendislerinindi. 2. Gün büyük çaplı bina çöküşleri sebebiyle inşaat mühendislerinin. 3. Gün yaşanacak travmalar sebebiyle meydan psikologlara terk edildi. 4. Günü hep birlikte göreceğiz inşallah! Sanırım bu sefer bir karmaya dönecek iş. Ya da çorbaya.
 Aynı senaryo, aynı kişiler, aynı sonuçlar. 11 yıl sonra değişen bir şey yok gibi. Tek fark belki de konuşanların saçlarının biraz daha beyazlamış olması.
Dejavu bizde her daim. Filmini çekmeye gerek yok. Gelsinler Türkiye?ye; her yerde her zaman dejavu yaşanıyor zaten.
Aslında tahmin edebiliyorum bundan sonrasını. Dejavu demiştim ya:) İlk belirtileri almaya başladık bile. Hastane kapıları ve doktorlar. Bundan sonrasında sadece depremi yaşayanlar değil milletçe gireceğiz travmaya, haberiniz olsun. Artık açmayacağım televizyonu. Haberden çok acındırmaya, ajitasyona dönecek iş. Bu kadarını kaldırmaz bünyem.
Bundan sonrası acındırarak para toplamalar. Milletin neyi var ki neyi versin? Türkiye?nin en zengin iki insanının mal varlığının ?bir kısmını? bağışlasın; toplanacak bütün paradan fazladır; bütün Van ihya olur. Nasıl fikir?
Bundan böyle yapı denetimi işi sıkılaştırılacakmış, Depremde zarar görenlere evler yapılacakmış. Mış mış, mış mış. Dejavu, dejavu, dejavu. Ben bu sözleri bir yerden hatırlıyorum. İzmit?te ne yapıldı ki Van?da Erciş?te ne yapılacak?
Yapacaksınız madem şu binaları deprem olmadan önce yapında bunca ölüm yaşanmasın. Türkiye?deki bütün şehirler terk edilmeli; yeni yapılan, yapılacak olan şehirlere geçilmeli. Nerede bizde böyle devlet?
Sahi 99 depreminde bir Veli Göçer vardı; büyük müteahhit; ne oldu akıbeti, duyan, gören, bilen var mı?
Size söyleyince açtım, baktım şöyle diyor haberin başlığı. ?17 Ağustos 1999 tarihindeki 7.4 büyüklüğündeki depremde Yalova?nın Çınarcık İlçesi?nde inşa ettiği konutların yıkılması sonucu 195 kişinin ölümünden sorumlu tutularak 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırılan müteahhit Veli Göçer cezasını tamamlayarak Silivri Açık Cezaevi?nden tahliye oldu.? Haberin tarihi 13. 8. 2011. Yattığı süre 7,5 yıl. İnsan canının önemi bu kadar bizde! En fazla ceza alan Veli Göçer?miş İzmit depremiyle ilgili.
Neden mal varlığına el konulup depremde mağdur ettiklerine dağıtılmamış. Adalet sistemi bizde bu kadar. İçerdeyken kendisi ve ailesi paşa paşa yaşamıştır; çıkınca da paşa paşa yaşamaya devam ediyordur. Paralar nasıl olsa cepte. Ne değişti ki!
Facebook?ta bir video var bugünlerde. Erciş ve gölcük depremlerinin insan eliyle yapıldığına dair. Düşünmek bile istemiyorum böyle bir olasılığı. Hafsalam almıyor. Umarım doğru değildir.
İzleyince düşündüm de bu fay hattı Türkiye ile mi sınırlı? Sağımızda, solumuzda yok deprem, sadece bizde var. 10 yılda bir, şiddetli. Gerçekten, niye?
 
Van; Erciş depreminden sonra nükleer tehlike gündeme oturdu;
Sınırlarımızdaki nükleer santrallerin sayısı belli bile değil. Bu yetmezmiş gibi ülkemizde de nükleer santraller yapılmaya başlandı. 
Çernobil Türkiye?de en çok Hopa?yı vurmuş. Yani Çernobil sonrası kanserin en çok görüldüğü yer Hopa?ymış. Çernobil?in Türkiyeye uzaklığı kuş uçuşu 1000 km civarında. Hiç yakın değil yani. Türkiye’nin toplam yüzölçümünden bir uzak neredeyse. Yapılan ve sınırlarımızdaki nükleer santrallerin birinde sızıntı olsa bizi ne rüzgarın ne tarafa estiğinden bulutların ne tarafa gittiği kurtarır ne de korunmamız.
Mersin, Sinop ve Kırklareli?ye yapılıcakmış nükleer santraller. Üç bir taraf tamamdır. Iğdır?a 16 km uzaklıkta Ermenistan?ın nükleer santrali var. Suriye?nin sınırda nükleer santrali olduğu sanılıyor. Kuşatma yeterince tamamlandı sanırım.
Sinop?a yapılacak olan nükleer santrali Japonlar yapacakmış. Japonya?daki nükleer sızıntının ardından yapmaktan vazgeçmişler. Güney Kore girmiş devreye ama Van depreminin ardından onlarda vazgeçmiş. Güney Kore, Türkiye?nin ikinci nükleer santral planını yeniden gözden geçirmesini ve bu santralden vazgeçmesini bekliyormuş. El bizi bizden çok düşünüyor diyeceğim ama işin aslı öyle değil. Bütün dünya için tehdit nükleer santraller.
1977?de yapılan Ermenistan Metsamor Nükleer santrali, dünyadaki 146 santral arasında en güvenliksiz reaktörmüş. Ağrı Dağı fay hattı üzerinde bulunan santral, Arpaçay ve Aras nehirlerinin suyunu santralin soğutulmasında kullanıyor ve tekrar nehirlere geri vererek suyu da kirletiyormuş. Iğdır?da görülen sakat doğumlar da bu santrale bağlanıyor.
Ermenistan?da 1988?deki depremin ardından santral kapatılmış; bir süre sonra tekrar devreye alınmış. Ermenistan 2001?de AB konseyine üye olurken santralin kapatılmasını kabul etmiş ama bu sözünü yerine getirmemiş.
Enerji bakanının Metmasor santrali hakkındaki açıklaması şu şekilde; ?Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı?ndan üç defa bu santralin kapatılmasını istedik. Rusya, ABD ve Fransa da yıkıp tekrar yapmaya çalışıyorlar. Ermenistan?a, bu santrali kapatması karşılığında elektrik verilmesini bir çözüm olarak tartışabiliriz.?
Birçok ülkenin ?nükleer santrallerimizi kapatıyoruz? açıklamasının sorulması üzerine enerji bakanı ?Yaşını doldurmuş santralleri kapatma işlemini sanki nükleerden vazgeçiliyormuş diye lanse etmek doğru değil.? cevabını vermiş. Peki ya o nükleer santrallerini kapatan ülkeler sizin gibi yeni nükleer santral kurma teşebbüsünde bulunuyorlar mı bakan bey? Siz asıl ona bakın.
Mart 2012
Geçen yıl 11 martta gerçekleşen fukuşima nükleer sızıntısının üstünden bir yıl geçmiş. Fukişima felaketi sonrası yüz bin insan yerinden, yurdundan göç etmek zorunda kalmış. Fukuşima felaketinden sonra Almanya nükleer santrallerinin yarısını kapatmış; 2022 yılına kadar tamamen nükleerleri iptal edecekmiş. İsviçre 3 santralini iptal etmiş; 2034 yılına kadar hepsini kapatacakmış. İtalya?da yapılan referandumda %98 oyla nükleer enerjiye karşı çıkılmış. ?Güneş ve rüzgâr enerjileri kullanılmalı nükleer enerji yerine? deniyor. Bizdeki nükleer santral çalışmalarında bir durma, gerileme yok ne yazık ki!
Ağustos?12
Almanya?daki güneş enerjisi sahaları 20 nükleer enerji istasyonunda üretilen elektrikle aynı oranda elektrik üretiyormuş. Bizde de yapılsa olmaz mı? Bizim güneşimiz Almanya?nın güneşinden daha fazla değil mi? Güneş enerjisi sahaları kurmak nükleer tesis kurmaktan daha mı çok masraflıdır? Hiç sanmıyorum. Yoksa Almanya kadar yüzölçümümüz mü yok? Güneş enerjisi sahaları kuracak kadar yer mi bulamıyoruz şu koca ülkede. Bana kalırsa bizde eksik olan akıllı yöneticiler; işte o yok. Dünya nükleerin adını unutmaya yüz tuttu; bizimkilerin yeni aklı uyandı. Geçti nükleerin modası; anlayamadılar bir türlü.
Geçen gün haberlerde gösterdi yine; Mersin Akkuyu?da yürüyüş yapmış insanlar; nükleer santral yapılmaması için. Nükleer santral yapılacak alana gelmiş ve demirli kapıları zorlamışlar. Yapılan bir inşaat, tesis yok ama arazinin etrafı demirlerle çevrilmiş ilk iş olarak; olabilecek karşı çıkışlara karşın. Allah akıl ihsan eylesin. Ben orada; o bölgede yaşayan insanların yerinde olsam; o bölgede yaşayan, yaşamak zorunda olsam bir gün durmam; her gün aşındırırım o demirlenmiş kapıları. Ya onlar terk etmeli o yeri ya da ben. Başka çaresi yok ki!
*Milli park olabilecek nitelikte ormana sahip Amanos dağlarının batı eteğindeki İskenderun körfezine 16 adet termik santral yapılıyormuş. Doğanın katliamı kimin umurunda; vahşi kapitalizm.
*Üçte ikisi milli park olan fırtına vadisine hiroelektirik santralleri kuruluyor.300-500 yaşında; 3 insan kollarıyla sarılsa birbirine kavuşamayacağı heybetli ağaçlara sahip. Dünyada eşi benzeri olmayan şimşir ormanı var birde o vadide; iki fotbol sahası büyüklüğünde. Ayrıca o vadiyi mesken tutmuş ayılar, geyikler; yaşayan tüm börtü böcek. Suyun akışının durdurulduğunda ekolojik sistemin etkilenmesinden; o doyumsuz bitki örtüsünün yok olmasından; orada yaşayan canlıların kendine yaşayacak yer bulamamasından korkuluyor.
Eylül’12
Güneş, dalga ve rüzgar enerjisi; yenilenebilir ve dünyaya; doğaya; insana bir zarar vermeyen enerji türleri. Bütün diğer dünyaya,  doğaya, insana zaralı uygulamalardan; nükleer santrallerden; hidroelektirik santrallerden vazgeçilip bir an önce bu enerji sistemlerine yönelinmesi gerek.
Artvin yaşanmaz; gidilmek istenmez hale geldi bu yapılan HES?lerden sonra. Koca bir il; kocaman bir şantiye; inşaat sahasına dönüştü; gidipte o manzarayı göresim gelmiyor artık. Artvin?i katlettiler baraj yapıyoruz diye. Artvin; Artvin olmaktan çıktı; artık orası koca bir şantiye sahası. Adım başı baraj var artık Artvin?de; çoruh nehri boyunca; belli aralıklarla; neredeyse her ilçesinde; kasabasında.6  adet sanırım. Manzara ise korkunç. İnsanın oraya gidesi bile kalmıyor; nerede yaşamak. Artvin; sevdiğim; yarenim tek şehir istilacıların elinde yok oldu gitti.
Artvin?i hallettiler; ayrıca halt ettiler; şimdi gözlerini bütün karadenize diktiler; bütün karadenizi katledecekler. Karadenizle de doymayacak gözleri; siz merak etmeyin; sizin oraya da gelecekler. Yanıbaşınızda size, doğaya can, hayat veren bir akarsu varsa sizin orayada gelmeleride yakındır istilacıların. Ki vardır; o su orada olmasa siz orada olmazdınız; su hayattır; hayatın başlangıcıdır; insanlık tarihi boyunca bütün uygarlıklar su kenarlarına; su yollarına kurulmuş; antik çağlardan beri bu böyle; başka türlüsü de düşünülemez zaten; hayatı veren; sağlayan su. Hayatımızı; suyumuzu elimizden alıyorlar istilacılar. Ve doğadaki bütün canlıların hayatını.
Baraj yapıldığında habitat için var olan suyun onda biri nehir yatağına bırakılmaya devam ediliyormuş;- ediliyorsa tabi; bizde çok şey söylenirde hiçbiri yapılmaz; bilirsiniz;-  o suyun onda biri o dağanın dengesini korumak için yeterli mi? O doğa o suyun onda onuna alışkın bir doğa; suyun onda dokuzunu aldığınızda o doğada yaşayan bütün canlılarında onda dokuzunu yok edeceksiniz anlamına gelir bu. O su var olduğundan beri; yüzyıllardır o sudan beslenen; canını ondan alan ömürlük ağaçları; çalıyı, dikeni, ayıyı, kurdu, kuşu, ceylanı, geyiği. Hepsinin onda dokuzu yok olacak. O bölgedeki bütün iklim değişecek.
Küresel ısınma ile mücadele için bilim adamları yapay ağaç projeleri tasarlıyorlar ama bu yapay ağaçların emdiği karbondioksiti nereye depolayacaklarını bulabilmiş değiller. Gerçek ağaçların emdiği karbondioksit ağaçların bedeninde yok oluyor. Hava kirliliğine bağlı küresel ısınmanın dünya ısısını 1,2 derece arttırmasının bile yok olma ile; ?buzulların erimesi ile denizlerin yükselmesi; seller; yüksek ısı ile doğal bitki örtüsünün kaybı vs.-  dünya üzerinde yaşayan insanlar dahil bütün canlıların yok olması ile eşdeğer görüldüğü günümüzde bir ağacın kesilmesi bile dünya için yapılabilecek en büyük yanlışken biz bu yanlışı hiç umursamadan yapıyoruz. Türkiye?nin her yerinde.
En son olarak İstanbul?da 3. Köprü için ilk ilk kazma atıldı bile. Orada yapılacak olan orman katliamının haddi hesabı yok. Ki İstanbul?da her gün araçlardan havaya salınan karbondioksit miktarını düşünürsek bu ağaçların ne işe yaradığını; yarayacağını çok daha iyi anlarız. Ağacı koruma; ağaçları var etme bilinci bizde TEMA vakfının çalışmaları ile oluştu. Öncesinde; Tema vakfının çalışmalarından önce böyle bir bilinç yoktu doğrusu. Bizde herşeyin bu kadar kolaylıkla yapılabiliyor olmasının tek nedeni hiç kimsenin hiçbir şeyden sorumlu tutulmaması. Bir dolu suç işlense bile kimse bunun için sorumlu tutulmuyor yargıya götürülmüyor. Bizdeki büyük boşluk, açık bu.
***27 Ekim tarihli habere göre Manisa Çaldağı’ndaki nikel maden sahası için yüz bin ağaç kesiliyormuş; ilk aşama için. Maden çalışması için 18 milyon ton sülfirik asit kullanılacakmış. VTG madenciliğe ait saha iki bin futbol sahası büyüklüğündeymiş. Kaz dağları bu yaz çatır çatır yakıldı; kesmek için bile uğraşmadılar; rahat rahat altınlarını çıkarırlar artık. Yine geçen gün amanoslarda bir yangın haberi vardı. Türkiye her türlü; her yönden talan altında; AKP ile bu iş ancak böyle yürürdü zaten.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *