Press "Enter" to skip to content

Günlük 2z Kasım’15

***1 haftadır uğramamışım günlük sayfasına, bugün 6 kasım, seçim dolayısıyla gündem sayfasına takılı kaldım, aslına bakarsanız yazacak bir şeyde yok şu an aklımda, bir grip oldum, geçti, şimdi öksürük devresindeyim, kırkından sonra gece gezeni grip pakladı, bir şarkıcıyı izleyeyim dedim, geçen hafta, seçimden önce, akıl işte, çıktığı yer gece kulübü, pub tarzı bir yermiş, isim, adres yok, kimsenin reklamını yapacak değilim buradan, yazsam zaten reklam değil karalama olur, bir bayan arkadaşımı kafaladım, gittik, iki yabani olarak oturduk, sınıfa yeni gelen çocuklar gibi, sanırsın herkes bize bakıyor, ne bileceklerse elli yılın başında dışarı çıktığımızı;))) sonra bizi barın önünde bar sandalyesine oturttular, yoksa ayakta duracakmışız, yok daha neler, paranla git rezil ol, iki, üç saat bar sandalyesinin üstünde tünemekten ayaklarım şişmişti, bir daha mı, tövbeler tövbesi, iki gün kulaklarım çınladı sesten, o dönen mavi ışığa zaten hiç bakamadım, çok mu lazımdı.

Millet içmeye gelmiş, bizden başka içmeyen yok, ben sevmem, ağzıma sürmedim, sürmem, hem yeşilaycıyım, hem sağlığımı önemserim, ve de sevmem, bir şeyi sevmiyorsanız zorla sevemezsiniz, onu da geç yakalnıp bin lira ceza ödersem korkusu bile bana yeter, kafalar iyileştikçe adamlar kadınların sırtlarını sıvazlamaya başladı, geliyor onun sırtını sıvazlıyor, gidiyor bunun sırtını sıvazlıyor, kimin eli kimin cebinde anlayamadım, hatlarım karıştı, adamın biri, ki yanında güzel bir kadın var, ama hiç umursamıyor adamın yaptıklarını, bir iki önümden geçerken bacağıma değdi, sürtündü, ilk uyarı olarak yine geçerken tekme attım, ikincide sandalyeden indim, sandalyeyi çekiyormuş ayağına bir güzel adama çarptırdım, üçüncüde barın önündeki engeli aramıza koydum, bir daha yanaşamadı, sahneyi görmek bahanesiyle bana doğru eğiliyordu, böyle sakin anlattığıma bakmayın, orada sinirliydim, neyse ki dövmeden çıktım, işin garibi ikisi birden arkamdan bakakaldı, aman, bana ne, elin itlerine kafa mı yoracağım, millet kafayı yemiş, beyin ortaçağ insanının ayarına düşmüş, ye, iç, sıçı aşmış, … sınırına indirgenmiş hayat, yazık, hayvandan bir farkları kalmamış, yaşanan bütün o seramoni 1,2 saat sonra yaşanacak top an için, kadınlar da erkeklerden farksız ortaya koymuş kendini, eşitiz, benimde dürtülerim var diyerek, bilmem, bu kadarı benim muhayyilemi aşar, şükrettim, aklıma, şuuruma, gündüz yaşadığım o güzel hayatıma, ev süpürüp silmek bile onların hayatından onurludur, şükürler olsun halime.

Bunların verdiği oydan ne olur? İşte böyle olur.

Asıl diyeceğimi unuttum, arkadaşım sigara içiyor, onunla bir içeri bir dışarı üşütmüşüm, ona bir şey olmamış, ben nazlı kukul, iyileşince dünde cepa’ya gittim, yalnız, asansörün yanına gelip gideceğim yöne bastım, bekliyorum, asansörler gelip geçiyor, ben bekliyorum asansör gelecek diye, dalıp gitmişim, bindim, gideceğim kata basmamışım, hep çocuklarımla geziyorum, onlar bakıyorlar o işlere ondan herhalde, rahatlığa fena alışmışım, parasız sokağa çıkan prensesler gibi, asansör geri indi, tam çıkacak derken asansör tık dedi durdu, 25 dakika sonra çıkarılabildik 6 kişi asansörden.

İyi ki yazacak bir şey yokmuş, birde olsa hiç kalkamayacağım buradan;))) 6 saat gezmişim, eve geldiğimde ayaklarımın altı tepiyordu gezmekten, ben severim avm gezmeyi, eee, eski koca parasıda olunca cepte kim sevmez, şöyle bol keseden, ne güzel ya, işi bilicen, işe gitmiycen, ben sevdim bu işi, her gecenin sabahı varmış demek ki!

Birde saydırdım geçen gün, bilsin, bende mi kalsın düşündüklerim, cümle aleme söylemişim ne şerefsiz olduğunu, ona mı söylemeyeceğim, onlar çocuklarıymış, vicdanı rahatmış, öyle dedi, önce bir vicdan taktır sonra rahatlatırsın dedim, onca yıl bizimle iki ev arası yaşadığını, terbiyesiz olduğunu söyledim, arsız köpek dedim ve sinirlenerek yüzüne kapadım, adam gerçekten arsız, tekrar aradı, niye kapatıyorsun ki dedi, niye arsız köpek diyorsun bile demedi;))) Sinirlerini aldırmış benden sonra, eski çamlar kürek oldu tabi. Daha 3 ay önce bana it gibi köpürüyordu, oturduğum evden taşınacakmışım, kimin keyfine, ne oldu, kadının fendi erkeği yendi, onu sepetledim giti, ben oturuyorum, hemde dirhemle verdiğini önüme boca etmek zorunda kaldı, Bu sefer kalkıyorum, bu kadar dedikodu yeter size;)))

***O akşam menüyü okuyamadık, ikizin de gözleri gitmiş, arkadaşım gözlük almış yeni, onunla bir o okudu bir ben, bana da gözlük al tavsiyesinde bulundu, o okey oynuyor tabletle, uzun süreler, benim öyle bir saplantım yok şükürler olsun, vardı, geçti, bende gözlük almak yerine alışkanlıklarımı değiştirmeyi tercih ettim, artık her sabah gazete geliyor kapıya, sonuçta gündüz hala rahatlıkla okuyabiliyorum gazete, kitap, akşam biraz sorun oluyor, böylelikle tablet başında geçen zamanımı azalttım, yazdığım süre zaten çok değil, günde bir saati geçmiyor, bazı günler hariç, tablet yerine laptopa alışsam daha iyi aslında, en azından yazarken klavyeyi görürüm, ışığı değil. İyi ki telefon saplantım yok birde, ona da bakayım, buna da bakayım gibi, kendime söylüyorum, siz anlayın diye.

tv ile de ilişiğimi kestim, iyi film zaten yok, geri kalanını da salla gitsin, konuşsun dursunlar, bana hiç dert değil, ne onlar konuşmakla bir yere varıyorlar ne de ben dinlemekle, o yüzden vazgeçtim, diziler hiç umurum değil, ne kösemi ne de başkası, bir haber izliyorum, o da on dakikada bitiyor, son hızda, her gün aynı şeyler, güneydoğu ve terör, yapacak bir şey bulamazsam saat dokuzda, onda yatıp uyuyorum, hiç değilse dinleniyorum, gözlerim dinleniyor, ben dinleniyorum, şimdilik gözlük almaktan daha akıllıca gibi, bende size bu taktiği tavsiye edeyim, canımızı, gözümüzü elektroniklere bağışlayacak değiliz ya, varlar diye, varlarsa varlar, dünya, insanlık bin yıllardır elektronikler olmadan da varlığını sürdürmüş, onların kölesi olalım diye var olmadılar, bize hizmet etmeleri için varlar, ama rolleri değiştik, biz onların kölesi olduk.

***Facebookta bir kestane videosu var, denedim, çabuk pişti ve kolay soyuldu, şimdiye dek pişirdiklerime nazaran, kestanelere bombeli kısmından uzunlamasına bir çizik atıyorsunuz, bir sıra sığacağı büyüklükte bir tavayı yarım santim, bir santim kalınlığında iri tuzla kaplıyor, ketaneleri düz yerleştiriyorsunuz  kapağını kapatıp normal ateşte pişiriyorsunuz, pişmiş kokusu geldiğinde kestaneleri kevgirle bir beze alıp sarıyor, bekletiyorsunuz. Aynı tuzu tekrar tekrar kullanabilirsiniz.

Kestane zaten pahalı, birde pişirme yöntemi yüzünden telef etmeye gelmez, yazık. Ben çok telef ettim, oradan biliyorum.

***Hiç gelirim olmasa, ki olmamak gibi bir olasılık yok o ve çocuklarım varken, bu şartlar altında beni ve çocuklarımı en az on sene yaşatır o para, şimdikinin iki katı harcasam, bol buldum diye, en az beş sene, nasılmış görsün adamı parasız bırakmak. Çok naz aşık usandırır, kaldırma kuvvetimin çok üstündeydi, bende en aşağı indirdim. Allahın çapulcusunun sırtını sıvazla, didin, adam et, adam olunca ilk iş kalksın sana adamlık taslasın, yok öyle üç kuruşa beş köfte, ömrü oldukça ve ömrüm oldukça onun parasını yiyeceğim, hemde ne zevkle, o orospulara yedirsin diye saçımı süpürge etmedim ben, asıl savaşım bundan sonra başlayacak, işine gelirse, hak nasıl yenir, yedirilirmiş öğreteceğim ona, söke söke, benden, çocuklarımdan çalıp ona buna yedirdiği, yediği her lokmayı boğazına dizmek andım olsun, benden öyle sandığı gibi kolay kurtulamayacak, şimdiye dek hayat ona güzeldi, şimdi bana güzel olacak, intikamın en güzeli ağır hazmedileni, korkulu rüyası olacağım onun, her telefonu çaldığında ben miyim diye titreyecek, yüzümü görmemek için dua eder hale gelecek, baksın bakalım açlıkla islah olan adamın gözünü para için nasıl oyuyor, o hatayı o yaptı, ben değil, şimdi de karşılığını alacak, alır köpeklerin önüne atarım yine ona bırakmam bundan sonra, adam kullanmanın, oynatmanın bir bedeli var ve o bedeli alacağım, bu ne ki, daha bir şey görmedi, göze göz, dişe diş, Allah ya ona verir ya bana.

Biz 4 kişi haftada 300 lira ile yaşayacağız, o gittiği bir haftalık Tayland tatilinde 7 bin lira harcayacak, her sene, nerede görülmüş böyle ağalık, beylik, orada bir cevap veremedi çünkü hemen öncesinde bunu söylemiştim, o parayı kimlere vereceğini söyleyerek elbette, bunu bildiğimi bilmiyordu, hani benim biliyor olmam onun için sorun değilde, benim bilmem çocuklarının da biliyor olması demek, iyi babayı yutturmaya çalışıyor hala onlara, sevsinler o iyi babayı, ben çok iyi bilirim o iyi babayı, hepsi on yaşının altındayken cebindeki şimdiki yaklaşık bin liralık yemek fişinin hesabını sorunca “ben bu yaşıma kadar yemedim, büyüsün onlarda yesinler” dedi bana, annem de yanımızdaydı, annem şahit, o sözünü hiç unutmaz, hep söyler, “büyüsünde yesinler, demişti, büyüdü yiyorlar şimdi” der hep, şimdi bana yutturacak iyi babayı. Sefil atın tekmesini yiyecek o benden, hiç şansı yok, ya malını, ya canını, başka yol bırakmadı bana, o on yılın acısını fersah fersah çıkaracağım ondan, hatta yirmi beş yılın, boşanmam da gerekmiyor ayrıca, boşanmanın bana bir getirisi, gereği yok, olmayacak, niye haklarını eline vereyim ki, son düşüncem bu, süründür gitsin, it gibi.

***Evlilikte, yani geleneksel evlilikte kadın hep biz olarak bakıyor hayata, erkekse ben, kadının çocuklarına olan bağlılığı babalarına olan bağını da güçlendiriyor, erkekte bu bağ zayıf, gerek çocuklarına, gerekse çocuklarının annesine, farklılıkta buradan kaynaklanıyor, kadının da aklını başına alıp biz yerine ben’i koyacağı bir tarih var elbette, er ya da geç, bir uyanma saati. Aslolan paraymış demek ki, sevgi, aşk hepsi onun kılıfı, çok mu duygusuzlaşmışım, hayat, adamı ne halden ne hale getiriyor;)))

Ne parasını bildim şimdiye dek, ne de kime ne alıp ne verdiğini, sormadım da, çok büyük paralar kazandı, gelip geçti elinden, bende fazlasıyla çar çur ettim, harcadım, o günler için Türkiye harcama rekoru benim elimdedir;))) ama sormak, bilmek gerekiyormuş demek ki, hataymış, hiç hak idia etmedim, bana verilene razı geldim, boyun eğdim, ev aldı onun, arsa aldı onun, benim adım hiç ortalıkta gözükmedi, kocamdır dedim ses etmedim, etmeliymişim, hep kendini kayırdı, sonunda bende hepsini elinden aldım, arada bilmediğim kaçan göçen olmadıysa elbete, öyle bir olasılıkta var sonuçta.aldıklarım onun har vurup harman vurduklarının yanında çerez, yani öyle olduğunu sanıyorum çünkü dediğim gibi hiç bilmedim tam olarak parasını, son 10 yılını hiç bilmiyorum hele.

Tanlet yasak, tv yasak, sınırlı olunca geriye kitaplar kaldı, eski, hani evde işten vakit kalmıyor da, kaldığı kadarıyla göz atıyorum, okul zamanından beri ellenmemiş kitaplarımı karıştırıyorum, işe yaramayanları, yaramayacakları çöpe atıyorum, ki bir çoğu öyle, ucuz diye almışım, kültür bakanlığının, milli eğitim bakanlığının kitapları bir çoğu, bir çoğu hiç okunmamış o kitapların, arkadaşım alır, bende alırdım, git karnını doyur aptal, almışım işte, senelerce oradan oraya taşınırken peşimde sürükledim onları, atamadım, bir gün karıştıracakmışım demek ki içlerini, son elime geçen Aristophanes’in Lysistrata adlı oyunu, o atılacaklardan değil, tarihi eser, Aristophanes m.ö. 400’lü yıllarda yaşamış, yani bundan 2400 yıl önce yazılmış Lysistrata, okudukça hayrete düşüyorum, kadın erkek ilişkileri bugüne o kadar benzer, tıpatıp aynısı ki, o günden bugüne çok şey değişmiş ama kadın erkek ilişkileri aynı kalmış, bir değişme yok, kadınların erkeklerden yakınmaları, sızlanmaları hep aynı, ilgisizlik, yalnız bırakılma, evdeki işin gücün çıkluğu vs. Lysistrata erkeklerin savaşa gitmelerini önlemek amacıyla kadınları erkeklerle yatmamak için örgütleyen kadın, argo konuşmalar bile geçiyor kadınlar arasında, bayıldım, tam benlik, kimbilir, belkide Lysistrata’nın ruhu bende yaşıyordur;))) Bendeki Lysistrata çok, çok daha realist elbette, günümüze uyarlanmışı;)) Birazda erkek düşmanı, Lysistrata benim gibi erkek düşmanı değil.

***Lysistrata’da geçen bazı sözler şöyle, “birde erkekler bizi kurnaz, becerikli bilirler”, “kadın kısmının evden çıkması kolay mı, kimi kocasına bakacak, kimi çocuğunu yatıracak, yıkayacak, yedirecek”, “bizim işimiz gücümüz boya sürünmek, takıp takıştırmak, sarı fistan, süslü pabuç giyinmek”, “bu ne güzel ten, bu ne gürbüz beden, ah, meme dediğin de böyle olmalı”, “ovası movası yerinde, yaban otları da iyice yolunmuş”, “askere gidip kalmış kocalarınızı özlemiyor musunuz?”, “düşünün, evimizde süslenip püslenmişiz, soyunup üstümüze sade bir örtü atmışız, yıkanıp tertemiz olmuşuz, erkeklerimiz gelmiş, yanıp tutuşuyorlar, tam yanımıza sokulurlarken olmaz diyoruz”, “istemeye istemeye yaparsın, zorla olunca bu işin tadı çıkmaz”, “bu kadınların çenelerini dağıtmazsak ağızları durmayacak”, “hadi vursana, geldim işte, yumruğunu yerim ama ısıracağım yerinden de hayır kalır mı görürsün”, “kes sesini yoksa pestilini çıkarırım, seni döve döve gebertmez miyim, ne yapabilisin bana”, “dişlerimle ciğerlerini, barsaklarını sökerim senin”, “sen karşındakileri köle mi belledin, kadınların gözü kararmaz mı sandın”, “kocamız sana ne, sen karışma, der, biz de susardık”, “susayım ha, senin önünde, cadı karı, başı örtülü bir kadının önünde susmak ha, ölürüm de susmam”, “kadından azgın hayvan, kadından azgın ateş yoktur, hiçbir pars ondan daha belaı değildir”, “sizler insanın ağzından girer, burnundan çıkarsınız, bir bela ki ne onsuz yaşanır ne onunla”, “her ne kadar kadınsam da akıl var kafamda”, “kocalar karılarına, karılar kocalarına sokulsun, Tanrılar aşkına hora tepelim, düğün bayram edelim, bir daha aramız açılmasın”

Kadının erkekle, erkeğin kadınla olan savaşı hiç bitmeyecekmiş gibi, 2400 yıl önce bile böylesine kızgın ve ateşli olduğuna göre;))) Onların da böylesine dişe diş yaşadığını bilmek çok hoş, bu dönem demek ki kadınların ehlileştirilmiş hali, onlar bizden çok daha atarlı.

***Artık boşu boşuna oradan oraya taşımamak için attığım kitaplar şunlar, yalnız, h. duvernois, gilgameş destanı, konuşmalar, konfüçyüs, kontrbas, patrick süskind, eklendikçe yazarım, unutmazsam.

***Banyoları temizledim, yorulmuşum, azıcık dinlenmeyi, molayı hak ettim, banyo, ki 2 banyo, temizlemek çok uzun sürmüyor, bilemedin 2 saat, 2 banyo için, ama yorucu, epey efor sarf ettiriyor adama, 25 yıl profesyonalitemi bu konuda geliştirdim, o kadar bileyim artık, aslında banyo nasıl temizlenir konusunda ders verecek kadar geliştirdim kendimi bu konuda, hani gerek duyan olursa yazarım, şimdi damdan düşer gibi yazsam “bi yazmadığın bu kalmıştı” falan dersiniz de, neme lazım;))) Naapiyim, aşık gördüğünü, bildiğini eylermiş;)))

Aslında dün yapacaktım bu temizliği ama karnıma kurt düştü, para temizlikten daha önemli ve acil bir konu diyerekten, gitmesem içim içimi yemeye devam edecek diyerekten, aklımda sorular, ya bilmediğim bir menkulü varsa ve bu arada sattıysa diye çankaya tapu dairesine gittim, sordum, yokmuş, başka ilçelere de bakabiliyorlar oradan, e devletinden bakmıştım zaten ama satmış ta olabilirdi geçen bu sürede, ya olsaydı? İki gözüme inanırım da ona inanmam. Yoksa ben daha mı atarlıyım Lysistrata’dan;))))

Lysistrata da kimmiş benim yanımda, benim yaşadıklarımın onda birini yaşamamıştır o, koca kuzusu, hala koca peşinde olduğuna göre, biz unumuzu eledik, eleğimizi astık bu konuda, bundan sonra varsa yoksa para, para kasam benim, bitmez tükenmez hazine, bozdur bozdur harca, ulan işin kötüsü onca yıllık sefaletten sonra adamın eli de varmıyor öyle şakır şakır harcamaya, hele ki ben yani, bir zamanların alışveriş fırtınası, kırk düşünüp bir alıyorum, kötü oldu bu iş;))) Neyse, geçer, yine alışırım, çıkacak o on yılın acısı, hemde nasıl.

***Karcher reklamı gördüm geçen gün tv’de, sakın aldanıp kanmayın, bir işe yaramıyor, temizlik yaptınız da iş buharlısına mı kaldı, temizlik yapmaktan başka işimiz yok sanki, ha normal temizlemişsiniz ha onunla bir fark yok, ayrıca kimse temizlik yapmak için onunla uğraşmaz, ben uğraşmadım mesela, yıllarca sadece ütü olarak kullandım, ütü olmaktan başka hiçbir işe yaramadı  hiçbir işe yaramaz, sonunda çalışır halde iken attım, boş yere paranızı çöpe atmayın, biliyorsunuz ki ütü çok çok ucuz bir alet, o kadar para etmez, reklam aldatmacası, konu açılmışken rainbow süpürgeler de çok gereksiz pahalı, verilen paraya hiç değmez, şimdi tonla süpürge seçeneği var, boşa kazıklanmaya hiç gerek yok. Paranız çoksa robot süpürge alıp keyfinize bakın, ama gırgır olanını değil, emiş gücü olanını, o da yabancı markalarda var, irobot ve neato, işe yaramayacak makinelere boşa para vermeyin, o aptal reklamlara kanmayın, robot süpürgelerde çok pahalılaştı, vergi ve dolar dolayısıyla.

Zaten piyasa hala kötü, durgun, 7 hazirandan beri bir türlü düzelemedi, bu gidişle düzeleceği de yok, iş az, para dönmüyor, tıkanıp kaldı piyasa, kimse istikrar görmüyor çünkü oluşacak olan devlette, yine hırsızların eline kaldık çünkü, bunu bilmeyen mi var?

***Evde en nankör iş süpürmek, yap, ertesi gün yine aynı, o fiyat biraz düşerse ilk işim o robot süpürgelerden birini almak olacak, bu haliyle kıyamıyorum parama, çok pahalı.

***Oğlum yeni  bir laptop almış, mübarek araba farı gibi, ışığı kısılamıyor da, ben kullanmam, isteyen kulansın, benim siteye girmiyor bile, beni adamdan saymıyor, sakıncalı yapmış beni, benim kime ne sakıncam var ki;))) hem tabletimin suyu mu çıktı, çıkmadı, ama bu demek oluyor ki yazdıklarıma ulaşamayan, benden mahrum kalan bir kısım insan var, çok şey kaçırıyorlar, arama motorundan giriliyor da, bir konu başlığıyla, isimle girilmiyor, nasıl işse, 17-20 yaşında kızlar tüyap kitap fuarını sallıyorlarmış, ki yazmaya internet üzerinden başlamışlar, kime hitap edeceğini, ne gibi güzel sözler söyleyeceğini bileceksin demek ki, yazarsan karamsar şeyleri kim okur seni;))) Nasıl olsa  20 sene sonra benim yazdıklarımı yazar bulacaklar kendilerini, hayatın gerçeği bu.

Kösem sultanı izlemek gibi bir niyetim yoktu, tam başlarken gördüm, rastladım, izledim, Hülya Avşar duman olmuş, hali pek fena, keşke hiç oynamasa, jürideki uzak çekimleri ile aklımızda kalsaymış, veya sinpaş reklamlarında, yüzü tam bir yaşlı kadın yüzü olmuş, harap, fena, yaşının çok üstünde görünüyor, 60, 70 yaşında gibi, dudakları özellikle çok kötü, yaşlı dudağı gibi, gözler de öyle, bölümün yarısından sonra yanakları şişiyor, koca koca oluyorlar, çok ahes, toparlayım derken daha da berbat olmuş, Seda Sayan’da bu anlamda hiç kayıp yok, Seda’da olup Hülya’da olmayan ne, paraysa para, ikisinde de var, bilemedim neden bu fark, sanırım Hülya’nın kocadan yediği darbe onu çökertti, Seda kaç koca eskitti bana mısın demedi, yaradılış, kişilikle ilgili. Hülya erkek egemenliğine bırakıyor kendini, ve hep terk ediliyor, Seda ise erkeklerin ipini elinde tutuyor, ve hep terk ediyor, basıyor tekmeyi, sonuç ortada, ki zamanında Hülya, Seda’dan çok daha güzeldi, demek ki güzelliği koruyabilmek için bile akıl gerekiyor, kendini yıprattırmamayı bilmek gerekiyor, bunu kendime de söylemem gerek aslında, benim halimde Hülya’nınkinden pek farklı değil, koca erozyonu yaşamamak gerek, çok bel bağlamamak, beklenti içinde olmamak gerek vs. vs. Çünkü geriye kalan bir dolu pişmanlık, aptallığına yanmak vs.

Verdiği emeğe, geçen zamana acıyor insan, başka bir şeye değil, kanı beş para etmeze üstelik. Ettiğin beddualar geri getirmiyor ki geçen zamanı, yine de tutsun inşallah, günde 5-10 vakit yolluyorum, aklıma geldiği müddetçe, güzel Allahım  dileğimi, gerekeni yerine getir gayri, benim tuttuğumu taş etti, Allah ta onun tuttuğu ünu taş etsin, benim gülen yüzümü soldurdu, Allah ta iki cihanda onun yüzü ünü güldürmesin, elimden yedikleri, giydikleri burnundan fitil fitil gelsin şnşallah, benden değil Allahtan bulsun.ü, Allah sorsun ondan hakkımı.

Birde kişilik farkları var, biri delisi dışına, diğeri delisi içine, büyüme, büyütülme tarzı, kişilik yapısı, pek çok şey var içinde.

Zamanın intikamı, bir zamanlar Hülya Avşar bizden güzeldi, şimdi bizler ondan daha güzeliz;))) Hep o özgüvenle yaşadı, güzelim özgüveniyle, bir şeylere tutunmadan yaşamayı deneyimleyecek, tanıyacak bundan sonrasında. Padişah rolündeki çocuğu da beğenmedim, çok sıradan, bir özelliği yok, daha farklı biri seçilebilirdi bence, bir dizide kavgacı bir oğlan için baş rol almış olması bir padişah baş rolünü alabileceği anlamına gelmez, 4 yönetmen çekiyor diziyi ve o ayrımı bile görememişler, her insan her rol için uygun değildir, öyle olmasa Kıvanç Tatlıtuğ, Kenan İmirzalıoğlu bu kadar iş yapmazdı, madem ki o kadar para, emek yatırılmış o diziye daha farklı biri seçilmeliydi, aslına bakılırsa oyuncu seçimlerinin hiçbirini beğenmedim, o yabancı kızda güzel değil, bizde ondan güzel bir dolu kız vardır, methetmek gibi olmasın, kuzguna yavrusu güzel, benim oğullarım bile o oğlandan daha yakışıklı.

O iltimas ilk bölüm içindi, bir daha izlemem, orta okul, lisede bıkmışım Osmanlı tarihinden, şimdi gönüllü mü izleyeceğim! Geçiniz! Bir gerdan, iki meme başlangıcı göreceğim diye iki, üç saat oturamam hiç, bana lazım değil, ona kim açsa onlar izlesin. Zaten kadınları öyle perde arkasından bakarken görmek, yerlerde süründürüldüğünü görmek hiç hoşuma gitmedi, onun nesini izleyeceğim? Kadınlar entrikacı başı, saman altından su yürüten yaratıklar, bütün dizi onun üstüne kurulu, has,tirin. Biz o hayatları görmeyelim, yaşamayalım diye var cumhuriyet, hiç kafamı boş işlerle dolduramam, moralini bozmak isteyenler izlesin. Çeksinler bir öyle bir geçer zaman ki daha, izleyeyim, başka türlüsü beni kesmez.

İşte benim stilimin eleme gecesini izlerim ondan iyi, hiç değilse eğlenceli, cuma geceleri, bu hafta çok daha eğlenceliydi, çizgi film karakterleri ile, ne yapacağım o içi geçmiş kaknem karıları, adamları. Baştan savma bir dizi işte, görev icabı, para hatırına çekilen, aşkla değil,  Nurgül Yeşilçay’da çok var o enstantane, ben bunu oynuyorum ama para için, başka bir amacım yok diyor oyunculuğuyla, çokta tın kıvamında, ne rolü önemsiyor ne de benimsiyor, para için yapıyorum diyor, nerede ikinci bahar, nerede paramparça, iki farklı kişilik, kendince haklıdır belki, bir yerden sonrası zaten para için değil mi her şey.

***Bugün öğlen cuma vaktiymiş, diyanet cami önünden bilkent yönüne gidicem, 3 polis otosu yolu kapamış, köprünün üstünde bir polis otosu, dışında 4 polis, caminin kapısında siyah, lüks otomobiller, sanki Filistin, sanki sıkıyönetim var ortalıkta, belli ki büyük başlar var içeride, insanları yola sokmayıp işlerinden güçlerinden ediyorlar, işin yoksa git odtü kavşağından dön, köprüden gir, o kadar korkuyorsan götünden camiye gidip namaz kılma, otur evinde kıl, sen namaz kılacaksın diye insanlara eza etmeye ne hakkın var? Kim olursan ol, yolu kapatmaya ne hakkın var ki. O namazdan sevap mı aldıklarını zannediyorlar. Ben küfrettim, benim gibi eminim çok insan küfretmiştir, okuluna, işine giden var o yolda, yol kapatmakta neyin nesi, koca yol, ayıp yani, iyice işin suyunu çıkarmaya başladılar, hakimiyeti İslam çerçevesi, verirsin tek şerit geçerler, dar bir yol değil ki, Allahın yolu, babanın yolu mu?

***Zaman kötü derlerdi eskiden, bu zamanı görmediklerinden, bilmediklerinden olsa gerek, herkes bir şekilde tasarrufun, paranın peşinde, içine kahve tozu karıştırılmış sıcak suyun bedeli 5 liradan başlıyor, üniversiteli genç kızlar el termosu ile bu tüketim tuzağına düşmemeye çalışıyorlar, bu da bir tür hırsızlık, hak ettiğinden çok daha fazlasını talep etmek, üniversitelerde öğlen yemeği 3 lira, bir kahve alsanız 5 lira, oranlayınca hırsızlık olduğu bal gibi ortada, bir kilo baklava, bir kilo börek 50 lira eder mi, maliyeti 5 lirayı geçmezken, güzel bir mekan, güzel bir yemek, maliyet ve ödenen arasındaki uçurum çok büyük, yapılan ne, hırsızlık, gözünün içine baka baka, gülücüklerle dolandırılmak, kazıklanma seramonisi.

Kim, ne zaman beni kazıklamaya çalışacak endişesi içinde buluyorum kendimi çoğu zaman, acaba aklından geçen ne, bana ne gibi bir kazık atmaya çalışıyor olabilir diye, kimsede kimseye güven kalmadı, senden aldığım bana gelir prensibi ile yaşar oldu insanlar, ne yazık ki, kazıklamak serbest, on yıl önce böyle değildik biz, bizi altüat ettiler, satın aldığım balığın, levreğin başını attırıyorum, ancak eve geldiklerinde çok küçülmüş olduklarını fark ettim birkaç seferdir, kafasını epeyce bir derinden attıkları kanaatine vardım, artık attırmayacağım, aldığım 1400 gramlık levrek temizlendikten sonra 800 grama düşmüş, neredeyse yarı yarıya, şüphe duyulmayacak gibi değil, kafa ve içi balığın yarısı eder mi, etmez.

Digitürk kutusu eskimişti, değişime geldiler, adam formu doldurdu, bir benim imzam eksik, birde yekun, ödediğim para kısmı eksik, elime alıp dikkatlice baktığımı görünce yekun kısmını doldurdu ve imzalamam için verdi, çok kolaylıkla pek çok insana yapabilir bunu, önce imzalatıp yekun kısmını kafasına göre doldurmak, anten kablosunun prize olan bağlantısının dıştan değil içten yapılması gerekirmiş, ne kadar olduğunu sordum, 25 lira dedi, gerekmez dedim, 25 servis, 25 kumanda derken yekun gittikçe artıyor, baktım prizle uğraşıyor, iyi niyetle yaptığını söyledi, samimiyetine inanmadım, bende öyle bir intiba bıraktı, o yolla alamadığı 25’in bir kısmını bahşiş olarak almak niyeti belli ki, vermedim bahşişi, ki veririm, kapıya gelen sucu bile her seferinde bahşişsiz dönmez, döndürmem, parayı alınca üstünü vermeye bile yeltenmeden gider, bilir almadığımı, helali hoş olsun, helal yoldan yaşamaya çalışıyor sonuç olarak, o yaşayacak ki bana su getirmeye devam etsin, onu yaşatmak bir yerde benim de boynumun borcu, bir ben yaşarsam, bir ben iyi olursam hayatımı sürdüremem ki, bunu, bu düşünceyi çok büyük boyutlara taşımak mümkün.

Neyse, bizim digitürkçü ise bir alem, o erkek, üstün ırk, bense bir kadın, yarım akıllı, bu ülkenin cumhurbaşkanı öyle diyor, başbakanı öyle diyor, öyle olmasa öyle derler mi, ben onlardan daha mı iyi bileceğim, bu durumda onun beni dolandırmasından, aklı ile oynatmasından daha doğal ne olabilir, bu gözle bakıyor bana belli ki, şimdiye kadar kadınlarla edindiği deneyimlere de bağlı olarak, ama çıkarken yüzünden düşen bin parçaydı, aptala döndü, her kuşun etinin yenmeyeceğini gösterdim ona, hep onlar atacak değil ya kazığı, birde biz atalım bakalım nasıl oluyormuş, hiç acımadım gözünün yaşına, yaptığım, yapabildiğim sanki ne, beklentisi olan bahşişi vermemek, vermediğim için utandım ama yinede vermedim, beni, kadınları o gözle görmemesini bir şekilde anlatmam gerekiyordu ona.Tanrım, ne kötü zamana denk geldik.

Hırsızlığın onurlandırıldığı bir ortamda kimi hırsızlıkla itham edebilir, suçlayabilirsiniz ki, ki bunlar ufak çaplı aşırmalar, dolandırmalar, sana ne der geçer, “bu ortamda” haklı olarak.

Ben aldığım balığa, 4 diş fırçası ve bir diş macununa, gelen digitürkçüye 50’şer lira öderken o insanlar sadece bin liraya çalışıyor ve onunla yaşıyorlar, ne ile suçlayabilirim ki onları, hak ve adaleti dengelemeye çalışmakla mı? Yapacağım tek şey benden alınmasını engellemek olur, çünkü bana da lazım, en az ona lazım olduğu kadar.

Ben ona hırsız demem, sadece hayatta kalmaya çalışıyor derim, veya kendini ve karısını, çocuğunu hayatta tutmaya çalışıyor derim, çünkü herkesin yaşamak için paraya ihtiyacı var. Rızamla veririm elbette, ama zorla almaya çalışanı da affetmem.

Görünüşte gündelik hayatı anlatıyormuşum gibi değil mi, aslında hayatı anlatıyorum, neyi nasıl, neden ve niçin yaşadığımızı.

4 kişilik bir ailede 300 liralık market alışverişi yapıyorsunuz ve 3 gün sonra aldığınız her şey tükenmiş oluyor, alınan sadece temel ihtiyaç, temel gıda, baklava börek değil, bu şartlar altında bu ülkede asgari ücretin bin liradan bin üç yüz liraya çıkarılıp çıkarılmaması tartışılıyor, 1300 lira ile ayda 4 kez markete gidebilirsiniz, başka hiçbir yere para vermemek koşuluyla. Türk iş’e göre bu ay açlık sınırı, yani 4 kişilik bir ailenin gıda harcaması sınırı 1350 lira imiş, ama sadece gıda.

Bu ortamda 3 çalışanınınız olsun köşesiniz, bir kahve 5 lira, en az, maaş bin lira, daha ne olsun, her yere niye küçük işletmeler açıldığı belli, çalıştır, kazan. O yüzden fakir ile zengin arasındaki uçurum giderek büyüyor, birileri paradan kudururken diğerleri bakarak doyuyor, iyide onlar robot değiller ki, onlar da insan, insanın insana olan bu acımasızlığını aklım almıyor.

***Dün aynı şeyleri düşünmüş, söylemişiz Erdoğan’la, hayırlara vesile olsun,

“İşverenlere tavsiye ediyorum. Biraz az kazanın, kazandıklarınızı dar gelirli insanlarla paylaşın, bunu bir defa başarmamız lazım, neden, fakiri tahrik etmeyelim, ve paylaşımcı anlayışı hayatımıza egemen kılalım. Hepimiz ölüp gidiyoruz, paraları beraber götürüyor muyuz? Beraber gelmiyor. Onlar bu dünyada kalıyor. Arkada varisler bunu paylaşacak. Gel bunu işçinle bir kısmını paylaş, ondan sonra da gök kubbede hoş bir seda bırak. Öldükten sonra da ‘Sorma, bizim öyle bir patronumuz vardı ki gerçekten işçisinin hakkını çok ciddi manada gözetir, maaşını da iyi bir konumda verirdi’ desinler. Asıl olan burası. Bunu başarmamız lazım.”

Felsefe de yapmış benim gibi, günümüzün iki feylesofu, Erdoğan ve ben;))))

O bile anlamış insanların nasıl kıt kanaat yaşadıklarını, ben hayda hayda anlayayım, kapıma gelen, gördüğüm, yaşadığım, hayatı paylaştığım herkes insan, hepsi yaşamalı, yaşamasının yolu paraysa, ki para, parası olmalı, hiç değilse yaşatacak kadar, insanlar bütün gün çalışıyorlar ve doyacak kadar bile para kazanmıyorlar, bu bahsedilen asgari ücret boğaz tokluğu bile değil, bildiğin kölelik, köle düzeni, köleyi bile doyurursunuz ki iş yapabilsin, onu bırak atını bile doyurursun, bir dahaki sefere yine binebilmek için, arabaya benzin koymazsanız gidiyor mu, onun gibi bir şey işte, üstelik çok daha insancıl.

Avrupanın genelinde asgari ücret 1500 euro dolayındaymış. İnsanım ve o insanları hissediyorum, bundan daha doğal ne olabilir ki, havanda bulgur dövmüyor, boşa kürek çekmiyorum, olanı biteni, gördüğümü söylüyorum, çünkü insanım.

***Erdoğan bunu söylüyor çünkü piyasa durdu, ilerlemiyor, ne ticaretin tadı var, ne de başka bir şeyin, insanlarda para olmayınca harcayamıyorlar, piyasa duruyor, piyasa durunca ticaret yapanlar kazanamıyor ve ucu taa nerelere kadar uzanıyor, kendine kadar, inşaatlar satılmıyor, bitemiyor, Erdoğan’ı sıkıştırıyorlar vs. Üç kişide para olunca para üç kişide dolanıyor ama o da o üç kişinin ticaretini desteklemeye yetmiyor, ne demiştim, o sucu bana su getiremezse ben su içemem, işte o sucu buralara kadar dayanıyor.

***Digitürkçü kabloyu düzeltti, trt müzik kanalına kavuştum, bağlantı iyi olmadığından çıkmıyormuş trt müzik, bir heves akşam sefasını izlemeye koyuldum ama umduğumu bulamadım, ne kötü sesler öyle, kadın sanatçılar ortalarından yırtınıyor ama işittiğim sesler kötünün de ötesinde, Ayşe Ekiz, Melda Kuyucu Kılıç, Mehsem Özşimşir, Ayşen Birgör, yani çıkan kadınların hepsi, hiç eğitimsiz halimle ben bile onlardan iyi söylerim, erkeklerin ses aralığı daha geniş olduğu için kadınlarınki kadar sırıtmıyor, ama onlar da kötü, her yere torpille adam alabilirsiniz ama sanat söz konusu olduğunda fena sırıtıyor, her yere, her deliğe akp li yerleştireceğim diye uğraşırsanız olacağı bu, son on yılın sanatçıları, yaşları küçük, gençler, yazık olmuş, haybeden maaş alıyorlar, öyle az buz da değildir üstelik, sanatçı tarifesinden, sekreterlik maaşından iyi, gerçi onlardan olsa olsa sekreter olur, milletin çektiği müzik cefası ise artusı, iyi müzik dinleme hevesim kursağımda kaldı, hangisi hangi akp li bakanın, milletvekilinin akrabası acaba, merak ettim, ne meraklıyım.

Eliz Avarığlu’nun sesi çok güzel mesela, kendi de öyle, çok güzel bir kadın, ama büyük olasılıkla Atatürkçü olduğu için kızakta, öne sürmüyorlar yani, öyle olmasa onun da olması gerek akşam sefasında veya başka programlarda, facebookta takipçisiyim, ancak çıktığı radyo programlarından bahsediyor, geçen yıl trt 1’de sıra sende’yi izliyordum, orkestra şefi Erdoğan’a beste yaptığını söylemişti, berbattı, o ayrı mesele, yapma da gör, orada durabiliyor musun, şarkı, türkülerin arasına gitarlar, rap’ler konuyordu, jüride tartışma yarattı bu durum, klasikçiler ve rapçiler arasında, jürideki kadın ani bir çıkış yaptı, “daire başkanın varken” diye başlayan, daire başkanıymış, öğrendik, trt kimlere emanet ortada.

***Bir hafta yazmadım ama 10 günde acısını çıkartmışım, buraya kadar 4300 kelime ile, ayın 16’sı, var mı benden daha çenesi düşük bu alemde. Buna geveze deniyor.

***”En yakınına bir dirhem ilaç olmayanın, dünyayı kurtarırcasına facebookta yayınlar yapmasına bayılıyorum” demiş bugün biri facebookta, bazen iyi, özgün laflar da dolanıyor facebookta. Çoğu klişe olmakla beraber. “Emek harcadığımız insanların gün gelip bizi harcamasından korkuyor insan” denmiş yine bugün, bu özgün değildir herhalde.

***Kestaneyi yüksek ateşte arada sallayarak pişirmek daha iyi, tuzda nemli kalıyor. Düz, uzun çizik için, bombeli yerinden, tırtıklı bıçağın üstüne yumuşak bir tutaç, bez koyarak, bastırarak kesmek daha kolay.

***Kalça kırığı, yatak, emboli, felç, yatak yarası ve son, bu sıralama olağan bir sıralama, kalça kırığı diyip geçmemek gerek. Kara, buza dikkat, tam zamanı, eller cepte gezmek yok, düşerken el kırılırsa çaresi var da kalça kırığının şakası yok.

***Neyse ki ezgiler ve nağmeler programlarında iyi şarkılar, şarkıcılar var, onlar eski sanatçılar ve fark ortada, bütün gün Türk müziği dinliyorum, türküler, şarkılar, kulaklarımın pası silindi, özlemişim.

***Temizlik yapmaya üşenmiyorum da şu elini suya sokup çıkarmaya sinir oluyorum, bez yıkamaya yani, birde temizlikten sınra ellerimin pırtık pırtık olmasına, temizlik eldiveni giymeyi de sevmiyorum, buna bir çözüm aradım ve buldum, viledaya temiz, yeni paspas taktım, boyunu bir derece kısalttım, üçte bir oranında, ve aynaları, dolap dış yüzeylerini, deri sandalye ve koltukları sildim, toz alınan yüzeyleri sildim, bugünlük bu kadar yeter diyerek kalanını bıraktım, yarın da kapı ve camları sileceğim, inşallah, çok pratik oluyor, bezle temizlik yapmaya göre yani, böylece ellerim de pırtık pırtık olmadı. Viledam pedallı olanından, sıkması çok kolay, ve sıcak suyun içine cif yüzey temizleyici koydum, yani yer temizleyici.

***Yaaa. ben çok eğleniyorum burada yazıyor olmaktan, sizin için sıkıcı mı bilemiyorum elbette, doğrucu davut, deli dumrul, aklına estiğini söyleyen, hepsi denilebilir hakkımda, hiç umurum değil, her telden çalıyorum çünkü, ben buyum. Hayat her telden çalıyor zaten.

Bu emlak piyasası kafayı yemiş, dün biraz ev baktım, 20 yıllık normal bir 3+1’e 500 binden açıyorlar ağızlarını, yenisi milyon, milyon, neymiş o semt değilde bu semtmiş, semt dediğim bilkent, bu semt olunca boynuzlarım mı çıkıyor sanki, başka bir semte gitsen daha alası taş çatlasın 300 bin, aynısı 200 bin, ne aptallık, hani çocuklarımın okulları dert olmasa toplarım tası tarağı giderim de, işte o dert, her gün saatlerce trafikte kalmalarına gönlüm razı değil, ayrıca benzin bedava değil, burası okullarına yakın,nher yönüyle düşünmek gerekiyor, yoksa giderim, ne olacak ki, ne kimseyle kıç germek gibi bir iddiam var ne de hırsım, ayağımı yorganıma göre uzatmayı bilirim, onca örselenmiş bir hayattan sonra törpülenecek tarafım kalmadı zaten, bütün sivriliklerim vardıysa da yok oldu, burada oturacağım diye parayı duvarlara verip taş mı yiyeceğim,  o semt dediklerinin de insanları zaten bir kaknem, suratsız, hiç çekilmiyor, hepsinde surat 5 karış, çok lazımdı bana o semt, 3 kuruş paraları var diye bırunları havada hepsinin, ne komşu biliyorlar ne insan, gördüğün, konuştuğun akşamdan akşama bir apartman görevlisi, birde birine rast gelirsen girip çıkarken merhaba, başka bir şey yok, inek ahırı daha eğlencelidir, hiç değilse arada bir möö derler, gidince geri dönmeyeceğim ilk ev bu olacak sanırım, bir dost bulamadığım, her kaldığım evden hala görüştüğüm bir dolu eski komşum var.

Boşa koyuyorum dolmuyor, doluya koyuyorum almıyor, elbet bulacağım bir çaresini, yani ev meselesini. O serseriden aldığım, alacağım, gördüğüm, göreceğim bu kadardır, daha fazlası çıkmaz, o parayı vereceği yerleri bulmuş, ibne, Allah belasını versin, o yüzden iyi değerlendirmeliyim elimdeki parayı, elin beş para etmez kırk yıllık evlerini para ettirmemem gerek, yeni olmalı ileride de para etmesi için, ve pahalı olmamalı, rastlar elbet, Allah büyüktür.

Arabam yok ki çıkıp gezeyim, arabalar çocuklarımda, benzin de bedava değil, ama istesem oğullarımla birlikte gider, dönerlerken dönerim, gerekli olmadıkça gitmiyorum, deli miyim her gün gezeyim, ne var her gün gezecek, ikinci gün gitsem sıkar, boş yere kendimi yoramam, hem ben gezersem evdeki işler ne olacak, yemeği kim yapacak, hem onca iş yapıp hem atlı gibi gezecek kadar enerjim de yok artık, eskiden olsa hepsine yetişirdim, şimdi zor biraz, oturuyorum evde tek başına, Allahın dağında, kuş uçmaz, kervan geçmez, semtmiş, çok bayılıyordum semtinize. Niye sıkıldığım, bu kadar yazdığım belli oldu mu şimdi;)))

***Kösem sultanın ikinci bölümünün ilk on dakikasına baktım, o kızın yüzünde hiç masumiyet yok, görünüş olarak değil, his, duygu olarak, kırk yılın fettanı gibi, hiç değilse yüzünde biraz masumiyet olsaymış, veya öyle bir tiyo verilseymiş, en azından ilk 1,2 bölüm, Hülya Avşar’ı güzel’e oturtamayınca Harry Potter karakterine dönüştürmüşler, artık o kadarı kendi tercihleri. Sonuç, dizi her açıdan fiyasko.

***Yaşı küçük ama tv’nin en büyük doktoru “bal dışında bütün şekerler zehirdir” diyordu geçen gün, bizim kanımız var, kanımızın da bir şeker dengesi, ne düşmesi iyi ne de çıkması, düşmemesi için sadece balla mı yetineceğiz, çok biliyorlar, alimlerin alimleri, benim gibi bir saftarozun biri bu söze inanıp tümden keserse şeker yemeyi, düşük şeker durumunda yaşamak iyi bir şey midir? Ağzı olan konuşuyor.

 

 

 

 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *