Press "Enter" to skip to content

günlük 5u şubat’22

***Elluonnuusak gökyüzüne attığı staraline uyduluularla çok yüksek titreşimli kısa dalga boylu frekanslar göndereceğini söyledi, İnternet için, bu uygulamanın altyapısı beşge olduğu için insan sağlığına zararlıdır, bu açık alanda radyasyon demektir, bizde açık alanlara çıkıyoruz insanlar olarak, biz tabi bu sinyalin içimizden geçtiğini göremiyoruz, hissedemiyoruz da, titreşimler yüksek olursa bunu bir süre sonra hisseder hale geleceğiz, neden, vücudumuzu delip geçen bu sinyaller hücrelerimizi öldürüyor, hücreler kendini yenileyemeden yeni yeni sinyallerle hücreleri tekrar tekrar öldürdüğü için hastalıklarımız artacak, yetkililerde bize virüs var salgın var deyip evlere kapatacaklar, yani yalan söyleyecekler, metaverse hapsedecekler. Zafer Calayoğlu

***5G insan sağlığıyla ilgili durumlarda sorun oluşturuyor, yüksek titreşim frekansının kısa bant aralığında olmasıyla alakalı, insana çarptığı zaman o yüksek frekans bizim hücrelerimizi öldürüyor, sık sık geldiği zaman da hücreler yenilenmesini engellediği için çeşitli hastalıklara sebep oluyor, zafer calayoğlu

***Amerikan istihbaratı 2 ay önce, aralık ayında, havana sendromunu açıkladı, kübada çıktı, sonra Özbekistan, Rusya, Çin, amerika ve avrupada görüldü, 133 amerikan istihbaratında önemli devlet görevlileri bu sendroma yakalandı, bu sendromun mide ağrısı, baş dönmesi, halsizlik, hayal görme, uzaktaki sesi daha yaşındaymış gibi hissetme gibi bulguları var, bu tıbben açıklanmadı, ocak ayında cia başkanı “bunun nedeninin elektromanyetik dalgalar olduğunu düşünüyoruz” dedi halka. Kanadada yapılan bir çalışmada insan dna sını iki yönlü telsiz olarak kullanmayı başardılar, alıcı verici olarak, uzaktan elektromanyetik dalgalarla vücuda müdahale mümkün olabilir, Abdullah Çiftçi.

23 şubatta Cumhurbaşkanlığı Koruma Dairesi Başkanlığı Özel Harekat Şube Müdürü Hayrettin Eren cumhurbaşkanının Senegal gezisi sırasında Senegal’de görevi esnasında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmiş, 61 yaşında, iri yarı bir adam, belki bir ilgisi vardır yukarıda yazılanlara, bilemeyiz, hedef o muydu yoksa cbmı onu da bilemeyiz, bu tip saldırılar için cbnın yanında daima jammer sinyal kesici varmış.

*** Cavit sonrası durum bundan sonrasının en büyük sorunudur, cavit sonrası şeker hastası, böbrek yetmezliği, akciğer yetmezliği olanlar var, hafif geçirenlere bile kalıcı sorunlar gelişebiliyor, biz hala 6 ay, 1 yıl, 2 yıl önce cavit geçirenlerin hasarlanmış akciğerleriyle, kalpleriyle, böbrekleriyle uğraşıyoruz, damar tıkanıklığına bağlı felç, kalp krizi, nefes darlığı cavitten 3 ay sonra kendini gösteriyor, bilim kurulu üyesi doktor Tevfik Özlü,

Günlük 100 bin vaka üzerinden toplumsal bağışıklığa ulaştık, doktor Ümit Savaşçı,

Bu iki haber birlikte verildi, star haberde, 28 şubatta, buradan çıkan anlam toplumsal bağışıklık noktasına ulaşacak kadar çok insan geçirmiş bu hastalığı, neredeyse herkes, şimdi bu insanları kalp, böbrek, akciğer hastalıkları bekliyor, diyorlar, gerçi biz bu sonuçları, felç, kalp krizi, şaşının, iğnenin, g,rraa.fe.nin sonuçları olarak biliyorduk ta en başından beri, şaşılamaya başladıkları ilk günlerden beri, ama meseleyi öyle güzel çevirmişler ki kendi lehlerine ne desen boş, nasıl olsa yine bize inanmayıp onlara inanacak bir sürü mal var, güdülmeye devam.”Çok sevinmeyin Cavit bitti diye, arkası var ve daha beter” mi demek istiyorlar yoksa, olur a, kimden ne geleceğini, ne bekleyip ne beklemeyeceğimizi şaşırmış durumdayız artık.

*** 4 şaşılı oyuncu Fatma Girik ve ekranların sevimli bahçıvanı erkan şamcı nın öldü, hani şaşılılar hafif atlatacaklardı, 25 gün enttuuğğbeee olmuş erkan şamcı, 63 yaşındaymış, ve artık herkesin ölüm sırasını beklemesini gerektiğini söylemiştim, ve öyle, öldürüyorlar bizi, öyle veya böyle. Hani tutturanlar var ya bağışıklık sistemi, bağışıklık sistemi diye, iş bağışıklığa bağlı olsaydı sadece erkan şamcının bu sebepten, yani kornadan ölmemesi gerekirdi, 63 yaşında ve yediğine içtiğine özenen bilinçli bir adam erkan şamcı ve bu işte başka, bambaşka bir iş var.

***İzmir’de bu ay, şubat ayında, 9 yaşındaki yağızın sınıfında iki çocuk pozitif çıkmış, yağız baş dönmesiyle uyanmış, ateşi çıkmış ve ertesi gün kalbi durmuş, kalbe oksijen gitmemiş, böyle bir grip mi var, bu grip değil, bu kalbe olan direk bir müdahale, Yine bu şubat ayı içinde sabah okula gönderilen çocuk okulda öldü, 11 yaşında, adı kubilay, koşarken yere yığılmış, kalp krizi olabilir dendi, biri şaka yaptık desin diyerek ağlıyordu annesi okul bahçesinde, birileri bize şaka yapıyor olmalı.Grip olduğunda başın dönmez, nefes alamadığın için kalbin oksijensiz kalmaz, ölmezsin, ilaçla bir haftada ilaçsız 7 günde geçer, ama ölmezsin, bu grip değil, bu bambaşka bir şey, tanımlanamayan, ne olduğu tam olarak açıklanamayan bir hastalık çeşidi, şimdiye kadar var olmamış bir hastalık bu, en azından yaygın olarak, lokal olarak çernobilde görülmüş olabilir mesela, bizler oradaki semptomları ve sonuçları bilmiyoruz tabi, ama mutlaka bilenler var.Meksikadaki o kuş sürüsü neden hep birlikte yere çarptıysa işte kubilay da aynı sebepten yere yığıldı.

***Sağlık ve zindelik, gençlik için büyüme hormonu şarttır, büyüme hormonu geceleri 12-2 arası uykuda salgılanır, aç yatmak ve büyük kasların çalıştırıldığı sporlar salgıyı arttırır diyor doktor Ali Fuat Aytekin, beyaz TV deki bizbize programında.”Fede a her zaman yapay büyüme hormonu kullanılmasına karşı çıktı, neden, insan ömrünü uzattığı, insanlar daha uzun yaşadığı için, bu genel bir politika, akla uygun bir politika değil, insanların bu kadar uzun yaşamasını istemiyorlar, ve tabi ki fiyatlarını da anormal derecede yükselttiler, bizde 1500 lira amerikada 1500 dolar,” doktor Ali Fuat Aytekin.

Gerçek her bir yandan kendini gösteriyor, dikiş her yerinden patlak, belli olmuyor mu, uzun yaşamamızı istemiyorlar, hatta yaşamamızı istemiyorlar, şaşıda da söylenen bu büyüme hormonunda da söylenen bu, sonuç hep aynı kapıya çıkıyor. Geceleri bizleri oylamaya çalışmalarının da nedeni bu olmalı, bizi büyüme hormonundan mahrum bırakmak, gece eğlenceleri, filmler, diziler, çay, kahve, vs.

*** Şu ana dek okuyup dinlediklerimden toplamda ne anladığımı yazacağım, insan kanında yüksek oranda demir olduğunu zaten biliyoruz, bu demirlere grafen de eklendi mi, ne oranda ve kimlere eklendi bunu net olarak bilmiyoruz ama bildiğimiz şey grafenin şaşılarla verildiği, öncesinde de yediklerimizle almışızdır mutlaka, vermişlerdir yani, hepimize, grafeni bir kenara koyup demirden devam edelim ama grafen de aklımızın bir köşesinde olsun. Bu yazıda kandaki demirin belli bir yerde birikip sıkışmaya, rahatsızlıklara, yani kalp krizine sebep olduğu söyleniyor, bu birikmeyi sağlayan şey de, yazıda bu çok belirtilmese de, üzerimizde taşıdığımız mıknatısla çekilebilecek olan metaller, yani gümüş, altın dışındaki metaller, yani demirler, ayakkabılarımızda süs objesi olarak, sutyen telinde, agrafında, askı ayarında, kot düğme ve fermuarlarında, eşofman iplerinin ucunda, zımbalar, giysi süslemede, kemer tokaları, saç tokaları, siperlikli şapkalarda, hırka fermuarları, metal düğme ve süslerde, şemsiye, çanta, bavul, metal masa, sandalye vs. evden topladıklarımın fotolarını koydum zaten.

İstanbulda kalbimin sıkıştığı gün giydiğim monttaki metaller, sol üstte kahverengi olanlar, montun iki kolunda, boğazında ve kemerinde bulunan metaller 55 grammış, tarttım, bir o değil tabi, iki tane de bir lira varmış cebimde, yine irili ufaklı metaller vardır o an için üstümde, kot vs. ve arabadaydım, koca bir metal yığınında, ve mıknatıslı iki telefon da vardı arabada, en kritik olanı da sutyen telleri, tam kalbin üzerindeler. Sadece bir bikini üstünden çıkarttığım metallerin ağırlığı da 56 gram, sağ üstte sarı olanlar, monttaki metallerin yerleşimi iki kol ağzı, kemer ve boğaz, yani bir üçgen şeklinde, aynı o ağrının, kalp sıkışmasının vücuttaki yayılımı gibi, bu metaller bana kol düğmelerini, kravat iğnelerini, rozetleri, broşları hatırlattı, kaç kişi öldürüldü acaba bu sessiz katillerle, taktığı toka yüzünden beyin kanaması geçiren olmuş mudur mesela, metal takılar da var zaten. Alt sol köşedekiler ayakkabılardan çıkanlar, alt sağ köşedekiler ise genel, karışık, düğmeler, eşofman ipi uçları, çantalar, sutyen telleri, metal olarak bulabildiğim her şey. Sadece benim kışlık botumdan çıkan, tek bot, metallerin ağırlığı 70 gram, çizmemden çıkan yuvarlak mahmuzlar 100 gram, kızımın botundan çıkanlar, tek bot, 80 gram, bayağı bir hafiflettim hepsini.

Metalin olduğu yerde hareketsiz kalıyor kan, kot pantolon giydiğinizi ve kemer taktığınızı farz edin, ki bunu hep yapıyoruz, göbek deliğinin, kök çakranın tam hizasında metal dişli ve başlı fermuar, metal düğme ve kemer tokası bir arada bulunur, mıknatıs gibi çeker kandaki demiri ve orada kalır kan, dolaşmaz, yada az dolaşır ve bütün dolaşım sisteminin ve dolayısıyla boşaltım sisteminin durmasına sebep olur, akşam eve gelince de iplerinin ucunda metal olan bir eşofman giyersiniz sabaha dek, yine aynı bölge, yatağınız da yaylı yataktır zaten, yani demirli, kan gece boyu durmaya devam eder, o kotun ceplerine de birkaç bozuk para, ev, araba anahtarı, birde cep telefonu koyun bakalım, alın size pimi çekilmiş patlamaya hazır bomba, kadınsanız sutyen telleri gece gündüz üstünüzde zaten. Üzerimizde bulunan demirler kandaki demiri kendi olduğu yere çekerek sabitleştiriyor, durduruyor ve kanın akışını akışını yavaşlatıyor, hatta durduruyor, ne kadar metal o kadar kanın yavaşlaması, evdeki metalleri toplarken ben bile şaştım bu kadar çok olduklarına, şimdiye kadar bunları fark etmemişim, Ayakkabı altlarının plastik değil kösele olması gerek, kalın plastik olmaması gerek, topraklanmayı engelliyor, naylon da giymeyin vücudu elektiriklendiriyor,

elektirik diyince aklıma geldi, bir yıl kadar önce hakkında yazmıştım, korna ted.visi gören birinin tah.il sonuçlarına bakarak, kreatin kinaz, kalbin elektiriksel durumunu ölçüyorlardı ta.lillerle, sürekli, her tahlilde, metaller, plastikler ve tabi ki radyasyon veya bildiğimiz bilmediğimiz herhangi bir şey kalbin elektirik iletimini, akımını bozuyor olmalı, yani korna denen şey bu, kalbin elektriksel karışıklığı, kreatin kinaz için googleda “Kas gruplarında yoğun kasılmaya neden olan epileptik nöbetler” deniyor, istem dışı kasılma yani, bunu grafenin de yaptığını biliyoruz, yine aynı şekilde bir yerde biriken fazla demir de yapabilir bunu. uzun yolculuklardan, araba, uçak yolculuklarından, genel olarak arabadan, bir ayakkabıda 70 gram, 100 gram metal bulunmasının aklı, mantığı nedir, veya bir kotun bel kısmının metallerle çepeçevre zımbalanmış olmasının, adam öldürmeye tam teşebbüstür olsa olsa bunun adı. geceleri artıyor radyasyon, geceleri çıkmayın, gündüzleri de çok uzun zaman açık havada kalmayın, eve gelince hemen duş alın, beklemeden, ve üzerinizdekileri değişin temiz şeyler giyin, yıkanmış şeyler, dışardayken başınızda yün bere olsun, ayakkabılarınızı içinde yün tabanlık, göğsünüzde yün bellik, kuşaklar daima dursun, temiziyle değişerek, olabildiğince yün ve pamuklu giyinin, yatakta altınıza, üstünüze yün yorgan/battaniyeler örtün, arabada altınıza yün minder koyun, yün kanın akışını hızlandırıyor, havalar düzelip güneş yüzünü gösterene dek böyle yaşayın, hatta belki o zaman bile böyle yaşamaya devam edeceğiz, belki hep, bu da böyle bir dönem, ve bu şekilde, bir şekilde atlatacağız, atlatmak istiyorsak eğer, belkide hep bu şekilde yaşıyorduk aslında da, yani uzun zamandır, şimdi farkına varmaya başladık olan bitenin, kimbilir? yatak, koltuk, kanapeleri pencere kenarlarından uzaklaştırın, TV, WiFi leri odanın en uzak kısmına yerleştirin, en uzak noktaya, TV, telefon muhabbetlerini olabildiğince azaltın, ben evde bazı pencereleri, uyku uyunan pencereleri, ve o odalara bakan camlı oda kapılarını yün keçe ile kapattım, aynı şekilde yün battaniye, Siirt battaniyesi ile de kapatılabilir sanırım, yün halı ile de, keçe pahalıya geldi biraz, ve zahmetli, birleştir, dik vs, eni 2.20 olan bir pencere 560 liraya kapandı, kornişe astım perde gibi, ama içim rahat etti en azından, gündüzleri serbest odalar ama geceleri radyasyon gelebilecek yerleri kapalı tutuyorum çünkü asıl geceleri yoğunlaşıyor radyasyon. o üşümeler, ürpermeler, titremeler, ani soğuk girmesi sandığımız şeyler vücuda radyasyon girişiymiş meğerse, bir kornalı ileri aşamada, hastane aşamasında motor hareketleri yapamaz hale geliyor, yürümek, kaşık tutmak gibi, vücudun hareket kabiliyeti kısıtlanıyor, o kadar ki nefes almakta bile zorlanıyor, kalpteki elektriksel bozukluklardan dolayı, kanın akışkanlığının yavaşlaması bunu getiriyor, bir alzaymır hastası da aynı şekilde bütün gün uyur hale geliyor, hareketsiz, bunların ikisi de radyasyon kaynaklı hastalıklar, yani grip te öyle, siz hiç eskiden grip olan birinin yürüyemediğini, tutulduğunu gördünüz mü, görmedik, bu seferki de grip ama bambaşka bir grip, bembeşge gribi. Ve yine bir yazıda bu iletim için tuzlu su tavsiye ediliyor, tuzlu su çözeltidir zaten, yoğunlaşmayı, katılaşmayı azaltır, sıvıyı çözeltir, su içtiğiniz sürahiye atacağınız bir iki parça kaya tuzu parçası, ve/veya ağzınıza atacağınız, bu kan yoğunlaşmasından yani kalp krizinden sizi koruyabilir, tuzla akışkanlık kazanan kan hareket kabiliyetinizin de artmasını sağlıyor, öyle olmalı yani, yıllarca bizlere kan sulandırıcı olarak aspirin yutturuldu ve tuzdan uzak durun dendi hep, koca bir yalanmış, Canan Karatay ve ümit Aktaş ta kaya tuzu yenmesini öneriyor, hz. Muhammed de yemeklerden önce ağzına bir parça tuz atarmış, kaya tuzu. Gripten sonra hep olan nedir son kısımda, bolca ifrazat atmak, yani sümük, balgam vs, bunları atar ve iyileşirsin, bunlar tuzlu maddeler, tuz bu konuda da işe yarıyor olabilir, balgamı, sümüğü de çözüyor olabilir vücuttan, aynı kanı sıvılaştırdığı gibi, vücudu tutan, hareketlerini kısıtlayan bir diğer etken de yine bu sümük ve balgamlardır belki, katılaşan kanla birlikte, veya sadece odur, balgamın tuzlu olması tuzla atılabildiğinin bir göstergesidir belki, balgamın atılabilmesi için tuzun gerekli olduğunun.

Toparlayacak olursam, biz hep hasta olduğumuz için balgam attığımızı düşünürüz, zannederiz ya, belkide tam tersidir durum, balgamımız olduğu için ve o balgamdan kurtulmak için hastalanıyoruzdur, vücutta biriken balgamı atmak, kurtulmak için hastalandırıyordur belki kendini vücut, yada başka bir anlatımla balgamdan kurtulmanın yolu hastalanmak olduğu için hastalanıyoruzdur, ateşle, öksürerek atabiliyordur ancak balgamı vücut, bu olamaz mı, yada bizi hasta eden şey direk balgamın ta kendisidir, o balgamı yapan da azar azar aldığımız radyasyondur, TV izlemek, telefona bakmak, konuşmak, veya dış ortamda olan radyasyondan, işte o balgamdan bir defada, hastalanarak değilde azar azar kurtulmanın bir yoludur belkide sabahları iki üç tuz tanesini ağza atarak emmek, veya içtiğiniz suya katmak, sanırım bir keçi kadar aklımız olsa hiç bunları yazmama gerek kalmazdı. Grafenin görevi de budur belki, daha çok radyasyon çekip daha çok balgamlandırmaktır, hastalandırmaktır vücudu, yada vücuttaki demiri daha çok mıknatıslandırıp giysilerdeki demirin üzerimizde daha etkili olmasına, yani kan akışını yavaşlatıp durdurmasına yapıyordur belki, annem grip aşısı olduğumda balgamım artıyor, olmayacağım derdi hep, sonraları grip aşısı olmadı, bir bildiği olmalı, anladığım bir şey var ki sır balgamda saklı, balgamın hep hastalığın, gribin doğal sonucu olduğunu düşünürüz ya, ya hastalık balgamın doğal sonucuysa, bu yazıdaki asıl soru bu. *7 şubattan beri Facebook hesabım kapalı, cezalı, ben bu yazıya 10 şubatta başlamışım ve düne kadar ara ara eklemelerde bulunmuşum, artık bitirdim yazıyı ve artık aralara ekleme yapmayacağım, daha önceki yazılarımda belirtmiştim zaten buna benzer düşüncelerimi, ancak 7 martta paylaşabileceğim bu yazıyı, ceza bitiminde, dün Arslan Bulut’un yazısı anlattıklarımla neredeyse aynen örtüşüyor, 17 şubattaki yazısı, bir İtalyan bilim adamının söyledikleri şunlar, Kovid-19 aşılarının içinde grafen değil, “grafen oksit” var. Grafen oksit, vücut dışında manyetik olmuyor, ama bir kez vücuda girdikten sonra organizmadaki demiri manyetik yapıyor ve alyuvarlar sanki birer küçük mıknatısmış gibi davranmaya başlıyorlar. İşte aşı olmuş kişilerin kanını analiz ettiğimizde birbirine yapışmış alyuvarların kolonlar oluşturduğunu görüyoruz. Yani alyuvarlar, kılcal damarlardan geçemiyor, dokulara oksijen götüremiyor. İşte bu yüzden aşı olduktan sonra kalp krizinden ölenleri duyuyoruz. *bir kanıt daha buldum kendimce, yine daha önce, yakın zamanda paylaştığım mikrodalgalarla ilgili bir yazıda şöyle diyor, “seçeneğiniz varsa, yaylı yataklardan kaçının. Bunun yerine şişme yataklar, su yatakları, ahşap karyolalar veya şilteler kullanın. Bir futon şilteyi desteklemek için ahşaptan yapılmış platform yataklar mevcuttur. Yaylar antenler gibidir ve siz uyurken EM ve ELF enerjisini vücudunuza odaklar” Yattığınız yataktaki metal yaylar bile size etki edebiliyorlarsa giysilerinizdeki metaller hayda hayda etkiler, bizdeki karyolalar da metal yığını, aksamı olduğu gibi metal, arabada, uçakta bizlere neler olduğunu Allah biliyor. Yani üzerinizde, giysilerinizde metal madde olduğunda radyasyon sizi görebilir hale geliyor, size yöneliyor, bir anten vazifesi görüyor metaller ve radyasyonu direkt üzerinize çekiyor, benim kabandaki gibi kol, bel ve boğazda olunca ise tam orta yerden, kalpten sıkıştırıveriyor, çok akıllıca bir tuzak bu, elbisenizi, sizi, ayakkabınızı, kemerinizi, süslüyoruz ayağına adam öldürüyorlar, şeytanın aklına gelmiş işte, şerefsiz şeytan, benimle uğraşmayacaktı, şimdi uğraşsın uğraşabiliyorsa, üstümde artık hiç metal yok, sıfır, şeytanın canı beni öldürmek istiyor diye elbette ölmeyeceğim, onda akıl varsa bizde de var, kendini çok akıllı sanan şeytani mahluk.*bir ay olmuş ben bu metalleri ayıklayalı, şubat başında ayıklamışım, şimdi mart ortası, o eski yorgunluklarım, halsizliklerim yok oldu gitti, pazardan her dönüşte elimi kıpırdatmadan saatlerce oturuyordum, dışarı çıkmaya korkar olmuştum, eve her geri gelişimde bütün enerjim sanki vakumla çekilmiş gibi boş boş oturuyordum çünkü, şimdi aynı tempoda yaşamaya devam ediyorum günün kalanında da, ve bu hep böyle, her gün.

Çünkü her dışarı çıkışımda botumda 70, kabanımda 55 gram metal taşıyormuşum, diğer ıvır zıvırlarla beraber, kemer tokası, fermuar, düğme vs. derken 150-200 gramı buluyordur bu ağırlık, artık yok, yoklar, sıfır.İstanbulda ne olduğuna gelirsek, iki gün boyunca gün boyu üstümdeki o zımbırtılarla gezince, ve telefon hep üstümde, yanımdaydı, ve saatlerce arabadaydım, ve bunlar benim normalde hiç yapmadığım şeyler olunca, kalpte patlak verdi, ani ve yüksek radyasyon kalbi, beyni vuruyor, azı ise Cavit yapıyor, zaten bir ay sonrasında da cavit oldum.

nisan’22

***Ayhan Çakmur yağmur duası örneğini vererek “kötü propagandayla aklımızı çelerek o kötü emellerine bizim zihin gücümüzle erişiyorlar” dedi, ne var ne yokta, öyleyse kötücüllere kulaklarımızı tıkayıp yaşamımızı şimdiye dek olduğu gibi sürdürmeye bakacağız. Martta istanbulda kar önlemleri alındığında sözde meteoroloji uzmanları fırtına çıkacağını, hortumlar oluşacağını söylediler, oldu mu, olmadı, Astrologlar 27-28 martta istanbulda deprem olacak dediler, oldu mu, olmadı, nisan başında kar yağacak dediler, şu anda yağıyor mu, hayır, ver korkuyu, ya tutarsa, itler ürür kervanlar yürür. her gün bir korku, bir panikle yaşatmaya çalışıyorlar bizleri ki bağışıklık sistemimiz iyice çöksün, dayanamayalım, geberelim, inadına dayanacağız, inadına yaşayacağız.

*** Yerli malı…, çamaşır makinesi için eti maden boron, yumuşatıcı sirke, bulaşık makinesi için eti maden boron, parlatıcı sirke, elde yıkanan bulaşık için eti maden boron bul. det., banyo, tuvalet temizliği için arap sabunu, sulandırılmış halde, fısfısla, yer silme için de Arap sabunu, sirkeler beyaz sirke olacak, şampuan ve sabun olarak defne sabunu, defne sabunu, arap sabunu marketlerde bile satılıyor, cilt bakım ürünü olarak otacı, otacı aktarlarda satılıyor, birde yine aktardan doğal yağlar kullanıyorum cildime, torutopu hepsi bu kadar, bütün temizlik ve bakım giderlerim.Yves rochere, the body shopa, p&g ve diğer yabancı ürünlere verdiğimiz paralar bize şaşı zorlaması, hayat korkusu ve ölüm bileti olarak geri dönüyor,bu özgüveni nereden alıyorlar, bizim sırtımızdan kazandıkları paralardan, çok büyük bir fark veya zorunluluk hali olmadıkça yabancı menşeli ürün satın almak vatana ve kendine ihanetle eşdeğer bence.Bizim vergilerimizden devşirilen paralarla yaşayan suriyeliler olabilecek en kısa sürede örgütlenip kendi alışveriş sistemlerini kurdular türkiyede, lokantaları, giyim mağazaları, her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak alışveriş sistemleri var, bizim paramızı bize geri kaptırmamak için kendi aralarında döndürüyorlar parayı, kendi milliyetçiliklerini başka bir ülkede olmalarına rağmen sürdürüyorlar, biz ne yapıyoruz, amerikanın, avrupanın sömürgesi olduk çıktık, marlboro, Nike, Adidas, hamburger, kinoa, ananas, netflix, oscar vakaları, taklitçi dizilerle olduk küçük amerika, küçük Avrupa.Halbuki onlar değil miydi bize içkiyi, sigarayı, kahveyi, çayı, her türlü zehri matah bir şeymiş gibi gösterip zehirleyenler, çocuklarımıza tatlı zehir şekeri yedirttirenler, bizleri, çocuklarımızı zorla, zoraki obez, şeker hastası, kanser, haşimato edenler, niye unutuyoruz, atlıyoruz ki bunları.Her türlü müstehcenliğin aleni olarak gösterildiği, porno ölçüsünde, örn. Atiye, netflixi Türk toplumunun protesto edip hiç izlememesi gerekiyor, öyle mi oluyor, hayır.Bir film çıkıyor, yok onun hayatı, yok bunun hayatı, filmi izlediniz mi, filmi izlediniz mi, beyin yiyorlar, sanki gitmek mecburi, gitmeyene şaşı mı yapıyorlar, ben dirisini sevmez, dinlemezdim onun, ayarımda bile değil, filmine niye gideyim, maksat güdülemek, yönetmek, sürüye çevirmek, insanları sürü psikolojisine katmak.Aslına bakarsanız burada, yani facebookta, veya twitterda, veya instagramda olmak dahi bir utanç vesikası olmalı, hepimiz için, bütün bu düzene karşı durmak adına, ama şartlar bunu gerektiriyor şu an için, uyanış için.Hatta TV izlemek bile.Ben devrimciyim, kanımın son damlasına kadar, devrimci doğdum devrimci öleceğim, bu saçmasapan düzene uyanan ve karşı durma yürekliliği gösteren herkes, ikiyüzlü değilse eğer, hangi görüşten olursa olsun, sağ veya sol, devrimcidir, ve aslına bakarsanız solcu cenah yaya kaldı bu matrakta, sağcı devrimciler daha uyanık ve ayık çıktılar solcu cenahtan, ki ben de o solcu cenahın tarafındayım.Niye ikiyüzlü diye belirttim, çünkü bizden olduğu izlenimini verip gerçekte bizden olmadığını düşündüğüm kişiler var, bunların bir tanesi köpekler lobisinden mesela, her ne koşulda olursa olsun köpekleri savunuyor, hiç koşulsuz, sokak köpekleri de türklere kurulmuş bir tuzak, ama o kişinin beğeneni çok.bir tanesi daha var yine bizden görünüyor ama metaverse girin ve savaşınızı oradan verin diyor, çok akıllı, ve bu paylaşımı 400 kişi beğeniyor, 40 kişi de paylaşıyor.

mayıs’22

*** oğlumun kışlık montunda 14 adet çivili metal düğme varmış, yeni fark ettim, 2 kol, 2 sağ bel, 2 sol bel, 2 göğüs cep, 6 ön düğmesi, şimdi çıkar onları çıkarabilirsen, bugünkü vazifem o, çivili yapılıyor ki çıkarılamasın, penseyle denedim olmadı, uğraşacağım artık, atsan atılmıyor, kendimin olsa atardım belki ama oğlum montum nerede derse ne diyeceğim ona,zaradan sıradan bir mont, ama düğmelerde masraftan kaçmamışlar, düğme diyip geçmeyin, geçen tanesini 4 liradan aldım, 14 tanesi 56 lira eder, metal de değil üstelik benim 4 liraya aldıklarım, metal daha pahalıdır, yine başka bir metal düğme operasyonu için almıştım, dertsiz başıma dertler açıldı bir sürü, zaranın montu kaç para zaten, düğme parasına mont, ben hiç kar ettiklerini düşünmüyorum o monttan, hayrına yapmışlar o montu, hayır işlerine adamışlar kendilerini, bizim için hayır değil tabi, kendileri için, hatırlarsınız bir bikini üstünden 55 gram metal süs toplamıştım, bu hayır işi değil de nedir,14 tane düğmeyi değiştir, üstüne düğmelere de para ver, ben iyisi mi atayım o montu, o kadar kıymetli bir montta değil zaten, gelecek kışa kadar unutur inşallah oğlum o montunu, oh kurtuldum o çivileri sökmekten, benimde öyle bir elbisem var ama onu atmaya kıyamam, yine çivili düğme ve sayısı çok, onun için almıştım o düğmeleri, değiştireceğim mecburen, ya atacağım ya değiştireceğim, başka çaresi yok, öyle giyemem, aklım hep o düğmelere takılır yoksa, direk giyemem zaten, giymem, öyle bir olasılık dahi yok, bir İstanbul vakası daha yaşamak istemiyorum hiç durduk yere, ancak rahatladım, dinçleştim bu metallerden kurtulduktan sonra, giymem, bana kimse giydiremez o elbiseyi o haliyle. Şansına yaşıyoruz, bundan sonrası şansına yaşam, piyango kime isabet ederse o ölüyor, genç, yaşlı farkına bile bakmadan, bu ölüm bolluğu arasında ölülerimize bile üzülemeyeceğiz belki, sıradaki gidecek ve bir sonraki sıradakinin kim olacağını da bilemeyeceğiz, şaşılı şaşısız arasında da çok bir fark olduğunu sanmıyorum ben bu anlamda, 1 tüp şaşıdan 1şaşı 1 düğmelik fark koysa, ki değildir bile belki, 5 şaşı 5 düğmelik fark koyar ki 14 düğme bir montta var, şaşı 55 gram eder mi, etmez, ama şaşı gün 24 saat içinizde tabi, direk olay mahallinde, ve bütün vücuda yayılmış bir durumda, öyle bir fark var yani arada, artık, yani bundan sonra herşey metal dikkatine bağlı bence, sürekli radyasyon aldığımız aygıtları da çokça sevmememiz gerek, telefonla kulaklıkla konuşmak, kablolu kulaklıkla yani, gibi önlemleri arttırmalıyız.Nasıl kötü olduklarını, bizleri nasıl, ne yolla öldürmeye çalıştıklarını şimdi anladınız mı biraz olsun, hani o şaşıları olurken “o kadar kötü değillerdir, bizleri öldürmeye kast edecek kadar” diyordunuz ya, iyimserliğinizle, yanıldınız, çok kötüler çok, inanılmaz kötüler hemde, değil hasta olana temaslı olanlara dahi o 8+8 ilaçları içirdiler fırsattan istifade.Ben şaşılı olsam, değilim, geceleri, gün karardıktan sonra dışarı çıkmam, güneşin bol olduğu gün ve saatlerde dışarı çıkarım, gerçi 6 aydır güneşi de gördüğümüz yok, onu da hallettiler, yattığım odanın pencerelerini yün keçe ile kapatır, hava karardıktan sonra o odada olurum, kapıyı ya kapalı tutarım yada kapıdan gelebilecek radyasyon için yine yün keçeyle veya diğer odaların kapılarını kapatarak önlem alırım, kapılar camsa keçelerim, kaya tuzunu baş tacı ederim, biraz suyuma koyar, sabahları bir parça tuz emerim, kalpte bir sıkışma hissedersem limonlu su içerim, ölçülü, günde bir limondan fazlası risk içeriyor, kanama riski, cam kenarında çok bulunmam, cam kenarında telefonla konuşmam, kışsa yün giyerim, yatak yorganımı yün kullanırım, metalleri kendimden uzak tutarım, buzdolabının önünde uzun süre dikilmem, yanında oturmam mesela, ben bunları uyguluyorum zaten büyük ölçüde, şaşılı olmak şart değil bunları uygulamak için, can pekmezden tatlı.

Sadece gıdayla değil metalle de öldürüyorlar, metal düğmeler, fermuarlar, kemer tokaları, saç tokaları, süslemeler, hepsi bizi daha çok radyasyona maruz bırakıp öldürmek için, göğse, özellikle sol göğse metal koymaya bayılıyorlar mesela, evdeki giysilerdeki bütün metal düğmeleri pense ve keski ile orta birleşim yerlerinden kırarak yerlerine plastik düğmeler diktim, metal fermuarların bazılarını kestim, bazılarını söktüm, bazılarını öylece kesilmiş, fermuarsız bıraktım, bazılarının yerlerine plastik fermuar diktim, işim çok, dünkü star haberde radyasyonun en çok beyni etkilediği ve alzaymır yaptığı söylendi.

*** …..’nın ani ve hızlı gelişen bir rahatsızlık sonucu vefatını…Diye başlayan taziye mesajlarını duyar olduk, duymaya da devam edeceğiz, kanserler ani ve son evrede başlıyor, ne tesadüfse artık, tamda plandemiler ve şaşılar sonrası. kanser sezonu billur kalkavanla açılmış.

kanserle ilgili eski bir yazımı paylaşayım konusu açılmışken,

Kanserin 5 nedeni,*Şeker tüketimi,*D vitamini eksikliği, *Etsiz, düşük karbonhidratlarla beslenme*yeterince oksijen alınmaması ve hareketsizlik*şoklayıcı ağır stres. Son iki madde size neyi hatırlatıyor, onlar malum, onları geçiyorum, şekeri zaten yiyoruz, yani yiyorlar, yediriyorlar, günde beş yüz kere kafalarımıza kaka kaka, güneşten kaçmamız için her aklı veriyorlar, et, süt alamayalım diye de ekonomimizi batırdılar, işi olanı işsiz koydular, daha ne olsun, kanser olalım diye her türlü zemini hazırlamışlar, bizi kanserden öldürmeye ahdetmişler, siz de kaydırakla gidin a.ı olmaya, ıslak zeminde kayın bakalım, sonuçta ya a.ı olanlar ölecekler ya a.ı olmayanlar, bakalım hangisi kazanacak bu karmaşayı.

***bugün 3 haziran, en son şubat ayında girmişim siteye, anlaşılan o ki salmışım biraz meseleyi, o nedenledir ki size twitterda takip ettiğim isimleri vereceğim, onları takip etmeniz beni takip etmenizle eşdeğer, tuncay uludağ, v.virtue, eray hacıosmanoğlu, hüseyin çiloğlu, zafer calayoğlu, merdo, haluk özdil, m. hamit yanık, vb isimler