Press "Enter" to skip to content

Günlük 4a kasım’17

***Bir ay daha bitti, geldik kasıma, dünden beri soğuk, kış geliyorum diyor, bugün 6 kasım, azıcık kaytardım, gelelim birikenlere, biriken de bir şey yok aslında, var da yok, osman müftüoğlu bu hafta saç boyası meme kanseti yapıyor dedi, ingilizler açıklamış, ben bunu diyeli çok oldu, sadece meme değil lenf kanseri de yapıyor saç boyası, bu gibi haberler söyleniyor, sonra bir süre unutuluyor. unutturuluyor, sonra yeni bir haber gibi sürülüyor piyasaya, şişme haber, vücutta üç dakikadan fazla duran şey vücut tarafından emilir dedi osman müftüoğlu, krem, şampuan, boya vs, doğal boya kullanın dedi, doğalı ne kadar doğal ki, ne zaman saçımı boyayacak olsam, ki doğalıyla, saçımın hacmi yarıya iniyor, olmayan saçın rengi çok mu önemli, sora yok şuradan ayır, yok buradan ayır ki kabarık görünsün derdine düşüyorlar, günlerdir ankaranın üstü, üst kısmı görünmüyor, kirlilikten, hava kirliliği, bir aydır, koca bir tabaka var sanki şehrin üstünde, şehre doğru giderken geri geri gidesim geliyor, dün epeyce yağdı, temizlenmiştir, iki gün sonra yine aynı olur, toplu ölümler olmazsa şaşmak lazım, bugün temiz olması lazım ama bugün de sis var, yine görünmüyor uzaklar, uzun zamandır yağmur yağmıyordu, yaz bitti bir damla su düşmedi ankaraya, barajlar boşalmış olmalı, yine kızılırmak suyuna dadanmış olmalı ki melih gökçek diyeceğim, garibim o da gitti, geçen gün yeşillik yıkıyorum, bir türlü temizlenmiyor, üç su, beş su derken sonunda akıl edip doldurup duru suya baktım, resmen çamur, çamur akıyor musluklardan, sapsarı, son on, yirmi gündür banyoda kaşınmaktan banyo edemiyorum, her yanıma ince ince iğneler batar gibi her yanım kaşınıyor, çıldırtıcı bir kaşıntı, sudan çıkınca geçiyor neyse ki, kızılırmak suyundandır, başka ne olacak, pkk köpekleri yine azmış, ölümler çoğalmış, amerikanın pyd ayağına verdiği silahlar işe yaramaya başladı demek ki, dışarda hain, içerde hain, ki eski kalık solcu bozuntuları oluyorlar onlar, pkk kudurmasın da kim kudursun, ellerindeki kan izlerini kendilerine, ellerine yakıştırıyorlar mı acaba eski kalık solcular?

Hastanedeki çocukları hatırlıyorsunuz değil mi, değneğini düşürüp yerden alamayan genci, kolundan mermi yemiş genci, muşta, neresi olduğunu bir türlü anlayamadığım muşta, konuşamadığı için hademelerce alay konusu edilen tekerlekli sandalyedeki eski askeri, baba oğul konuşmasını, hiç bitmeyecek olan bir konuşma, hepsi aklımda, şu an gibi, içime kazındılar sanki, için kan ağlıyor her aklıma gelişlerinde, o kısacık zaman diliminde neler görmüş, yaşamışım, bu da hayret verici, şimdi onlara yenileri, yenileri ekleniyor, ameliyathaneler hareketleniyor, doktorlar koşuşturuyor, kafasında ameliyat izi olanların sayısında artış oluyor, biz ne yapıyoruz, seyrediyor, görüyor görmezden geliyor ve yaşıyoruz, herkes için hayat devam ediyor, kanıksadık mı yoksa aptal mı olduk bilemiyorum. o çizgiyi de siz belirleyin artık, herkes kendi adına belirleyebilir bunu.

Et fiyatları inmek bilmiyor, peynir, tereyağı, süt te öyle, hayvansal besinlere elveda dedirtmeye çalışıyorlar bizlere, ne kadar az b12 o kadar çok aptal ne de olsa, yani akp oyu, ver makarnayı yesinler taktiği iyi tuttu, benzin otomatiğe bağlanmış artıyor, ki bakan öyle diyor, dolar zıvanadan çıkmış durumda, ne zaman ne kadar artacağı hiç belli olmuyor, şeker pancarı üreticileri kotadan dolayı ayakta, yani ithal şeker, mısır şurubu yüzünden, kömür işçileri ayakta, ithal kömür yüzünden, bizi ekmeksiz, aşsız bırakmaya çalışıyor akp, üstelik artık alenen, üstüne birde imam hatip dayatması yapıyor, adrese dayalı okul seçimiyle daha da güçlendirmeye çalışıyor imam hatiplerin elini, gidişat pek parlak görünmüyor ister içerden ister dışardan bakılınca, floridsiz diş macunu aldım, watsons ve gratislerde varmış, watsonstaki rocs marka, gratisteki split marka, ikisi de yaşil renkte, rocsun tadı daha iyiymiş, daha fazla aptallaştırılmaya engel olmak için, şekerden zaten vaz geçtik, o da aptallaştırıyor biliyorsunuz, kızımın da benim de yeme miktarlarımız azaldı şekeri bıraktık beri, o kadar az yiyoruz ki, o da ben de, geçen yıl doymak bilmeyen, okulda her bulduğunu yiyen, artı okulun yemeğini yiyen kızım bu yıl evden götürüyor yemeğini, her ihtimale karşın, ve çok az şeyle doyuyor, ki geçen yıl zayıftı bu yıl normal kiloda, bünye yakamayacağı kadar enerji aldığında vücudu mu yakıp eritiyor acaba, kasları, kasları yok olmuştu kızımın, bir açıklamasını bulamadım bunun ama beyaz un, beyaz ekmek, pirinç, pirinç pilavı ve şekerli şeyler, aşırı miktarda meyve yemediğiniz sürece insülin salgılanmıyor ve acıkmıyorsunuz, deneyin, görürsünüz, sakınacağınız şeyleri yazdım, belli, üç gün yapmanız yeterli bunu anlamak için, bunları yedikçe acıkıyor acıktıkça yiyorsunuz, bitmeyen bir döngüye dönüyor iş, ben durmadan anlatıyorum, her aklıma geldikçe, her bahaneyle, dilim döndüğünce, günahı vebali benden duyup aktarmayanların boynuna, bir yıl öncesine kadar, ki yaklaşık 8 yıldır yazıyorum burada, böyle bir gündemim, zorlamam var mıydı, yoktu, çünkü hayatımda böyle bir gelişme yoktu, aslında varmış ama farkında değilmişiz, benim de yapmak istediğim bu işte, farkına vardırmak, bu kadar, ufak tefek cinayetler bir yabancı diziden alıntı imiş, eğer öyleyse övgülerimi senaristten alıp yabancı senariste gönderiyorum, ama dizi her koşulda iyi, ve izlenir nitelikte, istanbullu gelin de öyle, bu yıl geçen yıldan çok çok daha iyi, çok duygusal, her yerde, herkeste aşk var, boş ver vurdu kurdıyı, gerçi çukurda da aşk var, ama aşkın en güzel hali ufak tfek cinayetlerde, aşkın savaş hali, hayat ne kadar bir savaşsa aşk ta bir o kadar savaş, yenmek te var yenilmek te bu savaşta, berabere gelmek te, ne diyor sarışın olan, beni aldatırsan seni terastan aşağı atar, arkandan da ah kocam, vah kocam diye ağlarım.

Benim çizdiğim kadar karamsar mı gerçekten ortalığın hali yoksa ben mi öyle görüyorum, bence bende bir yanlışlık yok, yanlışlık bu düzende, bütün bu karmaşanın içinde bile bir ahenk var, bir devinim, çocuklarımız büyüyor, seviyor, evleniyor, hayat devam ediyor.

***Bu ülkenin son 35-40 yılından haberdarım, bilinçli çağlarım olarak, 51 yaşındayım, böylesi zıvanadan çıkmış bir dönem ne duyuldu ne görüldü, 12 eylül öncesi için bile bunu söyleyebilirim çünkü 12 eylül evinde sağcı solcu olanı etkiliyordu, bu dönem herkes aynı kazanın içinde kavruluyor, hepimizi etkiliyor, eskiden grevler yapılırdı, hak için, maaş zamları için, şimdi millet onu geçti, hayat için direnişte artık, yoksa bir bir elden gidiyor her şey, kökümüzü kazıyor akp, buna ahdetmiş, kararlı, bizi amerikaya satmış, satıyor, imam hatipler bile bir amerikan projesiymiş, metin aydoğan yazmış, türk milli eğitimi ve abd başlığı altında, mahiye morgül yazmış, ismet yılmaz özel kurslara hayat öpücüğü verdi diye, okuyun bunları, şaşıracaksınız, ben şaşırıyorum, bir yandan egemenlik savaşı pompalanıyor, çıktık açık alınla, o kadar ki dizilere bile sıçramış egemenlik savaşı, geçen gün çocuklar duymasında 29 ekimi kutluyorlar ve bu ülkeye yine önü sonu bir Atatürk’ün geleceği, bu ülkeyi yine kurtaracağını söylüyorlardı, çorba olduk iyice.

***Bu karamsar tabloya bir yenisini daha ekleyeyim, dolandırıcılık almış başını yürümüş, millet geçimin, kolay geçimin kaynağını sonunda dolandırıcılıkta bulmuş, başka türlü geçinilemeyince, 1400 lira için bir ay çalış ve gel geçin geçinilebiliyorsa, haklıdır mı diyorum, yeri gelir haklıdır, hakkıdır yani, 1400 lira ile bir aile geçinmez, ayıptır, yazıktır, günahtır o insanlara, oğlum araba bakıyor bir süredir, arabasını sattı, yeni araba alacak, yeni değil ama ikinci el, o oldu bu olmadı derken dün sevinçle geldi, arabamı alıyorum, kaporasını da verdim, dedi, planlarını yaptı, yarın, yani bugün için çoruma gidecek arabasını alacakmış, çoruma yakın bir ilçedeymiş adam, lafta, oradan çoruma gelmek için kapora istemiş, 500 lira, göndermiş oğlum, kaz gelen yerden tavuk mu esirgenir, az sonra bir 500 daha istemiş, sıkıştım, lazım diyerek, oğlum bu sefer babasını arayıp sormuş, babaların babası gönder gitsin oğlum demiş, onu da göndermiş, mutlu mutlu eve geldi, konuştuk, bu yolla iyi para kazanırlar aslında, senet yok sepet yok dedim, bin lira, bir şey değil dedi oğlum, senin için bir şey değil, bir başkası için yüklü bir para dedim, aslına bakılırsa oğlum için de yüklü bir para, para yoldan toplanmıyor sonuçta, toplayanlar da var tabi, varmış yani, oğlum az sonra aradı ki telefon kapalı, ruhsat ta başkasının üstüne, bir süredir araştırıyor demiştim, birkaç kere daha oldu, olmuş böyle, telefonlar hemen kapanıyormuş, ilandan bir süre sonra, başkaları da aynı şekilde kazıklanıyorlar demek ki, sahibinden dolandırıcıların alanı olmuş, orada eski satılan arabaların ruhsatlarını kopyalayıp kendi arabalarıymış gibi satıyorlarmış, sonradan yine baktığında sıvasa yakın bir ilçe, tokata yakın bir ilçe ilanları gördü oğlum, tezgah aynı tezgah yani, ama çorum banko, ankaraya 3 saat şunun şurasında, işte böyle, gel de karamsar bakma böylesi bir dünyaya.

***Büyük oğlum azarlamış, niye parayı gönder dedin diye,”Bunu da öğrenmiş olduk, helali hoş olsun” demiş oğluma, bir kızıyor oğlum, birde onca senedir ticaret yapıyor lafta diyerek. parayı gönder dediği oğluma ise “oooo, ben ne paralar kaptırdım, bin lira bir şey değil, boş ver” demiş, az buz para kaptırmadı, haklı, kaç sefer, şimdinin kaç ev parası kim bilir, aptallığıyla övünen türünün ilk örneği, hayat yenen kazıkların değil aptallıkların bir bileşkesi bu durumda. Yine geçenlerde biri gelmiş çalıştığı yere, bir kadın, adıyla hitap edip bir miktar para istemiş, acele bir işi olduğunu, komşu olduğunu söylemiş birde, çıkarıp vermiş tabi ki, vermesin mi yani, kurt kocayınca kuzuların maskarası, anlatıp anlatıp gülüyorlar tabi ki.

Sen ne anlatırsan, ne kadar anlatırsan anlat karşındakinin aldığı, anladığı kadardır anlattığın şey, bu herkes için böyle, burada bile benim ne anlattığım değil sizin benden ne anladığınızdır mesele olan, bazen biri veya tv konuşuyor, bakıyorum, duyuyorum, ama kafa gitmiş bir yerlere, anlattığından bir şey anlamamışım, tv olunca iş kolay, sarıyorum geriye, olmadı bir daha sarıyorum, ancak söz konusu karşındaki insan olunca iş daha zor, söylediğini tekrarlatmak yani, olmadı bir dah olmuyor mesela, kızım bu huyumu çakmış durumda, beni duyuyor musun, dinliyor musun diye uyarıyor çoğu kez, sen ne anlatırsan, ne kadar anlatırsan anlat karşındakinin aldığı, anladığı kadardır anlattığın şey.

Geçen gün ben o zaman bayağı bir hastaymışım, şimdi düşünüyorum da dedi kızım, nasıl dikkat ediyor ne yiyip içtiğine, benden çok, her sabah okula götüreceklerini hazırlıyoruz birlikte, daha çok kendi hazırlıyor, ben kahvaltıyla uğraşırken, sık sık yoğurt götürüyor, bazen yanına yulaf koyarak, salata götürüyor, akşamdan kalmış ve sağlamsa, ekmek arası pek sevmiyor, götürmüyor, yine akşamdan kalan yemeklerden götürüyor, cam kaplarla, ben onun yaşındayken, yani lisedeyken her gün ekmek arası peynir götürürdüm, o kadar ki boğazımdan geçmezdi çoğu zaman, kuruluktan, kızım benden daha akıllı, ben aklımı peynir ekmekle yemişim, geçen gün kola, fanta ikram edilen bir yerdeydik, aynı anda ve aynı tavırda reddettik kola, fantayı, hiç aklımız o cola ve fantalarda kalmadan, aman da cola fanta diye sevindirik olmadık hiç, bizim için bitmiş o meseleler, o bozuk fantaların kokusu hala burnumda, tuvalette bile öyle bir koku olamaz, o kadar beterdi, koku diyince aklıma geldi, vücut kokularımız da karaciğerimizi ele verirmiş, tuvalette bıraktığımız koku, ter kokusu, ağız kokusu, ayak kokusu, vücudun genel kokusu ne kadar yoğunsa karaciğer o kadar kötü durumda demekmiş, yine bunu söyleyince anımsadım, geçen yıllarda kızım okul zamanı aşırı ter kokar, acı acı, odaya girmemle ter kokusu burnuma gelirdi, yazları kokmazdı, sınıftaki hareketten, sıcaktan olduğunu sanırdım, demek ki yiyip içtiklerindenmiş, şimdi yine okul zamanı ve geçen senelerdeki gibi bir koku almıyorum odada, oda spreyi gibi bütün odayı kaplardı acı ter kokusu, zaten hastalığın patlayışı da geçen senenin sonuna denk geldi, okul bitmek üzereyken, mayıs haziran aylarında, bütün bir yılın dolumu ile gerçekleşmiş patlama, gerek okul yemekleri gerekse ıvır zıvır sayesinde, gaz da öyle, sık ve kokuluysa bu da bir işaret, karaciğer alarmı aslında, vücut sinyalleri gönderiyor aslında her bir yandan ama anlayabilene, aslında o zaman ilk sinyali gazla verdi kızım ama biz böyle bir şey bilmediğimiz için anlayamadık, eğer o zaman şekere olan zaafını fark etmeyip şeker konusunda engel olmasaydım kızıma çok daha kötüye gidebilirdi durum, şimdi turp gibi artık, şükürler olsun, ağzına sürmüyor şekeri, kızım da dikkat etti, etmeseydi, beni dinlemeseydi, bu da olabilirdi, durdurulamayan, önlenemeyen çocuklar da vardır mutlaka, veya bunu fark edemeyen aileler, yani şekerden olduğunu, hadi bunu da geç iki kere kalbe gönderildik, bir çocukta iki endokrinde, tansiyon aralığı geniş diye gönderdiler, gitmedik, gitmiş olsaydık eğer kızım şu ana dek bir veya bir kaç kalp ameliyatı bile olmuş olabilirdi, bunları bir biz yaşamadık, bir dolu aile, insan yaşıyor, gittikçe de çoğalacak bu sayı, şu an bile az veya çok bütün evlerde yaşanıyor bu etkiler, bilmem farkında mısınız, benim kendimde duyduğum sorumluluğu siz de biraz olsun kendinizde duyuyor musunuz, duyurun bunları, yoksa o insanların günahları da sizin boynunuzda olacak, köpeklere karşı hissetiğiniz insani duyarlılığı insanlara, insanlığa hissetmiyor olmalısınız, size insan sevmeyenler desem bu hoşunuza gider mi, slogan şu, temiz ye temiz ol, yani şeker yeme, o aklıma geldi, bu aklıma geldi diye diye bu yazı bitmez, işim gücüm var herhalde.

***İş güç bitti, yani dünkü iş bitti, mutfak dolap kapakları kirlenmişti, dıştan, onları sildim, menekşe koymuşlar gülün adını, adını, almadım dünyadan ben muradımı vay vay eşliğinde, türkü çığırmak temizlik yapmanın şanından herhalde, erkan şamcının dediği gibi boşalmış, kullanılmış bir sprey şişeye yarı yarıya arap sabunu ve su koydum, çalkaladım, onunla yaptım temizliği, sıkıp sıkıp süngerle sildim, süngerle duruladım, bezle kuruladım, üç işlem, dört işlemi üç işleme düşürdüm, önceden vileda sopasına yeni bir bez takıp onunla siliyordum, bu sefer sallamasyon yapmadım temizliği, inceden temizledim, öyle daha kolay oluyor tabi, viledayla, vileda hayat kurtarıcı bir alet, camları bile onunla siliyorum, silebildiğimde tabi, çamaşır makinesine de çamaşır sodası koyuyorum artık, elimdeki deterjan stokları bitince tümüyle doğal temizlik ürünlerine döneceğim, dolaptan her bardak alışımda çalkalıyorum çünkü içeceğim su köpük köpük oluyor, tiksiniyorum, bugün de ev temizlenecek, biraz güç toplarsam, sabah gücüyle girişilmiyor hemen öyle, yap yap yap dön yine aynı, bir başkasının boyunduruğu için değil de kendim için yapıyor olmanın gönül rahatlığı var tabi, onca yıldan sonra, onca yılın esaretinden sonra, dün ben dolapları siliyorum, taburenin tepesindeyim, oğlum boş ver, niye uğraşıyosun dedi, niye uğraşıyorum ki, akıl işte, bu ara biraz zenginim, son on gündür, biraz değil aslında bana göre, benim para standartlarıma göre basbayağı zenginim, yazdıklarımdan da belli oluyordur, miras kaldı diyeceğim, değil tabi, eskiden, eski bir yatırımdan gelen bir para, 4 eşit parçaya ayrılmış bir para, çocuklarımın ve benim, hepimizinki aynı ve ayrı, kadın tut yaptır, paran var dedi oğlum, ben de ona dedim ki, “şimdi kendimi kadın tuttum, kadına vereceğim parayı da gidip harcayacağım bir güzel, baban da beni öyle tutmuştu yıllarca, temizlikçi kadın niyetine, bana yaptırmıştı bütün işi gücü, onun bana uyguladığı taktiği şimdi kendime uyguluyorum, alışkanlık olmuş”, bunun üzerine kızım ikisini de yapabilirsin, ikisine de yeter paran dedi, yok, o iş olmaz işte, öyle milli piyango çıkanlar gibi savrukluğa başlarsam , büyük büyük değişimler yaşarsam sonra belki bu değişimlerin altından kalkamam, ne olmaz ne olmaz, o 60’ında para bulup, eski koca parası, 40’lık koca alan, bulan kadınlar gibi madara olmak ta var hayatta, temkinli olmak lazım, hele ki bu yaştan sonra, ömrüm boyu kendim yapmışım her işimi, yine yaparım, iş te iş mi, benim diyen temizlikçi elime su dökemez ayol, zaten kimsenin yaptığı işi de beğenmem, benim elim, benim gözüm.

Daha camlar beni bekliyor aylardır, rezalet durumdalar, sıra gelirse, yapabilirsem, soğuklar bastırmadan, iki yıl oldu eve taşınalı, söylemesi ayıptır banyo tuvalet duvarlarındaki kirecin bir kısmını temizledim, bir kısmı hala duruyor, beni bekliyor, kimi bekleyecek, şimdiye dek yaptıklarımı kazıyarak yapmıştım, şimdi kireç sökücüyle yapmayı akıl edebildim, yine bir sprey şişeye koyup onunla yapacağım, inşallah, normalde de banyo temizliğinde ara ara da olsa kullanmak gerek kireç sökücüyü, sonuçta suyun bol olduğu bir alan banyo, ve su kireçli bir madde, fış fış fış çıkarıyor kireç sökücü inşaat kirecini, daha önce niye akıl edemediysem, boşa uğraşmışım elde spatula ile kazı da kazı, ki yine de yer yer kalmış, onların da üstünden geçmek lazım, ben bıktım iş yapmaktan da iş benden bıkmadı, bırakmıyor peşimi bir türlü, yeterli canım olsa iş yapmaya da itirazım yok aslında da çabuk yoruluyor, pes ediyorum işte, menekşe koymuşlar gülün adını, adını, almadım dünyadan ben muradımı vay vay… 

***Paranın miktarını söylemeyeceğim ama artık bir banka hesabım ve internet bankacılığım, bankamatik kartım var, yoktu yani, ne yalan söyleyeyim, internet bankacılığı işini çocuklarım yapıyor tabi, ben ne anlarım, hiç kafamı yoramam öğreneceğim diye, sayılı gün gibi sayılı para da çabuk biter, benim elimde çok daha çabuk biter, öğrenmeye zaman kalacağını pek sanmıyorum, paranın üçte biri bitti bile, on günde, kendi kişisel para harcama rekorumu kırdım, elimdekilerle eve geri geldiğimde söven, döven de olmayınca kim tutar beni;))) bu harcamaya kesin yemiştim dayağı, hem de en sunturlusundan, sefam olsun, onun da cefası olsun, çok arıyordur beni, elleri kaşınınca ne yapıyor acaba, alışkın ne de olsa, çok merak ediyorum, elleri kırılasıca, gözü kör olasıca, balkonlarım açıktı, iki balkon, onlara cam balkon sipariş ettim, gelecek, hem çok kirleniyor, açık olunca yani, ikide bir temizlemek, yıkamak gerekiyor, hem de ısınmaya faydası olur niyetiyle, gelen kış korkutuyor beni, her zamanki gibi, mutfak camımın bir tarafı güneş alıyor, yazın problem, mutfak sıcak oluyor, çok pimpirikliyim, çok, sıcaktan korkarım, soğuktan korkarım, o pencereye panjur yaptırdım, tek cam, ama büyük bir cam, kışın da bir nebze olsun soğuktan korur hesabıyla, 25 yılın üstünde olan, ki hepsi öyle, her birinden üçer, beşer kalmış durumdaydı, bütün mutfak eşyamı birilerine verdim, yerine yenilerini aldım, çatal, bıçak, tencere, tabak, mutfakta ne varsa hepsini yeniledim, mutfağımda 55×190 cm’lik bir boşluk vardı, oraya dolap yaptırdım, banyo lavabolarının altında da dolap yoktu, onlar da gelecek, ama tekerlekli, banyoyu temizleyeceğim zaman dışarı çıkarabileceğim, duşakabin yoktu, gelecek, elbise dolabım yeterli gelmiyordu, kızıma ve bana şifonyer, çekmecelik aldım, iki tane, odamız geniş, sığdı, çamaşır kurutmalığı aldığımı yazmıştım zaten, hepsi bu, pılı pırtıya henüz sıra gelmedi desem istesem gelirdi de pek iştahım yok sanırım, ona iştahım kesilmiş, yeterince doymuşum, onlar ara ara da olsa alınıyor zaten, dip köşe her yer giyecek dolu, hala, at, ver, bitmiyor bir türlü, belki ona da bakarım bir ara, ama hem gereksiz pahalı hem de çok kalitesiz piyasa, her geçen gün biraz daha polyestere dönüyor satılan giysiler, pamuklu giysi bulmak çok zor, bulduğun da 150 liranın üstünde, alt veya üst eşofman yani, sanki helva satıyorlar, nike çorap aldım, oğluma, eskiden pamukluydu, alınca fark ettim, değilmiş, polyestere dönmüşler, üstünde de pamuklu yazıyor üstelik, çorap değil çöp, kalın, kışlık giysi diye bir şey de yok, hepsi yazlık, ince satılanların, ben anlamadım, kışın yazlık mı giyeceğiz, ve yazdan bu yana acaip zamlanmış piyasa, yüzde 40-50 zam gelmiş her şeye, yazın olan fiyatlarını biliyorum birçok şeyin, yemek desen belli başlı bir iki yer dışında yenilesi birşey yok piyasada, midem almıyor zaten, mesela geçen gün panorada taş fırın diye bir yerde lahmacun yedik, verdiğim paraya değil onu yemek zorunda bıraktığım bünyeme acıdım, düveroğlundaki de lahmacun ama hiçbir benzerlikleri yok, ayıp bir şey, boğaziçi, düveroğlu dışında bir yerde şansını zorlamamak lazım, recep usta, kaşıbeyaz da iyi ama onlara göre biraz daha pahalı, gördüğünüz gibi para var ama harcayacak yer kısıtlı, ne fena, zaten öyle alışkın olmayınca para olsa da olmasa da eli titriyor insanın, hem var mı elimin yaptığı gibisi, cidden yok, şaka değil, sağlık orada burada yenenlerde değil ellerinle kendin için yaptıklarında gizli.

Velhasılı, zenginlik te zor iş, alacaklarının peşinde koştur, seç, beğen, al, getir, yıka, temizle, yerleştir, çok iş çıktı bana, neyse ki bitecek o para, ya bitmeseydi, hiç çekilmez canım. Etimiz ne, budumuz ne, enimiz boyumuz ne, sığındığımız yerlerin metrekaresi belli, oraya daha ne kadar harcanabilir ki para, bir yerde durulacak elbet, hiç öyle olduğundan fazla hırslanmaları hak etmiyor dünya, belli bir standardı yakaladıktan sonrası zaten fazla, ne yapacaksın ki, onu at bunu al, onu at bunu al mı yapacaksın, çektiğin eziyete değmez, astarı yüzünden pahalıya gelir, mal canın yongası olacakken iş tersine döner, can malın yongası olur, ederi ne, değeri ne, oluru ne, senin için ne, mesele olan o, evinin, senin, midenin kapasitesi belli, hiç öyle fazlasına tamah etmenin bir gereği yok. Çok söyledim zamanında, bizim kazandığın, kazanmayı hedeflediğin kadar paraya ihtiyacımız yok, ihtiyacımız, giderimiz belli, onun çok çok altında, cumartesileri çalışma, evde, evinde ol diye, dinlemedi, bildiğini okumaya devam etti, ben hep böyle düşündüm böyle yaşadım, hiç öyle aşırı isteklerim, beklentilerim olmadı ama ne söylediğin değil karşındakinin ne anladığı önemli olan.

Arada hatırlatmanın bir zararı olmaz, oğluma baban bu evde olsa ve ben bu alışverişi yapmış olsam kesin beni dövmüştü dedim, dövemez de dedi, anlamazdan geldim, hem de bu alışverişe nasıl döverdi diye ısrar ettim, o zaman oğlum artık dövemez dedi, yani artık ben varım demek istedi, aslan oğlum benim, ben de sizi bugünler için büyüttüm zaten, ama devam ettim, öyle ama fırsatını bulsa yine döver, hiç ihmal etmez dedim, gülümsedi oğlum, sıradan bir gülümseme değil, alttan diş biliyerek gülümseme, arada hatırlatmaktan bir zarar gelmez, yoksa unutabiliyorlar neyin ne olduğunu, yapmadığı bir şeyi söylemiyorum, ben hatırlayabiliyorsam bunu böyle bir nedenden ötürü o da hatırlasın hem, benimle ve onunla ilişkisi sürdüğüne göre, tarafını unutmasın, hangi tarafta olduğunu, o unutturmaya çalıştığına göre bazı şeyleri benim işim de hatırlatmak, aşkın savaş hali, çocuklar büyüyor, evlerde dengeler değişiyor ve altta kalan üste çıkıyor, çatlasın da patlasın, ben dövülmeyi hak edecek bir alışveriş yapmış olsa idim eğer o zaman şimdi hala attıklarım 25 yıllık değil çok daha yeni olurlardı, olmadıklarına göre haksız olan o, ben değilim, 15 yıl öncesinden bahsediyorum, kendi 40 milyonluk araba almış, bense 100 liralık çaydanlık almışım, hala kullaıyorum o çaydanlığı, onu atmadım, 25 yıllık değil çünkü, daha yeni, aldığım, alacağım da o olmuş zaten. sıkıysa al, geri kalan her şeyi attım çünkü, ne varsa, birkaç ta tencere atmadım, o kadar, o çaydanlığı da atayım aslında, bana onu hatırlatan her şeyi atmalıyım, onu attığım gibi, 40 milyona karşılık 100 lira, aynı zaman dilimi içinde, karşılaştırın karşılaştırabilirseniz, ama nedir, para onda, güç onda, hayvanlık ta onda, beni dövebilir, bul da döv dövebilirsen, bir değil iki bodigard tuttum kendime, kendi kanımdan canımdan olma, sırf sen döveme diye.

Sanmayın ki bir bizim evde yaşandı, yaşanıyor, dozu düşük veya hafif, abartılı veya abartısız her evde yaşanıyor bu, bunlar, mükemmel bir uyum diye bir şey yok, o laf, öyle bir durumda ancak bir ezen var birde ezilen, çaktırmadan veya çaktırarak, hakkın için, hayatın için savaşmalısın, aşk savaşı, para savaşı, iş, emek savaşı, hepsi birden, karman çorman, hayat bir meydan, cenk meydanı, ya sineye çekersin, çekebiliyorsan, ya da dişediş savaşırsın, çok sineye çektim, baktım bunun sonu yok ben de dişimi çıkardım, dişlemeye devam, uzaktan da olsa öyle.

Para savaşının bahsi geçiyor her an her yerde de iş, emek savaşının adı, sanı, esamesi okunmuyor, iş te neymiş, zaten yapılacak, yapan da kimmiş, kadın işte.

Aklımdayken yazayım, kahve de hiç günahsız değil, nırseli izlediğimi biliyorsunuz, sabah akşam elinde kahve, iyi dayanıyor bünyesi diye geçiriyordum içimden hep, sonunda fire vermiş, uykuları bozulmuş, hala içiyor ama mecburen bırakacak, ben kahve içince hiç uyuyamıyorum, defalarca yazdım, değil kahve çaydan bile uyuyamadığım oluyor, bir kahvenin kırk yıl hatırı var denirdi eskiden, demek ki kahve sabah akşam değil kırk yılda bir içilen bir şey, şimdi sabah akşam içilir oldu, hiç doğru değil, her gün keyif diye bir şey olur mu, olmaz, keyif dediğin ayda yılda bir olur, git başka bir şekilde yap keyfini, git, dolaş, para harca, mesela yani, benim evde nescafe fincanları yoğurt kasesi oldu, ancak o işe yarıyorlar, yoğurt yiyorum onlarla, en doğrusu da o, kahve içmek yerine yoğurt yiyin, çok daha sağlıklı, öneririm, yoğurt keyfi, bi mi güzel oluyor yoğurtlarım, ne çok uğraştım onlar için siz biliyorsunuz, o kavanozlarda da olmadı, en sonunda porselen çorba kaselerinde karar kıldım, onlarda yapıyorum yoğurdu artık. Bir numara sigara ve içki, iki nunara şeker, üç numara kahve, bana göre, kahve uykusuzluk etkisi yarattığına göre içerde daha başka şeylere de neden oluyordur elbette, sinirleri etkilediğini, gerdiğini zaten biliyoruz. Bugünlük te benden bu kadar, biliyorsunuz, iş çok, menekşe koymuşlar… ezberleyebildiniz mi?

***Bu ara burası ağlık köşesi oldu, ne denk gelirse o, seçmece yok, yoruluyorum, bu büyük olasılıkla kalp ve damar hastalıklarıyla ilgili bir sorun ama gitmedim, gitmiyorum, niyeyse, kalbin adı korkutuyor galiba, 6 ay önce, kızım hastalandığında gittiğim iç hastalıkları doktoru demişti yorgunluk kalple ilgilidir diye, sonrasında kadın doktoruna gittim, boynum ağrıdı gittim, kalp doktoruna gitmedim, dün akşam fox haberde bir haber vardı, 4 günlük bir bebek karın şişliği ve kaka yapamama şikayetiyle hastaneye götürülmüş, damarının tıkalı olduğu saptanmış ve anjiyo yapılmış bebek, cepte ne var, karın şişkinliği ve kaka yapamama sonucu damar tıkanıklığı ve anjiyo, ne tesadüftür ki yine dün akşam izlediğim yaşasın hayatta da damar plakları konusu işlendi, şöyle dedi osman müftüoğlu, “damarlar tıkanınca gelecek olan gıda gelemiyor, gidecek olan zehir atılamıyor, damar sağlığı çok mühim, yaşlanmaya bağlı kireçlenme ya da kalınlaşma şeklinde bozulmuşsa bile yavaşlatılabilir, egzersizle, bir yere kadar, şeker hastalarında, insülin direnci olanlarda, kolesterol trigliserid dengesizliği olanlarda, trigliseridi 300’ün üstünde olanlarda, kilo sorunu olanlarda, çok oturanlarda, tansiyonu yüksek olanlarda ve sigara içenlerde çok çok fazla damarda pıhtı ve plak oluşması tehlikesi var, plaklar damar içine yapışıp kalmış pıhtılardır, zamanla sertleşir ve damarları tıkarlar, damarları daraltırlar, beyne ve kalbe giden kana engel olurlar, yürürken gelen nefes darlığı, göğüs ağrısı, nefes nefese kalma kalple ilgili bir plak işareti olabilir, ara ara geçirilen baş dönmeleri, uyuklamalar, şuur kayıpları, bulantılar, kusmalar, beyinle ilgili olan plak işareti olanilir, kolda uyuşma, kolda geçici güç kaybı, kafayı toparlayamama, söyleyecek kelimeleri bulamama, söylenenleri anlayamama, bunlar ya kalbe ya beyne yeterli kan gitmediğimi, besin ve oksijenin ulaşmadığını gösterir, böyle olduğunda kalple ilgili olursa adı kalp krizi, beyinle ilgili olursa beyin kanaması, felç olur adı, boyun damatlarında dopler ultrason bakılabilir, plak varsa plak stabilizasyonu mümkün, hayat tarzınızı değiştireceksiniz, şeker değerleri normale getirilmeli, şekerinizi, tansiyonunuzu, kolesterolünüzü, değiştireceksiniz, hayatınıza egzersiz koyacaksınız, az stres koyacaksınız, kilo kontrolü koyacaksınız, kanı inceltici asitil salisilik asit kullanacaksınız, bol sebze, bol bakliyat plak stabilizasyonunda işe yarar, statinler de plak stabilizatörüdür, kolesterol plakla birlikte tehlikelidir” Cepte bu bilgiler de bulunsun.

Sigara yapıyor da çevre kirliliği yapmıyor mu damar plağını, sigara neyse çevre kirliliği de o değil mi, aylardır zehir soluyoruz ankarada, şehrin üstünden kalkmak bilmiyor zehir tabakası, ırak iran sınırında 7.3 deprem oldu, dün, bir baraj büyük zarar görmüş, çevresi boşaltılmış, insanlar tahliye edilmiş, bizde, karadenizde olsa ne olacak o milletin hali, nereye taşıyacaklar, kaçacak yol bile bulamazkar, bir yol var, karadeniz yolu, çoğu deniz doldurularak yapıldı, onu da tsunami alır gider zaten, kaç kaçabilirsen, artvinin üst kısmına bilmem kaç futbol sahası büyüklüğünde 4 havuz yapılacaktı, yapılmıştır artık büyük ihtimalle, içinde de zehirli su olacak, altını, bakırı arıttıkları zehirli su, artvinde olursa o 7.3 ne olacak insanların, doğanın hali, bizde insan canından ucuz ne var? Çevre, hava kirliliği deyince kaçıp gitmeli artvine dedim kendi kendime, sonra baktım ki orası da olmuş iki ucu boklu değnek, her yanımızı bombok etti bu bok herifler, cahillerin eline, ortasına kaldık, iş bilmezler, yönetim bilmezler, çevre nedir hiç bilmezler, olacağı bu, kaçacak bir delik bile bırakmamışlar bize.

***Osman müftüoğlunun kanı inceltici olarak asetilsalisilik asit dediği şey aspirin, yani coraspin, bunun muadili, yani eşbenzeri olarak bildiğim iki madde daha var, nar ve limon, miyomdan kanamalarımın çok olduğu evrede bu iki maddeden uzak durdum, ve hala pek ısınamadım, karın şişliği, kaka yapamama ve damar tıkanıklığı bağlantısını kurunca, ki bunu doktorlar değil bebeğin annesi söyledi haberde, bebeğin karın şişkinliği ve kaka yapamama nedeniyle hastaneye getirildiğini, bu ilişkiyi osman müftüoğlu da dile getirmedi, ben de başladım nar yemeye, günde yarım veya bir nar, bol limonlu salatalar, birkaç gündür, o her zaman nefes nefese çıktığım, nefes nefese kaldığım, kalp atışlarımın tavan yaptığı, her seferinde sonrasında uzanmak, dinlenmek gereğini hissettiğim tuvalet maceralarım bir anda sona erdi, şimdiden sonrası çok daha kolay olacak sanırım benim için, tıp dünyası meselelerin neden ve sonuç arasındaki bağlantısını kuramamamız için özel bir çaba sarf ediyor galiba, bu sadece bu konuda değil her konuda böyle ve sık sık dile getirmeye çalışıyorum bunu zaten, önü sonu onların eline düşmemiz için, para, para, para, hep napolyon haklı, bu kadar basit bir bilgi için yaşadığım şeylere bak, bu bilgiyi daha önce almış, bilmiş olsam çok daha farklı olabilirdi çok şey, günümün yarısında oturmak, dinlenmek zorunluluğu hissetmezdim en azından, zamanm bana kalırdı, çok daha uzun yaşardım hayatı, oturmuşum, oturdukça daha da kötüye gitmiş halim, kilo üstüne kilo koymuşum, şimdi bir küfredeceğim buradan, çünkü hak ettiler, ibneler, izlediğim kabız konulu açıklamaların, programların haddi hesabı yok, lafta her gün bilgi veriyorlar bu konuda ama böyle basit bir bilgiyi paylaşmıyorlar, osman müftüoğlu da söylemedi, haberde bulup çıkarttım, tesadüfen, artık çok daha zinde bir hayatım olacak gibi, yıllarım yıllarım geçmiş öyle, bu coraspin, nar, limon konusunda adet gören kadınlar dikkatli olmalı, kanama oranlarını arttırabilir, hatta çok abartılırsa burun kanamalarına da neden olabilir bunlar, dikkatli olmak lazım, ayarında, abartmadan, oturup iki nar yemeyin mesela, veya her gün de yemeyin, bu yıl meyveler eski yıllara göre daha ucuz, eskiden 5 liranın altına düşmezdi ayva, nar, armut, bu yıl 5 liranın altında, oradan oraya atlayıp duruyorum, öyle aklıma geldi işte, nar alırken fark ettim, ha, bu da yetmez olursa bir gün giderim elbet bir kalp doktoruna, ama şimdilik yetti gibi, yorgunluklarım, oturma zamanlarım azaldı en azından.

***Bülent Arınç “15 Temmuz öncesi bu ülkede bu suça ortak olmamış insan bulmak neredeyse imkansızdır!” demiş, çok yanılıyor, ben varım, ve benim gibi ben varım diyebilecek milyonlarca fetö namuslusu insan var, ama onlar bizi adamdan sayma aşamasını geçmişler gibi, sadece kendilerinden olan. kendileri gibi olanları adamdan görme eğilimindeler, dünyanın öyle evrildiğini sanmaya başlamışlar, günün en karanlık olduğu an gecenin bittiği andır, ama onlar hala karanlıkta kaldıkları için önlerini göremiyorlar tabi, amerikadan çok çok pis kokular yükseliyor, bizim için değil de onlar için, o karanlıktan gözleri görmeyenler için, “amerikanın nesi kocaman, siz dedikodulara inanmayın” falan demiş, hatta bu da yetmemiş reza zarrab için nota göndermiş amerikaya, kimler geldi kimler geçti, neler oldu bitti de bir nota gönderilmedi amerikaya, reza için gönderildi, milli damat, gerçi karı da boşadı onu, o zaman niye gönderildi, fena halde köşeye sıkışmış gibi görünüyor, bizim yapamadığımızı, yapamayacağımızı sonunda amerika yapacak gibi görünüyor, global adalet, ankaranın yarısına gıda yardımı yapıyormuş, gel de onunla baş et, Allahın parmağı yok ki gözüne soksun, amerikaya oydurtur gözünü öyle, reza itirafçı oldu deniyor, “ben işin doğalgaz kısmına bakıyordum, petrol işini başkaları yapıyordu” dediği deniyor, iş büyük yani anlayacağınız, büyük oyun oynanmış, çok büyük, bir şebeke ağı oluşturulmuş, 27’sinde mahkemesi varmış, türkiye nefesini tuttu o mahkemeyi bekliyor, mahkeme fetö devlet bağlantısını anlayabilmek için bir bilirkişi istemiş, biraz zor çıkarlar o işin içinden, her tarafı boklu değnek çünkü, bence arınçı yollamalılar bilirkişi olarak, bir ortalığı dağıtsın şöyle bir, karnında büyüdü söyleyecekleri adamın yıllardır, şöyle bir döksün içini kurtulsun anlatamadıklarından, sonrası çorap söküğü zaten, Türkiye asıl şimdi bağırsaklarını boşaltacak, biz de seyredeceğiz bağırsak nasıl boşaltılırmış, o boklardan nasıl kurtulunulurmuş.

Yaptılarsa bir pislik tabi ki çıksın ortaya, ister amerika ister bir başkasının eliyle, elin eli armut toplamıyor demek ki bizimki gibi.

***Dün birbiriyle bağlantılı, bağlantılı sayılabilecek iki haber vardı, en az antibiyotiğin kullanıldığı il artvinmiş, tek havası temiz olan, hava kirliliği sınırının altında olan il ise rizeymiş, bunlar birbirine sınır iller, buradan hava kirliliği ile hastalıklar arasında dümdüz bir ilişki kurmamız mümkün, istanbul ve ankaranın kirliliği standardın iki, üç katıymış, istanbulda birkaç ilçe adı saydı, ankaranın direkt genelinden kaçın dedi, başka yerlere gidin dedi, ankaranın en temiz yeri normalin 4 karı kirlilikteymiş, sıhhıye 7 katı, yani o denli tehlikeli durum ankarda, ankaradaki kirlilikten bahsetmekte haksız değilmişim yani, ve gidilecek tek il rize, ağaçları hala olsun öldürmeyi yeterince başaramadıkları için, kaçacak delik kalmadı derken de haklıymışım görüldüğü gibi, ve üstüne hala daha kömür santralleri, nükleer santraller eklemeye çalışıyorlar havamıza, alerjik hastalıklar, solunum yolları hastalıkları bu denli artmışken üstelik, toplu katliam yapıyorlar.

Osman müftüoğlu kahve için şunları söyledi, “şeker, süt tozu ve kahve karışımlarının içinde kanserojen olduğuna dair iddialar var, bunları üretenlerin bu iddialara yanıt vermesi lazım, ayıca çocukları genç yaşta bir kafeinize etme eğilimi var, son zamanlarda bu türkiyede çok fazla patlatılmaya çalışılıyor, kafeinize edilmiş bir nesil oluştırulmaya çalışılıyor, biz çayla büyütülen nesillerin daha sağlıklı olduğunu düşünüyoruz sağlıkçılar olarak, kafeinin azı iyi ama çoğu pek iyi değil, birde bu üçü bir aradalarda süt yok, süt tozu var, o tozun ısıyla muamelesiyle de melanin dediğimiz bir kanserojen madde oluşuyor, bu da gençleri bekleyen en kötü etki, çıksınlar açıklasınlar, desinler ki bu üçü bir aradalarda kanserojen yoktur, melanin yoktur, sıfırdır, başımızın üstünde yerleri var, ama şekeri, şeker tehlikesini nasıl yenecekler onu bilemiyorum.” böyle dedi, ama bence salt kahvede de benzer, aynı etkiler var, kahvenin kendisi de masum değil, asla, değil mi ki vücudu geriyor, sinirli yapmaya yetiyor uzak durulması gerek, kahve kafein içerdiğine göre ve kafein de morfin, eroin gibi -in ekiyle biten bir madde olduğuna göre uzak durulması gerek, şart, o kahve içilen yerler büyük bir planın parçası, bizim aklımızın alabileceğinden çok çok daha büyük, toplu katliamların, asıl kurtuluş savaşını şimdi vereceğiz, çocuklarımızı içkiden. sigaradan, şekerden, kahveden, protein tozlarından, roankutandan, internet oyunlarından, internet kafelerden ve bütün bağımlılıklarından, (aslında biz büyürken olmayan her şeyden) kurtararak, kurtarabilirsek eğer tabi, onlar kendilerini öldürmeden, savaş içimizde, dışımızda değil, dışsal değil içsel bir savaş vermenin zamanı artık, kurşunla, mermiyle değil akılla karşılık vermemiz gerekiyor bu savaşta, bilinçle, tabi ki toplumsal bilinçle. Toplumsal sağlığımız, aklımız, idrakimiz buna bağlı, ve tabi ki akibetimiz.

Ayrıca çayla da büyütülmemeli çocuklar, hangi çocuk çayı şekersiz içer, şeker bağımlılığınn birinci  adımlarından biri çay, bizim evde kahvaltıda hiç çay içilmedi, ne şimdi ne de çocuklarım büyürken, şeker de atacakları için hiç çay yapmadım, içirmedim, hala içmeyiz. Su içsin, veya iki kaşık yoğurt yesin ondan iyidir, çaydan yani, kendi yaptığınız yoğurdu tabi, büyükşehirde süt bulamıyorum diyorsanız, size en yakın olan şehrin uç, dış kısımlarındaki bakkala, çakkala, sucuya, tüpçüye soracaksınız yerini, nereden süt bulabileceğinizi, ve yumurta, onlar size yol göstereceklerdir, bir gününüzü de buna ayırın avarelik etmek yerine, ne olur? 

Kahve de olmazdı bizim evde, değil içmek bulundurmazdım bile, ta ki küçük oğlum üniversite sınavlarına hazırlanırken oradan buradan uyutmadığını duyup alıp eve getirene kadar, sonrasında biz de alıştık kahveye, kızım ve ben, kızım daha çok ama.

***Dün tanımadığım 70’lik bir ihtiyar delikanlı laf lafı açtı ve şöyle dedi, “60-70 ‘li yıllarda annelere bebeklerini emzirtmediler, sma ile beslediler bebekleri, yumurtada kolesterol var dediler, şimdi yok diyorlar, şimdi de et yemeyin diyorlar ama kendileri yiyorlar” bazı zihinler unutmuyorlar demek ki üzerimize oynanan oyunları, kumpasları, şu sma meselesine çok katılıyorum o yıllarda doğan biri olarak, 60’lı yıllardan önce doğanların bizden hep çok daha zeki ve idrakli olduklarını düşündüm hep, hala öyle olduğunu düşünüyorum, şimdi oynanan oyunlar o oyunların yanında devasa, onlar çerez kalır, direkt karaciğerlerimize saldırıyorlar, kaleyi içten yıkıyor, fetfediyorlar. 

Biz büyürken kahve pahalı bir şeydi, şimdi kendi pahalı değil ama kahve satılan yerlerde pahalı, ama öyle özendiriliyor ki parası batmıyor insanlara, biz küçükken içmezdik, içecek olsak kahve kızları karartır der içirmezlerdi, şimdi her yeni doğanın elinde kahve, on-on beş yaş yeni doğan değil de ne, kızım da çok içti, engel olamadım o aşamada, öyle bir pompalanıyor ki bu özendirilme gel de içme, yollarda herkesin elinde bir kahve bardağı, dimdik bir yürüyüş stili, bir hava. caka, biz bunları, bu gibi tipleri 30-40 yıl önce uzay yolunda izlerdik, şimdi her yerde izleyebiliyoruz hamdolsun, dizilerde bile var, dün ufak tefek cinayetlerde ellerinde kahve ile geziyorlardı mesela, trend o ya, nursel çıkıyor her gün elinde kahve, bir değil bir kaç kez üstelik, reklamda kahve, her yerde kahve, pompala pompala pompala kafa mı bırakıyorlar adamda, değil kahve çay bile sakıncalı insan bünyesi için, hiçbiri durdukları yerdeki gibi durmuyorlar vücutta, şeker, çay, kahve, sigara, içki, hepsi.

Yeni neslin kadınlarının üst bacakları aşırı kilolu, on genç kadından bir kaçının orta bölgesi şişkin bir pasta gibi, göbek yok ama göt o biçim, yarım daire üst bacaklar, oturun bakın görürsünüz, ben geçen gün kentparkta baktım ve hayrete düştüm, bundan yıllar önce binde bir görebileceğiniz bu durum çok yaygınlaşmış, her köşeden bir tane böylesi çıkıyor, ve hallerini hiç yadırgar bir halleri yok ilginçtir ki, kendileriyle fazlasıyla barışıklar, üzerlerine zımba gibi oturan pantolonlar giymekte bir sakınca duymuyorlar, o koca götlerine rağmen, o maddeler sadecee karaciğer harabiyeti yaratmıyor, beyni de boşaltıyor, buna emin olun, ben birebir şahidiyim, kızımdan dolayı, şükür ki zamanla geri de geliyor.

***Alzaymırı bizlere alüminyum tencerelerde sunan kim, güzelim sağlıklı bakır tencereleri yok pahasına sattırıp yerine çok daha ucuz olan alüminyumların geçmesine sebep olanlar kim, alzaymırlıların beyninde normalin 4 kat üstünde alüminyum saptanmış, alüminyum ve alzaymır, ikisi de al- ile başlıyor, teflonun adı kanserojene çıkınca ve satışları düşünce seramik, granit isminde ve görüntüsünde farklı bir şeymiş gibi piyasaya süren ve teflonu yine, yeniden bizlere yutturan, mutfaklarımıza sokan kim, kimler? Teflon, seramik ve granitin kullanım süresi, ki hiç kullanılmamaları yeğdir, 400 kere imiş, ortalama 3 günde bir kullanılırsa 3-4 yıl yani.

Bir insanın hayatta duyabileceği en hazin soru anne veya babasının ona sen kimin oğlusun/kızısın demesi olmalı, ama bundan daha da hazin olanı o soruya bir cevap vermek zorunda olmandır, bir cevap vermelisin, seç, beğen, al seçenekleri, senin oğlun/kızınım de, veya bir başkasının oğluyum, kızıyım de ve ardından gelebilecek çok daha zor sorulara hazırlıklı ol, duyduğun şeyin şokuyla gözlerini sildiğinde ise senin bir derdin var, nedir söyle ye cevap aramaya ve bulmaya çalış, dilin tutulsun.

İlaçlarını “çocukların” ulaşamayacakları yerde saklamak lazım, yani kendilerinin, yoksa ben ilacımı içmiş miydim diyip diyip sonsuz sayıda ilaç içmeleri mümkün, ilaç birinin denetim ve gözetiminde içilmeli ve el altında bırakılmamalı. İnsanlar böyle bir durumda geçmişe dönüyor, geçmişi anlatıyor daha çok, yaşı da olmasa da bünyesi, hali tavrıyla da geçmişe dönüyor, bir nevi çocuklaşıyor, hatta bebekleşiyor, bir bebeğe çay içirir misiniz, hayır, kahve içirir misiniz, hayır, onlara da çay, kahve verilmemesi sinirlerinin gereksiz yere oynatılmaması bakımından önemli, yoksa daha çok hırpalıyorlar kendilerini ve etrafındakileri, bir bebeğe bir yaşına kadar bal vermeyin derler, şeker zaten vermeyin, kan şekerinin dalgalanması, bir inip bir çıkması yine sinirleri gıdıklayacaktır, bir bal çeşidi var, adı deli bal, bir nedeni olmalı bala deli bal denmesinin.

***Dün yine bir beyle konuştum, bu defa 60’lık, yine tanımadığım, yine laf lafı açtı ve chp için gidip sabahat akkirazı milletvekili yaptılar dedi, alevi sevenlerinin çok olması sebebiyleymiş, ben de aynı fikirdeyim, hatta o kadar ki bu saatten sonra ona ne sanatçı ne de siyasetçi saygısı duyar, izlerim, bir türküsünü bile dinlemem, benim için bitmiştir o insan, hatta geçen gün konseri varmış, ilanını gördüm ve irkildim, ne alaka, siyasetçi türkücü diye, bir koltukta beş karpuz tutulmaz, herkes kendi kulvarında koşmalı, aleviler seni seviyorlarsa sevmeye devam etsinler, ama sen türkülerini söyle, siyasette ne işin var, ha futbol sahasından gelmişsin siyasete ha türkü sahnesinden, bir farkın var mı, yok, varsa bir bildiğin gel elbette, bir zülfü livaneli isen mesela, ama değilsen bildiğin işi yapmaya devam et, türkü söylemeye, nesi yetmedi, ün var, şan var, şöhret var, parası mı? Bu ülkenin aydın ve okumuş insanları dip köşelerde dururken siyaset sahnesi sahneye döndü cidden, bunca batışımızın en büyük sebebi bu olmalı, eğitimi göz ardı etmekle, eğitimlileri halının altına süpürüp cahilleri baş tacı etmekle.

***Yine bir bey, çok tanıyorum denemez, 60’lı yaşlarda, bir geç dönem babası, 13 yaşındaki kızının apandisit sorunu olmuş, kaç hastane gezmelerine rağmen, ki karın ağrısı şikayetiyle, teşhis konamamış, ağrı kesici verip göndermişler ve patladıktan sonra anlaşılmış, ne kadar sonra olduğu da belli değil, yine çok yakında benzer, hatta aynı vaka çok yakın bir arkadaşımın başına geldi, onun da erişkin kızının apandisiti patlamış ve onca hastane gezmelerine rağmen anlayamamışlar, çok sonra apandisitinin patladığı anlaşılmış, birkaç ay önce, o bey şüyle dedi, yıllardır sınav soruları çalınıyor, fetö-akp işbirliği sayesinde, ve eskiden en zeki çocukların girdikleri tıp fakülteleri ve diğer üst, kilit okullarda sıradan zekalı insanlar okuyorlar, ve onlar şimdi birer doktor, birer mühendis, geleceğimiz hiç emin ellerde değil.

Yerden göğe kadar haklı adam, kızımın hastalığı sırasında gazi hastanesinde bayağı bir haşır neşir oldum yeni nesil doktorlarla, sen derdini anlatıyorsun, ki kızımın nabzı o an 110-120 civarı, adam seni dinliyormuş gibi yaparak elleri masının altında cep telefonu ile uğraşıyor, yanındaki öğrenci doktor sizinle ilgileniyor, istemeleri gerektiğini söylediğim ve istediklerini söyledikleri t4, tsh sonuçları çıkmıyor, istenmemiş demek ki, yanlışlıkla veya değil, bilmiyorum, ama o arada alt ve ast sonuçları belli, otuzun altında olması gereken alt seksen ve bu sonuçla bile endokrine yönlendirilmesi gerekirken hala bir şeyi yok, bir şey çıkmaz diye diretiyor benimle adam, o sırada kızımın nabzı 110-120, bunun bir sebebi olmalı değil mi diyorum doktora, yine aradan yine birkaç gün geçip t4, tsh sonuçları çıkıyor ve bu sonuçlarla derhal, ertesi gün endokrine yolluyor bizi aynı adam, o alt-ast sonuçları ile de yapılabilirdi pekala bu, t4, tsh diye tutturmasaydım kalbe mi gönderilirdi, ki kalbe de iki kez gönderildik zaten, bir çocukta birde endokrinde, hadi çocuğu geçtik endokrinde göndermek niye, çocuğun hali belli, ortada, sonuçlar ortada, tansiyon aralığı yüksekmiş, götürmedim kalbe ama içimi şüphe yedi, ya hata yapıyorsam diye, değilmiş neyse ki, şeker yedirmiyorum artık dedim, şekerle ilgisi yok dedi bana maymun suratlı, maymuna benzediğinden değil ama bence maymun suratlı, ya sebebi ne, sözümü yüzüme çarpmak yerine açıkla, karaciğerden de, yedirip içirdiklerinize dikkat edin de, bir şey de, yok, ilacı ver gönder, ki şekerdenmiş zaten, şimdi bu çok daha açık ve belli.

Daha en başında, alt, ast sonucunu alıp t4, tsh ın çıkmadığını öğrendiğimizde konuştuğumuz bir öğrenci doktor alt, ast sonucu için biraz yüksek, korkulacak bir şey değil dedi, halbuki olması gereken otuzun altı, sonuç seksenin üstü, biz onunla konuşurken ondan bir tane daha geldi, ikiziymiş, ikisi de öğrenci doktormuş, gazide, aynı zekada ikiz, fetö zekası mı yoksa gerçek zeka mı bilemeyiz, sonuçta hepsi şaibe altındalar, şimdiye kadar bir doktorun zekasına saygı duyardık, şimdi nesine saygı duyacağız bilemiyorum, zaten gazideki öğrenci doktorların ve yeni nesil doktorların tümüne yakını kapalı, tesettürlü, tesadüf mü, değil, tesettür popülasyonu bu denli artmamışken gazi öğrenci doktorlarında artış, artmış olması tesadüf olamaz, askeri rehabilitasyon hastanesinde gittiğim kadın doktor da genç ve kapalıydı, tesadüfler sinciri değil bunlar elbet, saadet zinciri olmaları muhtemel ama.

Bu yüksek puanlı okullar sadece kazanılması, girilmesi değil okunması da zor olan okullar, nasıl bitirdiler o zekayla o okulları, bunu da bir irdelemek lazım.

Vidaları biraz gevşettim gibi, yazılacak gibi gördüğüm bir şeyler olursa yazıyorum, yazarım ancak fazlasına gerek yok, ne sizin zamanınız baoşa gitsin ne de benim, aynı şeyleri tekrarlayıp durmanın kimseye bir faydası yok, zaman son sürat akıp gitmekte.

Son dokunuş, şu an için yani, osman müftüoğlu hep şöyle der, her şeye maydanoz koyun, limon sıkın, belli bir yaştan sonra özellikle limon bir hayat kurtarıcı rolünde, düğünde horon teperken yığılıp kalanları görür olduk sık sık, haberlerde, nar yemek, olmadı yarım limon suyu katılmış su içmek günlük aktiviteler arasına dahil edilmeli, bitmeyen yorgunluk, durgunluk, sıkışma, daralma halinde, kebapçılarımızda limonun bu denli yer almasının, neredeyse her tabağın bir köşesinde limon dilimi gelmesinin bilindik bir sebebi var olmalı, nar ve limon yendiğinde ilk önce burnu sulanır insanın zaten, sadece kanı değil bütün vücut sıvılarını inceltiyor, sulandırıyor nar ve limon.

***2011’deki banka belgelerinin açıklanması için, madem bu kadar kolaydı, 2017’nin sonu neden beklendi ki, açıklansın tabi, açıklanmasın demiyorum ama aradaki bu 6 yılın hesabı kılıçdaroğlunun boynunda mı, hep yapılana değil de yapılmayana da bakılması gerekiyor, ellerimizden kayan o 6 yılın hesabını kim verecek bize, 6 yıl önce açıklanmış olsa çok şey değişebilirdi hayatlarımızda, 15 temmuz cia oyunu ise bu ne, cia 2 oyunu mu, bu oyunda, oyunlar arasında biz neredeyiz, cia bu ülkede tek kale futbul mu oynuyor? Vay anasını.

Tam da zurnanın zırt, zarrabın ötmeye başlamasının bir gün öncesinde, buna derler happiness zinciri, yani amerikanca mutluluk zinciri.

***Önceki gün, duruşmanın ilk günü ekonomi bakanı zafer çağlayana 50 milyon euro rüşvet verdiğini söylemişti reza, dün, ikinci günü de “Erdoğan ve Babacan, İran’dan transferler için Ziraat ve Vakıf bankasına talimat verdi” demiş, halılar, kilimler her şey yangında, alev alev, birinci gün ikinci günün tamamlaması olduğuna göre Allah bilir üçüncü gün de o verdiği rüşvetin bir kısmının, yani çoğunun erdoğana gittiğini söyleyecektir, gidişat ona doğru, gün gün hazırlık yapılıyor bunun için, önce boş bir alan verdiler erdoğana rahatça at koşturması için, şimdi de bedelini ödetmeye hazırlanıyorlar, hadi biz bilmiyorduk man adasına giden paraları, amerika da mı bilmiyordu, bilmez olur mu, zamanını ve zeminini bekledi, tamamıyle hazır olunca da hamleyi yaptı, kalan sağlar bizimdir deyip kaldığımız yerden devam etmemize olanak sağlar elbet, yamyamlıkla bizi yemeye çalışmaz diye düşünüyorum, madem ki hukuki yollarla çözüme gitmeye çalıştılar yine hukusal olarak devam ederler diye düşünüyorum, umarım yanılmıyorumdur.

Amerika diyince bir durup nefeslenmek gerekiyor tabi, onun ipiyle kuyuya inilmez pek, amerika diyince yine bir şeyler çağrıştı bende, amerikalıların fazla kilolu ve yarı mongol zekasında olduğunu az çok biliyoruz hepimiz, eğitim sistemimizi de onların, amerikanın çökertmeye çalıştığını biliyoruz, dini eğitime doğru itelediğini, bir uçuk kaçık fikirlerimden biri daha, amerika bize yedirip içirdikleriyle, şeker, mısır şurubu, cola, kahve, fluorid vs, çocuklarımızdaki zekanın düşeceğini öngörerek mi eğitim düzeyimizi indirmeye kalkıştı, son on yıldır peyderpey düşürülüyor eğitim düzeyimiz, zekalarla, yani düşük, düşüş yaşayan, yaşayacak olan zekalarla eğitim sistemini birbirine entegre etmeye mi çalıştı, yine bizi düşünerek tabi, düşüncesi bile korkunç ama olmayacak şey değil, ilk cümleme gelirsek, amerika bizden önceki ilk denemesini kendi milleti üzerinde mi yaptı acaba? Bir ilk gençlik arkadaşım yaklaşık 30 yıldır amerikada yaşıyor, bana gönderdiği ilk fotoların birinde, ki 20-25 yıl önce, adı donuttu sanırım, elinde kahve bardağı var, şu şimdiki meşhur kapalı kağıt kahve bardaklarından, ve dış mekanda çekilmiş foto, ve her sabah mutlaka içtiklerini söylüyordu, o fotoğraf hala bende, o kahve dükkanları artık bizde de bolcana varlar, yaşanan bunca öfke nöbetlerinin, çılgınlıkların ardında bu kahve dükkanlarının olmadığını kim söyleyebilir, çay da bu konuda çok masum değilken üstelik.

***Nurseli izliyorum, cemal nur sargut çıkıyor haftada bir, onu da izliyorum, din sohbeti falan filan derken son iki programda iş  din dersine döndü, geçen hafta namaz mı, abdest mi bir konu işlendi, izlemedim, bu hafta da miraç kandili, işi bağladılar din dersine, lise ve ortaokuldayken bıkmışım din dersinden, birde gönüllü olarak mı dinleyeceğim, hiçte dinlemem, bir Allah var ve ben bu fikre karşı değilim, ama Allah var ve ben sadece ona amade olup onu yaşayacağım düşüncesine de karşıyım, evet, beni Allah yaratmış, ama yaratırken bana akıl, fikir, irade de vermiş, beni kendi zenginlikleriyle donatmış, eğer sadece onu yaşamamı isteseydi bana bu zenginlikleri vermez, şimdiki zekamın binde biriyle donatır öyle gönderirdi, bilmem yanılıyor muyum, ki öyle donattıkları da var doğada, her ikisine de muktedir olduğuna göre ve bu zekayı bahşedecek kadar yüce gönüllü olduğuna göre bana yaptıklarının karşılığı olarak benden sadece o dünyayı ve kendini yaşamak için diyet beklediğini de hiç sanmıyorum, ki bu konuda var olan genel düşünceye karşın, nasıl olsa günün birinde geleceğiz karşı karşıya, sanıyorum ki zihinsel olacak bu karşılaşma, o zaman anlarız neyin ne olduğunu, ama  o zamana kadar beni kimse inandıramaz bu dünyaya sadece o dünyayı yaşamaya, bir diyet ödemeye getirildiğimize, benim Allahıma olan inancım sonsuz, ve beni bir denek, bir şempanze, bir şebek yerine koymadığını, benden bir beklenti içinde olmadığını düşünüyorum, onca yüce bir varlık niye benden şefaat beklesin ki, bunu onun benden değil benim ondan beklemem gerekirken üstelik, insanca ve kardeşçe yaşamanın dışında tabi, sözün özü din dersleri onların olsun, ben dinleyemeyeceğim, bana yetecek kadar, yeterince dinledim şimdiye dek.

Böylesi konular hala tabu ve tartışmaya açık olan konular değil elbette, ben de zaten tartışmıyorum, kendi kendime konuşuyorum şunun şurasında, kendi kendine konuşandan kimseye bir zarar gelmez, bunu herkes bilir, ve eğer ben onun tarafından yaratılmış ve bedenimin her hücresinde ona ait hücreler, dna lar taşıyor isem bütün benliğim bana onun bu kadar basit düşünecek, bizi bütün bir ömür boyu dine gömecek, kendine tapındırmaya adatacak bir mantalitede olmadığını söylüyor, ve ben onun bunun ne dediğine değil iç sesimin ne söylediğine bakarım, isteyen istediğini söylemekte özgür, ben de.

Kaldı ki en dindarım diyenlerin bile dini, imanı paraymış, bunu da gördük maalesef, hayırsever iş adamının kime hayır işlediği çıktı ortaya, man adasına, o zaman açıklanan ne ki, devede kulak kalır. 

Bana bir şeylerin zorla dayatılmaya çalışılmasından nefret ederim, bir daha yemek yapmaya başlarken besmeleyle başlıyorum diye bir cümle kurarsa nursel onu da izlemeyi keseceğim, kişisel gelişimini yaşamak istiyorsan yaşa, yeni şeyler öğrenmek istiyorsan öğren elbette ama bana bunları zorla dayatmaya çalışma, ters teperim, bizde buna verilen pek çok ad, tamlama vardır, biraz amiyane olsa da, dünkü bok, dün boktun bugün koktun, sen giderken biz dönüyorduk gibi, bana bir harf öğretenin kölesi olmanın dışında bana zorla dayatılanın da karşısında dururum, bir gün önce, düğününde cebinden çıkan paranın ağırlığıyla kirpiklerindeki ipek kirpiği anlatıp ertesi gün veya aynı gün bana besmele dersi vermeye kalkana dersini veririm, kendi çapımda yani, ne mi yaparım, ne yapacağım ki, olduğu olacağı izlemem, başka ne yapacağım, neydi o dizi, adını bile unutmuşum, vatanım sensin, izlemem dedim izlemedim, izlemem, izlemedim, onların haberi var mı, yok, ama benim haberim var bundan, vatan hainlerini vatansever rolünde izlemem, pazartesi çukur, salı ufak tefek cinayetler, cuma istanbullu gelin, bir numara ufak tefek cinayetler, üf, üf, feministlik tavan yapacak bu dizi sayesinde, saldırın kadınlar, ileri, mükemmel bir dizi, zor çekiyorum salı günlerini, iki numara istanbullu gelin, gerçi bu ara yine biraz yavaşladı, hız kesti, üç numara çukur, yakında o da çukura düşer belki, belli olmaz benim işim, gidişatına bağlı, şimdilik idare eder konumda, sallamışım gerisini, canımı onlar mı verdi ki çaktırmadan benden alsınlar, gözümü onlar mı verdi ki gözümü, gözümün nurunu benden alsınlar, işime geleni izlerim, gelmeyene bay bay.

Burada bir yemek programının bir din programına dönüştürülmeye çalışılmasının ardında da kanal d, doğan medyaya uygulanan yaptırımlar var, olmalı, kendini aştı kanal d, haberini de izlemiyorum zaten, eksik gedikli haberleri onların olsun, fox haberi izliyorum uzun zamandır, ama biraz çok konuşuyor o fatih portakal, sazı çok sık alıyor eline, son iki gündür onun bile dili tutuldu ama, zarrab haberleri karşısında ne diyip ne yapacağını şaşırdı adamcağız, söylese tehlike, pot kırar, sonrası alimallah, söylemese dilinin ucuna geliyor söylemek istedikleri, durumu zor gerçektende. Yine coştum, beni tutabilene aşk olsun, kalk iş yap songül, daha ev temizlenecek, yemek yapılacak, hadi bana Allah kolaylık versin, eyvallah. Bir dip not daha, bugün, yani 1 aralık çok ikircikli, civcivli bir gün olacakmış, astrolojik açıdan, twitburç öyle demiş, duruşmanın son günü zaten, öznelde de karışık bir gün olabilir bugün, ve aralık genelinde öyle bir ay olacakmış, 3 aralık ta dolunay, hayırlısı, yıldızları göz ardı etmemeli, üzerimizde etkileri çok.

Bu ay az yazmışım, her ay on bin olurdu, bu ay sekiz bin, benim ellerim dinlensin sizin de kafanız, biraz, çok değil, birazcık.

 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *