Press "Enter" to skip to content

Günlük 4c ocak’18

***Kendi dediğimden kendim korktum derken ciddiydim, hiç böyle düşünmemiştim çünkü, böyle olabileceğini, yılbaşı gecelerini genelde sıkıntılı geçirirdim, bu defa pek sıkılmadım, alışılıyor demek ki, on yıl az zaman değil, kim milyoner olmak isteri izledim, sabah ilk işim operasyona girişmek oldu, önce yeşil çaydan başladım, yarım kutu vardı, tuvalete döküp boş kutusunu attm, kahveleri en üst dolaba kaldırdım, çayı da, aslında asıl onları atmak lazım da gelene gidene ne diyeceksin hesabı atamadım, ne diyeyim, çayla kahveyle kafayı bozdum mu diyeyim önüme gelene, gülerler adama, ama elimizin ulaşabileceği yerde değil şu anda en azından, kızım çaktırmadan el atabiliyor çünkü bazen, bundan böyle kırk yıl içmesem umurumda olmaz, kendi elimle kendi zehirimi mi içeceğim, üstelik bile isteye. bir kulak dolgunluğum var çay, kahve hakkında, siz de biliyor olabilirsiniz, ne kadar çay veya kahve içilirse bir o kadar fazladan su içilmeli ki çay ve kahvenin yarattığı artı susuzluğu alsın diye, cilt kurulukları, burun kurulukları, kulakta kuruluk sebebiyle vızırtı, çınlama çok yaygın, ki hepsi bende de var, çay ve kahve ile ilişkilendirilebilirler mi acaba, vücutta yarattıkları bu kuruluk sebebiyle tabi, bilemiyorum, cumartesiden beri, son iki gündür, bugün pazartesi, kahveyi günde dörde çıkaran kaç kişi vardır acaba türkiye çapında, doktorların lafı ile oturup kalkan öyle çok insan var ki bu ülkede, kahve satışları patlama yaşayacak osman müftüoğlu sayesinde, biraz komisyon verseler bari, iyi olur yani, 1 değil, 2 değil, 3 değil, 4 kere, hemde günde, haftada falan değil günde, işimiz gücümüz kahve yapmak zaten, günde 4 kere türk kahvesi yapacağız, tek işimiz o, yemek yapmayalım otur kalk kahve yapalım, kahve içelim bari, verdiği tavsiyeye bak, insafsız, diyelim ki içmiyor, veya az içiyor, şimdi içmeye başlayacak düşünün ki, çok sürmez kalp krizi vakalarında büyük bir artış olur bu gidişle, doktorlara iş çıksın işte, boş oturmalarından iyidir, nerede hareket orada bereket, bereketi kesin, size de doktorluğunuza da, doktorluğunuza birse size iki.

Öyle yaygın ki bu kahve meselesi, kökünü kazıyayım desen kazınmaz öyle kolay kolay, her yerde her an gözümüzün önünde, kahve dükkanları, reklamları, diziler, doktorlar, içimize işlemiş durumda, nasıl sıyrılacaksak şu beladan.

***Osman müftüoğlu zerdeçal için karabiberle birlikte kullanılması gerektiğini söyler sık sık, dün nurselde yemek yapan bir hanım zerdeçalın karanfille kullanıldığında daha etkili olduğunu söyledi, sonrasında birileri uyarmış olmalı ki, demek ki onların da haberi var bundan, zereçalı karabiberle kullandı, sağır duymaz uydurur misali karabiber olmuş karanfil, kara’dan sonrasında karışıklık olmuş, harf hatası, bu zamana kadar demek ki zerdeçalı karanfille pişirmiş kadıncağız, doktorların söyledikleri ile olan hasbıhalımız işte bu derecede kritik noktada, doktorların lafıyla yatıp kalkanlar var demekle işte bunu kast ediyorum, yine aynı dünkü programda diyetisyen ara öğün olarak sütlü nescafe önerdi, kahvenin yararlarından ötürü, buyur buradan yak, hangi biriyle baş edeceksek. Ama taktım ben bu kahve meselesine, benim için bitmiştir kahve, yeşil çay ve çay da, çünkü nerede kahve, çay ve yeşil çayı bile içsem uyuyamıyorum zaten.

***Nereye gitsem aynı şeyi duyuyorum, beni takip ediypr sanki, aspir almak için, çaya koyacağım, kızılayda aktara girdim, adamın biri, 60 yaş civarında, zerdeçal alıyor, satıcı karabiberle birlikte kullanırsanız etkisi artar dedi, bunu duyunca dikkatimi çekti, baktım adam tam benlik, takıntılı, deşeledim biraz, anjiyo olmuş ve 3 stent takılmış, kalp rahatsızlığı var diye dişçi dişlerini yapmıyormuş, tek tük kalmış dişleri, günde 5-6 büyük bardak tadında çay içermiş, kendi demlediğini, başkasının demlediğini beğenmezmiş, ballandıra ballndıra anlatıyor banayaptığı çayları, bize de öğretti nasıl demlediğini, ama bize lazım değil, artık, zaten değildi, bizde çay misafire yapılır sadece, biz içmeyiz normalde, hep öyleydi, bir bardak ta yeşil çay içermiş, bildiğin kalp hastası ve içtiklerine bak, almadığı kalmadı aktardan, ne bulduysa, ne övdüyseler aldı, kaç poşet dolusu, sık sık gelip alırmış zaten, öyle söyledi, kısa yoldan ölmek istemiyor anlaşılan, kim istiyor ki, bilseniz çok bilgili ama bu bilgisi çaya sökmemiş nedense, kafası karışmış, daha doğrusu kafa gitmiş, pek çoğumuzda olduğu gibi, kefir, yoğurt, zencefil, o, bu hakkında neler anlattı neler, zencefili yiyormuş rendeleyerek, ay ne biliyim, o kadarı beni aşar gibi, çok biliyor ama bildiği kendi işine yaramıyor, alması gerekenleri biliyor da almaması gerekenler konusunda bilgisi yok pek, ama önemli olan da zaten aldıkların değil almaman gerekenler, sen azdır sendeki marazı yiyip içtiklerinle, sonra iyileştireceğim diye debelen dur, bir işe yaramaz ki, burnunun ucundakini göremeyip en uzaktakini görmeye çalışmak gibi yaptığı şey, çay içmemesi gerektiğini söyledim tabi, gerisi kendi bileceği iş, duymak dahi istemese de ben söyledim, daha fazlasına karışamam zaten, bana ne ayrıca, benim yapabileceğim o kadar, herkes ne yaparsa kendine yapıyor, aspir ve ıhlamur aldım ben de.

Adamın da bir suçu yok aslına bakılırsa, bizdeki sağlık reçeteleri yapma’lar değil yap’lar üzerine kurulu olunca adamın suçu yok tabi, her gün doktorların, diyetisyenlerin dediği kahve iç, şu kahve değilse bu kahveyi iç, ama iç, kahve iyi bir şeydir, çay iç, yeşil çay iç, moça çayı iç, yeter ki iç, maksat piyasada hareket olsun, hareketin hayır mı şer mi olduğunun bir önemi yok, neresinden baktığın ile bağlantılı bu, yaşamsal mı yoksa ticari mi, doktorlarınki bu durumda ticari, ıhlamur için diyen bir doktor, diyetisyen var mı, yok, ne garip değil mi, demek ki ıhlamurda yararlı antioksidan ve flavanıid yok, tüh, yazıklar olsun, hal böyle oluca gariplik adamda değil düzende, adam nereden uydursun da çay içmesin, kahve içmesin,  akıntıya ayak uydurmuş gidiyor herkes, kadının biri çıkmış karşısına çay içme diyor, kime inansın, bana mı, doktorlara mı. Ben bir küçük bardak çay veya yeşil çay içsem o gün uyku haram bana, yok, sabaha yatak nöbeti tutuyorum, sonra düşünmeye başlıyorum, bugün ben ne içtim acaba diye, birinden biri çıkıyor mutlaka o gün içtiğim, ya çay ya yeşil çay, kahve içsem daha da beter, 3 gün kendime gelemiyorum, iyi bir şey olsalar horul horul uyumam gerekir değil mi?

Hadi doktorları, diyetisyenleri de geçtik, onlar da zırcahil de, o aktarlar derneği bilmem nesi ercan bilmem ne kim oluyor, ne sıfatla tv ye çıkıp bilmişlik taslıyor, ne gibi onulmaz bilgisiyle bize bilgi dayatıyor bir anlayabilsem, moça çayını durduk yere aklıma sokan o, iyi sokmuş ki unutamamışım, öyle iyi, böyle iyi, dün tam alacaktım, yeşil çayın özü olduğunu söylediği aklıma geldi ve geri bıraktım Allahtan, yoksa onu da çöpe atacaktım aldığım gibi. İsteyen istediği gibi oynuyor bizimle, paramızla, tek bir paketli moça çayı vardı, acaba satan, getirten kendi mi, bi bakmak, araştırmak lazım, bu kadar ballandırdığına göre.

Şöyle bir ayırım yapıyor osman müftüoğlu kahve içilip içilmemesi konusunda, uykusu, tansiyonu, kalbi etkilenmeyenler içebilir, ve yararlıdır diyor, sanki bizler, yani biz insanlar iki kısma ayrılıyoruz kahveden etkilenenler ve etkilenmeyenler diye, çok net ve kesin bir şekilde, buradan bu sonuç çıkıyor, oysa, halbuki biz aynı türün örnekleriyiz, birbiriyle tıpatıp aynı olan, ve birimize olan şey diğerimize de olabilir, olur, bugün olmazsa yarın olur, ne zaman olup olmayacağının garantisi yoktur, bakarsın ertesi gün olur, bunu bile bilemezsin, bu yaşta ve bu akılda bir doktorun bu ayrıntıyı göremiyor olması garibime gidiyor doğrusu, nursel kahveyi bırakmış, bugün söyledi, el mahkum, istersen bırakma, bütün gece tavana bakıp bütün gündüz sersem gibi uykulu gezmek istiyorsa ne ala, mecbur bırakacak, başka yolu yordamı yok bu işin, o bırakınca bütün ekip bırakmış anlaşılan, biri yer biri bakar olmaz, şimdi günde üç kez yeşil çay içiyormuş. çok geçmez onu da bırakacak çünkü çözülme başladı mı gerisi çabuk geliyor, bir arkadaşım da o durumda bu aralar, direniyor, pes edecek, gündüz arıyorum, uyuyor, çünkü gece uyuyamıyor, ne zamanki kahvenin çayın etkisi geçiyor vücuttan o zaman bastırıyor uyku, horul horul, etkisi geçene kadar uyku haram, ben de dün gece aynı nöbetteydim, kızılayda çay içtik kızımla, bir küçük bardak halbuki, zor uyudum, artık sallama çay koyacağım çantama, doğalından, nereye gidersem gideyim içebilirim gönül rahatlığıyla, bugün de ıhlamurumu yapıp içtim, yaprak ıhlamur, sadece çiçek olanını sevmiyorum, bir diğer gün de bir tutam aspir, soyulmuş, dilimlenmiş zencefil ve iki üç karanfil çayı yaparım, olur biter, hep birlikte, hepimiz bırakacağız bir gün, inşallah, hepsini, hepimizin hayrı için.

***Dün akşam leonardo dicaprio nun diriliş filmini izledim, ne fena bir film o, vahşet ve kan görmekten içim dışıma çıktı, bu kadar gerçekçi olmak zorunda mıydı acaba, veya insanlar bunu görmeliler mi, bilseydim izlemezdim böyle berbat bir şey olduğunu, filmin iyi olması o filmi iyi yapmaya yetmiyor demek ki, iyi olmasın ayrıca, çok mu lazım kan ve vahşet, lanet olsun, insanı memtal olarak çökertmek için mi film yapıyorlar anlamadım ki, kendimi pestil gibi hissediyorum şu an, sanki o ayı beni tepmiş gibiyim.

***Bugün aklımdan geçiverdi durup dururken, o hitit ayaş sayfaları yıllardır duruyor, sanırım bir hükmü de kalmadı diye, sonra düşündüm o zaman yapmış oldukları yanlışlar bile orada durmadı için yeterli diye, aylardan sonra ilk defa yorum gelmiş bugün hitit ayaşa, tam okumadım ama bir dönüp bakıp sizinle de paylaşayım, okudum, bayağı bir uzunmuş, o yüzden paylaşmayacağım, ama isteyen yorumlardan okuyabilir, mahkemeye vermiş falan filan, neyse, o sayfalar yerinde dursun, durmalı.

Bu dolunay, 2 ocaktaki dolunay yengeç dolunayıymış ve geçmişle hesaplaştırıyormuş bizi, o yüzden aklıma gelmiş olmalı o sayfalar, boşuna yaşanmadı geçmiş dedirtiyormuş bize, yılbaşı gecesi sıkılmadım dedim ama çok daraldım, derin derin nefesler almak ihtiyacı hissettim, ama yılbaşı sıkıntısı şeklinde değildi, gelen dolunaydanmış, neredeyse her dolunay beni bu denli etkiliyor, sonradan anlıyorum ki dolunaymış, içim daralıyor, yani bu aralar geçmişe gitmeniz, hata mı yaptım demeniz pek olası, imiş, ben bile dedim, ben benken üstelik, kızdım tabi kendime, iki yıldır bu evde oturuyorum, iki ay önce kaseleri başka bir dolaba yerleştirdim, hala elim eski dolaba gidiyor o kaseyi almak, koymak istediğimde, bir bakmışım eskiden koyduğum dolabın başındayım, elimde o kaseler, böyle olunca böyle diyerek, düşünerek yatıştırdım kendimi, 2 ay, 2 yıl ve 25 yıl, hiç az zaman değil, bundan daha doğal ne olabilir ki, neden olmasın diyerek, acıma, pişmanlık bile hissettiğim anlar oldu şu son bir hafta içinde, ben yani, ama asıl cevabı dolunayın etkilerini okuyunca anladım, geçmişe dönüş dolunayı olduğunu okuyunca, 1 ocak günü şöyle demiş tvitburç, “Ne istediğinizi bilemediğiniz zamanlarda neyi kesinlikle istemediğinizi bilin, yeter.” aradığım cevap buydu işte, ne istemediğimi çok net biliyorum, hayat bana güzel, böyleyken tabi, istediğim gibi hür, özgür ve mutlu, olabildiğim sınırlar içinde yine elbette, ne istemediğim belli ama.

Artık çamaşır makinemin yumuşatıcı gözüne beyaz sirke koyuyorum, yumuşacık çıkıyor, kokusu da yok, bulaşık makinesi parlatıcılarım bitince ona da sirke koyacağım. deterjanlarım bitince de etimatik marka alacağım, borakslıymış, doğal ve zararsız yani, bulurum herhalde bir yerlerde, bulamazsam internetten bulurum.

***Damarlar açılıp kapanarak kanı pompalarmış, alkol alındığında fazla genişlediği için daralamaz ve kanı pompalayamazmoş, sigara içildiğinde ise fazla daralır ve yeterince genişleyemediği için kanı pompalayamazmış, bunlar kızımın biyoloji ders bilgileri, lise 3, şimdi gidip bakalım bakalım kafein neler yapıyormuş damarlarımıza, bir gidip geleyim, şöyle bir bilgiye ulaştım, onedio da, “Kafein idrara çıkma ihtiyacını artırır çünkü böbreklerin daha fazla idrar üretmesine sebep olacak şekilde böbreklere kan akışını hızlandırır ve kan damarlarını genişletir, ince ve kalın bağırsak kaslarındaki kasılmaları artıracak şekilde davranır. Bu durum tam sindirilmemiş besinin ince bağırsağa geçmesine sebep olurken mide kramplarını tetikler, ishal ve idrara çıkma dehidrasyona sebep olabilir. Bu da su, vitamin ve mineral depolarını tüketerek vücudun sıvı dengesini bozabilir.” yine bunun dışında uykusuzluk, kalp çarpıntısı, mide ekşimesi, reflü, seğirme, titreme, anksiyete, kas krampları, tikler, kafa karışıklığı ve kekeleme, diüretik, dehidrasyon, baş ağrıları, bağımlılık, halüsinasyon, yüksek tansiyon, mide ülserleri, kalp durması, koma, ölüm başlıkları var kahve hakkında, kahvenin ruhuna el fatiha bundan böyle benim için, bu yazıyı osman müftüoğluna bir okutmak lazım daha iyice açıklaması için, kahve iyi bir şeydir demişti ya, belli oluyor ne kadar iyi bir şey olduğu, ölüm fermanı, keçi postuna bürünmüş yılan, osman müftüoğlu yani, 4 bardak içecekmişiz, puşt. 

Vallahi çöktüm, moralim bozuldu, biz bilmeden ne haltlar etmişiz meğerse, korkutucu gerçekten, daha fazlasına bakmama gerek yok sanırım, yeterince aydınlatıcı oldu, dediğim gibi ciltteki, burundaki, kulaktaki kuruluğun, kulak hışırtısının sebebi de o, diüretik ve dehidrasyon olması sebebiyle, düşündüğüm şey doğru çıktı yani, korkunç, korkunç, daha ne diyebilirim ki, damarları genişletiyor olması da alkolle aynı etkiyi gösterdiğini, bu yüzden kanın yeterince pompalanamadığını gösteriyor, kurulukların bir diğer nedeni de bu olabilir, bir daha mı kahve içerim, tövbeler tövbesi. Dünden beri bu aklımda, bir fırsatını bulup kahvenin etkilerine bakmak, işte bunlarmış, daha fazla yazamayacağım, bütün tadım kaçtı çünkü, bu kadarını beklemiyordum.

***Hala şoktayım, atamadım üstümden, hiç aklımdan çıkmıyor okuduklarım, hayır ben o kadar her şeye pimpirikliyim, dikkat te ederim ama bu kahve konusunda fena tongaya düşmüşüm, gerçi benim içtiğim kahve üç güne bir, beş güne birdir en fazla, ama çikolatayla, kakaolu şeyler de yiyerek bu etkiyi pekiştirmişim, sadece ben değil kızım da tabi, aynı şekilde, oğlum bizden bağımsız olarak içiyordu, derse konsantre olabilmek, uyanık kalmak için, hepimiz o tuzağın içindeymişiz bir şekilde yani, kuruyan cildim, burnum, çınlayan kulaklarım, hepsi kahve ve çikolatanın marifetiymiş, dahası da var, her banyo sonrası gözlerimdeki kızarıklık, o da kuruluk işareti sonuçta, hiç terlemeyen vücudum, kulağından, burnundan pislik atmayan bir vücut, bütün toksinler içerde kalmış demek oluyor bu, ve varisler, yüzde, bacaklarda kılcal damar çatlamaları, ve tabi ki yorgunluk, kalp dayanıksızlığı, ben bunca yıldır fark etmemişim, nedenini fark etmemişim yani, aniden, şak diye duruveriyor vücudum. birdenbire, yorulduğumda ancak su içersem kendime gelebiliyorum, bir yerlerde su eksilmesi oluyor demek ki, su içince diriliyorum, varmış bir nedeni.

Şokun etkisiyle olsa gerek osman müftüoğluna az küfretmişim, siz sayın ki çok küfretmişim, bu haftaki programda kahve kafeinli mi kafeinsiz mi olsun diye sordular, kafeinsiz olduğunda kimyasal işlemden geçiyormuş, o yüzdn kafeinli olan daha iyiymiş, kendisi de kafeinli içiyormuş, şifa niyetinedir tabi, çok yararlı ya, kahve iyi bir şey sonuçta, insanlardaki kafa karışıklığı soruldu, dağınık beyin sendromu. bunu uyaranların çokluğuna bağladı, o yazıdan aldığım bir bölümle cevap vereyim ona, “Diğer birçok duyunuz ile birlikte, konuşma ve düşünme hızınız da kafein kullanımına tepki olarak artar. Bu durum konsantrasyon için faydalı olsa da, fazlası kafa karışıklığına ve kekelemeye yol açabilir.” bu onun söylediklerinden çok daha açıklayıcı oldu sanırım, arada interneti karıştırıp okusun ona tavsiyem, bilgisi artar, belleği korumada hangi antioksidanlar faydalı diye soruldu, mor gıdalardaki antosiyanin ve üzüm yaprağı ve siyah üzümün kabuğundaki rezveratrol diye cevapladı, demek ki çokta gerekli değilmiş kahve bellek için, geçen hafta öyle demişti çünkü. Saunalar faydalı dedi, yanlış, damarları genişletiyor sıcak, saunalar zararlı.

Çok kahve içip çikolata yiyen bir arkadaşım var, uzun süredir midesindeki hareketlenmelerden, seslerden rahatsızdı, ishal oluyordu, bundanmış demek ki, bir süredir biraz azalttı kahveyi, ben söylene söylene, eskisi kadar olmuyor şimdi, uykuları da bozulmaya başlayınca biraz kulağını çektim çünkü, onun söylediğine göre ibrahim saraçoğlu kahve kulak çınlaması yapıyor diyormuş, kızında da kulak çınlaması var uzun süredir, doktor doktor geziyorlar, aktarda karşılaştığım adam da ahmet maranki nin amerikadaki kahve dükkanlarına amerikalıların değil göçmenlerin gittiğini söylediğini söyledi, bir bakayım neler diyorlarmış kahve hakkında, … maranki övüyor kahveyi, onda biraz millet karışıklığı var gibi zaten, öyle hatırlıyorum, bir ayağı amerikaymış gibi, aklımda öyle kalmış, saraçoğlu da işi videolara ve satışa dökmüş, kazançlı olmalı, video mideo izleyemem şimdi, hiç o havamda değilim, yazı bulamadım.

***Mayıs, haziran aylarında, kızıma ilk tanı konduğunda, graves, diğer adıyla hipertiroidi, internetten bakmış ve ekşisözlükte şöyle bir şey bulmuştum, yine hipertiroid olan biri bir doktorun ona ona kahve içmemesini salık verdiğini, bu yolla bir yıl içerisinde iyileştiğini yazmıştı, ben de bu bilgiyi burada yazmıştım, hala duruyordur o yazılar, bende ve ekşisözlükte, aradan 6 ay geçti ve döndük dolaştık o bilginin doğruluğuna ulaştık, kızımın başlangıçta, hastalığın başlangıcında olan sinir bozukluğunun nedeni de gayet net anlaşılıyor şimdi, sebepsiz ağlama krizleri, el titremeleri, sinir bozmak için kahveden daha iyi bir neden olabilir mi, olmaz.

Kızımın içtiği kahve miktarı ne kadardır diye soracak olursanız, o zaman, iki, üç günde birdir, hadi yanlış hatırlıyorum diyelim, olsun her gün bir kere, en fazla, asla iki değil, ki her gün de değil, nescafe veya türk kahvesi, onu hasta etmeye yeten miktar bu, osman müftüoğlunun günlük önerdiği miltar ne kadardı, günde 4 bardak, fincan değil bardak dedi. niye öyle dedi bilemem, türk kahvesi dedi, türk kahvesi bardakla değil fincanla içilir, günde 4 türk kahvesi de epey bir miktar nescafeye karşılık olur sanırım, gençlere her yerde gel gel yapan, tıklım tıklım dolu olan kahve dükkanları olduğu gibi hastanelere taşınacaklar yakında, şehir hastanelerinin neden kuruldukları şimdi daha net anlaşılıyor, hazırlık yapıyorlar kahve dükkanlarından hastaneye geçiş yapacak olan, nakledilecek olan gençlere, iyi mi olacak, bu gidişe bir dur demek lazım, ister nescafe ister türk kahvesi olsun, kahvenin yanına sigara, sigaranın yanına da kahve iyi gider ikilemesiyle ölümün çarpanları arttırılır, yazık o gençliğe, eskiden çaydı sigaranın tiryakilik kardeşi, şimdi kahve, çünkü çaydan çok daha ulaşılabilir bir hale geldi, her köşe başı kahveci, eskiden çaycılar vardı, şimdi kahve dükkanları var. level atladık, lüks olduk, ve çaydan çok daha keskin bir tadı var tabi kahvenin, ve aroması, sigarayı ancak o keser, düşüncesiyle, hani ben sigara içmiyorum, asla içmedim, ama kahvenin aroması bana bile bir hoş geliyor ki, o kokuyu nerede duysam canım çekiyor, ama artık çekmeyecek, lağım kokusu gibi algılayacağım bundan böyle o kokuyu, sen ne kokusu almak istersen onu alabilirsin, beyin eğitilebilir bir organ sonuçta, beyini de eğitemiyorsak çöpe gidelim hepimiz, bizi hastalıklı yapmaya çalışıyorlar, hastalıklı ve dermansız, dermanını bile gösteren, anlatan yok, soyumuzu sopumuzu kurutmaya çalışıyorlar, farkındasınız değil mi?

Kahveniz, çikolatanız, dondurmanız, mısır şuruplarınz ve diğer boktan gıdalarınz sizin olsun, ben artık onları yemeyeceğim, asla, toptan reddiyorum hepsini. Kontrolünün sizin elinizde olmadığı, direksiyonunu sizin tutmadığınız bir vücutta yaşıyorsanız, en ufak bir silkelenmede öfke kontrolünü kaybedip kendinizden geçiyorsanız, gerektiğinde vücudunuzu zaptetmekte başarısızsanız, o vücut sizi taşımakta zorlanıyorsa, buna gücü yoksa, kalmadıysa ne ne yaşadığınızın, ne nasıl yaşadığınızın, ne ne sürüp, giyip, yiyip kokladığınızın, hiçbir yaptığınız, yaşadığınız şeyin bir kıymeti yok, sağlıkla gelen mutluluğunuz yoksa dünyanız olsa dünyanın en fakiri sizsiniz, o kontrolü kaybetmemize neden olan da bu gerçekte besin olmayan besinler olduğuna göre bundan böyle hiç işim olmaz onlarla, karaciğerim mutluysa ben de mutluyum, değilse mutlu olmam imkansız, bunu asla aklınızdan çıkarmayın, küçük mutluluklara hapsetmeyin esas mutluluğu, hiçbirini kırk yıl ağzıma sürmesem umurum değil, umurum olmaz, yeter ki sağlıktan gelen mutluluğum, dengem olsun, bu bana yeter.

On gündür kahveden başka bir şey yazdığım yok, şu anki gündemim bu, hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır, o satıh bütün vatandır, atam, kahve de görüldüğü üzere şu an için o vatan sathının önemli bir parçası, ben kahveye dalmışken böylesine her yer olmuş lağım çukuru, bunun nesini yazayım bilmiyorum, ama bir yerden başlamak gerek, artık nereye varırsa söz, 9 yaşında kız evlendirilebilirmiş, bunun nesini yazayım Allahım, diyanet bunu diyormuş, öyle diyanetin değil anasını sülalesini sinemaya götürmeli, azmış köpekler, orospu çocukları, battıkça batıyoruz pisliğe, pislik pisliği çekiyor, kızları, kız evlatları yok mu bu meymenetsizlerin, uçkurlarından başka bildikleri bir şey yok mu, insanlıktan bihaberler mi, 6 aydır bir kadının feryat figanlarını dinliyorum, kadın 28 yaşında, en az 1.70 boyunda, enine boyuna bir kadın, gayet modern, eğitimli bir kadın, adam da öyle, yani eğitimli, gerisini bilemem, her akşam, her sabah, canından can çıkıyor kadının, onunla beraber benim de, içim dışıma çıkıyor, işkence çekiyor, bende buradan işkence çekiyorum, hepimiz duyuyoruz o sesleri, bir ben değilim evde sonuçta, ki ben daha az duyuyorum, salonda oluyorum genellikle o saatlerde, tv izliyorum, çocuklarım ise odalarında, ben fark edene kadar olanı biteni onlar yeterince duymuşlar zaten, bana da söyleyememişler, ne desinler, ben günler sonra fark ettim, biz 4 kişiyiz onlar iki kişi, su faturalarımız aynı gelmiş, ben 11 metreküp kullanmışım onlar 10 metreküp, sabah akşam olunca, her ses geliyor, duş sesi, insan sesi, kavga sesi, sinir minir kalmadı bende, her an tetikteyim, ha patladı ha patlayacak korkusuyla yaşamaktan bitap düştüm, ses gelir gelmez, yani kavga sesi, diğerine bir şey yapamam, sarılıyorum telefona, kime denk gelirse haber veriyorum, güvenlik, karakol, hangisi daha hızlı müdahale edebilecekse ona, küfrediyor, bağırıyor, defol git diyor, insanlar her geçen gün biraz daha mı deliriyor yoksa bana mı öyle geliyor, bahsettiğim kadın 28 yaşında, onlar ise 9 yaşında çocuktan bahsediyorlar, nesini yazayım, Allah bin kere belalarını versin, her kim ki göz diker, elini sürer 9 yaşında, 15 yaşında, 17 yaşında çocuğa Allahım inim inim inletsin onu, etlerinden cımbızla et kopsun, başka ne diyeyim.

Daha da utanmadan kendilerini savunuyorlar, neymiş buna karşı çıkanlar 1960’ların zihniyetidir diyorlarmış, diyanet başkanı bunu söyleyen, pezevenk, kendi hayallerini de süslüyor demek ki 9 yaşında bir kız çocuğu, pezevenk, pezevenk, pezevenk, bir keresi yetmez, yüzbinlerce kez pezevenk, taze kan çekiyor canı demek ki vampirin, o yazıyı diyanetin sitesine 1960 zihniyetliler mi koydu, orospu çocukları. Oradan çemkireceğine kabul etsene, bir hata olmuş, özür dileriz, olmaz öyle şey, hiç olur mu, 9 yaşındaki çocuğa biz kıyar mıyız, dinimiz buna izin vermez, 9 yaşında çocuğa el sürülmez, o sabidir, Allahın bize emanetidir, sahip çıkarız, gözümüz gibi bakar kimseye elletmeyiz 9 yaşında çocuğu desene, demiyor, lafı yuvarlıyor, sallıyor, zırvalıyor, kem küm ediyor, arkadan dolaşıyor, ne yapıp edip sıyrılırım işin içinden diye bakınıyor, götlerinden kıl aldırmıyorlar şeyleri kopasıcalar, göt kılları, 9 yaşında kız kadar başlarına taş düşesiceler, sizin zihniyetiniz kaç yılları, milattan önce 1960’lar mı? Bir hatamız varsa düzeltiriz diyor, ortaya sallıyor lafı, hataydı, hata olduğunu kabul ettik ve düzelttik demiyor, ikisi çok farklı şeyler, dediğinden dönmüyor yani, aynı yerde eşlemip durmaya, orada tutunmaya, dediğinden geri adım atmamaya çalışıyor, ki işi sağlama alsın biraz daha, acelesi var, 9 yaşında kızlar onu bekliyor kucak açmış.. Ey akp ye oy veren kadınlar, o elleriniz kökünden kopsun inşallah, küçücük yaşta bedenlerine dokunulan kızlarınız, kızlarımız o dokunulan elleriyle boğsun sizi inşallah.

Kadın bu durumdan rahatsız mı, hiç bilemedim, benim rahatsız olduğum kesin ama, en başta, üç gün, beş gün bekledim, baktım dur durak bilecekleri yok, çocuklarım her gün onları duyuyor, sabah akşam ve her seans bir film süresi boyunca, benim onları duyduğum mecradan onlara sesli mesaj gönderdim, ses geldiği gibi gidebilir esasına dayanarak, yüksek volümden bir çüüüüş aryası yolladım, birkaç gün ses kesildi, o arada bir kavgaları oldu, polis çağırdım, aradan yine zaman geçti, yine ses geldi, yürek kaldırır gibi değil gelen sesler, can çekişiyor kadın, bu defa dayanamadım, gündüz kapılarını çaldım, güzel, ay parçası gibi bir kız açtı kapıyı, dokunmaya kıyamazsın, beni içeri aldı, yeni evliymişler, o zaman 4 ay demişti sanırım, temmuzdan beri, bu değildir, bu olamaz, bu o kadar aptal olamaz dedim içimden, o acı çeken ben değilim dedi, neyse ki sen o değilsin dedim, ama öyle biri var, can çekişen, ve ben onu bulmalıyım dedim, ama başka nereden bulacağımı da bilemedim, o günden sonra ses kesildi, hiç duymadık, enteresan geldi, ipuçları bu durumda onları gösterdi, önlemini aldılar demek ki, bir iki aydır hiç ses soluk yok derken geçen gün yine kavga çıktı, bas bas bağırıyor adam, defol git diyor kadına, karşılık veren kadın sesi benim konuştuğum kadının sesi, ben panik, onu kurtarmalıyım, bir an önce, güvenliği aradım, telefonla arayarak komşular rahatsız oluyor dediler, polisin gelmesi çok daha uzun sürüyor çünkü, yine gündüz gittim kapısına, delikten baktı ve açmadı kapıyı, artık o olduğundan emin olduğumu biliyor, defalarca çaldım kapıyı, ya yüzü gözü mor, ya açmaya izni yok, ya kapı üstüne kilitli, bilemezsiniz ki içeride neler olup bitiyor, sonunda alttan bir kağıt bıraktım, bana gel konuşalım yazılı bir kağıt, akşam üzeri kapım çalındı, bir adam, kağıdı çıkardı, bunu siz mi bıraktınız kapıma diye sordu, tehditvari, o kağıdı veren kadınsa eğer, eğer evde olan oysa, eğer evde gerçekten biri vardıysa veya, kapıya kimin geldiğini de söylemiştir bir zahmet, gelip kapıma dayandığına göre, anasıyla karıştırdı beni galiba, ben anasına hiç benzemem o itin, kodum mu oturturum adamı, yoo, ben bırakmadım dedim, kocan evde mi dedi, değil dedim, gelecek mi dedi, gelmeyecek dedim, defoldu gitti, kirpiğim bile kıpırdamadı inan olsun, taşlaşmışım, karşımdaki oydu, o pezevenk, o sapık, deseydim keşke senin kadar bile pezevenk olmayan kocamı kapıya koyalı çok oldu diye, her bokunu bildiğimi biliyor, hiç bilmese o çüüüşşşü biliyor, konuşmanın sonrasında ses gelmediğine göre sonrasını da biliyor, beni korkutacak götüne kalsa, her seste, yani kavga sesinde, ensesinde biteceğim onun, nefes alamayacak köpek, aldırmayacağım, yiyosa yapsın bakalım, her seferinde polisi dikeceğim kapısına, anlayamadım, kadın halinden memnun herhalde, bir kedi, bir köpek bunlara maruz kalsa ortalık havaya kalkıyor, insana sıra gelince kimsenin elinden bir şey gelmiyor, benim bile, kaderine terk ediliyor, evlilik adı altında ne işkenceler çekiyor, ve çektiriyor insanlar, bir bakmışsınız tanıdığınız o masum gencin içinden bir sapık, bir manyak fırlamış, hadi bakalım ayıkla pirincin taşını.

***Jumanji adlı filme gittik bugün, 3 boyutlu izledik, film de güzeldi, 3 boyutlu oluşu da, macera filminden hoşlananlar kaçırmasın derim ben, gerçi ben bayağı bir heyecan yaptım ama o heyecana bile değerdi, oğlum ayla ya gidelim dedi, hiç ona buna ağlayacak halim yok, ağlamak istersem oturur kendi halime ağlarım, çok izlenmiş, izleyenlere kolay gelmiştir umarım, benim için jumanji çok daha iyi bir seçim oldu, hiç değilse kafayı dağıttık, filmden başka bir şey düşünmek imkansız izlerken, dalıp gitmek falan da yok, diken üstünde, sonuna kadar, bir dakikasını bile boş bırakmamışlar filmin, yapınca iyi yapıyor bu amerikalı namussuzlar.

***Ben sinemaya giderken ona buna ne katkı sağlayacağımı düşündüğüm için değil vaktimi en iyi şekilde geçirmek için giderim, aslolan ona buna değil kendime ne kattığımdır, kendim için gidiyorum sinemaya, bir başkası için değil, ulufe dağıtmaya da gitmiyorum, sinemalar yardım amaçlı yapılmıyor, yardımlar kermeslerde falan toplanıyor, sinemalarda ise sanat icra ediliyor, eğer film hak ediyorsa hakkını veriyor ve izleyip çıkıyorum, sinema izlemek için milliyetçilik, şövenistlik gütmem, insan insandır benim için, nasıl bir hollandalı, bir iranlı, bir türk insansa amerikalıda bir insan ve ben insana değil yapılan işe şapka çıkarırım, kaldı ki yanımda iki çcuğum vardı ve biri ayla derken diğeri jumanji dedi ve ben de tercihimi jumanjiden yana kıllandım, cem yılmaz seçenekler arasında bile değildi yani, demek ki cem yılmazın çocuklarımın seçenekleri arasına girebilmesi için biraz daha terlemesi gerekiyor, onlarda en az benim kadar biliyorlar cem yılmazı, izlemek isteseler herhalde seçenekler arasına koyarlardı, sonuçta o filmi de gördük sinemaya girmeden, afişini, ve kimsenin tercihi olmadı o film, zaten yanındaki uzaylı tipli beyaz suratlı herifi görmek dahi istemiyorum mesela, temcit pilavı gibi hep aynı terane, sırf onun için bile izlemeyebilirim o filmi, o varsa eğer, vardır, cem yılmazın filmlerinden beğendiklerim olduğundan çok beğenmediklerimin sayısı çoktur, film, türk filmi sayfalarında yazılı zaten genelini beğenmediğim, beğendiğimi söylediğimden çok yerden yere vurduğum olmuştur cem yılmazı, çalıntı film yaptığı için mesela, bir çok filmi özgün değil amerikan sinemasından çalıntıdır çünkü, o mağara adamlı filmi, vahşi batı filmi çalıntıdır mesela, özgünlerini izledim çünkü, cem yılmaz sinemada benim için bir risktir, iyi de çıkabilir kötü de, kötü çıkma olasılığı daha yüksektir üstelik, bu olasılık jumanji için de var, yani geçerli, ama düşük bir olasılıktı ve banko oldu, dört dörtlük bir film yapmışlar ve ben bunu görmezden gelip cem yılmaza mı gitmeliydim, sırf türkler çekmiş diye, çok saçma bir düşünce sistemi, banel ve alt düzey zeka düzeyinin de göstergesi bu elbette, yelpazeni geniş tutarsan eğer bakış açın, algıların da genişler, aynı yerde saymazsın, bana güven, hakkımdaki fikrinse sana kalmış, vız gelir tırıs gider, ne dokundu size, bu ara yazdıklarım mı, eğer onlarsa fena, hiç iç açıcı değil demek ki durumun, durumunuz, yoksa 9 yaş meselesine mi takılı kaldınız, unutmadan, kökümüz adem ve havva, sen başka bir dünyadan mı geldin, neredensiniz, yine unutmadan ben sıkı bir sinema izleyicisi bile değilim, en son bir iki yıl önce gittim sinemaya, ilk kez 3D film izledim mesela jumanjiyle, ve çok beğendim 3D’yi, demem o ki türk sinemasını batırmaz benim türk filmine gidip gitmeyişim, amerikan filmini coşturmayacağı gibi, okuyanım üç kişi, olsun beş kişi, o mu gitti ağırına, fazladan üç kişi gitse ne olur gitmese ne olur, anlayamadım derdini, sikletimiz bile aynı değilken, ki benimki üç beş kişi, benimle işin ne, kendi sikletindekilerle güreşsene, beni iğnelemek mi hoşuna giden, yoksa kanayan yaralarına mı dokunuyorum, niye sokup sokup duruyorsun beni, kanına dokunan ne, önceki kündelerim mi, olur öyle şeyler, hayat bu, olur, geçer, takılma, yerden yere, küt, küt, küt, küt, iyi geldi mi, bir söyle bin dayak ye, jumanji ye sen de git, çocuğunu da götür, emin ol eğlenecektir, yüzde yüz garantili, bakalım çıkışta çocuğun ne diyecek, ne soracak sana, yazarsın di mi onu da.

İyi olana iyi dememek, diyememek namussuzluktur, namertliktir, ben ne namussuzum ne de namert, iyi olana iyi demeyi bilirim, çok yakında bir gün tv’ye düşer nasıl olsa cem yılmazın filmi, izler, kafamda oluşan puanını verir yazarım, sabret, sabırlı ol biraz, hayat çok aceleye gelmez, ama üstüne para verip izlemem, bende yalan yok, doğruya doğru, hem ben alışkın değilim öyle o film senin bu film benim gezmeye, biliyorsun şimdiye dek bunun için yeterli param yoktu, şimdi fazlasıyla var ama uyum sağlayamıyorum bir türlü fazla param olduğuna, şimdi de mesele olan bu, kızımla anlaşıyoruz mesela şunu da yapalım, bunu da yapalım diye, bir bakıyoruz unutmuşuz gitmiş, aklımıza gelmiyor tonla paramız olduğu, aynı yaşamaya devam ediyoruz, sadece sinema için geçerli değil yani bu durum, içimize yer etmiş, aşamıyorum şartlanmışlıklar, yerleşmişlikleri, ne yaparsın, yani senin hatırın için bile gidemeyeceğim cem yılmazın filmine, geçenlerde yine, adı aklıma gelmedi şimdi, bir düşüneyim, hani şu eski şarkıcı yönetmen var ya, onun filmi düşmüştü tv’ye, olacak, olabilecek saçmalık değil, neydi adı ya, tavuklarım var diye oynuyorlar, o film işte, öyle filmleri izleyince, ki baştan sona izlemek aptallığını yapmadım tabi, o filmden sinemada çıkanların yüzleri düşüyor aklıma, yazık, hiç o hale düşmek istemem, bunu yazmayı unutmuştum, bak hatırlattığın iyi oldu, karıları dereye döken paraları topluyor bu zamanda, dök karıları dereye, azıcık ucundan açtır, topla paraları, dilenciliğin legal hali, şerefsizliğin beşi bir arada, dolandırıcılığın resmisi, hırsızlar, türkan şoray da yapmıştı bunu en son, kızıyla çektiği filmde, millet aç ne yaparsın, karı açı, doyurmak lazım, mesele olan gişe hasılatı olunca, bu mu senin türk sineman, buna türk sineması değil recep ivedik sineması denir olsa olsa, veya çalgı çengi sineması, bak bu daha iyi oturdu, anlam babında, izlemekle övündüğün bu sinema mı, o filmlere gidenler de türk sinemasını destekliyorlar bak, yani  senin kafadalar, hah hah, bu da başka bir hah, aklıma geldi, mahsun kırmızıgül, mahsun mu, mahzun mu emin olamadım ama o işte, mahzun galiba.

 Şimdi dokundun, konuşturuyorsun beni, çocuklarım küçükken, 2000’li yıllar, ki o zaman param boldu, sık giderdik sinemaya, film seçiciliğim ve bakış açım iyidir sinema için, övünmek gibi olmasın, film sayfalarıma güvenebilirsiniz yani, ne doyumsuz filmler izledik, bir çoğu çocuk macera filmi, ve büyük macera filmleri, ve hepsi tabi ki yabancı, ben şövenist ve milliyetçi değilim asla sinema konusunda, pek çok konuda olabilirim ama sanatı sanat için izlerim, çocuklarımın dimağını, bakış açısını çok genişlettiğini düşünüyorum o izlediğimiz filmlerin, holivudun tavan yaptığı, iyi para kırdığı zamanlardı ve çok iyi filmler yapılıyordu, çok iyi filmler izledik hep birlikte çocuklarımla, mest olduk, içimiz dışımız o filmlerle doldu, şu anki zekalarında, hayata bakışlarında çok şeyi değiştirdiğini, dönüştürdüğünü sanıyorum o filmlerin çocuklarımı, yakın bir arkadaşım ise hep türk filmlerine götürdü çocuklarını, ve hep aynı yerde saydılar ne yazık ki çocukları, çocuklarımızın vardığı yerler şu an bile çok farklı, tek etmen bu değildir elbette ama katkısı olduğunu düşünüyorum, beyin geliştirilebilir bir organ, bunu seçmek, gelişmesini seçmek neyi seçtiğinize, seçtiklerinize bağlı.

Sözün kısası benimle uğraşmaya gelmez, sikletlerimiz farklı, okuyan kişi sayısı sikletinden bahsetmiyorum burada tabi, ve ben her koşulda yenerim seni, benimle uğraşabilmen için daha çoook fırın ekmek yemen lazım, ama baştan söyleyeyim, asla bana yetişemeyeceksin, hem bir insanı yaptığı tek bir işle yargılayamayız değil mi, geneline bakmak lazım, bu kadar basit mi bir adamı bir filmiyle yerden göğe çıkarmak, reklamasyona girmiyorsa tabi mesele, çak! Merak ettim bak şimdi, izlesem mi, yine yerden yere vurmak için tabi, ama iyiyse iyi de derim, laf cebimden çıkmıyor ya, filmin iyi veya kötü olması senin tekelinde değil nasıl olsa, bir sinema eleştirisi yazısı bile olamamış yazın ne yazık ki, sen iyisi mi bu işleri bir bilenlere bırak, kitap, sanat eleştirileri senin harcın değil, değil yani, yalan mı söyleyeyim yüzüne yüzüne, ayıp olur, kendime yediremem hiç, bak son son sana mutlu olacağın bir şey söyleyeyim bari, senin sandığın kadar kin dolu değilim demek ki bütün yazdıklarına rağmen bunu söyleyebildiğime göre, jumanji bomboştu, toplasan on kişiydik salonda, hani cem yılmaz doluymuş ya, sevinebilirsin, ama ben sevinemeyeceğim çünkü bu da alt zeka seviyemizin, beyni az gelişmişliğimizin bir göstergesi bana göre.

cem yılmaz holivoddan film çalacak, milli olacak, ben holivoddan film izlediğim için köksüz olacağım, suçlanacağım, öyle mi, ha, tabi, cem yılmazın parası var benim yok, yalaka, holivoddan film çalan milli, seyreden milli değil, iyi akıl doğrusu, araban ne marka, televizyonun, köklü mü köksüz mü, benzinini nereden alıyorsun, köklü mü köksüz mü benzin istasyonun? Asıl köksüzlük, gayri millilik  nedir biliyor musun, dünyada olan bitene gözünü kapayıp aynı yerde sayıklamak, eşraf kolçakta, nubar terziyanda takılıp kalmak, bir adım ileri gidememek, ileriyi görememektir, sana Atatürk’ün bu konudaki sözlerini, avrupalılaşma, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma konusundaki sözlerini hatırlatmama bilmem gerek var mı, ama bir akp sempatizanına bunları söylememe bile gerek yok sanırım, büyük fetö mitingine giden ve erdoğanı desteklediğini söyleyen ben değildim, değil mi? Benim tepemin tası hiç attırılmaya gelmez, hemen akordu bozulur, gözlüklerinin çerçevelerini genişlettir, sorun çözülecektir, emin ol, çok takma kafana, hele beni hiç takma Bu kadarı yeterli mi?

Küfürsüz de yerin dibine sokup çıkarabiliyormuşum adamı demek ki, helal olsun bana, takdir ettim kendimi doğrusu, küfretmediğim için yani, o kadar da değil canım yani, siz de iyice küfürbaz ettiniz çıktınız beni, ettim mi, etmedim, etmedim işte.

*Sana yeterli gelmiş olabilir de bana yeterli gelmedi, gittikçe, zaman geçtikçe kızgınlığımın derecesi de yükseliyor üstelik, zevzeğe bak sen, filme girmek için, film önermek için senden mi izin alacağım, sana ne hangi filmi seyrettiğimden, git sen anana karış, gücün, görgün ve zekan ancak ona yeter, bana değil, ben senin anana da benzemem, dünyadan bihaber zırcahil, okumak cehaletten kurtarmıyor adamı belli ki, bana ne okuduğunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, gonca vuslaterinin sevgilisi, sen kim edebiyat ahkamı kesmek kim, buna mı bozuldun, doğruyu söyledim, yalan mı, yoksa sigara için yazdıklarına yazdıklarıma mı, derim, senden mi izin alacağım, istediğime istediğimi söylerim, önce bir gözünü aç dünyayı gör sonra konuş, takmış at gözlüğünü kıçına kalsa bana ahkam kesecek, bana karışma hakkını sana kim verdi, kinimden sana ne, kinim sana mı, seni ne ırgalıyor, akşamdan sabaha sana fikrini soran mı oldu, serseri, hasta ya, kafadan hasta, aç tavuk kendini darı ambarında sanırmış, yukarda havalar nasıl canım, yoksa soğuktan kafayı mı üşüttün, ne sanıyorsa kendini, zevzek işte, sen kimsin, kim oluyorsun da bana yukardan bakma hakkını görüyorsun kendinde, hakkımda çok şey biliyor olman sana bana karşı üstünlük hakkı mı veriyor, anlat seni de dinleriz, densiz, nohut kadar beyniyle bana ayar çekecek aklınca, senin gibi kaç tanesini suya götürür susuz getiririm ben, densiz, benim hakkımda konuşman için önce benim kadar insan olman gerek, ne insanlığını gördük, densiz, bir densiz için daha fazla ağzımı bozmayacağım, densiz işte, neyimi çekemiyorsa, var bir karın ağrısı, canım isterse, ne zaman istersem meydan okuyorum ya, ağırına gidiyor galiba, benden başka bulaşacak adam bulamamış herhalde garibim, ben dokunulmazım canım, bana dokunan bin papara yer, afiyet olsun, yarasın.

Bunca aptal bir laf için bunca laf üretmiş olmam da bir garip ama bazen karşınızdakinin zeka seviyesine inmek zorunda kalıyorsunuz işte.

Bundan böyle istediğini yaz, arkamdan afkur, konuş, yaz, istediğini yap, okumayacağım nasıl olsa, nohut beyinli şerefsizlerle işim olmaz benim, iyi keyifler sana, hani yazdığı, yazacağının iler tutar bir yanı olsa neyse de, hakkımda eleştirilebilecek o kadar şey varken gitmiş sinemaya gittiğimi eleştiriyor, fesüphanallah, bulaşmadım etmedim, durduk yere ne sataşıyorsun, neyse boş ver, değmez, senin böyle bir seçeneğin yok, beni okumak zorundasın çünkü benden besleniyorsun, bana ihtiyacın var, oku, okumaya devam et, bence bir sakıncası yok, hayrım olsun, burası hayrat malı, ben bir hayorseverim aynı zamanda, senin bildiklerinin dışında, dedim ya bana asla ulaşamazsın, arkamdan koşmaya devam et, sayın büyük adam, cem yılmazın arkadaşı, cem yılmazı telefonla arayabilen büyük büyük büyük kişi, zurnanın son deliği, elitistlik manyağı züppe, entellektüel bozuntusu, benim dilime düşeceğine bok kuyusuna düş daha iyi, ne yapayım huyum böyle, okumayacağımı söylemiştim zaten, ne yazdığın, yazacağın zerre kadar umurumda değil, ayarımda değilsin.

***İstediğiniz kadar paranız, malınız, mülkünüz olsun, veya aptal bir kafanız, hiçbir şey size sağ şeritten sol şeridi aşıp, sadece sinyal vererek, arkadan gelen var mı diye bakmadan ters yöne girme hakkı vermez, vermemeli ayrıca, senin dünyan olsa dünyan bu kadar işte, gördüğün ve yaşattığın kadar, gordiondan çıktık çayyolu yönüne gidiyoruz, akşam 8, yol boş, neyse ki hızlı değiliz, yol iki şeritli, biz sol şeritteyiz, sağ şeritte duran bir araba sinyal verdi, sinyal verip düz gidecek te olabilirsiniz mesela, bu dümdüz önümüze kırdı, selektör, korna hiçbiri kar etmedi, sağ önden T olduk araçla, çok vurmamak için sola kırdı oğlum, bizimki hasarsız, onda biraz hasar oldu, çizik gibi, dün, dün akşam, hanımımın keyfi yerinde, sinyal verdim diyor başka bir şey demiyor, tamam sen sinyal verdin de bakalım yandan gelen o sinyali taktı mı, dön bir bak, dönüp bakmak zahmetinde bulunmamış bile, böyle bir manyaklık yok, biz o an hızlı da olabilirdik, duramayabilirdik, arabasında küçük çocuğu da var, ve herkes kelle, can taşıyor, o yola çıkmak şaka değil, çıkıyorsan eğer adabınla çık, geçiyorsan eğer o direksiyonun başına gereğini de yapacaksın, ya da otur oturduğun yerde, o da korktu, üzüldü, bir dolu teminat verdi, hasarınızı karşılarım dedi, genç ve belli ki zengin bir kadın, ama olana çare yok, olmadan düşünecek bunu, herkesin kendi kellesi koltukta, yani bu defa gerçektende kelle koltukta, araba koltuğunda yani, hiç yoktan yere sıkıntı, hani bilsen ki bu kadar aptaldır, solundan gelen araca bakmadan sola, önüne kıracak kadar, durursun elbette ama nereden bileceksin bu kadar aptal olduğunu, mesele orada.

Büyükşehirde yaşamak ömür törpüsü oldu artık, hele ki gençler için, onların acemiliği ve heyecan doluluğuyla çok daha ömür törpüsü, onlar için yani, gençlerin işi bizden çok daha zor, hayat erken yaşta zorluyor onları, daha bu kadarına hazır değillerken.

Hep derler ya Allah iyilerle karşılaştırsın diye, kazanın olduğu esnada bir adam geldi yanımıza, başka kimse yoktu zaten, pejmürde giyinişli sıradan bir adam, genç, 30’lu yaşlarda, oğlumu sakinleştirdi, kadına akıl verdi, böyle çıkılmaz, çıkarken aynalara bakacaksın diye, sonra herkes yoluna gitti, hızır gibi yetişti derler ya, o cinsten işte, insan ne değişken bir varlık, öyle de yapabiliyor olayı böyle de, yönlendirebiliyor, Allah hepimizi iyilerle karşılaştırsın. Biz arabası olanlar arabalarımız için cebelleşirken arabası olması ihtimali olmayan biri bizi uzlaştırdı, birleştirdi, insanlık, insan olmak arabaya, paraya bakmıyor demek ki.

 ***Dün fox haberde söyledi, kadınlarda erkek tipi kelleşme çoğalmış, fast food, paketli yiyecekler, mısır şurubu nedeniyle oluyormuş, bir günah keçisi buldular, ne rast gelse bunları yapıştırıyorlar, evet ilerleyince, kızımın hipertiroidi gibi, saç dökülmesi yapıyor ama belli bir bölgeyi değil bu dökülme tüm saçı kapsıyor, bu nedenle bu bilgi yanlış, ben çoktandır yazıyorum bunu, yıllardır, bu ayan beyan ortada, kadınların alınlarının açılıp kafataslarının ortaya çıktığını, ama bu belli bir zümrede görülüyor, tv dünyasında ve fön düşkünü genç kızlarda, bu sebeple nedeni yiyecek içecek değil kuaför salonları ve fön makineleri, ama bunu söylemiyorlar, belki bilmediklerinden belki de piyasa hareketliliğini çok sevdikleri için, bunu sık sık yaptıklarını biliyoruz artık, piyasa hareketlendirme düşkünü olduklarını haber programlarının, sorsunlar bana ben söyleyeyim, doktor doktor gezmelerine gerek yok, hekimden sorma çekenden sor demişler.

***”Kafein miktarı kilo başına 5 mg geçmemeli, bir enerji içeceği 400 mg kafein içeriyor, 60 kiloluk bir insan günlük 300 mg kafein alabilir, bir enerji içeceği bile dozu geçiyor, bana kalsa enerji içeceklerini anında yasaklarım, kafeinli olanlarını, kahveden çok daha önemli bir sağlık risk grubu, (yani kahve de bir sağlık risk grubu, buradan bu anlaşılıyor) üçü bir arada da arızalı bir grup, sabah veya öğlen konsantrasyon için bir tane kahve içilebilir, sakıncası yok, iki, üç tane de içilebilir” osman nüftüoğlu, bütün bunlar bana göre demek oluyor ki kahve arızalı bir şey, içme, alt metinde bu yatıyor bu konuşmada, içme, iç-me, burada söylenmek istenen, söylenen alt metin kafein, yani kahve zararlıdır, kahve insan bünyesine zarar verir olduğuna göre, o miktarın, bu miktarın ne önemi var, kaldı ki o milimetrik hesapları nasıl ve neye göre yaptılar onu da bilemeyiz, bu durumda yapılacak tek şey kahve zararlıdır alt metni ile hareket etmek, kahve dosyasını hayatlarımızdan çıkarmaktır.

Kahve, çikolata ve kakaolu şeyler hayatımızda hayati gıdalar değil, yense de olur, yenmese de, bu durumda niye bu kadar bunun için kendimizi gerip sorun edelim ki, ağzımıza sürmeyiz olur biter, bu kadar basit, ben çikolata ve kakaolu şeyleri ağzıma sürmeyeli aylar oldu, 3-4 ay, kahveyi de yaklaşık bir aydır hiç içmedim, hiçbir yerimden bir şey eksilmedi, aksine eskisinden çok daha iyi hissediyorum kendimi, geceleri aralıksız uyuyorum artık, bu sayede gündüzleri çok daha fazla ayakta, ayık ve uyanık kalıyorum, çokta yorulmuyorum, limon, nar yiyip içmeye beni sevk eden o sıkışma hissiyatı yok oldu, nar ve limonla işim kalmadı, ben ucundan sıyırdım galiba, her şerde bir hayır vardır derler ya, osman müftüoğlu kahve iyi bir şeydir diyip dikkatimi daha çok çekmemiş olsaydı kahveye internette akmak gereği bile duymayacaktım, her şerde bir hayır var yani.

Bir kahve keyfi bütün bunlara değer mi, kahve keyfi yapmak için mi yoksa yaşamak için mi yaşıyoruz, bunun cevabını verdiğimizde sorun da çözülüyor zaten, her ikisi de diyorsanız sizin bileceğiniz iş ama bilin ki siz içtiğinizde etrafınızdakilerin, gençlerin de içmesine ön ayak olacaksınız, hani ben çok bir farkları olduğuna çok kani değilim, ikisi de zararlı sonuçta, siz türk kahvesi içtiniz diyelim, dendiği gibi günde 3-4 tane, çocuğunuz da serbestçe nescafe içmeye devam edecektir, onu da teşvik etmiş olacaksınız bu zehre, ki onların bedenleri çok daha korunaksız bu zehre karşı, yinede siz bilirsiniz. Bilindiği üzere kafeinin bir özelliği de bağımlılık yapması, iki, üç, beş, durduramazsınız onu, ne kendinizi ne çocuğunuzu, o yüzden en güzeli tamamen kestirip atmak.

Sanki bu defa daha bir esnekti osman müftüoğlu kahveye karşı, kahve için, kahve yararlıdır demedi mesela, ısrar da etmedi, canınız çektiyse içebilirsiniz dedi, dörtten üçe düşürmüş günlük sayıyıda, iyi yönde gelişmeler var anlayacağınız, nereden icap ettiyse. O sayı üçe, dörde çıktığında gün akşamı bulmuş olur zaten, hani sabah veya öğlen içilecekti canım, kendi söylediğini kendi doğrulayamıyor zaten.

Şimdi ne yapacağım bilin bakalım, o ulaşılamasın diye üst rafa koyduğum kahveleri alıp tuvalete dökeceğim, ki bir başkasının eline geçmesin, ona da zarar vermesin, ve evime gelene de kahvemiz yok diyeceğim, bundan böyle öyle, satmışım anasını ben o kahvenin, kızıma, oğluma, bana bunları yapan yaşatan her ne ise cezasını çekecek, ve bir numaralı şüphelisi kahve, çikolata, kakao, döktüm tuvalete, yarım kilodan fazla nescafeyi, ve bir o kadar süt tozunu, tuvaleti bile güzel kokuttu meret, yapacak bir şey yok, ya o ya ben, tabi ki ben.

Cumartesi kızımla saç kestirdik, saçımızı kesen kuaför nezleymiş, şapur şupur hapşırdı kafamızda, ibne, git iki gün evinde yat, yok, para kaçmasın, mezarlıkta bile para sayacaklar neredeyse, şimdi ben de nezleyim, grip yani, telef oldum hiç yoktan yere.

***Bir transfere yönelik haber daha vardı foxta, neymiş karsa doğu expresiyle gitmek için 13 bin kişi sıradaymış, haber yapsnlar ki daha da artsın o sayı, bizde akılsızdan bol ne var, ben iyi bilirim o treni, 30 yıl önce binmiştim, aynı trendir, ne fark edecek, bir gün boyu sürmüştü yol, telef olmuştum, piyasa hareketliliğini çok önemsiyor fox tv, sirkülasyon önemli, nerede hareket orada bereket düstürundan gayretle yol alıyor.

***” Karın Şişkinliğin Sebepleri Neler? Yeteri kadar su içmemek: Vücudumuzun susuz kalması bir çok sağlık probleminin temel nedenidir. Aşırı kahve ve alkol tüketimi de bu sağlık problemlerinin ortaya çıkmasına sebep olan 2. faktördür.” yine ben ve yine aynı şeyler, değişmez yazgı, bu yazıya bir sitede rastladım, kahvenin de alkolün de damarları genişlettiğini çözmüştük zaten, tek benzer yanları bu değilmiş demek ki, kahve ayrıca vücuttaki suyu da kuruttuğuna göre iki kere etkili olmalı şişkinlikte, nezle, grip durumunda bugün biraz daha iyiyim, akıntı, sızıntı bitti ama ömrümden üç beş kötü gün daha geçti, hasta olmak hiç hoş bir şey değil, bütün performansınız düşüyor, her şekilde, çok can sıkıcı, ama en beteri geceler, geçmek, bitmek bilmiyor, o her neyse bize bunları yapan, kahve mi, mısır şurubu mu, şeker mi, paketli gıdalar mı, çikolata mı, o nesne her neyse sandığınızdan, sandığımızdan çok daha büyük bir bela, adamın aklını başından alıyor, akıl baştan alınır mı, alınıyormuş demek ki, hemde nasıl alıyor, seni sen olmaktan çıkarıp bambaşka biri yapıyor, akıl baştan gider mi, gidiyor, hemde nasıl gidiyor, inanamazsınız, gidiyor ve gittiği gibi de geri geliyor, garip bir şey daha söyleyeceğim şimdi, delilik diye bir şey yok aslında, yanlış beslenme, deliliği besleyen beslenme diye bir şey var, hepsini, her şayi aklım alıyor, sağlığın elden gitmesini de aklım alıyor ama aklın gitmesini aklım almıyor bir türlü, ama alıyor, adamın aklını alıyor yenilen o şey veya şeyler, sadece alt beynin çalıştığı bir organizmaya dönüşüyor vücut, yiyip içtiklerine, ilaç dozlarına göre iniş çıkışları olduğu oluyor kızımın, ve beni son raddesine kadar zorladığı zamanlar da oluyor, yememesi gerekenleri canı çekiyor, satın almak istiyor, huysuzluk ediyor, kızıyorum, sonra kendime kızıyorum, bilincinde mi acaba yaptığının diye, tiroid hormonlarını zaten tepetaklak ediyor, bu yetmezmiş gibi östrojenle oynuyor, hastaneler bunlarla dolu, erken ergenlik ve erkeksilik, her ikisini de yapmaya muktedir, bu piyasadaki cinsel değişimlerin altında da bunlar yatıyor, dikkat edin, hiç şakası yok bu işin, ümit kocasakal adaylığını koyacakmış chp ye, o chp den ümit kocasakal çıkar mı hiç emin değilim, içi kaynayan kazan, keşke çıksa, ama benim hiç ümidim yok bu konuda, çünkü chp nin içi de boşaltılmış durumda, zaten ya o çıkacak ya da chp zaten bitmiş, batmış bir durumda, bitikliğine devam edecek, öbür taraf hep bildiğimiz gibi, bir ileri bir geri, ne köy olur ne kasaba onlardan, 5 ayda 115 yaşı küçük gebelik tesbit edilmiş hastanelerde, kimin ürünü, akp pislik zihniyetinin, çocuk kanı şçen vampirler, satılıyor, satın alınıyor küçücük kız çocukları, kaderlerine karşı bile çıkamadan, akp arkalarında nasıl olsa, suç yok, ceza yok, ortalık onların, Allah bin kere belalarını versin, nurselle yemek programı bitmiş, bugün sizi böyle alalımı izledim, foxta, yemek programsız geçmez hayat, yani benim hayatım, artık onu izleyeceğim herhalde, showdaki çok acemi, yemek bilmiyor, dizilerimde bir numara ufak tefek cinayetler, iki ve üç çukur ve istanbullu gelin, başka dizi izlemiyorum, yani başka bir şey izlemiyorum, haber dışında, bol bol atkı örüyorum, selanik örgülü, kızıma, oğluma, kızımın sınıf arkadaşına ördüm, sıradakilere devam, bir ara parmağımı kestim, sıkı kestim, kan fışkırdı bildiğiniz, nar, limon etkisi sanırım, benden kolay kolay kan çıkmaz öyle, biraz da az içiyorum suyu, yukarda dendiği gibi, onun da etkisi vardır kan katılığımda, ya da kahve, çikolatanın kurutucu etkisiyle oluyorsur, o ara öremedim, sakarlıklar varmış bu aralar, yıldızlar öyle söylüyor, geçti şimdi, on, on beş gün oldu, oğlum ara ara benimle dalga geçiyor, on sene üniversite okumuş, ki o kadar sürdü, gitmiş babamı bulmuş, yok muydu üniversitede bir tane erkek diye, ne diyeyim, çocuk haklı, ama onun yaşındayken onun kadar kafam çalışmıyormuş demek ki, kavun değil ki koklayarak anlayasın, insanın aynası içinde saklı, pekte içinde değildi gerçi, daha evlenmeden başlamıştı sıkıştırmalar, dayaklar, bir başlayınca akışa, gidişata dur diyememişim demek ki, ne çıkarsa bahtına, yapacak bir şey yok, geçmişe mazi derler, amaan, kocamış kurdun kuzuya maskaralığı işte, çokta boş geçti diyemiyeceğim o yıllar, çapkın bile sayılabilirim kendi çapımda, o zaman için yani, boş geçmesine geçmedi de, çok seçen seçintiye uğrarmış misali oldu herhalde, paçayı yırttım ya, şimdiden sonrası, önemli olan o, bulur beni, çaydanlık almıştım, hatırlarsınız, sürahi niyetine kullanıyorum şimdi, bizde çay içilmez, ıhlamur içiyoruz şimdilerde, tabi ki şekersiz, çaydanlığın su ibriği o kadar yukarda ki her su doldurmak için eğişimizde üstten de su dökülüyor, aryıldız marka, hani türk malı diye övmüşlerdi bana, hatırlarsınız, keşke gavurun malını alsaymışım, çok umurumdu türk malı olması, önce üretim hatası yapmamayı öğrensinler, paramla rezil mi olacağım, o mal kusurlu ve ben 30 lira zarardayım, türkü zengin etmek için ben mi fakirleşeceğim, ben de türküm, yok mu benim türklük hakkım, 300 liralık zararımı kim karşılayacak, çok sayın türkologlar mı, dün bugün biraz ekip şahaneye baktım, orada bol bol tekzen reklamı var, reklamında yüzde yüz yerli gibi bir şey yazıyor, sen sattığın mala bak, hepsi elden düşme gibi, ikinci el mağazası gibi, gidipte oraya bir kuruş para vermem, gider bauhaustan alırım, bazan koçtaştan da alırım, yerine, duruma göre, ama tekzenden almam, kimin malı olduğu kimin umuru, ben evime aldığım, kullandığım şeyin kalitesine bakarım, türkün cebin girecek diye ben paramı mı çar çur edeceğin, yapsınlar aynı kalitede alayım, türk üreticinin türlükten doğan hakları var da türk tüketicinin türklükten doğan hakları yok öyle mi, bu bu demeyegeliyot, körü körüne satın alacağız yani elimize geçeni, aynen sinema olayında olduğu gibi, dediğimden bir adım geri de dönmem, anlayana, adam olsunlar önce, her malın bir alıcısı var, onlarınkiler de akp liler olmalı, yerli ve milli açısından, yarım, bir kilo arası kabağı iki kaşık şekerle pişiriyorum, çok lezetli oluyor, şekeri az olunca sulanmıyor ve çok pişmesine gerek kalmıyor, diri kalıyor, karnabahar, mantar pırasa, beyaz lahana, her türlü sebzeye pişmeye yakın bir avuç bulgur koyuyorum, lezzetlendiriyor, hadi bana eyvallah, örgü öreyim biraz, bu kadar çene yeter, aklımdayken, yine beklemiş çıkıyor çağdaştan aldığım etler, kokuyor, biraz dikkat etmeyi kestim yine kokmuş et vermişler, almayacağım bu gidişle, sebzeye talim, ne güzel, idareli de hem;) tiksinti başladı artık bende, bazen atıyorum ama hangi bir gün atayım, bende şaşırdım ne yapacağımı, her gün şikayet mi edeyim, ama göz göre göre kokmuş et satıyorlar, beklemiş et diye bir piyasa var ve oradan alıyor olmalılar etleri, ikinci el et piyasası, başka ne olabilir ki, her gün mü ellerinde kalıyor etler, şimdiye kadar böyle bir şey yoktu, dolabı biraz daha soğutmayı deneyeceğim, belki benim dolaptadır sıkıntı, 4 dereceye ayarlı sanki, görünüşte öyle, ama neresi ne bileyim, çağdaştaki kasap biz 0 derecede tutuyoruz dedi etleri, 0 derece yapamam diğerleri, sebzeler donar, 3’e aldım şimdilik.

***Greenpeace i takip ediyorum facebookta, penguenler trenlere binip dünyanın bir ucuna gitmeye başlamışlar, istanbulda bile görülmüş, amerikada yaşayan bir arkadaşım var, bu ara amerikadaki soğuğu paylaşıyor sıkça, new jersey alaskadan daha soğukmuş bu aralar, on derece kadar üstelik, minessotada buz dalgaları kıyıyı vuruyor, buzullar, buzulların soğuk suları aşağılara akıyor, bizde böyle değil, bizde şimdilerde, ocak ayında ağaçlar çiçek açıyor, istanbulda mimozalar çiçek açmış, eskiden olsa martta bile böyle bir olaya vahlanırdık, şimdilerde ağzımız açık izlememiz gerekirken olan bitenin farkında bile değilmiş gibi yaşıyoruz, ılıman iklime grçtik, bu kış kış gibi değil, bahar gibi geçiyor, bizi koruyan şimdilik üst kısmımızda bulunan golfistrim akıntısı, amerikadan farklı olarak, o olmasa biz de aynı durumda olurduk, herhalde o yani, o kadar kesin konuşmayayım ama aklımda kaldığı kadarıyla öyle, bu demek oluyor ki kavurucu sıcaklar çokta uzağımızda değil, hızla yaklaşıyor, düşünüldüğünden çok daha hızlı, bunun sonu bu, neyşınıl coğrafik bunları, bunların olacağını söylemişti diyeceğimiz günler çok uzak değil, akp li bir pezevenk 15 yaşındaki hamilelikler için normaldir demiş, normal olmayan kendi, anormal köpek, benim kızım aralıkta, geçen ay doldurdu 15 yaşını, daha kızılaya gitmedi tek başına, gitse yolu bulamaz zaten, yolu karıştırır, onlar o yaşta bir kız çocuğunu bir herifin koynuna atmaya normal diyorlar, normalmiş, orospu çocuğu, kendinde de vardır bir tane, yoksa da geleceğe yatırım yapıyordur, fakirde satılık kız mı yok, çok, köpekler, sübyancı itler, pedofili sapıkları, sapıklara, sapıklıklara gün doğdu akp sayesinde, sapıklık legalleşti, karının kafasına vura vura büyüttür çocığunu, günü gelince parasıyla sat o çocuğu, erkeklik bayağı karlı iş düşünülünce, hesap kitap soran, sorabilen de yok nasıl olsa, babası canım, ahmet marankiden kıl kapmıştım ya geçen, amerikalı diye, kahveye iyi demişti, boşuna değilmiş, akp itiymiş, kadın pedi reklamları koyanların kellesi alınsın demiş, bir orospu çocuğu daha yazıldı orospu çocukları hanesine, önce ağızlarını alıştırıyorlar ki devamı gelsin, siz o günleri zor görürsünüz menfur köpekler, size havlamak çok yakışıyor.

***Ben diyeyim elli, siz deyin yüz kere, ben diyeyim yüz, siz deyin iki yüz kere bu akşam ufak tefek cinayetlerde ya kahvenin adı geçti ya da görüntüsü, nescafe markası ağırlığını koymuş diziye, dizinin ağırlığınca altın vermiş olmalı bu kadar bahsi geçtiğine göre, altta da reklamı çıktı zaten, e iyi kazanıyor sonuçta, o kadar olsun, kızımın bilgisine göre dünyadaki kahve rezervleri bitmiş, bitmek üzereymiş, kahve tükenmiş, kahve niyetine ne içtiğimiz bile belli değil, elimine ediyorlar bizi, nüfus planlaması yapıyorlar, savaş yok ki insanlar kırılsın, nüfus azalsın, nüfus çok kaynak az, dengede tutmaya çalışıyorlar dünyayı, bu zamanda hayatta kalamak için fakir olmak lazım, böylece tuzaklarına daha az düşersin, fakirler çok daha şanslı bu gibi konularda, ama kim nescafe alamayacak kadar fakir ki, o da yok, herkes alabiliyor, alıyor, tv cihazıma level atlattım, yani yeni nesil tv aldım, oğlum yarı zorla black mirror izletiyor bana, yanına arkadaş arıyor izlerken, akla hayale gelmeyen, gelmeyecek uçukluk, kaçıklıklar var, zaten uçuktum şimdi iyiden iyiye kaçık olacağım, nüfus planlaması ne ki, ne kaçıklıklar var orada, akla hayale gelmez cinsten.

Kızım dedi ki, diyor ki, bizi paranoyaklaştırmaya çalışıyorlar, bizi korkular altında yaşamaya zorluyorlar, beyinlerimizi ele geçirmeye çalışıyorlar, sizin değil de bizim, gençlerin üstünde daha etkililer bu konuda, ne yiyip içeceğimize, ne giyeceğimize onlar karar veriyor, biz de onların bu kararlarını yerine getiriyoruz.

Hastalık doludizgin devam, dün bir öksürük krizine tutuldum, böyle bir öksürük yok, öksürmekten kıpkırmızı kesildim, tahtalı köye yolculuk biletim basılmış sandım öksürürken, değilmiş, hala buradayım, ta en başından, ve sonrasında, bir ballı limon yapıp yeseymişim, çünkü feci bir kaşıntı var boğazımda en başından beri, o gün kuaförden sonra başladı, aynı akşam, veya bal, limon, yağ diyorlar, veya karabiber, tuz, limon, az su diyorlar, veya bal, limon, karabiber diyorlar, birinden birini yapsaymışım bu kadar uzamazdı bu iş, sıra kendime gelince ihmal ediyorum işte, bugün yapayım bari, dünkü bir felaketi, bir daha olsun istemem doğrusu, suriyeliler getirdi bu hastalıkları diyorlar, onların bağışıklık sistemi alışkınmış, biz değilmişiz falan filan, geçen sene de ağır geçirmiştim ama bu seneki beş beter, onun öksürüğü de uzun sürmüştü ama bununki çok şiddetli, hani birde sigara içiyor falan olsaydım hiç kurtuluşum yoktu herhalde, neyse ki içmiyorum, kahve de içmiyorum artık, hadi yine iyiyim.

Aynı şeyi on gün önce bir arkadaşım da söylemişti, boğazında gıcık gibi bir şey olduğunu ve bunun için 3 gün rapor aldığını, aynısı şimdi benim de başıma geldi, böyle bir durum var demek ki piyasada, şimdi aklıma geldi bunu söylediği, yalnız gidiş hiç zor değilmiş bunu anladım bu sayede, beş dakika yeterli, kaşla göz arası, hop öbür taraftasın, öksürük, kaşıntı geçsin diye bir yudum su içtim, içtikten bir süre sonra o da nefes boruma kaçtı sanırım, bir süre nefes alamadım, ondan oldu, sapasağlamım, bir şeyim yok ama bok yoluna giti niyazi olacaktım neredeyse, bu defalık atlattık, hadi hayırlısı.

Dün seda sqyanın ve uğur aslanın programları cezalı idi, kasım başındaki programları yüzündn cezalıymışlar, hale soygazi programları olmalı, iyi olmuş. İki gündür cezalı, oh olsun, insanların hayatları ile oynamanın bir bedeli var, da bu ceza korkusu ufak tfek cinayetlere yaramamış, birdenbire oya serhandan dümeni kırdı, oldu mu şimdi, bir çuval incir berbat oldu, ceza korkusu sarmış diziyi, ne güzel izliyorduk şunun şurasında, yine yalnız kalırsa ne yaparmış, breh, breh, breh, biz de inandık, hani evlisin dese, çocuğun var dese daha çok inanırdık, hiç olmadı böyle, buraya kadar getir, getir, zurnanın zırt dediği yerde su koyver, olacak iş mi, diziyi izliyorum ama reklamları olan kahvelerini içmiyorum, sizlere de yazıyorum, ne bilirsem, ne duyarsam, ki siz de bilin, siz de duyun, o kurtulabilen deniz yıldızlarından biri de siz olun diye, peki sizler neler yapıyorsunuz bildiklerinizi duyurmak, aktarmak konusunda, diğer deniz yıldızları için, bildiklerinizi kendinize saklamayı mı tercih ediyorsunuz, insanlığın kahve ile kırılmaya çalışıldığını bile bile, gözünüz göre göre, yazık size, acınası yaratıklar, bildiğini söylemeye, aktarmaya bile korkan paranoyaklar, eğer öyleyseniz tabi, öyle değilseniz üstünüze alınmanızı gerektiren bir durum yok ortada demektir, bunca delil, açıklama sundum bu konuda, kulaklarınız, ağzınız tıkalı gezin diye değil herhalde, kendiniz içmiyorsunuzdur artık elbette, ya başkaları. bilmeyenler, duymayanlar, onlar ne olacak, duyarsızlar, duyarsızsanız tabi, okmayanlar üstlerine alınmasınlar lütfen yergilerimi.

***Nasıl olduğunu sormak için aradım arkadaşımı, çok kötü öksürdüğünü, ciğerleri parçalanacakmışçasına öksürdüğünü, boğazının kaşındığını, iki kutu binlik antibiyotik kullandığı halde tam olarak iyileşemediğini, ithal etlerden bulaştığının söylendiğini söyledi, şehir efsanesi, paranoya, veya gerçek, hangisi ise her yerde kol geziyor, ben iyiyim, benimki tamamen geçti, arada hafif öksürük oluyor o kadar, ilaç falan kullanmadım, hiçbir şey kullanmadım, taş gibiyim maşallah, hava kirliliğinin de etkisi var mı acaba bu şiddetli öksürüklerde, hava kirli sonuçta, yağınca, kar veya yağmur, iki gün temizleniyor, üçüncü gün yine aynı kirlilik havada, o yorgunluklarım da büyük ölçüde geçti, kahve zorluyormuş beni demek ki, yani kalbimi, çok içmememe rağmen üstelik,  geçen hafta oğlum kilon da olmasa 30 yaşında gibisin dedi bana, 22 yaşındaki oğlum 52 yaşındaki bana böyle dedi, kaç anaya nasip böyle bir iltifat, bana ölüm gelmez artık, şaka bir yana, ki o şaka değildi, hızlı yaşayıp genç ölen cesedi yakışıklı olacaktım o geçenki öksürüğü atlatamasaydım, hala orada kaldım ben, feciydi cidden, kızılaya gittim bugün, kızılay bile buz gibi, her yer buz gibi, ilk defa bu kadar soğudu bu kış, gelir geçer, haftaya bir şey kalmaz, kızılay bile boştu soğuktan, 24 saatten fazladır sularımız kesik, kaldık susuz, bilkentteki yol, köprü yapımı yüzündenmiş, ben de çıktım gezdim, evde işler mola nasıl olsa.

O arkadaşımın bağışıklık sistemi benimkinden çok daha kötü, yani öyle olmalı, çünkü, tanıştığımız zamanlardan beri, 30 yıldır saç boyası kullanıyordu, saçları erken beyazlamıştı, ve meme kanseri oldu, birkaç yıldır bununla boğuşuyor, ameliyatlar falan, mıçmışım kahvelerine, çikolatalarına, dondurmalarına, saç boyalarına, her ne haltları varsa onlara, önce can, ben de boyamıyorum artık, sık boyamıyordum zaten, senede veya 6 ayda bir, şimdi tümden bıraktım, 6 aydır boyamadım, boyamayacağım, beyazsa beyaz, çok umurumdu, 50 yaşında iken 20 yaşında görünecek değilim ya, çocuklarım o yaşta.

Kızımın da dediği gibi birileri bizimle fena halde dalga geçiyor, ye diyorlar yiyoruz, boya diyorlar boyuyoruz, giy diyorlar giyiyoruz, süslen diyorlar süsleniyoruz, basmakalıp insanlara döndük hepimiz, ne kadar orospuyu andıran bir görüntün varsa o kadar kadınsın, o kadar kabul görürsün, ellerinde halhal, parmaklarında yüzükler, tırnaklarında koyu renk ojeler, kulaklarında küpeler olmalı, saçların elden geçmiş olmalı, ve en vahşi bakışınla bakmalısın, aynanın katşısındaki telfon elinde görüntüne, işte o zaman kadınsın, kimliğimizi, kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi unuttumaya çalışıyorlar bize, ana olduğumuzu, üretken olduğumuzu siliyorlar hafızalarımızdan, yeni, sıfırdan bir bellek yerleştirmeye çalışıyorlar bize, bizimle oyun oynuyorlar açıkça, kedinin fareyle oynayışı gibi, kökümüzü, kökenlerimizi unutturuyorlar bize, para odaklı yaratıklar yapmaya çalışıyorlar bizi, biz bu değiliz, biz insan odaklı insanlarız, asla para odaklı değil, dudak üstü çizgilerin belirginleştiyse üst dudağın aşağı sarkan süpürge, yelpaze ucuna dönüştürülmeli, örnek istanbullu gelindeki anne, ve bir sürü, mesela nursel, yemek programı yapan, saymakla bitmez, yüzün gözün yine botoksla şişirilmeli, örnek hepsi, saçların uzun olmalı, değilse kaynak yaptırmalısın, sonrasında şam şebeği gibi ortalıkta dolaştırılımalısın, örneğin ajda, geçen gün gördük, kızımdı söyleyen sanırım, veya oğlum, maykıl ceksına benzemiş dedi, dikkat ettim, gerçekten benziyor, cildini gerdirmekten gözleri öylesine açılmış ki sanırsınız maykıl ceksının gözleri, mıçmışım kadınlık anlayışlarına da.

***Mesele olan sadece sağlık olsa inanın bu kadar umurum olmaz, mesele olan sağlık olsa bir iki ilaç alır iyileşirsin, mesele olan sağlıktan çok başka şeyler, aklını alıyor adamın mesela, delirtiyor, bildiğiniz düpedüz delirtiyor işte, deliliğin tarifi mi var, yok, beyni en alt seviyeye düşürüyor, yiyen, içen, sıçan ve sevişen bir yaratığa döndürüyor insanı, bundan başka bir vasfı okmayan en, en, en ilkel insana, tek derdi, düşüncesi ilkel hayatın gereklilikleri oluyor, yemek, içmek, sevişmek, başka bir dertleri yok, delirtiyor insanları, olmadık şeylere olmadık tepkiler veren yaratıklara döndürüyor, aklı alıyor, bildiğin yarım akıllı ouyorsun, bunun dışında genetiğimizle oynuyor, kadınları, kızları erkeksiliğe, lezbienliğe yaklaştırıyor, bir bakıyorsunuz dibinden kesmiş saçlarını, veya kestirtmek için her yolu deniyor, erkeksi ayakkabılar, giysiler almaya başlıyor kendine, erkek arkadaşlar ediniyor, ama erkek erkeğe cinsinden, kanka, ama kendine neler olduğunun kendi bile farkında değil, içgüdüsel olarak yapıyor bunları, bunun bir adım ötesi lezbienlik olacak, hiç uçarı, kaçarı yok, ibneliğin nedenini de bilmiyoruz değil mi, östrojen ve testesteronları birbirine katıp karıştırıyor ki insanlığımızdan daha çok çıkalım, hepsinin içine siz de mıçın gitsin, hele ki çocuklarınıza asla, asla yedirmeyin bu meretleri, yoksa çok acısını çekersiniz, benim gibi.

tv aldım demiştim ya, epeydir yabancı film izlemiyordum, yıllardır, diğer tv de yoktu yeni filmler, iki gündür 2016 filmleri izledim, ikisinde de cinsellikten öte bir şey yoktu, tiksindim, insanlığımdan tiksindim, o derece, hepsi ünlü artisler, ama seyredilecek bir yanı yok filmlerin, bence sistemli olarak yapılıyor bu filmler, eskiden zeka ışıltısı olan filmler şimdi ne oldu da sadece cinselliğe dönüştü, insanlığın dönüşümü ile beraber filmleri de insanlara uyumluyorlar, çok mu ütopik oldu, siz black mirroru izlerseniz görürsünüz ancak ütopik olanın ne olduğunu, belki bizi uyandırmak, ayıktırmak için yapılıyor o dizi, nereden bileceksiniz, filmin biri cameron diaz ın bir filmi, tatlı ve bilmem ne gibi bir ismi var, ki iğrençti, diğer filmde julia roberts, kate hudson, jennifer aniston var, ve acınası haldeler, holiwood bitmiş ama onlar kepenkleri kapatamıyorlar anlaşılan bir türlü, tek bildikleri iş o, üstelik kolay para kazanılan, alışkınlar ne de olsa, içinde bulundukları çıkmaz durum görünüşlerine, vücutlarına da yansımış, sonuçta hayat nereden nereye, yapılan iş te olmayınca sinemada bütün ünlüleri biraraya toplamışlar bir filmde, acınası haldeler, ama bizim acınasılığımız çok daha fazla, eğer o meretleri yemeye devam edersek elbette, konumuz holivud değil biziz ve konudan sapmış değilim, dikkat, dikkat, yediğiniz, yedirdiğiniz her şeye dikkat, o size yol, su, elektirik değil delilik, cinsi sapıklık olarak geri dönecek, bunu hatırınızdan çıkartmayın.

Boşa konuşmuyorum di mi, anlayabiliyor, algılayabiliyorsunuz inşallah dediklerimi, umarım çok geç kalmamışımdır, sizin açınızdan yani, ok bu defa size taraf döndü, hep benden konuşacak değiliz ya, beni anlayamayacak duruma dahi gelmiş olabilirsiniz, şu an değilse bile bu günler çokta uzak değil inanın bana, bu, bunlar şaka değil, ütopya değil, gerçeğin ta kendisi, o kadar ki temizlenmemiz, bu pisliklerden arınmamız yıllar, yıllar boyu sürecek, etrafınızda birileri veya siz içe kapanık, karamsar veya dünyayla pek bağlantılı değilseniz, kulağınızda kulaklık, gözünüz tv den başka bir şey görmüyorsa mesela, veya odanıza kapatmışsanız kendinizi, veya tam tersine dışa vuruk, aşırı keyifli, şarkılar söyleyen, her şeye gülen biri iseniz korkun kendinizden veya karşınızdakinden, saldırgan ve sinirliyse zaten, o pislik, çöp yiyeceklerin etkisinde olduğunuz için olabilir bu durum, ve arınmak, iyileşmek yıllar, yıllar boyu sürecek, o pislik, çöp yiyeceklerin kalıntıları vücutlarınızdan atılana kadar, ki bu çok uzun bir süreç olacak, ne kendinizi ne de karşınızdakileri normal görün, çünkü siz siz değilsiniz, görüntünüz siz sadece, benliğiniz değil, o bambaşka biri artık, veya hep öyleydi, o çöpleri yeme oranınızla bağlantılı olarak tabi, bağımlılıklar, saplatılılıklar, aşırılıkların altında hep bu pislik yiyecekler yatıyor, sizi siz olmaktan çıkarıp bambaşka şeylere dönüştürüyor, ve siz bu yaşam biçimlerini normal, olması gerektiği gibiymiş gibi algılıyorsunuz, normal olanı yaşadığınızı sanıyorsunuz, ama hiç öyle değil, bir süre öncesine kadar beni çıldırtan, sinirden zıplatan çocuklarım yok artık, o temizlikle beraber bambaşka insanlara dönüşmeye başladılar, bunlar tanıdığım o çocuklarım değil, bambaşka birileri, o zor geçen çocukluk çağları, ergenlikler, hepsinin ardında bu çöp yiyecekler var, varmış meğerse, anormallikler bağıra bağıra ben anormalim diye gelmiyor, sessiz ve yavaştan alıştırıyor bizi kendine, ki bazen çok daha hızlı oluyor bu değişim, kendinize ve etrafınızdakilere mukayyet olun, girin mutfağa ve atadan kalma yemekleri pişirmeye koyulun, tatlıları, pastaları değil, sizden istenenleri değil sizin istediklerinizi pişirin, doğal, doğadan, el değmemiş, insan eli değmemiş şeyleri, değsin ama toplamak, derlemek için değmiş olsun, değiştirmek için değil, kuru fasulye, bulgur pilavı, mercimek, çoklu tahıl, yani ekmek, sebze, sağlık adına aklınıza ne gelirse, yiyin, yediririn ki bir an önce bu pisliklerden arınalım, ve o pis şeyleri almaktan, yemekten bir an, bir an önce uzaklaşın, bir veba gibi korkun onlardan, inanın vebadan beter, vebada ölüyorsunuz hiç değilse, bunda ölmüyor sürünüyorsunuz, rezil rüsva olmak işten bile değil, aklını kaybetmiş bir insan rezil rüsva değil de nedir, ama bunları bıraktığınız anda geri toparlamaya başlıyor vücut, kendinize, benliğinize kavuşuyorsunuz, ve daha da beteri bunu fark edemiyor olmamız, sanal bir illüzyonun içindeyiz sanki, fena halde uyutuluyoruz, bu kabustan uyanın artık, ve ne yazık ki meyveyi de bu kefenin içine biraz olsun sokmak durumundayım, ben bile bırakamam tümüyle meyveyi, ama sınırlandırabilirim, azaltabilirim, siz de yapabilirsiniz bunu, sınırlı meyve, az miktarda, olabildiğince az, en az, daha az. çok daha az, yeseniz bile yrmek üstüne değil yemekten ayrı bir zamanda ve çokta şekerli olmayanlarını seçin, ayva gibi mesela, portakalı sıkmayın, yiyecekseniz bütün yiyin gibi, ama portakal yerine ayvayı tercih edin. Bu da olmuyorsa, bunu da beceremiyorsak, bununla da sonuç alamıyorsak takacağız sepetleri kolumuza ve köylerimizin yolunu tutacağız, kendimiz yetiştirip kendimiz yiyeceğiz, başka yolu, yordamı yok bu işin, bu iş ciddi, ciddi, ciddi ve ciddi ötesi, var mı daha ötesi, yok, yok, yok. Yerinizde olsam bu son yazdıklarımı buzdolabının üstüne yapıştırırım, her an gözümün önünde olması için, çünkü hayatımız, hayatlarımız bu anlatıklarıma bağlı, ve dünya üzerinde bunları benden daha net, açık anlatabilecek başka bir insan yok, ben tanımıyorum en azından, kendinize mukayyet olmayı unutmayın.

Siz haçlı seferlerinin maziye karıştığını mı düşünüyorsunuz, öyle düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz demektir bu, geçmiş soyumuz dünyaya pek iç açıcı hatıralar bırakmamış ne yazık ki, zulüm, işkence ve işgallerle örülü bir geçmişimiz, yüzyıllar var ardımızda kalam, ve belli ki bunlar birileri tarafından unutulmamış, unutulamıyor, marko polo adlı diziyi izliyor kızım, orada dünya üzerindeki her üç kişiden birinin moğol imparatoru kubilay hanın soyundan geldiği söyleniyormuş, unutmuş gibi görünüyorlar mı sizce, unutulacak gibi de değil zaten, yerlerinde olsam ben de unutmazdım, haksızdırlar diyemem ama ne yazık ki onların tarafında değil bu taraftayım, burunlarından gelen analarının sütünü bizim de burnumuzdan getirmeye ahdetmişler, bir farkla, direkt öldürmüyorlar da dolaylı yoldan öldürüyorlar, yavaş yavaş, tadını çıkara çıkara, mahvoluşumuzu göre göre, tv lerde en çok ne reklamı görüyorsunuz, kahve ve abur cubur reklamı tabi ki, bu sadece kar amaçlı mı devam ediyor yoksa ardında başka kasıtlar var mı, bunu asla bilemeyiz ama bilebileceğimiz şeyler de var, üzerimizde bıraktıkları etkiler mesela, milletçe sağlıklı olmadığımız artık tartışmasız bir konu, paranoyalar almış başını yürümüş durumda, ithal etler, ithal bakliyatlar, suriyeliler vs, vs, her kafadan ayrı bir ses çıkıyor, içkiyi denediler, tutmadı, müslüman ülke, alıcısı yeterli gelmedi, içkiyle öldürmeyi denediler demek istiyorum yani, sigaranın sonuç vermesi uzun sürüyor, çok zaman istiyor, çay istedikleri kadar yaygınlaştı ama etkisi az geldi, tatmin etmedi, şimdi kahve ve mısır şurubu sırada, be hedef kitlesi çocuklar ve gençler, tam doksandan vuracaklar yani, biz çocukken, gençken bu kadar abur cubur yer, kahve içer miydik, yemez içmezdik, şimdi niye yiyip içiyor çocuklarımız, ve bu defa cidden bingo demek üzereler, birinci çinko, ikinci çinko çoktan geçildi, aşıldı, sıra bingo aşamasında, eğer aklımızı başımıza almazsak elbette.

Bir düzeltme yapmam gerekiyor, o bahsetiğim moğol hükümdarı kubilay han değil cengiz han mış, kubilay hanın dedesi oluyor cengiz han, dünyanın üçte birinin cengiz handan geldiği sözünü bir yerlerde okumuş kızım, diziden duymamış yani, pek çok yerde geçiyormuş bu söz, ve bu ciddi bir söylem, bir dayanağı olan, izlediği diziden dolayı da kubilay hanın da ondan aşağı kalır bir yanı yok, 15-19 yaşında kızlarla pek ilgili, dedi, 19 yaşından sonra gönderiliyorlarmış kızlar, emekliye sevk ediliyorlarmış, dünya üzerindeki diğer üçte bir insan da kubilay hanın soyundan geliyordur o zaman, aslına bakarsanız bu durumda dünya üzerindeki insanların çoğunluğu moğol soyundan geliyor olmalı, hepimiz türküz.

***Ben izlemedim arifV216 yı, bir gün kızıma teklif etim hatta, avm de, ben gitmem, üstüne para mı vericem, tv ye düşünce izleriz nasıl olsa dedi, kızım da en az benim kadar katı ve acımasız türk sineması konusunda, ben izlemedim yani, ama izleyen biri yazmış, onu aktarayım dedim, Reyya Advan adında biri yazmış, insanlar hala düşünüyorlar, düşünme yetisini yitirmemişler, ne güzel, bu benim de cevabım olsun, 

Bir filmden dünyayı kurtarmasını, tarih dersi vermesini, depresyonunuzu tedavi etmesini ya da stand-up gösterisi yapmasını beklemiyorsanız, güzel bir film yani. “Bu sefer, çok iyi bir iş çıkarmış Cem Yılmaz.” Filmin çeşitli sahneleri kalbime nasıl dokunduysa, işte bu cümle de öyle dokunuyor. Her okuduğumda, her duyduğumda sessizce sinir oluyor ve ufuklara dalıyorum… Cem Yılmaz, tek başına mı çıkarmış bu iyi işi? Aylarca süren ön hazırlıkları, planlamaları, araştırmaları, arşiv taramaları, eski fotoğraflara baka baka hazırlanan setleri, o kadar dekoru, kostümü, makyajı, çekimi, kurguyu, montajı, post prodüksiyonu, özel efektleri tek başına mı yapmış? Bütün bunları kim koordine etmiş? Kim düzenlemiş? Kim yönetmiş? “Uzay sahneleri, uçak sahneleri, kavga sahneleri Hollywood filmlerini aratmıyor. Çok iyi kotarılmış.” demiş birileri. Sonra da Cem Yılmaz’ı tebrik etmiş. Başka biri, filmdeki kalabalık sahnelerin çokluğunu ve zorluğunu anlatmış uzun uzun. Sonra da Cem Yılmaz’ı tebrik etmiş. Buralarda, yönetmeni de tebrik etmeleri gerekmez mi mesela? Tebrik edecek durumları yoksa, en azından bir el sallamalarını, ne bileyim, selam söylemelerini filan beklerdim. Henüz böyle bir tebrik ya da takdirle karşılaşmadım. Belki, filmin yönetmeni Kıvanç Baruönü hakkında uzun uzun konuşmak, sıkıcı bir iştir. Cem Yılmaz’a methiyeler düzmek daha eğlenceli olabilir. İnsanlar, bütün işi ona mal ederken, “Cem Yılmaz da bizi görecek mi?” diye düşünüyor olabilir. Belki Cem Yılmaz’ın, filmin başarısı hakkında konuşurken, yönetmene, diğer oyunculara ya da ekibe teşekkür etmeyi çok da tercih etmediğini fark etmişlerdir. Başarıyı (paylaşmak yerine) tek başına sahiplenmeyi ne çok sevdiğini. “Cem Yılmaz’ın kendisi bile yapmıyor. Biz niye yapalım ki?” diyorlardır belki, bilmiyorum.

Dünya devamlı değişiyor, değişmeye de devam edecek, böyle mi kalacak sanıyorsunuz,  pretty woman için bile değişmiş, jennfer aniston için, kate hudson için, hepsi ayrı ayrı filmlerde baş rol oynarlarken, bir zamanlar, şimdi hepsi bir filmden rol almışlar, daha bir dolu ünlü oyuncuyla üstelik, ünlüler geçidi gibi olmuş film, emekli holivudlular filmi olmuş adeta, içim incindi, acıdım hallerine, cidden, hazin son, adı özel bir gün, veya öyle bir şey işte, gora, arog için mi değişmeyecek, pompalıyorlar ki değişmesin, değişmeyen tek şey değişimin kendisidir halbuki, hem onun o kadar vakti de yoktur, ayrıntıları inceleyecek kadar yani, biliyorsunuz ki eski mankenlerin vücut haritalarını çıkarmakla çok meşgül, teker teker, adlarını saysam destan olur burada, vakti yoktur onun, kül tablasıyla ne işi olur onun, karılar varken, haritacı adam, karı haritacısı, dünya üzerindeki cengiz hanın veya kubilay hanın soyundan gelenlerden biri de o olmalı, aynası kendisidir kişinin, sadece işi değil, recep ivedik mi arog mu, bana göre recep ivedik, hiç değilse evini, yuvasını, karısını bilen bir adam, bana ne işinden, işi kendini ilgilendirir, alan memnun satan memnun sonuçta, terbiyeli, ben buna bakarım, insanlığına, işi onu ilgilendirir, eşine, çocuğuna değer veriyor mu, veriyor, iyi bir adam, en azından özel yaşantısıyla kötü örnek olmuyor insanlara, ahlaksız değil, şimdilik, sonradan cozutmazsa tabi, para her şey değil, para insanın elinin kiri, para dediğin bugün var yarın yok, bugün yok yarın var, varken de bileceksin insanlığını yokken de, geride kalan insan, param da param diye cozutmanın bir alemi yok, terbiyesiz herif, sonradan görme, dağdan inmiş ayı, kaldı mı eksik kalan, söylemediğim bir şey, bu kadarı yeterli gelir herhalde. Bana gelmedi, kalp kıranın yuvası olmaz işte öyle, cansu dereyi bırakıp, ki yıllarca kullanıp, gitti cansu derenin en yakın arkadaşıyla evlendi, gözüne soka soka, ahlaksız, ne oldu, ona yar oldu mu, olmadı, cansu derenin günahını daha çok çeker, çekecek o.

Yarası olan konuşuyor işte, hayat konuşturuyor insanı, ahlaksız olan bir o değil ya, bizden de geldi geçti işte bir ahlaksız, al birini vur ötekine, param da param, götü beş metre havada, ne oldu, paraların sana yar oldu mu, o paralarınla bolca mum al, belki o mumlarla arar bulursun beni, adam parası yokken nasıl idiyse parası olduğunda da aynı olandır, yok öyle değilse adamdan sayma onu zaten, sünepedir, salaktır, beş para etmezin tekidir, sinirinden hala arkadan arkaya kuyumu kazmaya çalışıyor, kaldı ya it gibi ortada, saracak yer arıyor, çok ararsın beni, hazmedemiyor, ya ne olacağını sanıyorduysa, ahlaksız, oğlumu doldurup doldurup üzerime salıyor, aklınca, ben nasıl onunla baş ettiysem, onun gibi bir ahlaksızla, şimdiye dek, hepsinle baş ederim, önemli olan haklılık, ben hangi kralın kızıymışım, bunu söyleyen oğlum değil, tabi ki o, onun ağzıyla konuşuyor benimle, neler diyerek dolduruyorsa artık, ben çocuklarımın yanındayken o kimlerin yanındaymış onu anlatsın önce çocuklarına, onun da kılıfını bulmuş aslına bakılırsa, çevresindeki herkes öyleymiş, öyle diyor oğlum, adamın bir günahı yok yani, kralın kızı olduğum için eşek yerine koymuş beni zaten, ben temizlemişim, ben taşımışım, ben pişirmişim, o yemiş, bir günden bir güne evine bir tane ekmek alıp gelmemiş, bir günden bir güne Allah razı olsun da dememiş, ama ben kralın kızıyım, dilencilerin kızlarıyla iyi eğlenceler sana sayın tembeller padişahının oğlu, ne kadar eğlenebildiğin ortada, duydum yeterince, sana yakışanı oymuş ta ben bilememişim, ben yanılmışım, hata bende, onda değil, kudursun dursun, ona çok yakışıyor, hoşuma bile gidiyor aslına bakılırsa bunları duymak, intikam güzel şey, viyak viyak viyaklayan ben değilim o, sonuç ortada, kaybeden o ben değilim, sefam olsun, böyle olacağını sanmıyordu tabi o, her şey kendiliğindn gerçekleşiyordu nasıl olsa, şimdi paklasın dursun evini, baksın bakalım kendiliğinden temizleniyor muymuş, damacanadaki sular sürahilere kendiliğinden doluyor muymuş, yataklar, çarşaflar değiştiriliyor, tuvaletler temizleniyor, yemekler pişiriliyor muymuş, bu dünya emek üstüne kurulu, bilene, o da 2 yıldır yeterince deneyimlemiştir bunu nasıl olsa, anlamıştır yeterince, benim ne işimi yapıyorsun da dediğini hatırlıyor mudur acaba bana, ben unutmadım, unutmaya da hiç niyetim yok, yorgunluktan, belimin ağrısından uyuyamadığım geceleri, elimde yeni yıkanmış bir makina ıslak çamaşırı  merdivenlerden indirirken yanımdan elini kolunu sallaya sallaya geçişini, ve hamileyken veya değilken, onun için ne fark eder(di) ki, benim görevimdi o iş, o işler, iki elim kanda olsa dahi, onunsa hakk, erkeklik hakkı, alacaklım, can alacaklım, boğazımı doyuruyor ya, karşılığı bu şekilde işte, ve daha neler neler, hatırlamama bile değmez, mundar, arayan bulur, belasını da mevlasını da, tek başına iyi olmak, mutlu olmak diye bir şey yok, öyle olursa bir gün kalırsın bir başına öyle.

Kimse böyle bir sonuç için onca sene emek vermez elbette, veya sonunun bu olacağını bile bile de emek vermez, ayrıca onca emekten sonra kimse bu sonucu da görmek istemez, bir son, bir sonuç görebilseydim ben de istemezdim onca yıllık emeğimi heba etmek, bir çırpıda silmek, atmak, ama yoktu, o ve ben birlikte olduğumuz sürece bu döngüde değişen bir şey olmayacaktı, hala olsa yine olmaz ve ben bu döngüde olmayı istemiyorum, o zaman da istenedim, ama katlandım, elimi kolumu bağlayan çocuklarım vardı, şimdi de istemiyorum, şimdi hiç istemiyorum, elimi kolumu bağlayacak yaşta değiller hem artık çocuklarım, atı alıp üsküdarı geçtim, çok naz aşık usandırır, ayrıca o kadar yorulmaya takatim yok artık, eşekler gibi çalışacak kadar, hiç kimse için, buna kendim bile dahil, öyle büyük büyük beklentilerim yok hayattan, hiç te olmadı, yapabileceksem üç gün daha fazla yaşamak dışında, birde kendimin, çocuklarımın sağlığı, mutluluğu, bunlar için de çok çok büyük paralar gerekmiyor zaten, para canımdan kıymetli değil, önce can.

Bunları böyle söylediğime göre 2 ocaktaki hülyalı, hayalli dolunayın etkileri geçmiş üstümden, dünkü kanlı ve mavi dolunayın etkilerine girmişim, daha gerçekçi, çünkü geçen dolunay yengeç dolunayıydı, bu defaki aslan burcunda gerçekleşti, yengeçin yönetici gezegeni ay ve en duygusal burç, zayıf bir burç, aslanın yönetici gezegeni ise güneş, evrenimizin hakimi, akılcı bir burç, güçlü bir burç, ve bu dolunay ay tutulması ile birlikte, etkileri daha da katlanıyor yani, o gece normalin 30 katı aydınlıkmış ay, parıl parıl parlıyordu gökte, ki kıştayız sonuçta, yaz değil, günlerden 31 ocaktan bahsediyorum, yengeç dolunayıyla aslan dolunayı arasında o kadar fark olsun yani, bir yokladı gitti bizi yengeç dolunayı, zayıf yanımız ne alemdeyiz, geri dönüş bileti çıkar mı diye, çıkana çıktı, çıkmayan yoluna devam dedi, çürük elmalar elendi yani, kendi burçlarımız var ama diğer burçlardan da etkilenimler alıyoruz, özellikle dolunaylarda, böylece eşitleniyoruz biraz olsun, güçlü güçsüzle zayıflıyor, güçsüz güçlüden güç alıyor, dengeleniyoruz, yoksa hep birileri baskın olsa dünyada eşitlik nasıl sağlanacak, bir dolunaydan diğer bir dolunaya bile, ki bir ay içinde, bunca değişiklik yaşayan bu beden, bedenlerimiz oldukça dayanıklı aslına bakılırsa, amma sallıyorum bu burçlar konusunda diyorsunuz belki içinizden, ama hepsini içten inanarak ve kendimce bilerek söylüyorum.

***Gülizarın birinci bölümünü izledim, tam karar veremedim, emin olamadım, ikinci bölümünü de izleyince kızdım kendime, vaktimi bu basit şeyle öldürdüğüm için, her ful kadro doldurulan dizi başarılı olur diye bir şart yok tabi, kıytırık bir senaryoya istediğiniz kadar adam doldurun olmaz, tutmaz, senaryo kötü, iki kere iki dört çıkmayabiliyor işte bazen, olmuş türk filmi, bir hulusi kentmen eksik, kimseyi fazla şişirmeye gelmiyor demek ki, çağan ırmak diye diye, vallahi hele baş rol oğlana bittim doğrusu, çok mu aramışlar onu, saçı uzun olunca yakışıklı mı olunuyor Allah aşkına, o günler 70’lerde kaldı diye biliyorum ben, yani baş rol dediğin biraz insanın gözünü okşayacak, hoşa gidecek, koy kıvancı yakala seyirciyi, veya başka bir güzel erkeği, erkeğin de güzeli var, yok mu, bu janjanlı dünyada eski, emektar diye bir şey yok, eskidiyse bir yüz, artık iş getirmiyorsa onu alaşağı edeceksin ki yoksa o seni, istemeden de olsa, alaşağı etmesin, bu dizide pek çok yüz var eskimiş ve emekliye sevk edilmesi gereken, bir kişiyle bir gemiyi yürütemezsiniz, ona da yazık, sonra bütün başarısızlık farah zeynep abdullaha mal edilecek, kızın bir günahı yokken, dizisi tutmadı, niye, niyesi belli, nerede nemrut, suratsız, yüzü gülmeyen varsa getirip koymuşlar, kusuruma bakmasınlar artık ama öyle, bir yüzü gülen yok, anladık ortam gergin, anladık dram, anladık kötüler de bu kadar mı yani, bir tanesinin de yüzü gülsün, hiç mi iyi, mutlu olan yok aralarında, yüzleri kırışmasın diye gülmüyorlar herhalde, fevkalade oyunculuk peşindeler galiba veya, izledikçe kasvet bastı beni, yok yok, o diziden iş çıkmaz, olmamış o dizi, tutmaz, bak mete aldı götürdü çukuru, hatta yanına birde vartolu eklendi, sevildi, beğenildi dizi, bir senaryoysa iki oyuncu bu işte, ufak tefek cinayetler desen zaten çok çok iyi, bütün emek battı gitti işte, gülizarda yani, yazık, o edilen, yapılan masrafa, emeğe, umuda yazık, ve tabi ki insanların ona harcadığı zamana.

Çarlinin çikolata fabrikası eski bir filmin yeniden çekilişiymiş, 1971 yapımı, tıpkısının aynısı, hatta çok daha başarılı, gene wilder oynuyor, çok iyi bir oyuncu, ikincisinden daha çok beğendim ilkini, her şey aynı, kopyalamışlar sadece, ikincide yani, aklım şaştı o zamanda bile bunca hayal gücüne.

***Döner başlıklı diş fırçası kullanıyorduk bir iki yıldır, oğlumda soğuk, sıcak hassasiyeti olmaya başladı, diş doktoru döner başlıklıların diş eti çekilmesi yaptığını, bu nedenle diş hassasiyeti oluştuğunu söylemiş, diğer diş fırçalarını kullanayım dedim, ağzıma sığdıramadım, alışmışım küçük fırçaya, midem kalkıyor baktım sık sık, şimdi yine döner başlıklıyı döndürmeden kullanıyorum artık, bugün reklamda gördüm, ufak başlılar çıkmış, onlardan aldım, iyi mi bakalım, fena değilmiş, kullanabileceğim.

İstanbulda iğrenç sakallı bir yaratık yolda yanından geçen kızım burnunu kırmış, sıkı bir yumrukla, kızın abes, sıra dışı bir yanı da yok, öylesine, keyfe, sık sık olmaya başladı bu tip şeyler, ahlaksız akp bu gibi ahlaksızları koruya koruya daha neler olacaksa, bu kaçıncı bunun gibi vaka, orospu çocuğu akp liler.

Yine benimle mi uğraşıyor o sayın türkolog, gerçi geçen sefer galiba ben üstüme alınmışım, alınganlık etmişim, her neyse, bana bulaşılmayacağı bir kez daha anlaşılmıştır belki böylece, buraların efesi benim, buralar benden sorulur, bu kadar, anlaşılmıştır umarım, ataların kadar konuş, ya da istediğin kadar konuş, okumayacağım, cengiz han, kubilay han. o kanına girdikleri genç kızların kanında boğulasıcalar, şimdi karşı çıkıyoruz 15 yaşında hamileliklere de bunu yapan cengiz han, kubilay han olunca mı susacağım, zalimler, yaptıysalar eğer, ki yapmışlar, onlar da orospu çocuğu, kadını sadece sex aleti olarak gören herkes orospu çocuğudur, iki takı parasına karı niyetine çocuk satın alan pezevenkler, sanki osmanlı ataları yapmamış aynı şeyi, savaş şimdi insanlık suçu da o zaman değil miydi, bütün dünyayı fethetmek azmi için kimden izin alındı, kim izin verdi buna, hangi kafa, hangi kafalar, o taarruzlarda, işgallerde, kaç kişi öldü, kaç kişinin burnu kanadı, övünülecek nesi var bunun, vahşiliğin, geçmiş, geçmişimiz utanç vesikalarıyla dolu, kadınlara yaşatılanlar zaten cabası, onun için mi dokunulmuyordu savaşlarda kadın ve çocuklara, dokunulmaz, onun için olmalı, sandığımızgibi kadınları korumak amaçlı değil yani, lazım olacak diye düşünülerek, bugünler kadınlar için bilinen en güvenli günler olmalı, insan gibi yaşamayı becerememişiz bir türlü, adımıza insan deniyor oysa ki, bütün insanlık tarihi boyunca, hala da pek becerdiğimiz söylenemez.

Bedenler bir gün olur uyur ama akıllar uyumaz, akıldan akıla devreder, o kadınların çektikleri işkenceler bizim de bedenlerimizde, bedensel kodlarımızda saklı, hiç kimse ölüp gidip yok olmuyor, bir sonraki bedeninde biraz olsun varlığını devrediyor, o bedende, bir sonraki bedeninde, yani çocuğunda varlığını sürdürüyor, ben bile kim bilir kimlerin bedensel kodlarını taşıyorum bedenimde, kaç ninemin, hepimiz taşıyoruz, bunları sadece kendi adıma değil bütün ninelerim, kadın soyağacım adına da söylüyorumdur belki, bende kimler yaşıyor, ve neler yaşamışlar kim bilebilir, ve bana ne gibi kodlamalar aktarmışlar, yüzyıllar, yüzyıllar geriye gidersek eğer, kaç kadının bedeni bedenimde yaşıyor olabilir, yaşadıklarının ne kadarını genlerimde hisediyor olabilirim, bana ilettikleri neler var hiç belli değil, armut tarlasından, ağaçtan toplanmadık değil mi, yüz yıllardır, bin yıllardır kadınlardan doğduk, ve doğmaya da devam ediyoruz, her türlü zulme rağmen, hepsinin ruhları şad olsun, erkek eziyeti çeken bütün kadınların, kadın atalarımın, cennetlerinde bahtiyar olsunlar, o zalim, kötü erkekler de cehennemlerinde cayır cayır yanmaya devam etsinler.

***Bir kaç gün önce yine gitim kızılaya, genç bir kadın, kırklı yaşlarda, ve saçları bembeyaz, saçları kısa, yukarıdan at kuyruğu yapmış bir güzel, özgürce geziyor, belli ki erken beyazlamış saçları, hani beyninize sokuyorlar ya, beyaz saçla gezilmez, saçını boya, saçını boya, diye, hiç te öyle değil valla, çok yakışmıştı kadına saçı, hatta bana kalırsa diğer türlüsü abes, kızımla saçım aynı olacaktıysa kızımın benden farkı ne, ne olacak, ben kızımla niye bir, eş ayar olayım ki, nerede kaldı farkımız, aradaki 20, 30 yıl, boşuna mı yaşandı, boş işler bunlar, saçın beyazlama vakti geldiyse eğer rengine değil var olup olmadığına şükretmeli, kafada saç varsa ne ala, ya o da olmazsa, dökülürse, azalırsa, önemli olan rengi değil sağlıklı bir saç olup olmadığı, şimdilerde izlediğim eski holivud ünlüsü kadınlar, erkekler asla boyatmıyorlar saçlarını, ve çokta yakışıyor, jane fonda mesela, yüzü tamamen botoks ama saçı doğal, boyalı değil, vardır bir bildiği mutlaka, başkalrı da öyle, boyatan yok eskisi gibi.

 

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *