Press "Enter" to skip to content

Yaşam; Yol; Eylül’11

Ben bir yaz sıcağı korkağı olarak bütün yazı hep yaptığım gibi Ankara?da geçirdim. Çocuklarımla birlikte. Ramazan bayramında küçük oğlumun ısrarlarına dayanamayarak bir yerlere gitmeye karar verdim. Antalya, bodrum, buralara çok gittik, biliyoruz. Bu yılda Mersin?i denemek istedim. Duyuyorum oradan buradan, ?Mersin?e tatile gittik? diye.
Bu benim tek başına araba kullanacağım ilk uzun yolculuğum olacaktı. Çocuklar ve ben yalnız. Gerçi 7-8 yıldır Ankara kazan ben kepçe geziyorum ama her yıla karşılık bir kaza yapmışlığım vardır. Çok dikkatli bir sürücü olduğum söylenemez. Neyse ki insan hasarlı değil de araç hasarlı. Pazar günü akşamüzeri, güneş batmaya yakınken çıktık yola. Biraz gergindim elbette. Arayanlar, soranlar, dikkatli ol diyenler. Koçhisar?a kadar yol doluydu. Dur, kalk ilerledik. Bayram yoğunluğu, malum. Sonrasında yol biraz boşaldı, rahat gittik.
Pozantı ayrımına 1,2 saat kala otoban işareti gördüm, şaşkınlıkla girmedim. Dağları ine çıka tek sıra halinde Pozantı ayrımına geldik. Pozantı?da yol Mersin ve Adana?ya ayrılıyor. Pozantı ayrımında bir süre otobanla yan yana ilerledi yol, sonunda birleştik. Yandan otobanı ve tünelleri gördüm. Pozantı?dan itibaren yola otobandan devam ettik. Çok daha rahatladı yol elbette. Ben, 130, 140 derken 5.5 saatte, saat 9.30?da Mersin?deydik.
Büyük oğlum haziran ayında gelmişti Mersin?e. Bizi şehir merkezinde bir tantuniciye götürdü. 33 liraya 7 tantuni dürüm yedik. Oldukça ucuza yani. Ama Ankara dönerini tercih ederim. Şehir çok güzel, çok gelişmiş. 10, 20 katlı çok lüks apartmanlarla dolu. Diyebilirim ki Antalya?dan çok daha gelişmiş ve zengin. Antalya?yı andırıyor zaten. Doğa birbirinin aynı. Cadde kenarlarında yıllanmış palmiyeler, meydanlarda muz ağaçları. Tek fark, meydanlarının Antalya?dan daha kirli olması.
Şehirde sevmediğim tek şey her yerde Macit Özcan?ın ilan tahtalarında boy, boy resimlerinin olması. Macit Özcan denen zat-ı muhterem, Mersin belediye başkanı. Kafanızı nereye çevirseniz onun resimleriyle karşılaşıyorsunuz. Bayram kutlama mesajları. Hiç hoşuma gitmedi. Melih Gökçek?e duyduğum sevmezlik azaldı sayesinde. En azından her yerde fotoğraflarını görmüyoruz. Yer ayırttığım tesisin adı da Macit Özcan Tesisleri. Adam kendine hayran olmalı. Adını dağa taşa yazdırmış.
Tesisi bulmamız 1 saatten fazla sürdü. Ona buna sorarak, Migros?tan sağa, Kipa?dan sola Carrefour?dan yukarı derken epey bir dolandık durduk şehrin içinde. Söylemeyi unuttum. Diyebilim ki, Ankara?dan daha çok büyük market var Mersin?de. Adım başı büyük marketlerle karşılaşıyorsunuz. Antalya’da bu yoğunlukta büyük marketler yok. Antalya’nın otelleri zengin, şehri fakir. Şehrinde de yaşadım, otellerinde de. Oradan biliyorum. Tesis şehrin dışında, üst kısmında, denize çok uzak. Gittik ve serildik. Uyumamız saat 2?yi buldu. Kimse yok tesiste, sessiz, sakin uyuduk.
Sabah 9?da güzel bir kahvaltı ettik. Koca salonda bizden başka kimse yoktu. Bizden sonra 1,2 kişi geldi, o kadar. Kahvaltıdan sonra bomboş olimpik havuzun başındaki yerimizi aldık. Etraf yeşillikler içinde. Ortam sanki bizim için tahsis edilmiş gibiydi. 5 yıldızlı otelde bulamazsınız bu lüksü. Şimdi oralar ana-baba günüdür. 10 yaşındaki kızıma kolluklarını taktım ve mayomu giymek için ve 17, 15 yaşındaki abileriyle havuzda bıraktım.
Daha 10 adım atmamıştım ki kızımın öksürüklerini duydum. 17 yaşındaki oğlum kızımı sudan çıkarıyordu. Sonrada kolluğunu uzattı. Kolluğunun biri çıkmış. Çıkarmadım diyor ama inanmam. Sıktı diye rahatsız olmuş, çıkarmıştır ardımdan. Başına geleceği ne bilsin, çocuk işte. Oğullarım kollukla büyüdü, hiç kendiliğinden çıktığına şahit olamadım. Çocuk kısmının ne zaman ne yapacağından hiçbir zaman emin olamazsınız. Çok korkmuş, uzun süre üstünden atamadı korkuyu.
Fırsat bu fırsat diyerek saat 1?e kadar havuzda kaldık. Güneşte azdı ya da bize öyle geldi. Epeyce kızarmış kızımın ve benim sırtlarımız, yüzümüz. Her zamanki gibi güneş kremi sürmeye üşenmiştim. Her sene tembellikten güneşe ilk çıkışımda yanarım, sonrada güneşten saklanırım. Yanıkları geçirmek için başta sürmeye üşendiğim kremin kaç katını defalarca sürmek zorunda kalırım. Uykusuz ve sırt acısıyla geçen gecelerde cabası. Oğullarım bizim kadar güneşten kaçmadıkları için yanık tenliler ve kızarmadılar.
Havuzdan sonra yukarı çıkarken bir baktık lobi dolmuş. Bir gurup insan gelmiş tesise. Öğlen bol makarnalı, pilavlı, çorbalı yemeği salata ve tavuk sote eşliğinde yedik. Çok iyi değildi yemekler. Kullandıkları malzeme kötü. Pilavın pirinci, makarnanın yağı, sotenin tavuğu kaliteli değil. Oldukça kalabalıktı yemek salonu. Oğullarım bilgiyi almış. Bir film ekibiymiş. Kral yolu diye bir film çekiyorlarmış. Set işçileri. Oyuncular başka bir otelde kalıyorlarmış. Bir tanesi telefonda para alamadıklarından, vermezlerse basıp gideceğinden bahsediyordu, kulak misafiri oldum.  
Öğleden sonra kestirdik. Akşam yemeğinde öğlenki makarna soslanarak konmuştu. Pilav aynı pilav, farklı olarak kuru fasulye vardı. Yarında kalsak bundan farklı bir yemek bulamayacaktık belli ki! Evde olsam oraya ödediğim günlük 240 tl ile her gün 3 kilo pirzola alırım, üstüne bir o kadarda para kalır. Yanına da bir zahmet pilav yaparım, bir, iki de salata malzemesi, oldu size yemek. Hiç değilse çocuklarım kurufasulye pilava talim etmezler. Sen rahat etmek, iyi ağırlanmak istiyorsun; karşındaki kar etmek istiyor. Sonuç bu.   
Gece sesten uyumak ne mümkün. Odalar doldu. Duvarlar kâğıt gibi. Banyodan çocuk sesi, yan odadan zor kapanan balkon kapısının sesi. Sabah yorgun uyandım. Oğullarım denize gidelim diye mızıldanmaya başlamışlardı zaten. Havuz kesmedi onları. ‘Havuz Ankara’da da var; onca yolu havuza girmek için mi geldik?’ demeye başladılar. Deniz istiyor canları. Yemeklerde iyi olmayınca geri dönmemeyi, denize yakın bir yer bulmayı teklif ettim. Gidip, geri dönüp tesisi tekrardan saatlerce aramaya hiç niyetim yok! 2 gecelik hesabımızı kapatıp kahvaltıdan sonra yola çıktık. Saat 10?da. Bayramın 1. Günü.
Erdemli çıkışında rastladığımız 3 yıldızlı otel oda kahvaltı kişi başı 100 tl dedi fiyatı. Yemek yok. Biz tesiste yemek dâhil kişi başı 60 tl ödemiştik. Yürüyerek otelin deniz tarafına geçtik, biraz ilerde, yaklaşık 100 metre, bir dolu çadır var. Ve bir dolu insan. Gelmeden bir arkadaşım söylemişti, Urfa?dan gelirler ve orada çadırlarda kalırlarmış insanlar. Orada denize girmektense hiç girmemeyi yeğlerim. O otelde kalanlar hangi akla hizmetle kalıyor merak ettim doğrusu. Üstüne para verseler kalmam. Yol boyunca ara, ara yol üstünde çadır kampları gördük. Mersin?de otelcilikten çok çadır turizmi gelişmiş. Ucuz tatil.
Yemek zahmetli iş. Kirala odayı, birde ver kahvaltı, oldu, bitti. Kolay para peşindeler. Yol boyu uğradığım otellerden aldığım izlenim bu. Öyle yemek yiyebileceğiniz düzgün lokanta gibi bir yerde yok. Ne yersen ye. Apart sahipleri bol akılda veriyor, alışveriş yapar, pişirirmişim. Otellerde de ısıtıp ısıtıp veriyorlarmış yemekleri. Bu konuda pekte haksız sayılmaz hani. Akşama kadar yemek yapacak olduktan sonra denize niye geleyim? Oturur evimde pişiririm.  
Cennet cehennem mağarasının tabelasını gördük, vakit kaybetmemek için dönmedik. Kız kalesini gördük, kıyıya oldukça yakın. Bir apartman alanı genişliğinde bir adacığa inşa edilmiş çok yüksek olmayan bir yapı. Kale görünümünde. Kız kalesi bölgesinde otellerin ve evlerin sayısı oldukça fazla bütün yola nazaran.
Ona değmiş, buna değmemiş Silifke?ye kadar yol boyu bütün otelleri sorduk. Kimi pahalı, kimi dolu. Silifke?nin ne kadar büyük olduğunu görünce ötesine geçmemeye karar verdim ve girmeden geri döndüm. Şehire yakın bir yerde denize girmeye hiç niyetim yok. Silifke?yi geçmeye çalışsam en az 1 saatlik yol. Şehir çok büyük. O iş beni aşar. Dönüşte deniz tarafından yol aldık. Yine yer sormaya devam ettik. 5 yıldızlı otellere uzaktan bakınmakla yetindik. Çok az vardı zaten. Birkaç tane. Bir tanesi denizin tam üstünde bir kayalığa oturtulmuş. Etrafı hep kayalık. ?Buraya deniz manzarası seyretmeye mi geliyorlar? dedim:) İş için gelenler kalıyor olmalı. Deniz amaçlı gelinmediği kesin. Zaten etrafında hiç insan yoktu, denize girildiğine dair en ufak bir belirti de.
Deniz için Mersin?e gidilmez. Zaten bütün kıyı boyunca Antalya?dan alışık olduğumuz kumsala hiç rastlamadım. Kum diye bir şey yok. Bütün kıyı kayalık diyebilirim. Karadeniz kıyısındaki yuvarlak taşlar bile Mersin?in kayalıklarından iyidir. 4 yıldızlı bir otel kıyısındaki kayalığı metal levha ile kaplamış. Dolu, yer yok. Kıyısı da küçücük. Küçücük bir koyu yarı yarıya bir tatil sitesiyle paylaşıyor. Kendi tarafındaki kıyı metalle kaplı. Girecek yer bulamazsınız. Mersin?in deniz turizmi açısından niye gelişmediğini artık biliyorum. Kumsala benzer bir, iki yer var oralarda halk plajı, insandan geçilmiyor. Yollarda giydiriliyor pipili kararmış çocuklar. Memleketimin insan manzaralarını bilirsiniz. İnsanın denize gireceği varsada gördüğü görüntülerden sıfıra iniyor. Koli basili olma ihtimali çok, çok yüksek olmalı.
Hiç turiste rastlamadık Mersin?de. Onlar nereye gidilip nereye gidilmeyeceğini bizden daha iyi biliyorlar.  Antalya?da Türk?e rastlayamazsınız kolay, kolay. Otel çalışanları hariç. Özellikle 5 yıldızlı otellerde hiç Türk aile olmaz. Çoğu zaman kendimi yabancı bir ülkedeymişçesine hissettiğim çok olmuştur. Alman çocuklarının havuzda oğullarımı tartaklamaya çalıştıklarına çok şahit oldum. Anne babaları bizleri çocuklarına nasıl anlatıp aktarıyor olmalılar ki çocukları çocuklarıma böylesi bir tavır alıyorlar? Bizi ne gözle gördükleri bende hala bir merak konusudur. 
Oğullarım ?Ankara?ya dönelim? demeye başladılar. Denize olan iştahları gördükleri manzara karşısında yok oldu. Erdemli yakınında yol kenarında satılan haşlanmış mısırlardan alıp yedik. Satılan limonlar hala yeşildi. Az sonra Ankara otobanının levhasını gördüm,? dönelim mi? dememle ?dön? demeleri bir oldu. Aniden yola girdik. Saat 3 gibi. Depoda çok az mazot var. Pozantı ayrımını geçtikten sonra gelirken girmediğimiz otobana girdik. İnip, inip çıktığımız dağları tünellerden geçtik. 30-40 km?lik yolda 8- 10 tane tünel vardı. Çok rahat yol aldık. Yol açısından yani.
Depodaki mazot bitti bitecek. Yokuştayız, araba su kaynattı, saat, 4,5 gibi. Hararet 90?ın üstünde. Hararete bakan kim? Bas, gitsin. Aklımdan geçenler; ?Hah, işte olması gereken final. Kadın başına yola çıkarsan olacağı bu.? Motor suyunun kapağını açtım, açılmaması gerekirmiş, kaynayarak taştı, 2 litre su eksilmiş. Arabam ilk defa su kaynattı, ne yapılır, nasıl yapılır bilmiyorum. Yarım litre su var yanımızda, yetmedi, bizden biraz yukarda su kaynatan arabadan yardım ve su aldık, sağ olsunlar, biz gittik, onlar kaldılar. Başka bir arabadan aldıkları suyun tümünü bize verdiler. 32 plakalı beylere teşekkürler.
Yavaş gidin demişlerdi, 70,90?la yol aldık. Yoksa 110?un altına düşmüyordum. Zaten hızlansam hararet hemen yükselmeye başlıyordu. Aheste, aheste yol alırken mazot bitme sinyali verdi, iyice yavaşladım, inişe rastlarsam boşa aldım. O esnada radar varmış, tesadüfen radarı da yırttık. Trafik polisinden 10 km sonra benzinlik olduğunu öğrendik. Bitmesin diye bin bir dua ederek ilerledik, benzinliğe ulaştık. Otoban yapılalı 1 yıl olmuş, bu yüzden yol boyunca benzinlik yokmuş. Benzinlikten 10 km sonra otoban bitti.
Harareti ve mazotu hallettikten sonra karanlık basmaya başlamıştı. Otobanda bitti ama yol boştu bayramın 1. Günü olduğu için. 110?un üstünde geldim bütün yolu. Saat 10 olmadan yemek yiyecek bir yer bulmalı ve belki birde yetiştirebilirsek yiyecek alışverişi yapmalıydık. Ev tam takır. 8.30?da Ankara?daydık. Kentpark?ta iskender yedik. Var mı Ankara gibisi. İnsanın evi gibisi. Mışıl, mışıl uyumuşuz.
Dönüş yolunda çocuklarımın sesleri her yolculukta olduğu gibi gidiştekinden çok farklı, neşeli ve mutluydu. İki günlük bir macera, yolculuk seslerinin tınısını değiştirmeye yetmişte artmıştı bile;)))
Gelince baktım; kral yolu çocuk macera filmiymiş. 10 yaşında 6 çocuk rol alıyormuş. Kültür bakanlığının desteğiyle tarihi yerlerde çekiliyormuş. Mersin? deki bölümleri cennet cehennem mağarasında çekiliyormuş. Oyuncuları o kayanın üzerine oturtulmuş 5 yıldızlı otel bedava ağırlıyormuş. Şu manzara seyredilen otel:) Onlar kral yolunu çekedursunlar; biz  Mersin yolunu yaşadık bile.
*Bizim Silifke?yi görüp geri döndüğümüz yerden sonra susanoğlu plajı başlıyormuş. Çok güzel ve ünlüymüş. Kısmet!
Kasım?11
Yaptığım en güzel yolculuktu Mersin Yolculuğu. Yanımda her şeye dırdır eden, surat asan, hükmeden, hükmetmeye çalışan, en ufak birşeye parlayan, suratsız, sevimsiz bir adam olmadığından olsa gerek. Testesteronsuz bir hayat gibisi yok;))))

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *