Press "Enter" to skip to content

Kadın, Acı Nisan’10

Hak yememek, Sezar?ın hakkını Sezar?a vermek. Eve lazım olanı camiye dağıtmamak ama lazım olandan fazlası varsa paylaşmak. Evrenden geleni evrene iade etmek, sonra geri dönüp sana gelmesini beklemek. Evreninin ritmine ayak uydurmak. Kimi zaman paranı, varlığını, kimi zaman ilgini, kimi zaman sevgini, kimi zaman zamanını paylaşmak. Doğadaki su döngüsü gibi. Doğaya verip doğadan geri almak. Aldığın sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirmek. Doğanın dönüşümü için elinden geleni yapmak. Sana verilen hayatı yeni hayatlara dönüştürmek. Dönüştüğün hayatlara karşı sonuna dek sorumlu olmak, kaypak davranmamak. Hayata getirdiğin hayatı en  öncelikliler listesine kaydetmek.

Evrene ?mutluyum, her şey yolunda? gönderisini gönderirken aklında soru işaretleri olmamalı. Evindeki açken, hayat verdiğin hayat, sen tok olduğun için şükredemezsin. O sana muhtaçken sen onun yanında olmalısın, onun bunun yanında değil. Tek başına kurtuluş yok, asla. Döner gelir bulur seni bir köşe başında, mutlaka. Doğanın döngüsüne karşı gelen doğayı karşısında bulur, hiç beklemediği bir anda. İşin ters gider, sen daha neler olduğunu anlayamadan. Tepetaklak olur dünyan.

Sevgi sözcüklerini, sevginin sıcaklığını rafa kaldırıp, seksi otomatiğe bağlamak. Karşındakinden alacağını motorlu taşıtlar vergisiymişçesine almak. Aşksız, sevgisiz devinmek. Bittiğinde olduğun yerde sızıp kalmak. Alelade bir hayvan gibi. Sıradan, biteviye, sorgusuz, sualsiz. Seksi bir alışveriş meselesi olarak görmek. İlişkiyi sevgi üstüne değil de karşılıklı çıkar alışverişi zeminine oturtmak. Öpüp koklamanın, sevgiyi paylaşmanın yerine parayı koymak. Maddi olarak verdiklerinin karşılığı olarak seksi isteme hakkını kendinde görmek. Gerçekten paylaşıyorsan eğer, hayatını paylaştığın kadını hayat kadını konumuna düşürmek. Elindeki gülün her geçen gün biraz daha solduğunu görmek için çaba göstermemek. Solduğunda seninde koklayamayacağını görememek. İlişkiyi tazelememek, nefeslendirmemek. Başladığı günkü gibi devam ettiğini varsaymak. Aldım, benim, bitti, diye düşünmek. Sonsuza kadar bu şekilde devam ettirebileceğini düşünmek. Ne büyük bir gaflet!

Beni istiyor musun, benden istediğin nedir, hayatından memnun musun, benimle mutlu musun, benimle olmak seni mutlu ediyor mu, 15 yıl, 20 yıl önce tanıdığım kişi misin yoksa değiştin mi, değiştiysen seni ben mi değiştirdim, benim katkı payım nedir, bu değişim sana neler verdi, neler aldı, ben senin için, bu ilişkinin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için ne yapabilirim ve en önemlisi de bu ve benzeri konularda sen ne düşünüyorsun? Kendi kendine sorabileceğin ise, ben hala bu soruları sorabilecek konumda mıyım? Yoksa o treni kaçırdım mı? Bu soruları sormaya hala hakkım var mı? Bunun için çok mu geç? Yada hala ?aman canım sende, sormasam ne olur, eti de benim, kemiği de? formatında mısın? Kolay gele!

Kaç ilişkide işler bu biçimde veya diğer biçimde sürüyor? Kaç ilişki sorgulanıyor yada sorgulanmıyor? Kaç ilişki mutlulukla yaşanıyor? Kaç ilişki evrene mutluluk sinyalleri gönderiyor ve bu sinyaller katlanarak onlara geri dönüyor? Evren mutluluğumuzdan mutluluk mu alıyor yoksa bitip tükenmez  mutsuzluğumuz karşısında evren de çaresiz mi kaldı?

Bizimle birlikte evrenin içi de mi kan ağlıyor? Bizim taşımakta zorlandığımız bu yük evrene de ağır mı geliyor? Biz sadece bir tanesini taşımakta zorlanırken evren binlercesini, on bin, yüz bin, milyonlarcasını taşıyor bağrında, içi burkularak. Bu yüzden mi kızgınlıklarını dışa vuruyor ara sıra? Taşıyor, köpürüyor, deprem oluyor, sel oluyor. Eriyor için için buzullarda. Kendini anlatmaya mı çalışıyor bize? ?Siz mutlu olmazsanız bende mutlu olamıyorum? demeye mi çalışıyor? ?Benim yaşam gücüm bu, sizi mutlu olarak görmek, ancak böyle olduğunda varlığımı ve varlığımızı sürdürebilirim? mi diyor?

Şimdiye kadar hep o bizi dinledi. Derdimizi, tasamızı, yaşadıklarımızı. Artık bizim onu dinlememizin zamanı geldi diye düşünüyorum. Kulak vermeliyiz evrene. Duymalı, hissetmeliyiz evreni, hissettiklerini. Mutlu sesler istiyor bizden. Mutlulukla çınlayan sesler. Ağlayış, yakarış, feryat seslerinden, sesli, sessiz çığlıklardan bıkmış, usanmış. Tıpkı bizim gibi, son raddesine gelmiş, dayanamıyor. Bitmeliymiş bu hengâme, keşmekeş. Öyle söyledi bana. Onu dinlerseniz size de söyleyecek aynısını. Bitmezse devam edemeyecekmiş artık. Kendi kendini, dolayısıyla da bizi yok edecekmiş, hiç istemeden.

?Bu böyle bilinmeli? diyor.

Açık mektup;

Seni gün içinde aramamı istemiyorsan ki istemiyorsun, bu açıkça belli, kimi aramamı istersin? Sence kimi aramalıyım? Seni mi, yoksa bir başkasını mı? Aramamalı, aranmayı beklememeli, sadece geceleri vazife başında mı olmalıyım sence? Ben kalpsiz miyim? Benim yaşadıklarımı paylaşacağım birine ihtiyacım olamaz mı? Benim sevildiğimi, önemsendiğimi, birlikte olduğum kişi için önemli olduğumu bilmeye ihtiyacım var. Hem de her zaman. Yani o kişiyle birlikte olduğum sürece. Bu benim en doğal hakkım. Seninle paylaştıklarımın bana en önemli geri dönüşü bu olmalı. Ben senin seks kölen değilim. Olmayacağım. Asla. Bana bir fahişe* gibi davranamazsın. Seni bundan men ediyorum.

Beni ben olmaktan vazgeçiremeyeceksin. Yatağımı paylaştığım insanla hayatımı da paylaşmalıyım. Yoksa ben, ben olmaktan çıkarım. Bütün dengelerim bozulur, alt, üst olur. Ben kendimi böyle bir ilişkiye göre programladım. Birlikte mutlu oluşa göre. Böyle düşünüp böyle hayal ettim, çok öncesinde. Senden çok, çok önce. Kişiliğimi, kendimi oluştururken. Şekillendi o. Bozamazsın. Bunun dışına çıkmam, çıkamam. Çıkarsam ben, ben olamam. Bu durumda sen benimle değil benden türettiğin başka biriyle birlikte olursun, gerçek bana asla ulaşamazsın. Ve gerçek benliğim önünde sonunda senden uzaklaşır, kendi ölçütlerine uygun birine doğru yol alır. Buna engel olamazsın.

Her Allah?ın günü her türlü emeğimi kullanacaksın, doğurup büyüttüğüm, her eziyetlerine tek başına katlandığım çocuklara çocuğum diyeceksin, onlarda sana baba diyecekler, canımı alacak, canın çıktı demeyecek, ele geçirdiğin otoriteyi hep kendi lehine kullanacak, sonra gelip ne yapıyorsun akşama kadar diyeceksin. Sen yanlış trene binmişsin. Bu tren o bölgeden geçmez. Bir sonraki treni bekle, belki o geçer. Şansına. Bi denersin şansını. Ağzının yolu benimle bir olmayan, benimle yiyip içip, benimle yaşamaktan tat almayan bir adamla ben hayattan tat alamam. Üzgünüm ama bu olanaksız. Sen onunla bununla yiyip içmeyi biliyorsun da ben sensiz yaşamayı bilemiyor muyum?

Bundan böyle biriyle birlikte olmak için tek şartım benimle birlikte olmayı istemesi. Benim hayatında var olmamı istemesi. Hayatında bana yer vermesi. İnanın benim onu isteyip istememem çokta önemli değil. O beni istiyorsa ben onu havada, karada isterim. Beni hayatında istemeyen, hayatında bana yer açmayan biriyle asla, asla, asla birlikte olmayacağım. Bunu hissettiğim an o kişiden her ne olursa olsun uzaklaşacağım. Buna söz veriyorum.

Sevenlere vereceğim sevgimi. Kör, topal, cahil, okumuş hiç fark etmez. Bir gün istenmediğimi hissedersem geri almak koşuluyla.

*Fahişe sözcüğünü aşağılayarak kullandığım için bütün fahişelerden özür dilerim. Belirtmeliyim ki, aşağıladığım fahişeler değil, fahişelik sistemidir. Hiçbir fahişenin isteyerek o çarkın içinde yer aldığını sanmıyorum. Aşağılanması gereken bir şey varsa bu fahişeler değil, var olan o sistem ve o sistemi öyle ya da böyle destekleyenlerdir.

 

Kadın olimpiyatları, Kasım’10

Hepsinin saçları yanmış, gencecik kızlarla dolup taşıyor kuaför dükkanları. Saçlarında 5 metre kaynaklar, çıtçıtlar, karman çorman saçlar, uğraş dur, işin yoksa. Hala fön peşindeler. Ben daha güzelim, ben en güzelim. Hepsi birbirlerinin diğer kopyası gibi. Saç şekilleri, makyajları, vücut biçimleri. Güzeller Allah için, ama ne çıkar? Akıl fukarası diycem, demek istemiyorum ama öyleler ne yazık ki! En azından görünüşleri itibarıyle.

Yazık. Ne hale geldik. Yanlış ifadelendirdim. Çocuklarımızı ne hale getirdik. Biz büyürken okuyun denirdi, okuyun da ne olursa olsun okuyun. Kitap okuyun, okul okuyun, akıllı olun denirdi. Erdem denirdi, onur denirdi, kişilik denirdi. Namus, şan, şeref denirdi. Nerede bunlar, bunları söyleyenler? Şimdilerde ne deniyor da çocuklarımız bu hale geldi? Bizler neler diyoruz çocuklarımıza ki çocuklarımız bu halde?

Hayata tek bakış açıları var sanki. Güzellik. Onun dışında hiçbir vasıfları yok, olmasına da gerek görmüyorlar gibi. Güzellikleri ellerinden gittiğinde neye tutunacaklar merak ediyorum? Tek düşünceleri paralı bir kocaya kapaklanmak. En başından bu kadar ödün verirsen 1-0 yenik başalmış olmaz mısın hayata? Hayata bir başkasının elleri ile değil kendi aklınla, kendi ellerinle sıkı sıkı sarılsan daha kolay olmaz mı sence? Bugün seni parası ile satın alan paralı koca yarın bir başkasına gözünü dikemez mi? Alıştıran sen olmuş olmuyor musun kocanı birilerini satın alma işlemine? Ne garantisi var? Bu kadar basit olmamalı hayatın anlamı, sence?

Hem önce güzelsin derler, sonra daha güzeline göz dikerler. Aradan zaman geçince ‘neden süsleniyorsun, yaşlanmayacak mısın’ derler. Yaşlanmayanlar sokakta gani, gani. Analar kimin için doğuruyor? Sen süslenmesende olur artık. Tişörtünün iç kısmında fondöten yada uzun bir saç ile gelebilirler günün birinde. Tişörtünü elinde yıkamak, fondöten lekesini çıkarmak zorunda olan kişide sen olursun. Yemeğini beğenmezse beğendiği yemeği beğendiği yerde yer, öyle gelir evine. İstediğini senden alamazsa istediğini verecek birini bulur kendine. Ben merkezliliklerine istesende engel olamazsın. Başına buyruktur erkeğin doğası, sınır tanımaz. Sen sınırladım sanırsın, o bildiğini okumaya devam eder. Kadınlar kendini sınırlı tutmak konusunda daha gelişkin.

Salt güzellik yeter mi sence bir ilişkiyi sürdürmek için? Emek ister, çaba ister bir ilişkiyi sürdürmek. Bir erkek bir kadından sadece güzellik istemez. Çocuk ister, yemek ister, çamaşır, bulaşık, temizlik ister. Ojeli ellerle bebeğinin altını temizleyemezsin kızım. Çocuk ister, olunca çeker kendini kenara, ‘ben mi istedim, ne halin varsa gör’ der. Okula götürülmesi gerekir; ‘servis şoförü ne uğraşacaksın dedi’ der. Düşünürsün o servis şoförünün bir etkisi var mıydı o çocuğun oluşumunda diye. Çocuğunu doyur dersin, ‘ben bu yaşıma kadar onları yemedim, o da benim yaşıma gelince yer’ der. Seni elde edene kadar çikolatalarla besleyen adam sormaz bile sen yemeli misin, ne zaman yemelisin? Sen var mısın ki? Sen kimsin? O’nun eline bakan bir kaşık düşmanı. Sorgulamaya başlarsın hayatı. Ne oldu, neden oldu, bunlar neden böyle yaşandı. Sen onun gözüne batmaya başlarsın, o senin gözüne batmaya başlar. Dişler bilenir, kılıçlar çekilir.

İşte o zaman anlarsın neden sana ‘oku’ dendiğini. O zaman dank eder gerçekler. Tek başına ayakta durabilecek kadar güçlü olman için oku dendiğini anlarsın. Pembe rüyanın sonu gelmiştir artık. Değişmeyen tek gerçeğin değişimin devamlılığı olduğunu bir kez daha anlarsın. Yenilenmeli, tazelenmelidir hayat. Kimbilir kimlerle, nerede? Bu bilinmezlik, bu heyecan değil midir insanı ayakta tutan, kendine çeken, yaşama dürtüsü veren? Belki de insanın doğasına aykırıdır yinelenmek, yenilenmemek. İçten içe özgür kılınmayı istediğini hissedersin. Bu sonu kendinin de istediğini, adım adım bu sonu kendinin de hazırladığını, bu sona hazırlandığını..

Bu nasıl bir yarışa sokulduk anlamıyorum. Güzellik saplantısı kadınların hayat amacına dönüştü. Evet, doğru, bu artık hepimizin hayatında bir saplantı oldu. Herkes fotomodel mi olacak? Herkes Sandra Bullock olacak diye bir şart mı var? Köle pazarından farksız, seç seç beğen! Varlığımızın tek amacı güzel olmak olamaz, olmamalı. Beyinlerimiz kaç faktörlü deterjanlarla yıkandı belli bile değil. Yemeyip içmeyip bütün parasını kuaförlere akıtan kadınlar tanıyorum. İş çığırından çıktı. Kırkından sonra saz çalıyor kadınlar! Yaşlılık tedavülden kalktı. Şimdi herkes 20?lik. Eskiden 50 yaş yaşlıydı. Şimdi hala genç kız.

Eleştiriyor muyum? Kınıyor muyum? Asla. Bende aynı çizgide ilerletiyorum hayatımı. İnsanın yaş alması hayattan el etek çekmesi için bahane olmamalı. Siz ne kadar bırakırsanız hayatı oda sizi bırakıyor. Ben 20 yıl önce yaşayan benden farklı bir ben değilim ki! O ben bakımlıydı, kendini güzel hissederdi, kendine özenirdi, makyaj yapardı. Şimdiki benin neden farklı olması, dünyadan, dünya nimetlerinden el etek çekmesi bekleniyor?

Biz aynı kişiyiz, 20 yıl önceki ben ve şimdiki ben. Hangi yaşta olursam olayım, dıştan nasıl göründüğüm iç dünyamı yansıtır. Dışarıdan bana yansıyanlar ise iç dünyamı zenginleştirir. Bu her yaş için geçerli. Yaşının güzeli olmak yeterli. Herkes yaşlanacak! Torpili olan var mı? İnsan doğar, yaşar ve ölür. Bu esnada yaşı ilerledikçe yaşam kalitesi düşer diye bir şey yok. Bu biz insanların hüsnükuruntusu. Sadece aşırıya kaçmak konusunda endişeler taşıyorum. Bu endişem ise her yaş için geçerli.

Biz cinsel meta mıyız? Önce insan, sonra kadınız, anayız, anneanneyiz. Birilerinin eğlence aleti değiliz biz. Sizi olduğunuz gibi kabul etmeyeni sizde olduğu gibi kabul edin ve çıkarın hayatınızdan, olsun bitsin. Arasın bulsun nerede buluyorsa aradığını. Bu kadar basit. Ve doğru insanı alın hayatınıza. Yoksa da bulmak için kendinizi paralamayın.

Bırakın ucunu biraz. Koy verin gitsin. Bizim tek gailemiz güzellik değil ki! Hayatı var eden bizleriz. Bu işten sıyrılmamıza imkân yokken yükümüzü daha fazla arttırmanın bir anlamı yok. Sandra Bullock bile her gün Sandra Bullock değil. Olamazda zaten. Ayrıca olmamalı. Herkesinki can. Her gün iki dirhem bir çekirdek, dört dörtlük olmak öyle kolay bir iş değil. Ben kendi adıma dağıtmayı çok severim. Bir gün kendimle ilgilenirsem üç gün sallarım. İşim mi yok? Hızlı yaşayıp cesedim yakışıklı olsun diye hiçte kendimi paralayamam. Buna can mı dayanır? Zaten erken çöküverirsiniz, ondan sonra ne kadar süslenseniz beş para etmez. Her şey kıvamında, yerine göre.

Sabahları bir çıkıyorum, sabahın 8?inde bütün kadınlar makyajlar ful, saçlar yapılı, üst, baş o biçim, buz gibi havada incecik çoraplar, 5 metre topuklar nedir, nereye koşuyoruz? O saate ben dişimi anca fırçalamış oluyorum, ne makyajı? Bu yarışın sonu, varacağı hedef ne? Onu merak ediyorum. Genç kızlar neyse, evdeki işlerini anneleri yapıyor. Kadınlara ne demeli? Çocuğuna mı yetişsin, süsüne püsüne mi, evinin işine mi yoksa çalıştığı işe mi? Yazık canlarına!

Ne rahatmış annelerimiz. Evinin işini yapar, alırmış eline el işini, yallah komşuya oturmaya. Adı bile oturma, dinlenmek için. Şimdi öyle mi? Kıyasıya rekabet. Sen daha güzel, ben en güzel. Bırakın gözünü seveyim, canınızı yolda mı buldunuz? Mankenler, tv?dekiler didinsin, uğraşsın her gün. Onlar bile tek başına altından kalkmıyorlar ki bu işin! Kırk kişiden yardım alıyorlar. Önce can!

Kadın, anne olmak

Şu an yeniden başlasam hayata yine çocuklarımla haşır neşir olmayı, acıyı, tatlıyı, zorluğu onlarla paylaşmayı, her an onların yanında olmayı tercih ederdim. Eğitim, iş, para, kariyer hiçbirini umursamadım, umursamam da. Eğitim aldım diye dilediğim gibi annelik yapma hakkım elimden mi alınacak? Çok umurumdaydı o aptal diploma. Benim hayatta alabileceğim en güzel diploma sağlıklı, akıllı çocuklar yetiştirmektir. Ben annemin güvenli kanatlarının altında büyüdüm. Benim çocuğumun da benim kanatlarım altında büyümeye hakkı var. Hangi çocuk annesinden bir başkası tarafından büyütülmek için dünyaya gelir ve dünyaya gelmeyi ister? Sevgiyi paylaşmak için gelir dünyaya her ruh. Ne için gelsin? Onun bunun elinde, bakıcılarda, kreşlerde itelenip kakalanmak için değil. Kim onu annesi kadar, sevebilir, koruyabilir, sıcak tutabilir? Anneyle büyüyen çocuk dengeli olur, hayata karşı daima daha dik durur. En ufak rüzgârda, sarsıntıda yerlere yapışmaz.

Eğlencelik çerez değil çocuk yapmak. Kendini tatmin için yapılmamalı çocuk. Ya da ?ben çocuk yaptım? demek için. ?Onda var bende de olsun? için hiç yapılmamalı. Ciddi bir sorumluluk, verilen en önemli söz. Dünyaya gelen her ruh, Allah?ın nuru, kendi içinde her türlü donanıma sahip, bütün nitelikleri kendine özgü bir birey. Çocuk deyip geçilmemeli gerçekten. Bu sorumluluğun gerektirdiklerini severek ve isteyerek yerine getiremeyecekseniz, çocuğunuzu onun bunun eline atılacak bir oyuncak olarak görecekseniz, sırtınızda bir kambur olarak hissedecekseniz, size fazla gelecekse, hayatınızın merkezine oturtamayacaksanız yapamayın çocuk. Sonuç sizin içinde hüsran olur, çocuk içinde. Her işin başı sevgi. Herkes çocuk sahibi olacak diye bir şart yok. Korunmanın bin bir türlü yolu var. Bu konuda bir zorundalık yok, var mı?

İlk çocuğum doğduğunda uyurken bile yanında oldum, O?nu seyrettim, uyanana dek, hiçbir anını kaçırmamak için. O uyurken iş yapmam gerektiğinin farkına bile varmamışım. Öyle güzel uyuyordu ki, hayran kaldım eserime, hala hayranım. Görülebilecek en güzel tablo. Gözlerim hala bir başka bakar O?na, O?nun gözleri de bana. Birbirimizin varlığından mutlu olduğumuzu hep biliriz, dile getirmesekte. Bu ilişkiyi kurabilmek zaman ister, sevgi ister, emek ister. Çocuğunuz 15 yaşına geldiğinde kuramazsınız bu ilişkiyi. Ne kadar çabalasan boşa. Peyderpey gelişir bu ilişki. Güvenle her geçen gün biraz daha çoğalır. Uzadıkları her santimi aynı gün fark ettim çocuklarımın. Kendi boyum uzamışçasına sevindim her uzayışlarında. Onlarla güldüm, onlarla ağladım.

Çocukken belki her gün pirzola yemedim ama yediğim yemekler hiçbir zaman küt diye önüme konmadı. Sevgi aldım onları yerken. Öyle lezzetliydiler ki! Kolay hazmettim. Annem bana pirzola alabilmek için çalışsaydı ve ben her gün pirzola yeseydim inanıyorum ki, damak tadım ve kişiliğim bu denli gelişkin olmazdı. Hala hayattan tat alabiliyorsam bu çocukluğumda annemin bana kattığı tattandır. Seni seviyorum anne. Her çocuğun annesinin hazırladığı kahvaltıyı etmeye, annesine doymaya hakkı var. Kafasını çevirdiğinde ?anne? diyebilmeye, kendini sağlam bir zeminin üstünde görmeye hakkı var. Televizyonumu vermiyorum kimseye ödünç, çocuğum daha mı değersiz? Bu benim bakış açım, benim hayatım.

Kadınlar çocukları için hayatın dışında mı kalmalı? Bunun cevabını ben veremem. Bu konudaki yetkili merci ben değilim. Bunlar benim naçizane düşüncelerim. Her kadın kendi cevabını kendi vermeli. Benim hayatımın merkezinde hep çocuklarım oldu, bundan sonrada öyle olacak.

Birilerinin üstüne titremek, her an onlara göz kulak olmak, acısıyla içi yanmak, sevinciyle göğe ermek, bir an için gözünün önünden kaybolduğunda, kaybettim sandığında deliler gibi aramak, bulduğunda derin bir oh çektikten sonra sevinmek yerine kızmak, sonrasında ise saatlerce karnında hiç oluşmayan kramplar hissetmek. Ben ve abisi yana yakıla O?nu ararken bizim küçük hanımefendi meğerse scooter?ıyla ufak bir özgürlük turuna çıkmış 5, 10 bilemedin 15 dakikalık süre içinde, Ahlatlıbel?de. O 5, 10, 15 dakikayı gelin bir de bana sorun. Ömrümden ömür gitti. Uçurtma uçuran diğer abisinin yanına gitmiş. İş bitip kızgınlığım geçince soruyor çaktırmadan, ?hangi abisinin yaşına gelince gidebilirmiş kendi başına, 13 mü, 15 mi, çok zevkliymiş, süpermiş?.

Ne diyebilirim ki, haklı çocuk. Birazda kendi bildiğince uçmak istiyor. Anasının kızı. O?nun yaşındayken sabah bir çıkardım evden, çıkış o çıkış. Bütün gün dağ, bayır, dere, tepe o köy senin bu köy benim, ben tek başına doğa yürüyüşlerinde. Benden daha mutlusu yok. Heidi halt etmiş. Heidi?den gördüm desem, orada daha televizyon yok. Hoplaya zıplaya, ıslık çalarak. Benim diyen erkek çocuğu gidemez gittiğim yerlere. Saatlerce yürüdüğüm patikalarda bir Allah?ın kuluna bile rastlamadığım günler olurdu. Akşam döndüğümde korkardım biri kızar mı, azar işitir miyim diye. Bakardım ne telaş eden var, ne de saçını başını yolan. Annemde ben yedincisi var 9 çocuk, bir ton iş. Akşam nasıl olsa geliyorum. İçi rahat. Rahat olmasa ne yapacak? Bütün gün peşimde dolanacak değil ya. Ertesi gün yola devam.

Şimdi gitsem, yine giderim, korkmam, ama o tadı olmaz. Hiç korkmazdım. Tek korkum ?şehitlik? denen mezarlığın yanından geçerken olurdu. Koşa, koşa geçerdim her seferinde. Kalbim küt, küt atardı, deli gibi. Peşimden ölüler kovalıyor sanırdım çocuk aklımla. Şimdilerde ölüden değil de diriden korkuluyor. Diriler ölüden beş beter. Kızabilirsen gel de kız kızına. Şimdiki çocukluk, çocukluk değil, maskaralık ama elden ne gelir? Anlaştık kızımla, bundan sonra bir tur atıp hemen dönmesi koşuluyla. O?na güvenmeliyim ki günü geldiğinde O da kendine güvenebilsin, benim gibi.

Böyle dedim ama yapamadım dediğimi. Kızıma güvenmediğim için değil, dirilere güvenmediğim için. Her zamanki gibi o scooter?ında, ben O?nun peşinde.

Çocuk büyütmek uzun ve zorlu bir süreç. Annemin deyişiyle ?tay at olana kadar sahibi mat oluyor?. Hep el bebek gül bebek değil. Her gün laylaylom, canım cicim geçmiyor bu süreç. Çocuk deyip geçmeyin, zordur bu iş. Çocuğun hiperaktifi var, söz geçmeyeni var, birbiriyle anlaşamayanı var, küçüklük çağında yemek yemeyeni var, var da var. Bu işinde iyi günü var, kötü günü var. Annedir, kızsa, kızsa ne kadar kızar? Can onun canı. Bir annenin çocuğu için yaptığını 5 kadın bir araya gelse yapamaz. Anne hem evinin işini yapar hem de çocuğunu gözünden sakınır. Anne olma içgüdüsü bambaşka bir şey. Her kadın kendi yavrusuna kuluçka. Hiçbir kuluçka bir başka kuluçkanın civcivini sahiplenmez, civcivlerinin arasına girerse derhal kovalar onu. Doğanında kanunları var kendi içinde.

Anne olmak bana göre bu. Kendinden vazgeçmek demek. Çocukların için yaşamak demek. Bir kez daha şükürler olsun Allah?ıma bana anne olma duygusunu yaşattığı için.

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *